Öncelikle merhabalar. Bu benim ilk büyük çaplı hikayem olacak. Bu işlerde yeniyim ve yaşım biraz küçük. Ahengi bozan yerleri ve benzer hatalarımı buna göre yapın lütfen. Günlük tarzında yazmayı planladığım bir hikaye. Kaç bölüm olur bilemiyorum ama elimden geldiğince uzun tutmaya çalışacağım. Ayrıca yarattığım karakterin yapısını yansıtmaya çalıştım. Bazı yerlerde-belki-yapısından kaynaklanan hatalar olabilir.
Son Günlerim
12 Mart 2014Sevgili günlük ya da artık günlüklere nasıl başlanıyorsa...
Hayatımda ilk kez günlük yazacağım için biraz heyecanlıyım. Aslında benim gibi günlerini yırtık pırtık koltuğunda oturup, saatlerce boş boş etrafına bakınan biri için günlük yazmanın bir anlamı yok.
Belki de sadece yalnız olduğum için yazıyorum. Bir şeyler paylaşmak, içimdekileri dökme ihtiyacım son günlerde arttı.
Daha neden günlük yazdığımı bile bulabilmiş değilim. Neden günlük yazılır, kimler günlük yazar hiç bilmem.
Bu satırlarda, benim gibi boş olacak galiba. Boş ve beyaz...Hiç lekelenmemiş.
Bari söze başlamışken bir şeyler yazayım. Küçük bir odam var, dışarıdan bakarsanız çöplükten başka bir şey değil. Ama benim için saraydan farkı yok. Başka yerde olsam rahat olamam, sıkılırım.
Burada fazla eşyam yok. Duvarlarda, bir yerlerden kestiğim silah resimleri var. Ben küçükken, babam kendini av tüfeği ile vurup intihar etmiş. O zamandan beri silahlara merakım var.
Silah resimleri dışında, yırtık pırtık bir koltuğum var. Kaç yıllık bilmiyorum ama benim gibi biri için sosyetelerin Paris`ten getirdiği modern koltuklardan bir farkı yok. Benim en yakın dostum sayılır. Çünkü benim söylediklerimi, benim dertlerimi, benim sıkıntılarımı o duyar sadece. Benimle beraber eskidi şu çöplükte. Ona oturmaya kıyamıyorum. İnsanın canlı bir dostu olmayınca, böyle cansız varlıklara yöneliyor. Oysa ki onlar daha iyi dost.
Şu koltuk bana ihanet eder mi? Beni üzer mi hiç? O sadece benim dertlerimi dinler. Üzüntülerimi ve sorunlarımı en iyi o bilir. Belki son amaçsız günlerimi de ondan başkası hatırlamaz.
Şu aralar dediğim gibi bir amacım yok. Sadece oturuyor ve benden bihaber akıp giden şehri seyrediyorum. Herkes kendi işiyle meşgul. Benim ne bir işim ne de bir iş yaratacak halim var.
Keşke yapacak bir şeyim olsa. Hayaller kurabileceğim bir sevgilim mesela. Neden böyle bir şey aklıma geldi şimdi?
Küçükken kızlara çok bağlıydım. Birine aşık oldum mu kolay kolay bırakmazdım. Ama onlar yüzüme bakmazdı. Tembeldim ama yakışıklıydım. Ya da ailemin "yakışıklı oğlum" deyişlerine kandım.
İnanın bir sevgili ihtiyacım arttı. Ama boş verin. Benim koltuğum var. O, bana sevgili de olur. Hatta bir insandan daha iyi sevgili olur.
Şimdi akşam olmaya başladı. Evimi ısıtan ve aydınlatan güneş solup gitti. Her gün aynı şeyi yapıyor. Oysa anlaşmıştık dün. O, beni ısıtacaktı şefkatiyle, beni karanlıkta yol olup gitmekten kurtaracaktı. Ama yine aynı şeyi yaptı. Beni yine karanlıkta bıraktı. Soğuk havanın duvarlardan içeriye girdiğini hissediyorum. Güneş, anlaşmayı bozmasaydı böyle olmayacaktı.
Hava karardığına göre ilk günlük denememi burada kessem daha iyi olur. Zaten bir şeye benzemedi. Bari yakındaki parka gideyim. Akşamları benimle konuşacak yaşlı bir adam olur orada. Benimle hiç konuşmaz, galiba dilini yutmuş. Ama yine de birbirimizi anlarız. Bugün kendimi şanslı hissediyorum, belki benimle konuşur. Fazla bekletmeyeyim.