Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - BoZCiN

Sayfa: [1]
1
Kurgu İskelesi / Karavul - Başlangıç
« : 17 Mayıs 2014, 09:21:29 »
Karavul - Başlangıç

Özet
Spoiler: Göster

Annesi ve küçük erkek kardeşiyle büyük bir şehirden ayrılıp bir kasabada yaşamaya başlayan Deren'in çevresinde gelişenler işleniyor. Yıllar önce annesini iki çocuğuyla başbaşa bırakıp terk eden, sonra Deren'in yaşında Perin adlı kızıyla ortaya çıkan bir babanın yanında yaşamaya başlamak Deren'i deli etmektedir. 15 yaş gibi bunalımlı bir döneme, karmaşık bir de aile ilişkisi eklenince Deren için herşey daha bir zorlaşır. Deren, çok geçmeden, başta aile fertleri olmak üzere, yaşamaya başladığı yerde hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını fark etmeye başlar.



1. Bölüm - Yeni Hayat
“Odayı asla başka biriyle paylaşmam.” Sesi tüm evi çınlatıyordu. Öfkeliydi. Kendini aldatılmış hissediyordu. Yıllardır tek dayanağı olan annesi tarafından üstelik.

“Çocukluk yapma Deren.” Annesi de az önceki kadar sakince konuşmuyordu artık. “... Koca kız oldun.”

“Evet, koca kız oldum. 15 yaşındayım anne. Benim yaşımda insanlar odalarını paylaşmazlar. Hele onunla hiç paylaşmam.” Eliyle kendi yaşındaki kızı gösteriyordu. Bakımı için her zaman özen gösterdiği uzunca ve birbirine karışmış saçları, tren lokomotifi gibi ses çıkaran burnu, kocaman açılmış gözleri ve işaretlerken bile sinirden tir tir titreyen parmakları ile kendinden çok emin bir görüntü verdiğini sansın, aslında epeyce de komik bir haldeydi.

“O senin kardeşin, kızım!” İlke Hanım kendini artık zor tutuyordu. Bugüne kadar Deren'le çok tartışmışlardı ama bu kez durumun vahim olduğunu aslında o da iyi biliyordu.

“O benim kardeşim falan değil. Benim tek kardeşim var. O benim kardeşim falan olamaz!” Bunu söylerken odaya bir sessizlik çöktüğünü Deren de fark etti. Yaşıtı olan sarışın kıza ve onun hemen yanında duran babasına öfke dolu gözlerle baktı.”

“Benim hiç bir şeyim değilsiniz. Değil odayı paylaşmak, bu eve adım attığıma şükredin...” Adam sağ eliyle hemen yanında duran sarışın kızı omzundan kavrayıp dışarı çıkarmaya yöneldi. Kız tepkisizce, adeta robot gibi istenilen tarafa doğru yürüyüp babasıyla birlikte odadan çıktı. Deren bu görüntüyü titreyen öfke dolu gözlerle izledikten sonra iyice bitkin haldeki annesine döndü.

“Koca kız oldun diyorsun. Bu yaşta hangi kız odasını biriyle paylaşıyor... Üstelik bugüne kadar hiç görmediği, tanımadığı biriyle. Kardeşin diyorsun. Perin, onun kızı anne.”

“O dediğin baban Deren!” annesinin sertleşen ses tonuna karşılık alaycı bir sesle konuştu genç kız.

“Evet... Ben 6 yaşındayken ortadan kaybolan, 7 yıl sonra ben yaşındaki kızıyla ortaya çıkan adam... Babam”

“Deren” diye susturmaya çalıştı annesi.

“İki yıl önce, 'asla bir araya gelemeyiz' diyordun. Sen, ben ve Meriç daha önce yaptığımız gibi mutlu bir şekilde yaşayacaktık. Neden sözünü tutmuyorsun..? Neden buraya... Allahın belası yere geldik?” Konuştukça daha çok hırslanıyor gibiydi. “Ankara'dan kalkıp neden küçücük bir köye geldik?” Aslında köy değil koca bir kasabaydı ama Deren her zaman yaptığı gibi sevmediği şeyleri küçümseyerek konuşuyordu. “Babama da, bu eve de ihtiyacımız yok anne. Anlamıyorum. Sen nasıl onu affedebiliyorsun... O... kızı... Başka bir kadın” Bu sözleri ederken aslında sözlerinin kesileceğini de biliyordu.

“Tamam.” dedi annesi. Sinirleri alt üst olmasına karşın o derece bitkindi ki kızıyla daha fazla bu tonda tartışamayacağını anladı. Bu sırada dışarıdan baba ve kızın fısıltılı konuşmalarını işitiyorlardı. İlke Hanım, aynı şekilde sessizce konuşma gereği duydu.

“Bu konuyu daha önce konuşmuştuk. Sana her şeyi anlatmıştım. Aynı konuları bir daha mı konuşalım? Bunu mu istiyorsun? Tartışmayı bitirdiğimiz konuları tekrar mı açıp yoralım birbirimizi? Ne istiyorsun Deren? Aylarca kavga mı edelim bu konuda?” İlke Hanım bu şekilde konuşarak Deren'i sakinleştiremeyeceğini biliyordu. Daha ılımlı bir ses tonuyla devam etti.

“Yakında alt kattaki tadilat sona erecek Deren. O zaman ayrı bir odan olabilir. İstersen ilk tercih de senin olsun. Ayrı odan değil, ayrı bir katın olsun hatta. Artık sen nasıl istiyorsan? Ne olur biraz anlayış göster. Yorma beni lütfen. Hadi bir tanem. Güzel kızım... Birazcık anlayış.”

