Obbsallar'ın Uyanışı Ve Burgu İsyanı (2. Bölüm)
Obbsallar uyandı. Artık geri dönüşü yok. Merak edecekler. İki bin yıldır uğraştığım her şey ve kurduğum tüm düzen yok olacak. Oğlum Burgu Şehir’e haber saldı bile. Bilgim olduğundan haberi yok. Burada kimin kral olduğunu unutmuş durumda. Eskinin büyüsü derinden geliyor ve onları dış dünyaya çekiyor. Kadim olanlar fikirlerini değiştiremez. Eğer bir kez güneşi ve bulutları görürseniz, sonra bundan kaçış yoktur. Daha çok genç ve toylar. Tarih tekerrür edecek, oğul babaya baş kaldıracak. Daha yıldızları görmediler bile...
Bizim kafadarlar, o gece karınlarını bir güzel doyurup uyumaya çalıştılar. Yotri uyandığında, Piehes’i oturmuş bir eli çenesinde düşünürken yakaladı.
- Dostum sanki saatlerdir uyuyorum, daha sabah olmadı mı?
-Gerçekten de saatlerdir uyuyorsun Yotri, çok rahatsın. Burada yolunda gitmeyen bir şeyler var. Bizi getirdikleri bu yer her neresiyse burada gün doğmuyor.
- Bütün gece hiç uyumadın mı?
- Uyuyamadım. Kralın söylediklerini düşünmeden edemiyorum. Sence bu meclis bize ne ne yapar dersin.
- Her ne yapacaksa dostum bundan kaçış olduğunu sanmıyorum. Onların topraklarındayız, onların kuralları ve onların düzeni.
Kaldıkları odanın kapısı açıldı ve içeri bir dişi girdi. Yüzüne dökülmüş ve kürküyle büyük bir tezat oluşturan koyu kahverengi saçlarını düzelterek konuştu.
- Benim adım Katra. Burada bulunduğunuz süre boyunca size ben eşlik edeceğim. Şimdi beni takip edin. Gün başladı ve boş boş oturacak vakit yok.
Yotri ve Piehes tek kelime dahi etmeden vekil dişiyi takip etmeye başladılar. Katra onları bembeyaz çiçekli sarmaşıkların sarmaladığı bir kemerden geçirdi. Meşale ışıklarının simetrik olarak sıralandığı bir köprüyü aştılar. Altlarında kalan göl, ateşin kırmızısıyla efsunlu efsunlu parıldıyordu. Bir müddet dar bir patikadan ilerledikten sonra, işlek ve geniş bir alana ulaştılar. Dişi dönüp konuşmaya başladı.
- Etrafınıza ve yukarıya bakın, ne görüyorsunuz?
Yotri kafasını direk yukarı kaldırdı, Piehes de etrafı incelemeye koyuldu. Tüm yapı tıpkı diğer yerlerde olduğu gibi ağaçlardan oluşuyordu. Piehes bir pazar yerinde olduklarını tahmin etti. Ahali ağaç köklerindeki dükkanlarında günlük işleriyle meşgul oluyor ve arada sırada da zıplayıp ağaçların arasından tırmanarak kayboluyorlardı. Gökyüzünün olması gereken yerde ise taş bir tavan vardı. Devasa ağaçların adeta sırtladığı ve tuttuğu taştan bir tavan. Yotri daha fazla dayanamayıp sordu.
- Vekil hanım, burada geçirdiğimiz süre boyunca hiç gün ışığı görmedik. Böyle bir şeye alışkın olduğumuzu söyleyemem. Acaba bir balkon veya bahçe gibi bir yerde konuşmamızın imkanı var mı?
- Bana Katra demenizi tercih ederim. Ayrıca bahsettiğin şey sadece bir efsane, gün ışığı diye bir şey yoktur.
Katra bu söylediklerini adeta içinden gelenleri bastırmak için söylemişti. Çünkü dün öğlenki olayın söylentileri şimdiden Obbsallar’ın en kuzeyindeki Burgu Şehir’den, kadimlerin yaşadığı Kızılyarını’na kadar ulaşmıştı. Büyük tabu yıkılmış ve yüzlerce Obbu dış dünyaya ayak basmıştı. Üstelik onların anlattıkları inanılır cinsten şeyler de değildi. Katra merakına yenik düşerek sordu.
