Kayıp Rıhtım Arşiv Forum

Kurgu Güncesi => Kurgu İskelesi => Konuyu başlatan: Saduntuncay - 05 Temmuz 2014, 21:28:06

Başlık: Galthar Efsaneleri - KADİMLERİN UYKUSU (11.bölüm kısım 2 eklendi)
Gönderen: Saduntuncay - 05 Temmuz 2014, 21:28:06
Tüm bölümleri ve daha önce paylaşmadığım bölümleri burada yeniden düzenleyerek zamanla paylaşacağım arkadaşlar. Önce bir temayı sindirin ve düzenlediğim bölümlere bir bakın istedim.Linkte verdiğim haritadan yararlanarak okuduklarınızdan daha fazla zevk alabilirsiniz ve hikayeye yabancı kalmamış olursunuz

Yorumlarınızı eksik etmemenizi diliyorum dostlarım

Harita linki: http://imgur.com/NNzgL1q

 

Tür: Dark Fantasy, Gerilim

----------------------------------------------------

Galthar Efsaneleri -Kadimlerin Uykusu-

AÇIKLAMA BÖLÜMÜ

Galthar,yaşlı dünya...Yıpranmış ve lanetlenmiş bu dev alemin kadim beş Noha(tanrı) tarafından yaratıldığı rivayet edilir.Noha’lar artık gözlerini ya başka alemlere çevirdi,ya da güçlerini kaybetmeye başlamışlardı.Tüm Galthar, derin bir karanlığa bürünme aşamasındaydı.Son ejderha Naranvel’in çığlıkları her gece bu kadim dünyanın bütün hudutlarından rahatlıkla duyulabiliyordu.

Vakti zamanında, karanlık Rün Büyücüsü kudretli ve kadim Godrekh ,eski karanlık tanrıların desteğini alarak efendilerinin isteğini yerine getirmek için tüm Galthar’a savaş ilan etmişti.Karanlık kapıları kullanarak,bu hayatta kimsenin görmediği,görmeye cesaret edemediği en güçlü Lichler’i (karanlık ve ölü büyücüler) çağırarak yardım istedi..Godrekh’in zaferi kaçınılmazdı;lakin Harloth –yol gösteren- bir kez daha çaresizliğin hüküm sürdüğü bu alemde ortaya çıkmıştı.O,yeniden Galthar’a cesaret verdi ve karşı koymalarını sağladı.Tüm Galthar,tek bir sancak altına toplanmıştı ve Godrekh’in öncü ordularını malup ederek Orlindor Kapılarından geçtiler, karanlık toprakların hakimi Godrekh’i kara taht kulesinin kapılarına dayanarak katlettiler. Zafer kazanılmıştı; ama kara bulutlar Galthar’ın üzerinden asla gidememişti.Godrekh’in ölümü ile kendisine yemin sözü veren tüm Lichler, Orklar ve Troller (lord of the rings trolleri değil karışmasın) ve diğer yabanıl ırklarla beraber kayıplara karıştı.Lichlerden dirayetli olanları çoktan Galthar dünyasında şekil değiştirerek krallıkların,ailelerin arasına karışmıştı bile.

Dengeler bozulmuş,kardeş kardeşi boğazlamış,lordlar krallarını zehirleyerek tahta geçmişti.Nohalar’a beslenen o sonsuz inanç yerini kafirliğe bırakıyor,hastalıklar yayılıyor,hatta Elf diyarını bile etkiliyordu. Krallıklarda çıkan isyanların ardı arkası hala daha kesilmemişti. Savaş çok şeyi alıp beraberinde götürmüştü..Harloth güçlerini yitirmiş ve kötü bir musibetin etkisine geçmeye başlamış gibiydi. Günün birinde ortadan tamamen kayboldu. Kimileri bu diyarda işini bitirdiğini söylüyor,bu yüzden gittiğine inanıyordu,kimileri ise onunda ölümlüler gibi acı çektiğine kanaat getirmeye başlamıştı. Krallar ise ‘artık bizden umutlu olmadığı için gitti ‘ diye yorumluyordu

Savaş tüm Galthar’ın askeri gücünü oldukça azaltmıştı. Önce,cüceler kendilerini yer altının ucsuz bucaksız derinliğine gömerek bu dünyadan kendilerini çektiler ve yeraltındaki kalın çelik kapıları olan Duhkun'un ardına saklandılar. Sonrasında Elfler,bu alemin artık hastalık ve ölümle baş edemeyeceğini anladıktan kısa bir süre sonra gemileri ile yolculuğa çıkıp iyileşebilecekleri ve daima ölümsüzlük olacaklarına inandıkları Kadeen Geçitlerinden geçtiler. İnsan ırkı artık tek başına kalmıştı. Gruplaşmalar,entrikalar sürdükçe sürüyor, her geçen dünya dönümü(yıl) daha da artıyordu...Sadece Naranvel sağ kalana dek tüm ejderhalar yaşamını yitirmeye başlayınca bu kadim dünyadaki büyü düzeni de azalmaya ,hatta ortadan kalkmaya başlamıştı.Sadece iradesi ve güçleri fazla olan bazı büyücüler hayatta kalabilmiş ,elinde kalanı koruyabilmişti.

Lichlerin etkisinde olan Zezan,durumdan yararlanarak kutsal büyücülük yeminini bozmuştu,ona inanan her güçlü büyücü ve savaşçıyı yanına aldı ve atlarını karanlık topraklara sürdüler.

