Bölüm II
Kutsal Şehir kuşatılmıştı. Savaş alanı, gelen son atlı birliklerle beraber neredeyse, Ölüm Tanrısı’nın ruhları kabul ettiği devasa salondan daha kalabalık oluyordu. İmparatorluk, Kutsal Şehri kendi topraklarına katıp caydırıcı güç olmaya, diğer Krallıklara gözdağı vermeye çalışıyordu. Kutsal Şehir ise hiçbir hükümdara aldırmayıp tam bir sır perdesi olarak önlerindeki ovada uzanıyordu. İnsan ırkı, açgözlülüğüne defalarca yenilmiş ama Kutsal Şehir’de ne olduğunu acı yollarla bile anlayamamıştı. Şehre girmeye çalışan kimse geri dönememişti. İmparatorluk, topraklarındaki bu potansiyel tehlikeden düşmanlarının haberdar olmaması için, ulaşılamayan bu şehre, Kutsal Şehir adını vermişti. Kıtadaki bütün Krallıklar tarafından, ele geçirilmesi en güç ve en kapalı şehir olarak biliniyordu. Hiçbir casus içeri girmeyi başaramamıştı. Sadece Kutsal Şehir’de doğanlar o şehirde yaşayabilirdi. En azından uyduralan hikayeler bu yöndeydi. Güney Krallıklarının sıkıştırmasıyla sınırları zorlanan İmparatorluk, Kutsal Şehir’in tarafsız bölgede kalmasını istemiyordu. Güney sınırına asker konuşlandırmak isteyen İmparator Goro bu tehdidi de ortadan kaldırmak istiyordu.
İmparator Goro komuta çadırından çıkıp savaş alanına geldiğinde kalabalık coşkuyla tezahürata başladı. Arkasından topraklarında saygı kazanmış generaller geliyordu. Hepsi de iri, dik duruşlu, cesur ve yere sağlam basan sadık adamlardı. Savaş alanındaki hünerleri ve taktikleri tartışılmazdı. Hiçbir asker emirlerini sorgulamaz, hepsi de düşünmeden itaat ederdi. Karşı karşıya kalan her düşman askerin tereddüt etmesi doğaldı. Orduyu bölerek ön saflara gelen İmparator Kutsal Şehri süzdü. Görünürde surlarda bir tehlike yoktu, herhangi bir savaş hazırlığı veya nöbette bekleyen askerler yoktu. Bu ihtişamlı ordunun geldiğini görmemeleri imkansızdı. Geleneklere göre savaş hazırlığı yapmamak teslim olmak anlamına geliyordu. Yüzüne gülümseme yayılan İmparator temkinliydi. En iyi ulaklarını, gözcülerini ve casuslarını bu Lanetli Şehir yüzünden kaybetmişti.
Mancınıkların kurulmasını izleyen İmparator, saldırı emrini veremeden surların dışından kendisine doğru yürüyen bir silüet olduğunu farketti. Havada kalan elini yavaşça indirdi. Silüet yaklaşırken atmosfere hakim olan gergin sessizlik, arada bir mancınık yayının çatırdamasıyla bölünüyordu. Siluet yaklaştıkça ayrıntılar ortaya çıktı. Orta yaşlarında, baştan ayağa sarılar giyinmiş, uzun boylu, yüzü ifadesiz olmasına rağmen saf çekiciliğe sahip bir kadındı gelen. İmparator şaşkınlığını zar zor gizleyerek kadının tehlike olup olmadığını tartıyordu. Generallerinde de durum pek farklı sayılmazdı. Askerler açıkça şaşırmış, büyülenmişe benziyordu. Fısıldaşmalar başlıyordu ki, Kadın son adımlarını da atıp İmparator Goro’nun karşısında durarak söze başladı.
“Bu insanları neden buraya topladın İmparator Goro?” Sesinde herhangi bir merak, endişe, tehdit veya sevecenlik yoktu. Kadın, kusursuz bir lisanla, olabilecek en duygusuz tonda, çok net konuşmuştu. Cevabı bilinen bir soru sorulmasına şaşıran İmparator Goro kendini toparlayıp karşılık verdi.
“Bu şehri ele geçirmek istiyoruz-”“Nylizar”“Kutsal Şehir bizim olmalı Leydi Nylizar, bu insanlara bu yüzden ihtiyacım var.”
