1
Kurgu İskelesi / Ynt: AOA: Kadim Tomarlar(1. Sezon)
« : 08 Nisan 2014, 01:30:53 »
“Dur!” diyerek tek bir kelimesi ile tüm konvoyu durdurmuştu atından inip meydanda beklemeye koyulmuş olan General. Artık koyu tenini, miğfersiz kafasının klasik bir asker gibi kısa kesilmiş beyaz saçlarını ve kızıl üniformasının üzerini süsleyen altın ejderhayı görebiliyordum. Aynı ejderha İmparatorluk askerlerinin bayrak ve kılıçlarında da yer alıyordu ki büyük ihtimal ile önemli bir semboldü.Üstelik aynı bayraklar meydanın arkasındaki karargaha benzer yarısı yıkılmış kuledende sarkıyordu. Meydanın dağ tarafında derme çatma bir han ve bizim yanımızda ise uzunca bir gözetleme kulesi bulunuyordu.
“Mahkumları arabadan indirin” Meydanın ortasında Generalden daha uzun boylu tamamen kalın bir plaka zıh ile kaplanmış bir rütbeli bayan asker arabalara ilerlemekte olan askerlere emir yağdırmaya başlamıştı bile. “Acele edin!”
Nefes alış verişi hızlanmış olan Lokir sordu Ralof’a “Neden durduk” diye.
“Ne olduğunu zannediyorsun? Yolun sonu” dedi Ralof ayağa kalkarken sakince. ”Gidelim hadi. Tanrıları bizim için bekletmemeliyiz…”
Korkuyla çığlık attıktan sonra “Hayır! Durun!” diye bağırdı Lokir kendisini takmayan askerlere doğru. “Biz asi değiliz!”
Ulfric’in ardından aşağı inerken “Ölümle yüzleşirken biraz cesur ol hırsız…” diye söylendi Ralof.
Lokir bağırmaya devam etti arabadan inerken “Onlara söylemek zorundasın seninle değildik!” diye “Bu adil değil!”
“Adı okunan kütüğe doğru adım atsın!” Az önce meydanın ortasında duran bayan komutan bizim arabamızın önündeki elinde kağıt tutan askerin yanına gelip emir verdi. “Her seferinde bir kişi.”
“İmparatorluk şu lanet listeleri seviyor” diye söylenmeye devam etti Ralof; sanki ölüm fikri ona hiç korku vermiyormuş gibi.
“Ulfric Stormcloak” diye başladı listeli asker. “Windhelm Reisi”
Ralof Ulfric’in arkasından bağırdı “Sizinle birlikte savaşmak bir onurdu Reis Ulfric”
“Riverwood’lu Ralof!” demişti asker ardından. Ralof hiç ses çıkarmadan kütüğün yanına ilerlemeye koyulmuştu gözlerimin önünde. Asker listeye biraz daha bakındıktan sonra devam etti. “Rorikstead’li Lokir”
“Hayır!” diye çıkıştı Lokir ve ardından nasıl cesaret etti ise komutanı kenara ittirip kalabalığın arasına doğru koşmaya başladı. “Ben asi değilim bunu yapamazsınız”
“Dur” diye bağırdı ardından komutan kılıcını çekerken.
“Beni öldüremeyeceksiniz!”
Ve komutan ölümü getiren o onlarca oka verdi emri tek bir sözcüğü ile “Okçular!” diyerek. Yolun kenarındaki askerler hareket etmeden önce binaların tepesindeki okçular aynı anda sallamıştı okları ve Lokir’in delik deşik oluşunu metreler öteden görebilmiştim. “Başka koşturmak isteyen var mı?” diye bağırdı komutan etraftaki arabalardaki sıralarda kalmış benim gibi son kişilere bakış atarak. Ardından kılıcını kınına takıp beklemekte olan listeci askere bakmaya koyuldu.
“Sen! Oradaki!” diye çıkıştı asker bana sert bir tonlar “Hadi öne çık, kimsin sen?”