Aradan tam bir yüzyıl geçmesine rağmen Galthar, yaralarını tamamiyle saramamıştı. Zezan,kimsenin daha önce cesaret edemediği büyüleri kullanarak hem kendi ömrünü uzatmış,hem de Lichler’e hükmetmeyi öğrenmişti. İnsanların cesaretini kırmak amacıyla kışkırttığı Galthar halkını ve kendi güçlerini kullanıyordu. Karanlık kapıların berisinde kalan insan ırkının büyük bir savaşa daha gücü yoktu.Sadece iki kral hüküm sürmeye başlamıştı. Bunlardan biri hala lichlerin etkisinde olan (Farnhidol’un Kralı) Kral Forin diğeri ise türlü entrikalarla ölen ve çok sevdiği Kral babasının yerine geçmek zorunda kalan ( Demirduvar Kalesi’nin eski lordu ve şu anki Wartholdian topraklarının Kralı) Artheen idi. Artheen,babasının ölümünü ve bazı gariplikleri araştırmak için çalışmalar yaptığı sıralar katledilmek istendi;ama o çok güçlü bir savaşçıydı ve her seferinde kendisine gönderilen suikastçıları durdurmayı ve öldürmeyi başardı.Halk, Artheen’ e sonsuz güveniyordu.Ne zamanki, günün birinde suikast etmek amacıyla yanına yaklaşan hizmetçinin gırtlağını kesmek zorunda kaldı; işte o zaman ortaya çıkan bazı şeylerle birlikte ismi ve namı lekelenip Artheen Gırtlakkesen olduktan sonra yerine geçen Kral Terron (Nam-ı diğer Kokarca Terron) tarafından Wartholdian çayırlarının kuzey tepelerindeki kule zindanında çürümeye mahkum edildi. Artheen,yakın zamanda son defa temiz havayı ciğerlerine çekecekti ve ondan sonrası tamamen karanlıktı. Harloth tam olarak kimdi veya ne idi? Asıl soru, neredeydi? Godrekh yüzyıl önce nasıl bir laneti ortalığa salmıştı ? ve Zezan’ın bu denli güçleneceği hesaplarında var mıydı? Neden insanlar kendi ırkına bile güvenemiyordu? Galthar’ı korumaya yemin edenler bir savaşı daha kaldırabilir miydi ? Dünya fazlasıyla değişiyordu. Kara bulutlar artık tamamen bu dünyanın üzerindeydi ve cevaplanması gereken çok soru,kazanılması gereken birçok zafer vardı.Kan,kılıç ve artık bu topraklarda yok olmaya başlayan büyüyle !





 

1.BÖLÜM- ARTHEEN GIRTLAKKESEN-

Wartholdian Kalesi’nin kapısı acı bir şekilde gıcırdayarak açılmıştı. Kalenin koridor kısmında yürüyen muhafızlar alel acele koşarak dev tahta kapının iki yanına koşullandılar. Rütbeli bazı kale muhafızları kalkanlarını daha sıkı kavrayarak hafifçe yukarı kaldırdılar ve koridorun gerisinden gelerek, elleri saf Wartholdian çeliği ile kenetlenmiş Artheen’i çevrelemeye başladılar. Muhafızlar, Kralı’ın emri ile bu görevi en iyi güvenlik önlemlerini alarak gerçekleştirmek istiyorlardı. Artheen, gurur ve nefretin aynı anda ruhunu sarıp sarmaladığı bu kabustan kurtulmak için keskin bir kılıcın basit ve tek hamlesiyle kafasının gövdesinden ayrılmasına razı gibi görünüyordu. O, annesinin biricik evladı ve tek erkek çocuğuydu. Wartholdian’ın en güzel çocuğu, Artheen... Tüm lordların ne kadar uğraşsa da etkileyebilmekte fazla başarılı olamadığı batı diyarın en güzel kızlarının kalbini, yeşil gözünü tek bir kırpışıyla feth edebilen, ince dudaklarının hafif tebessümüyle bile onları yatağına kolayca misafir edebileceği Artheen... Şimdi ise; yüzü kir ve yağ ile kaplanmış, o parlak ve uzun kahverengi saçları solmuştu. Üzerine koyu yeşil renkte, harap olmuş ve kirli bir tunik giydirilmişti. Ayaklarını koruyacak çizmeleri yoktu. Onun yerine, ayağına orta kalınlıkta bezlerden yapılma sargılar konulmuştu. Gideceği yerde güzel giysilere, parlak zırhlara, kadınlara veya ihtişama asla ihtiyacı olmayacaktı. Yüzünü belli belirsiz saklamak adına kafasını aşağı eğerek, uzun saçlarının gözlerindeki hayal kırıklığını gizleyebileceğini umdu. Muhafızların ince demirli ayak zırhları koridorda yankılanıyordu.