“Kutsal Şehir’e neden ihtiyacın var İmparator?”Kadının lafı dolandırmadan ve soru sorarak konuşmasından önemli biri olduğu belliydi. Çoğu kişi, İmparator olmasının yanı sıra halkını adilce yönetişinden, topraklarını durmadan genişletmesinden ve düşmanlarına korku salmasından dolayı Goro’ya saygı duyardı ya da duymak zorundaydı. Kadın saygısızlık yapmamıştı ancak fazla rahattı. Kendini aniden önemsiz hisseden İmparator kadına saygı duymaya başladı. Gelecekteki Krallık Savaşları tehdidini düşünen İmparator uygun bir cevap arıyordu ki Nylizar söze başladı.
“Krallık Savaşlarında tarafsız kalacağıma söz veriyorum Goro, Kutsal Şehir adamlarına ölümden başka hiçbir şey getirmeyecek.”Tehdit ederken bile sesine duygu yüklememeyi başararak hayranlık uyandırıyordu.
Bu tehdit karşısında sinirlenen İmparator karar vermeden önce Nylizar’ın sözlerini tarttı. Kutsal Şehir tarafsız kalırsa düşmanlarına da zarar vermeyecekti. Düşmanlarına zarar gelmemesi demek dümdüz ovadan ilerleyen Krallık askerlerinin İmparatorluğun yüreğine kadar hiçbir tehditle karşılaşmadan gelmesi demekti. Eğer Krallıklar anlaşmaya varıp beraber saldırırlarsa düz ovada savunma yapmak zorunda kalan İmparatorluk yenilgiye uğrardı. Kutsal Şehir’in stratejik konumu ölümcüldü. Cevabını kafasında netleştiren Goro söze başlayacakken etrafın çok sessiz olduğunu farketti. Sanki rüzgar esmeyi bırakmış, yeşil yıldız yeryüzüne yolladığı ışınlarını göndermekten vazgeçmişti. Goro ürperdi, ensesinde bir kaşıntı hissetti, içgüdüsel olarak etrafına baktı. Generalleri, askerleri kımıldamıyor, mancınıkların yayı bile homurdanmıyordu. Kalp atışları mağarada atıyormuşçasına tüm vücudunda yankılanıyor, alıp verdiği nefesler kulaklarına çınlama katıyordu. Sanki birisi-
“Evet zamanı durdurdum Goro. Sadece sana söylemek istediklerim var. Önümdeki tehditi ortadan kaldırmam benim için anlık bir şey bile değil, zira gördüğün gibi zamanın artık bir önemi yok. Ancak bu benim doğama uygun değil.” Önündeki orduyu göstererek hafifçe gülümsedi, ancak yüzünde böbürlenme yada eğlenme belirtisi yoktu.
İmparator hayatı boyunca ilk defa korkuyu tattı. Bir çok tehditten ve suikast girişiminden sağ çıkan Goro’nun korkusu ölüm değildi. Kendisinden daha kudretli birisinin karşısında durduğu ve tüm İmparatorluğu, geleceklerini tehdit ettiği gerçeğiydi korkunun temeli. İmparatorluğun büyücüleri vardı, ancak hiçbirisinin bu kadar büyük bir orduyu, gezegeni hatta gezegeni aydınlatan yıldızı durdurmaya gücü yetmezdi. Karşısındaki Nylizar denen kadın bir tür Tanrıça olmalıydı.
“Hayır Tanrıça değilim İmparator. Tanrılar dediklerinizin de sınırları vardır, tıpkı senin de sınırın olduğu gibi.”Goro soru sormak istiyor ancak ağzını açamadan Kadın sorunun cevabını veriyordu. İmparator konuşmaya kalksa sesinin çıkıp çıkmayacağından bile emin değildi artık. Emin olduğu tek bir şey vardı. Karşısındaki yüce güç Tanrıları bile küçümsemiş ve bunu doğal bir şeymiş gibi yapmıştı. Aklına takılan bir şey vardı. Eğer dediği kadar güç sahibiyse neden İmparatorluk savaşı ile uğraşıyordu. Peki ya Kutsal Şehir de neydi?