'Anlayış mı?' diye düşündü genç kız. Sonra hırsla odanın dışına yöneldi. Sinir ve üzüntüden zor tuttuğu gözyaşları her an için akabilirdi ve böyle bir şeye asla izin vermemeliydi. Kapıdan çıkarken babasıyla ve müstakbel yeni kız kardeşiyle karşılaştı yine: Perin! Sarışın kız buz mavisi tepkisiz gözleri ile Deren’in ateş saçan kestane rengi gözleri, kısa bir an için karşı karşıya geldi. Deren tüm saldırganlığı ile öfke saçmasına karşılık gözlerini ilk kaçıran oldu ve hızla salonun sonuna doğru yürüdü. Koltuk takımın arkasına geçip tavandan yere kadar uzanan geniş camın dibindeki minderlere bıraktı kendini. Dışarısı karanlıktı. “Allahın belası yer” diye söylendi.

Annesi arkasından salona çıkmıştı ama kızını daha fazla takip etmedi. Babasının sesini duydu Deren. “İstersen sen valizleri odaya taşı. Biz de Perin'le yatak işini halledelim.” diye seslenmişti İlke Hanım'a. Sonra annesiyle babasının fısıltılarını duydu ama ne konuştuklarını çıkaramadı. Zaten anlamak için uğraşmadı da.

Öfke doluydu Deren. Her şeyden nefret ettiğini hissediyordu. Yakın zamana kadar çok sevdiği her şeyden hem de. Hayal meyal hatırladığı bir baba figürüne karşı açıklayamadığı bir umut ve sevgi beslemişti onca yıl. Şimdi nefret ediyordu. Kendi ayakları üzerinde durabilen, güçlü bir kadındı annesi. Sadece sevmek değil, zamanında tapıyordu ona. Şimdiyse hissettiği tek şey nefretti. Hep bir kız kardeşi olsun istemişti. Her şeyi paylaşabileceği, yaşına yakın, dertleşebileceği bir kız kardeş. Oysa Perin'in saçını başını yolmak, suratını tırmıklamak istiyordu. Sık sık değiştirdikleri kiralık evlerden bıkmıştı. Hep kendi evleri olsun istemişti. Bugün böyle bir evi oluyordu. Ama o bu evden de nefret ediyordu. Yakın zaman kadar hep sevdiğini sandığı kavramlardan bir bir nefret eder olmuştu. Hiçbir insanı sevmiyordu. Hiçbir olayı sevmiyordu. Hiçbir yeri sevmiyordu. “Nefret ediyorum” diye mırıldandı.

Anlamsız gözlerle dışarıdaki karanlığa bakarken bunları düşünüyordu. O sırada yanında bir kıpırdanma hissetti. Sağ tarafına döndü. Meriç'ti bu. Kısa saçlı, kocaman kahverengi gözlü, pamuk yüzlü can kardeşi. Onun suratındaki endişeyi görünce istemsizce gülümsedi. Kardeşi küçük bir kedi gibi sokuldu ablasının yanına. “Beni seviyorsun ama di mi?”

Deren kardeşini omuzlarından kavrayıp önüne çekti. Meriç’in küçük sırtını göğsüne dayayıp kollarıyla gövdesini sardı. Yüzünü onun yüzü ve omzu arasına gömüp kardeşini kokladı. Hep güzel kokardı Meriç. Bebekliğinden beri. Şimdi 9 yaşındaydı ama hala aynı kokuyordu. Değişmeyen tek şey buydu. Son zamanda aynı kalan tek şey Meriç ve kokusuydu galiba. “Seni çok seviyorum.” dedi Deren. Meriç’in sessizce kıkırdamaları huzur vericiydi. Başını biraz kaldırıp kardeşinin yanağına kocaman bir öpücük kondurdu. “Seni çok ama çoook seviyorum.”

-0-

“Hadi Meriç! Yatma vakti”

Bu sesle irkilip kendine gelmişti Deren. Kardeşiyle kucak kucağa uyumuş olduklarını anlaması uzun sürmedi. Yanı başında annesi dikiliyordu. Meriç'i uyku mahmurluğuyla kıpırdar haldeyken kucaklayıp kaldırdı. Yavaşça salonu sonuna doğru taşıdı. Deren onları izlerken babasının sesini duydu.

“Valizlerini odana koyduk Deren. İstersen eşyalarını yerleştirebilirsin.” Babası ince fakat sert yapılı bir adamdı. Beyazlaşmış saçları ve mavi gözleriyle karşısında dikiliyordu. Ayağa kalkıp, bir kaç adım atıp tam onu karşısında durdu Deren. İlk defa babasıyla yalnız kaldıklarını fark etti. Adamın sevecen bir bakışı vardı aslında. Çocukluğundakinden çok ama çok daha yaşlıydı sanki. Aradan geçen 8-9 yıl ona çok hoyrat davranmış gibiydi. Zor bir hayat olmuş olmalı diye düşünmeden edemedi genç kız.

“Ben aynı odada kimseyle kalmam” diyebildi Deren. Sesi o kadar sert çıkmıyordu artık. Babası başını yukarı aşağı hareket ettirdi. “Sadece o değil... Yani Meriç'le de olsa aynı odada kalmazdım. Ben Ankara'daki evde ayrı odada kalıyordum zaten.” diye sakince inadına devam ediyordu. Bunları söylerken çocuksulaştığı hissine kapıldı. Babasının yukarı kalkan kaşları ve dudağına konan tebessüm de bu zannını güçlendirdi Deren'in.

