Çok mu geç oldu, yeni bir bölüm eklemek için? Maymun iştahlılığımla yazdığım bu hikayeme, bugün, sonunda yeni bölümü ekliyorum efendim. Buyurun.
Saat 7’ye 10 dakika kalıncaya değin, ne Josh ne de Joshua, tek kelime konuşamadılar. Josh, konuşmayı bilmiyordu. Joshua’yı teselli etmek istemişti, ama başarısız olacağını düşünüyordu. Resmen, ağzı kilitlenmişti.
Josh’un uzun, kumral saçları vardı. Ama o kadar açık bir kumraldı ki bu, Güneş ışığı saçlarına tepeden vurunca, sarı gibi görünüyordu. Yeşil büyük gözleri, minik bir ağzı vardı. Zayıf ve çelimsizdi. Zayıf olmaları yönünden, Joshua ile benziyorlardı.
Saat 7’ye 10 kala gibi, Odanın kapısı çalındı. Bir anda samimileşen ve bir şeyler konuşmaya başlayan bu yeni Faraxlar, kapının çalınmasıyla sustu. İri yarı bir çocuk, kapıyı açmaya gönüllü çıktı. Çocuğun adı Hurn’du.
Kapıda duran, üst sınıflardan Cersar dışında biri değildi. “Hazırlanın beyler!” dedi Cersar. “”Efendi Jao, saat 7yi geçmeden hepinizin yemekhanede olacağından emin olmak istedi.” Ardından daha fazla konuşmadan, ayrıldı.
“İştahım var gibi mi görünüyorum?” dedi Joshua, Josh’a bakarak.
“Annen henüz ölmedi, Joshua. O burada olsa ne derdi? “Joshua! Hemen yemeğe gel!” tarzı şeyler sanırım. Ayrıca ümidini hemen yitirmemelisin.”
Joshua, minik bir gülümsemeyle ayağa kaktı. “Haklısın. Ne duruyoruz? Yemekhaneye gidelim.”
**
Yemekhane, herkesin tahmin edebileceğinden çok daha büyüktü. Ve bu, Joshua’yı büyülüyordu. 3 büyük masa, yemek salonunun ortasında duruyor, Arkalarında bir açık büfe, servise hazır, bekliyor, açık büfenin ardındaki kapıdan, ihtiyar bir adam, kafasında aşçı şapkası, dışarıya çıkıyor, büfeye bir şeyler koyup, tekrar kapıdan içeri giriyor, sonra elinde başka bir servis tabağıyla tekrar kapıdan dışarı çıkıyor, bunu sürekli tekrarlıyordu.
Daha da gerideki yuvarlak bir alanda, bir gurup yaratık vardı. Belli ki, sahipleriyle aynı yatakhanede yiyeceklerdi. İlk iki masada, birkaç kişi oturuyorken, üçüncü masa boştu. Joshua o an anladı. Her sınıf için, farklı bir masa vardı. Ayrıca yaratıkların dokuzdan fazla olduğunu saydı. Sınıf ayrımcılığı, anlaşılan yaratıklar arasında yoktu. 1, 2 ve 3. Sınıf öğrencilerinin yaratık dostları, bir aradaydı.
Joshua ve diğer 1. Sınıflar, kendilerine ayrılmış masaya oturdular. Açık büfede kapalı levhası duruyordu. Belli ki saat 7 olmadan açılmayacaktı ama, birkaç dakika içinde saat 7 olurdu.
1 dakikanın içinde, Efendi Joa ve Draghnit içeri girdi. Onun ardındaki 1 dakika boyunca, daha büyük öğrenciler de içeri akın etmişti. Daha sonra, açık büfe açıldı. Herkes, seviyeli bir biçimde, sıraya dizildi. Yemekleri alan yerine oturdu. Herkes istediğini istediği kadar alabiliyordu. Yaratıklara yemeğini ise, bizzat Efendi Joa verdi. Onların, yemek seçiminde o kadar şanslı olduğu söylenemez. Her yaratığın yemeği, kendine özgüdür. Bazıları sadece et yerken, bazıları sebze yiyebilir.
Efendi Joa, yaratıklara yemeklerini verdikten sonra, 1. Sınıfların masasına geldi, oturdu. Herkes tıka basa bir şeyler yiyordu o vakit.
“Umarım, buradaki ilk gününüzde, epey eğlenmişsinizdir.” Dedi gülümseyerek. Ardından zarif bir “Evet!” sesi geldi. Bu sesi, gençler, bir ordu şeklinde çıkarmışlardı. Biraz havadan sudan bahsettiler.
