Umut gözlerini açtığında, hissettiği tek şey, ağır bir yorgunluktu. Sanki günlerce, dinlenmeden sırtında taş taşımış kadar bitkindi. Yatakta olduğunu fark etmesi bile biraz zaman almıştı. Doğrulmak istediğinde, göğsünde ve bileklerinde hissettiği ağırlık, onu yatağa sabitleyen kemerlerin yarattığı baskıydı. Tam olarak göremiyor, duyamıyor, hissedemiyordu. Bir şeyi idrak etmesi için birkaç saniye geçmesi gerekiyordu. Kemerlerin niye kolunda ve göğsünde olduğunu bilmiyordu ama kurtulmak için de çok bir şey yapamadı. Kurtulmayı denemek bile gelmedi içinden.
Tekrar gözlerini yumdu, ya ortalık çok sessizdi yada Umut sağır olmuştu. Kulaklarında sorun olmadığını anlamasına yardım eden şey, beyninde çınlayan, metalik bir sesti. Muhtemelen yağsız kalmış bir kapı menteşesinin isyanıydı bu. Ne olduğunu anlamak için, bakması gerekiyordu ama gözlerini bile açamayacak durumdaydı. Yarı baygın haldeydi ama şuuru yerindeydi. Sadece bu baygınlık durumunun sebebini merak ediyordu.
Gıcırtıların ardından, ayak seslerini duydu belli belirsiz. Aralamaya çalıştığı gözleri açılmamak için direniyordu adeta. Çok fazla üstelemedi o da. Vücudunda gezen şeyin bir el olduğunu anlaması yine birkaç saniye sonrasına denk gelmişti. El hummalı bir şekilde, bedeninin üstünde çalışıyordu. Daha sonra, kollarında gezinmeye başladığında, kemerlerin açıldığını anlamıştı. Doğrulmak istiyor ama beyni kendisine gönderilen emri yerine getirmek için herhangi bir çalışma içinde değil.
Neler oluyor diye düşünürken, kolunda hissettiği sızı, koluna bir şeyler sokulduğunun habercisi gibiydi ve muhtemelen bu bir iğneydi. Önce ayak sesleri tekrar duyuldu ve ardından yine o kulak tırmalayan metalik ses…
Bedeninde başlayan değişimi fark etmesi çok çabuk olmuştu, açılmamak için direnen gözlerini araladı ilk önce, birkaç saniyelik bulanıklık ve giderek netleşen detayları görebiliyordu artık. Aslında detay demek biraz zordu keza, beyaz duvarlar, yine beyaz ve bir penceresiz demir kapıdan başka bir şey göremiyordu. Yavaşça doğrulmaya çalıştı, göğsünde ve bileklerinde baskı olmadığını görünce, yanılmadığını anladı. Yatakta doğrulup oturur vaziyete geldiğinde, içinde olduğu odayı şöyle bir kolaçan etti. Şaşkın ve merak doluydu. Gerçekten de kapı haricinde, herhangi bir şey yoktu bu odada. Üzerinde oturduğu yatağın, kenarlarından muhtemelen deriden yapılmış şeritler uzanıyordu ki, bunlar onu yatağa bağlayan kemerlerden başka bir şey değildi.
Usulca ayaklarını yataktan sarkıtıp, ayağa kalmak niyetindeydi. Ayağının altında hissettiği soğuk, algılarının düzeldiğini gösteren en büyük kanıttı. Önce ayaklarını denedi, yatağa tutup, yavaş yavaş kalktı, yardım almadan ayakta durabileceğini anladığında yavaşça yürümeye başladı. Hedefi kapıydı ama muhtemelen kilitliydi. Burasının neresi olduğu ve niye burada olduğu dışında herhangi bir şey düşünmüyordu. Kapının tutamacından tutup, kendine çekti ve yanıldığını anladı. Kilitli değildi. Önce başını uzattı kapıdan etrafı kontrol etti. Uzun bir koridorun, hemen hemen ortalarına bir odada olduğunu anladı. Sağına ve soluna doğru devam ediyordu koridor. Tedirginliği giderek artsa da, neler olup bittiğini anlamak için, kişisel bir çaba sarf etmesi gerektiğinin farkındaydı. Etrafta kimseler görünmüyordu. Dışarıdan mı yoksa koridorun uzak köşelerinden mi geldiğini anlayamadığı, bazı sesler duyuyordu sadece. Sese doğru gitmeye karar verdi.
İlerledikçe, sesin binanın içinden geldiğine kanaat getirdi. Her adımda daha net duyuyordu. Hem yürüyor, hem de binayı tanımaya çalışıyordu. Yürüdüğü koridor da, tıpkı çıktığı oda gibi, beyaz ve sadeydi. Tavandan beyaz ampullerle aydınlatılıyordu ve sağlı sollu kapılardan başka hiçbir şey yoktu. Hastane koridorlarını andırıyordu.
