Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Bars Elsa

Sayfa: 1 2 [3] 4 5 ... 20
31
Kurgu İskelesi / Ynt: İnek Bekçisi
« : 06 Temmuz 2014, 02:59:09 »
Merhaba, beni de öyküyü okumaya çeken şey başlık oldu. Oldukça ilgi çekici bir başlık, ben bu konuda çok beceriksizimdir. :)

Öyküye gelince, beş - altı yüz sözcüklük öykülerde genellikle yoğun bir anlatım bekler okuyucu. Belki daha felsefi cümleler... Ama bana kalırsa durum hikayesi olmayan ve başarılı kısacık öyküler de vardır. Bu da onlardan biriydi.

Genellikle yorumlarımda kurguya karışmayı pek sevmem, yazarın hayaline karışmak gibi olur bu. Lakin böylesine güzel bir başlığın altında fantazyayı sadece son cümlede görmek doyurmadı beni. Belki çiftçi biraz daha gizemli, ahır daha ilgi çekici tasvir edilebilirdi. Sonundaysa ineklerin kayboluşuna dair belki önceki cümlelerden yakalayacağımız bir mit, bir efsane ekleyebilirdin ve bu da öyle sonunu okuyunca "aa tamam inekler şu şekilde kaybolmuş" dedirtecek şekilde değil de sadece çıtlatacak şekilde olabilirdi. Tabii yazarın kurgusuna karışmayı sevmediğim için, sadece sana daha sonraki öykülerinde naçiz bir tavsiye olarak söylüyorum kabul et bunları.

Son bir şey söyleyeceğim, gözüme çok takıldı. Bir yerde "direk" sözcüğü geçiyor ki doğru yazımı "direkt" olacaktır; ama yabancı dillerden bariz şekilde geçmiş olan sözcüklerin yerine Türkçelerini kullanırsan akıcılığın daha tez olur. Örnek direkt yerine "doğrudan" yazabilirsin.

Öykü için tekrar teşekkürler. Devamı gelirse zevkle okurum. :)

32
Kurgu İskelesi / Ynt: Eski Otel
« : 16 Haziran 2014, 00:53:34 »
Selamlar. Kayıp Rıhtım'a hoş geldin diyerek başlayayım. Öykünü beğendim. Karakterlerin isimleri bana eskiden forumda öykülerini paylaşan, şimdilerde pek görünmeyen Mu'yu hatırlattı. Yazıda bazı çok küçük yazım hataları var. -ki ve -de bağlaçlarına biraz daha dikkat edersen akıcılık gayet yerinde olacak. :)

33
Ben de birkaç soruna cevap vermek isterim:

1. Metinde akıcılığı sağlamanın bence en önemli unsurlarından biri sözcükleri doğru kullanmaktan geçer. Onur'un da söylediği gibi sözcüklerin kendine has bir müziği, tınısı vardır. Bu tınıyı ne kadar istikrarlı kullanırsanız akıcılık o kadar yoğun olur. Ancak kelimelerin tınısı nedir onu bilmek gerektir. Ben kendi açımdan bu konuda neler düşündüğümü açıklamaya çalışayım: Türkçe, bildiğiniz gibi sondan eklemeli bir dil. Öyle ki kısacık bir sözcük bile eklerle uzadıkça uzayabiliyor. En dikkat edilmesi gereken teknik husus gereksiz eklerden kurtulmak. Örneğin, -ler,-lar ekleri... "Adamlar yolda yürüyorlardı, bu sırada güneş ağır ağır batmakta, adamların bastığı topraktan yüzlerce karınca yuvalarına gitmekteydiler." gibi bir cümlede gözünüze çarpan -ler, -lar ekleri ilk bakışta gereksiz gibi görünmese de yüksek sesle okurken oldukça rahatsız ediyor. Hatta iç sesle okurken daha da rahatsızlık verici, hatta okumayı zorlaştırıcı olabiliyor. Bu gibi hususlara dikkat eder ve gereksiz eklerden sözcüklerinizi kurtarırsanız akıcılığı büyük çlçüde yakalamış olursunuz.
     Bir başka husus cümleleri doğru şekilde bağlamak olabilir. Kurgu içinde akıp giden bir olayı böler ve alakasız bir şey söylerseniz akıcılığı bozmuş olursunuz. Bunu da şöyle örnekleyebilirim: Kurgu içindeki anlatım olayı anlatmaktayken siz kahramanlardan birinin görünüşüne yatay geçiş yaparsınız, ortamı anlatmaya kalkarsınız vs. bu gibi durumlarda akıcılık bozguna uğrayabilir.
     Ve en önemlisi paragrafları kısa tutmak. Bunu öyle uzun uzadıya açıklamaya gerek yok sanırım.. :)

