Bu bölümden sonra hikaye bir yavaş yazılma olayına giriyor onu söyleyeyim. Sınavlarım olduğu için çok fazla ilgilenebileceğimi sanmıyorum ama tabi ki hiç belli olmaz. Yine de bir sonraki bölüm için sabırlı olmanızı umut ediyorum. Çünkü bu gerçekten de sezon arası tatil gibi olabilir.
Bölümün geneline bakarsak; yine birçok şeyi açıklamaya çalıştığım bir bölüm oldu. Tabi yine gizemi korudum ama bazı konularda da artık kafanızda net bir fikir oluşması için elimden geleni yaptım. Okuyup yorumlayanlara şimdiden teşekkürler. Bölümün uzun görünmesine bakmayın. Aşağı yukarı diğer bölümlerle aynı uzunlukta fakat her paragraftan sonra boşluk olduğu için uzun görünüyor. Elerki'nin eleştirisi üzerine bulmaya çalıştığım bir çözüm oldu umarım gözünüzün yorulma olayına bir çözüm olmuştur. İyi okumalar =)
~Geradon Yazıtları~
Önceki Bölümlerde
Gökçe'nin Kerem'den önceki aşık olduğu kişi olan Oğuz şehre geri dönmüştür ve Gökçe'nin ziyaretine gelir. Bir süre sohbet ettikten sonra Oğuz birdenbire titremeye başlar. Gözlerinin beyazı kaybolur. Kendine ait gibi durmayan kalın bir sesle; 'Ona inanma, Gökçe. Gerçek değil.' der ve bayılır.
Kerem'in annesi Pelin Hanım her akşam oğlunun mezarını ziyaret etmektedir. Acısını azaltmanın hiçbir yolunu bulamamıştır. Yine mezarlığa geldiği o akşam birdenbire onu görür: oğlunu.
Anıl Kerem'den aldığı çağrıdan sonra Alanya'ya dönmek için anneannesini ikna eder. Birlikte yaptıkları yolculukta geçmişe dair bazı şeyler öğrenir. Gizem ise Anıl'ın bulmak için Marmaris'e gitmek isterken onun şehre geri döneceğini duyar.
11 yıl önce, Ayla torununu parkta oynaması için dışarı çıkarmışken Ekrem onları bulur ve Ayla'ya peşinde olduğu şeyi bırakmazsa onu öldüreceğini söyler.
Ve şimdi yeni bölüm;
Bölüm 7: Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak
Haziran 2009
“Buna inanamıyorum. Gerçekten sensin.” dedi Pelin Hanım yanında oturan oğluna bakarken. Bir yandan yola dikkat etmeye çalışırken bir yandan da kanlı canlı geri dönen oğluna bakmaya çalışıyordu. Sanki gözlerini ondan bir an bile ayırsa ortadan yok olacak gibi geliyordu.
“Evet anne, benim.” dedi Kerem gülümseyerek. “Ama beni gördüğünü diğer herkesten saklamak zorundasın.”
Kadın ona çok ayıp bir şey söylemiş gibi baktı.
“Neden bahsediyorsun sen? Geri döndüğünü herkes bilmeli. Herkes senin üzüntünü yaşıyor hala. Tıpkı beni mutlu ettiğin gibi onları da etmelisin.” dedi itiraz kabul etmeyen bir ifadeyle. Fakat anlaşılan Kerem onun bu ses tonunu pek umursamamıştı.
“Herkes için geri dönmedim anne. Senin için döndüm. Üzgünüm ama beni sadece sen görebilirsin.” diye cevap verdi. Pelin Hanım bunu duyar duymaz arabayı yolun kenarına çekti. Birkaç derin nefes aldı.
“Sen gerçek değilsin değil mi?” diye sordu hüzünle. Bu da kafasının kendisine oynadığı psikolojik oyunlardan biriydi. Kerem'in geri döndüğü falan yoktu. O kazadan kurtulmuş olması imkansızdı. Hem bu sadece 'ona' görünür olma olayı da bunun kanıtıydı.
“Tabi ki gerçeğim. Sadece bu senin alışık olduğun bir gerçeklik değil.” dedi Kerem bilge bir ifadeyle. Annesi yeniden ona baktı. Ardından gözlerini kapatıp açtı. Kerem hala oturduğu yerdeydi. Bir yere kaybolmamıştı. Onu hayal ediyor olmalıydı. Psikolojisi gerçekten bu hale mi gelmişti? Peki ya hepsi gerçekse?
“Anlayamıyorum.” dedi pes ettiğini gösterircesine. Oğlu gülümsedi. Bu gülümsemede Pelin Hanım'a tanıdık gelmeyen bir şeyler vardı ama ne olduğunu anlayamadı.
“Bak, senin kafanda kurduğun bir hayal falan değilim anne. Buna emin olabilirsin” dedi güven verircesine. Kadın ona inanmak istiyordu. Fakat onu ilk gördüğünde yaşadığı sevincin getirdiği inanç dalga dalga ondan uzaklaşıyordu. Onun haklı olduğunu gösterecek şeylere ihtiyacı vardı.
