- Efendim süvariler geri çekilmek zorunda kalmış. Beklemediğimiz bir direnç gösteriyor Bakean'lar. Bazı askerler kara büyü kullandıklarını söylüyorlar...Güney girişinin savunmasıda en az kuzey kadar güçlü... Yerleşkenin etrafı geçit vermez kayalıklarla çevrili.
Aza Sael bir kayanın üzerinde oturmuş elindeki kılıca bakıyordu. Dar Güney geçidinden giren süvariler kuzeydeki askerlerin de güneye kaymasını sağlayacak ve kuzey savunmasını zayıflatacaktı, sonrasında askerleri daha geniş bir girişi olan kuzeyden girerek, etkili bir hücum yapacaklardı. Her iki tarafı savunacak kadar askerleri olmadığını düşünmüştü Aza Sael ama kuzeydeki askerlerin çoğu hattını muhafaza etmiş ve az sayıdaki Bakean askeri süvarilere yetmişti. Başka bir planı ve seçeneği yoktu. Yaveri Quian'ın yüzüne bakmadan iki eliyle kılıcının kabzasını kavradı ve yere sapladı:
- Bu kılıcın adının neden "Soğuk Ölüm" olduğunu biliyormusun Quian?
Quian böyle bir soru beklemiyordu. Aza Sael'in yanında yeniydi ve onu iyi tanımıyordu. Şaşkınlığını belli etmemeye çalışarak soruyu yanıtladı:
- Hayır efendim.
- Çeliği o kadar soğuktur ki, kestiği her kimse sıcak kanı üzerinden akarken bir yılan gibi tıslar. O kadar keskindir ki bir saçı diklemesine ikiye bölebilir ve öylesine öfkelidir ki çıkardığı kıvılcımlar savaş meydanını aydınlatır. Ama bu kılıcı yapan ustanın çok sevdiğim bir lafı vardır; " Kılıçları efsane yapan ne yapıldığı cevher ne de maharetli demircilerdir. Bir kılıcı efsane yapan onu tutan eldir." der... Şu süvariler Knoha'nın en iyi at binen, kılıç kuşanan silahşörleri. Onlara harcanan gümüşlerle küçük bir kasabayı büyük bir şehire dönüştürebilirsin...
- Dri ve Sonagre'yi bana gönder, dedi ve eliyle çekilmesini işaret etti.
İstediği askerler gelince, ayağa kalktı ve zırhını düzeltirken bir yandan:
- Şu Bakean esirini alın ve Knoha'ya doğru yola çıkın. Yalnızca geceleri hareket edin ve dikkatli olun. Bu adam bugün burda ölecek her bir Knoha askerinin ölümünü anlamlı kılacak kadar değerli bir tutsak. Oraya varınca esirin konsey üyesi olduğunu ve sorgulanması için benim tarafımdan gönderildiğini söyleyin! Bir an önce yola çıkın!
Aza Sael, Soğuk Ölüm'ü kınına geçirdi ve atına binerek askerlerin olduğu yere doğru ağır ağır ilerlemeye başladı. Yenilgiye tahammülü olmayan, cesur bir savaşçıydı ve askerlerinin cesaretsizliği onu kızdırmıştı. Nasıl olurda onlarca süvari bir avuç Bakean'ı oyalayamaz diye düşünüyordu.
Doğduğu ve ailesinin hükmettiği güneydeki Drira topraklarından zoraki bir sürgünle Knoha'da Nure Sufi'nin himayesine girmişti. Sürgün edilmesinin nedeni Bake'ye biat eden toprak lordlarının ailesine sırtını dönmesiydi, tüm ailesi katledilirken gizlice Drira kalesinden ayrılmış ve meşakkatli bir yolculuktan sonra Knoha'ya varmıştı. Topraklarını terk etmeyi bir acizlik olarak görmüyordu, intikam alacağı gün için yaşayacaktı.
Nure Sufi, Aza Sael'in değerli bir komutan olduğunu düşünüyordu. Onu öncü birliğin başına geçirmiş ve ilk emir olarak Obeth'e doğru yola çıkan Bakean'ları gözleyerek gerekirse savaşmasını emretmişti. Güçlü bir savaşçıydı ama askerleri arasında onun ayarında bir elin parmağı kadar bile askerin olmadığını düşünüyordu. Elini taşın altına sokma vakti gelmişti, mağlup bir şekilde Nure Sufi'nin karşısına çıkmak istemiyordu.
Askerlerin toplandığı alana vardığında, hiç bir şey söylemeden sadece onları süzdü. Süslü kelimelerle onları motive etmeye çalışmayacaktı. Askerler bakışları altında eziliyordu. Sadece dudağının bir tarafıyla alaycı bir şekilde gülümsedi ve atını döndürerek kuzey girişine doğru sürmeye başladı. Askerler şaşırmıştı, ne yapacaklarını bilmeden birbirlerine bakıyorlardı. Ama Aza Sael ne yapacağını biliyordu, kanının son damlasına kadar savaşacak ve ne kadar Bakean'ı kendiyle birlikte cehenneme götürebilirse götürecekti.
Bakeanlar ok yağmurundan sonra büyük bir hücum bekliyorlardı ama hiç bir hareketlilik yoktu. Knoha'lıların gelebilecekleri yerler belliydi. Güney geçidini yoklamışlar ve geçemeyeceklerini anlamışlardı Kuzey geçidinde ki Bakean'lar karanlığın içinde parlayan yeşil gözleriyle onları bekliyordu. Hava iyice kasvetlenmiş ve bulutlar ayın ışıklarını geçirmeyecek kadar çoğalmıştı, etrafa zifiri karanlık hakimdi.