“Gel!” dedi kısık bir sesle babası. Elini uzatıp kızın sol omzundan tuttu. Odanın kapısına doğru yürümesine yardım etti. Deren annesine karşı takındığı sert tavrı babasına karşı sürdürememiş olmanın şaşkınlığını yaşarken, istemeyerek de olsa odanın kapısında buldu kendisini. Orada şaşkınlığı biraz daha arttı. Daha önce odada bulunan iki yataktan birinin yeri boştu artık. “Nasıl?” diye düşündü. Babasının yönlendirmesiyle odaya girdi. Bu haliyle kocaman bir oda olmuştu artık. Ortasına kadar yürüdüler. Duvara yakın hoş tek kişilik yavruağzı bir yatak... Büyük bir boy aynası... Yanında genişçe bir komedin... Hemen yanında cam ve balkon... Çalışma masası, bilgisayar, rahat olduğu belli olan bir sandalye... Yerde duvardan duvara krem rengi bir halı ortasında ise desenli bir kilim... Kilimin üstünde küçük bir masa ve masanın yanında bir sandık... Diğer tarafta ise çıkarılan yatak ve bir-iki mobilyanın neden olduğu geniş bir boşluk vardı.

Deren'in uyku mahmurluğu üzerine gelen bu şaşkınlığı iyice sessiz kalmasına neden oldu. Buna zaten çok konuştuğunu düşünmediği babasının da sessizliği eklenince içerisi büsbütün rahatsız edici hal aldı.

O sırada içeri giren Perin'in sesi duyuldu. Temkinli, sakin ve fazlasıyla özgüvenli bir sesti bu.

“Sanırım o boş tarafa oturma takımı koymak gerekir...” Deren irkilip asla bir Meriç olmayacağını hissettiği kız kardeşine döndü. İki kız yine karşı karşıyaydılar. Babası kenarda duran bir iki eşyayı alıp odadan çıkarken iki genç kız birbirlerini süzmeye devam ediyorlardı. Deren tamamen kontrollü, tetikte ve söylenecek her türlü söze cevap verecek kıvamdaydı. Perin bu gerginliği hissetmiş olmalıydı ki aynı babası gibi dudağına bir tebessüm kondurdu.

“Bu halde oda biraz boş kaldı gibi...” dedi. Sonra odanın ortasındaki sandığın yanına gelip eğildi ve kapağını kilitledi. İki yanından tutup tek hareketle kaldırdı. Sandık çok büyük değildi fakat bu kadar rahat şekilde kaldırması Deren'i biraz şaşırtmıştı. 'Benim kadar çıtkırıldım değil' diye düşünebildi. Perin o haldeyken yine göz göze geldiler. 'Sandık dolu olsaydı bu kadar rahat tutamazdı herhalde' diye düşünüyordu Deren.

“Güzel sandık.” diye bu sefer konuşma gereği duydu Deren. Göz göze geldiklerinde hep kaçan taraf olması ister istemez rahatsız etmişti kendisini.

“Bu benim için özel. O yüzden bunu alıyorum ama istersen dolaptaki eşyalara bir bak. İstediklerini alabilirsin. İstemediklerini ben birazdan gelip alırım.” dedi Perin. Deren, laf olsun diye söylediği bir sözden dolayı, eşya dilenen biri durumuna düştüğü için rahatsızlık duydu.

“Yoo... yoo hepsini alabilirsin. Dolap boş olsun lütfen.” Perin samimi bir şekilde gülümsedi yine. Sonra hızlı adımlarla kapıya yöneldi? Deren o ana kadar akıl edemediği şey için kızdı kendine. Başta fazla oda olmadığı için Perin'le birlikte kalmaları gerektiği söylenmişti onlara. Perin odadan ayrıldığına göre acaba nereye gidiyordu? Deren;

“Sen..?” diye belli belirsiz soru havası katabildi sözüne. Öyle ya, kızı resmen yerinden etmiş, deyim yerindeyse dağdan gelip bağdakini kovmuştu. Utandı ister istemez. Kapı ağzına kadar gelen Perin hafif bir şekilde geriye dönmüş Deren'in cümlesini tamamlamasını bekliyordu.

“Ben..?” Anlamazlıktan mı geliyor, yoksa hakikaten bu kadar saf mı diye düşünmeden edemedi Deren.

“Senin eşyaların...?” diye yine tamamlayamadı cümlesini. Gerçekten rahatsız olmuştu. Çocukça inat edip yaygara kopardıktan sonra istenilenin elde edilmesi sonrasında yaşanan anlamsız bir sessizliği yaşıyordu. Rahatsız edici olansa kimsenin bu sonuçtan duyduğu rahatsızlığı belli etmemesiydi. Perin bu sonuca gerçekten kızmamış olabilir miydi? Suratındaki bu tebessüm sahte miydi? Gerçi sahtece olmasa dahi Perin'in olanları uysal bir şekilde kabul edebilmesi bile başlı başına sinir bozucuydu.

“Ben...” diye tekrarladı Perin “...çatı arasına çıkıyorum.” Deren'in ağzı açık kaldı. O aralıktan “Çatı arası mı?” sözü çıkabildi. Perin yine hafifçe tebessüm etti.

“Daha tadilatı bitmemişti. Ama artık ben içindeyken düzenleyeceğim. Ufak tefek marangozluk işleri var. Sanırım 1-2 hafta sonra bitiririm.”

