Not: Kitaptaki 3 anlatıyı da 3 başlık altında toplayacağım. -Adalet-, -Özgürlük- ve -Yoldaş- olacak başlıklar. Cem'in bölümünün en başına da bu başlığı eklemiş bulunmaktayım.
İkinci grubun grişini yayınlıyorum şimdi. Lütfen yorumlarınızı ve yardımlarınızı eksik etmeyin.-ÖZGÜRLÜK-
“Uzun zaman oldu lan.”
Yasin ve Mehmet kapının eşiğinde sarılıp sırtlarına elleriyle vurduktan sonra, gülümsemelerini bozmadan birbirlerine baktılar.
“İş güç işte, ne yapalım” dedi Mehmet bahane olduğunu belli eder bir ses tonuyla.
“Hoş geldin yenge. Ne haber kız makarta” diyerek devam etti Yasin, Mehmet’in eşi ve kızı Sueda’ya bakarak. Çocukken makarnaya, makarta dediği için ona bu lakabı takmışlardı.
“Yasin Amca ya öyle deme artık bana” diyerek cevap verdi Sueda, sitem ve gülümsemeyle karışık bir ses tonuyla.
Yasin’in eşi Pelin de misafirlerini tıpkı kocası gibi güler yüzle karşıladı. Kucaklaşmaların ardından bir süre daha kapı önünde muhabbet ettiler. Sonrasında sıkı dost olan Mehmet ile Yasin’in, balkona doğru yürüyerek “hey gidi bee” ile başlayan cümleler ile devam etti konuşmaları. Yirmi yıllık arkadaşlar, Mehmet’in İzmir’den taşınması yüzünden iki yıldır görüşememişlerdi. Arada sırada telefonda konuşup hal hatır sorarlardı. Ama hiçbirisi uzun uzun yaptıkları eğlenceli sohbetlerin, 66 oynamalarının ve politik tartışmalarının yerini tutmamıştı.
Oturma odasından balkona açılan kapıya yaklaşmalarıyla televizyondan gelen ses daha belirgin oldu. Yasin olduğu yerde bir süre durup sabahtan beri verilen can sıkıcı haberleri gösterdi.
“Lan olum, Asya resmen kaynıyor. Asya’da ne kadar ülke varsa hepsinde iç savaş çıkmış.”
“Hadi yaa” diye karşılık verdi Mehmet. Yolculukları uzun sürmüştü ve o sırada dünyada olup bitenden haberleri olmadığını gösteriyordu ses tonu.
“Çin, Kore, Rusya, Japonya, Hindistan… Alayıyla iletişim kesilmiş.”
“Normaldir abi, adamlar daha fazla dayanamamışlar demek ki. Çok yakındır bizimkiler de ayaklanır hükümete.”
“Yine başlama be oğlum. Nesi varmış hükümetin.”
Tartışmaya dönüşen sohbetleri, televizyondaki haberi bırakıp balkona doğru yürürken devam etti.
Kübra, Pelin ve Mehmet ile Kübra’nın yirmi iki yaşındaki kızları Sueda da, radyoda çalan müzik eşliğinde, mutfakta çayın suyunun kaynamasını beklerken kendi aralarında sohbete tutuşmuşlardı.
“Yine buldular birbirlerini” dedi Kübra kocalarını kastederek.
“Sorma sorma. Şimdi sıkı fıkı sohbete daldılar ama biraz sonra başlarlar yine yok o parti benim bu takım senin diye.” Pelin, Sueda’ya göz ucuyla bakıp konuşmasına devam ederken diğer yandan önüne aldığı tabakları kuru pastalar ile dolduruyordu.
“Eee Sueda, senin okul nasıl gidiyor?”
“İyi valla Pelin Teyze. Sınavları verdik, tatilin tadını çıkarıyoruz.”
“Zafer’in okulu bitmedi mi?” diye sordu Kübra, Pelin’in oğlunun buzdolabının kapağına yapıştırılmış resmini göstererek.
“Bütünlemelere kalmış. Bir ay sonra gelecekmiş.”
Kısa süreli konuşmaları Mehmet’in aniden kapıda belirmesiyle kesilmişti.
“Ya kusura bakma Pelin, bir bardak su alabilir miyim” derken, yol boyunca kuruyan boğazını yutkunarak ıslatmaya çalışıyordu.
“Tamam ben getiririm sen geç içeri, kumamı yalnız bırakma” dedi Kübra. Onun cevabı diğerlerini de güldürmüştü.
