Bölüm 3 = Doğum Günü Partisi
Tüm hazırlıklar bitmişti. Sarayın en büyük salonu (ki gerçekten büyüktü), prenses için muhteşem bir şekilde süslenmişti. Yade koskocaman (sanırım 12 katlıydı) bir pasta yapmıştı. Ve kocaman bir meyve salatası. Biraz mecburiyetten yapılmıştı bu salata, çünkü mutfağın zırnık savuracak yeri kalmamıştı. Ira’nın büyün meyvelerini satın almıştı Almira, malum.
Parti yavaş yavaş başlıyordu. Çok, çok uzak ülkelerden soylular bile geliyordu. Pakesti’li soylular da vardı tabii; ama onlar ev sahibiydi ve konuktan sayılmıyordu.
Pasta ve salatayı konuklara sunmak için can atan Yade, Almira’nın hala salona inmemesinden, bilmem kaç yüzüncü kez yakınırken, Kraliçe konuşma yapmak üzere geldi ve Rua, bunun için Kraliçe’ye minnet duydu. Bir anda, soylular, krallar, kraliçeler, prensler ve prensesler sessiz bir maskenin ardına saklandı ve konuşmaya kulak kesildi.
Kraliçe lafı fazla uzatmadı. Günün anlam ve önemini belirten konuşmanın ardından “İşte prenses!” dedi ve Almira merdivenlerde belirdi.
Tüm salon nefesini tuttu.
Pakesti’de bugüne kadar böyle bir güzellik görülmemişti.
Almira yürüdükçe, zarif ayakkabılarının sesi, sessiz salonda yankılanıyordu. Pembe bir elbise giymişti, tenine çok güzel giden. Etekleri, dizlerinde çapraz pilelerle bitiyordu, ucundan elbisenin daha açık pembe astarı görünüyordu.
Yüzünü güzelliği, ona çok benzese de Kraliçe’yi açık arayla solluyordu. Siyah gözleri, zekice bakıyordu salona. İncecik dudakları, pembe gülümsemesiyle kusursuz bir hal alıyordu.
Almira o gece, tüm salonun nefesini kesti.
Daha merdivenlere ilk adımını attığı anda, dans müziği başladı ve davetkar bir el ona uzandı. Almira eli kabul etti. Yakışıklı bir prense aitti bu el. Prens, büyülenmiş gibi bakıyordu Prenses’e. Ne var ki bu büyülü sahne birkaç dakikadan uzun sürmedi. Almira, kendine uzanan başka bir elle birlikte gitti ve prens bocalamalarla baş başa kaldı.
Sonra başka bir el ve bir başkası…
Herkesle tek tek dans etmişti.
Sonra esrarengiz biri bitti yanı başında. Büyük biri. Bir adam. Yoksa bir kral mıydı?
Almira adama baktı. Bakar bakmaz da çığlığı bastı.
Babası burada ha, bu sihirli dünyada?
Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı ve babasının boynuna atıldı.
“Hey..Prensesler ağlamaz, unuttun mu? Hele doğum günleriyse ve babaları çok uzak diyarlardan onun için gelmişse hiç!”
Mutluluktan ölebilirdi.
Yalnızca tek bir şey istemişti, o da kendiliğinden olmuştu işte!
Şeey.. pek kendiliğinden olmamıştı gerçi, ama kimin umurunda? Olmuştu sonuçta!
xxx
Saatler yeni güne doğru ilerlerken, Almira hala dans ediyordu. Birçok prensle dans etti de etti. Canı sıkılmaya başlamıştı ki, Yade onu kurtardı. Sıra doğum günü pastasına gelmişti.
Birden, nereden geldiği anlaşılmayan sihirli bir müzik çalmaya başladı. Çok tatlı bir müzikti. Almira müziğin kan gibi, damarlarından vücuduna süzüldüğünü hissetti.
Ve pasta geldi. Büyük alkışlar duyuldu. Herkes kendi hediyesini tebrikleriyle birlikte prensese verdi, ardından Almira yaşı kadar mumu üfledi.
Ve bir şey gördü.
Odanın büyük kapısı, yavaş yavaş ve gıcırdayarak açılıyordu.
Odaya ilginç bir çocuk girdi. Uzun süredir böyle bir şey giymediği açıkça beli olan bir takım giyiyordu. Ama sanki çocuk bu takıma aitti; onu tamamlıyordu. Biraz uzun olan kahverengi saçları taranarak düzeltilmişti. Çekinerek girerken, mavi gözleri ürkekçe salonu taradı. Bir an, Almira’da takıldı, sonra ona odaklandı ve çocuk prensese doğru geldi.
Almira ifadesizce ona bakıyordu.
Çocuk onun önünde durduğu an, sanki planlanmış gibi müzik yeniden başladı. Aynı melodiydi, ama nasıl olduysa bu kez dans müziği oluvermişti. Almira sihrin hala damarlarında dolaştığını hissediyordu.
“Bu dansı..bana lütfedebilir misiniz prenses?”
“Yoksa yapamayacağımı mı düşündün?”
Dans başladı. Başka kimse dans etmiyordu, konuşmuyordu. Yalnızca onları izliyordu. Nasıl bir büyüydü bu, herkesi esir etmişti bu dansa? Yoksa onlar hep mi böyle bir.. bütündü?
İkisinin de gözlerini birbirine kenetlenmişti, salonda yalnızca kendileri varmışçasına dans ediyorlardı. Hareketleri, birbirini tamamlıyordu. Almira’nın saçları, müzikle birlikte sağa sola savruluyordu ve parıltıları müziğin büyüsünü mühürlüyordu.
Almira bir acayiplik seziyordu. Zaten, onun yanında olduğunda hep bir acayiplik vardı. Ama bu başkaydı. Müzik içinde akıp gidiyordu, gözleri Ira’nın gözlerinde eriyordu ve bir şeyler onu bir yerlere doğru çekiyordu. ama o gitmek istemiyordu. Hep burada kalmak istiyordu. Müzik bitmemeliydi, gözleri onun gözlerinden ayrılmamalıydı asla. Uyum. Evet, uyum. Uyum bağlıyordu onu sıkı sıkı buraya. Kopamıyordu.
Engin mavilik onu içine çekti ve eritti.
”Hayır! Beni bırakma!” diye bağırdı, ama onu kimse duymadı.
En son bir endişe gördü, mavi gözlerde. Sonra koptu. Her şey karardı ve bitti.