“Korkuyorum, sarıl bana.” demişti sevgilisi. İnce battaniyeyi çekiştire çekiştire hem kendisini, hem de korkmuş sevgilisini örtüp belinden sarılmıştı partnerinin sıcak bedenine.
“Tamam, buradayım.”
Saat tahminen 12:30 civarlarındaydı. Elektrikler kesileli yarım saat kadar olmuştu, ev zifiri karanlıktı. Kız arkadaşının o yaşta hala karanlıktan korkuyor olmasını kabul edemeyip, herhangi bir ışık sağlamayı reddetmişti.
“Ne olur, bir mum yak. Uyuyamıyorum.” diyerek adeta kendisine yalvaran sevgilisinin bu isteğini dikkate almamıştı.
“Ben buradayım bak, sana sarılacağım. Ben varken sana ne olabilir ki?” dedikten sonra daha da sıkı sarılmıştı.
Gözlerini açtı. Uyuyakalmıştı, ne kadar süredir uyuyor olduğuna dair en ufak bir fikri yoktu. Elektrikler hala kesikti. Kız arkadaşı hala belini saran kollarına sıkıca yapışmış, korkudan yorganın altında adeta ufak bir topa dönüşmüştü.
“Bebeğim, uyuyor musun?” diye sordu. Kendisini suçlu hissediyordu.
“Hayır.” Anlamında başını salladı kız, sorduğu başka hiçbir soruya da cevap vermedi, belli ki kızmıştı ona.
Yatağın başucundaki mumu yakmak için bir kibrit alevlendirdi. Küçük kükürt topundan çıkan kısa süreli ateş patlamasının aydınlığında yatağının hemen karşısındaki koltukta oturan silüeti gördü.
Yatakta iyice büzüşmüş kız arkadaşı kolunu iyice sıkmaya başlamıştı, tuttuğu nokta yavaş yavaş uyuşuyordu. Demek bu yüzden konuşamıyordu; sinirinden çok, korkusundan.
Mumu dahi yakmadan, bir kibrit daha çaktı. Silüetin sahibi, başını öne doğru eğmiş, sağ kolu koparılmış, vücudundaki sayısız kesikten yavaşça kan damlatan cansız bir bedendi.
Sevgilisinin cansız bedeniydi.
Kolunu kavramış olan elin tırnakları tenine batmaya başlamıştı. Battaniye yavaşça yükseliyordu.