KHARON’UN RÜŞVETİ
Her zamanki gibi sakin geçiyordu nöbeti. Gündüzleri bile pek ziyaretçisi olmayan müzede geceleyin bir olay çıkması binde bir ihtimaldi ona göre. Bu yüzden görevine pek ehemmiyet vermiyor, nöbetinin çoğunu uyuklayarak geçiriyordu. İşe torpille girdiği için de gayet rahattı.
Saat sabahın ikisine gelmek üzereydi, biraz sonra güvenlik masasına başını koyup uyumadan önce etrafı şöyle bir kontrol etmeye karar verdi. El fenerini açıp müzede dolaşmaya başladı. Olabildiğince dikkatli davranıyordu. Mermer heykellere takılıp düşmek ya da bilmem kaç bin yıllık vazoları kırmak istemezdi. Torpili bu tür zararların görmezden gelinmesini sağlayacak kadar büyük yerden değildi.
Serdar, önce heykellerin olduğu bölümü kontrol etti. Fenerin beyaz ışıklarının vurduğu yerlerde herhangi bir anormallik görünmüyordu. Bu bölümü dolaştıktan sonra koridorun biraz ilerisinde vazo, çanak-çömlek ve antika paraların olduğu bölüm vardı.
Odanın kapısına yaklaşınca içeride bir an bir kıpırtı gördüğünü sandı ve hemen kapının yanındaki heykellerden birinin ardına saklanıp içeriyi izledi bir süre. Duvara gömülü camekânların önünde hırpani giyimli, saçı başı dağılmış bir kadın gezinmekteydi. Tek parçalı gibi duran elbisesi tozdan kirden bozarmış, çıplak ayakları çamur içindeki kadın oldukça kısa boylu ve yağdan birbirine yapışmış saçı beline kadar uzuyordu. Kadının, antika paraların bulunduğu camekânı kırmak üzere olduğunu görünce hemen belindeki silahı çıkarıp içeri girdi.
“Sakın kıpırdama, yoksa ateş ederim!” diye bağırdı Serdar. Kadın, tehlikeli olamayacak kadar aciz görünüyordu ancak yine de tedbiri elden bırakmamak gerekirdi.
Serdar’ın sesini duyunca kadın elindeki taşı tam havadayken durdurdu ve arkasını dönüp yüzünü Serdar’a gösterdi. İşte o anda Serdar’ın eli-ayağı boşanmış, hatta korkudan altına kaçırmıştı. Sırtı dönük haldeyken pejmürde halde görünen kadının yüzü, elbiselerinden çok daha korkunçtu. Etleri yer yer çürüyüp dökülmüş, yer yer kararmış ve kurtlanmış ince bir surata sahip olan kadının bütün dişleri ve çenesinin bir kısmı ayan beyan ortada görünüyor, pınarları kurumuş gözleri kapkara iki çukurdan farksızdı. Kadın elindeki taşı yere bıraktı.
“Merhaba,” diye seslendi. Ancak konuşmaya başlar başlamaz dişlerindeki ve çenesindeki dökük kısımlar et ile dolmaya, yüzü kanlanıp renk almaya başladı. Sözünü bitirdiğindeyse biraz önceki, hortlakları andıran kadının yerini dalgalı saçları beyaz entarisinden aşağı dökülen, bembeyaz suratının ortasındaki kırmızı dudakları zarafetle hareket eden bir kadın almıştı. “Birkaç drahmi almak istiyordum; ama bu camlar çok kalın, kıramıyorum bir türlü.”
Kadının billur gibi akıp giden sesiyle adeta büyülenen Serdar, sadece drahmileri neden istediğini sorabilmişti. Kadın, aynı ses tonuyla cevapladı Serdar’ı:
“Ah sevgilim, adım Coriander benim. Bir fahişeydim önceden… İki bin yıldır esir hayatı yaşıyorum. Sadist bir müşterimin ellerinde iki bin yıl önce can verdim ancak beni gömmeye bile tenezzül etmediği için Khraron’a beni Ölüler Diyarı’na götürmesi için istediği rüşveti veremedim. Bu yüzden iki bin yıldır ona fahişelik ediyorum. Ama artık elinden kurtuldum ve rüşvetini verip Ölüler Diyarı’na geçmek istiyorum sevgilim. İşte bu yüzden istiyorum o paraları!”
Kadın başına gelenleri anlattığında Serdar gözyaşlarına hâkim olamayarak Coriander’in yamacına varıp onu teselli etmek istedi. Kadının bir ayak karşısında dikilmiş gözyaşlarını silip teselli etmek isterken karnındaki acıyla birden kendine geliverdi ancak kadının büyüsünden kurtulduğunda yerde kanlar içinde yatar haldeydi.
“Siz erkekler,” dedi can çekişmekte olan Serdar’ın yüzüne bakarak, “Her zaman beni hor gördünüz, kullandınız, aşağıladınız. En masumunuz bile azap içinde ölmeyi hak ediyor,” diyerek lafını bitirdiğinde tekrar eski görünümüne büründü.
Artık iki bin yıllık bekleyişinin ödülünü alıp sonsuz hayatındaki özgürlüğüne kavuşabilirdi. Camekanı tek darbeyle kırdı, sergilenmekte olan bütün drahmileri alıp Khraron’un yüzüne çarpmak üzere Acheron ırmağının yolunu tuttu.