“Bunu sana kanıtlayabilirim.” dedi Kerem onun düşüncelerini okumuş gibi.
“Nasıl?”
“Hani babamın sana ilk evlilik yıldönümünüzde aldığı o mermer heykelciği hatırlıyor musun? Keman çalan zarif bir bayan. Dünyada en çok değer verdiğin şeylerden biriydi. Bana nedenini de söylemiştin hani; babamın siz evlendikten sonra bir görev olduğu için değil de seni mutlu edeceğini bildiği için aldığı ilk ve tek şeydi. Öyle değil mi?”
Pelin Hanım başını salladı. Fakat bütün bunları hala kendi uyduruyor olabilirdi. Kerem de buna karar vermiş olacak ki devam etti:
“İlla söyleteceksin sanırım. Birkaç ay önce ortadan kayboldu ya. Çok üzülmüştün. İşte o heykelciği ben kırdım. O sırada telefonda Gökçe'yle kavga ediyordum. O sinirle ne yaptığımı bilmiyorum. Birden fırlatmışım. Tuzla buz oldu. Evde kimse yoktu. Ben de topladım ve çöpe attım. Ne kadar çok sevdiğini bildiğim için de sana söyleyemedim. Üzgünüm. Gökçe'ye sorabilirsin. O benim kırdığımı biliyor.”
Kadın birden gülmeye başladı. Kendini her şeye yabancı hissetmişti. Bulundukları diyalog ona garip gelmişti. O an dünyadaki her şey garipti. Gülme hissini engelleyemiyordu. Siniri iyice bozulmuştu. Ama oğluna inandı. İnanmak istedi belki de. İkisinin arasında çok fazla bir fark yoktu. Ona yeniden baktığında gözleri sevgi doluydu.
O sırada kaldırımdan yürüyen insanların gözü sürekli arabaya takılıyordu. Onlara göre bir kadın sağına bakıp havayla konuşuyordu ve anlamsızca gülüyordu. Adamın biri çocuğunun böyle deli birini daha fazla görmemesi için çocuğunu çekiştirerek oradan uzaklaştırdı.
“Peki niye sadece bana görünüyorsun?” diye sordu kadın aklındaki son soru işaretini de ortadan kaldırmak için.
“Geri döndüm anne ama canlı olarak değil. Bunu sana söylemek bana ne kadar acı verse de ölü olduğum doğru. Sadece bunu tek başına yaşamanı istemediğim için geri döndüm. Seni hep ziyaret edeceğim. Yanında olacağım. Neden öldüğümü bütün ayrıntılarıyla öğrenmeni sağlayacağım ki suçluları bulup intikamımı al.” dedi Kerem. Konuşmanın sonuna doğru öfkelenmişti.
“Gemide olanlar, bir kazaydı.” diye cevap verdi Pelin Hanım aslında kendi kendine ikna etmeye çalışarak.
“Ah, inan bana değildi.” dedi Kerem. “Benim için yapmanı istediğim bir şey var anne. Gerçekleri öğrenip ruhumu huzura kavuşturmalısın. Ancak bu şekilde rahata ererim.”
Kadın derin bir nefes aldı. Yaşadığı şeyin gerçek dışılığına mı endişelensin yoksa oğlunun aslında bir cinayete kurban gittiğine mi üzülsün anlamamıştı. Kafası patlayacak gibi oldu. Son bir saatte yaşadığı şeyler ona fazla gelmişti. Ama yine de güçlü olmak zorundaydı. Oğlunun ondan bir isteği vardı. Bunun onun için yapmalıydı.
“Nereden başlayacağım?” diye sordu kararlı bir ifadeyle. Kerem yeniden gülümsedi. Annesi onun istediğini yapacağıı için gerçekten sevinmişti.
“Önce kâhinin soyundan geleni bulmalısın.” dedi annesinin bu cümleden hiçbir şey anlamayacağını bilerek.
XXX
“Oğuz! Kendine gel! OĞUZ!” diye bağırdı Gökçe. Onun yanına eğilmiş sarsıyordu. Fakat çocuk uyanmıyordu. Korkuyla nabzına baktı. En azından hala yaşıyordu. Birdenbire bir hastanede olduğunu hatırlayarak koridora koştu. Etrafına bakıp:
“Bir yardım etsin! Arkadaşım bayıldı!” dedi kimin onu duyacağını umursamadan. Birileri yardıma gelmeliydi işte. Her kim olursa olsun. Birkaç hemşire onun yanına doğru koştu. Gökçe onlara eliyle işaret ederek içeri girdi. Fakat Oğuz çoktan ayağa kalkmıştı. Başını ovuyordu.
“Ne oldu?” diye sordu şaşkınlıkla. Gökçe koşup ona sarıldı ve:
“Bilmiyorum. Bayıldın. Şimdi iyi misin?” dedi. Bir an onu da kaybettiği düşüncesi bütün bedenini sarmıştı. Kalbi hala hızla çarpıyordu.
“Düşüşü sert miydi?” diye sordu sarışın olan hemşire Gökçe'ye bakarak. Gökçe onaylar biçimde başını salladı.
