Okuyacağınız bu yazı Comic Fantasy (Komik Fantezi) türündedir.Kötülerin uslu durmadığı zamanın birinde, adına Uzak Uzak Ülke
* dedikleri bir yerde bir kahraman yaşardı. Saçları lav kızılı, gözleri okyanus mavisi ve kılıcı ölümün ta kendisiydi. Yardıma koşarken rüzgârları peşine takar, kılıcını savururken etrafa adalet dağıtırdı. Savaşın şiddeti saçlarını kızıl dalgalar halinde savurur, emrindeki adamları güzelliğine hayran olurdu.
Ancak her cesur kahramanın bir de en az onun kadar azılı bir baş düşmanı olur ya, bu kahramanımızın da bir baş düşmanı olmazsa olmazdı. Kader onu yalnız bırakmadı ve ona ortalığı karıştırmaya meraklı, hınzır kötülerin en güçlü büyücüsünü sundu. Adaletin kızıl şafağının karşısına, gecenin kuzguni siyah karanlığını koydu hayat ve onlar yıllar boyunca savaştı durdu.
Gerçek hayat, savaş değildi oysaki. Ne zaman ki savaş bitti ve huzur geldi, işte o zaman kader son gösterisini sergiledi: gerçekleri. Masallar ve destanlar tozlu raflara kaldırılırken, kılıçlar ve asalar ketenlere sarılıp dolapların üzerlerine saklandı. Onlara uzatılan küçük eller tahta kaşıklarla uzaklaştırıldı, terliklerle kovalandı. Tüm bunlar olurken de, efsaneler bile ait oldukları yere döndüler. Erkekler tarlalara, kadınlar ev işlerine… Savaş meydanlarının sembolleri, ister iyi olsun ister kötü, sıradan hayatın tozu toprağı içinde bir hayat kavgasına girişti. Artık göğüs göğüse çarpışan yiğitler yerine, üç beş kuruş kazanmaya bakan sıradan kişilerdi onlar. Ve işte bunlardan biri olan atan kızıl şafağın, umudun, cesaretin ve güzelliğin temsili, kadınların idolü ve erkeklerin hayallerinin kadını Sonja Kızılşafak da teklifleri değerlendirdi. Ama o, ne kralın oğlunu seçip tahta çıkacak varisler vermeyi seçti ne de zengin lordların şımarık oğullarına katlanabildi. Onun kalbinde yatan, en az kendisi kadar büyük bir efsaneydi ve o, onun kadını oldu.
Zaman geçti, yıllar annelerinin eteğinin etrafında fır dönen çocuklar gibi birbirini kovaladı. Ancak, muzır kötüler yerinde durmadı ve bir kez daha Uzak Uzak Ülke’nin kahramanlara ihtiyacı oldu.
Sonja Kızılşafak ve kocası Caraborn
* halktan ve gürültüden uzak yaşamak için seçtikleri dağın tepesinin, birkaç gün sonra Sonja’nın baş düşmanı olan Kittyn ve yeni kocası (kendisi aynı kocayla fazla zaman geçirmiyordu), herkesin korkulu rüyası Kumandan Morgothius
* ile istila edilmesi sonucu aradıkları huzuru bulamamışlardı. Önce çıkan büyük kavgayla her iki taraf da birbirini oradan sürmek istese de -tıpkı savaşta olduğu gib- birbirine denk güçleri yüzünden yenişemediler ve her iki taraf da birbirleriyle yaşamayı kabul etti. Eh, elbette Kittyn ve Morgothius rahat durmadı ve Sonja ile Caraborn'un evine türlü haşaratları musallat edip, çatılarını havaya uçurup, keçilerini köye kadar kaçırtmışlardı. Ama komşular arası kavgalar her yerde olan şeylerdi; bunlarınkinin boyutu farklı olsa da.