2. sorunun bir cevabı olamaz bence. Daha doğrusu o, yazarın becerisine, diline, tarzına vs. kalmış bir şey. Kimi vardır spoiler yemekten ödü kopar okuma, izleme heyecanım kalmayacak diye, kimiyse sadece öyküyü okumanın tadını çıkarır, filmi-diziyi izlemenin zevkine varır. Bence de beş yüz sayfalık bir romanın sonunu öğrenmenin bir önemi yok. Asıl önemli olan, beş yüz sayfa boyunca ne anlatmış, nasıl anlatmış, odur. Hani Kemal Sunal filmlerini defalarca izlememize rağmen her seferinde güleriz ya, o misal. :)

3. O da tamamen yazanın üslubuyla alakalı. Süslü kelimeler derken neyi kast ettiğinizi bilemiyorum; ama pek sık bilinmeyen kelimelerse bence onlar olmalı. Bir yazar yeni, farklı kelimeler kullanmaktan çekinmemeli değil mi? :)

4. Sözlük okuyarak, eski yazıları okuyarak -eski dergiler, gazeteler, köşe yazıları, öyküler falan. Bunları kullanma becerisi de anlamını öğrendiğin süslü kelimeyi cümle içinde göze batmayacak şekilde yerleştirebilmeye bağlı. Yeni nesil, yabancı dilden aktarılmış kelimelerle dolu bir cümleye eski sözcüklerden birini koymak kötü olur mesela. :)

Umarım cevaplarım tatmin edici olailmiştir. Yardımcı olduysam ne mutlu... :)

34
Kurgu İskelesi / Ynt: Kharon'un Rüşveti
« : 01 Haziran 2014, 02:36:48 »
Teşekkürler Himfëa! Öykü olarak isimlendirmeyi seviyorum. :) İki farklı dilde isim olması zorunluydu ama; öyle açıklayabilirim. Öykü günümüzde geçiyor, kahraman Antik Yunan'dan kalma bir ruh vs. Bu durumda ya Serdar'a yabancı bir isim vermek ya da ruha Türkçe isim vermek daha garip olurdu. Devamı umarım gelecek. Daha doğrusu yeniden yazılmış hali. Bu tür bir sayfalık öyküleri genelde alıştırma olarak, birkaç saatte yazıyor ve paylaşıyorum. :)

35
Tartışma Platformu / Ynt: Öykü Kursu
« : 26 Mayıs 2014, 00:50:58 »
Olmaz. Kendin yaz, sürekli yaz, daha fazla yaz ve oku. Kısa öyküler yaz birer sayfalık falan. Sürekli yaz, oku, izle. Yaz. :)

36
Kurgu İskelesi / Ynt: Kharon'un Rüşveti
« : 25 Mayıs 2014, 02:52:24 »
Thomasward, yorumunu bayağı geç görmüşüm kardeşim. Sağolasın beğendiğin için. Belki daha sonra bir devam yahut yeniden yazabilirim belli olmuyor bu işler... :)

37
Aylık Öykü Seçkisi / Ynt: Seçkide Elli Dokuzuncu Ay
« : 20 Mayıs 2014, 14:16:32 »
Hakan Abi benim yerime cevap vermiş; ama ben de bir şeyler diyeyim soruyu görmüşken. Dinsiz olduğumu saklamıyorum çoğu mekanda; birçok insan da dindar yahut İslam olduğunu saklamaz ve İslam çoğu zaman bir yorumdur; Aleviler ile Sünnilerin İslam yorumu gibi benim de bir İslam -ve diğer dinler- yorumum var ve bu Musa yahut diğer peygamberlerin Horus'tan, Zeus'tan ya da Ra'dan farklı olduğunu düşünmüyorum. Nasıl ki şimdi dünyanın büyük kısmı Ra için mitolojik yaratık diyorsa ben de Ra ve diğerleri için aynı şeyi düşünüyorum. Amacım hakaret etmek olsaydı da zaten öykülerimin çoğunda İslami ögeleri kullanmazdım. Umarım İslam'a hakaret ettiğimi falan düşünmezsiniz. :)

