Bölüm 29 – Lyner’ın Gücü
Lyner kendini bomboş araziye ışınladığında gecenin karanlığı bir matemin kokusuyla harmanlanıyordu. Xadirio örgütünün sadece bir an kazandığını sandığı savaş farklı bir yöne doğru ilerlemeye başlayacaktı. Rylei ölürken Ujx yere yığıldı. Namar, Tumbei ve Lanis’in buğulu bakışlarla baktıkları saray arazisinin önünde bir anda yaşlarla dolan gözleriyle Lyner duruyordu.
Rylei’nin yüzündeki ölüme meydan okuyan gülümsemeyle Lyner irkilmişti. Rylei’nin hayat ağacı yok olurken, hayat ağacına aldığı onlarca ceset üst üste yığıldı. Lyner ustasıyla gurur duyuyordu, üçü hariç tüm Xadirio büyücülerini ebediyen durdurmayı başarmıştı. İhtiyarın yüzünde bıraktığı gülümseme bu yüzden miydi, yoksa son gördüğü şeyin Lyner olmasından mıydı bilemiyordu ve içinde oluşan burukluk hayatında ikinci kez yaşadığı bir duyguydu, Dean’i kaybettikten sonra. Günübirlik yaşayan Lyner aynı duyguların tekrar tekabül edeceğini hiç düşünmemişti ama o an fark ediyordu ki hayatının belirli dönemlerinde bu duyguyla yüzleşmeye mahkûmdu herkes.
Bir öğretmeni değil, bir anne ve bir babayı, bir arkadaş ve bir dedeyi kaybediyordu ve ilk seferde olduğu gibi kimse onu tokatlamayacaktı.
Elini yumruk yaptı Lyner ve kendi suratına bir yumruk vurdu. Sağlam vurmuş olacak ki geriye sendeledi, tökezleyip düştü. Kendine yerde vurmaya devam etti. Sadece Namar ve iki yoldaşı değil, sarayın etrafına çömüp de olayları izleyenler de ona anlam vermeye çalışıyordu.
Lyner dudağının altını ısırırken “Aptal” diye bağırdı. Artık hiç kimsenin ona moral veremeyeceği, kimsenin hatırını tutup da sözüne itaat edemeyeceği ve çok uzaklarda olsa bile kimsenin onu umursamayacağını bildiği yeni bir hayata mı başlayacaktı? “Aptal ihtiyar, böyle mi öleceksin?”
Lyner ayağa kalkarak rakiplerine doğru ilerledi. Ellerini önünde birleştirirken Namar ve büyücüler ona acınası gözlerle bakıyordu. Lyner’ı kalabalıktan çıkagelen bir Rylei dostu sanmışlardı. Fakat Lyner ellerini birleştirdikten sonra ortaya çıkan tek şeritli büyü halkasını gördüklerinde irkilerek pozisyon aldılar. Gözleri bir anda kızıl bir rengin ötesinde parladı. Bunu istem dışı olarak yapıyordu ve art arda Lyner’dan yükselen enerji şeritleri uzarken yerdeki toprak siyah bir renkle kazındı. Enerjiye farklı reaksiyon gösteren toprak çatlayıp parçalanırken yerçekimi kuramlarına meydan okudu. Minik parçalar halinde ayrılan toprak yavaşça yukarıya yükseliyor, adeta evrenin yönünü şaşırtıyordu. Bu devasa enerji miktarına çiçekler ve ağaçlar kuruyarak, insanların ten renkleri solarak reaksiyon veriyordu.
“Şu ana dek hiç kimseyi öldürmeyi bu denli büyük bir hırsla arzulamadım. Ama hayatım pahasına, en azından bir intikamı hak eden bu adam için canınızı alacağım!”