İşte o hızla akan, pervasız zaman içerisinde her iki taraf da çoluk çocuğa karıştı ve yavaş yavaş savaşçılıktan uzaklaşarak sıradan birer insan olmaya başladılar. Caraborn göbek bağladı, Sonja'nın doğruduğu 4 çocuk yüzünden kalçaları genişledi. Kittyn ise doğurduğu 5 çocukla adeta bir yarım dünya olmuştu. Morgothius aralarında en şanslısıydı. Çapa yapmaktan aşınan elleri dışında pek bir değişikliği yoktu. Tamam, belki biraz daha fazlası vardı ama insan çocuğunu kusurlarını görmezden gelmeli, öyle değil mi? Karısı ve kendisi kadar kötü yürekli olan çocukları yüzünden, oturduğu koltukta patlayan ufak bir patlayıcı sayesinde artık oturamıyordu. Ama bunların hiçbiri önemli değildi, kötülük yeniden yükseliyordu ve her iki taraf da yeniden kozlarını paylaşmak için arenaya inecekti.
Nefes nefese bir ulak hızla çiftliğin kapısını savurdu ve koşarak kapıyı çaldı. Ardı kesilmeyen vuruşlarının sonucunda, gözlerini ovuşturan bir çocuk açtı kapıyı.
"Öfff, ne var?" diye sordu. Uykusu bölünmüştü ve bu yüzden ağladı ağlayacak bir haldeydi. Alt dudağı sarkıyordu.
"Ah, siz Sonja Kızılşafak ve Caraborn'un oğlu olmalısınız! Anneniz ya da babanız burada mı? Çok ama çok önemli haberlerim var." dedi kendisi de heyecandan yerinde duramayarak.
"Bir saniye."dedi çocuk esneyerek ve çıplak ayaklarla evin arkasına gitti.
"Anneeeeeee! Geeeeel!" diye seslendi, ciğerlerindeki tüm sesle.
Ulak, üstünü başını düzelterek, hazır ola geçti. Çok heyecanlıydı. Az sonra, adını çok duyduğu ve erkeklerin kalbinin sahibi Sonja ile yüz yüze gelecekti. Evin köşesini bir kadın döndü ve…işte oradaydı.
"Sana kaç kere bağırma dedim! Biz sana hiç terbiye veremedik mi! İçeri gir, içeri!" dedi geniş kalçalı, kızıl saçları beline kadar gelen ve gözlerinin altı uykusuzluktan çökmüş bir kadın.
Kadın, ulağın beklediği gibi değildi. Ulak hayal kırıklığına uğramıştı. Karşısında, koca göğüslü, basenleri epey genişlemiş, kolları tombullaşmış bir kadın duruyordu. Ama yine de yüz hatlarında keskin bir dik duruşun izleri vardı. Belki de o kadar da değişmemişti…
"Hanımım! Ulu Kızıl Sonja! Size kralımızdan acil haberler getirdim!" dedi ulak gösterişli bir reverans yaparken.
"Bana bak çocuk, seni bir ayağımın altına alırım, aklın şaşar!" diye ani bir öfkeyle kızıl kızıl parıldadı Sonja.
"Ö-özür dilerim hanımım. Bir kusurum mu oldu?"
"Yahu kim bu Kızıl Sonja?! Bana savaş meydanlarında bile Kızıl Sonja denmedi! Siz muhallebi çocukları orda burada okuduğunuz karakterleri gerçek hayata uyarlamaya çalışıyorsunuz! Hayır efendim, benim adım Kızıl Sonja değil! Kimse o taklitçi zilli, gördüğüm yerde bacaklarını kıracağım zaten!"
"Öhöm…Kusuruma bakmayın değerli savaşçı Sonja. Bu ara herkes sizi öyle tanıyor da… Ama mühim değil!
Size çok önemli haberlerim var. Kralımız acilen sizi çağırıyor. Diyor ki..."
"Gel, ben de çamaşır yıkıyordum. Orada anlatmaya devam edersin."
Ulak itaat etti ve kadınla evin arkasına geçti. Geniş bir bahçede, yerde bir sepet dolusu çamaşır ve bir leğenin içinde ıslak giysiler vardı. Kadın çamaşırları çitilemeye başladı ve devam etmesi için ulağa işaret etti.
