Oyuncakçı II
Cilalanmış masiften, ağır siyah kapı açılırken, daha fazla dayanamayacağını haber verir gibi menteşelerinden uludu. Sonuna kadar yayın gerilmesini bekleyen ve ardından iki taraflı kapının tepesindeki çengellere, duvardan uzanan kolları geçiren Caja, büyük bir iş yapmış gibi durup gölgeler içinde görünmeyen dükkanından sokağa baktı. Kollarını göğsünde kavuşturup çenesini dikleştiren genç kadının yüzündeki ifadesizliğin ardındaki kararlılık, rüzgarın yön değiştirmesine sebep olacak cinstendi. Farkındalık, o anda caddeden geçen herhangi birinin isteyeceği son şey olabilirdi. Arkasını sokağa dönmeden önce, kibirden bir bıçakla yontulmuş dehşet verici bir vantrolog kuklası gibi gözlerini büyüttü ve kötü haberler veren gülümsemesini takındı. Onun için tekdüze bir saate daha başlamak gibiydi içine havadan arıttığı şeytani gücü çekmek. İsten sökün eden ince parçalardan uzaklaşır gibi devamlı çevreyi kolaçan eden birkaç kişi kaldırımları dolduruyor, kepenk ve klişe sabah sohbetlerinin sesleri alışveriş saatinin başladığını müjdeliyordu.
Ceviz ağacının mideye oturan kokusuyla birlikte yerden yükselen ağır vernik esansı sinüslerini doldurduğunda rahat bir nefes aldı. Mide bulandırıcı olmanın ötesinde, akıl karıştırıcı olan kokunun ağırlığı kapıdan dışarı, görülebilecek olsa kahverengi olacak bir duman gibi yükselirken, rafların bazılarından iç çekişler, bazılarından ufak tefek homurtular, en altlarda olanlardansa kısık yakınmalar yükseliyordu. Tüm nesneler canlı olduklarına inanmak için olağanüstü bir sebepleri yokmuş gibi yeni güne başlıyorlar ve hep bir ağızdan söylenmeye başlayan sinir bozucu bir tekerleme ile kapının yakınından geçenlerin dikkatini içeriye çekiyorlardı.
‘’ Duvarlara vurunca biz ruhunu, örselenir acıyla umutları. Kırılan kolların tatlı tınısı arasında erir diş gıcırtıları.’’
Kalbe zarar veren notalardan giren onlarcası hep bir ağızdan korkuya boyar gibi oldukları yeri, düşünmeden ve hissetmeden yoksun bedenleriyle tekerlemeyi tekrarlıyorlardı. Gıcırdayan zeminin ortasında sadece topuklarına basarak kapadığı gözlerinin ardından görmeye devam eden Caja bir sağa, bir sola sallanıyor, birbirine bastırdığı dudaklarının arasından üç dörtlük bir melodi mırıldanıyordu. Gerçek müzikten çok uzakta, daha çok diş ağrısı gibi istenmeyen bir gürültüydü bu. Saçları birbirine dolanmış kalitesiz yünlerden, gözleri çürümüş elma kokan boyalardan yapılmış tüm aracı kukla oyuncakların kıymıkları titriyor, raflar vidalarından sökülecekmiş gibi sarsılıyordu. Sallanırken ellerinin ayalarında önce koyu kırmızı, sonra siyah bir gölge beliren kadın, derin bir nefes almak üzereydi ki, aniden tüm müzik sustu. Raflarda çılgınlar gibi sallanan onlarca kukla, tüm zamanların en cansız objeleri gibi dondu. Sessizliğin kendi gürültüsü kulak zarlarına baskı yapar hale geldiğinde, çekingen bir merhaba odadaki her şey şeyi aşarak Caja’nın ölümsüz bedenine çarptı. Silik gölgesinde görülen uzun tırnaklar yerlerine gömülürken, genç kadın gözlerini açtı.
‘’ Merhaba! ‘’ Sağ elinin ince kemikli parmakları sol yumruğunun üzerine nazikçe kapanırken, sahte gülümsemesi bir müşteri için sıcak ve samimiydi. Karşısındaki ölümlünün gevşeyen bedeni ve normale dönmeye yüz tutmuş kalp atışlarından hızlı yürüdüğünü anladı. Üzerinde bir çocuğun kokusunu alıyor, saçlarından aldığı erkek parfümüyle evli olduğu kanaatinin sağlamasını yapıyordu. İlgilendiğini belli ederek boynunu hafifçe eğdi. ‘’ Size nasıl yardım edebilirim? ‘’ Her şey öyle yolundaydı ki. Dükkan huzur veren aydınlık bir ışıkla yavaşça aydınlanıyor ve renklerini belli ediyor gibiydi. Yükselen güneş, parça parça bulutların arasından yüzünü gösterdikçe aralık çatı penceresinden içeri dolan taze hava gece yağmış yağmurun ardından kalan kokuyla, sahilin vuslatı yeniden beklemeye dalmış iç çekişlerinin karışımıydı.