Lyner’ın oluşturduğu büyü şeridi yok olurken topraktan siyah renkte devasa sarmaşıklar çıkarak en kısa zamanda tüm araziyi kapladı. Sarmaşıklar gece renginde çiçekler açarak havaya lanetli polenleri aktardı. Lyner daha savaşa başlar başlamaz uzman gücünü kullanıyordu.
Ölüm bitkileri gücü hayat enerjisini ölüm enerjisine çevirerek bu enerjiden farklı fonksiyonları olan bitkiler üretilmesi olarak özetlenebilir. Ölüm enerjisinin kendisine hayat vermek inanılmaz zor olmakla birlikte, inanılmaz da bir enerji sarfiyatı gerektirir. Lyner’ın enerji dolu gözleri onun bu büyüye ulaşmasında kilit rol oynadığı için, Lyner aynı zamanda gözlerinin enerjisini kullanmakta ustalaşmak için de fazlasıyla gayret sarf etmişti.
Namar hayatında ilk kere gördüğü bu büyüye nasıl bir karşılık verebileceğini bilemiyordu. Büyünün ne olduğunu da anlamamıştı ama büyünün uğultusunu kulakları iyi işitiyordu. Etrafa rüzgar saçarak ne olduğu belirsiz polenlerden korunmaya çalıştı. Ama polenler bir saldırı özelliği taşımıyorlardı zaten. Bir anda havada birleşip siyahi bir renkte yeşillendiler. Değişik şekillerde bitkilerin kimisi havada süzülmüş, kimisi toprağa bağlanmıştı ve tüm sarayın bahçesini tam anlamıyla bir ormana dönüştürmüşlerdi. Koyu renklerde pek çok çiçek açarak tuhaf bir görüntü oluşturmuşlardı bu esnada.
Namar etrafa yayılan enerjiyi sezdikçe, kendisinin böyle bir büyüyü yapmış olsaydı çoktan ölebileceğini fark ediyordu. Bu inanılmaz miktarlarda enerjinin, inanılmaz miktarda enerji harcanarak ölüm enerjisine dönüştürülerek, yine inanılmaz miktarlarda enerji kullanılarak yeniden hayat verilmesi gibiydi. İmrenmeden ve kıskanmadan edemedi Namar. Lyner’a baktığında görebileceği en berrak kırmızılıkta gözleri onu bir şeytan gibi gösteriyordu.
İlk karşıt hamle Tumbei’den geldi. Açtığı devasa bir hendekten çıkan lavlar doğruca ormanı yok etmek üzere harekete geçtiler. Bunun üzerine Lyner’in önceden yaratmış olduğu koyu yeşil renkteki çiçekler açarak, siyahımsı bir su fışkırtmaya başladılar. Binlerce çiçekten birleşen bu lanetli su lavlara çarptığı anda bir soğuma sesi gelirken, havaya her yeri kör eden bir duman yayıldı. Dumanlar dağıldığında lav tamamıyla soğuyarak olduğu yerde katılaşmıştı. Metrelerce uzunluktaki donmuş lav katmanının içinden bir anda daha pek çok siyah ağaç ve bitki çıkarak, farklı renkte çiçeklendiler. Tumbei dudağını ısırdı. Saldırısının böyle kolay bir şekilde aleyhine döndürülmesi hoşuna gitmemişti.
Birkaç dal sarmaşık irileşip kuvvetlenerek uzadılar ve doğru Namar, Lanis ve Tumbei’ye doğru harekete geçtiler. Sarmaşıklar onlara ilerleyince geriye kaçan üç büyücünün beklemediği üzere, yere çarpan sarmaşıkların içinden yeşeren başka sarmaşıklar yeniden saldırıya geçti. Büyücüler bu saldırıdan da kaçınmışlardı. Fakat ıskalayarak toprağa çarptıktan sonra, sarmaşıkların bir asit misali toprağı eritip siyah bir iz bıraktığını gördüler.
“Bu şeylerin neyin nesi olduğunu bilmiyorum” dedi Namar. “Ama tek bildiğim onlarla temas etmememiz gerektiği.”