"Dedim gibi, kralımız diyor ki..." ama sözleri yarıda kaldı. Bir anda yoktan var olmuş gibi fırlayan çocukların bağırışlarıyla sesi bastırıldı. Çocuklar koşarak annelerinin etrafında döndü ve ayaklarıyla yıkanan çamaşırları şapırdattı. Annelerinin onları terlikle kovalamasından kaçarlarken bile gülüyorlardı.
"Sizi gidi Kittyn'ın çocukları! Ben böyle çocuk doğurmuş olmam! Tanrı bilir, o kedi suratlı Kittyn ve kocası olacak o domuzun oyunuydunuz siz!"
Çocuklar hiçbir şey demeden neşeyle kaçıştılar.
Kadın sakinleşti ve bu defa yıkadığı çamaşıları asmaya başladı.
"Hanımım dediğim gibi…"
"Aman neyse, az laf çok iş. Şimdi şu çamaşırları uzat, o sırada anlatmaya devam et." dedi.
Ulak denileni yaptı ve çamaşırları bir bir uzatmaya başladı.
"Ulu Sonja, kralımız sizi ve eşiniz Efsane Caraborn’u acilen çağırıyor. Karanlık yeniden yükseliyor ve..."
Ama sözleri yine yarıda kalmıştı. Bir çığlıkla karşı evden çırıl çıplak bir erkek çocuk fırladı ve hemen arkasından, kuzgun siyahı saçlı, aşırı şişman bir kadın, paytak paytak koşarak elinde bir sopayla onun peşinden fırladı.
"Seni gidi arsız velet! Seni yakaladığımda dilini koparıp şeytanlara yem edeceğim!" diye bağırıyordu. Çocuk ise bu sözler zerre umurunda değil şekilde, çıplak bir biçimde zıplıyor ve kadına dil çıkarıyordu. Duruma bakarak annesi olduğunu anladığı kadın, çocuğu kovalaya dursun, çocuk çıplak biçimde Sonja’nın bahçesine atladı ve Sonja panikle yanındaki kızının gözlerini kapadı.
"Terbiyesiz!" diye bağırdı şok içinde. Çocuk ise şımarıkça sırıtıyordu.
"Bana bak kızıl, sen kimin çocuğuna terbiyesiz diyorsun! O bugüne bugün iki efsanenin oğlu! Geleceğin karanlık güçlerinin lideri!" Kittyn, elini beline koymuş tehditkâr bir biçimde Sonja'ya bakıyordu.Sonja da aynı tehditkar bakışlarla karşılık verdi. Şimdi iki ezeli düşman birbirlerini tartıyordu. Ulak, bir an onları savaş meydanındaki halleriyle hayal etti. Belinde kılıcıyla biçimli vücudu ve kızıl saçları eşliğinde güzel Sonja, karşısında ise akılları baştan alan gülümsemesi ve çekiciliğiyle kara yürekli Kittyn. Ama ulak olumsuz anlamda başını salladı. Şimdi ise hamlaşmış iki ev kadınından başka bir şeyler değillerdi.
"Hadi orda Kitty
*! Sen önce anne ol da çocuklarına biraz terbiye öğret. Hah! Kime diyorum ki! Gel pisi pisi pisi!"
Ulak güldü. Sonja yıllar önce de Kittyn'ı böyle sinir ederdi. En azından ona anlatılan hikayeler bu yöndeydi.
"Hiii! Kızıl fahişe! Morgothius! Çabuk buraya gel ve şu kadına dersini ver!"
"Caraborn! Buraya gel! Komşularımız olacak iki iblis yine bize saldırmaya karar verdi."
Morgothius'un homurdanması ve küfürleri dışında bir şey duyulmadı. Anlaşılan kalkıp gelmek için zahmet etmeyecekti. Ama Caraborn geldi.