“Her şeyden emin olmak için bir doktorla görüşseniz iyi olur. Bir bayılma çok önemli olabilir.” dedi diğer hemşire.
“Teşekkürler ama şu an iyiyim. Yarın gelip birkaç test yaptırırım.” dedi Oğuz kesin bir ifadeyle. Hemşirelerin ikisi de gözlerini devirdi ama cevap vermediler ve kendilerinden istenildiği gibi odadan çıktılar.
“Dediğin şeyi hatırlıyor musun?” diye sordu Gökçe onlar odadan çıkar çıkmaz. Onun iyi olduğunu öğrendikten sonra konu diğer merak ettiği şeye gelmişti elbette. Çocuk ona hiçbir şey anlamıyormuş gibi baktı.
“Hiçbir şey hatırlamıyorum. En son hatırladığım senin yanından koltuğa oturmak için kalktığım. Sonra yerde uyandım.” diye açıkladı ona elinden geldiği kadar yardımcı olmaya çalışarak. Fakat bu cevap Gökçe'yi hiç tatmin etmemişti.
“Bana dedin ki: 'Ona inanma. Gerçek değil.' Bu sana bir anlam ifade ediyor mu?” diye sordu Gökçe umutla. Belki de bunun gördüğü rüyalarla bir ilgisi vardı. Hayatı son bir yılda zaten normallikten olağanüstülüğe doğru keskin bir geçiş yapmıştı. Bu yüzden olan garipliklere şaşırma özelliğini giderek kaybediyordu. Oğuz onun umudunu boşa çıkararak başını iki yana salladı. Sonra birden başını tuttu.
“Of. Başım... İnanılmaz derecede ağrıyor.” dedi.
“Belki de gerçekten bir doktoru görmelisin.” diye cevap verdi Gökçe endişeyle. Oğuz'un söylediği şeyi anlamlandırması sağlığından daha önemli değildi. Bu neden o konuda daha fazla bir şey sormadı.
“Hayır. Bu düşmeden kaynaklanan bir şey değil. Son zamanlarda bu tarz baş ağrıları çekiyorum. En iyisi eve gidip dinlenmem.” dedi Oğuz.
“Emin misin? Baş ağrıları... Bu bayılma falan... Birkaç test yaptırsan iyi olabilir.” dedi Gökçe kötü ihtimalleri düşünmemeye çalışarak.
“Pekala, pekala. Korkutma beni. Hemşirelere söylediğim şeyi gerçekten yaptıracaksın değil mi? Yarın gelip doktorla görüşeceğim. Söz veriyorum.” diye cevap verdi Oğuz teslim olduğunu belli ederek. Kız rahatlamıştı.
“Ben gideyim o zaman.” dedi Oğuz yeniden bir süre ikisi de konuşmayınca. Sonra da ona sarılıp:
“Görüşürüz. Yarın uğrarım yine.” dedi.
“Tamam, bekleyeceğim. Görüşürüz.” diye cevap verdi Gökçe. Oğuz yavaş adımlarla kapıyadoğru ilerdi. Tam çıkmak üzereyken Gökçe:
“Oğuz!” diyerek onu durdurdu. Çocuk arkasını döndü ve ona baktı. “Gerçekten geleceksin değil mi?” diye sordu kız çaresizlikle. Bu sıralar onun dostluğuna çok ihtiyacı vardı. Oğuz:
“Ben buralarda olacağım, Gökçe. Bundan sonra her zaman.” dedi göz kırparak. Sonra da el sallayıp odadan çıktı.
Kapının kapanma sesini duyar duymaz yalnızlığın karabasan gibi üzerine çöktüğünü hissetti. Oda birden karanlıklaşmıştı sanki. Gerçekten yalnız kalmamalıydı. Ama uyumaya da korkuyordu. Yeniden rüya görmek istemiyordu. Kerem'i görmek onu eskisi kadar mutlu etmiyordu. Çünkü kendini sürekli suçlu hissediyordu. Onu görünce kalbinde oluşması gereken mutluluk yerini acıya bırakmaya başlamıştı.
Kerem'in kendisinden istediği şeyi düşündü. Anıl ve Gizem'i bulup onları bu işten vazgeçirmek zorundaydı. Yoksa asla Kerem'e karşı olan suçluluk duygusunu içinden atamayacaktı. Gizem'in Anıl ile birlikte Alanya'ya geri döneceğini umuyordu. Kızın kendisine olan öfkesi geçince mutlaka ziyarete geleceklerdi. Sonuçta Ayla Teyze ve Kenan Amca bu işin yürümesini hala istiyorlardı. Bu da Gökçe olmadan olmazdı. O doğanın koruyucusuydu.
Yazıtları ilk gördüklerinde dördününde bazı özel güçlere sahip olduğu anlatılmıştı. Dünyada diğer insanların yapamadığı bazı şeyler onlar yapabilirdi. Tabi bu Ayla Teyze'nin iddiasıydı. Kadın bütün bunları söylerken tek kanıtı onlara gösterdiği üzerinde garip harfler bulunan taştan yazıtlardı. Onu da elindeki bir rehberle Türkçe'ye kendi çeviriyordu. Allah biliyor ya, bütün o şeylere inanmak Gökçe'ye ilk başta çok zor gelmişti. Fakat Kerem onlara öyle güvenmişti ki Gökçe'nin başka çaresi yok gibiydi.
