Bölüm 2: Sonun Başlangıcı
Raiz kızarmış patateslerini hardal sosuna batırıp bir bir ağzına atarken düşünmeyi hiç kesmemişti. “Hayır, sadece aklın sana oyun oynuyor. Evet, evet. Buradan çıkınca bir psikiyatriste gidip şizofren olduğumu ve hapa ihtiyacım olduğunu söyleyeceğim. Ben büyücü değilim. Büyü yapamıyorum. Daha önce hiç yapmadım. Nasıl yapacağımı da bilmiyorum. Reflekslerim iyi olsaydı bir sihirbaz olmak isterdim tabi. Çok havalı. Ama bende o da yok. Hadi diyelim ki ben büyücüyüm. Joshua bir cadı olamaz. O çok iyi biri. O halde neden şu an ona karşı garip bir duygu besliyorum? Hayır, hayır. Beslemiyorum. Sadece bu sabah gördüğüm saçma rüyanın etkisi bu.”
Joshua bu esnada her zaman konuştukları konulardan konuşuyordu. Konu geçenlerde gittiği partide tanıştığı bir kız olabilirdi. Ya da sıradan bir araba konusuydu. Belki de bilgisayar oyunlarından bahsediyordu, kim bilir. Dinlemiyordu. Aklı çok karışıktı. Sadece düşünüyordu ve ona bakmamaya özen gösteriyordu. Ne zaman baksa göğsü patlayacakmış gibi şişiyordu. Çok derinden bir yerden “Belki o da benim gibi hissediyordur” diyordu ama nereden bakarsa baksın umudu yoktu.
“Sana bir doktora gidelim dedim. Çok solgun ve farklı görünüyorsun.” Dedi Joshua sonunda. Ne olduğunu o da anlamıyordu. Şen şakrak, hiç susmadan yarım saat rpg oyunlarından konuşabilecek kapasitedeki Raiz gitmiş, durgun, çaresiz ve bitkin görünen bir Raiz gelmişti.
Raiz tam bu esnada bir hamle yaptı.
“Sence de hayat güzel olmaz mıydı?” dedi. “Süper güçlerimiz olsaydı da kimsenin ruhu bile duymadan dünyayı kötü bir adamdan kurtarsaydık?” dedi. Joshua’nın bir espri yaparak konuyu ilerleteceğini varsayıyordu. Ama hiç öyle olmadı. Birden gerildi. Sonra gülümseyerek “Neden böyle söyledin ki şimdi?” dedi.
“Geçenlerde izlediğim bir filmden etkilendim.” Dedi. “İki kardeş kötü bir büyücüyü yenmek için uğraşıyorlardı.”
Joshua serinkanlı bir edayla gülümsedi. “Hayal gücünü mü çalıştırdı film?” dedi.
“Ama kardeşlerden biri sonradan kötü tarafa geçti.” Şimdi tam da Joshua’nın gözlerinin içine bakıyordu. “Kara büyüyle uğraşıyordu.”
“İyi.. iyiymiş…”
Raiz Joshua’nın panik olduğunu görünce onu yakaladığını hissetti. Olabilir miydi? Joshua bir cadı mıydı?
“Gerçi ben böyle şeylere de inanıyorum. İnsanın ne olacağı belli olmuyor.” Dedi. “Belki de sen bir cadısındır? Kim bilir?”
Joshua öylece durup arkadaşına baktı. Sonra güldü. “Aynen, aynen.” Dedi. “Nereden bileceksin?”
“Eğer beş dakika önce bir büyücü olduğumu öğrenip daha gözlerimi oyamadan seni gördüysem, bilirim.” Dedi. Riskli bir cümle kurmuştu. Eğer tüm gördükleri bir yanılgıysa hayal gücüne yorar bir şekilde sıyrılırdı. Gördükleri bir yanılgı değilse ve Joshua iyi kalpli bir cadıysa, ki şu ana kadar onu tanıdıysa hayatında gördüğü en iyi insanlardan biriydi, yine bir şekilde işin içinden sıyrılırdı. Ama Joshua aslen kötü kalpli bir cadıysa bu onun aşık bir köleye dönüşmeden önceki son anı sayılabilirdi.
“Ciddi olamazsı…”
Joshua ayağa kalkarak ellerini başına götürdü. “Kahretsin!” dedi. “Bu… Sen ciddi misin?”
“Bir cadı mısın? Çünkü haklarında hiç iyi bir şey duymadım.” Dedi Raiz.