Artheen, muhafızlar eşliğinde kaleden çıkartıldı. Wartholdian’ın meydanına doğru yol aldıkları zaman etrafları uzun süredir bu anı bekleyen halk ile çevrilmeye başladı. ‘’Katil...Katil...Artheen Gırtlakkesen...Hahah! Artheen, kıllı kıçımın kralı’’ diye bağıran bir adam, kalabalığın arasından geçip kendini ön plana çıkarttı ve sloganını yeniledi 'Kıllı kıçımın kralı'. Etraftaki insanlar adamı destekler şekilde gülmeye başladılar. İri olan muhafızlardan biri, işin daha fazla soytarılığa dönüşmemesi için adamı kenara itekledi ve yollarına devam etmeye çalıştılar. İnsanlar sloganlar eşliğinde bağırmaya devam ediyor ve kimileri ise ellerindeki çürük yumurtaları Artheen’in suratına isabet ettirmeye çalışıyordu. Muhafızlar, yanlarındaki suçlu ile birlikte adımlarını hızlandırmaya başladı. Batı kesiminden gelen Turrian Denizi'nin o nahoş esintisi de sanki adamların adımlarıyla birlikte daha da fazla hareketlenmişti. Taşlı meydanın alt sokağına vardıkları sırada, halkın içinden tıknaz bir adam elindeki sopayla Artheen’e saldırmaya kalktı. Aradaki açıklıktan istifade eden sinirli adam eylemini gerçekleştireceğini düşünürken, iri olan muhafızın ani bir kılıç darbesiyle beraber sağ elini kaybederek kan revan içerisinde yere yığıldı. Adamın çığlıkları, halkın katile lanet yağdırmak için bağrıştığı bu şamatanın içerisinde kayıplara karışmaya başlarken Artheen, çevresine baktığında kendisi için yas tutanların da olduğunu fark etmeden edemedi. Wartholdian’ın yüksek kubbelerine, yaşlı ve taştan sokaklarına, sağlam duvarlarına; daha henüz yozlaşmamış, beyni farklı hikayelerle rezilce yıkanmamış insanlarına son bir kez kafasını çevirerek baktı. Zamanında kazandığı küçük çaplı savaşların verdiği o esrarengiz zafer sarhoşluğunu, heybetin en tatlı haliyle bu şehre halkın gözünde gerçek bir Kral olarak girişini ve en önemlisi; halkın, şehre zaferle girdiği anda, üzerine Wartholdian Çayırları’nın en nadide çeçeklerinin yapraklarını yağmur gibi yağdırışını nasıl unutabilirdi? Artheen,bir an için duygusallığın kendisini zayıf düşürebileceğinden korktuğu için toparlandı ve kendisini kabaca iten bir muhafızın uyarısıyla adımlarını hızlandırmaya devam etti.

Kral Terron, kalenin yüksek avlusundan Artheen ve muhafızların yavaşça şehrin dış kapısının yolunu tutmasını zafer kazınmışçasına ve büyük bir iğrençlikle seyrediyordu. Uzun olmasına rağmen telleşmeye başlamış saçları, bakımsız ve biçimsiz sakalları, yağlı yüzüyle, kral olduğu ilan edilmeden önce kendisine takılan; fakat şu an kimsenin diline almaya cesaret edemediği, o ünvanı fazlasıyla hakediyordu. ‘Kokarca Terron’. Terron, kendisine isteksizce eşlik etmek için avluya gelen altın gibi sarı saçlı, incecik yüzlü ,diri vücutlu Aween’e döndü ‘’Ahh...Kraliçem.. Kardeşinizin bu son yolculuğunda yanında olursunuz diye düşünmüştüm. Doğrusu şehrin kapısına kadar iştirak etmenizi beklerdim.’’ Leydi Aween, Terron’a sadece iğrenircesine baktı ve gözleriyle adeta ‘’Neden bunu yapıyorsun?’’ diye haykırdı içinden. Terron, kadının suskunluğuna aldırmıyordu. ‘’Doğru ya...Artheen Gırtlakkesen.. hangi Leydi böyle bir tohumu kardeşi olarak kabul ederdi değil mi? ‘’ Suskunluğunu koruyan Leydi Aween’in boynuna ve kulaklarına doğru iğrenç ve kalın dudaklarını yaklaştıran Terron fısıldamaya başladı. ‘’Tüm bu olanlar babanız Anadoh’un kemiklerini sızlatıyor olmalı ha ? ‘’ Kraliçe Aween bu küstahlığın üzerine daha fazla dayanamadı ve kafasını ,Terron’un çirkin dudaklarını görmemek için cevirdi. ‘’Kral Aradoh!’’ dedi narin ve emin bir şekilde Aween. ‘’Ve, sakın babamın adını ağzınıza almayın... Lordum’’ Tüm bunları söylerken Terron’a küçümser ve imalı gözlerle bakıyordu. Terron hızlı bir hamle ile Leydi Aween’in kolunu kabaca sıktı. ‘’Bu ne cüret! Sen de, o sefil kardeşin gibi zindanlarda çürümek mi istiyorsun? Sahip olduğum bu ünvanı kabullenip kabullenmemen umrumda bile değil. Ben, Wartholdian’ın Kralıyım. Senin de beyinim. Bir Leydi, beyiyle ve en önemlisi Kralı ile daha nazik konuşmalı. ‘’ Aween’in kolunu biraz daha sadistçe sıkmaya başladı. 'Sakın o küçük konseye fazla güvenip dilinizi böyle küstahlıklara alıştırmayın. Zira bir kralın satın alamadığı sadakat neredeyse yoktur' Terron’un gözlerindeki tehdit, kor alevden bir kırbaç gibi Aween’in yüzünde ‘şak’ladı sanki. 'Neredeyse' dedi Aween içinden. ‘’Çek ellerini üzerimden’’ diyerek Terron’un sıkıca kavradığı kolunu kurtardı ve oradan uzaklaştı.