Namar hem yolunu açmak için, hem de kendini savunmak için bir büyü yapmayı denedi. Oluşturduğu halkadan çıkan keskin ve ince bir hava akımı ormana doğru ilerleyerek dalları kesti. Yeryüzüyle bitevi ilerleyen akım, Lyner’ın oluşturduğu ormanın yarısını kökünden kazımıştı. Ancak daha Namar’ın saldırısının tamamlamasını beklemeyerek, kesilen bitkilerin yerine yenilerini oluşturdu Lyner. Namar aynı kesme işlemini birkaç kere daha tekrarladıysa da, bitkiler yeniden çıkıyorlardı.
Lanis yere bağdaş kurarak oturdu. Her iki elinde de baş parmak ve işaret parmaklarını bileştirip yuvarlak yaparak meditasyon yapmaya başladı. Güçlü bir ruhu çağırmak için hazırlıklarına başlıyordu. Ağzından antik dilden kalma eski kelimeler dökülürken, etrafında pek çok halka oluşup oluşup yeniden yok oluyordu.
“Bu, bugüne kadar gördüğüm en muhteşem savunma büyüsü sayılabilir” dedi. “Özel gücün geçilemez bir bariyer gibi. Ama aynı anda da müthiş bir saldırı potansiyeline sahip. Böyle bir güçte nasıl ustalaştığını merak ediyorum.” Dedi Namar.
“Gerçekten de burada durup birbirimizin büyülerine iltifat mı ediyoruz?” dedi Lyner. Aslında Lyner kendi benliğinde olsaydı, savaşmak yerine konuşmayı gerçekten de tercih ederdi. Ama şu an öfkeliydi ve içi kanıyordu. Doğru düşünerek hareket etmiyordu ve bu bir hata yapmasına sebep olacaktı. Bunun kendi de farkındaydı. Bu sebeple düelloya savunmasını son nebzeye kadar artırarak başlamış ve henüz saldırıya geçmemişti.
Lyner’ın yapmaya çalıştığı şeyi anlıyordu Namar.
“Herkes bir şeyler için savaşır” dedi Namar. “Yenilenen her bir duyguda insanlar tavırlarını yenilerler. Ben senin ustanın katili değilim. O kendi inançlarını savunurken öldü, ben de kendi inançlarımı savunuyorum. Bu uğurda ölseydim ölümümden kimseyi suçlamazdım. Bu bir oyun değil çocuk.” Dedi Namar.
“İnanç mı? Benim inancım başkalarına inanmaktı. Ben herkesten daha iyisini bilemem, daha iyisini düşünemem. Herkesten daha iyi olduğuma kendimi inandırmak için zorlayamam. Ama bildiğim şey, senin inancın yanlış. Sorunları çözmenin yolları vardır. Yakıp yıkmak bir yol değil, ancak bir yolsuzluk sayılabilir. Gerçekten de bu krallıkla alıp veremediğin nedir, merak ediyorum. Vergiler mi? Savaşlar mı? Toprak mı? Eşitsizlik mi? Güvensizlik mi? Canına mı kastedildi yoksa sevdiklerinin canına mı mal oldu? Bunun hıncını, başkalarının sevdiklerini öldürerek mi alıyorsun? Eğer öyleyse, senin inancın bir inanç değil, sadece ve sadece bir inançsızlığın ürünü olabilir.”
“Amacım yakıp yıkmak olsaydı bu söylediklerine hak verir, bu savaşı sonlandırırdım. Amacım bu ülkeyi kurtarmak.”
“Bunu ülkenin başına kaba kuvvetle geçerek mi başaracaksın?”
“Hayır, ben bir ülke yönetemem. Amacım yönetmek değil. Sadece doğru yönetilebilmesi için yapılması gereken bir savaş bu. Başka açık yol göremiyorum.”