‘’ Ailemizin son üyesi için ufak bir hediye almak istiyorum. ‘’ Sağ eliyle karnının üzerini seven kadın, içerisinde bir başka hayatı taşımanın verdiği şefkatle gülümsedi. Caja’nın yüzünde beliren ani ciddiyet, müşterisinin kaşlarının kalkmasına sebep olduğunda, hemen eski haline geri dönerek gereken cevapları sıraladı. Heyecandan içi içine sığmıyor, yeni oluşmaya başlayan bir bedenin savunmasızlığına rağmen, tamamen saf ve tüketilesi ruhunun enerjisini ense kökünde hissediyordu. ‘’ Bu çok güzel. Tebrik ederim. ‘’ Parmaklarıyla üzerindeki incecik toz tabakasını temizledikten sonra güzel gözleri olan bir tahta bebeği üst rafların birinden indirdi. ‘’ İşte bu.’’ Tezgahtan aldığı gri mendille gözlerindeki cilayı kapatan tozu iyice temizledikten sonra müşterisine uzatan genç kadın, çenesini kaldırıp beklenti dolu bakışlarla, nefesini tutarak beklemeye başladı. Karşısındaki kadının karnında büyümekte olan bebeğin plesentaya dokunuşunu duyabiliyor,dilinin kenarlarında biriken salyaları büyük yutkunuşlarla geri gönderiyordu. Müşterisinin ellerinde gezinen tahta oyuncağın yerinde olup bebeğe daha yakın durmak istese de, sabredecekti. Her zaman yaptığı gibi. Gözünün önünden resim resim nasıl cansız bir kütüğü nasıl kırık ve hastalıklı bir iradeye çevirdiği geçiriyordu.
Kendi kendine konuşurken dehşeti kaşındıran bir battaniye gibi kuşanırdı.
Yüzünü ateşe döner, bedeninin önünü alevden esen rüzgar dağlarken olduğu yerde sağa sola sallanırdı. Ağzı sonuna kadar açılıp büyük bir kuyuya dönüşür, arkasındaki gölgede hörgüçler belirirdi. Omurgasından gelen kemik kıtırtıları, kıkırdakların arasından bir yılan yürür gibi hışırdar, geçtiği her yerde bir başka ıstırap izi bırakırdı. Saç köklerinden diş etlerine kadar tırmanan kramplar içerisinde dili çekilir, nefesi kesilir, gözleri yuvalarına ağır gelirdi. Kalbi atmayı bırakırken, avuçlarının içindeki gölgeler birer ağız gibi açılır, kara iki dil dışarı uzanırdı.
O uzun tırnaklı elleri, bir iskeletinkiler gibi, çamura bulanmış kadar kahverengi… Şekilsiz bir kütük parçasına saniyeler içerisinde bir çocuğun görmek isteyeceği tüm ayrıntıları katardı. Kırmızıları ağzından akıtır, kalanı ise başını bir sağa, bir sola çevirerek elde ederdi. Öyle bir lanetin sonucunda, elindeki güzel şeye bakan insan, Tanrı’nın bir deli olduğuna inanmaya karar verir, sonra delirdiği için bu kararını unuturdu. Caja, aklının yolculuk edebileceği yerlerin çok daha ötesinden gelen bir lanetle kirlendiğinden beri, tüm güzelliklerden ıraktı. Güneşin merkezinde gibi cayır cayır yanan ruhu teninin duvarlarına gürz gibi sürtünüp derin çizgiler açarken, cisimleşmiş halinde nefes almadan zanaatını yapardı.
Her şey bittiğinde, avuçlarındaki diller yerlerine çekilir, boşluk yavaş yavaş kapanır, tüm dokuların yerine oturduğunu duymaktan başka bir şey yapmak gerekmezdi. Omurgalarının arasındaki yılan yerine çekilir, saçlarının diplerinde biriken ter elbiselerine inene kadar yerinden kımıldayamazdı. Kim böyle bir acıya tahammül edebilirdi?!
Bir an için dönüp raflardaki yüzlerce bebeğe bakan Caja, derin bir nefes verip rahatladı. İçindeki boşlukları arayan ruhların üzerine kızgın yağ gibi öfkesini döktükten sonra sakinleşmeye başlayan karmakarışık dimağına son bir kapı daha kapadı. Faniliğe odaklandı.
Dükkana her şeyden habersiz gelmiş müşterinin sessizliği zanaata saygıdan çok, satıcının durgunluğuna anlam veremeyişindendi. Güneş ışığı etrafı aydınlattıkça biraz daha güzelleşen dekorun nostaljisine kapılıp rahat bir nefes alır almaz avuçlarındaki oyuncağa sıkı sıkı tutundu. Parmaklarının arasında uslu bir çocuk gibi bekleyen bebeğin gözlerinde bir başka diyarın görüntüsü vardı. Kadının karnında oluşmaya yüz tutmuş bedeni duyabiliyor, görebiliyor, koklayabiliyor, en çok da ruhundan gelen büyük ışığa olan iştahından etrafındaki hava titreşiyordu.
Küçük adımlarla geri çekilirken hala planları hakkında gevezelik eden müşterisini yanaklarını şişirecek gülüşüyle dinleyen habis yaratık, büründüğü insan kostümünün hakkını tüm mimikleriyle veriyordu. Elindeki bebekle dükkandan çıkmadan önce arkalardan sökün eden gölgelerin sıkıntısını kaslarının üzerindeki incecik tabakalara kadar duyumsayan Caja, yapılan son şakaya sesli bir kahkaha patlattıktan sonra hoşça kal demek için elini kaldırıp salladı. Hafifçe eğilip doğmamış bebekle konuşur gibi yaparken, içtenliği şüphe götürmüyordu.
‘’ Hoşça kal küçük yaramaz. ‘’
Arkasına dönüp dükkana girdiğinde, kahkahası için sağ elinin bütün gücüyle kendini tokatladı. Dudağının kenarından süzülen kanı çenesine gelene kadar hissetmeden rahatlayamayacağını bilerek, olduğu yerde bir süre dikildi.