Liman Kenti => Düşler Limanı => Konuyu başlatan: Quid Rides - 06 Kasım 2015, 23:50:52
Başlık: Ne Anladım Bu İşten
Gönderen: Quid Rides - 06 Kasım 2015, 23:50:52
Ey efendim derdim kime söyleyim / Günden güne can figana düşüptür
Girişi Sümmani’den alıntıyla yaparak ihaleyi büyük açtığımın gayet farkındayım. Amma efendim ne edeyim. Hali hazırda haddim olmayan, gücümün yetmeyeceği bir işe giriştim zaten. Neyse. Ne anlatacağım size burada? Okuduğumdan, duyduğumdan anladığım bir şey olursa onu yazacağım. Ama yanlış ama doğru. Kendi anladıklarım bunlar benim. Kızmayın ama vurmak serbest efendim. Yeri geldikçe giriş diye adlandırılan bu bölüm de değişikliğe uğrayacaktır.
Başka dilden herhangi bir kelime geçerse onun Türkçe manasını vermeye çalışacağım ki benim bir etkim olmadan kendini anlamlarınızı kurabilesiniz. Sularınızı inşa etmenize izin vermeden sizin anlam dünyanızı kirletmeye hakkım yok.
Gazelleri Iskender Pala’nın “Şahane Gazeller” kitabından okuyoruz. Anlamların bazılarını da oradan aldığım doğrudur. Gazelleri bize açan, onları anlamamızı sağlayan da Oğuzhan İrgüren büyüğümüzdür. Kendisinin bloğu bu yarım yamalak olandan daha eftaldir. Hariçten Gazel adlı bloğu okuyunuz efendim.
1)Mârız ki asâ-yı kef-i Mûsâ’da nihânız Mâr anlama mûrûz ki kef-i pâda nihânız
Mâr: Yılan. Kef: 1) Elin iç tarafı. Avuç. 2) Ayağın altı, tabanı. Nihân: Gizli, saklı. Bulunmayan. Mevcut olmayan. Sır. Mûr: Karınca. Pâ: Ayak
Biz Allah’ın lütfu öyle bir yılanız ki Hz. Musa’nın avucunda asada gizliyiz. Ama sen bizi yine de yılan belleme. Biz Hz. Süleyman ile konuşan karınca gibiyiz. Aşk yolunun müritleriyiz ki ömrümüzü bu yola adamışız. Yine karınca gibi, belki, ayaklar altında ezilenleriz. Yada sevgilinin ayağının altında ezilenleriz ki bu bizim için şereftir: Pây-bûsıyla şerefyab olduğumdan zevk eder Nüktelerle sîveler eyler bilir bilmezlenir (Nabi)
2)Görmez bizi âyînede ger aks-dih olsak Pîş-i nazar-ı akl-ı hod-ârâda nihânız
Ger: Türkçedeki “eğer” kelimesinin kısaltılmış şekli. Aks: Yansıma. Dih: “Veren, verici” manalarına gelir ve kelimelerle birleşir. Mesela: râm-dih: Rahatlık veren. Pîş-i nazar: Göz önü. Hod-ârâ: (Farsça) (Hod-ârâ) Kendini süsleyen, kendini metheden, öven. Pîş: (Farsça) Huzur, ön, ileri taraf. Nazar: (Arapça) Bakış. İlgi gösterme, iltifat etme. Bakış açısı.
Biz bir odada olsak ve odada 4 ayna olsa o vakit 5 alem olur. Bunlardan biri hakiki diğer dördü yalandır. Yalancı olan aynalar bir bir kırılabilir de hakiki olan kalır. İşte akıl öyle ahmaktır ki gördüğünü gerçek sanır ve biz onun gözünden öylesine gizliyiz ki aynaya baksak akıl, yalan dünyaların cazibesine kapılır ve bizi göremez. Ama asıl olan zaten biz (gönül) olduğumuzdan kırılmayacak ancak bu alemdir. İşte onlar maddedir biz ise manayız.
3)Güncâyişimiz dîde-i Mecnûnadır ancak Nîreng-i cemâliz ruh-ı Leylâ’da nihânız
Asıl alem Leyla’nın yanağına gizlenmiştir de aynalar ondan aldığını yansıtır ancak. Biz de Leyla’nın yağındaki büyüde, nurda, aynada gizliyiz. (Yani aslen bizde ışığını, hakikatini Leyla’dan alanlarız. Onun hakikati yanında bizim gerçekliğimiz sahtedir) Bu yüzden (Biz aslen başka bir ayna olduğumuzdan) görünmemizde Mecnun’adır , ve onun gibilerdir, ancak.