"Ne oldu hayatım?" diyen o güçlü, tok ve sevecen sesi duyan ulak, elleri titreyerek arkasını döndü ve onu gördü. Güçlü, boylu poslu Caraborn... Şimdi ise biri bacağını var gücüyle çeken, diğeri ise omzundan sarkan iki erkek çocuk tarafından alt edilmeye çalışan göbekli bir adamdan başka bir şey değildi.
"Sen bittin soyu bozuk! Şimdi diz çök ve merhamet dilen!" diye bağırdı babasının bacağını çekmeye çalışan ama hiçbir ilerleme kaydedemeyen çocuk. Ondan daha küçük kardeşi ise, babasıyla güreşmeyi bırakmış onun omzundan sarkarak kendi kendine eğleniyordu.
"O nasıl laf öyle! Bir daha böyle konuşursan ağzına biber sürerim!"
"Ama anne! Sen de hiç savaşçılık oynatmıyorsun bize!"
Caraborn bacağını çekiştiren oğluna göbeğini hoplatarak güldü.
"Eh bir gün bizi çağırdıkları gibi sizi de çağıracaklar. O zaman 'savaşçılık' oynamak için çok vaktin olacak."
Konun savaştan açıldığını fark eden ulak hemen atıldı.
"Ah, efendim! Ben de bunun için buradayım! Yüce kralımız sizi ve eşinizi acilen saraya çağırıyor. Dedi ki, karanlık yeniden yükseliyor ve sizin gibi kahramanlara ihtiyaç var!"
Ulak derin bir nefes verdi. Sonunda tüm haberi söyleyebilmişti. Caraborn ise onu ilk defa fark etmiş gibi ulağa baktı ve geniş bir gülümsemeyle göbeğini hoplatarak kahkaha attı.
"Ne biçim bir ülke burası yahu, bizden sonra hiç mi kahraman çıkmadı?"
"Ama efendim siz..."
Kittyn’ın zehirli sesi çınladı ansızın.
"Hah! Bu salak ülke yine bu tiplerden mi medet umuyor! Bir kez daha yenilmeye mahkûmsunuz!" dedi bilmiş bir tavırla. Bu esnada, tekrardan komşu bahçede ortaya çıkan çıplak oğlunu görünce, ansızın yaptığı bir büyüyle onu bacaklarından yakaladı ve ellerinden fışkıran örümcek ağıyla kapana kıstırdı.
"Seni çağıran bile yok Pisi pisi!" dedi Sonja ve lafı uzatmadan ulağa döndü.
"Ne zaman gitmemiz gerekiyor?"
Ama Kittyn pes etmemişti.
"Beni de çağırmaya gelecekler! Muhtemelen yolu bulamadılar. Böyle hatalar hep olur." dedi başını yana çevirerek ve hışımla evine girdi. Eve girerken, örümcek ağına hapsettiği ve şu anda tepinerek ağlayan oğlunu da büyülü eliyle peşinden sürükledi. Ama herkes biliyordu ki, kötüler çabuk unuturdu. Muhtemelen kimse o ikisini hatırlamıyordu bile.
"Mümkün olan en kısa zamanda hanımım." dedi Ulak hevesle.
"Eh, yapacak bir şey yok. Rolf, dolabın üzerinden baltamı getir! Ryan,yatağın altından annenin kılıcını getir. Savaşa gidiyoruz!"
Bütün çocuklar sevinçle zıp zıp zıplarken, Sonja ve Caraborn onları da peşlerine takarak yola çıktı.
*Uzak Uzak Ülke: Shrek animasyonundaki aynı adlı, masal kahramanlarının yaşadığı ülke.
*Sonja: Bir çizgiroman karakteri olan Kızıl Sonja'ya (Red Sonja) göndermedir.
Resmi*Caraborn: Ejderhamızrağı'ndaki Caramon'a göndermedir. Ayrıca, İkizleri Zamanı'nı okuyanlar bilir ki;
Caramon o kitapta epey bir göbekli hale geliyordu.
*Kitty: İngilizcede "kedicik" anlamına gelmektedir.
*Morgothius: Orta Dünya'daki Morgoth'a göndermedir.
Ulak fikrini verdiği için mit'e çok teşekkürler.