Tılsımları aldıklarında sahip olduklara güçlerden ayrı olarak da bazı özellikler kazandıklarını öğrenmişlerdi. Her biri dünyada en önemli dört şeyin koruyucusuydu. Gökçe doğayı korumakla görevlendirilmişti. Anıl gökyüzünün, Gizem aşkın ve Kerem ise zamanın koruyucusu olmuştu. Korudukları şeyleri kontrol etme güçleri de vardı. Yani en azından söylenen buydu.
Aradan geçen bir yılda güçlerini kullanma konusunda çok fazla ilerleme kaydedemişlerdi. Bırakın tılsımları kullanmayı en basit şeyleri bile yaparken zorlanıyorlardı. Ayla ve Kenan'ın onları eğitme çabası da çoğu zaman içler acısı bir hal alıyordu. Çünkü bu yaşlı ikili de güçler konusunda onlardan daha fazla bir şey bilmiyorlardı. Durum biraz içgüdüsel ilerliyordu. Her şey inançtan ibaretti bir yerde. İnanmayı seçerseniz bütün bu olanlar mantıklı hale geliyordu ama ya Kerem'in söyledikleri. Bu iş gerçekten de tehlikeli olabilir miydi? Yoksa o rüyalar sadece hissettiği suçluluğun bilinaçltından çekip aldığı cezalar mıydı? Oğuz gelmeden önce o kadar kararlıydı ki! Anıl'ı ve Gizem'i bu işten tamamen vazgeçirecekti ama şimdi o gelip 'Ona inanma.' demişti. Gökçe emin olamayacağını bilse de Oğuz'un Kerem'den bahsettiğini düşünmeden edemiyordu. Neredeyse emindi.
Saate baktı. Düşünürken zamanın ne kadar çabuk geçtiğini anlamamıştı. Kerem'in hayatında olmadığı bir gün daha sinsice sona eriyordu. O acı verici takvime bir gün daha bekleniyordu. Bir zamanlar Kerem olmadan yaşayamayacağını düşünürdü. Nefes bile alamazmış gibi geliyordu. Acı acı gülümsedi. İnsan her şeye alışıyordu. Bu yaşama içgüdüsünün doğal bir sonucuydu.
Bütün bu olanları; gördüğü rüyaları, Oğuz'un söylediklerini konuşacak birini bulmalıydı. Ona cevaplar verecek birileri olmalıydı. Kenan Amca'nın onlara ara sıra bahsettiği kehanetleri hatırladı. Hiçbir zaman okumalarına izin olmamıştı. Konu ne zaman açılsa adam başka şeylerden bahsetmeye başlıyordu. Belki de cevaplar kehanetlerdeydi. Ya da belki de her şeyden önce artık yattığı şu yataktan kurtulup hayata geri dönmenin zamanı gelmişti!
XXX
Ayla Hanım'ın arabası saat gece yarısını biraz geçerken Alanya merkezine ulaşmıştı. İkisinin de daha sonraki hayatlarında hatırlayacaklarına emin oldukları konuşmaları yapmalarına on dakika kadar bir süre kalmıştı. Anıl heyecanlanmamaya çalışıyordu. Etrafına bakıp gece karanlığında gördüğü tanıdık yerlerin ona hatırlattığı anıların acısına odaklanarak heyecanını unutmaya çalıştı.
Şehir merkezindeki Atatürk Heykeli'nin önünden geçiyorlardı. Anıl için Alanya'daki en önemli yer orasıydı. Gizem'e olan duygularını ilk o zaman açmıştı. Tılsımları aldıktan birkaç hafta kadar sonraydı. Yeni hayatlarına alışmaya çalışırken Anıl yeni girdiği bu arkadaş grubunda hızla kendine önemli bir yer edinmişti.
Tabi ki her zaman onların yanında olmadığı için bazen dışarıda kaldığı oluyordu ama sabretme konusundaki büyük başarısıyla bu dışlanmayı hiçbir zaman sorun etmedi. Eninde sonunda düzeleceğini biliyordu. Düzelmişti de. Onların hayatına tamamen girmişti. Keşke girmeseydi. Keşke Alanya'ya hiç gelmeseydi. Bunu Gizem'i sevmediği için değil ona zarar verdiği için istiyordu. Eğer Kerem'in tılsımı kendisinde olsaydı ne yapar eder onu kullanmayı öğrenir ve her şeyin başlamasından önceki bir zamana dönerdi ve kendisine anneannesinin peşinden gitmenin hiç de iyi bir fikir olmadığı bir şekilde anlatırdı. Böylece Kerem hala iyi durumda olurdu. Onun yaşayıp yaşamadığına dair birazcık daha bilgi alabilmek için bir kolyeye bakıyor olmazdı.