Kral Terron, öfkeyle homurdandı. ‘’Adi kaltak...’’ şeklinde söylenirken ellerini avlunun tozlu duvarlarına yaslayarak bir süre kendini şehri izlerken kaptırmış olarak buldu. Bu şehir ona aitti, yalnızca ona... Terron’un üzeri, aniden büyük cüsseli bir gölge ile kaplandı. Bu cüsse, biraz önce tıknaz adamın elini kolayca uçuran o muhafıza aitti. Kralın yanına biraz daha yaklaşarak selam veren iri kıyım, pelerinli askere dönen Terron acı bir şekilde sırıttı.‘’Ben de seni bekliyordum Garener.’’ Geniş zırhlı asker gergin gözüküyordu.

‘’Herşey hazır Kral Terron...İstediğiniz gibi, tam Diraldor esir kulesine varır varmaz...’’

Kral Terron aniden iri adamın sözünü kesti.

’’ Etrafına bir bak Garener. Nerede olduğunu ve benim de nerede olduğumu hatırla. Dedikoducuları ve isyancıları göz ardı edemezsin. Bu yüzden; eğer gelecek sefere dilini ağzının içerisinde tutamazsan, onu kopartıp köpeklere atmamam için bana geçerli bir sebeb vermiş olursun. Bunu anladın mı Garener? ‘’

Garener anlamışçasına sessiz kaldı.

’’ Güzel...Konuştuğumuz gibi, dikkat çekmemeli. Ve umarım aklın da cüssen gibi sağlamdır’’

Garener, ‘’ Kralım’’ diyerek kafasını onaylarcasına hafifçe aşağıya eğdi. Kral’ın el işaretiyle huzurundan uzaklaşan Garener, koca cüssesine rağmen ejderha derisinden yapılma halkalı zırhının içerisinde çok dinç ve çevik bir savaşçı gibi gözüküyordu. Wartholdian çeliği üzerine işlenmiş ve ince işçilik gereketiren süslemeler, parlak kılıcını daha da görkemli kılıyordu.

Artheen, kendisini vahşi bir yaban domuzunu zapteder gibi çekiştiren ve itekleyen muhafızlarla birlikte Watholdian’ın dış kapısın’a kadar geldi. Muhafızlardan biri ‘’Nöbetçi’’ diye bağırarak paslı contalarla ve eskiden kalma savaş darbeleriyle hasar almış dış kapısını gümbürdeterek açtırtmaya başladı. O kapı, Wartholdian'ın çoğu şeyinden daha değerliydi. Aynı zamanda bu yozlaşmış şehirde çoğu insan verilen değerden fazlasına sahipti. Nice savaşlara tanıklık etmişti, fakat hiçbir güç o kapıyı kıramamıştı. Batı ve doğu diyarlarında en güçlü kapı aralanmaya başladı. Garener ve yanına aldığı beş adamı, atlarıyla Artheen’in gözcülüğünü yapan muhafızlara yetişti. Muhafızların bir kısmı kapının gerisine çekilip tamamen aralanmasını beklerken , atlarının kemerlerini tutanlar ise kendilerini bu yolculuk için hazır ediyordu. Garener ve adamları haricinde, Artheen’in gözcülüğünü üstlenecek sekiz muhafız daha vardı. Garener, Artheen Gırtlakkesen’e göz ucuyla bir bakış attı, daha sonra da muhafızlara...

’’ Sanırım bu genç katili benim dışımda atına almaya cesaret edebilen yoktur ha? Hahah! ‘’ diyerek yarı çılgınca ve biraz da yapmacık bir kahkaha attı. Garener sözlerine devam etti 'Katillerin ikinci bir adı olur evlat. Bunu biliyorsun değil mi ha? Hangi suçla yargılandıysan, o suçu sana kalan ömrün boyunca hatırlatacak bir lakap takılır. Fakat bunu çok fazla kafana takma, çünkü hayat da çok kısadır. Üstelik bir katil için...' Garener, muhafızlara 'bindirin şimdi şunu atıma' dercesine bir işaret yaptı.

Artheen, Garener’in atına bindirildi. Elleri de Garener’in karnına kabaca bağlandı. Muhafızlar, Garener eşliğinde atlarını Wartholdian’ın zamanında, kara bulutlar düşmeden önce, güneşin büyük bir uyumla beslediği, ışıltılı çayırlarına doğru sürdüler.

Kısa süre içerisinde; Wartholdian’ın görkemli kubbeleri ve yüksek duvarları, atların hızla yol almalarıyla birlikte küçülmeye başlamıştı. Hayvanların paçalı ve tüylü toynakları, Wartholdian’ın sarı renge bürünmüş çayırlarındaki otları ezerek çıkardıkları tok sesleri bir melodiye dönüştürüyorlardı. Garener ise yüzündeki o soğuk ve umarsız gibi gözüken ifadeyle atını sürmeye devam ediyordu.

Artheen güçlü görünmeye çalışıyordu. Sallantılı geçen bu yolculuğun sonu olacağını hissetmişti bile. Diralbor'un yüksek zindanlarında ölmeden; fakat her gün ölürmüş gibi yıllar geçirmek... Her daim, kendisine açlıktan öldürmeyecek kadar su ve ekmek verilmesi... O zindanlarda geçen kara bir boşluk, zamansızlık,çaresizlik... Buna katlanamazdı; ama başka bir kurtuluş yolunun da olmadığının farkındaydı. Nasırlı ellerini birbirine sürterek, ince ve çatlamış dudaklarını hafifçe ısırdı. Köşeli ve keskin hatlara sahip çenesi hafifçe titredi. Bir an kendini kaybedeceğinden korktu, belki de aklını yitireceğinden şüphe ediyordu. Aween, sevgili kardeşi Aween... Onu düşünüyordu. Emri vaki bir kralın, emri vaki kraliçesiydi artık o. Her şeyden önce, kendini kral ilan eden bir erkek müsfettesinin, her lanet gecenin başında kardeşini yatak eğlencesi olarak kullanması katlanılabilir türden değildi.