38
Aylık Öykü Seçkisi / Seçkide Elli Dokuzuncu Ay
« : 19 Mayıs 2014, 22:11:17 »

Gerek gerçek hayatın gerekse fantazya dünyasının en önemli öğelerinden biri olagelmişti asalar. Musa’nın denizler yaran, ejderhaya dönüşen sopası, Harry Potter’ın mürver asası yahut bilge Ak Gandalf’ın kudretli asası… Ancak tüm bu asaları yaratan gerçek sihre sahip bir asa daha var dostlar, sizlerin kalemleri! Sihirli asalarınızı oynatın ve dünyalarınızın kapılarını okuyuculara aralayın!

Bu ayın önsözünü yazmak benim için oldukça zor oldu. Daha bir hafta evvel Soma’da resmi rakamlara göre 301 maden emekçisinin ölümünün ardından ne söyleyecek şiir bulunabilirdi ne anlatacak öykü... Bir emekçinin evladı olarak hayatını kaybeden işçi ağabeylerimi bir kez daha anıyor ve 301 emekçinin katillerinin bir an önce yargılanmasını umuyorum.

Bu ayki görselimiz Ömer Tunç’un marifetli parmaklarından kağıda döküldü. Kendisine teşekkür ediyor ve 14 yazarımızın öyküleriyle vücut bulan seçkimizi beğenilerinize sunuyoruz.

     - Gulyabani’nin Asası adlı öyküsü ile Adil Öztürk

     - Sihirli Çok Sesli Asa adlı öyküsü ile Banu Taylan

     - Meşe Asa adlı öyküsü ile Cevdet Denizaltı

     - Dönüş adlı öyküsü ile Didem Sayat

     - Korkusuz – Bölüm II (The Man Without Fear – Part II) adlı öyküsü ile Emre Sümer

     - A-sa adlı öyküsü ile İnan Akmugan

     - Büyü adlı öyküsü ile Mete Güner

     - Operuit adlı öyküsü ile Nursena Ataseven

     - Tanrı’nın Oğlu adlı öyküsü ile Osman Karagöl

     - Asa-Kıran adlı öyküsü ile Osman Tarhan

     - Karanlık Günler 2 – Beyaban adlı öyküsü ile Sefa Tursun

     - Tutku adlı öyküsü ile Suat Vural

     - Ayrık Dünyalar adlı öyküsü ile Tayfun Pektaş

     - Falcı adlı öyküsü ile Yusuf Kerem Özcan

Gelecek ay, seçkinin beşinci yıldönümünü kutluyor olacağımızdan, her sene olduğu gibi bir süprizle çıkacağız karşınıza. Bir sonraki ayın, yani temmuz ayının, teması ise “FIRTINA” olarak belirlendi. Öykülerinizi oykuseckisi@gmail.com mail adresine gönderebilirsiniz.

Öykü dolu daha nice beş senelere!

Adil "Bars Elsa" Öztürk

39
Kurgu İskelesi / Ynt: +18 Mavi Kurt Ruhu +18
« : 07 Mayıs 2014, 11:51:55 »
Ben şahsen param olsa bile parayla kitap bastırmaya utanırdım. :D

40
Kurgu İskelesi / Ynt: Kharon'un Rüşveti
« : 02 Mayıs 2014, 22:27:59 »
Teşekkürler Thomasward! Evet, Yunan mitolojisinden. Kharon'a karşı nedense özel bir ilgim var. Sık sık kullanırım yazdıklarımda. :)
Ama korkarım öykünün devamı gelmeyecek... :)