- Şu bahsettiğiniz gün ışığı, nasıl bir şeydir?
Piehes hevesli bir şekilde cevap verdi.
- Her sabah gökyüzünden bir umut parıltısı gibi doğar. Dünyayı yaşama sevinciyle doldurur. O sonsuz sıcaklığını bol keseden salar dünyaya. Bitkiler, tüm otlar, ağaçlar ve çiçekler onun bir hüzmesi için çırpınır. Gün hala aydınken, her zaman bir umut olduğunu bilirsin. İşte aşağı yukarı böyle bir şey.
Katra adeta şok olmuş bir vaziyette, ne söyleyeceğini dahi bilemeden kocaman gözleriyle Piehes’e bakıyordu. Ne diyordu bunlar böyle. Pervasızca gökyüzünden, gün ışığından, dış dünyadaki yaşamdan bahsediyorlardı. Sonra kendine gelerek ciddi haline geri döndü.
- Bunlar bir avuç yalan! Kralımız asla bize böyle büyük bir yalan söylemez. Yürümeye devam edin.
Katra bir hışımla arkasını dönerek hızlı adımlarla yürümeye başladı. Birkaç yüz metre, dibi görünmeyen dik bir uçurumun kenarından yürüdüler. Ateş kırmızısı gölün kıyısındaki hünerli balıkçıları izleyip maharetlerine hayran kaldılar. Metrelerce duvarları sarmalamış köklerin arasına inşa edilmiş yüzlerce garip mesken, meşalelerin ışığıyla aydınlanıyor ve yukarıya ilginç gölgelerini bırakıyorlardı. Sonunda uçurumu arkalarında bırakarak tıklım tıklım dolu bir hana girdiler. Katra, onlar için önceden ayrılmış dört köşeli masayı gösterip oturmalarını söyledi. Kendisi de hancıya işaret ettikten sonra, gidip masaya oturdu.
Hancı yanlarına geldiğinde Yotri bir süre adama baktı. Karşısında şu ana kadar gördüğü en şişman ve en kıllı yaratık duruyordu. Hancı o ebatta birine göre sinek vızıltısı gibi gelecek bir sesle konuştu.
- Hanımım ne ister? Et mi, süt mü, meyve mi?
- Bana bir kupa kavuk sütü getir Muşian, ortaya da bol bol meyve kes ve su da getir.
Hancı başını eğip gözünün ucuyla da olsa Piehes’i süzerek geri çekildi ve mutfağına doğru gitti. Dört masa sağımızda oturan biri, gür bir sesle bağırarak konuştu.
- Bu orman farelerini sabaha bıraktığımız yetmiyor şimdi bir de Obbsallar’ın en iyi meyveleriyle mi besliyoruz?
Tüm han ahalisi onaylarcasına sesler çıkartarak içeceklerini tokuşturmaya başladılar. Ellerindeki bardaklar kırılıyor, içlerindeki sıvılar dört bir yana saçılıyordu. Bazıları gaza gelerek yemek tabaklarını kaldırıp masalara vuruyor ve ortalığı dağıtıyorlardı. Katra daha fazla dayanamayıp seslendi.
- Kralın buyruğuyla buradalar. Fedakar ataların kanını taşıyanın buyruğuyla yani. O yüzden çeneni kapatıp önüne dönsen iyi edersin.
Adam bayağı bozulmuştu, susmuş olmasına rağmen şimdi gözlerini dikmiş bir saniye dahi kırpmadan bizim kafadarlara bakıyordu. Yotri adama bakmaktan vazgeçip Katra’yla konuşmaya karar verdi.
- Katra, söylesene siz de kimsiniz, burası neresi?
- Sonunda mantıklı bir şeyler konuşmaya başladın. Burası yüce Obbsallar ve bizlerde Obbu’nun çocuklarıyız. Dünyanın güçlerindeki diyardasınız. En derin vadilerden de derin, Tüttüren Dağlar’ın köklerinin altındaki kadim diyar. Dün sizi yakalayıp buraya getiren benim kardeşim Baguba. Kralın emrine karşı gelip sevdiği kadın için dış dünyaya çıktı. Dün öldürdüğünüz obbudan bahsediyorum.
- Bir dakika, yani sen şimdi bir prenses misin? Hem orada dur bakalım, biz kimseyi öldürmedik. Bunu kralınıza da söyledik.