“Bende büyücüler hakkında hiç iyi bir şey duymadım.” Diye çıkıştı Joshua. “Kahretsin. Bu nasıl olur! Asla bilemezdim. Amcam… Amcamın seni öğrenmemesi lazım. Kahretsin…” dedi.
“Amcan mı?”
“Büyücülerden nefret eder. Seni öğrenirse seni kullanmamı ister benden…”
“Sen büyücülerden nefret ediyor musun?”
“Geçmişte bazı cadıların çirkin lanetler yaparak insanları hastalandırdığını, öldürmeye çalıştığını biliyorum.” Dedi. “Savaşı insanlar başlattı. Birçok cadı suçsuz yere, sırf cadı olduğu için öldürüldüler. Salem olayını biliyor musun? Atalarım bu yüzden insanoğlundan nefret etti. Hastalıklar yarattı, insanları lanetledi. Büyücüler ise onları durdurmaya çalıştı. Büyücüler ve cadılar arasında büyük bir savaş oldu. Yüzyıllarca sürdü. Ama büyücülerin sayısı çok daha fazlaydı ve bu durumu dengelemek için cadılar bir araya gelip bu bağlama lanetini yaptılar.”
“Bu laneti bozabiliyor musun?”
“Hayır. Hayır bozamam. Kimse bozamaz. Ama sana yemin ediyorum, seninle her şeye varım. Sana söyledikleri gibi biri değilim. Her cadı kötü değildir. Seni asla kullanmam. Bana karşı ne hissediyorsun? Her ne hissediyorsan ben varım. Seni sevmek için elimden geleni yaparım.”
Raiz başını eğdi. Ne söyleyeceğini bilmiyordu. Joshua ellerini tuttu. “Seni zaten seviyorum. Sevmesem hardal sosunu sevdiğini bilmeme rağmen gidip de fazladan üç dolar ödemezdim. Sadece biraz şeklini değiştirmem gerekiyor.” Dedi. Gülümsüyordu. “Homofobik değilim. Tamam böyle fantezilerim yoktu ama…”
Raiz elini çekerken “Yeter.” Diye çıkıştı. “İradesiz biri değilim. Bunu kontrol altında tutacağım. Kendini hiçbir şeyi yapmaya zorlama. Bundan sonra biraz daha az görüşelim. Lütfen.”
“Bu mümkün değil.” Dedi Joshua. “Seninle daha az görüşmem mümkün değil.”
“Lütfen”
“Çok kolay olurdu değil mi. Senin kadar güçlü iradeye sahip büyücüler vardı. Hepsi de kaçmayı denediler. Ya da uzaklaştılar. Ama lanet senin bildiğinden daha fazla. Benden uzun bir süre uzak durursan…” Genzini temizledi. “Ölürsün.”
Raiz ellerini başına götürdü. “Tanrım!”
“Atalarımın yaptığı bu hatayı kabullenip ona göre davranmam gerekir. Seni bu sebepten kaybedemem.”
Raiz elini cebine atarak telefonunu çıkardı. Amirini arayarak telefonu açmasını bekledi. Çok geçmeden yaşlı bir adam sesi duyuldu:
“Alo?”
“Bay Welhalm. Benim, Raiz. Kendimi hiç iyi hissetmiyorum efendim. Yerime başkasını gönderebilir misiniz? Bugün çalışamayacağım.”
“Peki evlat, sen iyisin değil mi?”
“Pek iyi sayılmam. Çok halsiz hissediyorum.” Dedi Raiz.
“Peki. Eve gidip biraz dinlen. İyileşince haber et, olur mu?”
Bay Welhalm son derece nazik ve iyi bir adamdı. İşi seveni severdi. Raiz de şu ana kadar işini son derece başarılı yapmıştı. Düzenli olarak da geliyordu. Ona güvenmemek için hiçbir sebebi yoktu. Raiz eşyalarını toplarken Joshua da onu izledi.
“Raiz, dinle.” Hızlı adımlarla izliyordu Joshua. “Eve gidip eşyalarını toplayalım. Buradan gidiyoruz. Benim arabamı alırız. Bu kasabadaki tek cadı ben değilim. Ama seni anında sezebilecek güçte cadılar var. Amcam, babamın intikamını almak için her büyücüyü avlıyor. Ona engel olamam. Beni dinlemez.”
“Babanı bizden biri mi öldürdü?”
“Annemi de öyle. Ama savaştaydılar, her iki taraf da kayıplar verdi. Bu yüzden kimseyi suçlamıyorum.”