4)Elmas ise de kârger olmaz bize merhem Ol dâğ-ı cünûnuz ki süveydâda nihânız
Kârger: (Farsça) Etki yapan, tesir eden. Dâğ: (Farsça) Yara. Cünûn: Delilik, cinnet. Delirmek. Süveydâ: 1) Kalbin ortasında var kabul edilen siyah nokta. 2) Tohumun ortasında bulunan tanecik.
Eski zamanlarda cam ve elmas tozları insanlara işkence etmek için kullanılırdı. Açık yaraya katılan bu tozun acısından kurtulmak imkansızdı. Hatta damara zerk edilirse nefes almak bile insanı acı içinde öldürebilirdi. Şimdi: Elmas tozundan merhem yapsanız da fayda etmez. Çünkü biz kalp içine gizlenmiş bir aşk cinnetinin yarasıyız. İstediğiniz, sözde, işkenceyi getirin. Biz öyle bir aşkın yarasıyla hemhaliz ki hiç bir işkence ondan daha ağır yine de hiç bir şey ondan daha tatlı olamaz.
5)Mûsâ göremez Tûr u secerde bizi billah Biz şu’le-i sîmâ-yı tecellâda nihânız
Secer: (Arapça) şecere ağaç Şu’le: Alev, ateş alevi. Alevlenmiş odun. Sîmâ: Yüz, çehre. Beniz. Eser, alâmet. Sima’ Tecellâ: Yansıma, görünme.
Eline tutuşturulduğumuz, tecelli ağacında nuru gören Musa bile billahi bizi göremez. İşte biz öyle bir simanın ışığının, nurunun, manasının içinde gizliyiz.
6)Derdiz ki devâ şîfte-i sıhhatimizdir Aşkız ki nihân-hâne-i sevdâda nihânız
Öyle bir derdimiz var ki bizim, derdin kendisi bizim sıhhatimize devadır. Gerçek alemi görmüşüz biz bundan gayrı meftunluk, Mecnunluk bizim sıhhat bulduğumuz yerdir. Meftunluk, mecnunluk sevdanın mahzenidir. İşte biz de o mahzende gizli olan aşkız.
7)Destinde dagal mühreyiz ey çarh-ı müşabiz Her lahzada bin çeşm-i temâşâda nihânız
Dagal: (Farsça) Hile. Mühre: (Farsça) Her nevi yuvarlak cisim. Cam boncuk. Çarh: Çark, felek, talih. Müşabiz: Hokkabaz. Hokkabazlık yapan. Lahza: Göz açıp kapayacak kadar kısa zaman. An. Çeşm: (Farsça) Göz. Ayn. Dide. Temâşâ: (Farsça) Hoşlanarak bakmak. Seyretmek.
Ve ey hokkabaz felek! Testinin içindeki bir görünüp bir görünmeyen, hileni yaptığın bir boncuğuz biz. İnsanların gözlerine her an/saniye içinde bin kere gözüküyoruz da onlar görmeyi bilmiyor. İşte biz bu bakıldığı halde görünmeyende gizliyiz.
Füsun-kâr: (Farsça) Büyüleyici. Cezb ve celbedici. Hayranlık verici. Elfâz: Kelimeler, sözler. Peydâ: (Farsça) Mevcud, var olan, açık, âşikâr, meydanda olan. Ma’nâ: Lafızdan (sözden) anlaşılan, kastedilen şey.
Biz, Na’ili, de sözde hayal büyücüsü, söz üstadıyız. Ama gel gör ki aslında söylediğimiz kelimelerin anlamında, manasında, arkasında gizliyiz.
Son söz: Aynaların hepsi bir bir yıkılır, paramparça edilir; her bir dize kelimelere bölünür; kelimeler silinir gider. Ama kalpte gizlendiğimiz nokta; akıl bedeni terk ettiğinde veya asıl olanı göremediğinde sığındığımız nokta hep kalacaktır. Belki kelimeler yeterli gelmeyecek veya edeb edecektir o noktayı açıklamaya da, sadece manası kalacaktır. Manayı anlamaya da maalesef herkesin gücü yetmez. Kendini ancak hak edene, o seviyede olana açar.