- Prenses de nedir? Hem suçunuzun olup olmadığına bu öğleden sonra meclis karar verecek.
Katra dudaklarında elinde olmayan bir gülümsemeyle konuşmuştu. İçten içe Yotri ve Piehes’i cezalandırıp bu dertlerin hepsinden kurtulduklarını hayal etti.
- Kralın kızına prenses denir. Oğluna da Prens. Sen bir prensessin. Peki bu meclis tam olarak ne meclisi oluyor?
O sırada hancı da ellerinin hepsi dolu bir şekilde gelmişti. Tabakları masaya dizerken bir yandan da o vızıltımsı sesiyle Yotri’nin sorusunu yanıtladı.
- Meclis seni orman faresi, olağandışı zamanlarda kadimlerin toplanıp olaylara el attığı bir toplantıdır. Kadimler de eski kafalı olmalarıyla bilinirler. Hahahahahaahaaaaa öhhö öhhh öö!
Adam kahkaha atarken az daha boğulacaktı. Bu sefer tüm han, hancının ardından hep bir ağızla kahkaha atmıştı. Hatta Katra bile. Yotri tatmin olmayarak somurttu. Ve masadaki ne olduğunu bilmediği meyvelerden bir parça alarak yemeye başladı. Piehes onun bu vurdumduymazlığına deli oluyordu. Lakin Yotri’nin gayet iyi olduğunu görünce, içinde aç karnını doyurmak için karşı konulmaz bir istek meydana geldi. Burada da uzunca bir süre oturup karınlarını doyurduktan sonra, hancıya ellerindeki tek şey olan teşekkürlerini sunarak oradan ayrıldılar.
Her şey gittikçe daha da garipleşiyordu. Minnacık kuş sürüleri gördüler. Kanatlarını gözle takip edilemeyecek kadar hızlı çırpan ve bu yüzden de hiç çırpmıyormuş gibi görünen en fazla bir parmak büyüklüğünde kuşlar. Ama asıl ilginç olan görünüşleri değil kuşların kanatlarından çıkan sesti. Sanki kuşlar obbuca konuşuyormuş gibiydi. Yüzlerce minik kuş önlerinde bir toz bulutu gibi şekilden şekile girerek uçuyor ve konuşuyorlardı!
Katra, Yotri’nin ağzı açık bir şekilde kuşlara baktığını görünce bir kahkaha patlattı.
- Dilimizi oluştururken nereden esinlendiğimizi anlamışsındır herhalde. Size merhaba diyorlar ve güle güle. Hahahahaaaaa!
Piehes bu obbu dişisine iyice sinir olmuştu. Onları arkadan, somurtarak takip ediyordu. Bir süre nispeten daha karanlık olan bir odada yürüdüler. Gerçi bu oda yürüdükleri en devasa odaydı. Bu sefer meşaleler yere dikilmişlerdi, lakin odanın büyüklüğüne göre sayıları çok azdı. Piehes buranın bir mezarlık olduğuna yemin edebilirdi. Taş tavandan sarkan sarmaşıkların arasından obbular geçiyordu, orada bayağı sıkışık bir yol vardı. Anlaşılan yerde yürüyen bir tek onlardı.
Önünde dört obbunun nöbet tuttuğu sapsarı bir kapıdan geçerek yeni bir odaya girdiler. Bulundukları oda, az önceki odayı yanında yavrusu gibi bırakacak kadar dev bir salondu. Fakat az evvelki odadan daha karanlıktı. Salonun bir yarısı ağzına kadar doluydu. Bizim kafadarları salonun ortasındaki taburelere oturttular. Katra da yanlarındaki daha yüksek bir sandalyeye oturdu. Dolu olan kısımda obbular birbirleriyle tartışıyor, bağırışıp ellerindeki ya da bulabildikleri bir şeyleri kırıp dağıtarak münakaşa ediyorlardı. Birden salonun diğer yarısındaki duvarda asılı meşalelerin yanmasıyla tüm ahali ölüm sessizliğine büründü.