41
Kurgu İskelesi / Ynt: Gölgedekiler
« : 02 Mayıs 2014, 22:26:22 »
Asa seçkisi için bir öykü yazacağım ama hala bir kurgu yapabilmiş değiim M.K. Bunu sadece pratik olsun diye, öylesine bir iki saat içinde yazdım. Beğendiğin için teşekkürler. Cümlelerim kendini belli ediyorsa, bir tarz oluşturabildiysem ne mutlu. :)

Okuduğun için teşekkürler. Eyvallah. :)

42
Kurgu İskelesi / Ynt: Gölgedekiler
« : 26 Nisan 2014, 20:01:01 »
Eyvallah duhan, teşekkürler. :)

43
Kurgu İskelesi / Gölgedekiler
« : 26 Nisan 2014, 02:06:59 »
GÖLGEDEKİLER
     Yirmi metre kare odada iki kişi vardı. Yaşlı adam ve genç kadın. Yaşlı adam, ekose gömleğini son düğmesine kadar iliklemiş kemerle iyice sıktığı pantolonunu içine sokmuştu. Başında sekiz köşe bir kasket, elinde asası vardı. Sakalları özenle düzeltilmiş, köprücük kemiğine dek uzuyordu. Genç kız ise dalgalı ve siyah saçlıydı. Kısacık boyu ve pürüzsüz teni güzelliğini gözler önüne seriyordu. Kat kat dökülen kıyafeti dar pantolonuyla uyum içindeydi.
     Yaşlı adam, vasat bir marangozun elinden çıkmış sandalyede dimdik oturmakta, asasını yılların ona kazandırdığı asaletle tutmaktaydı. Gözlerinin ışığı sönmüş olmasına rağmen dolgun elmacık kemikleri yüzüne vakur bir ifade oturtuyordu. Asası, sandalyenin aksine ucuz bir işçilik ürünü değildi. Değiştirilen iklim yüzünden artık yetişmeyen, kolayca işlenebildiği halde bin yıllara boyun eğmeyecek kadar dayanıklı bir ağaçtan oyulmuştu. İnce işçiliği uzaktan görüldüğü vakit hayran bırakır, büyüteçle incelendiğinde ise adeta kişiyi büyülerdi.
     Genç kız yaşlı adamın bir metre önünde, iki kişilik koltukta oturmaktaydı. Kahverengi gözlerinin etrafını siyah kalemle boyamış, güzelliğine güzellik katmıştı. Yaşlı adam onu izlerken huzur buluyordu. Genç kız ise ne şikayetçiydi yaşıtlarının aksine bir ihtiyarla aynı odayı paylaşmaktan ne modern dünyanın nimetleriyle kendini oyalayamadığı için iç bunalımı geçiriyordu. Sadece kitap okuyordu küçücük parmaklarıyla sayfaları zarifçe çevirerek. Arada bir başını kaldırıp yaşlı adama bakmalarının ise açık bir nedeni yoktu.
     Yaşlı adam, derin bir iç geçirişin ardından kırışmış yanaklarına düşen birkaç damla yaşı titrek parmaklarıyla sildi ve asasını iki eliyle kavrayıp dudaklarını büklümlendirdi. Yıllar evvel ölen eşinin hatırası yine doldurmuştu dimağını. Artık elinde tek kalan, asası ve karısından yadigâr bir kolye idi. Onu yeleğinin iç cebinden hiç çıkarmazdı başına bir iş gelmesin diye. Zamanın kendisine adil davranmadığını düşünürdü. Herkes gibi onlar da ölüp toprağa karışacaktı ancak bunun her zaman karısıyla aynı anda olacağını düşünmüştü. İşte hayatın adaletsizliğine de bu noktada inanmıştı yaşlı adam.
     Tek tesellisi ise bazı zamanlar odasına gelip karşısında kitap okuyan genç kız idi. Kız, ona eski anılardan bir hediye, bir hatıra idi. Ne zaman hasrete düşse çıkıp gelirdi genç kız, yaşlı adamın yanına. Bunu zihnindeki görüntüler kadar iki kalbin damarlarından akan kanın birleşimiyle harmanlanmış asasına da borçluydu. Yaşlı adamın elinden eksik etmediği asa, o daha genç bir delikanlı iken yağmurlu bir gecede çıkagelen gizemli genç hanımın ona bir hediyesiydi. Ona ve biricik eşine…
     Yaşlı adamın yaşadığı diyar, gizemli öğretilerin, sihrin ve simyanın vücut bulduğu topraklardı. Her genç adamın ve hanımın asası, kader ortaklarının ruhlarının ete kemiğe bürünmüş evlatları tarafından işlenir ve çifte emanet edilirdi. Asa onların elinde gece kadar karanlık işlerde de kullanılabilirdi aydınlığı taşımak için de. Bazısı ise gölge gibiydi çiftlerin. Güneşin sıcağını da geçirmezdi gecenin zifirini de tam anlamıyla taşımazdı içinde. Yaşlı adam ve karısı da gölgedeydiler.
     Aşk gibiydi onların gölgesi ve aşk ile serinletirdi onları. İkisinin de tek umurunda olan birbirleri idi. Ne bitip tükenmek bilmeyen açgözlülükleri vardı ne de zaman kadar eski savaşların bir tarafında saf tutuyordu onlar. Sadece aşk için vardılar ve sihirlerini sadece bunun için kullanırdılar. Hayatlarını aşk olarak tanımladıkları her şeye adamışlardı. Sadece iki insanın birbirini sevmesi değildi onlara göre aşk. Birçok şeydi. Tanımlanamayacak kadar yoğun ve anlatılamayacak kadar fazla. Doğaydı aşk; yer, gök, ay, güneş, ağaç, nehir, kadın, erkek ve hayvanlar…
     Zamanın tozları kadının üzerine konduğunda yalnız kaldı yaşlı adam ve kendini yirmi metrekare odaya kapattı. Burası onun son nefesini vereceği yerdi. Asası ise ona hediye verirdi bazı zamanlar. Dimağında saklı kalan görüntüler asanın sihriyle karısını kapıdan içeri buyur eder, sessizce hasret gidermesine izin verirdi.