Çatı arası... Marangozluk... Tadilat... Kim yapacaktı bir de? Perin mi? Deren allak bullak olmuştu ve suskun kaldı. Perin;

“İstersen daha sonra gelip görebilirsin. Ama bence bittikten sonra görsen daha güzel olur.” dedi. Sonra önüne dönüp odadan çıktı. Deren açık kalan ağzını ancak o zaman kapatabildi.

-0-

Salonda annesinin ve babasının sakince konuşmasını işitiyordu. Yukarıdan da Perin'in takırtıları geliyordu. Deren kapıyı kapatıp odasına doğru döndü ve bir kez daha göz gezdirdi. Hala öfkeli kalmalıyım diye düşünüyordu. Bu bir barış anlaşması olmayacak. Değişen bir şey yok. Hepsinden nefret ediyorum. Hepsinden... Meriç dışında. Sonra odasına tekrar göz gezdirdi. Ama en azından üniversiteye gidene kadar. Tam 4 yıl. Evet evet. 4 yıl sonra babasını ve Perin'i, hatta anlamsız şekilde kişiliği değişen annesini terk edecekti. Odasını dolaşırken bunları düşünüyordu. Planlar yapıyordu. Belki Meriç de o zaman kadar büyür ortaokula giderdi. Hatta sonra o mezun olup iş bulurdu. Meriç de onun yanında liseyi okurdu. Kesinlikle böyle olmalıydı. Bu bir barış anlaşması değildi. Sadece geçici bir çözüm yolu bulmuşlardı.

Üstelik Perin'in çatı katına taşınması gibi bir duygu sömürüsünün kendisini yumuşatmasına da izin vermeyecekti. Babasının yaklaşımları ise gerçek olamayacak kadar dostaneydi. Nasıl bir insan daha evlenir evlenmez eşini başka bir kadınla aldatabilirdi ki? Perin'in varlığı ve kendisiyle yaşıt olması, babasının annesini daha ilk günden beri aldattığının kanıtıydı. 6 yıl boyunca durmadan yaptığı iş yolculukları hep bu sahteliklerle dolu olmalıydı. Sonra ortadan tamamen kaybolduğu 7 koca yıl. Üstelik Meriç daha yaşına bile girmemişken. Bir adam sevdiği kadına nasıl böyle bir davranışta bulunabilirdi? Hangi iyi insan iki yavrusunu bu şekilde terk edebilirdi? Böyle davranmış bir adamın şimdiki sevgi dolu bakışları nasıl gerçek olabilirdi? Peki ya annesi? Annesinin otoritesi de onu ilgilendirmiyordu artık. Deren için örnek bir model değildi artık o. Kendisini aldatmış, terk etmiş, sonra ansızın bir çocukla çıkagelmiş bir adamın yanına yerleşebilmek nasıl bir midesizlikti? Üstelik daha 2 yıl önce, babasıyla yıllar sonra karşılaştıklarında o evden kovmuşken. Ona hayatlarından çıkmasını, asla geri dönmemesini, çocuklarından uzak durmasını, tüm mahalleyi inletecek sesle haykırmışken. O örnek kadın, yaşamındaki en önemli varlık, dürüstlük abidesi, en güvendiği insan nasıl tükürdüğünü yalayabilirdi? Deren'i alt üst eden işte asıl buydu. Bir çadır direği gibi gördüğü, sağlamlığına inandığı annesi onun tüm gerçeklerini, kesin çizgilerini muallâk hale getirmişti. Sallantıdaydı adeta. Güvenilecek hiçbir kişi ya da şey yoktu artık onun için.

Deren bunları düşünüp odada dolaşırken kendini dolabın önünde buldu. Kapısını açıp bakındı. Nerdeyse boş bir dolaptı bu. Koyu renk mont ve ceketler vardı. Bir kızın dolabından çok erkek dolabına benziyordu. Üstte kalın kazaklar ve bir şapkanın olduğu raf vardı. Eliyle şapkaya uzandı. Altta ayakkabılar vardı. Daha çok bot ve düztabanlı spor türden. Hemen yanlarında da geniş bir sepet. Deren ilgilenmedi bile. “Hiç tarzım değil” dedi kendi kendine. Orta askıda renklerini çekici bulmadığı buluz, etek, gömlek, yelek ve t-shirtlere de öyle bir göz gezdirdi. 'Bunları gerçekten isteyebileceğimi mi düşündü' diye geçirdi içinden. Sonra dolabın kapısını açık bırakıp odaya yöneldi. Gerçekten büyüktü onun için. Boş olan köşeye tekrar baktı. Burası için bir şeyler düşünmeliydi. Derken kendisini aynanın karşısında buldu.

Bu Kasım'da 15 yaşını bitirecekti. Omuzlarına kadar gelen kahverengi dalgalı saçlarının karışıklığını o an fark etti. Tek eliyle düzeltip topladı. Az önce dolaptayken uzanıp aldığı şapkanın altına sıkıştırdı saçlarını. Siyah, kenarları dışarı doğru kıvrılan hoş bir şapkaydı. Üstündeki siyah-beyaz t-shirt ile de uyumlu olmuştu. Koyu gri pantolon da tamamlamıştı kendisini. Sonra gözü camın önüne kaydı. Oradaki saat de dokuz buçuğu gösteriyordu. Eylül ayı olmasına karşın hava soğuk değildi. Akşamları biraz serin oluyordu sadece.