Koridorun sonuna doğru, sağ tarafta büyük ve sadece camdan bir kapı gördü. Yaklaşıp, eşikten başını uzattı. Tehlikeli bir yer olduğunu seziyordu buranın, her saniye artan merak duygusu, tedirginliğini artırıyordu. Kapının öte yanı hiç te düşündüğü gibi çıkmamıştı. Kafeteryayı andıran bir dekorasyonu vardı. Masalar ve sandalyeler vardı. Oturan insanlar gördü. Kimisi sohbet ediyor, kimisi tek başına bir şeyler içiyordu. İki kişi muhtemelen satranç ya da benzeri bir oyun oynuyordu. Kitap okuyanlar, gazete okuyanlar bile vardı. Tedirginliği biraz olsun azalmıştı ama bilinmezlik onu korkutuyordu.
İçeridekilerden biri birden bağırınca, irkildi. Telaşa kapılıp, bir iki adım geri gitmeye çalıştı, ayağı kapının pervazına takıldığında, neredeyse sırtüstü düşecekti.
“Gel hele gel”
Kendisine seslenen bu adamın, rahat tavırları haricinde, anormal bir durum görünmüyordu. Adam seslenince, içeridekilerin dikkati kapıya yönelmişti. Birkaç saniye sonra bazıları meraklı gözlerle bakmaya devam etti, bazıları da önüne dönüp, yaptığı şeye devam etti.
“ Gel biraderim gel, hoş geldin, yabancı yok burada, biz bizeyiz”
Bu aşırı samimi diyalog onu şaşırtmış ama beynini kemiren “neler oluyor” sorusuna cevap bulabileceğini düşünerek, sahte bir gülümseme ile adamı başıyla selamladı.
“Yav uzak kalma gel şöyle”
Daveti geri çevirmemiş, yavaş adımlarla adama doğru yürürken,
“ Selamun aleykum” diyerek, herkesi bir nevi selamladı.
Bazıları duymazdan gelirken, bazıları “ ve aleykum selam” diyerek cevap verdi.
Kendisine seslenen adam birkaç adım kalmıştı ki, adamın tiz sesi tekrar duyuldu,
“Aboovv kendini asmış ya la bu”
Umut adamın ne dediğine anlam verememiş olsa da, yüzündeki sahte gülümsemeyi bozmadı. Adam patavatsız birine benziyordu ve sürekli konuşuyordu.
“ Niye yaptın hemşerim derdin neydi senin?”
Salakça bulduğu bu sorulardan bunalmış, herkesin kendine baktığını, hatta içten içe alay ettiklerini düşünmeye başlamıştı.
O an aklına gelen ilk şeyi söyleyiverdi ;
“ Lavabo nerede acaba?”
Buradan çıkıp gitmek için iyi bir bahane olabilir diye düşünmüştü. Tiz sesli adam cevap verdi yine ;
“Kapıdan çıh, sağa dön yürü yürü, goridorun sonunda solda..”
Umut “eyvallah” deyip, arkasını döndü ve kapıdan çıktı. Artık kendini daha iyi hissediyordu. Hareketleri normale dönmüş, hafif uyuşukluk dışında herhangi bir aksaklık kalmamıştı vücudunda. Hızlıca tarife uydu ve kendini tuvalete attı.
Kapıdan girince gördüğü ilk şey, yan yana dizilmiş aynalar ve lavabolar olmuştu. Onların hemen karşısında, kabinler halinde tuvaletler vardı. Ortalık oldukça temizdi. Burnuna çalınan koku, muhtemelen, temizlikte kullanılan kimyasalların kokusuydu.
Lavabolardan birine yanaştı, suyu açtı, eğildi, suyu yüzüne çarptı birkaç kez. Kafasını kaldırıp, aynaya baktığında anlamıştı, tiz sesli adamın dediklerini. Boynundaki kolyeyi andıran, siyahla mor arası çizgi oldukça dikkat çekiciydi. İzi görünce zihninde şimşekler çaktı, hatırlamaya başladı.
Son hatırladığı, üstüne çıktığı sandalyeyi ayaklarıyla devirip, kendini boşluğa bırakmasıydı. Hissettiği acı ve kesilen soluğu pişman olmasına yetmiş artmıştı ama, çırpınmak boynundaki ipin daha ölümcül olmasından başka bir işe yaramayacaktı. Ciğerlerinde kalan son oksijen damlası da tükendiğinde, bilincini yitirmeye başlamıştı. Sonra burada açmıştı gözlerini.
Aynadaki yansımasına dikkatlice baktı. Uzun sayılabilecek siyah saçlarının arasında, tek tük beliren beyazlar, istilanın yakın olduğunu anlatır gibiydi. Kahverengi gözlerinin altında, gözleriyle renk birliği yapmışçasına beliren torbalar, daha da dikkat çekecek boyuta gelmişti. Elini boynundaki ize dokundurduğunda hala canının yandığını anladı. Ölüme yaklaşmışken peyda olan son pişmanlığı fayda etmiş, biri ya da birileri onu ipten almış olmalıydı.