Kayıt Ol

O Değil De...

Çevrimdışı Laughing Madcap

  • ****
  • 960
  • Rom: 51
  • The Oncoming Storm
    • Profili Görüntüle
Ynt: O Değil De...
« Yanıtla #15 : 14 Ağustos 2010, 00:34:50 »


İlkokul öncesi yıllar, mahallede yaşananlar gibi konular söz konusu olduğunda genelde akla gelen birkaç oyun vardır. Futbol, elbette bu oyunların en klasiği ve en sık oynananı. Tabi futbol diyince şimdilerde oynanan takım oyunları, atılan goller falan aklınıza gelmesin. Daha minimal düşünün. Kames marka plastik topun peşinde koşturan 3-5 çocuk, "Adamınız gol dedi!" itirazları, üç kornerin bir penaltı edebilecek kadar değerli olması, topun sahibinin eve gitme vaktinde oyunun bitmesi ve "Keseyim mi lan topunuzu!?" tehditleri, o dönemin futbol dünyasını oluşturuyordu. Mahallenin en iyi top oynayan çocukları takımları oluşturuyordu o yıllar, eğer bu işte kötüyseniz en son seçiliyordunuz ve muhtemelen kaleye geçiyordunuz. Yediğiniz 12 golden sonra yine bu takımı oluşturan çocuk tarafından "Çık ulan kaleden, ben geçiyorum kaleye!" eşliğinde oyundan çıkartılıyordunuz. Evet, bundan yıllar sonra hayata atıldığınızda da bu olayın daha farklı konseptlerde başınızdan geçmesi sizi biraz şaşırtacaktı.

İşte o yıllarda, top oynadığımız geniş toprak alanın hemen yanında güzel bir ev vardı. Sulama amacıyla yapılmış olsa bile küçük bir havuzu vardı ve bu biz çocuklar için çok çılgınca birşeydi. Sadece havuz değil, boydan boya özenle dikilmiş sebze ve meyveler, evin etrafındaki çiçek bahçeleri gerçekten etkileyici gözüküyordu. Evin kendisi de etkileyici gözüküyordu. Hatta ev sahibi; kalın kaşları her zaman çatık olan o yaşlı amca da balkondan bizi izlerken etkileyici gözüküyordu. Etkileyici bir evin, etkileyici bahçesinin yanında herhangi bir alanda top oynayan herhangi birileriydik. Evet, yıllar sonra bu durumun hiç değişmediğini anlayacaktık.

Etkileyici evin sahibiyle şimdiye kadar hiç konuşmadık. Kimse birbirine itiraf etmezdi ama mahallede herkes ondan biraz korkardı. Bakışları gerçekten insanı ürkütüyordu ve kaşlarının yukarı kalktığını hiç görmedik. Sürekli çatık kaşları bir atmaca misali bizi süzerken, biz kendi halimizde topumuzu oynuyorduk ve topun o bahçeye kaçmamasına dikkat ediyorduk. Aslında içerisini deli gibi merak ediyorduk fakat bu riski alacak kadar cesur değildik. Evet yıllar geçecekti ve biz risk almamak için korkaklığa devam edecektik.

Bir kaç defa topumuz bahçesine kaçmıştı. Ama kimse bahçeye girmeye cesaret edemiyordu. Bu yüzden her seferinde yeni top alıyorduk. Eski toplara ne olduğunu kimse bilmiyordu ama tahminlerimiz o günlerin sinirli komşularının hep uyguladığı "topu bıçakla patlatma" yöntemi üzerineydi. Yaşlı adamla hiç konuşmamıştık, onunla konuşanı da görmemiştik aslında. Bayramlarda gelen oğlu dışında, o adamı kimseyle konuşurken görmemiştik. Bahçesiyle ilgilenmek ve balkondan bizi izlemek dışında pek birşey yaptığı yoktu.

İlk ben farketmiştim sürekli izlendiğimizi. Başlarda pek tartışılmadı bu konu, sonuçta yaşlı ve yalnız bir insandı. Bahçesi dışında birşeyi yoktu. Belki bahçesini korumak için bir korkuluk misali öyle duruyordu. Emin değildik ama korkuyorduk. Öyle ki, yağmurlu bir günde annelerden azar işitme riskini alarak dışarı çıkıp top oynadığımızda bile balkona oturmuş, yağmurdan ıslanmış suratının bize dönük olmasını görmemizle korkumuz iyice artmıştı. Karabasan misali, geceleri gelip bizi cezalandıracağı söylentileri ilk ortaya atıldığında mahalle o dönemin en sakin yıllarını yaşamıştı.