Ne yazık ki, o ne zamanın koruyucusuydu ne de zaman tılsımının yerini biliyordu. Tılsımla ilgili tek bildikleri şey Kerem'in o gece onu yanına almayı unuttuğuydu. Hala evde bir yerde olmalıydı ama olanlardan sonra kimse gidip tılsımı aramaya cesaret edememişti. Zaten Kerem gittikten sonra onu kullanabilecek kimse de kalmamıştı. Tılsımlar kişiye özeldi. Koruyuculardan biri öldüğünde ya da görevi bıraktığında onun yerini dünyadaki başka kimse dolduramazdı. Geri dönüşü yoktu.
Her şey hepsi için ne kadar da heyecan dolu başlamıştı. Adım attıkları olağanüstü dünyada, insanların hayatlarının onların elinde olduğunu bilmek egoist bir biçimde harikaydı. Sokaktaki yürüyeşleri bile değişmişti. Diğer insanları kurtartılmaları gereken aciz yaratıklar olarak görme kibirine kapılmışlardı. Onlar kurtarıcılardı. Ne zaman kurtartılması gerekenlerden birileri haline gelmişlerdi? Her şey bu noktaya nasıl ulaşmıştı?
Arabanın, çakıl taşlarını ezerken çıkardığı ses onu bir rüyadan uyandırırmış gibi düşüncelerinden çekip aldı. Her şeyin kötü olduğu o zamana geri dönmüştü. Anneannesi, Gizem'in de Kenan Amca'nın yanında olduğunu söylemişti. Ona ne diyeceğini bilmiyordu. Şu an yüzüne tükürülse hak etmiyorum diyemezdi. Geri dönmek birdenbire kötü bir fikir gibi görünmeye başlamıştı. Belki de Kerem'i tek başına bulmaya çalışmalıydı.
“Hadi gidelim.” dedi anneannesi onun isteğinin aksine. Herhalde o kendini toparlamıştı. Anıl da oraya kadar geldikten sonra kararından vazgeçmedi. Zaten anneannesini kolundan tutup Alanya'ya kadar getiren kendisi değil miydi? Bu saatten sonra vazgeçtiğini söylemek artık iyice çocukluk olurdu. Arabadan indi.
Anneannesi birdenbire ışık hızıyla hareket ediyormuş gibi göründü gözüne. Sanki insanın sadece gençliğinde sahip olabileceği bir enerjiyle koşuyordu. Ya da belki kendisi olması gerekenden çok daha yavaştı. Adımlarını hızlandırdı. Yapılacak bir şey yoktu.
XXX
Birdenbire ve tamamen uyandı. Daha beyni ne olduğunu anlayamadan vücudu hareket etti ve uzanıp saate baktı. Gece yarısını geçiyordu. Eğer Anıl ve Ayla Teyze gelmiş olsaydı dedesinin onu mutlaka uyandıracağını biliyordu. Gözlerini ovuşturup ayağa kalktı. Pencereye doğru ilerledi ve denizi izlemeye başladı. Dedesinin evinin en güzel özelliği buydu. Bir tarafından deniz diğer tarafından dağlar izlenebiliyordu. Birdenbire sokaktaki arabayı fark etti ve kalbi hızla çarpmaya başladı. Bu Ayla Teyze'nin arabasıydı. Plakasını göremiyordu ama tesadüf olamayacak kadar farklı bir zamandı.
Nitekim araba binanın bahçesine girdi ve çakıl taşlarını ezdi. Gerçekten gelmişlerdi. Bir süre kimse inmeyince morali bozuldu. Belki de geri döneceklerdi. Tam bunu düşünürken arabanın kapıları açıldı ve beklenen misafirler arabadan indi. Gizem onun yeniden görmenin yaşadığı şoku ve ona hatırlattığı aşkı bastırmaya çalıştı. Onunla göz göze geldiği ilk an yüzündeki tek ifadenin öfke olmasını istiyordu.
Yavaş adımlarla içeri doğru ilerledi ve dedesinin koltukta uyuyakaldığını gördü. Anlaşılan o da beklerken yorulmuştu. Hatırı sayılır biçimde azalmış viskiyi fark edince daha da üzüldü. Misafirlerin binada olduğunu bildiği için adımlarını hızlandırdı ve dedesini sarstı. Adam onun daha ilk dokunuşuyla uyandı. Sanki sadece gözlerini dinlendiriyordu.
“Geldiler mi?” diye sordu etrafına bakarak. Bir yandan gözlerini kırpıştırıyordu.
“Hayır ama gelmek üzereler. Pencereden binaya girdiklerini gördüm.” diye açıkladı Gizem. Sesi sakin çıktığı için rahatladı. Böylece Anıl'a onu umursamadığını gösterebilecekti.
Kenan ayağa kalkıp üstünü başını düzeltirken zil çaldı. Kenan torununa baktı. Gizem ona güven verici bir şekilde gülümseyerek hazır olduğunu göstermeye çalıştı. Adam buna inanmış olacak ki kapıya doğru ilerledi.
Kapıyı açtıklarında ilk tepki Ayla'dan geldi. Gözünden akan birkaç damla yaşa hakim olamadan Kenan'a sarıldı.