Bir sorun olduğunu anlamıştım. Belli ki listede adım yer almıyordu. Ancak ne adımı ne kendimle ilgili başka bir şeyi hatırlıyordum geçmişle ilgili. Öne adım attıktan sonra kendi kendime düşünürken komutan uyandırdı beni. “Sağır mı oldun be adam!” diyerek.
“Adın ne?” diye tekrarladı listeci gözlerimin içine bakarak.
“Falgelf” dedim bir anda.Soruyu sormasının ardından ise istemsizce çıktı ağzımdan beklemediğim sözcük. “Benim adım Falgelf’ti…”
“Skyrim e gelmek için kötü bir zaman seçmişsin soydaş” diye yanıtladı listeci kafasını kaşırken. Ardından kütüğe ilerlemekte olan komutana seslendi “Komutanım!” diyerek. Komutan arkasını dönmese bile dinlediğini belli eder şekilde yavaşlayınca devam etti. “Komutanım ne yapmalıız listede yok?”
“Listeyi boş ver Hadvar.” diye cevapladı komutan, canımı umursamadan. “İdama gidiyor”
“Emredesiniz komutanım…” dedi asker mahcup şekilde. Ardından yüzüme bakıp devam etti. “Üzgünüm. En azından burada vatanında öleceksin...”
Hızlı adımlarla askerin yanından geçip sırada idam sırasında Ralof’n hemen yanında yerimi aldım. Gecikmemden dolayı yerini alan son kişi olmuştum ve artık idamların başlamasının önünde bir engel kalmamıştı.
Komutanın’da yerini alması ile General solumdaki Ralof’un diğer yanında bekleyen Ulfric’in önüne doğru yürüyerek başladı konuşmaya “Ulfric Stormcloak. İsyanın lideri…”diye hitap ederek. Ulfric’in ağzının kapalı olmasına güvenerek istediği lafı edebilirdi elbette isyanı başlatan bu adama. Ki eğer ağzını kapattılarsa, bu söyleyeceklerinden korktuklarının, sözlü mücadeleye girmek istemediklerinin göstergesiydi. Neticede onu da benim gibi yargısız şekilde infaz edeceklerdi. “Helgen’de bazıları sana kahraman diyor. Ama bir kahraman seda gibi bir gücü kralını katledip tahtını gasp etmek için kullanmaz.” Ağzı kapalı Reisin sözlerini duyuramasa bile homurdandığını duyuyordum ve bu General’in sesini yükselterek devam etmesine sebep olmuştu. “Bu savaşı sen başlattın. Skyrim’i kaosa sürükledin ve şimdi imparatorluk lejyonu barışı sağlamak için senin ve adamlarının hakkından gelecek.”
General sözlerini bitirdikten sonra arkasını dönüp komutana el işareti yaparak giderken komutan kenarda bekleyen rahibe benzer bir işaret yapıp devam etmesini istedi. Ve üzerindeki sembolden tanrı Arkay’a hizmet ettiğini anladığım rahibe başladı duayı okumaya.
“Ruhlarınız Aetherius’a emanet.Sizler nirn’in tuzu ve toprağı, halkının da sevdiklerisiniz, bu nedenle kutsaması üzerinizde olsun sekiz ilahın. Ve…”
Ancak rahip devam edemeden “Dokuz ilahtan Talos aşkına!” diye bir ses böldü rahibi. Sağımdaki kızıl saçlı kuzeyli Stormcloak kütüğe doğru daha da yaklaşmaya başladı. “Çeneni kapa da bitsin şu iş!”
“Nasıl istersen…” diyerek arkaya çekildi rahibe herkesin şaşkın bakışları arasında. Adam belli ki sekiz ilah lafına kızmıştı. Talos kimdi? Bu sorunun cevabını hatırlamıyordum ancak belli ki Kuzeyliler için önemli bir tanrıydı.
Kimsenin tepki vermediğini görünce kütüğe doğru diz çöküp eğilerek “Hadi ama! Bütün gün bekleyemem!” dedi kuzeyli.