Selametle
Başlık: Ynt: Ne Anladım Bu İşten
Gönderen: Quid Rides - 23 Ekim 2016, 00:47:25
Senin Harflerin İçin I *
Mırıldandığın her şeysin, sesinden öpüyorum sessizliğine de eğiliyorum fakat neredesin kapanınca harflerinin kapısı: Adın şiirim! Heceler gibi öpüyorum işte iki hecesin adından başlıyorum öpmeye kırlara çıkmış harflerinin arasından öpüyorum: Ağzın cennetim! Dilin hâlâ çocukluğun suyuyla terli ve haylaz suyundan öpsem küskün bir çeşmenin harflerin susuz. Dilin cehennemim!
Haydar Ergülen
*keder gibi ödünç adlı kitabından
__________________________________
1. Mırıldandığın her şeysin = dışa vurduğun her şeysin.
Haydar abi “mırıldanmayı” kendisi için “şiir yazmak” olarak kullanıyor. Şiir yazmayı da daha kitabın başında tanımlıyor: “bu şiir peşimden / bir başkası gibi geldi / ve ben yalnızca / mırıldandım onu” Yani Haydar abi için şiir yazmak iç dünyasında genişleyen, suyu bulandıran, göğsünü sıkıştıran ve uzun süre boyunca aklını meşgul edip dışarı çıkma eğilim gösteren her şey. “ve ben yalnızca / mırıldandım onu” Bu şiiri aslında ben söylemek istemedim. O kendisi çıkmak için çok çabaladı.
2. sesinden öpüyorum = mırıldandıkların bana huzur veriyor
Şiir İdil ablaya ithaf olduğundan hitap ettiği kişinin İdil abla olduğunu, daha genel bir ifade ile sevgili olduğunu varsayabiliriz. Bir varsayım daha ekleyelim: Haydar abi için şiir yazmak aşkla, sevgiyle ilgili; aynı şeyi karşı taraftan da bekliyor ya da karşı taraf da yapıyor olabilir. Yani diyor ki: “Ey İdil, söylediğin her şeye kabulüm. Bana sevdiğini söyle de gör bak nasıl mesudum.”
3. sessizliğine de eğiliyorum fakat neresindesin kapanınca harflerinin kapısı
Hiçbir şey söylemediğin vakitler var ya, beni en çok korkutan onlar. Ya ağzını açtığında bana “Seni seviyorum,” demezsen? Ne yaparım ben o zaman. Sustuğun zaman aklından ne geçiyor acaba? Korkuyorum. Durma, beni sevdiğini söyle.
4. Adın şiirim! = Benim mırıldandığım şey senin adın
Haydi sessiz durma öyle. Bak ben seni seviyorum. Bak ben mırıldanıyorum. Bak ben senin adını mırıldanıyorum. Sadece adın bile içimde fırtınalar koparabiliyor. Sadece adını duyunca bile bu şiir dışarı çıkmak istiyor.
5. Heceler gibi öpüyorum işte iki hecesin
Sana çekinerek yaklaşıyorum. Sessizsin. Bir kelimeyi heceler gibi adım adım, parça parça yaklaşıyorum sana.
6. Adından başlıyorum öpmeye
Dedim ya sadece adını duymak bile beni heyecanlandırıyor. O ad sana sadece ait olduğu için, adından başlıyorum seni sevmeye.
7. Kırlara çıkmış harflerinin arasından öpüyorum
Bahar günü gibi hareketli ve neşeli, seni seviyorum İdil.
8. Harflerinin arasından öpüyorum
Beni sevdiğini söyleyen dudaklarının arasından öpüyorum
9. Ağzın cennetim!
Anlayın artık bi zahmet.
10. Dilin hâlâ çocukluğun suyunda terli
(İnsanın mantıklı bir örgü halinde ses çıkarabilmesi için dilinin var olması gerektiğini akıllardan çıkarmayalım.)
Söylediklerin saf ve temiz. En içten gelen doğrular bunlar. Küçük bir çocuk gibi doğrucu, yalana müsamahası yok. Sen beni böyle dürüstçe, çocukça sevmeye devam et lütfen. Ben bu saflığı ve doğruluğu kaybedeli çok oldu: Sen yine gazelini dök mırıldanarak: / Çocukluğum, hayatımdan düşen ilk yaprak![1]
11.Ve haylaz suyundan öpsem
O çocuksu, şen şakrak, yaramaz dudaklarından öpsem.
12.Küskün bir çeşmesin harflerin susuz
Çok duygusal bir yaratıksın ve çok hareketlisin. Konuşman o kadar çok hoşuma gidiyor ki keşke hiç susmasan. Ama gördün mü bak. Konuşmaktan yorgun düştün. Yaramaz seni.
13.Dilin cehennemim!
[1] Haydar Ergülen, “Yağmurlu göz şiire bakıyor”, keder gibi ödünç, sf. 14