Piehes birkaç dakikadır şüphelenmekte olduğu şeyin gerçekten de gerçekleşmekte olduğunu anladığında, Yotri çoktan soğuk soğuk terlemeye başlamıştı. Salonun boş olan tarafındaki meşaleler o kadar gür ve derin bir kızıllıkla parlıyordu ki birkaç saniyeden fazla bakmanın imkanı yoktu. Meşalelerin yanmasıyla birlikte sessizliğin arasında kıpranan büyülü bir melodi bizim kafadarları daha da histerik bir duruma sokuyordu. Melodinin kaybolmasıyla birlikte efsunlu meşaleler adeta bir şimşek gibi çakarak tüm odayı kızıla boğdu. Bunun ardından sıradan meşalelere döndüklerinde ise salonun boş olan kısmı onlarca ölmeyi unutmuş obbuyla doluydu.
Yotri gergin havayı dağıtmak ve biraz da kendini rahatlatmak için geveledi. Çok az bir süredir burada olmasına karşın şimdiden gevelemeye başlamıştı.
- Ehe, hoş bulduk.
Yaşlılar Yotri’nin ne demek istediğine anlam veremediler. İçlerinden birisi dişsiz ağzını şapırdatarak konuştu.
- Kaçıncı olduğunu unuttuğum, eh gerçi çok da olmamıştır ama (öhhhöö öhhhö öhhöööh) yaşlılar meclisini açıyorum.
Adam sanki şu kısacık cümleyi kurarken defalarca ölüp ölüp dirilmişti. Yotri içten içe düşündü; bu meclisin bu kadar nadir toplanmasının tek açıklanması, burada kolay kolay sıra dışı bir şeylerin olmaması olmalıydı. Yaşlı adamcağız devam etti.
- Kralın buyruğuna karşı gelerek emrindeki adamları da bunu yapmaya zorlayan, üstelik geçerli bir gerekçesi de olmayan ve bu yaptığından pişmanlık duyduğuna dair bir davranış sergilemeyen, isyankar obbu lordu Baguba’yı kadimlerin önünde kendini savunmaya çağırıyorum.
Genç obbu lordu oturduğu yerden kalkıp ani bir hareketle zıplayarak ve havada çeşitli akrobasi hareketleri yaparak o daldan bu dala atladı ve sonunda kadimlerin önünde belli bir mesafede durup selam verdikten sonra konuşmaya başladı.
- Anlaşılan kadimler çoktan benim hakkımda bir hükme varmışlar. Lakin size sorarım, eğen yalancı olan bensem bu taburedeki boynuzsuz yaratıklar da nereden çıktı. Ben söyleyeyim, dış dünyanın yaşam fışkıran sarı ışığının altından çıktılar. Üstelik sevdiğim kadının cesedinin yanında buldum onları.
Yaşlı adam kaskatı kesilmişti. Sonra bir diğer yaşlı obbu söze girerek konuştu. Bu seferki diğerine göre daha tıknaz fakat oldukça sinsi bakışlıydı.
- Dört boynuzun, dört gözün ve dört kolun olabilir genç Baguba ama unutma ki sadece iki ayağın var. Kralın fedakarlardan aldığı kuralları yıktın. Dış dünyaya çıkışın yasak olduğunu biliyordun. Söyler misin bir haine neden güvenelim?
Gençlerin olduğu tarafta bağırışmalar başlamıştı. Ahali yine bir şeyleri kırıp dökmekle meşguldü. Sonra içlerinden bir tanesi ayağa kalkıp, kadimlerin önündeki Baguba’nın yanına geldi. Başlığını indirdikten sonra selam vererek konuşmaya başladı.
- Kadimlere selam olsun ve onlara lanet olsun! Bu meclis feshedilmiştir...
Arka taraftaki koca sarı kapı açıldı ve içeriye zırh kuşanmış mızraklı askerler girmeye başladılar. Başlıklı adam konuşmaya devam etti.
- Ben ki Burgu Şehrin lordu Athhide, eski düzeni yıkıyor ve kadimleri dağıtarak burgu zindanlara yolluyorum. Ve buradan tüm obbulara sesleniyorum, bana katılmak isteyenler için daima burada yerimiz var. Lakin karşımızda durmaya cüret etmeyin çünkü ölüm ve kasvet dil yılanları gibi ayaklarınıza dolanmak için orada bekliyor olacak.
Bunun ardından askerler Katra, Piehes ve Yotri’yi de alarak kralın topraklarına doğru yola koyuldular. Piehes talihsiz başı için içinden dert yandı; illa o sesi izleyip bakmak zorundaydılar sanki! Şimdi esir olarak götürülüyorlardı. Yeniden!
DEVAM EDECEK