Kayıp Rıhtım Arşiv Forum
Kurgu Güncesi => Kurgu İskelesi => Konuyu başlatan: okurgezer - 02 Ocak 2012, 08:25:50
-
Dün sabah, yeni yılın ilk gününde sokaklar henüz kalabalıklaşmamışken Ankara sokaklarını adımladım. Kalabalık şehri gün ışığında bu kadar sakin görmek, kar yağarken sokakları adımlayıp sessiz bi simitçide oturmak beklediğimden fazla keyif verdi. Yeni yılın ve yılın ilk karının şerefine bir şeyler karaladım. :)
Rıhtım ahalisi, umarım yeni yılınız en az benimki kadar güzel başlamıştır. Herkese iyi seneler :)
****
“Eğer acele etmezsen zamanında yetiştiremeyeceksin.” Dedi adam uyuşan parmaklarına hohlarken.
“Eğer konuşmayı kesmezsen istesem de yetiştiremeyeceğim! Tut şunun ayağını!”
Adamlardan uzun boylu olanı kirli ellerini beyaz karın içine daldırıp beyaz geyiğin arka ayağını yakaladı. Kocaman şatoda yaptığı onca işin arasında en çok nefret ettiği iş, senede bir kere de olsa refakat etmek zorunda olduğu bu eyerleme işiydi. Her senenin sonunda gündüz olmadan hemen evvel uyanır, yanındaki şu şekilsiz adamla birlikte geyikleri toparlayıp arabayı Kraliçe için hazırlardı.
Kendini bildi bileli zamanın asla ilerlemediği bu yerde, dünyanın kuzey ucundaydı. Görevi; asla ısınmayan bu şatonun bahçesindeki beyaz güllere bakmak ve buzdan heykellerin soğuk yüzünden kalınlaşan kısımlarını düzeltmekti. İnsanların kendi aralarında onun yaptığı işe bahçıvanlık dediğini biliyordu. Oysa onunki bir meslek değil, yaşama şekliydi. Hayatının herhangi bir döneminde çocuk olup olmadığını bilmiyordu. Kendini bildi bileli şatoda, Kraliçe’nin hizmetindeydi.
“Öyle değil geri zekalı, toynağın altından geçireceksin ” diye bağırdı aklından geçenleri çabucak defedip yanındakinin elinden küçük çıngırağı alırken. Birazcık sabretmesi yeterdi, Kraliçe güneye indiği zaman belki biraz ateş bile yakabilirdi.
**
Saat öğleye yaklaşmasına rağmen şehir merkezindeki sokak hala ıssızdı. Her iki tarafı pastaneler ve lokantalarla dolmuş olan sokakta yalnız iki dükkan penceresi iş yerinin açık olduğunu ilan ediyordu. Sokağın başındaki kırtasiye dükkanı, her zamankinden daha geç bir saatte olsa da, bodrum katta yatıp kalkan kalfa Mustafa tarafından açılmıştı. Ondan beş dükkan ilerde, sokağın karşı tarafındaki simitçi ise, yılbaşı eğlencelerine katılmak yerine zamanında uyumayı tercih ettiği için her sabahki gibi saat yedide kapısını açmış olan Hacı Efendi ye aitti. Hacı efendi Pazar günü olmasına rağmen dükkanını yine zamanında açmıştı. Şimdi dükkanın pencereye en yakın kısmında oturmuş sigarasını içen müşterisine kahve servisi yapıyordu.Sokağın geri kalanı hala uykudaydı.
Sakin sokağın durgun havası birden bire değişti. İnsanın gözünü yaşartan keskin bir rüzgar sokaktaki birkaç ağacın dibine yığılmış çöp kalıntılarını havalandırdı. Rüzgarın ani saldırısından kurtulamayan envai çeşit atık havda dans eder gibi süzüldükten sonra sihirli bir el değmiş gibi, yeniden yerlerine döndü.
Rüzgar dindiği sırada sokağın yeni bir ziyaretçisi vardı. Ziyaretçiyi ilk gören havalanmış olan çöplerin arasından fırlayıp siyah bir arabanın altına sığınan sokak kedisi oldu. Tüylerinin renginin beyaz olduğu ancak yağmurun altında kaldığı zamanlarda anlaşılabilen kedi pembe burnunu patisine sürterken bir yandan da sarı gözlerini tehdit olup olmadığını anlamak istermiş gibi kadına dikmişti.