Kuzey yolunu gözetleyen askerlerden ikisi konuşuyordu:
- Ben sana söyliyeyim Hildar, Knoha'lılar çoktan annelerinin kucağına dönmüştür, yoktan yere iksirleri heba ettik...
- Boşver tadı çok güzel, insanın içini ısıtıyor bu meret, diyerek şişeden bir yudum daha aldı Hildar.
- Ne yapıyorsun! Bence fazla abartma, Obeth'te ki çıldıran askerleri duymadın sanırım.
- Onlar uç güneyliydi, Boş Mezar ( Boş Mezar: Güneyde ki en uzak yerleşim yeri.) denilen izbe yerden. Ordakilerin insan eti yediğini duymuştum, dedi ve şişeyi sonuna kadar içti.
Odaren, Hildarın kolunu dürttü ve karanlığın içinden onlara doğru gelen silüeti gösterdi. Dörtnala onlara doğru gelen Knoha'lı Aza Sael'den başkası değildi.
- Geliyorlarrr! diye bağırarak Odaren diğer askerleri uyardı.
Komutan Mitar okçulara işaret verdi ve hazırlanmalarını istedi. Okçular Mitarın atış işaretini bekliyorlardı ama etrafta başka atlı olmadığını gören Mitar okçulara beklemelerini işaret etti. Tek başına bir atlı hiç bir şey yapamazdı. Gülerek yanındaki okçudan tek bir atış yapmasını istedi:
- Eğer tek atışta indirirsen benden sana iki gümüş...
Okçu kısa bir süre Aza Sael'i izledi, rüzgar kuzey doğudan esiyordu ama şiddetli değildi. Dik bir atış yapacaktı, yayını yavaşca gerdi ve uygun anın geldiğini düşünerek oku fırlattı. Ok o kadar yükselmişti ki karanlığın etkisiyle tamamen görüş alanından çıkmıştı, inişe geçmeye başlayan ok biraz sonra Aza Sael'in sol omuzunu sıyırarak bacağına saplandı ama Aza Sael atını sürmeye devam ediyordu. Bacağına saplanan oku çıkarmak için eğildiğinde bir anda askerlerini gördü. Quian önderliğinde komutanlarının arkasından gelmişlerdi.
Bakean okçuları seri atışlarla Knoha'lılara kayıp verdirmeye çalışıyordu, gökyüzünde onlarca ok Aza Sael ve askerlerinin üzerine yağıyordu. Kalkanlarıyla bekleyen Bakeanlarla, Knohalı'lar şidddetli bir ilk temas sonrası birbirine girmişti. Aza Sael atını sonuna kadar dört nala koşturmuş ve kalkanlara yaklaşınca atının üzerinden fırlayarak ilk önce ona uzanan bir mızrağı savuşturmuş ve sonra kıvılcımlar saçan Soğuk Ölüm'le ön safta bekleyen hazırlıksız bir askerin başını vücudundan ayırmıştı ama bu dengesiz atlayış bir mızrağında boşluğuna saplanmasına neden olmuştu. Diğer askerlerinde devreye girmesiyle Bakean'ların savunma hattı yarılmıştı. Aza Sael yaralarına rağmen daha şimdiden bir kaç Bakean'ı haklamıştı.
Destek çok gecikmedi neredeyse tüm Bakeanlar kuzey girişindeki savunmaya katılmıştı. Aza Sael önüne çıkan bir Bakean'ın savurduğu kılıcı kolundaki çelik plakayla karşıladıktan sonra kılıcı göğsüne sapladı ve ayağıyla ittirerek saplanan kılıcını çıkarttı. Arkasından gelen Bakean'ı fark etmemişti, Quian'ın uyarısıyla olduğu yerde eğildi ve arkasını dönmeden kılıcını adamın boşluğuna sapladı ve yaralarına rağmen olanca atikliğiyle dönüp kellesini uçurdu. Bakean askerlerinin sayısı arttıkça Knoha'lıların verdiği kayıplar artıyordu. İksirin etkisiyle bazen bir Bakean üç, dört Knohalı'yı öldürüyor, yaralansalar bile savaşmaya devam ediyorlardı.
Hildar içtiği fazla iksirin etkilerini damarlarında hissediyordu. İçinde bastırılamaz vahşi bir içgüdü vardı, kılıcıyla ya da başka bir savaş aletiyle değil düşmanlarını dişleriyle parçalamak istiyordu. Durdu ve ellerine baktı bir kaplanın pençeleriydi sanki. Kalabalığın arasından kendine bir av aradı ve Aza Sael'i seçti. Koşarak ona doğru ilerliyordu, önüne çıkan Knoha'lıları elleriyle savurduktan sonra Aza Sael'in karşısına çıkmıştı. Aza Sael kılıcını ona doğru savurduğunda, kenara çekilerek sol koluyla Aza Sael'in kılıç tutan kolunu sıkıştırdı ve diziyle karın boşluğuna sert bir darbe vurdu. Aza Sael yere yığılınca, üzerine atlayan Hildar çıldırmış gibi böğürerek dişleriyle yanağını parçaladı. Aza Sael'in acı çığlığı savaş meydanında yankılanırken Quian kılıcını hala Aza Sael'in üzerindeki Hildar'ın boynuna sapladı ve Aza Sael'in koluna girerek onu uzaklaştırdı. Aza Sael ilk kez ölümü bu kadar yakınında hissetmişti ve şu an Bakean'lara duyduğu lanet intikam hırsından eser yoktu. Savaş alanında ki karmaşadan yararlanan Quian, Aza Sael'le birlikte ata binerek karanlıkta gözden kaybolmayı umuyordu ama çok az uzaklaşmışlardı ki sırtına saplanan ok buna engel oldu. Quian, Aza Sael'i oktan korumuştu ama kendisi ölmekten kurtulamamıştı.