Celladın hafif gülümseyerek elindeki baltayı kaldırması ile kelleyi usta şekilde önündeki sepete düşürmesi bir olmuştu etraftaki bağırışların arasında. Mahkumlardan birkaçı arayı kapatmaya gelmiş askerlerle itişmeye başlamıştı ve hem halktan hem mahkumlardan “İmparatorluk Piçleri!”, “Vatanımızdan def olun gidin!”, “Orospu çocukları!” gibi laflar yükseliyor askerler öfkeli insanları zor tutuyordu. Kalabalığın öfkesi giderek artarken gökten herkesi susturan dehşet verici bir inleme duyuldu. Bu seferde “Neydi o” sesleri yükselmeye başladı her yerden cellat ortadaki bedeni kenara iterken.
Komutan işi hızlıca bitirmek için “Sıradaki!” diyip kolumdan tutup beni iteklemeye başlayarak devam etti. Bir bayana göre gerçekten güçlü bir askerdi.
“Eğ başını Mahkum.” Dedi Hadvar komutan beni yere çöktürttükten sonra. “Belki de en iyisi böyledir. Sakin ve hızlıca…”Ancak aynı inleme tekrar ve daha yakından duyuldu bu sefer.
Cellat bile yukarıya bakarken komutan durmadan verdi emri tekrar. “Çabuk ol” ve ardından gözcülere seslendi. “Yukarıda bir şey görebiliyor musunuz?”
İdamın korkusu ile değil sanki bir büyü ile hayat enerjim içimden gitmeye başlamıştı bir anda. Sanki içimde yaşama isteği kalmamış ve güneş sönmüştü o dehşet kükreme yeri göğü sarsar şekilde kulenin tepesine çökerken. Cellat henüz başımı alamadan bu korku verici kükremeden yerde yatan ben bile nasibimi almış ve başsız cesedin yanına kadar savrulmuştum. Kulağımda geçen seferki ile kıyaslanamayacak bir acı hissediyor, gözlerimde ise bir sıcaklık hissediyor ve ortalığı sanki eriyor gibi görüyordum. Hemen yakınıma düşen ateş toplarının, havada uçuşan yanık cesetlerin ve yıkılan koca kulelerin sebebini ise ancak kafamı kaldırdığımda görebildim.
Dibinde durduğum karargahın tam tepesinde iki ayağı ile tüm kulenin tavanını kaplıyor ve durduğu yerden ölüm saçıyordu yaratık. Bunun artık bir efsane olmuş olan ejderha ırkının bir bireyi olduğunu ben bile biliyordum. Ancak anlatılanlardan çok farklıydı bu yaratık. Sanki Oblivion’un tüm kötülüğünü kendisine toplamış şekilde ateş topları yağdırıyordu gökten. Simsiyah derisi pullarla değil sanki simsiyah çelikten kalkanlarla kaplı gibiydi. Kanatları kanattan çok dev baltaları andırıyordu. Kule kadar büyük bedeni, dev bir kılıç gibi keskin kuyruğu ve kafasından çıkan koca boynuzlar onu bir tanrıdan farksız kılıyordu. İçerisinden ölüm saçtığı ağzının dişleri ise dünyanın kendisini bile tüketecek kadar keskin ve korkunçtu.
“Hadi!” Yaratığın beni de öldürmesini beklemeye başlamışken elimden tutup kaldırmaya çalışan bir elle kendime geldim. Ralof’un sesi ile. "İmparatorluktan kurtulmak için başka bir varlığın gelmesi biraz zor olacaktır."
Gözlerimi yaratıktan ayırıp tökezleyerek beni sürüklemekte olan eli bırakmadan kalkmaya çalıştım ayağa. Ralof benden daha öndeydi ve elimi omzuma atarak ondan destek alıp koyuldum yola onunla. Arkaya bakarken Ralof’un adımları ile ilerliyordum ve benim tek işlevim etrafı izlemekti.