Balkon kapısını açtı. Orta genişlikte sağı ve solu açık çıkıntılı bir balkondu. Korkuluklarında çiçekler için yer olmasına karşın saksı konmamıştı. Deren iki dirseğini de balkonun korkuluklarına dayadı. İkinci kat olmasına karşın yüksek göründü gözüne. Ev bir bodrum katının üstüne, 8-9 merdivenlik bir yükseklikle kurulmuş gibiydi. Birinci katın tavanları da yüksek olmalıydı. Bulunduğu balkonun bu şekilde yüksek olması da sanırım o yüzdendi. Hemen önündeki 7-8 metre önünde büyük bir ceviz ağacı vardı. Sağ tarafında evlerinin önü ve araba garajı bulunuyordu. Onun daha ilerisi ise sokaktı. Burayı çok az da olsa anımsadı Deren. Balkonun baktığı geniş bahçe ise komşularınındı. Meyve ağaçlarıyla dolu olan bahçe içindeki evi görmek mümkün değildi. Oldukça uzaktaydı. Sol taraf ise onların arka bahçesi olmalıydı. Burayı da hatırlıyordu. Büyükçe sayılacak bir bahçeden sonra tamamen ağaçlık, çalılık bir alan vardı. Daha arkasını göremiyordu ama bir su sesi işitiyordu. Orada bir dere olmalıydı.

Çocukluğunda da bu evde kalmışlardı. O zaman daha bakımlıydı diye hatırlıyordu Deren. Sanki uzun yıllar boş kalmıştı. Şimdi babası ve belli ki Perin birlikte evi tadilattan geçiriyorlardı. Sabah bir-iki usta da görmüştü. Babası sık sık gezdiği için asıl işi ustalar da yapıyor olabilirdi. Evin çevresini ve burada anımsadığı bir kaç yüzü gözünde canlandırmaya çalışırken bir sesle irkildi.

“Şşşşt... Perin!”

Deren kollarını korkuluktan çekip kendini içeri doğru çekti. Sesin nerden geldiğini anlamaya çalıştı.

“Hey baksana...” Sesini sadece kıza duyurmaya çalışan kısık genç bir erkek sesiydi bu. Deren sesin sağ taraftan, garajın oradan geldiğini anladı. Korkuluğu bu sefer iki eliyle birlikte sağlamca tuttu.

“Perin! Buraya da gelmişler. Kovaladım. Sizin arka bahçeye kadar...” Genç çocuk garajın önüne kadar çıkmıştı. Deren korkulacak bir şey olmadığına inanıp daha sakince bakmaya başladı. Kendi yaşlarında bir çocuktu bu. Dalgalı saçları vardı ama yüzünü pek seçemiyordu. Büyük bir ihtimalle o da Deren'in yüzünü seçememiş, şapkayla kapattığı saçlarından ötürü Perin zannetmişti. Deren o ana kadar boy ve yapı olarak Perin'le aslında benzeştiğini fark etmemişti. Çocuk bu arada hızlı adımlarla balkona doğru ilerliyordu. Balkonun altına geldiğinde yüz yüze geldiler. Deren o anda, gecenin karanlığına rağmen, çocuğun koyu renkli gözlerini ve o gözlerdeki şaşkınlığı fark etti.

“Perin?” diyebildi çocuk. Deren sesini çıkaramadı. Ben değilim diyecekken arkasındaki balkon kapısının sesini duydu.

“Danyal!” Deren arkasından gelen sesle irkildi. Perin'di bu. Hemen hızla yanına kadar gelmişti. Ve sesini yükselterek Danyal'ın söyleyebileceği sözleri kesmişti. Danyal balkonda iki kız birden görmenin şaşkınlığını gizleyemedi.

“Buradalar...” diyebildi. Devam etmesine Perin izin vermedi.

“Yabancı değil.” dedi. Sonra Deren'e döndü. “Bu Deren. Kardeşim. Artık burada bizimle birlikteler.” Sonra tekrar aşağıdaki çocuğa baktı.

“Ya!” Ufak bir sessizlik ve anlamsız bakışmalardan sonra kerhen bir “Memnun oldum.” çıktı çocuğun ağzından. Deren cevap veremedi.

“Bu gece?” diye sordu çocuk. Perin aralıksız cevap verdi.

“Geç oldu Danyal. Sen evine git. Yarın okulda konuşuruz.”

“Ama...”

“Ben hallederim... Her zamanki gibi. Ve... Yarın görüşürüz. Okulda.”

“Tamam” dedi çocuk. Ve arkasını dönüp sokağa doğru yol aldı. Perin eliyle Deren'in sırtını sıvazladı. “Dışarısı serin. İçeri girelim.” dedi ve odaya girdi tekrar. Deren de şaşkın bir şekilde odaya girecekken duraklayıp bahçe kapısına baktı. Çocuğun bahçe kapısını kapadığını gördü. Kapatırken uzaktan da olsa göz göze geldiler tekrar. Onun endişeli hali Deren'i de ister istemez korkuttu biraz.

Odaya girdiklerinde Perin'i kendisini bekler halde buldu. Fakat kızın sanki hiçbir şey olmamış gibi son derece sakin ve ifadesiz bir yüz karşısında ne yapacağını şaşırdı. Heyecanla;

“Buraya kadar gelen neymiş?” diye sorabildi sadece.

“Siz değil misiniz?” diye sordu Perin. Ama yüzünde hala aynı ifadesiz tavır vardı.

