Hoşgeldiniz!
Hikayenin ilk bölümü güzel olmuş. Bir ölünün hikayesini dinlemek ilginç olacak gibi, özelliklede böyle ilginç karakterlerin olduğu bir kasabada. Yalnız toplanan kalabalıktan yalnızca iki kişinin hareketlerinin anlatılması biraz şey hissi uyandırdı bende, ımmm nasıl desem, FİFA'daki iki boyutlu seyirci topluluğu gibi.(Yuh, seçtiğim benzetmeye bak) Yani biraz zombi duruşlu insanlar canlandı gözümde, bir hareket meraklı bakışlar falan sıkıştırılsaymış araya daha güzel olurdu sanki. Bu bayağı ufak bir ayrıntı gerçi, onun dışında gözüme de birşey takılmadı.
Konu ilginç gibi, devamını okumayı isterim doğrusu. Tekrar hoşgeldiniz diyor, daha aktif bulunacağınızı temenni ediyorum.
Yorumun için teşekkür ederim. Ben üçüncü sınıftan beri yazan birisiyim ve basılmayı bekleyen bir romanım var elimde. Ciddiyim. Şaka yapmıyorum.
Yeni bölüm **
İkinci Bölüm
Bay Fig'in gitmesinin ardından Tedd ile birlikle bagajımdaki valizleri çıkardık. Evim zaten döşeli olduğu için tek yapmam gereken valizimdeki eşyaları yerleştirmekti.
Tedd'e yardımına gerek olmadığını, kendim halledebileceğimi söylediğim halde yardım etmek için ısrar edince kıramadım. Valizleri bagajdan tamamen çıkarınca arabamı kilitledim ve valizler ile beraber evimin kapısının önüne doğru ilerlemeye başladık. Kapı önüne gelince elimdeki valizleri yere bıraktım ve anahtarı çıkararak kapıyı açtım. Evim bembeyaz boyanmış bir dublex idi.
Anahtarı çıkarıp cebime koyduktan sonra valizleri elime aldım tekrardan ve içeri girdik. Kapının arkasına dönüp kapıyı ayağımla ittim ve kapattım. Tedd ile beraber salona girip yukarı çıkmamızı sağlayan merdivenleri tırmandık. İki oda sonra kapısı açık olan odaya girdik ve valizleri bıraktık. Tedd’e döndüm. Gülümseyerek, “Teşekkür ederim. Seninle iyi anlaşacağa benziyoruz. Sanırım,” dedim ve valizlere baktım. Kaşlarımı çattıktan sonra ona döndüm tekrardan. “Geri kalanını ben halledebilirim. Eve gidebilirsin. Şey… Bu arada Bay Fig’e yıldızımız kolay kolay barışmayacak sanırım. Senin aran da bozulmasın onunla,” dedim derin bir iç geçirerek. Elimi omzuma koyup omzunu sıvazladım.
“Merak etme ahbap,” dedi. “Dedemin bu hallerine alışığım. O böyle davranıyor, çünkü…” dedi ve yanlış bir şey söylemişçesine sustu. Yüzü bembeyaz kesildi.
Ağzını arıyormuşçasına, “Çünkü…” dedim. Her ne söyleyecekse söylememesi gerekiyordu. Korkuyordu. Korkusu bedenini tamamen sarmıştı.
Omuzlarını silkti ve aldırış etmiyormuşçasına sırıttı. “Önemli bir şey değildi. Ben gitsem iyi olacak,“ dedikten sonra arkasına döndü ve odadan dışarı çıktı. Merdivenlerden indikten sonra kapıyı çarparak dışarı çıktı.
Söyleyeceği şey her neyse bunu öğrenmem gerekiyordu –çünkü bu benim için çok önemliydi- ancak o şekilde Bay Fig ile yıldızımızın barışmasını sağlayabilirdim. Gerçi öğreneceğim şey tam tersinin olmasına da sebep olabilirdi ama olsun.