Terron denen bok torbası şimdiden konseyin hatrı sayılır bir kısmını çevresinde toplamış; Wartholdian'ın yüksek rütbeli pelerinlilerini, çevre diyarlardaki Fork ve Demir Duvar gibi kritik noktalardaki lordların hepsini arkasında toplamıştı. İşlerin bu noktaya gelmemesi için ona bağlı ve Terron'dan korkmayıp ölmeye hazır şekilde savaşabilecek bir çok şovalyesinin desteğini alabilirdi; fakat sayı bakımından üstünlük sağlanamayacağından dolayı bu sadece budalaca bir intihar olurdu.

‘’Babam olsa ne yapardı? ‘’ diye sordu içinden. Bu esnada atlar biraz daha düz bir yola çıkarak hızlanmaya başladı. Artheen’in kaderi ve o sonsuz karanlık çok yakındı... Tek bildiği birşey vardı. O, katil değildi.

Aween, odasına kapatmıştı kendisini. Elflerden ilham alınarak yapılmış iç dekor ve camın, kara bulutların zayıflattığı güneş ışıklarını sihirli bir şekilde içeri davet edişi odaya ne olursa olsun hoş bir hava katıyordu. Aynanın önünde duruyor ve üzerini düzeltiyordu kraliçe. İşin aslı, kendisini asla bir kraliçe gibi hissedemiyordu. Zaten Kral Terron da ona asla içten bir şekilde ‘’Kraliçem’’ diye hitap etmemişti. İnce-diri bedenini ve dolgun göğüslerini sarıp sarmalayan kaliteli uzun kırmızı elbisesine hafifçe dokundu. Daha sonra da; narin parmaklarını, üzerinde şaşalı süsler içeren kolyesine götürdü ve ani bir hareketle kolyeyi boynundan kopartarak yere attı. Aynaya bakmaya devam etti. Masum ve annesininkilere benzeyen yeşil gözlerini aynadan izledikçe aklına yeniden Artheen geldi. Aween’in gözlerinden hızlıca dökülen yaşlar, beş tanrının bile şaşırabileceği bir içtenlikle ve adeta büyülü bir biçimde, o ince ve hafif kavisli yanaklarından süzülüyordu. Aynanın bir ucundan tutarak kendine doğru çekti. Ufak bir dolap niyetine aynanın ardında gizlenen bölmeden fındık ağacından yapılma garip bir kutu çıkardı. Ağlamaya devam ediyordu...Zarifçe kutuyu açtı ve içerisindeki, üzeri minik sargı bezleriyle sarılı, küçücük bir şişeyi eline alarak parmaklarıyla hafifçe döndürdü. Kutuyu eski yerine koyarak bölmeyi kapattı ve aynada son kez kendisini izlemek istedi.

Uzun zamandır baş ağrısı çekiyordu. Günlerdir gözüne, gördüğü tuhaf rüyalardan dolayı uyku girmemiş gibiydi.

Anlık bir tereddüten sonra elindeki küçük şişenin kapağını usulca açtı, yavaşça kaldırarak ağız hizasına doğru yaklaştırdı...

Sanıldığından daha da uzun bir yolculuk olmuştu. Karanlık bulutların arasında zorlukla seçilebilen güneş yavaşça yer değiştiriyordu. Artheen ve muhafızlar son tepeyi de aştıktan sonra koca zindan kuleyi karşılarında gördüler. Burası kapkara bir kuleydi ve alabildiğine göklere doğru yükseliyordu. Atlarını yavaş yavaş nöbetçi kapısına doğru sürerlerken, muhafızlardan bazıları kendilerini Orklar’ın pususuna düşmedikleri için şanslı sayıyordu. Ahhum Dunhar'daki dağlık meskenlerinden çıkarak diyara yayılan orklar, Dorren'in Gözcü kulelerinden zaman zaman görülebiliyordu. Binlerce, hatta on binlerceydiler. Ya da kule nöbetçileri gerçekten de fazla rom içiyorlardı. Fakat bu lakırtılar doğruysa, pis yuvalarından çıkıp da buralara kadar gelmeye cüret etmelerinin bir sebebi olmalıydı.

Artheen, Garener’in atının arka kısmında kaderine razı olmuş beklerken, Fork şehrinin kuzeyinde boylu boyunca uzayan yüce dağların en tepesinde yaşayan son ejderha Naranvel’in gizemli çığlıkları bir kez daha yeri ve göğü delmeye başlamıştı. Bu seferki çığlıklar daha da acıydı sanki...