Nylizar Kutsal Şehir ve kendisi hakkında konuşmaya başladı ancak ağzı oynamıyordu. Goro beyninin her hücresine tek tek işlenen sözleri aklında tutmaya çalışıyor ancak anladığı şeyleri hafızasından kayıp giderken tutamıyordu. Nylizar konuştukça gözünün önüne görüntüler geliyor ve bir an sonra kayboluyordu. Her şey bir an için anlamlıyken takip eden anda anlamsızlaşıyordu. Nylizar konuşmayı bitirdiğinde Goro dinlerkenki şaşkınlık ifadesini yüzünden atmış, İmparator havasına bürünerek ciddi duruşunu geri kazanmıştı. Az önce merak ettiği şeyi hatırlamaya çalıştı ama aklına
“Kutsal Şehir nedir?” sorusundan başka bir şey gelmedi.
“Zamanla her şeyi hatırlayacaksın İmparator. Savaşı durdurmayacağım, ancak devam edersen ağır kayıplar verecek ve İmparatorluğunu zayıf duruma düşüreceksin. Kendi yolunu kendin çiz kaderini değiştirmeyeceğim.”Aniden sert esen rüzgar Goro’nun yüzüne çarparken zihninde son sözcükler yankılandı.
“Söylediklerimi unut!”
“İmparatoru tehdit etmeye nasıl cüret edersin Kadın !” İmparator’un sağ kolu General Orrin öfkeyle araya girdi. Kılıcını kınından çıkardı ve kadının boynuna uzatarak bağırdı.
“Diz çök!”Nylizar emire aldırmadan İmparator’a bakarak konuşmaya devam etti.
“İmparator, adamlarını buradan uzaklaştır, bilmediğin dengelerle oynuyorsun. Kutsal Şehir bağımsızdır, kimseye itaat etmez, kimseye hükmetmez, bu topraklarda işin yok.” Duydukları İmparator Goro’ya bir anlam ifade etmemişti. Tehdit edilmenin öfkesiyle arkasını döndü elini bir kez daha havaya kaldırdı. Parmaklarıyla havayı yararken hışımla haykırdı.
“Mancınık”Serbest kalan bin beş yüz İmparatorluk mancınığı, aniden “yeşil yıldız”ın ışığını keserek gökyüzünü kararttı. Geçici karartıda İmparator’un yüzündeki acımasızlık ancak, masallarda anlatılan en korkunç canavarlarınkiyle kıyaslanabilirdi. Sarılar içindeki kadın ifadesiz bir yüzle İmparator’a bakarak konuşmaya başladı.
“Umarım mesafeyi iyi ayarlamışsındır İmparator, zira Kutsal Şehir’de hava akımı çok hızlıdır.” Yakınındaki herkes Kadının İmparatorlarına yaptığı saygısızlıktan çok ne demek istediğiyle ilgileniyordu. Tam daire şeklinde kuşatılan Kutsal Şehir küçük bir krallık boyutundaydı. Devasa surlar şehrin içinin gözükmesini engelliyordu. Mancınıklar tümseklerin gerisine konuşlandırılarak açılı konuma getirilmiş, kısa mesafeden çok yükseğe atış yapacak şekilde kusursuzca ayarlanmıştı. İmparator Goro, gökyüzündeki karaltının hızla uzaklaştığını, dev surların boyunu aştığını memnuniyetle izledi. Fakat taşlar içeri doğru değil de dosdoğru üzerlerine geliyor gibi gözüküyordu. İmparator yanındaki adamlarına geri çekilmesini emrederek, karşı taraftakilerinde aynısını yapmasını umuyordu. Lakin İmparatorluk onuru çok katıydı. Doğrudan veya dolaylı olarak en üst komuta zincirinden emir almadan geri çekilen bir adam korkak ve onursuz sayılır, köpekten farksız muamele görürdü. Zira beklenen oldu ve adamlar geri çekilmek yerine çaresizce emir gelmesini beklediler.
Nylizar gözlerindeki buğulu hüznü uzaklaştırırken, savaşın başlamadan bitişini çaresizce izledi. Binlerce ruh yukarı doğru süzülürken kulaklarına Zydar’ın kötücül kahkahası geldi. Ellerini çırparak savaş alanından kayboldu.