Yıllar geçti ve kamesin peşinde koşan çocuklar büyüdü. Kimi mahalleden taşındı, kimi şehirden taşındı. Bazıları liseyi dışarıda okudu, çok azı üniversiteyi dışarıda okudu. Öyle ya da böyle, top oynanan alan boş kaldı. Bilmiyorduk ama o alanı tepeden gören balkon da boş kalmıştı.

Nerden bilebilirdik ki o kalın kaşlı adamın sinirle değil, kıskançlıkla bize baktığını? Bize değil de kendisine, üç beş kuruş daha fazla kazanmak için koşuştururken boşa geçen yıllarına kızdığını? Bahçesine kaçan topları, bir çocuk gelir de ister, o çocuğu evine davet eder de sohbet ederler umuduyla evine aldığını hiç bilmiyorduk. O yağmurlu günde suratını ıslatanın yağmur değil de gözyaşı olduğunu tahmin bile edemezdik.

Yıllar sonra kaşları çatık, çocukları izleyen aksi bir ihtiyar olduğumda geç de olsa anlayacaktım.


Attention all planets of the solar federation
We have assumed control.

Çevrimdışı Baal Adramelech

  • *****
  • 1837
  • Rom: 59
  • The Hermit
    • Profili Görüntüle
Ynt: O Değil De...
« Yanıtla #16 : 14 Ağustos 2010, 02:53:26 »
Çok etkileyiciydi. :) Her zaman, her şey düşünüldüğü ve sanıldığı gibi olmuyor işte...
#rekt

Çevrimdışı Laughing Madcap

  • ****
  • 960
  • Rom: 51
  • The Oncoming Storm
    • Profili Görüntüle
Ynt: O Değil De...
« Yanıtla #17 : 16 Ağustos 2010, 02:04:48 »
Sanal Dünya

Genelde hayatın oldukça abzürd olduğunu düşünen bir insanım. Öyle ki alkollü/alkolsüz ortamlarda bu durum tartışıldığında, hayatın belirli bir düzeni olduğunu ispatlasalar bile ben hayatın abzürd olduğu konusundaki fikrimi değiştirmem. İstedikleri kadar gerçekçi örnekler konulsun önüme, benim yaşadığım hayattan daha gerçek bir örnek yok. Bu konu başka bir yazının konusu elbette. Benim asıl demek istediğim, geçenlerde yaşadığım bir olay hayata bakış açımı değiştirdi.

Bir araştırma ödevi sebebiyle internet kafeye gitmem gerekti. Proje yapacak, bilgi ya da resim arayan her Türk genci gibi Google'ı açtım. K harfini yazmamla beraber daha önce aranan birkaç şey belirdi. Fakat o da ne? Evet, arananlar arasında "Kurtlar Vadisi" , "Kurtlar Vadisi son bölüm" , "Kurtlar Vadisi final izle" ve "Kurtlar Vadisi finali izlemek istiyorum" gibi şeyler vardı. Yarım saatimi türlü harf kombinasyonları yazarak daha önce aranmış olan şeyleri araştırarak geçirdim.

Şimdi anlamadığım şey, bir insan Google gibi bir sanal oluşumla nasıl böyle dost olmuştu? Arama çubuğuna bir isteğini yazmak ve bunu düzgün bir cümleyle belirtmek de ne oluyordu? Tüm bunların üstüne, "Kurtlar Vadisi finali izlemek istiyorum" yazıp aradığınızda Google'ın sonuç vermesi ya da "Bunu mu demek istediniz?" diyerek sizi düzeltmesi bu arkadaşlığı sağlamlaştırmıyordu da ne yapıyordu?