“Efendi Joa, 3 farklı sınıf ve tek öğretmen var. Nasıl idare ediyorsunuz?” diye sordu Josh.
“haftanın üç günü 1. Sınıflar, haftanın 2 günü 2. Sınıflar ve haftanın diğer 2 günü ise, 3. Sınıflar için ayrılıyor.” Diye yanıtladı Joa.
“Ama internet için pek zamanımız kalamayacağını söylemiştiniz. Nasıl oluyor da 4 gün boştayız?” diye sordu başka birisi. “Ayrıca biz neden 3?”
Efendi Joa, saçlarının önüne düşen bir tutam saçı, kulağının arkasına iliştirerek devam etti. “Zaten boş geçmeyecek. Genç Faraxlar ve yaratıkları, boş olduğu günlerde şehirde görev yaparlar. Kimisi polis şubesine, kimisi posta hane şubesine yardım eder. Pek çok yer var. Nereye gideceğinizi siz seçebilirsiniz. Sizin bilgi birikiminiz, üst sınıflardan az olduğu için, onlardan farklı olarak, 3 gününüz burada geçiyor. Bu bir gelenektir, diğer üst sınıflar da, ilk yıllarında, 3 günlerini burada geçirmişlerdi. Ne günler ders olup olmadığını, bugün hazırlayacağım ders programında ayarlayacağım. Siz de bu gecelik, şehirdeki hangi birime yardım etmek istediğinizi düşünün. Seçebileceğiniz yer ile ilgili, hepinize bir broşür veriyorum.”
Ardından Efendi Joe, cebinden çıkardığı broşürlerden, herkese birer tane dağıttı. Joshua, broşürü sabırsızlıkla okumaya başladı tabi. Hasta hane, posta hane, polis bürosu, Araştırma enstitüsü… Daha pek çoğu vardı.
Ama bu sırada, yaratıkların olduğu bölümden, hırçın bir hırlama ve garip bir çığlık sesi arka arkaya yükseldi. Dönüp kafasını çevirdiğinde, Joshua, Beos’un, adını bilmediği bir yaratığa hırladığını fark etti. Bu yaratık, bir metre boylarında, yuvarlak, beyaz uzun tüylü, şirin mi şirin bir şeydi. Bu şirin şey, ağzından çıkan, parlak, beyaz bir ışık huzmesini, beosa fırlatmaya hazırlanıyordu.
Beos’un ağzında, kırmızı, alevsi bir top oluştu. İki yaratık da, bu güç dalgalarını, birbirine fırlattı. Ama beyaz ışın, garip bir üstünlükle, ateş huzmesini yok ederek, beosa çarptı. Zavallı beos, birkaç metre geriye savrulmuştu.
Üçüncü sınıfların oturduğu masadan, şapkalı, zayıf, kısa boylu bir oğlan çocuğu, yerinden fırlayarak olay yerine atıldı. “Funires! Yeter artık, dur!”
Joshua ve Efendi Joa da, olay yerine koşmaya başladı hemen. Draghnit ise, korkunç bir kükremeyle beos ve Funirel’e baktı. Beosun, kıpırdamaya mecali yoktu zaten. Ama Funirel, üzüntüyle başını eğdi. Josh da, Joshua’nın peşine takılmıştı.
“Beos!” diyerek, yanına atıldı Joshua. “İyi misin?” kuyruğundaki alevlere değmemeye çalışarak, sırtını ovaladı.
“Böyle bir şey, asla, bir daha asla olmayacak!” diye bağırdı efendi Joa.
“Özür dilerim efendim!” dedi şapkalı çocuk. “Gerçekten çok üzgünüm!” gözünden, bir damla yaş akıverdi. Bu, Joshua’nın gözünden kaçmadı tabi. Ama Beos, yerde hırlayarak, yeniden ayağa kalkmaya çalıştı.
“Beos, lütfen!” dedi Joshua, onunla zihinden konuşarak.
“Bunu ona ödeteceğim! Pes edemem!” diye yanıtladı Beos. Ama tam ayağa kalkacakken tökezledi, yere düştü. Ama yılmadı. Yeniden kalkmaya çalıştı, yine düştü, yeniden kalkmaya çalıştı, yine düştü. Ve bayılana kadar, bunu yaptı.
Beos bayılınca, zihninin uyuştuğunu hissetti Joshua. Görüş bulanıklaştı, yere yığılmadan hemen önceki saniye tek duyduğu, “Joshua!” diye bağıran Josh olmuştu.