Rust: Kendimi realist olarak nitelendirirdim ama felsefi terimlere göre pesimistim.
Marty: Tamam, o ne demek?
Rust: Partilerde iyi değilim demek.
Marty: Partiler dışında da iyi değilsin, diyeyim.
Rust: Bence insan bilinci, evrimdeki trajik bir hata. Fazla farkında olduk. Doğa kendinden ayrı bir durum yarattı. Bizler doğa yasalarına göre var olmaması gereken yaratıklarız.
Marty: Bu kulağa b.k gibi geliyor, Rust.
Rust: Bir birey olduğumuz hayaline kapılan şeyleriz. Duyusal tecrübeler ve hissettiklerimizin yığılması bizi, kendimizden tamamen emin bir şekilde, hepimizin birer birey olduğumuza programladı. Ama aslında hepimiz hiç kimseyiz.
Marty: Ben olsam bu saçmalığı sağda solda konuşmam, buralarda insanlar öyle düşünmüyor. Ben öyle düşünmüyorum.
Rust: Bence türümüz için yapılabilecek onurlu davranış programlamamızı gözardı etmek. El ele soyumuzun tükenişine yürümek... Son bir gece yarısı, kız ve erkek kardeşler bu haksız muameleye katılmamayı tercih ediyor.
Marty: Ee, sabahları yataktan kalkmanın ne anlamı var?
Rust: Kendime bunlara tanık olduğumu söylüyorum. Gerçek cevap ise belli ki benim programlanmam bu. Ve tabiatımda intihar yok.
Marty: Şansıma bugün seni tanımaya karar vermişim. Üç ay boyunca tek kelime duymadım ve...
Rust: Sen sordun.
Marty: Evet. Şimdi de çeneni kapaman için yalvarıyorum.
--
(Dini bir toplantıdaki insanların IQ’lerini sorgulamsı üzerine)
Rust: Sadece gözlem ve çıkarım. Obezite, fakirlik ve peri masallarına olan arzuya eğilim görüyorum. Halk ellerindeki üç kuruşu o bağış sepetine döküyor. Bence bunu söylemekte bir zarar yok Marty, buradaki kimse atomu parçalamayacak.
Marty: İnsanlar inanmasaydı neler yapardı düşünebiliyor musun?
Rust: Şu anda yaptıklarının aynısını, sadece daha açık açık yaparlardı.
Marty: Saçmalık. Hilekarlık ve cinayetle dolu bir garabet gösterisi olurdu ve bunu biliyorsun.
Rust: Eğer birisinin düzgün davranmasına neden olan tek şey ilahi ödül ise, o zaman kardeşim, o kişiden bir b.k olmaz.
--
Rust: Görüyorsunuz ya, hepimiz yaşam kapanı dediğim bir şeyin içindeyiz. Eminiz ki her şey farklı olacak. Başka bir şehre taşınacaksın ve hayatlarınızın sonuna kadar arkadaş kalacağın kişilerle tanışacaksın. Aşık olacaksın ve tamamlanacaksın. Tamamlanmak. Ve kapanış. Bu b.k yağmurunu tutacak boş kavanozlar... Hiç bir şey tamamlanmaz. Son ana kadar. Ve kapanış? Hayır. Hayır. Hayır. Hiç bir şey sona ermez.
--
Rust: İnsanlar. Yüzlerce yaşamın sonlarını gördüm. Genç, yaşlı. Hepsi de gerçekliklerinden oldukça emindi. Biliyorlardı ki duyusal tecrübeleri onları özgün bir birey yapmıştı. Amaç. Anlam. Bir biyolojik kulkadan çok daha fazlası olduklarından emindiler. Ama gerçek ortaya çıkar ve herkes ipler kesildiğinde bunu görür.
--
(Kurbanların resimlerinin olduğu bir dosyayı göstererek)
Rust: Gözlerinin içine bakarsın, fotoğrafta bile olsa, ölü ya da diri olduklarının önemi yok, onları okursun. Ne gördüğünü bilirsin. Kabullenmişler. İlk başta değil. Ama o son anlarında büyük bir rahatlama var. Çünkü korkuyorlardı ve şimdi ilk kez anlıyorlar... kabulenmenin ne kadar kolay olduğunu. Ve bunu o son nanosaniyede anladılar. Ne olduklarını gördüler. Sen, kendin, bu büyük drama... aptalca bir irade ve varsayımdan öte değildi. Ve kabullenebilirdin. Çok sıkıca tutunmana gerek olmadığını farketmek... tüm hayatının, tüm aşklarının, tüm nefretinin, tüm anılarının, tüm acılarının, hepsinin aynı olduğunu farketmek. Hepsi aynı rüya. Kilitli bir odada saklanan bir rüya. Bir birey olmak ile ilgili bir rüya. Ve çoğu rüyada olduğu gibi, sonunda bir canavar var.