“Senin görememen olmadığı anlamına gelmiyor.” Dedi Lyner. “Belki senin görüp benim göremediğim şeyler vardır. Ya da senin göremediğin ve benim görebileceğim. Bunun çözümü bunları konuşmanla sağlanabilir. Konuşmandan bu krallık ile ilgili iyi bir şey yapmaya çalıştığını düşündüğünü anlıyorum. Ama şu ana kadar pek iyi bir şey yapmışa benzemiyorsun. Bunu konuşarak, hep birlikte sağlamamız daha mantıklı olabilirdi.”
Çok kısa bir sessizlik olurken kimse konuşmadı. Bunun üzerine Lyner yeniden söze girdi.
“Söyle bana, amacın nedir Xadirio örgütü olarak? Şöyle düşün. Yolda gelen iki arkadaşım daha var. Bunlardan biri Kral, diğeri de gelecekteki muhtemel amiral, benimle savaş mührünü paylaşan kişi. Her ikisi de benimle aynı güce sahip ve antik dili biliyorlar. Son on dakikadır boş yere uğraşıp Rylei’yi çağırmaya çalışan kara büyücünden anladığım kadarıyla sen de antik dili biliyorsundur. Ama bu savaşı kazanmana ihtimal yok. Öleceksiniz ve gerçekten de bu krallık için iyi bir planın varsa, unutulup gidecek.”
Lyner’ın söyledikleri üzerine Lanis durdu. Rylei’yi kendi safında dirilterek psikolojik bir savaş başlatmak hedefindeydi. Rakibi bunu anlamış mıydı? Bunu o kadar rahat söylemişti ki, bu büyüyü başaramayacağına kesin emin gibiydi. Nasıl bu kadar rahattı? Başaramayacağını nereden çıkarmıştı? Kendine göre bir önlem mi almıştı?
Konsantrasyonu bozulan büyücü ayağa kalkarak Namar’a baktı. Namar durmasını işaret etti.
Bu süreç boyunca tek konuşmayan kişi olan Tumbei, rakibine müthiş bir saygı beslemeye başladığı için konuşamıyordu. En doğruya ulaşmak için kendi egolarından vazgeçen, en barışçıl yolu izlemeye gayret gösteren bu kişi yeni kralın en iyi arkadaşlarındandı. Yeni kral ile ilgili hiçbir şey bilmiyordu. Belki de iyi bir kral olacaktı? Belki o da en barışçıl yolda ilerleyecekti? İhtiyar Rylei’nin söyledikleri ve şimdi de Lyner’ın söyledikleri kafasını karıştırmıştı. Gerçekten de izledikleri yol birçok insanı birbirine düşürüp, pek çok masumun ölmesine sebep olmamış mıydı? Bütün bunlara rağmen hem Rylei, hem de ustasını daha yeni kaybetmenin acısını taşıyan Lyner onları dinlemek, barışçıl ve kimsenin zarar görmeyeceği bir yolda uzlaşmak için uğraşmamışlar mıydı?
“Pekala, şu can sıkıcı ormanı kaldır da konuşalım.” Dedi Namar. Bu savaşı kazanmaya dair ümitleri tükenmek üzereydi.
Bitkiler yavaş yavaş toprağın altına girerek ortadan kayboldular. Xadirio’nun üç büyücüsü ve Lyner birbirlerine yürüyerek yaklaşarak, kısa bir menzilde durdular. Xadirio büyücüleri temkinli görünürken Lyner pek rahattı.
Tam bu esnada gökyüzünden süzülen bir ejderha yere indi ve Esail ile Joshua ejderhadan indiler. Şaşkınlıkla etrafa bakındılar. Arazi harabeye dönmüş, saray hiçbir yerde görünemiyordu. Lyner müthiş bir soğukkanlılık ile rakiplerinin karşısında dikiliyken amirallerin ve Rylei’nin cesedi bir köşede görünebiliyordu. Lyner’ın kırmızı gözlerinde biriken doğal kızarıklıklar içinin kan ağladığını gözler önüne sererken, o sakince rakiplerini inceliyordu.