Eşinin soğuk su takıntısını bildiğinden eline aldığı bardakla hemen buzdolabına yöneldi. Raflarda duran cam şişelerden birini almıştı ki Pelin onu uyarmak zorunda hissetti kendini.
“O suyu daha yeni doldurdum, o kadar soğuk değildir.”
“Aman, biraz sıcak içsin, ne yapalım.”
Suyu balkona götürüp eşine teslim ettikten sonra tekrar yakın arkadaşının yanına döndü. İki yıllık hasretleri kocalarınınki kadar çok sayılırdı. Hararetli sohbetleri, akşam ezanının okunmasıyla kesilmişti. Pelin, radyonun sesini tamamen kapatıp, çaydanlığa sıcak suyu boşalttı ve demini alması için tekrar ocağın üstüne koydu.
Konuşmalar ve kahkahalarla dolu birkaç dakika boyunca, arada sırada dışarıdan gelen gürültüleri dahi duymamışlardı. Ta ki kendi balkonlarından gelen gürültüye kadar.
“LAN OLUM MANYAK MISIN?”
Mutfak ahalisi birbirlerine neler oluyor bakışları fırlattıktan sonra hepsinin birden tüyleri ürpermişti. Genelde politik kavgaları olurdu eşlerinin ama bu denli bir bağırma hayra alamet olamazdı.
Hepsi birden telaşla mutfaktan çıkıp oturma odasına doğru koştular. Pencereden, Yasin ile Mehmet’in balkonda kıyasıya bir kavgaya tutuştuklarını görünce Kübra istemsizce ve korkuyla bağırmıştı. Kızı da onun tepkisini paylaşırken Pelin yerinden fırlayıp balkonun kapısını açtı.
“Ne yapıyorsunuz!”
Yasin, gözü dönmüş Mehmet’i durdurmak için var gücüyle uğraşıyordu. Mehmet’in savurduğu tokatlar, yumruklar ve onu yakalamak için uğraştığı tüm girişimlerini ustalıkla savuşturuyordu Yasin. Yine de yediği bir iki tokadın sızısı hala yüzündeydi.
Mehmet’in saldırılarına karşılık vermesi gerektiğini düşündüğünde ise, uzun zamandır yaptığı kickboks becerilerini kullanmaya başladı. Mehmet’in şakağına attığı yumruk ve karnına indirdiği tekme, onu bir an için bile durdurmadı. Hem arkadaşına çok büyük zarar vermek istememesi, hem de ondan sakınması gerektiğini düşündüğünden, onun bacağına savurduğu tekmenin hemen ardından balkondan çıktı ve kapıyı sıkıca kapattı.
Mehmet aldığı darbeyle yere düştü. Ayaklarının altına takılan kilim yüzünden kalkmakta zorlanırken, nefret dolu gözleriyle öldürmek istediği can yoldaşına bakıyordu. Oturma odasında korkuyla bekleyen eşleri ise vakit kaybetmeden sorular sormaya başladı.
“Yasin, manyak mısınız, neyin alıp verememesi bu?” dedi Pelin, kocasının kolunu sıkıca kavrayarak.
“Yahu ne bileyim. Durup dururken kendimi kötü hissediyorum dedi, sonra tekme tokat saldırdı. Lan bir şey değil balkondan düşecek geri zekalı.”
Daha diyecekleri vardı ki, Mehmet’in balkon kapısındaki pencereye attığı kafa ile hepsi birden yerinde hopladı. Sueda’nın “baba ne olur dur” diyerek ağlaması, Kübra’nın “Mehmet bir sakin ol” haykırışlarıyla karışıyordu.
Mehmet ardı sıra attığı kafalar ve yumruklar ile kapıyı kırmaya çalışırken kırdığı burnundan akan kan bütün cama yayılmıştı. Odadakileri iyice dehşete düşüren bu görüntünün ardından sokaktan yükselen her gürültüyle de yerlerinden sıçrıyorlardı. Kaza yapan arabalar, çığlıklar ve uzak bir yerden gelen patlama sesi... Hepsi tam şu an olmayı bekleyen talihsiz kazalardı sanki.
Yasin durmadan “OLUM LAN SAKİN OL” diyerek Mehmet’i durdurmak istese de, gözleri grileşmiş arkadaşının onu duymadığını anlayabiliyordu. Pişmanlık bedenini sarmıştı. “Acaba yanlış bir şey mi demiştim” düşüncesiyle boğuştu bir süre. Ama arkadaşındaki değişim, basit bir-iki cümle ile olacak gibi değildi.