Aynı şey Facebook'da da var. Bir insanın 1483 arkadaşı olması demek de ne oluyordu? Hepsiyle zaman geçirmeye kalksan, hesaplamadım ama tahminen bir ömür yetmezdi. Bu "arkadaşların" arasında her akşam yemeğinde aynı masada oturduğun, "Oğlum çay içeceksen gel, yeni yaptım bak" ve "Baba ya param bitti de.." gibi cümlelerin karşılıklı kurulduğu kişilerin olması ise ayrı bir komediydi. Facebook hesabım olsaydı eğer, abimi eklemezdim. Abim yahu benim, yan odadaki adam. Bir uyarı; eğer arkadaşlarınız arasında tanıdığınız bir çiftin bebeği de varsa, siz Facebook'u çok yanlış kullanıyorsunuz. Evet, bunu da gördüm. Yeni doğmuş çocuğa Facebook hesabı açacak kadar modern (!) sevgi pıtırcıkları, yaşadığım duygu patlaması yüzünden gözlerimi doldurmuştu.

Şimdi ben böyle saydırıyorum falan da düşününce sık sık muhabbet ettiğim, muhabbet ederken eğlendiğim kişilerin çoğu bu sanal dünyada tanıştığım insanlar. Hemen hemen hiçbirini gerçek dünyada bir kere olsun görmüş değilim. Henüz Google ile muhabbet kuracak kadar derine inemedim, bir blog ya da Twitter hesabım da yok ki o yolla bugün ne yaptığımı dakika dakika duyurayım dünyaya. Ama ben de bu sanal dünyanın bir üyesiyim, yaşadığım tüm sosyalliğin bu dünyada şekillenmesi bunu gösteriyor. Gerçek dünyanın sıkıntıları, hayatın türlü oyunları ve gerçek insanlarla yaşanan problemler sayesinde gittikçe bu sanal dünyaya ilgi artmakta diye tahmin ediyorum.

Sanıyorum bu sanal dünya, hepimizin oynadığı bir mmorpg. İstediğimiz karakteri yaratıp istediğimiz role bürünebiliyoruz. Bu yüzden bu kadar rahat ve çok arkadaş edinebiliyoruz. Ama söyleyeyim, ben gördüğünüz ve sandığınız kişi değilim.
Spoiler: Göster
Laughing Madcap (Temsili Resim)
Attention all planets of the solar federation
We have assumed control.

Çevrimdışı Laughing Madcap

  • ****
  • 960
  • Rom: 51
  • The Oncoming Storm
    • Profili Görüntüle
Ynt: O Değil De...
« Yanıtla #18 : 18 Ağustos 2010, 01:22:55 »
24 Dakika


"Ya abi söyler misin bana, benim o adamla ne alıp veremediğim olabilir? Herifi tanımıyorum bile!"

Işıklandırması yetersiz olan bir ara sokaktaydık. Sesim biraz yüksek çıkmış olacaktı ki yanıbaşımızda duran çöpün içinden bir kedi fırladı ve korkarak uzaklaştı. Işıksız ortamdaki o ani hareketle, zaten gergin olan vücutlarımız kontrolsüz bir şekilde irkildi. Kedi hızla uzaklaşırken peşinden bir küfür savurdum.

Sokak iğrenç kokuyordu. Çöp ve sidik kokusu oldukça baskındı fakat yeni kokular da eklenmişti ortama; alkol ve kan. Abim bana doğru yaklaştı ve ceketinin cebinden telefonunu çıkartıp ışığını suratıma doğru tuttu. O sırada elimi dudağıma ve sol kaşıma götürdüm. Abimin surat ifadesi ne halde olduğumu anlamam için yeterliydi aslında ama elime gelen ıslaklıkla beraber durumu iyice kavramıştım. Patlamış dudağım ve yarılmış kaşımla, üzerimdeki takım elbiseye rağmen pek çirkin duruyor olmalıydım. Yavaşça duvara yaslandım ve abime baktım.

Onun da üzerinde siyah takım elbise vardı. Acımı daha da arttırsa da gülümsedim. Şu dünyada takım elbisenin yakışmadığı tek insandı sanırım abim. Bunun hakkında yıllardır yaptığım bir şakayı yapmak için ağzımı açtım ama bugün olanlar aklıma gelince sustum.

Bundan bir iki saat önce dertlerimizi ve sorunlarımızı rakı bardağında boğmak için abimin daha önceleri de gittiği bir yere gitmiştik. Arkada çalan müzik, çalışanlar ve diğer müşterilere bakılırsa oldukça nezih bir mekandı. Yaklaşık kırkbeş dakika sonra o nezihliği bizzat ben bozmuştum. Yan masadaki birisiyle laf dalaşına girmem, akabinde mekandan atılmamız, o adam ve tanıdıklarının toplam üç masa işgal edecek kadar kalabalık olmaları, her birisinin beni dövmek için 2 dakikasını ayırması ve toplamda 24 dakikalık bir dayak ziyafeti çekmem, tüm bunlar olurken abimin beni tüm kötü anlarımda olduğu gibi sadece izlemesi... Herşey bir anda olup bitmişti. Mekanın nezihliği, benim suratım ve adamların keyifleri, hepsi 24 dakikada bozulmuştu.