Üç Xadirio büyücüsü ve üç krallık büyücüsü karşı karşıya durmuşlar, herkes sessizliği kim bozacak diye bekliyordu. Sessizliği Namar’ın gırtlağından gelen gür sesi bozdu.
“Yüzyıllardır süregelen bir hikâyedir bu.” Dedi Namar. “Hiçbir kralın gerçekten bir kral olmadığı ve her kralın aynı kral olduğu bir krallığın hikâyesi.
Yüzyıllar önce bu krallığı yöneten zalim bir kral, diğer tüm krallıklara korku ve zulmü aşılamış. Var olan her şeyi hükmetmeye olan tutkuyla asla yenilmemiş ama asla kimsenin yenemeyeceği bir düşmanla yüzleşmiş. Ölümle. Ölümsüzlüğün formülünü aramış lakin bulamamış. Bir gün bir cadı ona yardım edebileceğini söyleyene kadar.
Kâinatın en nadir malzemelerinden yapılan bir ilacı içmiş kral ama ölümsüz olmayı umarken, ilaç onu orada öldürmüş.”
“Bu hikâyeyi herkes bilir.” Dedi Esail. “Kral Jill’nin hikâyesi tarih derslerinin vazgeçilmeyen hikâyelerindendir.”
“Öyle, ama bu, hikâyenin bilinen yüzü. Bilinmeyen bir yüzü daha var. Cadı, kralı öldürme suçuyla idam edilmiş. Ama bu boşunaymış. Çünkü cadının yaptığı büyü, aslen gerçekten de ölümsüzlüğü getirmiş. Jill’in ruhu saraya bağlanarak, taç giyen her kralı hükmü altına almış. Ama o kadar uzun yıllardır bir ruh gibi yaşayan Jill yalnızlığıyla zulmüne zulüm, öfkesine öfke, acısına acı ve gücüne güç eklemiş. Onunla savaşmaya çalışan krallar, özellikle de Gaelo, onu yenememişler. Bir ölümsüzü öldürmek mümkün değildir.
Gaelo babamdan o düşmanı öldürmek için bir yol bulmasını istedi. Çünkü emirlerine itaat ettiği Jill, Gaelo’ya pek çok masum insanı öldürtmüş, pek çok krallığa savaş açtırmış. Gaelo hep zalim bir kral olarak anıldı ama her gününü, her anını ve her saniyesini Jill’den kurtulmak için harcamış. Her seferinde kaybetti, ama çok güçlü bir adam olduğu için Jill onu hiç öldürmedi. Kendini de öldürmedi çünkü ondan sonra tahta geçecek olan oğulları çok daha zalimdi. Tek sevdiği ve güvendiği torununun tahta geçmesi için elinden geleni yaptı ve umudunu kaybetmedi.
Jill’i öldürmenin bir yolu yoktu ama babamla güçlü bir mühür bulduk. Bu mührü uygulayabilmek için babam saraya gelse de, Gaelo tarafından öldürüldü. Hemen sonra Gaelo’dan bir mektup aldım. Mührü biliyorsa o ölene kadar beklememi, saraydaki herkesi öldürmemi, Jill’in kimseyi kontrol etmediğinden emin olmamı söyledi. Hiç kimseye güvenmememi ve babam için hayatının sonuna kadar çekeceği vicdan azapları içinden en büyüğünü duyacağını söyledi.”
Esail, Lyner ve Joshua şaşkınlık içinde Namar’ı dinliyorlardı.
“Bu, bu mümkün olamaz!” dedi Esail.
“Bunu hiç anlatmamıştın” diye atıldı Tumbei.