Düşünceleri ise Mehmet’in son attığı kafayla birlikte, tıpkı karşısındaki çift cam gibi tuzla buz oldu. Mehmet, açılan küçük alana ellerini sokup Yasin’i tutmaya çalışırken, Yasin de tıpkı diğerleri gibi odanın gerisine doğru kaçtı. Mehmet’in yarılan kollarından ve kapıdan geçmeye çalışırken kırık camlar yüzünden kopan parmaklarından kanlar fışkırıyordu etrafa.
Pencerenin büyük bölümünü parçalayıp kendini odaya savurdu. Karnına giren üçgen şekilli cam neredeyse sırtından çıkmıştı ama Mehmet’in umurunda bile değildi. İleriye doğru hamle yaptıkça karnını daha çok yarıyordu. Her hamlesinde bağırıyordu fakat bu bağırış acıdan değil, gri gözlerini gezdirdiği diğerlerine olan nefretindendi.
Uğraşılarının ardından kendini tamamen odaya atabildi. Eskisi kadar çevik ve kuvvetli hareket edemiyordu ama nefretinden bir nebze bile kaybetmemişti. Ayağa kalktığında, yarık karnından dökülen bağırsaklar önünden sarkıyordu. Karnından yere bir kova kan boşalmıştı sanki. Duvarlar ve eşyalar bir anda kızıla boyanmıştı.
Son kez dişlerini sıkıp Yasin’e doğru sıçradığında, göğsüne yediği tekme ile bir kısmını yerde bıraktığı bağırsaklarına kadar havada süzülüp düşmesine neden oldu. Tekrar kalkmak için kollarını iki yana sallarken, sırt üstü yatan kaplumbağa gibi sağa sola kıvrılıyordu. Hareketleri yavaşça donuklaştı. Göğsü teklerken ağzından çıkan kanlar etrafa saçılıyordu. Onu bu haliyle izleyen eşi bayılıp yere düştüğünde Sueda da bir köşeye kusmaya başladı.
Pelin titremesine engel olamadan ayakta durmak için bütün gücünü kullanıyordu. Bayılan arkadaşına baktığında, kendini toplaması gerektiğini anladı. Eşini bu halde görmesinin ne demek olduğunu tahmin bile edemezdi. Yine de, kendi gördükleri de aşağı kalır bir manzara değildi.
Yasin’e, Kübra’yı yatak odasına götürmesini söyledi. Ayıldığında bu manzarayla tekrar karşılaşmaması en iyisi olacaktı. Pelin de Sueda’yı omuzlarından kavrayarak, hıçkırıkla karışık ağlarken nefes alması zorlaşan kızı sakinleştirmeye uğraşıyordu. Genç kızın, babasının şokunu atlatamadan sokaktan gelen her gürültüyle biraz daha uzun süre nefesi kesiliyordu.
Üst kattan gelen eşyaların kırılma sesiyle, bütün bu yaşananların normal bir şey olmadığını anlamışlardı. Hep birlikte yatak odasına geçtiler. Pelin bir bardak su alıp Kübra’nın yüzüne sürüyor, onu ayıltmak için uğraşıyordu. Yasin ise bir eliyle kafasını tutup odanın içinde volta atarken ruhani bir ses tonuyla Sueda’yı sakinleştirmeye çalışıyordu.
“Sorun yok Sueda… Sakin ol evladım… Sorun yok…”
Kübra gözlerini hafifçe araladığında olan bitenin birer hayalden ibaret olduğuna inanmak istiyordu. Fakat kızının haykırışları ve diğerlerinin solmuş yüzleri, bütün bunların gerçekliğinin ispatıydı. Tekrar ağlamaya başladığında Pelin elindeki suyu onun dudaklarına dayadı.
“Şşşş tamam sakin ol. İç suyu tamam geçti.”
Kübra suyu zoraki yudumlarıyla bitirip tekrar ağlarken, sesi sokaklardan gelen diğer boğuk ağlamalar ile karışıyordu. Sueda da yerinden kalkıp yatakta uzanan annesine sarıldı ve ağlamasına böyle devam etti.