Sokaktaki esnafın tost ekmeğinin arasına doldurulmuş salam-sosis’ten başka şey yemediği için ‘Kumru’ diye sevdikleri kedi eğer insan aklına sahip olsa idi sokağın başında duran kadının garip olduğunu düşünecekti.
Bir kere kadın kar gibi kokuyordu. Beyaz giysiler içinde, zarif ve güzel bir kadındı. Yüzünden kaç yaşında olduğunu anlamak mümkün değildi. Omuzlarında pelerini andıran beyaz bir palto vardı. Paltonun etekleri o kadar uzundu ki, çamurlu taşlara değdiği halde kirlenmeyen etekleri kadının ayakuçlarını dahi gizlemişti. Gerçi belki de böylesi daha iyiydi, çünkü kadının soğuk taş kaldırımları çıplak ayaklarla adımlıyor oluşu pek çok inansın hayretle fısıldanmasına ve sorular sormasına sebep olabilirdi. Pelerin-paltonun yakası ve kadının beyaz bileklerini gizleyen geniş kol ağızları buz taneleri gibi parlayan küçük taşlarla süslenmişti. Kadının sarı, uzun saçlarını ve neredeyse beyaza dönük keskin mavi gözlerini gölgeleyen başlığı ise işlemesizdi.
Kuzeydeki sarayın hanımı, Karlar Kraliçesi yüzünde küçük bir gülümseme ile arabanın altına saklanmış olan Kumru’nun önünden geçti.
Yılın en sevdiği zamanı, kuzeyin kimsenin bakmayı akıl edemediği en uç kısmına saklanmış olan şatosundan ayrılıp insanların arasına karıştığı bu tek gündü. Her yeni senenin ilk sabahında insanların yaşadığı yerlere gider, kendi bir günlük kaçamağının tadını çıkarır, akşama dek insanların arasında dolaştıktan sonra gece çöktüğünde yeniden kendi sarayına dönerdi. En büyük keyfi, sakinleri henüz uykuda olan bir sokağın başında durup insanların rüyalarını dinlemekti.
Tuhaf yaratıklardı şu insanlar. Kısacık ömürlerine bir sürü şeyi sığdırmayı becerebiliyorlardı. Duyguları akıl almayacak kadar çeşitliydi. Üzülüyor, neşeleniyor, heyecan ve korku duyabiliyor; seviyor, kıskanıyor, nefret edebiliyorlardı. Her birinin ayrı amacı, birbirinden farklı arzu ve dilekleri vardı. Hele ki böyle bir sabahta bütün o istekler daha da çeşitlenir, yüreklerdeki umutlar büyür, her insan, ışığı karanlığı yaran bir meşale gibi pırıl pırıl parlardı. Kraliçe, şimdi usul usul sokağı adımlarken hala uykuda olan bu garip yaratıkların heyecanlarını neredeyse kendi ruhunda hissedebiliyordu.
Onları tanıyabilmek için yüzyıllar harcamıştı. Oysa hala ne kadar yabancı buluyordu bu küçük yaratıkları.
Kraliçe insanları anlayamıyordu ama insanlarında kendisini anlayabildiği söylenemezdi. Onun için çok fena şeyler söylediklerini biliyordu. Bir seferinde kendi hakkında anlatılan bir masalı dinlemiş ve dehşet içinde kalmıştı. Bir ayna yaptığını anlatıyorlardı, onunla insanları esir ettiğini, hatta bir çocuğu kaçırıp onu hapsettiğini… insanların hayal güçlerine hayranlık duyuyor olması kendi hakkında söylediklerini anlamasına yetmiyordu.
Yüreğinin yerinde bir buz kalıbı taşıyor olduğunu söylüyorlardı. Oysa o bir yüreğinin olup olmadığından da emin değildi. Tek bildiği bu küçük yaratıklardan daha az şey hissedebildiği ve onlara karşı merak duyduğuydu.
Bir aynasının olduğu ve kırılarak parçalarının dünyaya yağdığını söylüyorlardı. Aynanın varlığını nereden öğrenmişlerdi bilmiyordu ama aynanın ne olduğuna uzaktan bile yaklaşamamışlardı.