Adamların yorulmalarını fırsat bilip bir ara sokağa sığındık. Tekrar nefes almayı başarabildiğimiz bir anda abim söylenmeye başladı. "Sen naptığını sanıyosun be? Ne sorunun vardı adamla?" diye bana kızdı. Adamı hayatımda ilk defa gördüğümü, ben de neden böyle bir olay olduğunu anlamadığımı, sinirlerimin çok bozulduğunu anlatmaya çalışsam da abim bana kulak asmadı ve söylenmeye devam etti.

O söylenedursun, ben artık dayanamayıp yere çöktüm. Gözlerim yere sabitlenmişti, dudağımdan ve kaşımdan kan damlaları periyodik olarak yere düşmekteydi. Bir süre sonra abim sustu ve yanıma oturdu. "Neden böyle yaptığını biliyorum." dedi elini omzuma atarak. Yavaşça kafamı çevirdim ve anlamayan gözlerle baktım. Fakat yeterince iyi rolüme bürünememiş olmalıydım ki kafasını salladı. "Sen de çok iyi biliyorsun. Kabullen artık." dedi sessizce.

Bir hışımla ayağa kalktım. 24 dakikalık dayak seansı, ondan önceki 45 dakikalık alkol alımı ve bir hayli kan kaybı yüzünden olsa gerek, bir an başım döndü ve tekrar duvara yaslandım. "Sus! Sadece sus!" dedim gözlerimi kapatarak. Evet, bir amerikan filminde gibiydik. Hayat gerçekten çok garipti, yıllar önce Star'da izlediğim ucuz bir amerikan filmi sahnesini bizzat yaşayacağım hiç aklıma gelmezdi.

"Kabullen artık, babam öldü." dedi abim, yavaşça yerden kalkarak. O sırada yere damlalar düşüyordu; dudağımdan, kaşımdan ve gözlerimden.

"Abi nasıl olur bu ya? Babam nasıl ölür ya?"
Attention all planets of the solar federation
We have assumed control.

Çevrimdışı Laughing Madcap

  • ****
  • 960
  • Rom: 51
  • The Oncoming Storm
    • Profili Görüntüle
Ynt: O Değil De...
« Yanıtla #19 : 20 Ağustos 2010, 02:13:40 »
Canım sıkılıyor.

Oturduğum yerden kalkıp, hava almak için dışarı çıkmaya hazırlanıyorum. Ev beni bir güzel dövüyor. Önce koltuğun kenarına ayağımı çarpıyorum, sonra kafamı dolabın kapağına vuruyorum. Ayakkabıları giyerken cebimden düşen telefona refleks olarak tekme atıyorum ve telefon duvarla buluşuyor. İkiye ayrılan telefonu toparlayıp cebime koyuyorum.

Dışarısı çok sıcak. Dışarısı çok kalabalık. İnsan denizinde sürüklenerk bir yerlere gidiyorum. Nereye gittiğimin farkında değilim fakat gidiyorum. Gitmek mi zor kalmak mı derseniz, kalmak çok zor. Çünkü dışarısı sıcak. Dışarısı kalabalık. Karnım acıkıyor ve bir lokantaya giriyorum. Yemeğin yarısını zor bitiriyorum. Her zamanki lokantada, her zamanki yerimde oturmuş, her zaman yediğim şeyleri yemekteyim fakat zevk alamıyorum. Yüklü bir miktar parayı kasaya bırakıp insan denizine dalıyorum. Kayboluyorum.