-1.bölümün sonu-
 

**************************
 

2.BÖLÜM -RÜYALAR-

Aween, ağlamaktan solan gözlerine aldırış etmedi. Sadece ayna karşısında kendisine bakmaya devam etti ve elindeki küçük şişeyi ağzına yavaşça yaklaştırdıktan bir süre sonra yeniden geri çekti. Titreyen elini kontrol etmekte bir hayli zorlandı... Derince bir nefes aldı, gözlerini kapadı. Sakinleşmesi gerekiyordu. Aween, sinirini hemen bastıramayacak kadar toy ve budala; makul düşündüğünde kendini kontrol edecek kadar dirayetli idi. Sonunda içerisinde bulunduğu o korkunç ikilemden çıkmışçasına şişeyi, aynanın altında duran dolabın üzerine yavaşça bıraktı. Göz kapaklarını araladı ve gözündeki yaşları incecik elleriyle kuruladı. Bir kez daha ölüm imtihanından muhaffak olmanın gururunu taşırcasına aynada üstünü başını düzelterek kendini sefil ve çaresiz biri yerine, bir kez daha Leydi olarak gördü. Zira kendisine asla kraliçe diyemezdi. Hakikat göz önünde bulundurulduğunda ne Terron kraldı, ne de kendisi kraliçe. Onun gözünde ağabeyi hala bir kraldı, gerçek bir kral. Aween'in içinde bulunduğu şartlar zaten yeterince çetindi. Bu gidiş gelişlere daha ne kadar katlanması gerektiğini bilmiyordu. Daha fazla kokarca Terron’a tahammül edemeyeceğini bugün biraz daha olsun anlamaya başladı. Bilmediği bir karanlık ve korkunun en safı, sanki Aween’in kalbinde dolanıyordu. En az Orlindor’un kapıları ardındaki karanlık topraklar kadar zifiri bir karanlık, kızgın zift gibi ciğerlerini sarıyordu. O daha doğmadan önceki büyük savaşta, kötülüğe karşı mühürlenmiş olan bu kapıların artık gücünün tükenmekte olduğunu son zamanlarda defalarca rüyalarında görmüştü. Nedenini henüz anlayamadığı ve hayal meyal anımsadığı bu rüyalarda biçimsiz suratlı ve iki başlı dev garabetler, kırmızı ve parlak gözleri olan kurtlanmaya başlamış iğrenç cesetler tören yürüyüşü yaparcasına geçitlerden ilerliyorlardı. Bunu rüyada görmek bile ayrı bir zulümdü Aween için; fakat şu an yanında ne ağabeyi Artheen, ne de destek olacak başka bir tanıdığı vardı. Artheen’in yolun belki de yarısında öldürülmüş olabileceğini düşünmemek için kendini fazlasıyla zorluyordu. Terron asla cömert biri olmamıştı. Onun tek derdi Artheen’in zindan cezasına çarptırıldığı süsünü vermekti. İnsanlar onu derin ve karanlık zindanlarda bileceklerdi. Halbuki Terron'un sadık köpekleri onu daha zindanlara varmadan...

Ağabeyinin gelip bu zorbanın kellesini vücudundan ayırmasını o kadar çok istiyordu ki, tanrılar bilir belki de dünyada en çok istediği şey buydu; fakat hiçbiri gerçek olamayacaktı. Artheen’i asla bir daha göremeyecekti. Gene o garip his içini sardı ve kendinden geçer gibi oldu. Son bir kez daha derin nefes aldı. Aldığı nefes ile birlikte içindeki katranlaşmış karanlık biraz olsun geri çekildi. Kırmızı ipek elbisesi vücudunun kıvrımlarından ayrılıp adeta dalgalanmış gibiydi. Küçük şişeyi, dolabın üzerinden alarak uzun elbisesinin kol kısmındaki bir bölmeye sakladı. Aniden tıklatılan tahta kapının gümbürtüsüyle irkildi.

’’ Leydi Aween. Kral Terron sizi yemekte bekliyor ‘’ yaşlı ve kemerli bir burna sahip cılız sesli kadın çıkarabileceği en yüksek tonda bağırmıştı.

Terron, bekletilmeyi sevmezdi. Aween'e düşen görev şu anlık halkın arasında mutluluk rolü yapmaktı. Kimseye derdini anlatamaz, açılamazdı. Kimin Kral Terron’un köpeği haline gelmiş olduğunu asla tahmin edemezdi çünkü. Sonu ağabeyi gibi olmamalıydı. Babalarının mirasını, eğer Artheen başaramaz ve sonsuzluğa katılırsa, bir gün kendisi kurtarmalıydı. Aksi halde bu krallığı kaderinden kurtarmak için çabalayacak kimse olmamış olacaktı.

İsteksizce kapıya yöneldi, kolundaki şişeyi son kez kontrol ederek kapıyı ağırca açtı. Yeniden mutluluk dolu ve güçlü bir kraliçe(!) haline bürünerek, kapıda bir süredir dikilen hizmetkarı Perra'nın eşliğinde metal şovalye zırhlarıyla özenle süslenmiş, loş meşale ışıklarının yer döşemelerini aydınlattığı dar koridorda hızla yürüdü. Yüzündeki korku ve endişeyi saklamalıydı. Asla... asla belli etmemeli, hiçbir şeyi mahvetmemeliydi.