“Ama 'kovaladım' dedi o.” Deren gerçekten meraklanmıştı. Arka bahçe falan da demiş miydi diye düşündü. Yoksa bunu kendisi mi tasarlıyordu. Çünkü balkonda arka bahçeye bakarken gerçekten de biraz ürkütücü bulmuştu.

“Kovalamak mı? Öyle mi dedi?” diye sordu Perin. Bu sefer ifadesiz yüzünün ortasında yine o tanıdık tebessümü yerleştirdi. Deren sırtındaki tüylere kadar irkildiğini hissetti. Hiç sesini çıkaramadı.

“Yarın okulda sorarız kendisine o zaman.” diye ekledi Perin. Sonra ilk defa yüzünde geniş bir gülümseme belirdi. “Beğendin galiba?!” diye de ekledi.

Deren birden utandı. “Ne ilgisi var? Hayatımda ilk defa gördüğüm çocuğu ne beğenmesi...” Heyecanla ileri geri kıpırdadı. Rahatsız olmuştu.

“Çocuk mu?” diye sordu Perin. Sonra ileri bir adım atarak Deren'e yaklaştı. Elini kızın başına doğru götürdü. Deren ürktü.

“Şapka... Şapkayı beğenmiş olmalısın ki takmışsın” dedi Perin. Sonra seslice güldü. Eliyle şapkayı düzeltti ve bir adım geri çekildi. “Bence çok da yakışmış.” Sonra dolaba yöneldi. Eşyaları toplayıp yerdeki geniş sepete doldurdu.

“Bunları beğenmediysen alıyoruuumm” diye uzatarak bitirdi sözlerini. Deren şaşkınlıktan cevap veremedi. Perin eşyaları doldurduğu sepeti yine tek hareketle koltuğunu altına sıkıştırıp kapıyı açtı. Odadan çıkıp kapıyı kapatırken Deren'le tekrar göz göze geldiler. Perin'in yüzünde yine o anlamsız ifade vardı. “İyi geceler” dedi sessizce. Deren şu kısacık dakikalar içinde yaşadığı şaşkınlıklara anlam veremedi.

“İyi geceler” diyebildi sadece.

2
Tartışma Platformu / Fantastik Sınıflama
« : 10 Mayıs 2014, 15:30:29 »
Kitapları ya da yazıları sınıflamak zor değil. Bu alana girenleri de Bilim Kurgu ve Fantastik diye sınıflıyoruz. Ama bunun daha altı bir sınıflama yapmak gerekirse hangi alt başlıklar olmalı sizce.

Mesela bir fantastik eseri dosyalamak istesek sizce hangi bölümlere ayrılmalı? Ya da bölümleme yanlış olur. Bölümlerarası kalabilecek eser de yaratılabilir ya da vardır denildiği varsayılarak bu eserleri etiketleme yöntemine gittiğimizi düşünelim... Hangi etiketler olamlı sizce?

Örneklendirmek gerekirse: Yüzüklerin efendisi ya da Game of Thrones gibi orta çağ temalı kitaplar için ne tür bir alt başlık ya da etiketlemeler oluşturulmalı. Dune ya da Star Wars için neler olabilir?

3
Televizyon / Agents of S.H.I.E.L.D.
« : 10 Mayıs 2014, 13:07:07 »
Başlığın açılmamış olduğunu görünce şaşırdım. Son bölümlerdeki temposuyla 2. seznu fazlasıyla hakediyordu. Onaylanmış. İzlenmesini tavsiye ederim. Başka bir yerde de belirttiğim gibi, ilk bölümleri izleyip sıkılan ya da umudunu kesen Marvel fanlarına özellikle 17. bölüme kadar dayanmalarını tavsiye ederim (Elbette tüm fantastik dizi meraklılarına da.)

Hail Hydra!

4
Kurgu İskelesi / Yerez Söylenceleri - Notlar
« : 24 Ağustos 2008, 13:47:58 »
Yerez evrenine ilişkin notlar var burada. Kısa sözler, şiirler, ağıtlar, romandan sahneler. Bir şeyi baştan sona doğru yazmak yerine aralardaki olaylara ilişkin notlar alıyorum. Şablondaki yerlerine koyuyorum. Sonra bölüm aralarını tamamlamak düşüyor. Sevilen ya da beğenilmeyen notları kullanıp kullanmama konusunda bana fikir vermesini umuyorum.

5
Kurgu İskelesi / Umutsuz Yolculuklar Dizisi - Arayış 1
« : 13 Ağustos 2008, 14:38:02 »
UMUTSUZ YOLCULUKLAR DİZİSİ
ARAYIŞLAR - ARAYIŞ 1


SUSKUBARK'A İNERKEN

Gemi limana yanaştığında aynı manzara tekrarlanırdı iskelede. Limanda iş tutanlar ve güneyli göçmenler gemi halatlarını iskele babalarına bağlarken bağrışırlar; güvertede güneşten kararıp kurumuş yarı çıplak bedenler iskeledeki coşkuya ayak uydurmaya çalışır, ama uzun süredir açık denizde olmanın verdiği yorgunluktan olsa gerek, hep bir adım geride kalırlardı. Kıyıda ise belli belirsiz bir heyecan bir hareketlilik kendini göstermeye başlardı.

İskele bitiminde en önde yer alanlar çoğunlukla güneyden bir tanıdık yüz görme arzusu ile tutuşan yaşlı Kovazlar, müşteri arayan bakımsız ucuz kadınlar, tepsilerinde yaş meyve satan yeniyetmeler ya da bu kargaşada el çabukluğu ile talihsiz günlerini kurtarmaya çalışan beceriksiz hırsızlar olurdu. Daha geride ise küçük liman kasabasının kalburüstü tüccarları bulunurdu. Onlar öndeki kalabalık dağıldığında gemiden indirilecek olan mallarını gözlemeye çalışırlardı. Yanlarında ise istisnasız elekçisinden kara derilisine, dilsizinden sakatına, kölesinden gürenine hamalları yer alırdı.