Telefonun sesiyle kurtuluyorum boğulmaktan. Liseden eski bir arkadaş arıyor, eski dostlar toplandık haydi gel sen de diyor yıllardır değişmeyen ses. Akıntıya karşı yüzerek ulaşıyorum hedefime. Beş eski yüz bana bakıyor. Gülümsüyorum yalandan, aynı samimiyetsiz gülüşler bana karşılık veriyor. Yıllardır değişmeyen yüzler, yıllardır değişmeyen sesleriyle yıllardır değişmeyen konulardan bahsediyor. Sohbet yıllardır değişmiyor, fikirler yıllardır değişmiyor, hareketler yıllardır değişmiyor. Ben yıllardır yaptığım gibi gülümsüyorum, gülüyorum, kızıyorum ve konuşmaya katılıyorum. Farkediyorum ki ben bu oyunu yıllardır oynuyorum.

Her zamanki gibi, birbirimizi arayalım, kesinlikle görüşelim diyerek ayrılıyoruz. Hepimiz de eminiz ki, kimse kimseyi bir kaç sene boyunca aramayacak. Gülümsüyorum, bu sefer içten.

Ara sokaklarda biraz daha turluyorum. Hava kararmak üzere, akşam ezanı okunuyor. Akşam ezanında eve girmeye programlanmış bir çocukluk yaşadığım için olsa gerek, ayaklarım beni eve sürüklüyor. Evdeki tek ses, televizyondan gelen saçma sapan sesler. Bir takım insanlar kutularından küçük çıktıkça gülüyorlar. O gülüşler bana az önceki gülüşleri hatırlatıyor. Ben de gülüyorum.

Bilgisayarı açıyorum ve 20 dakika boyunca sağ tıkla-yenile kombinasyonunu uyguluyorum. Bir süre sonra sıkılıp internette turluyorum. Olmuyor, bir kaç video izliyorum. Olmuyor, flash oyunlarına sarılıyorum. Olmuyor, birşeyler yazıyorum.

Canım çok sıkılıyor.
Attention all planets of the solar federation
We have assumed control.

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: O Değil De...
« Yanıtla #20 : 20 Ağustos 2010, 10:23:44 »
Seviyorum bu köşeyi, kalemin bu tarz yazılarda oldukça kuvvetli. Okurken kendimi bir blog sayfasını takip ediyormuş gibi hissediyorum. Belki de artık zamanı gelmiştir? Ellerine sağlık...
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı

  • **
  • 89
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: O Değil De...
« Yanıtla #21 : 06 Eylül 2010, 13:07:17 »
Gerçekten hem çok komik, absürd ve düşündürücü yazabiliyorsun. Mit'in de dediği gibi kalemin bu tarz konuda güçlü. Kendini yazarak geliştirebileceğini de düşünüyorum. 
Ayrıca "Sanal Dünya"nın sonunda koyduğun resim beni çok güldürdü. Ermen Çağlar'ımsı ve harika diyebilirim.
Mit'in diğer söylediğine de katılıyorum belki de seni bloğundan takip etmek daha güzel olur.
+ +

Çevrimdışı Laughing Madcap

  • ****
  • 960
  • Rom: 51
  • The Oncoming Storm
    • Profili Görüntüle
Ynt: O Değil De...
« Yanıtla #22 : 06 Eylül 2010, 23:54:50 »
Üç - Beş - Yedi

"Normalde üçün beşin hesabını yapmam ben!" dedim, çenemi biraz yukarı kaldırarak. Al Pacino tarzı bir havam olsun istemiştim aslında fakat sesim bir an için çatallaşınca "Polat Alemdar Atarı"ndan öteye gitmedi kurduğum cümle. Karşımdakinin bir anda gülümsemesinin sebebi de buydu zaten. Suratındaki ifade "Evet, seni biliyorum." değil de, "Ahuhahahaha sese bak" gibiydi. "Ne gülüyosun, bişey anlatıyorum şurda." dercesine kaşlarımı çattım. "Abi ben sana gülmüyorum zaten, aklıma birşey geldi de." dercesine baktı bana. Hemen affettim ve devam ettim anlatmaya.

"Ama artık yeter. Yeter be, yeter. Biz de insanız sonuçta, yazık bize!"

Elimle göğsümü dövmeye başladım ki bu çok gereksiz bir hareketti. Evet, biraz abartıp duygu yüklemek istemiştim duruma fakat şimdi de Mahsun Kırmızıgül'e dönüşmüştüm. Konuya giremiyordum; tam tersine konudan gittikçe uzaklaşıyor ve saçmalıyordum.