“Ralof!” diye bağırdım canavarın bize bakmaya başladığını fark edince. “Dikkat et!”
Ve ateş topunun üzerimize geldiğini görürken Ralof’un “Hadi!” demesi ile havaya uçmamız bir olmuştu. Ejderhanın ateş ile uçtuğumuzu sanarak kendimi Sovngarde’da bulacağımız tahmini ile kafamı kaldırırken tanıdık bir ses duydum birkaç dakika öncesine ait...
“Mahkumları arabadan indirin” Meydanın ortasında Generalden daha uzun boylu tamamen kalın bir plaka zıh ile kaplanmış bir rütbeli bayan asker arabalara ilerlemekte olan askerlere emir yağdırmaya başlamıştı bile. “Acele edin!”
Nefes alış verişi hızlanmış olan Lokir sordu Ralof’a “Neden durduk” diye.
“Ne olduğunu zannediyorsun? Yolun sonu” dedi Ralof ayağa kalkarken sakince. ”Gidelim hadi. Tanrıları bizim için bekletmemeliyiz…”
Korkuyla çığlık attıktan sonra “Hayır! Durun!” diye bağırdı Lokir kendisini takmayan askerlere doğru. “Biz asi değiliz!”
Ulfric’in ardından aşağı inerken “Ölümle yüzleşirken biraz cesur ol hırsız…” diye söylendi Ralof.
Lokir bağırmaya devam etti arabadan inerken “Onlara söylemek zorundasın seninle değildik!” diye “Bu adil değil!”
“Adı okunan kütüğe doğru adım atsın!” Az önce meydanın ortasında duran bayan komutan bizim arabamızın önündeki elinde kağıt tutan askerin yanına gelip emir verdi. “Her seferinde bir kişi.”
“İmparatorluk şu lanet listeleri seviyor” diye söylenmeye devam etti Ralof; sanki ölüm fikri ona hiç korku vermiyormuş gibi.
“Ulfric Stormcloak” diye başladı listeli asker. “Windhelm Reisi”
Ralof Ulfric’in arkasından bağırdı “Sizinle birlikte savaşmak bir onurdu Reis Ulfric”
“Riverwood’lu Ralof!” demişti asker ardından. Ralof hiç ses çıkarmadan kütüğün yanına ilerlemeye koyulmuştu gözlerimin önünde. Asker listeye biraz daha bakındıktan sonra devam etti. “Rorikstead’li Lokir”
“Hayır!” diye çıkıştı Lokir ve ardından nasıl cesaret etti ise komutanı kenara ittirip kalabalığın arasına doğru koşmaya başladı. “Ben asi değilim bunu yapamazsınız”
“Dur” diye bağırdı ardından komutan kılıcını çekerken.
“Beni öldüremeyeceksiniz!”
Ve komutan ölümü getiren o onlarca oka verdi emri tek bir sözcüğü ile “Okçular!” diyerek. Yolun kenarındaki askerler hareket etmeden önce binaların tepesindeki okçular aynı anda sallamıştı okları ve Lokir’in delik deşik oluşunu metreler öteden görebilmiştim. “Başka koşturmak isteyen var mı?” diye bağırdı komutan etraftaki arabalardaki sıralarda kalmış benim gibi son kişilere bakış atarak. Ardından kılıcını kınına takıp beklemekte olan listeci askere bakmaya koyuldu.
“Sen! Oradaki!” diye çıkıştı asker bana sert bir tonlar “Hadi öne çık, kimsin sen?”
Bir sorun olduğunu anlamıştım. Belli ki listede adım yer almıyordu. Ancak ne adımı ne kendimle ilgili başka bir şeyi hatırlıyordum geçmişle ilgili. Öne adım attıktan sonra kendi kendime düşünürken komutan uyandırdı beni. “Sağır mı oldun be adam!” diyerek.
“Adın ne?” diye tekrarladı listeci gözlerimin içine bakarak.