“Sanki seni yıllardır görmüyorum.” dedi burnunu çekerek. Kenan'ın ona duyduğu kızgınlık her zamanki gibi geride kalmıştı. Fakat aynı şey Gizem için geçerli değildi.
“Merhaba Gizem!” dedi Anıl ona doğru bir adım atarak. Fakat neredeyse onunla aynı anda Gizem de bir adım geri çekildi.
“Merhaba!” diye cevap verdiği sesine kazandırabileceği en soğuk tonla. Ona olan bütün duyguları nefrete dönüşmüştü sanki. Anıl bir an onun tılsımını kullanmayı öğrenip aşkını içinden söküp attığını düşündü. Hoş kendisinin yaptığı şey de, tılsımın yapacağı işi pekala görmüş olabilirdi. Ne olursa olsun bu işin Anıl'ın düşündüğünden çok daha zor olacağı kesindi.
Ayla Gizem'e, Kenan da Anıl'a sarıldıktan sonra, Kenan onları salona davet etti. Havadaki gerginliği bozmak için hemen konuyu açtı.
“Bizimle konuşacağınız önemli şey neydi?” diye sordu hepsi birlikte koltuğa otururlarken. Onun bu çabasını Ayla sadece kadınlara özgü bir yanlış anlama yeteneğiyle kendisini merak etmediğine yordu. Tek istediği konunun bir an önce konuşulup bitmesi olmalıydı. Onun istediğini düşündüğü şeyi yerine getirmek için konuya girdi:
“Bu Anıl'ın anlatması gereken bir şey. Ama gerçekten önemli. Her şeyi değiştirecek.” dedi Ayla elinde olmadan gülümseyerek. Kerem'in geri dönme fikrinden duyduğu heyecan onun da yüzüne yansımıştı. Kenan ve -istemeyerek de olsa- Gizem, Anıl'a döndü ve bir açıklama beklemeye başladı. Çocuk hafifçe öksürdü ve konuşmaya başladı:
“Buraya doğru yola çıkmadan hemen önce tılsımımından bir yardım çağırısı aldım. Ses inanması güç olsa da Kerem'e aitti.” Söylediği şeyi karşısındakilerin hazmedebilmesi için bir süre durakladı. Kenan ve Gizem tahmin ettiği gibi çok şaşkınlardı.
“S-se-sen ci-ciddi misin?” diye sordu Gizem kekeleyerek. Sesine katmaya çalıştığı soğukluktan eser kalmamıştı. Şimdi pür dikkat Anıl'a bakıyordu.
“Evet. Bana yardıma ihtiyacı olduğunu söyledi. Nerede olduğunu bilmiyormuş ama en azından hayatta. Onu bulacağız.” dedi Anıl gururla. Kerem'e yeniden kavuşma ihtimalinin üzerine bir de bir aydır hissettiği suçluluğu yok etme şansı eklendiği için kendini yeniden rahat hissetmeye başlamıştı. Tabi bu rahatlık sadece Gizem'le göz göze gelene kadar sürdü.
“Bunun bir tuzak olmadığına emin misin?” diye sordu Kenan. Herkes olayın heyecanını yaşarken o hep mantık çerçevesinden bakardı ve her ihtimali düşünürdü.
“Onun sesi olduğuna eminim.” diye cevapladı Anıl dürüstçe. “Ama bu bir tuzak olsa bile bu riske girmeyecek miyiz? Onu bulmak için her şeyi yapmayacak mıyız?”
“Elbette yapacağız.” dedi Kenan onun gereksiz endişesini yok ederek.
“Gökçe'yi bulmamız gerek. Bunu öğrenmek isteyecektir.” dedi Ayla Hanım. Kenan da başını salladı. Yine de aklında başka şeyler vardı:
“Haklısın ama önce dinlenmeniz gerek. Hem konuşmamız gereken şeyler var.” dedi. Önce Ayla'ya sonra da çocuklara baktı ve: “Hepimizin.” diye ekledi. Anıl ise onun bu konuya nasıl bu kadar rahat bakabildiğini anlamıyordu.
“Bir an önce onu bulmaya çalışmalıyız. Dinlenecek vaktimiz yok. Gidip Gökçe'yi hastaneden çıkaralım ve bu işe başlayalım.” dedi gençliğinin verdiği enerjiyle. Aslında Gizem de ona katılıyordu ama bunu belirtmeye gerek duymadı.
“Bak Anıl, bu saatte hastaneye gidemeyiz. Çok geç oldu. Ayrıca kafamızı toplamak için yarın sabahı beklemeliyiz. İyi bir plan yapıp Gökçe'yi almaya gideriz. Ondan sonra anne ve babalarınızdan da izin alıp Kerem'i bulmak için aklımıza gelen her yolu deneriz. Ne kadar erken o kadar iyi diye düşündüğünü biliyorum ama inan bana plansız yola çıkarsak her şeyi mahvedebiliriz. Yarın yeni ve güzel bir gün olacak. Bu güne hazırlıklı olabilmek için dinlenelim.” diye açıkladı Kenan. Ayla da ona hak verdiğini belirtince bu işi daha fazla konuşmaya gerek kalmamıştı. Anıl her ne kadar onaylamasa da kabul etmek zorunda kaldı.