"Abi konu neydi bu arada?" sorusuyla beraber kendime geldim ve bu fırsatı değerlendirerek hemen konuya girdim:

"Konu şu. Bir ilişkide bir çift vardır yeğen. O ilişkideki herhangi bir üçüncü kişi, fazlalıktır. Bu kişi hem çifte hem kendisine eziyet etmektedir." Ben öylesine role bürünmüştüm ki, yumruğumu masaya vurmaya başlamıştım. Gerçekten kendimi kaybetmiştim.

"Abi bi sakin ol, tam olarak derdin nedir senin?" sorusu, durumun artık ilginçliğini kaybettiğinin göstergesiydi. Katıksız bir şekilde saçmalıyordum. Vermek istediğim duygu acıyken artık komedi olmuştu. Hayatım boyunca belki de ilk defa şaklabanlığı bıraktım ve kafamı öne eğerek derdimi söyledim.

"Üçüncülük bana koyuyor."

***

Hayır, aldatılmadım. Böylesine duygusal - saçma - bir hava yaratmamın sebebi durumun vahimliği değil, canımın fazlaca sıkılmasından ileri gelmekte. Yani, üçüncü olduğum gün gerçekten çok sıkılmıştım, bu çok koymuştu bana. Bir çift elbette buluşmalı, görüşmeli, konuşmalı ve kaynaşmalı. Buna karşı çıkacak kadar çıldırmış değilim. Fakat tüm bunlar olurken ortamda bir başkasının da olduğuna dikkat etmeli. Genel olarak hayatımın belirli dönemlerinde "+1" olmuşluğum vardı, bir çiftle beraber uzun bir yolculuğa çıkmışlığım, tüm tatil boyunca üçüncü kişi olarak takılmışlığım vardı. Fakat o gün bir başka koymuştu bana. Onlar tartışırken masadaki çereze abanmak, birbirlerine yapmacık bir sevgi gösterisi gösterirlerken yan masadakileri izlemek, fiziksel temasa geçtiklerinde önümdeki bardak altlığındaki yazıyı yüzlerce kez okumak bana koymuştu. Ertesi gün başka bir arkadaşımla buluştuğumda öfkemi böyle dile getirmiştim ben de.

Bilmiyordum ki bundan aylar sonra bir ortamda 5. kalacaktım. Yolda 2-1-2 şeklinde dizilip yürürken, çiftler birbirlerinin ellerini tutmuş aheste aheste yürürlerken, bir Xavi-Iniesta misali zaman zaman geriye dönüp zaman zaman ileri çıkacaktım. Başarılı bir orta saha oyuncusu olarak öndeki muhabbeti arkaya, arkadaki muhabbeti öne bile taşıyacaktım. Hatta o gün, fiziksel ve ruhsal olarak öylesine yorulacaktım ki, önümüzdeki hiç bir maça bakmak istemeyecektim.

Yedinciliği yaşadığım şu günlerde, canım gerçekten çok sıkılıyor.

_______________________________________________________

Genel durum ve yorumlar hakkında;

"O Değil De..." yi sonlandırmayı düşünüyordum açıkcası. Ardarda gelen blog yönlendirmeleriyle, sanırım yapacağım bunu. Bu yazı dizisi amacından çıktı gibi. Rahatlamak için yazmaya başlamıştım ama artık her yazdığım beni daha çok rahatsız ediyor.

Fakat şöyle de bir gerçeklik var;

"Öylesine üşeniyorum ki, herhangi bir şeyi tamamlayabileceğimi düşünmü-"
Attention all planets of the solar federation
We have assumed control.

Çevrimdışı Elijah

  • ***
  • 627
  • Rom: 6
    • Profili Görüntüle
Ynt: O Değil De...
« Yanıtla #23 : 07 Eylül 2010, 02:21:32 »
yorsun, saygıyla karşılarız. Tadında bırakmak en iyisi. Ayrıca yazdıklarını baştan sona sessizce takip ettim, harika yeteneğin var.
Planemo Syndrome

Çevrimdışı Fırtınakıran

  • *
  • 8351
  • Rom: 1
  • Unique Ravenclaw
    • Profili Görüntüle
Ynt: O Değil De...
« Yanıtla #24 : 07 Eylül 2010, 11:18:55 »
3.lük bana da çok koyuyor :P. Bir çiftin yanında mutluluğun tablosunda(!) somurtkan şirin olarak kalmak zor bir durum. (duygularımı saklayamam hemen yüzüme yansır).
Hele bir de o çift, burada bahsedilenden de öteyse demeyin o 3.nün haline. Yanlarındakini unutup hülyalara dalarlarken karşınızdaki arkadaşınızdan giderek ne kadar tiksindiğizin farkına varabilirsiniz.
Şahsen çok zorunlu değilsem çağrıldığım 3.lüklerde koltuğumu boş bırakıyorum. Böylece ne tüm gün can sıkıtısından patlayıp kendime lanet ediyorum ne de akşam eve gelince pişman oluyorum.