Düşüncelerimi bir kenara bıraktım ve büyük valizimi yatağımın üzerine koydum. Valizin kilitlerini açarak kapağın fermuarını açtım. Valizin içerisindeki kumaş sargılı kitapları çıkardım ve hüzünle baktım kumaşa. Kumaşı açtığım zaman kitaplar içimin daralmasına, ruhumu kasvet basmasına sebep oldu. Her kitap yazdığım zaman yazdıklarım gerçek oluyordu.
Neden? Neden beni böyle bir şeyle sınıyorsun Tanrım?
Beni ölümsüz kıldığın yetmediği gibi insanların hayatını da mahvetmemi neden sağlıyorsun?
Lütfen, ama lütfen… Sana yalvarıyorum. Bu sefer aynısı olmasın. Bu sefer insanların hayatını mahvetmeme izin verme. Çünkü…
Kabul etmiyor musun?! Senden nefret ediyorum! Senden nefret ediyorum! Canın cehenneme! Artık benden umudunu kes. Sana inanmıyorum!
Bu kez Tanrı’yı gerçekten reddetmiştim. Çünkü, o benim bu isteğimi kabul etmiyordu. Sanki bir iblismişim gibi insanların hayatına mal olmama sebep oluyor, aynı zamanda beni daha da mahvediyordu.
İblis, Tanrı’nın yarattığı bir yaratıktı (Cin). Kendisi Melekler’in aksine ateşten yaratılmıştı. Hz. Adem’e secde etmeyen bu varlık ile beni kıyaslamaları çok zoruma gidiyor. Ben onun yaptığı gibi Adem’e inanmamazlık yapmıyorum, gerekirse secde de ederim. Tanrı, bunları bildiği halde bana karşı neden bu kadar acımasız? Hala anlayabilmiş değilim.
Olan olduktan sonra ne gerek bu kadar düşünmeye? Artık her şey için çok geç ve Tanrı, onun emrine girmemi istese bile girmeyeceğim. Onu reddettiksen sonra geri dönüş yapabilmek kolay değildir çünkü.
Kitaplarımın üzerindeki tozu elimle silip duvara yaslı duran kitaplığa koydum kitaplarımı. İlk yazdığım kitap benim için çok önemli ve çok değerlidir. İsmi Aphrodite*’dir. Ben o Tanrı’ya sonsuz saygı duyuyorum. Benim en çok ilgimi çeken Tanrı olmasından dolayı da onunla ilgili yazdım. Ayrıca, bu kitabımı yazdıktan sonra herhangi kötü bir şey olmadı. İnsanlara zarar da gelmedi. Neden benim için çok değerli ve önemli olduğunu anlıyorsunuz değil mi?
Aphrodite, aşkın, cinsel isteklerin ve güzelliğin tanrıçasıdır. Doğal yeteneklerinin yanında, herkesin kendini arzulamasını sağlayan büyülü bir kuşağı vardır. Doğumu hakkında iki söylenti vardır. İlki onun Zeus ve Dione'un kızı olduğunu anlatır. İkincisi, Cronos hadım edildiğinde denize atılmış olan organından damlayan kanlardan doğduğunu ve kocaman bir midye içinde Kıbrıs'ta karaya çıktığından bahseder. Hephaestus'un karısıdır. Ağacı mersin, hayvanları güvercin, kuğu ve serçedir.
Diğer yazdığım beş kitap –hepsi en az 750 sayfa, oldukça çok değil mi?- beni uğursuzluğa ve iblis olarak görülmeye iten kitaplar işte.
Her ne kadar bu kitaplardan nefret etsem bile insan emeğini atmaya kıyamıyor işte. Çünkü üzerinde düşüncelerim, hayallerim, hüznüm, sevgim ve daha fazlası var.
O kitapları da kitaplığıma koyduktan sonra valizimdeki diğer eşyalarımı çıkardım. Eşyalarımı odama tamamen yerleştirdikten sonra yorgunlukla yatağa attım kendimi. Gözlerimi kapadım ve rahata erebilmek için uyumaya çalıştım.
Ceren Oktay