Her şey Kraliçe’nin ne kadar yalnız olduğunu fark etmesiyle başlamıştı. Yüzyıllar evvel kendisine bir parça yalnızlığını unuttururlar diye şekli insana benzeyen birer buz kalıbı yaratmış, onlara kuzey rüzgarlarından nefes vermişti. Onları olabildiği kadar insanlara benzetmeye çalışmıştı ama sadece şekilleri insana benzeyen oyuncakları insan olmaktan uzaktılar. Yalnızlığına bir çare bulmanın imkansız olduğunu gördüğünde kendi kendine arkadaşlık edebilmek için bir ayna yapmıştı Kraliçe. Bazen kendisiyle sohbet etmiş, geri kalan zamanlarda da aynadan dünyayı ve dünya üzerinde yaşayan insanları izlemişti. Bir zaman sonra bu cansız aynadan da sıkılmıştı. Aynası hala şatosunda duruyordu. Kırıklarının dünyaya dökülmesi, ya da bir çocuğun kalbine ve gözlerine girip de onu değiştirmesi mümkün değildi.
Kraliçe yalnızca onu dinleyecek birileri olsun istemişti. Buzdan tahtı üzerinde geçirdiği günleri paylaşabileceği bir dost…
İnsanları anlayamıyordu.
Zarif kadın bir yandan bunları düşünürken bir yandan da sokağı dolduran rüyaların seslerini dinlemeye devam ediyordu. Birden garip bir sıcaklık hissetti. Uykudaki insanların rüyalarına çok benzeyen, ama onlarınkinden çok daha parlak bir ışık fark etti sokağın ucunda. Işık sokağın uç tarafındaki simitçiden geliyordu.
Oraya doğru baktığında yüzünde gülümsemesiyle dalgın dalgın sokağı izleyen birini fark etti. Esmer, kısacık saçlı, otuzlarına yakın bir kadındı sıcaklığın kaynağı. Yağmurdan ıslanmış montunun içinde titrediği halde yüzünde güzel şeyler düşlediğini anlatan mutlu bir gülümseme vardı. Dalgın dalgın sigarasını içerken bir yandan kahvesini yudumluyordu.
“Hayal kuruyor olmalı” diye düşündü Kraliçe.
Dünya üzerindeki bazı insanlar, uyanıkken de uykuda görebilecekleri rüyaları, hatta daha fazlasını düşleyebilirlerdi. Bazı insanlar gerçeklerden kaçmak istercesine bütün hayatlarını bir rüyanın içinde yaşıyorlardı. Dünya üzerinde geçirdikleri yıl sayısı kaç olursa olsun, gözlerini kapattıkları anda altı yaşındaki bir çocuğun heyecanını duyabiliyorlardı. Onlardan biriydi kafedeki de.
Kraliçe boş sokağa bakıp kendi dünyasını gören bu kocaman çocuğun bu günün son hatırası olmasını istedi birden bire. Usul adımlarla kafeye yaklaşırken zarif parmaklarını belli belirsiz kıpırdattı. Onun hareketiyle birlikte çiselemekte olan yağmur hızlandı, sonra gökyüzünden beyaz kar tanecikleri döne döne düşmeye başladı. Kar tanelerinden en irisi kafedekinin tam burnunun ucuna düştü. Genç kadın dalgın gözlerini bir iki kere kırptı, gözlerini kaldırıp gökyüzüne baktı. Karın başladığını görünce iyiden iyiye keyiflendi. Çocukluğundan beri karı çok severdi ve son bir aydır neredeyse her gün karın yağmasını beklemişti.
Mutlulukla iç geçirdikten sonra fincanın göğe doğru kaldırıp Karlar Kraliçesinin şerefine kahvesinden bir yudum daha aldı. Az evvel yanı başında durmuş yüzüne bakarken şimdi ortalarda görünmeyen kadını da, “Sağlığına kraliçe” dediği zaman aydınlanan zarif yüzünü de görmedi...
-
Eline sağlık, sıcak bir hikaye olmuş.
Henüz iki hikayeni okudum (başka var mı bilmiyorum) ve ilk olarak söyleyebileceğim şey
tarzının garip bir yumuşaklığa sahip olması. İnsan okurken asla yorulmuyor.
Sağlam bir kurgu becerinin olduğunu düşünüyorum. Burada iyi yazar olma yolunda ilerleyen çok insan var; bence sen de onlardan birisin.
Yazmaya devam
-
Güzel yorum için çok teşekkür ederim. Sık sık söylediğim bir şey var, her ne kadar bir gün 'Yazar' olmak istiyorsam da şimdilik sadece iyi bir 'Yazan' olabilmeyi umuyorum. Bunda da arada tekleyen, göze batan yerler olduğunu farkettim ama düzeltmek içimden gelmedi. Böylesi daha nahif, daha sıcak oldu diye düşündüm. Sanırım yanılmamışım :)
Tekrar teşekkürler.