Gezsin çiftlerimiz, beraber çok güzel günleri olsun, ama artık yanlarında kareye oturmayan 3.ler olmasın.

Not: yazmama kararın karşısında boyunumuz kıldan ince

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: O Değil De...
« Yanıtla #25 : 08 Eylül 2010, 11:09:58 »
İğrenç bir durumdur üçüncülük. İtina ile kaçar, arkama bakmadan uzaklaşırım böyle ortamlardan. Girmemeye özen gösteririm demek daha doğru olur sanırım. Manasını da kavrayamadım hiç. E be güzel kardeşim, sevgilinle gezip tozacaksın, gülüp kıkırdayacaksın, bu esnada onun gözlerinde kaybolup beni ve evrendeki varlığımı unutacaksın madem, beni ne diye çağırıyorsun o halde???

Blog sayfası güzel olur, güzel :) Ama buraları da boşlama...
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı Laughing Madcap

  • ****
  • 960
  • Rom: 51
  • The Oncoming Storm
    • Profili Görüntüle
Ynt: O Değil De...
« Yanıtla #26 : 18 Eylül 2010, 00:48:29 »
Kola

"Pepsi mi Koka Kola mı?" gibi, sapkın bir beyin tarafından üretilen soru ağızdan çıkıp da masaya vurulunca biraz irkildim. Genelde iyi kararlar verebilen birisi olarak bilinmezdim. Kararsız ve üşengeç bir insan olarak, her işim yarım kalmış, çoğu işi sonlandıramamıştım. Soranlara sonları sevmem diyordum; aslında sona ulaşamayan birisiydim.

Sorunun aniliği de benim mavi ekran vermeme sebep olmuştu aslında. Şöyle bir olayla anlatayım; evimden uzakta bir şehirde üniversite okuduğum için sık sık şehirler arası yolculuk yapmaktayım. Yolculukta neler yaşayacağımı bildiğimden, bu sefer otobüse binmeden ne içip yiyeceğime karar vereyim dedim ve aklımı kaplayan "çay-tutku" düşüncesiyle yerime oturdum. Yolculuk çok güzel geçmekteydi, ta ki muavin sinsice yanaşıp "çaykahvemeşrubat?" diyene kadar. Bu ani soruyla kafamda binlerce şimşek çaktı ve gözüm karardı. Tekrar kendime geldiğimde elimde bir kahve, önümde bir kek vardı. Ve yanımda oturan amcanın çayına imrenerek bakıyordum.

Durum böyle olunca, siz de takdir edersiniz ki "Pepsi mi Koka Kola mı?" sorusu beni baya zorlamıştı. Telefon çalıyormuş gibi yapıp telefonu kulağıma dayayıp yüksek sesle konuşmaya başladım. Doğaçlama yaparak oluşturduğum bu telefon konuşması oldukça inandırıcıydı bence. Bu sırada ben de beynimi çalıştırıp soruya bir cevap aramaya koyulmuştum. Fakat azizim, beyin bir kere çalışmaya başladı mı tutabilene aşk olsun. Koladan giren beyin, Karayip adalarında bir tatil hayaline kadar ulaşınca kendimi durdurdum.