Kıyı kasabasından limanı 'ilk kez gözlemiş' olsaydınız, bu manzara size eğlenceli, hatta komik gelebilirdi... Ya da kıyı kasabasından limanı 'sürekli gözlüyor' olsaydınız, zamanla sırtlarını gördüğünüz bu devinimli kalabalığa alışır, güvertedeki kargaşayı umursamaz, manzarayı da kanıksardınız... Ama karada deği de geminin içinde bulunuyorsanız durum değişirdi. Bu halde siz kıyıdakilerin sırtlarını değil yüzlerini görüyor olurdunuz: Umutla bir tanıdık sima arayan, yapay bir şehvetle sizi kandırmaya çalışan, eve bir kuruş daha fazla para götürme ihtimaliyle parlayan, kafası size dönük ama aklı kötü işlerde olan, aç gözlülükle gemiyi süzüm süzüm süzen ya da ezilmişliğin verdiği umutsuzluk ve öfkeyle bakan gözlere sahip yüzleri... Böylesi bir durumda hissettiklerinizi belki zor da olsa tarif edebilirdiniz. Ama kesinlikle emin olabilirsiniz ki; bu betimleme "eğlenceli", "komik" ya da "sıradan" kelimelerini asla içermezdi.

Suskubark'ta aynı manzara haftada bir kaç kez tekrarlanırdı. Küçük gemiler ve büyük kayıklar çabuk gelir bir o kadar da çabuk ayrılırlardı buradan. Ne gemiler ne de tayfaları çok kalırdı küçük kıyı kasabasında. Suskubark'a gelinir, ticaret yapılır, yük yüklenir, kaba ihtiyaçlar giderilip az da olsa eğlenilir ve tekrar güneye dönmek için aceleyle demir alınırdı.

Kimse, koşullar gerektirmedikçe, Suskubark'ta kalmak istemezdi. Küçük ve kendi halinde bir kasaba olmasının yanında, kuzeyde gidilip görülebilecek insan yerleşimlerinin az olması belki de buna bir nedendi. Buradaki basık havayı gören ya da sıradanlığı tadan her tayfa kendini Güneydeki zenginliğe, Doğudaki coşkuya hatta Batıdaki limanlara atmaya can atardı. Bu nedenle gemiden inen çok az yolcu, gemi tekrar denize açıldığında, gemiye binmemiş olurdu. Evet, kimse Suskubark'ta kalmak istemezdi... "Koşullar bunu gerektirmedikçe..."

Umu ve Saykul denize düşmemek için güverteye uzanmış halatlara tutunurken böylesi duyguları yaşamıyorlardı henüz. Son fırtınadan beri mideleri kalkmış, içinde boşaltacak bir şey kalmadığından artık bulanmıyorsa da, korkunç bir şekilde ağrıyordu. Yoldaşından daha kısa ve şişman olan Umu yanaşlıkta artan sallanmaya daha fazla dayanamadan kendini kıyıya atıyordu. 'Ne yoldaşı, ne uruncası ... Baraylar aşkına! Duruk bir taban... Duruk bir taban.' Hemen önündeki kalabalık içinde geçmeye çalıştı. Bunun için önce itişti, sonra kakıştı. Küçük bir çocuğu çekiştirmekten bile kaçınmadı. Sağına soluna çarpan insanlar arasından sıyrılır sıyrılmaz kolunu bulabildiği ilk iskele babasına dayadı.

Nefeslendi. Midesini ve o çekilmez ağrısını biraz olsun bastırmaya çalıştı. 'İşe yaradı... Yaradı' ... Sonra ele dile kolay, anlatması güç bir böğürtü ile sapsarı safran kusmaya başladı. O kadar da yaramamıştı galiba.

Saykul gözlerini acıma ve gülümsemeyle karışık kısarak eski dostunu baktı. Benzer şeyleri o anda kendi de yaşadığı için onun durumunu çok iyi anlıyordu. Fakat Saykul her zaman ve her koşulda daha dayanıklı sayılabilirdi. Daha dinç, daha genç ve buna rağmen daha tecrübeliydi. Bu nedenle daha yavaş ve dikkatle iskeleye indi. İlk derin nefesini burada çekti. Dinginliği özümsemeye çalıştı. Bunu öğrenmişlerdi eğitilirken. Yavaşça yürümeye devam ederken kalabalığa girmemeye de özen gösterdi. Kısa bir süre sonra böğürmeyi yeni yeni bitirip doğrulmaya başlayan Umu'nun yanına vardı. Elini onun omzuna koyup "Hanımefendiyi almak için gemiye dönmeliyiz kardeşim ..." demeye kalmadan sert bir omuz darbesiyle 'kardeşi'nin üstüne yıkıldı.

Beraberce yeri boylayan yoldaşlar düşmenin neden olduğu sarsıntı yüzünden birlikte öğürmeye kusmaya başladılar. Böyle bir durumda olmaktan daha kötü olan şey, deniz yolculuğunu öyle ya da böyle kaldıramayan bünyelerini henüz hiç tanımadıkları bir topluluk önünde en utanç verici şekilde sergiliyor olmalarıydı. Bundan da kötü olabilecek durum; belki böylesi bir zayıflığın tümüyle bilincinde olmaları, olurdu ki, bunu 'iki yoldaş' için söyleyemezdik. Çünkü öyle öğürüyorlar ve öyle böğürüyorlardı ki, ikisi de gömleklerinin içine girip para torbalarını aşıran sessiz elleri hissedemediler.