2.bölümün sonu
 

**********************************
 

3.BÖLÜM  -İNFAZ-

Garener ve diğer muhafızlar, girintili çıkıntılı gri taşlarla bezenmiş zindan kulesinin dev gölgesinin düştüğü hafif tepelik çayırlara vardıklarında atlarını dizginleyerek yavaşlattılar. Zindan kulenin ön cephesine denk gelen, diğer tepeciklere göre biraz daha büyük olan ve çayır otlarının yer yer seyrekleştiği tepe Garener'in dikkatini çekti. İçinden, 'Burası planlananlar için yeterince uygun' diyerek koca kılıcıyla tepenin tam dibini işaret etti. Muhafızlarla birlikte gösterdiği yere doğru ilerlerken bölgede boylu boyunca uzanan altın sarısı otların yavaşça dans edişini ve infazın gerçekleşeceği yere en fazla iki yüz adım uzaklıktaki kulenin ihtişamını seyretti. Tepenin hemen altında gerçekleşecek bu kan şöleninden, kule nöbetçileri pek haz alamayacaktı. Zira tepe, görüş açılarını kapıyordu. Nöbetçilerin kuledeki tek eğlencesi ölümle cezalandırılan mahkumların infazı sonucu dökülen kan, et ve bağırsak parçalarını izlemekti. Sadece kulenin en üstündeki nöbetçi bu zevkten mahrum olmayacaktı.

Garener, Artheen’i muhafızların eşliğinde yaşlı atın üzerinden indirirken etrafına bir kez daha usulca bakındı. Dev kulenin en tepesinde bulunan ve neredeyse bir siluet gibi gözüken nöbetçi gözüne çarptı. Kaba elleriyle üzerindeki zırhı düzeltti. Turrian Denizi'nin yer yer etkili olan kesintili ve güçlü esintisi, yüzünü çevreleyen örgülü iri sakalını rüzgardan pençeleriyle hareket ettiriyor gibiydi. Rüzgarın tenine işlediği bu tatlı his, ona bir an olsun denizlerin çok ötesindeki evini hatırlattı. Kısa bir soluk alışla homurdayarak, Gırtlakkesen’in eline bağlı olan zincirin çıkıntısını tuttu onu yürütmeye başladı. Muhafızlar , Artheen Gırtlakkesen’i çembere alarak eşlik etmeye başladılar. Muhafızların içinde en saf görünen, karga burunlu ve biraz zayıf olan Kinny ise hala endişesini atabilmiş değildi. Garener bunun farkına varmıştı bile.

’’ Tanrılar aşkına Kinny ! Değersiz kelleni leş kokulu Orklar istemeyecektir. Hayatında hiç karşılaşmayacağın birşeyden korkamazsın değil mi?’’ diyerek muhafızı kaba bir dille rahatlattı. Hemen akabinde ise dayanamadı ve ekledi

' Şu lanet koca burnuna bir bakın. Elindeki mızraktan daha tehditkar duruyor'

Ölümünü bekleyen Artheen ve gocunmuş görünen sakar Kinny dışında tüm adamların kahkahaları tepede yankılanmaya başladı.

Garener sesini düzelterek yeniden eski ciddiyetine büründü. Göz ucuyla yeniden kuleye baktı. Daha sonra muhafızlara döndü

' Belki de kral Terron'un verdiği bu gizli infaz emri için tasalanıyorsunuzdur. Bunu anlayabiliyorum; fakat şu işi bir an önce bitirip şehirdeki yataklarımızı iri göğüslü fahişelerle doldurmadan önce, içinizi saran o yersiz korkuyu söküp çıkartmak isterim. Konseyin, çocuğu hala destekleyen üyelerinden veya ona hala bağlılık yemini olan lordlarından, yüksek nüfuslu akrabalarından asla korkmanıza gerek yok. Çünkü çocuğu zindanlarda bilecekler'

Kral Terron, herşeyi hasta ve karanlık zihninde en ince ayrıntısına kadar düşünmüştü. Hatta beş tanrı bilir, bir gün yüce Kral soyundan olanlar Artheen’in ölü olup olmadığını görmek için ziyaret nedeniyle zindna kulesine gelse, onları kandırmak adına kullanılacak zindanlar dolusu Artheen’e benzeyen genç adam vardı. Artheen'i hala destekleyen çevresi müdahale hakkını Wartholdian yasaları gereğince kullanamazdı. Zira Artheen, görünürde bir katil ve vatan hainiydi. Eskiden kazandığı babadan geçen kan hakkı onu sadece idamdan kurtarabilmişti. En azından kurtardığını düşünüyorlardı. Aslında, kendisine suikast düzenleyen hizmetçiyi öldürmesinin hemen ardından suçlu bulunmamıştı bile. Olayın ertesi günü hizmetçi kadının cebinden çıktığı iddia edilen Artheen'in el yazısı ve imzasına sahip olan bir mektup Artheen'in sonunu hazırlamıştı. Fork şehrinin yüce divanına yazılan mektupta Artheen, kral babasının ölümünden Lord Terron'un sorumlu olduğunu düşündüğünü, eğer eline birkaç nitel kanıt geçerse; Lord Terroun'un kellesini bizzat alarak kendi adaletini sağlayacağını, bu hususta divandan ivedilikle tavsiye talep ettiğini son derece açık bir şekilde bildirmişti. Fakat mektup ulaşması gereken kişilere ulaşmadı ve belki de hizmetçinin kendisine 'kralı öldür' emri verilirken bile, mektuptan haberi bile yoktu. Alt tabaka birinin ölümü yeterince etki yaratmadığı için, olabilecek entrikalara karşı tecrübesiz ve toy bir hırsla kaleme alınan bu mektup güzel bir koz olarak kullanılmıştı. Terron, mektubu bahane ederek konseyin ileri gelenlerini; canına kasıt olduğu, yaşlı keçinin ölmesinin ardından oğlunun yolunu kaybedip delirdiği için en sadık(!) danışmanını suçladığı, mektuptan haberi olan hizmetçiyi kasıtlı öldürdüğü ve tahta oturacak vasfa artık sahip olmadığı hususunda ikna etmişti. Her şeyi muazzam ayrıntılarla planlamasının ve ikna kabiliyetinin sonucunda tahtın yeni sahibi Terron olmuştu. Burası doğu diyarlara hiç benzemezdi. Krala karşı duyulan ve sağlam dayanakları olan her şüphe, onu tahttan uzaklaştırmaya yeter de artardı. Çünkü bu topraklar sadece kral emriyle yönetilemezdi.