“İnsanoğlu…” dedi Raiz sakince. “Asıl insanlardan korkacaksın. Kendi gücü yetmediği her şeyi yok etmek için ölesiye savaşırlar. Anlayamadığı her şeyi kökten yakarlar. Asıl şeytan insanoğlu.”
“Ama hepsi değil. Kötülük her yerde. Bir insan, bir cadı ya da bir büyücü kötü olabilir. Ve her kötüyü haklı kılan bir sebep vardır.”
İkisi de arabalarına bindiler. Raiz’in evine ulaşmaları çok fazla sürmedi. Arabadan inerken Raiz’in sinirleri gergindi. Joshua da hemen arkasında durmuş, arabadan inmiş, peşinden yürüyordu. Aniden kalkan bir rüzgâr çalıları ve toprağı hareket ettirdi. Hâlihazırda sinirli olan Raiz’in yüzüne toprak girince küfretti. “Hay s*keyim böyle işi.” Gözlerini ovuşturuyordu.
“Her zaman küfreden bir sevgilim olsun isterdim.” Dedi Joshua gülerek. “Talih yüzüme mi güldü nedir.”
“Sevgili mi? Yok öyle bir şey.”
“Başka bir seçeneğimiz var mı?”
“S*keyim.” Bir yandan da eve doğru yürüyordu. “Babama ne söyleyeceğim?”
“Gay olduğunu, evden kaçacağımızı, saygı duyması gerektiğini ve artık on sekizini doldurduğunu söyleyeceksin.”
“Evde bir av tüfeği olmasa yapardım.” Dedi Raiz gülerek. Babasının hafta sonu eğlencesi avlanmaktı ve bu işte de oldukça iyiydi. Bazen Raiz de ona katılır, sabah çıkar akşama kadar dönmezlerdi. Birçok kere eli boş dönmüştü ama babasının eli boş döndüğünü hiç hatırlamıyordu.
Kapıyı açıp içeri girdi.
“Baba, ben gel…”
Gördüğü şeyi sadece bir anlığına görmüştü. Hemen sonra Joshua onun gözlerini kapatmıştı sıcacık elleriyle. Her tamamlanmayan cümlenin bir hikayesi vardır. Ama “Baba, ben geldim” cümlesinin hikayesi onun için en ağır olanıydı.
Hala elinde sımsıkı tuttuğu silahı çenesine dayalıydı. Kanı yerde metrelerce ilerlemişti. Beyni vücudundan ayrılmıştı. Silahın içindeki tüm saçmalar kafasının içinde olmalıydı. Babası intihar etmişti.
“Bırak! Bırak beni!”
Joshua bir eliyle Raiz’in yüzünü kapatmış, bir eliyle de onu zapt etmeye çalışıyordu. Genç oğlan olduğu yerde tepiniyordu. İçten bir feryat attı. Joshua da onu sürükleyerek dışarı çıkarmaya çalışıyordu.
“Bırak! Lütfen bırak beni!”
Ağlamaya başladı.
“Sana bırak dedim!” diye bağırdı. Bağırdığı anda Joshua geriye sendeledi. Deprem oluyormuş gibi, bir anda her yer sallanmaya başladı. Sarsıntı kısa bir sürede o kadar güçlendi ki evin tavanı yarılmaya başlamıştı. Kafesinden serbest kalan kuş misali doğruca babasının yanına koştu. Eğildi, elini elinde tuttu.
“Baba?” diye soruyordu. Gülümsedi. “Canlanacaksın. Yeniden canlanacaksın!” diyordu. Sonra birden başındaki saçmalar bir bir dışarı aktı. Joshua hemen yerden kalkarak Raiz’in yanına geldi.
“Baba, lütfen. Canlanacaksın. Biliyorum. Ölmedin.”
Babasının yarası hafiften kapanmaya başlamıştı. O esnada Raiz kan kusuyordu. Burnundan, kulaklarından ve ağzından kan aktı. Son olarak gözlerinden de kan akmaya başladı.
“Aman tanrım bunu yapamazsın, Raiz!” Joshua hiddetle onu kolundan tuttu. “Yapamazsın! Aman tanrım mümkün değil, ölürsün!”
Raiz eğilmiş bir halde dururken sırtındaki t-shirtte giderek büyüyerek iz bırakan kanı gördü Joshua. “Hayır, hayır!” diye bağırdı. Onu nasıl durduracağını bilemiyordu. Başının arkasına sert bir darbe vurdu ve kollarının içine bayılışını seyretti.