İnce kara ellerin sahibi o kadar hızlı ve ustalıkla olmasa da, yorgun ve hasta bedenlerin zayıflığından faydalanarak, torbaları kaptığı gibi olay yerinden uzaklaşmaya başladı. Uzaklaşırken de yaşamının hiçbir döneminde bu derece ağır para torbaları taşımadığını düşünüyordu. Hırsız, attığı her adımla heyecanı ve korkusunu azaltırken, neşesi ve keyfini kat kat arttırıyordu. Diğer yandan Saykul ve Umu böğürmelerini kesip yavaş yavaş doğrulmaya başlamışlardı. Aynı anda elleriyle üstlerini başlarını yokluyorlardı. Ağrıyan dizlerini, bacaklarını, kollarını, -Saykul- kaburgalarını, -umu- göbeğini, -her ikisi birlikte- yeleklerini, gömleklerini ... gömleklerini???

Tam o anda Suskubark'ın ortalık yerinde önce şiddetli bir gürültü ardından da koca bir inilti işitildi. Öyle ki; yakınlarını görmekten umudu kesmiş yaşlılar şaşkınlıkla bakakaldılar. Yeniyetmeler bir an için de olsa fazla bir şey satamamış olmanın üzüntüsünü bir yana bıraktılar. Fahişeler orasını burasını elleyen elleri hışımla bir yana ittiler. Tüccarlar ve hamallar işlerini duraksattılar. Ve o ana kadar limanda olanları duyarsızlıkla izleyen yerli halk bile 'ne oluyor' ifadesiyle sesin geldiği yöne çevirdi gözlerini.

Kırmızı cüppe içinde uzun boylu, ince ama belli ki göründüğünden çok daha güçlü bir kadın, boynundan yakaladığı sinsi görünümlü hırsızı ayakları yerden kesilmiş bir halde tutuyordu. Boynundaki inanılmaz acıyla ortalığı velveleye veren hırsız, önce kadına direnmeye çalışmış ama boynunu hiç sıkmadan tutan elin kas gücünden öte özellikler içerdiğini anlayınca, cebindeki para torbalarını yere bırakıp yalvar ve yakarmalarına geçmeye karar vermişti. "Lütfen ... Lütfen”ler arasına çok da bilinmeyen dillerde yalvarma sözleri sıkıştırıyor, bir yandan da sıkmayan ama boynunu acı acı yakıp nerdeyse delip geçen elin verdiği ızdırabının bitmesi için tanrılarına yakarıyordu.

Başıyla birlikte tüm bedenini sarmalayıp soğuk deniz fırtınalarından koruyan cüppe içinde bir tek güzel yüzü ve elleri görünen kadın, hırsıza acımış olsa gerek, eziyete son verdi. Ayakları yere basan güneyli yoksul koşar adım Suskubark'ın dar sokaklarına dalmaya çalıştı. O bunu zorla da olsa başarırken, kasabalıların kahkahalarına eşlik eden tekmelerinden kaçınmayı başaramadı. Bugünlük son ahlarını ve vahlarını da orada çekti.

Bu sırada henüz şaşkınlıktan kurtulamamış olan Saykul ve Umu bakışlarını, 2 haftadır birlikte yolculuk ettikleri, uruncamız dedikleri, gücü pek bir övülen güzel kadından alamıyorlardı. Böylesi narin bir yapıda patlayan böylesi bir gücü daha önce hiç görmemişlerdi. Yerdeki para torbalarını alan güzel kadın onları yol arkadaşlarına uzattı. Uzatırken "Yerinizde olsam dilencilere bu derece cömert davranmazdım." demeyi de ihmal etmedi.

"Yolumuz çok ama çok uzun olabilir... Ve biz henüz başındayız."

Umu şaşkınlığını üzerinden atmış, böylesi bir tersliği ucuz atladıkları için kısmen sevinmeye bile başlamıştı. Kadının uzattığı para torbasını alırken yanıt verdi

"Haklısınız bayan. Haklısınız Akyapera"

Sonrasında Suskubark gürültüsünü kesip, sesini de yavaş yavaş kısmaya, liman ise eski dingin haline dönmeye başladı. İşte böyle: Her şeye rağmen gemiler birer başlangıçtır. Ya da birer son. Ama güzel, ama değil... Ama her halükarda kesinlikle beklenmedik ve heyecan verici. Saykul işte bunları düşünüyordu, eski dostu ve beklenmedik mucizeler taşıdığı besbelli olan güzel kadının arkasından bakarken. Gözünü kısıp bıyık altından gülümsedi yine. Ve mırıldandı...

"... Akyapera... Akyapera"
==========
SÖZLÜKÇE

Kovaz: Zor şartlar nedeniyle Güneyden Suskubark'a göçmek zorunda kalmış göçmen insan topluluğu.

Güren: Çok basit kelimeler dışında konuşamayan, kas gücünden yararlanılan, görüntüsüyle iri ve kaba yapılı insana benzeyen 'yabani' ırk.

Elekçi: Çingene.

Suskubark: Susku + bark. Sessiz kasaba, yerleşim yeri.

Baray: Öncesiz, ezeli.

Urunca: Emanet

Sayfa: [1]