O ve Gizem biraz büyüklerinin de zoruyla konuşabilmeleri için misafir odasına yollandılar. İkisi de birbirlerinden neredeyse bir metre uzakta odaya giderken Ayla arkalarından bağırdı:
“Anıl, konuşmanız bitince, salona gel. Buradaki kanepede yatarsın.” Çocuk geriye dönüp ona inanmayan gözlerle baktı. Onun aklında ne vardı, anneannesi ne düşünüyordu. Cevap vermeyip Gizem'in peşinden odaya girdi.
“Tüm olanlar için üzgünüm.” dedi odanın kapısını kapatır kapatmaz. Gizem odadaki yatağın üzerine oturmuştu. Kerem'in yaşıyor olma ihtimalinin sevincini yaşarken diğer yandan da Anıl'a büyük bir kızgınlık göstermek istiyordu. Bu ikisinin aynı anda yapmak imkansız gibiydi.
“Şu an mutlu görünüyorsam, Kerem için.” dedi Gizem net bir ifadeyle. “Ayrıca üzgün olman bunları yaptığın gerçeğini değiştirmiyor.”
“Biliyorum Gizem. Ama anlamak zorundasın. Eğer kalsaydım ve bu işe devam etseydik Kerem'in başına gelenler birer birer sizin de başınıza gelecekti. Bunun yerine her şeyi kendim halletmeliydim. Sana zarar gelmesini bırak bu ihtimalle bile yaşamak benim için imkansızdı.”
“Ne var biliyor musun, Anıl? Sana inanmıyorum. Sen kaçmak istedin ve kaçtın. Her şey bundan ibaret. Hepimiz aynı şeyleri yaşadık. Gökçe bir aydır hastanede. Sen gittiğinde üzüntüsü azalmadı. Aksine arttı. Beni bıraktığın gibi onu da bıraktın. Aramadın bile. Şimdi geri gelip Kerem'in yaşadığını söylemen beni elbette sevindirdi. Ama sadece Kerem'in yaşaması kısmı... Onun dışında artık sana bakmaya bile tahammül edemiyorum.”
“Yapma. Her şeyi eskiye döndürmeme izin ver. Kerem gelecek. Sen ve ben. O ve Gökçe. On ayda kurduğumuz o koca dünyayı yıkma.” dedi Anıl yalvarırcasına. Duygu sömürüsü yapmaya çalışmıyordu. Gerçekten hissettiği gibi konuşuyordu.
“Sen o dünyayı üç hafta önce zaten yerle bir ettin. Bu benimle ilgili değil. Ben hiçbir şey yapmadım. Ne zannediyordun ya? Geri dönünce her şeyin tıpkı eskisi gibi olacağını mı? Uyan artık Anıl! Ne kadar uğraşırsan uğraş hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Allah şahidim olsun, 'biz' diye bir şey bir daha olmayacak. Umarım Kerem'i kurtarırız ve görevimizi tamamlarız. Ondan sonra da umarım hayatımdan üç hafta önce yaptığın gibi defolup gidersin!” diye bağırdı Gizem. Sesinin içeriye gitme ihtimalini umursamıyordu. Daha doğrusu umursayamıyordu. Sakin kalmasının bir yolu yoktu. Aklına Kerem'i getirmek bile onu sakinleştirmiyordu artık.
Anıl'ın ise içindeki acı her duyduğu kelimeyle daha da artıyordu. En kötüsü de Gizem'in aslında tamamen haklı olduğunu bilmekti. Bırakıp giden oydu. Bu yüzden cevap vermedi. Ama görünüşe bakılırsa Gizem'in söyleyeceği şeyler bitmemişti:
“Anlamıyorum ya, bunu bana nasıl yaparsın? En iyi arkadaşlarımdan birini kaybetmişim. Diğeri hastaneye yatmış ve sevdiğim çocuk beni öylece ortada bırakıp gidiyor. Neler yaşadığımı biliyor musun? Ne kadar aptalmışım! Bir de geçen zamanda senin nasıl olduğunu merak ettim. Herkese seni sordum. Oysa sen bu kadar zaman anneannenleymişsin. Marmaris'te hava nasıldı? İyi eğlendin mi? Olanlardan sonra onun yanına gitmek istemeyeceğini düşünmüştüm ama tabi ki senin hakkında bir çok konuda yanıldığım gibi bunda da yanılmışım. Söylesen Anıl, bana gerçekten hiç değer verdin mi?”
Gizem birdenbire hüngür hüngür ağlamaya başladı. Yastığı alıp yüzüne bastırdı. Anıl'ın, onun bu zayıf halini görmesini istemiyordu. Çocuk ona yaklaşmaya çalıştı. Yanına oturup elini omzuna koydu. Gizem nefret dolu bir hareketle onun elini itti.