Birkaç dakika boyunca sadece Sueda’nın ağlaması duyuldu. Kübra bile gözlerini tavana dikip durgunlaştı. Pelin ile kocası ise birbirlerine “neler oluyor” soruları yöneltiyorlardı bakışlarıyla. Sueda’nın ağlamasının “Anne! Anneee! Acıyor saçım” diyerek haykırmasıyla tüm odadakiler tekrar gerildi. Kübra’nın açık gözleri gri olmuştu. Yasin eşinin omzunu sarsarak
“Mehmet’in gözleri gibi!” dedi. Pelin olduğu yerden önce fırlayıp, daha sonra kolları altında kıvranan Sueda’yı çekip aldı. Kübra’nın gözleri yavaşça odadakilere döndüğünde ifadesizliği korkutucuydu. Yerinden yavaşça doğrulduğunda, Pelin ona “İyi misin?” dedi.
Kübra yerinden sıçrayıp kızının boğazını kavradığında yüzündeki durgunluk yerini kana susamış bir canavara bıraktı. Kızının kulağını ısırıp kopardığında, dudaklarından çenesine kadar akan kanlar, nefret dolu yüzündeki son aksesuar oldu.
Pelin Sueda’yı tekrar kurtardığında, Yasin de Kübra’ya bir tekme fırlattı. Yatağın üzerine düşen kadından kaçmak için odadan çıkıp mutfağa yöneldiler. Pelin’in kolları arasındaki genç kız ise “Anneee ne olur yapmaaa!” diyerek çığlıklar atıyordu. Adımları, yerdeki kilime basıp kaymasıyla son buldu. Pelin de onunla birlikte düşerken, arkasına bakan Yasin de yerdeki bedenlere takılıp, diğerlerinin arasındaki yerini aldı.
Kübra büyük bir hışımla odadan çıkıp koridora döndüğünde, en yakınındaki kızını gözüne kestirdi. Sueda ise daha kulağındaki sızı geçmeden bir yenisine katlanamayacağından, hemen yanındaki dış kapıyı açıp durmaksızın merdivenlerden aşağıya koşmaya başladı. Annesi de vakit kaybetmeden onun peşinden gidiyordu ki, açık kapıya vuran kolundan gelen çatırdı, koridorda korkuyla donmuş diğerlerinin akıl sağlığını iyiden iyiye bozdu. Kübra, ortadan kırılan koluna aldırmaksızın kızını kovalıyor, kızı ise beşinci kattan aşağıya “anneee, anne dur ne olur!” diyerek ağlayarak koşuyordu. Apartmandan yankıyla yükselen sesler, apartmanın dış kapısının kapanmasıyla tamamen yok oldu.
Yasin hemen kalkıp dış kapıyı gürültüyle çarptı. Eşine, tıpkı onunki gibi bir bakışla karşılık verdi. “Neler oluyor” sorusuydu onların bakışları. Yarım saat boyunca hareket bile etmeden bakıştılar. Ardından hiçbir şey demeden yerlerinden kalkıp yatak odasına gittiler ve sarılarak uyudular. İkisinin de aklında “bu kabustan uyanmalıyım” düşüncesi vardı. Gözlerinin kapanması biraz sürse de, ikisi de bayılmışçasına anında kendinden geçti.
Sabah olduğunda nadiren gelen çığlıklar yükseliyordu şehirden. Hala, bütün bunlar rüya olmalı düşüncesi vardı akıllarında. Dışarıdan gelen sesler yüzünden bir kabus görmüş olabileceklerine inanıyorlardı. Yerlerinden kalkıp, oturma odasına bakarak bütün bunların gerçekliğini öğrenmeye karar verdiler. Sadece bir dakika sonra ise Pelin’in, odadaki manzarayı görüp kusmasıyla inanabildiler olanlara. Mehmet ölmüş, Kübra ise kızını kovalayarak apartmandan çıkmıştı. Bütün şehir, hatta haberleri düşününce bütün dünya delirmiş olmalıydı. Hala gelen sesler de bunu destekler nitelikteydi.
Pelin, ağzındaki pis tattan kurtulmak için mutfağa geçti. Titreyen eliyle kavradığı bardağı musluğun altında tutmakta zorlanıyordu. Bardağı yarısına kadar doldurup ağzına doğru getirirken, eşinin eline sertçe vurmasıyla yerinden hopladı. Onun da bir anda delirip kendisine saldıracağını düşünüyordu ki, Yasin’in ağzından çıkan kelimeleri duydu.
“Sakın suyu içme!”