“Bunu anlatmak büyük riskti. Çünkü saraya girdiğimiz andan itibaren Jill sırrını bilen herkesi öldürecektir. Esail’i hakimiyeti altına alacak ve tarih kendini tekabül edecek. Ülkenin en güçlü büyücülerini toplayıp ona bir şekilde direnmek, mührü uygulamayı amaçladım.”
“Eğer Jill’in ruhu saraya bağlıysa, neden sarayın kendisini mühürleyip başka bir yere taşınmıyoruz?” dedi Lyner. “Neden Gaelo saraydan uzaklaşıp Jill’den kurtulmayı denemedi?”
“Bu da mümkün değil. Jill güçlü bir büyücü. Mührünün sabit olduğunu sanmıyorum. Sabit olsa bile sürekli başka yerlere taşıdığına eminim.”
“O halde şu anda bizi dinliyordur.” Dedi Joshua. “Hey, Jill, gel bak seni çekiştiriyoruz!” diye bağırdı Joshua.
Herkes ona ters ters bakınca Joshua kızararak yere baktı.
“Bütün bunları anlatman için diğer tüm amiralleri ve ustamı öldürmen mi gerekiyordu?” diye sordu Lyner. “Neden? Şimdi ne yapmam gerek? Sana inanıp öylece yardım mı etmeliyim?”
“Her şey Gaelo’nun planıydı. Bana gönderdiği mektuba göre Jill’i Esail’i ele geçirememesi için uyutacak bir iksir hazırlamıştı. Bu büyüyü yapabilmek için tam yüz üç ejderhanın tüyüne ihtiyacı vardı ve onları toplamıştı. Böylece onu kısa süreli bir uykuya daldırabilecekti. Fakat ölümsüz ruhların hisleri çok güçlüdür. Herhangi birinin herhangi birine bu hikâyeyi anlatması ya da hatta yazması durumunda Jill bunu mutlaka duyup uyanır diye korkuyordu. Gaelo bana bu mektubun ulaştığı sırada kalp krizi teşhisiyle ölmüştü. Bu da şunu doğrular, Gaelo önceden mektubu hazırlamış, Jill ile karşılaşmış, ölmeden hemen önce bu mektubu bana ışınlamış ve onu uyutmay denemişti. Jill’i uyutmayı başardı mı bilmiyorum, ama Esail hala ele geçirilmediğine göre yüksek ihtimalle Jill uyuyor. Ya da uyuyor-du. Artık uyandığına eminim.”
“Gaelo’nun bir zamanlar bir ejderhayı mühürleyip götürdüğüne şahit olmuştum.” Dedi Lyner. “Ama yine de, bu yaptığını doğru kılmıyor. Usta Rylei…”
“Rylei şu an bizi dinliyorsa onu öldürmemden onur duymuş olmalı. Rylei önümdeki son engeldi. Onu geçince saraya ulaşabilirdim. Bu hikâyeyi herhangi birine paylaşmayıp Jill’in uyanmayacağından emin olmak istediğim için herkesi öldürmek zorundaydım. Böylece saraya girecek, o daha ne olduğunu anlamadan mührü yapacaktım. O bu durumu hissedip uyansa bile küçük bir ihtimalle şaşkınlığından faydalanıp mührü tamamlayacaktım.
İşte her şey, bu küçük ihtimal içindi. Hikâyeyi herhangi birine anlatmam o küçük ihtimali de yok edebilirdi. Yine de kaderin cilvesi, öyle oldu. Son anda siz buraya ulaştınız ve eğer ben ölürsem mührü bilen kimse olmayacağı için Jill’in hâkimiyetinin devam edebilirliği kesindi. Şu an anlatmak zorunda kalmamın sebebi budur.”