“Dokunma bana!” diye bağırdı. “Artık, değil bana dokunmayı, yüzümü görmeyi bile hak etmiyorsun. Tek istediğim bu işlerin bir an önce sona ermesi.”
Anıl onu daha fazla zorlamak istemiyordu. Emin olmuştu. Yine de kendini aptal gibi hissede hissede sordu:
“Gerçekten de bitti değil mi?”
“Evet ve bitiren ben değildim.” diye cevap verdi Gizem. Anıl başka bir şey söylemedi. Artık söylenecek bir şey kalmamıştı. Düzelmesini dilemekten başka çaresi yoktu.
XXX
“Bugün niye açmadın?” diye sordu Kenan çocuklar odaya girince. Ayla onun bir an ne sorduğunu anlamadı. Sonra birden bugün o aradığında açmadığı aklına geldi.
“Ne diyeceğimi bilmiyordum ki. Herkesi bu işin içine soktum ama başımıza gelen bu olayda birlikte olmamız gerekirken ilk kaçan insan oldum. Kendimi o kadar suçlu hissediyorum ki aslında şu an senle konuşmaya bile hakkım olmadığını biliyorum.” diye cevap verdi kadın.
“Yapma Ayla. Ona bakarsan seni her şeye yeniden inandıran da bendim. O zaman asıl suçlu benim. Suçlu aramanın bir önemi olmadığını görmüyor musun? Olan oldu artık. Hepimiz eşit derecede suçluyuz. Şimdi hazır bunu düzeltme fırsatı elimize geçmişken sonuna kadar kullanmalıyız.” dedi.
“Nasıl bu kadar iyi olabiliyorsun?” diye sordu Ayla. Karşısındaki bu adama inanamıyordu. O zamana kadar yaşadıkları her şey aklından akıp geçti. Fransa'dan sonra hiçbir zaman doğru dürüst bir şekilde bir hayat paylaşamamış olsalar da hep birbirlerinin hayatlarında olmuşlardı. Bir şekilde, bir yerlerden birbirlerine dahil olmuşlardı işte. Kader denilen şey bu olmalıydı. Belki de Kenan onun için gerçekten de doğru insandı.
Bu ihtimal onu ilk başta korkuttu. Bütün bir ömür boşa gitmiş demek değil miydi o zaman bu? Ekrem'le yaşadıkları... Sonrasında hiçbir zaman çok uzun ömürlü olmayan diğer ilişkiler. Hiçbir zaman mutluluğu bulamamıştı. Oysa mutluluk neydi ki zaten? Karşısındaki bu insandan dalga dalga yayılan güven duygusu ona kendini iyi hissettiriyordu.
Aşkı geçmişte bir yerlerde kaybettiğini biliyordu. Onun için çok geç kalmışlardı. Ama belki son yıllarını yaşarlarken hayat arkadaşı olabilirlerdi. Yine de Kerem'i bulma ihtimalleri varken bunları düşünmesi yanlıştı. Kendisi şu an düşünmesi gereken en son şeydi.
Bu sırada içeriden Gizem'in bağırışları geldi. İkisi de görmüş geçirmiş insanlar oldukları için zaten bunu bekliyorlardı. Bu yüzden bir şey belirtme gereği duymadılar. Çocuklar bir şekilde halledeceklerdi. Öyle ya da böyle hayatları yoluna girecekti. Her şey eninde sonunda düzene girerdi. Tüm mesele geçmesi gereken zamandaydı.
“Bunun iyilikle alakası yok aslında.” diye cevap verdi Kenan. Aslında kadın o soruyu sorarken bir cevap beklememişti. “Verdiğin değerle alakalı.” diye devam etti gülümseyerek.
Ayla da ona gülümsedi. Evet aşkı geçmişte bir yerlerde kaybetmişti ama yine de uzanıp onun dudağına bir öpücük kondurma isteğine engel olamadı. Her şeyin iyi gitmesini dilemekten başka çaresi yoktu.
Ve o sırada evde bulunan dört kişinin de dikkat etmediği gökyüzünde bir yıldız kaydı. Derler ki kayan her yıldız için o an tutulan dileklerden sadece biri gerçekleşirmiş.
XXX
Ertesi gün saat daha öğlen olmadan Gökçe, Oğuz ile birlikte hastaneden çıkıyordu.
“Anneni aramak istemediğine emin misin?” diye sordu Oğuz bir kez daha endişeyle. Onun ziyaretine geldiği anda Gökçe işlemlerini bitirmiş ve annesinin haberi olduğunu söyleyerek hastaneden çıkıyordu. Çocuk da ne olduğunu anlamasa da onun yalnız bırakmak istememişti.
“Yaram falan yok ki. Gayet iyi durumdayım. Psikolojim de iyi... Anneme sürpriz yapmak istiyorum, hepsi bu.” diye cevap verdi kız itiraz kabul etmeyen bir sesle.
“Tamam bir an önce gidelim. Hemen bir taksi çağırayım. Annen çok sevinecek.” dedi Oğuz.
“Sen taksiyi çağır. Ama önce gitmemiz gereken başka bir yer var.” dedi Gökçe elini güneş ışınlarından korunmak için siper ederken.