44
Kurgu İskelesi / Ynt: Kharon'un Rüşveti
« : 22 Nisan 2014, 18:34:23 »
İkinize de teşekkürler arkadaşlar!

İlk önce Serdar ismine geleyim: Öykülerimde Türkçe isim kullanmayı sıklıkla tercih ederim. Kharon ve Coriander ismiyse öyle olmak zorunda olduğu için öyleydi.
Bundan birkaç yüzyıl önce olsa daha mı güzel olurdu? Belki, bilemiyorum; bu zaman içinde yazdım, sebebi sadece tercih. :)
Betimlemelerin kısa olması, kadının büyüsünün hemen bir cümleyle anlatılması; öykü bir sayfa sürmek zorundaydı. Bu şekilde bir iki öyküm daha var. Belirlenmiş bir konu üzerine bir sayfayı aşmayan öyküler. O yüzden kısa tutmak zorunda kaldım.

İkinize de okuyup yorumladığınız için tekrar teşekkürler. :)

45
Kurgu İskelesi / Kharon'un Rüşveti
« : 21 Nisan 2014, 01:56:08 »
KHARON’UN RÜŞVETİ

     Her zamanki gibi sakin geçiyordu nöbeti. Gündüzleri bile pek ziyaretçisi olmayan müzede geceleyin bir olay çıkması binde bir ihtimaldi ona göre. Bu yüzden görevine pek ehemmiyet vermiyor, nöbetinin çoğunu uyuklayarak geçiriyordu. İşe torpille girdiği için de gayet rahattı.
     Saat sabahın ikisine gelmek üzereydi, biraz sonra güvenlik masasına başını koyup uyumadan önce etrafı şöyle bir kontrol etmeye karar verdi. El fenerini açıp müzede dolaşmaya başladı. Olabildiğince dikkatli davranıyordu. Mermer heykellere takılıp düşmek ya da bilmem kaç bin yıllık vazoları kırmak istemezdi. Torpili bu tür zararların görmezden gelinmesini sağlayacak kadar büyük yerden değildi.
     Serdar, önce heykellerin olduğu bölümü kontrol etti. Fenerin beyaz ışıklarının vurduğu yerlerde herhangi bir anormallik görünmüyordu. Bu bölümü dolaştıktan sonra koridorun biraz ilerisinde vazo, çanak-çömlek ve antika paraların olduğu bölüm vardı.
     Odanın kapısına yaklaşınca içeride bir an bir kıpırtı gördüğünü sandı ve hemen kapının yanındaki heykellerden birinin ardına saklanıp içeriyi izledi bir süre. Duvara gömülü camekânların önünde hırpani giyimli, saçı başı dağılmış bir kadın gezinmekteydi. Tek parçalı gibi duran elbisesi tozdan kirden bozarmış, çıplak ayakları çamur içindeki kadın oldukça kısa boylu ve yağdan birbirine yapışmış saçı beline kadar uzuyordu. Kadının, antika paraların bulunduğu camekânı kırmak üzere olduğunu görünce hemen belindeki silahı çıkarıp içeri girdi.
     “Sakın kıpırdama, yoksa ateş ederim!” diye bağırdı Serdar. Kadın, tehlikeli olamayacak kadar aciz görünüyordu ancak yine de tedbiri elden bırakmamak gerekirdi.