Namar derin bir iç çekti. “Ben mektup yazarak sarayı boşaltmanızı söylemiştim. Elbette ki bana güvenilmedi, farklı yorumlandı. Güvenilmediği için kimseyi suçlayamam. Ama işlerin bu noktaya kadar gelmesi bize büyük bir dezavantaj sağladı. Çok sayıda halktan insan dışarda olduğu için buraya çıkıp kendini göstermek istemiyor ama biz saraya girer girmez biz daha ne olduğunu anlamadan Esail dışında herkesi öldürecektir.”
“Bütün bu kalabalığı toplamanın sebebi buydu.” Dedi Esail. “Her şeyi düşünmüşsün. İşlerin bu noktaya gelebileceğini düşündüğün için halkı buraya topladın. Böylece Jill dışarı çıkıp kendini göstermeyecekti.”
“Bu doğru.” Dedi Namar.
“Benim uzmanlığım mühürler üstüne. Onu kısa süreli mühürlesem bu asıl mührü yapmak için yeterli zamanı tanıyabilir bize.”
“Bildiğim kadarıyla sıradan büyüler üstünde etki etmiyor. Antik dil etki edebilir ama Jill antik dili o kadar iyi biliyormuş ki, yapılabilecek her tür büyüyü aleyhimize çevirecektir. Aklımızın alamayacağı kelimeleri biliyor. Onu kimse yenemez. O, binlerce yılın deneyimini ve doygunluğunu tatmış bir ruh. Müthiş bir öfke duygusunu saymıyorum bile.”
“O halde ejderhalardan yardım isteyelim.” Dedi Lyner. “Söz konusu antik dil olunca, Armadiela’dan daha iyisini bulamazsın.”
Kendilerini buraya taşıyan ejderha’yı işaret etti Esail.
“Jill dediğiniz adamın adını hatırlıyorum.” Dedi ejderha. “Binlerce yıl öncesinden saçtığı dehşet anlatılırdı. O öldüğü zaman ejderhaların dünyanın her bir yanında mutluluk gösterileri yaptığı anlatılır. O adam bir ejderha katilidir. Ejderha kemikleriyle ölüleri dirilterek, milyonlarca ölüden oluşan ordusuyla tüm dünyaya korku salardı. Şu ana kadar o derece güçlü bir kralın olmaması dünya için büyük bir şans olmuş.”
“Şu an ne yapacağımı bilemiyorum.” Dedi Lyner. “Anlattığınız gibiyse onu yenmek mümkün değil.” Dedi Lyner.
“Bu sebeple uyanmaması için bu kadar uğraşmıştım” dedi Namar.
“Belki Rylei olsaydı, o bir şeyler düşünürdü.”
“Rylei öleli çok uzun bir zaman olmadı.” Dedi Lanis. “Yeterli hayat enerjisi toplanarak kısa bir süreliğine geri getirilebilir. Ayrıca Namar’ın bahsettiği mührü Esail ve Rylei’ye öğretebiliriz, aydınlık büyücü olarak daha hızlı ve etkili bir şekilde mührü yapabileceklerdir.”
“Ne? Sen ciddi misin?” dedi Lyner. Büyük bir sevinçle adama bakıyor, ciddi olduğunu tekrar duymak istiyordu.
“Evet, bu mümkün. Bedeni henüz soğumadığı için birkaç saatliğine geri getirilebilir.”
“Bir dakika, Lanis.” Dedi Namar. “O kadar fazla hayat enerjisini kullanmak senin mutlak ölümün demektir.”
“Bu görevde yararlı olmamın tek yolu budur. Başka türlü bir fayda getirebileceğimi sanmıyorum. O adam bilge, güçlü ve zeki.”
Lanis fikrinden vazgeçmeden, acele olmak istiyordu. Gözlerini kapatırken ağzından çıkan tek kelime “Bae” oldu. Antik dilde yeniden doğ anlamına geliyordu. Tekrar etti. “Bae. Bae. Bae.”…
O kelimeyi sürekli tekrar ederken, diğerleri de kelimeyi tekrar etmeye başladılar.