Saçma bir insan uğruna ne hallere düşmüştüm? Klişe bir soruyla resmen ezilmiş büzülmüş, dünyanın en kolpa yalanı olan "telefon konuşması"nı icra ediyordum. Masum gözüken kötü bir soru, ruhumu parçalamaktaydı. Tüm hayatımın saçma insanlar uğruna şebek olmakla geçtiğini, masum gözüken bir çok olayın ruhumu onarılamaz şekilde yaraladığını fark ettim o anda. Hüzünlendim ama bozuntuya vermedim. Oldukça mühim bir tiyatronun başrolündeydim sonuçta. Soruyu soran kişi, bundan 2 ay önce "Abi ben Serdar Ortaç olmak istiyorum ya. Düşünsene, yazdan yaza çalışıyorsun. Yıllardır yaptığın şarkıları birer nota değiştirerek tekrar piyasaya sürüyorsun ve deli gibi para kazanıyorsun. Ben Serdar Ortaç olacağım abi, kararım kesin." diyerek beni farklı dünyalara sürüklememiş miydi? Üniversitede kızlar teklif ediyormuş yalanına sıkı sıkı bağlanıp 3. sınıfta sevgilisizlikten hafiften sıyırmamış mıydı? Onbeş günde bir "Sanırım evleneceğim kadını buldum, x'ten çok hoşlanıyorum ben abi." diyen bir herifti bu hödük ve ben bu adamın basit bir sorusuyla yıkılacak bir adam değildim.

İçimde böylesine fırtınalar koparken, masadan bir takım gülüşmeler yükseldi. Kafamı kaldırıp masada oturanlara baktım. Hepsinin bana sırıttıklarını görünce biraz tırstım ve tek gözümü kırparak "Ne var lan?" dercesine baktım. Hödük ağzını açtı ve yıllardır onun ağzından çıkan yegane mantıklı cümle suratımda patladı.

"Abi, telefonu ters tutuyorsun."

Sahnenin ışıkları asılı durdukları yerden tepeme düştüler. Perdeler tutuşmaya başladı. Salon hemen boşaldı, oyun bitmişti. Telefonu cebime koyarken, oyunun son cümlesini söyledim.

"Pepsi."

_______________________________________________________________________________

Evet, "O Değil De..."yi sonlandıramadım. Yazıda da bahsettiğim üzere, sonları hiç beceremedim. Ben sonlanana kadar, bu yazı sonlanmayacak gibi duruyor şimdilik.
Attention all planets of the solar federation
We have assumed control.

Çevrimdışı Fırtınakıran

  • *
  • 8351
  • Rom: 1
  • Unique Ravenclaw
    • Profili Görüntüle
Ynt: O Değil De...
« Yanıtla #27 : 19 Eylül 2010, 22:13:24 »
Peki ben şunu merak ettim pepsi dediğiniz için pişman oldunuz mu? Hani çay kararı vermişken muavinin ani sorusuyla kahve almış ve pişman olmuşsunuz ya, oradan geldi aklıma.

Şahsen ben Koka Kola'yı tercih ederim, Pepsi çok tatlı geliyor :P.

Sizi sorusuyla allak bullak eden sevgili arkadaşınızın türevlerinden itina ile kaçınıyorum efendim. Basit sorularla aklınızı uzak diyarlarda gezintilere çıkaran bu insanlarla karşılaştım ve malesef kararsız bir yapıya sahip olduğum için saniye başına fikrimi değiştirerek başları döndürmeyi de başarmıştım. Ama özellikle "üniversitede kızlar teklif ediyormuş" sözünü sarf eden her türlü kişi ve kişilere karşı katı bir önyargım var. Tebrik ediyorum bu güzide düşünceye sahip olan insanları.

İşin kötüsü, telefonu ters tutmanız değil, mavi ekran verdirten arkadaşınızın önünde telefonu ters tutmanızdır kanımca.

Arkadaşınız için pek hoş sözler söylemedim affola. Özür dilerim bundan ötürü.

Bu arada kararsızım deyip çok kesin bir biçimde Koka Kola demem tamamıyla kendi deney ve gözlemlerimden ileri gelmektedir.

Not: Dürbün'de her zamanki gibi bakınırken profilinizde gezinen birilerini gördüm, bir mesaj yazacak kadar uzun kaldı orada. Sonra oradaki yorumdan yola çıkarak yeni bir yazı yazmış olabileceğinizi keşfettim. İyi de olmuş. Sonlara ulaşmanız daha zaman alır umarım.

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Ynt: O Değil De...
« Yanıtla #28 : 19 Eylül 2010, 22:48:03 »
Bir not daha eklersen Kola başlıklı yazıdan daha uzun bir yorum yapmış olacaksın :) haha

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: O Değil De...
« Yanıtla #29 : 20 Eylül 2010, 00:29:52 »
İnsan bazen böyle ufacık şeylere nasıl da takılıyor değil mi? :) Özellikle de yanınızda, karşınızda vs. pek de empati kurmadığınız biri olunca. Keyifle okudum, kalemine sağlık.
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.