     Serdar’ın sesini duyunca kadın elindeki taşı tam havadayken durdurdu ve arkasını dönüp yüzünü Serdar’a gösterdi. İşte o anda Serdar’ın eli-ayağı boşanmış, hatta korkudan altına kaçırmıştı. Sırtı dönük haldeyken pejmürde halde görünen kadının yüzü, elbiselerinden çok daha korkunçtu. Etleri yer yer çürüyüp dökülmüş, yer yer kararmış ve kurtlanmış ince bir surata sahip olan kadının bütün dişleri ve çenesinin bir kısmı ayan beyan ortada görünüyor, pınarları kurumuş gözleri kapkara iki çukurdan farksızdı. Kadın elindeki taşı yere bıraktı.
     “Merhaba,” diye seslendi. Ancak konuşmaya başlar başlamaz dişlerindeki ve çenesindeki dökük kısımlar et ile dolmaya, yüzü kanlanıp renk almaya başladı. Sözünü bitirdiğindeyse biraz önceki, hortlakları andıran kadının yerini dalgalı saçları beyaz entarisinden aşağı dökülen, bembeyaz suratının ortasındaki kırmızı dudakları zarafetle hareket eden bir kadın almıştı. “Birkaç drahmi almak istiyordum; ama bu camlar çok kalın, kıramıyorum bir türlü.”
     Kadının billur gibi akıp giden sesiyle adeta büyülenen Serdar, sadece drahmileri neden istediğini sorabilmişti. Kadın, aynı ses tonuyla cevapladı Serdar’ı:
     “Ah sevgilim, adım Coriander benim. Bir fahişeydim önceden… İki bin yıldır esir hayatı yaşıyorum. Sadist bir müşterimin ellerinde iki bin yıl önce can verdim ancak beni gömmeye bile tenezzül etmediği için Khraron’a beni Ölüler Diyarı’na götürmesi için istediği rüşveti veremedim. Bu yüzden iki bin yıldır ona fahişelik ediyorum. Ama artık elinden kurtuldum ve rüşvetini verip Ölüler Diyarı’na geçmek istiyorum sevgilim. İşte bu yüzden istiyorum o paraları!”
     Kadın başına gelenleri anlattığında Serdar gözyaşlarına hâkim olamayarak Coriander’in yamacına varıp onu teselli etmek istedi. Kadının bir ayak karşısında dikilmiş gözyaşlarını silip teselli etmek isterken karnındaki acıyla birden kendine geliverdi ancak kadının büyüsünden kurtulduğunda yerde kanlar içinde yatar haldeydi.
     “Siz erkekler,” dedi can çekişmekte olan Serdar’ın yüzüne bakarak, “Her zaman beni hor gördünüz, kullandınız, aşağıladınız. En masumunuz bile azap içinde ölmeyi hak ediyor,” diyerek lafını bitirdiğinde tekrar eski görünümüne büründü.
     Artık iki bin yıllık bekleyişinin ödülünü alıp sonsuz hayatındaki özgürlüğüne kavuşabilirdi. Camekanı tek darbeyle kırdı, sergilenmekte olan bütün drahmileri alıp Khraron’un yüzüne çarpmak üzere Acheron ırmağının yolunu tuttu.

Sayfa: 1 2 [3] 4 5 ... 20