“Falgelf” dedim bir anda.Soruyu sormasının ardından ise istemsizce çıktı ağzımdan beklemediğim sözcük. “Benim adım Falgelf’ti…”
“Skyrim e gelmek için kötü bir zaman seçmişsin soydaş” diye yanıtladı listeci kafasını kaşırken. Ardından kütüğe ilerlemekte olan komutana seslendi “Komutanım!” diyerek. Komutan arkasını dönmese bile dinlediğini belli eder şekilde yavaşlayınca devam etti. “Komutanım ne yapmalıız listede yok?”
“Listeyi boş ver Hadvar.” diye cevapladı komutan, canımı umursamadan. “İdama gidiyor”
“Emredesiniz komutanım…” dedi asker mahcup şekilde. Ardından yüzüme bakıp devam etti. “Üzgünüm. En azından burada vatanında öleceksin...”
Hızlı adımlarla askerin yanından geçip sırada idam sırasında Ralof’n hemen yanında yerimi aldım. Gecikmemden dolayı yerini alan son kişi olmuştum ve artık idamların başlamasının önünde bir engel kalmamıştı.
Komutanın’da yerini alması ile General solumdaki Ralof’un diğer yanında bekleyen Ulfric’in önüne doğru yürüyerek başladı konuşmaya “Ulfric Stormcloak. İsyanın lideri…”diye hitap ederek. Ulfric’in ağzının kapalı olmasına güvenerek istediği lafı edebilirdi elbette isyanı başlatan bu adama. Ki eğer ağzını kapattılarsa, bu söyleyeceklerinden korktuklarının, sözlü mücadeleye girmek istemediklerinin göstergesiydi. Neticede onu da benim gibi yargısız şekilde infaz edeceklerdi. “Helgen’de bazıları sana kahraman diyor. Ama bir kahraman seda gibi bir gücü kralını katledip tahtını gasp etmek için kullanmaz.” Ağzı kapalı Reisin sözlerini duyuramasa bile homurdandığını duyuyordum ve bu General’in sesini yükselterek devam etmesine sebep olmuştu. “Bu savaşı sen başlattın. Skyrim’i kaosa sürükledin ve şimdi imparatorluk lejyonu barışı sağlamak için senin ve adamlarının hakkından gelecek.”
General sözlerini bitirdikten sonra arkasını dönüp komutana el işareti yaparak giderken komutan kenarda bekleyen rahibe benzer bir işaret yapıp devam etmesini istedi. Ve üzerindeki sembolden tanrı Arkay’a hizmet ettiğini anladığım rahibe başladı duayı okumaya.
“Ruhlarınız Aetherius’a emanet.Sizler nirn’in tuzu ve toprağı, halkının da sevdiklerisiniz, bu nedenle kutsaması üzerinizde olsun sekiz ilahın. Ve…”
Ancak rahip devam edemeden “Dokuz ilahtan Talos aşkına!” diye bir ses böldü rahibi. Sağımdaki kızıl saçlı kuzeyli Stormcloak kütüğe doğru daha da yaklaşmaya başladı. “Çeneni kapa da bitsin şu iş!”
“Nasıl istersen…” diyerek arkaya çekildi rahibe herkesin şaşkın bakışları arasında. Adam belli ki sekiz ilah lafına kızmıştı. Talos kimdi? Bu sorunun cevabını hatırlamıyordum ancak belli ki Kuzeyliler için önemli bir tanrıydı.
Kimsenin tepki vermediğini görünce kütüğe doğru diz çöküp eğilerek “Hadi ama! Bütün gün bekleyemem!” dedi kuzeyli.
Celladın hafif gülümseyerek elindeki baltayı kaldırması ile kelleyi usta şekilde önündeki sepete düşürmesi bir olmuştu etraftaki bağırışların arasında. Mahkumlardan birkaçı arayı kapatmaya gelmiş askerlerle itişmeye başlamıştı ve hem halktan hem mahkumlardan “İmparatorluk Piçleri!”, “Vatanımızdan def olun gidin!”, “Orospu çocukları!” gibi laflar yükseliyor askerler öfkeli insanları zor tutuyordu. Kalabalığın öfkesi giderek artarken gökten herkesi susturan dehşet verici bir inleme duyuldu. Bu seferde “Neydi o” sesleri yükselmeye başladı her yerden cellat ortadaki bedeni kenara iterken.