--
Ledoux: Bunu tekrar yapacaksın. Zaman düz bir daire.
Rust: Bu ne şimdi, Nietzsche? Kapa çeneni!
--
Rust: Birisi zamanında bana zamanın düz bir daire olduğunu söylemişti. Yaptığımız ve yapacağımız her şeyi, tekrar ve tekrar ve tekrar yapacağız. Ve o küçük çocuklar, o odada olacaklar. Tekrar...Tekrar...Tekrar... Sonsuza dek.
--
Rust: Membran teorisi diye bir şey duymuş muydunuz?
Dedektif: Yok, beni aşar.
Rust: Şöyle ki, bu evrende zamanı doğrusal algılıyoruz. İleriye doğru. Ama bizim uzay-zamanımızın dışında, dördüncü boyut perspektifinde, zaman var olmaz. Ve o noktadan bizim uzay-zamanımızı düzleşmiş, tek bir yapı olarak görürüz. Üstüste gelen maddeler, her yerin zaptedilmesi... Varlığımız hayatımız boyunca burada öylece dolanıyor, raylardaki vagonlar gibi. Bizim düzlemimizin dışındaki her şey – işte bu sonsuzluk. Sonsuzluk bize yukarıdan bakıyor. Bize göre bu bir küre. Onlara göre bir daire. Zamanın olmadığı sonsuzlukta hiç bir şey büyümez, hiç bir şey oluşmaz ve hiç bir şey değişmez. Ölüm öldüreceği şeylerin büyümesi için zamanı yarattı. Ve yeniden doğdun. Ama her zaman aynı hayata doğdun. Peki bu konuşmayı kaç kez yaptık dedektifler? Kim bilir? Hayatlarınızı hatırlayamıyorsunuz. Hayatlarınızı değiştiremiyorsunuz. Ve bu bütün yaşamların berbat ve gizli kaderi. Hepiniz sıkıştınız... tekrar tekrar uyanacağınız bir kabusun içine.
--
(Hastanede Marty’e durumunu açıklarken)
Rust: Bir an, bir çeşit karanlığın içindeyken, bilinçsiz ama küçük bir farkındalık hissine indirgenmişken... Beni tanımlayan şeylerin kaybolmaya başladığını hissedebiliyordum. Ve o karanlığın altında başka bir tane daha vardı, daha derin. Sıcak. Bir madde gibi. Hissedebiliyordum ve biliyordum. Biliyordum, kızım orada beni bekliyordu. Çok açık. Onu hissedebiliyordum. Hatta babamdan bile bir parça hissedebiliyordum. Sanki sevdiğim her şeyin bir parçası gibiydim. Ve orada, birlikte, üçümüz, yavaşça kayboluyorduk. Tek yapmam gereken bırakmaktı, kabul etmekti. Ve ettim de. “Karanlık, haydi!” dedim. Ve kayboldum. Ama hala kızımın sevgisini hissedebiliyordum. Eskisinden daha fazla bir şekilde, sadece sevgisi... Sonra uyandım.
Marty: Bir keresinde yıldızlar hakkında hikayeler uydurduğunu söylemiştin değil mi?
Rust: Evet, Alaska’dayken.
Marty: Yere yatar, gökyüzüne bakardın değil mi? Yıldızlara.
Rust: 17 yaşıma kadar televizyon izlemedim. Yani etrafta dolaşmak, gezmekten başka pek yapabileceğim bir şey yoktu.
Marty: Ve yıldızlara bakıp hikaye uydurmaktan başka. Ne gibi?
Rust: O odada, her akşam camdan dışarı izledim, öylece düşünerek... Aslında hepsi tek bir hikaye. En eskisi.
Marty: O neymiş?
Rust: Aydınlık karanlığa karşı.
Marty: Alaska’da değiliz biliyorum ama bana sorarsan karanlığın daha fazla alanı var.
Rust: Evet, o konuda haklısın.
--
(Arabaya doğru yürürlerken)
Rust: Aslında olaya yanlış bakıyorsun. Şu gökyüzü olayına.
Marty: Nasıl yani?
Rust: Önceleri sadece karanlık vardı. Bana sorarsan, aydınlık kazanıyor.