1.BÖLÜM
Boğazına geçirilen ipin gıdıklayıcı ve sıcak bir etkisi vardı. Ölümün sıcaklığını hatırlatıyordu Marius’a.
-Marius Palantir, Birleşim’e ihanet etmekle suçlanıyorsun. Hepimizin bildiği gibi bunun sonu idamdır! Söylemek istediğin birşey varmı?
Dedi Marius’u öldürecek olan kolu bir kez çekmesi yeterli olan celladı.
-Binlerce askerin bulunduğu bir kalenin içine girip kimsenin ruhu duymadan Kral’ı bile öldürdüm, Birleşim için cehenneme bile indim ve canlı çıktım ama sonum hayvan bağırsağından yapılmış bir ip oluyor öyle mi? Hayır kusura bakmayın! Böyle ölürsem cehennemde beni bekleyen yüzlerce kişi için gülünç bir duruma düşerim, beni bu ipin öldürebileceği gibi bir hisse kapılmayın sakın...”
Diye cevapladı Marius gülerek.
-Görece-! Aaaahhhh!
Tam o anda celladın tahta idam kolunu tutan eli bileğinden koptu. Sadece celladın değil oradaki tüm askerler kimsenin göremediği bir kişi yada bir “şey” yüzünden yavaş yavaş parçalara ayrılmaya başlıyorlardı. Halk korku içinde bağırışıp kaçıyor, askerlerde diğer insanların arasına girip kaçmaya çalışsa bile kurtulamıyorlardı... Bir asker, kafasını boynundan ayıran soğuk metali hissetmeden bir kaç saniye önce cevabı bulmuştu; bunlar kesinlikle Gölge İnsanları’ydı!
-Onlardan birini yakalayana on kese altın ve bir yıllık erzak vereceğim!
Bağıran askerlerin komutanıydı ancak ne yazıktırki bu bağırışı ona bedenine giren kılıçların soğukluğundan başka hiç birşey getirmedi...
Marius’u öldürecek olan ip hala boynundaydı ancak bu sefer yüzünde soğuk bir kızgınlıkla izliyordu etrafı. O ölüme saygı duyardı! Hiç bir zaman bu kadar vahşet dolu bir ölüm yapmamıştı ve yapmazdı! Bu askerlerden masum olanlar bile vardı, bir ailesi olan... Hatta çocuklarına bakmak zorunda olan... Neden kendi nesili bu kadar vahşiydi?
Daha bunları düşünürken bir Gölge İnsanı, Marius’u tutup hızlıca oradan uzaklaştırdı. Birkaç dakikada yüzlerce metre yol almışlardı. Daha hızlıda gidebilirlerdi ancak Marius şu anda koşamazdı ve onu taşımak hızını etkiliyordu.
Gölge İnsanı, Marius’un karşısına geçti. Başına geçirdiği ve ağzını örten peçe yüzünden sadece gözleri görünüyordu ancak Marius bu kişiyi tanıyordu; zindanda ona bu kaçış mektubunu yazan Brania idi... Marius’un karşısında duran ve az önceki vahşetin en ufak bir izini taşımayan kızın ağzından buz gibi soğuk tek bir cümle dökülmesi ona yetmişti;
-Seni affediyoruz, Locamızın sana hala ihtiyacı var lütfen bizimle tekrar çalış!
Marius gülümsedi ve cevap verdi;
-Aradığınız kişi ben değilim size bunu daha kaç kere söyleyeceğim?
-Tekrar başlama lütfen kaybedecek vaktimiz yok...
Marius düşündü; Kendi nesli aynı zamanda bu kadar salakmıydı?
-Aradığınız kişi ben değilim çünkü onu buldum. Bizim neslimiz o kadar kör ki burnumuzun dibinde olan gerçeği göremedik! O kişi Azael!
Brania peçesini çıkardı ve kızgınlıkla konuştu:
-Neden gücünü inkar ediyorsun! Hepimiz senin kim olduğunu biliyoruz!
-Kim olduğum hakkında ustam dışında kimse birşey bilmiyor! Ve bu gece Azael i ordan çıkaracağım. Onu Lonca dan uzak bir yere götüreceğim ki onun seçilmiş kişi olduğu ortaya çıkınca benim gibi kullanamayın diye! Lonca’ya tekrar katılmayı reddediyorum ve Brania... Lonca artık değişiyor, bunun farkındasın... Umarım değişimin içinde olmazsın...
Brania belindeki çantayı çıkartıp Marius’a attı.
-Kılıçların ve kişisel eşyaların bunun içinde. Lonca’ya sana affedildiğini iletemeden kaçtığını, hala bize katılabiliecek olmandan haberinin olmadığını rapor edeceğim. Bu Lonca’dakileri senden bir süre uzakta tutar...
-Lonca’dan “af” dilemedim....