Komutan işi hızlıca bitirmek için “Sıradaki!” diyip kolumdan tutup beni iteklemeye başlayarak devam etti. Bir bayana göre gerçekten güçlü bir askerdi.
“Eğ başını Mahkum.” Dedi Hadvar komutan beni yere çöktürttükten sonra. “Belki de en iyisi böyledir. Sakin ve hızlıca…”Ancak aynı inleme tekrar ve daha yakından duyuldu bu sefer.
Cellat bile yukarıya bakarken komutan durmadan verdi emri tekrar. “Çabuk ol” ve ardından gözcülere seslendi. “Yukarıda bir şey görebiliyor musunuz?”
İdamın korkusu ile değil sanki bir büyü ile hayat enerjim içimden gitmeye başlamıştı bir anda. Sanki içimde yaşama isteği kalmamış ve güneş sönmüştü o dehşet kükreme yeri göğü sarsar şekilde kulenin tepesine çökerken. Cellat henüz başımı alamadan bu korku verici kükremeden yerde yatan ben bile nasibimi almış ve başsız cesedin yanına kadar savrulmuştum. Kulağımda geçen seferki ile kıyaslanamayacak bir acı hissediyor, gözlerimde ise bir sıcaklık hissediyor ve ortalığı sanki eriyor gibi görüyordum. Hemen yakınıma düşen ateş toplarının, havada uçuşan yanık cesetlerin ve yıkılan koca kulelerin sebebini ise ancak kafamı kaldırdığımda görebildim.
Dibinde durduğum karargahın tam tepesinde iki ayağı ile tüm kulenin tavanını kaplıyor ve durduğu yerden ölüm saçıyordu yaratık. Bunun artık bir efsane olmuş olan ejderha ırkının bir bireyi olduğunu ben bile biliyordum. Ancak anlatılanlardan çok farklıydı bu yaratık. Sanki Oblivion’un tüm kötülüğünü kendisine toplamış şekilde ateş topları yağdırıyordu gökten. Simsiyah derisi pullarla değil sanki simsiyah çelikten kalkanlarla kaplı gibiydi. Kanatları kanattan çok dev baltaları andırıyordu. Kule kadar büyük bedeni, dev bir kılıç gibi keskin kuyruğu ve kafasından çıkan koca boynuzlar onu bir tanrıdan farksız kılıyordu. İçerisinden ölüm saçtığı ağzının dişleri ise dünyanın kendisini bile tüketecek kadar keskin ve korkunçtu.
“Hadi!” Yaratığın beni de öldürmesini beklemeye başlamışken elimden tutup kaldırmaya çalışan bir elle kendime geldim. Ralof’un sesi ile. "İmparatorluktan kurtulmak için başka bir varlığın gelmesi biraz zor olacaktır."
Gözlerimi yaratıktan ayırıp tökezleyerek beni sürüklemekte olan eli bırakmadan kalkmaya çalıştım ayağa. Ralof benden daha öndeydi ve elimi omzuma atarak ondan destek alıp koyuldum yola onunla. Arkaya bakarken Ralof’un adımları ile ilerliyordum ve benim tek işlevim etrafı izlemekti.
“Ralof!” diye bağırdım canavarın bize bakmaya başladığını fark edince. “Dikkat et!”
Ve ateş topunun üzerimize geldiğini görürken Ralof’un “Hadi!” demesi ile havaya uçmamız bir olmuştu. Ejderhanın ateş ile uçtuğumuzu sanarak kendimi Sovngarde’da bulacağımız tahmini ile kafamı kaldırırken tanıdık bir ses duydum birkaç dakika öncesine ait...
Birinci Bölüm: İkinci Parça Sonu