"Yalanlardan örülü bir kozanın içinde büyütüldük." -Knox.
Silo'nun ön okumasını okuyalı 1.5 yılı geçmiş. Çok ilgimi çekmişti o zamanlar, çıkmasını dört gözle beklemiştim. Ama kitap çıktıktan aylar sonra anca okuyabildim.
Beklentim çok yüksek olduğu için beklentimin bir tık aşağısında kaldı diyebilirim. Ön okumayı okumasaydım ve kitabın çıkmasını heyecanla beklemeseydim, şu an burada harika, şahane gibi yorumlar yapabilirdim. Fakat bu kitabı sevmediğim anlamına gelmiyor, sevdim.
Kitabın henüz başında karakterlerin patır patır ölmeleri sonucu ufak bir şaşkınlık yaşasam da, okumaya devam ettikçe ve olaylar hakkında fikir sahibi olmaya başladıkça alıştım diyebilirim. Ana karakter olacağını düşündüğüm Holston'ı en başlarda kaybettik. Bu, romanlarda çok da alışık olmadığımız bir durum aslında.
Hugh Howey'in çizdiği gelecek portresi bir hayli ürkütücü. Distopya okumayı çok seven biri olarak silolardaki havayı sevdim. Bu sevgi orada yaşama isteği uyandıracak denli bir sevgi değil ama, tam tersi. Yazarın böylesine bir dünyada bana neler anlatabileceğini düşündüm sürekli ve okumaya devam ettikçe merakım da katlanarak arttı.
Ben sayfaları çevirdikçe kafamdaki sorular da azalmadı üstelik, sürekli arttı. Bu, aslında en başlarda beni rahatsız etmişti ne yalan söyleyeyim. Howey'e kızdım bir ara ve birkaç gün kitabı okumadığım bile oldu. Önce düzgün bir dünya yarat da sonra hikayeni anlat be adam, dedim. Neyse ki, bir süre sonra bu tip sorunların içerisinden kurgunun çekiciliği sayesinde çıkabildim.
Kurgu çekici evet, ama kitabın geneline amatör bir hava hakim. Bunu yadırgadım mı peki? Hayır. Ne de olsa Hugh Howey bu hikayeyi kitaplaştırılsın diye yazmadı, internetteki bir avuç takipçisiyle keyifli sohbetler gerçekleştirebilmek adına yazmaya devam etti. Ufak bölümler halinde yazıldığı o kadar belli ki, bir sürü kopukluk hakim bölümler arasında. Ama dediğim gibi, bu bir ilk kitap ve ben bu kadarını çok normal görüyorum çünkü okunmayacak düzeyde bir amatörlük söz konusu değildi. Serinin diğer kitaplarında Howey'in bunun altından kalktığına, profesyonelliğe doğru adım attığınaysa inancım tam.
En çok Juliette ve Solo'nun olduğu bölümleri sevdim ben. Solo'nun durumuna ne kadar üzüldüysem, Juliette'le tanışıp normale dönmeye başlamasınaysa bir o kadar sevindim. Holston'ın, karısının ardından üç yıl beklemesine rağmen dayanamayıp "temizlik"i seçmesi duygu yüklüydü. Gerçekleri öğrenmek adına ölümü göze alabilmesi çok cesurcaydı. Erken kaybetmemize rağmen kendisini çok sevdim. Ama tabii ki ben de en çok Juliette'i sevdim. Baş karakter diyebileceğimiz bir düzeydeydi kendisi ve bu çok hoşuma gitti kitap boyunca.
Bernard'ı ise hiç sevmedim. Kibirli ve kendini beğenmiş bir karakterdi. O ağzını her açtığında ben biraz daha soğudum. Ve nihayetinde cezasını da buldu, iyi oldu. Yan karakterler ise ilgi çekiciydi bence ama yazar tam olarak altlarını dolduramamış ve bize onlar hakkında çok fazla bilgi vermemiş. Bu kitap için bir dezavantaj olsa da, serinin diğer kitaplarında giderileceği umudumu koruyorum.
Juliette'in Silo 17'de yaşadıkları ve finalde sürpriz bir şekilde tekrar Silo 18'e geri dönmesinin karakterini bir hayli değiştirdiğine inanıyorum. Lukas'la olan ilişkileri nasıl bir boyuta evrilecek? Silo 17'de yaşamaya devam eden Solo ve diğerlerini kurtarmak için geri dönecek mi? Daha da önemlisi, tüm Silo halkı gerçekleri öğrenebilecek mi? Bu ve buna benzer bir sürü soru var şu an kafamda ve yapabileceğim en iyi şey serinin ikinci kitabının çıkmasını beklemek.
Umarım Monokl söylediği tarihte kitabı basar da bizleri sevindirir.
Ekleme: İstanbul Tüyap Kitap Fuarı'na gelen Hugh Howey ile tanışma fırsatı bulup kitabımı imzalatmıştım ve bu, bir yabancı yazarın benim için imzaladığı ilk kitap olması sebebiyle çok değerli. Kendisi de çok sempatik ve mütevazıydı. Gerçekleştirdiği distopya konulu panel ise harikaydı. En sevdiği beş distopya eserini sorduğumda aldığım cevap da beni bir hayli mutlu etti.