Artık vakit gelmişti. Garener, kılıcını kınından yavaşça yukarı kaldırırken, çıkan o Wartholdian çeliğine has eşsiz ses tüm çayırda yankılandı. Zırhının gizli yerinden kılıç bilemek için kullanılan bir saraç taşını çıkararak kılıcı bilemeye koyuldu. Kafasında sürekli aynı planı defalarca gözden geçiriyor gibiydi. Saraç taşını, kılıca her değdirdiğinde Naranvel’in çığlıklarından daha da acı ve ürkütücü bir ses çıkıyordu. Sanki, kılıç ve taş birlikte hüzünlü bir şarkıda düet yaparak Artheen için ağıt yakmıştı. İnfaz çok yakındı ve kaçınılmazdı...

3.bölümün sonu

DEVAMI DÜZENLEMELERİN ARDINDAN GELECEKTİR

 
Başlık: Ynt: Galthar Efsaneleri - KADİMLERİN UYKUSU (Tüm bölümler burada)
Gönderen: Saduntuncay - 07 Temmuz 2014, 10:06:28
Sıfır yorum. Gerçekten hayal kırıklığına uğradım... O haritayı yapmak bile emek istiyorken, sadece bakıp geçilmesi çok üzücü. İnsanın devamını getiresi gelmiyor
Başlık: Ynt: Galthar Efsaneleri - KADİMLERİN UYKUSU (Tüm bölümler burada)
Gönderen: Saduntuncay - 09 Temmuz 2014, 13:44:27
4.BÖLÜM 'SADAKAT'
Garener, bileyleme işini sonlandırmıştı sonunda. Toplu, hafif seyrelmiş siyah saçlarını düzelterek kılıcı kontrol etti. Silahı, Tanrıların saçtığı ışıklar gibi parlıyordu. Her hareketi, kabzasında birbirini ısıran iki gümüş ejderha deseni olan kılıcın ihtişamını ve parlaklığını daha fazla gözler önüne seriyordu. Son kontrolleri de yaptıktan sonra iri cüssesini oturduğu kayanın üzerinden kaldırarak ayaklandı. Kocaman gölgesi, adeta bir ‘ölüm verenin’ ki kadar karanlık bir surette, yerde zorla diz çöktürülmüş Artheen’in üzerine düştü. Garener, son kez derin bir nefes aldı ve bu sefer kulenin en tepesindeki nöbetçiye baktığında yerinde olmadığını gördü. Nöbet değişimi zamanıydı ve diğer nöbetçinin oraya çıkıp yerini alması biraz zaman alacaktı. Bu kadar tedirgin olmasını ve zamanlama konusunda bu denli gereksiz bir titizlik göstermesini yanındaki bazı askerler henüz idrak edememişti. Yapması gereken tek şey, tek bir hamle ile ‘gırtlakkesen’ in kafasını gövdesinden ayırmak ve bu önemli sırrı saklı tutmaktı. İnfazın böyle bir yerde gerçekleşmesi de zaten Terron'un planının bir parçasıydı. Kulenin avlusunda gerçekleşecek bir infaz riskli olabilirdi. Kimlerin dilini tutup tutamayacağını kimse tahmin edemezdi.

Bulutlar, çayırların sona erdiği yoğun tepelik bölgede sanki daha da fazla yoğunlaşmıştı. Güneş ışıkları, Wartholdian topraklarını yağmur damlaları kadar ince bir yoğunlukta aydınlatıyordu. Rüzgarın sayısız pençeleri tüm şiddetiyle savrulmaya devam ederken, Garener yerde diz çökmekte olan Artheen’e doğru yaklaştı. Kafasını sağ tarafa çevirerek, çayırların bittiği yerde başlayan toprak ve taş yığınlarından oluşan patikaya gözlerini dikti. Kılıcını hafifçe kaldırmaya başlarken, diğer askerlerden iki tanesi Artheen’i daha sıkı tuttular. Garener, kalın ve tok sesiyle bağırdı

’’ Artheen Gırtlakkesen, Wartholdian’ın düşmüş kralı! Son sözlerini işitmek için Kral namına konuşuyorum’’

Garener, bu sözünün ardından Kulenin muhafızlarının, olayları göremeseler bile, sesini duyduklarından emin olmalıydı.

Artheen, uzun saçlarının arasına gizlediği yüzünü kaldırarak hafifçe sırıttı. Sesi, gerçekten de yeterince etkileyiciydi.

' Haydi, yap artık. Çabuk bitir işini. Bitir ki atalarıma kavuşayım'

Garener, Artheen’in yanındaki iki muhafıza birden baktı ve Artheen'e dönüp, çizgili suratını hafif buruşturarak 'Beni bağışlayın majesteleri' dedi

Ani bir hareketle Artheen’e çok güçlü bir tekme atarak, genç delikanlının iki muhafızın kolları arasından sıyrılıp eğimli zemine sahip çayırın biraz aşağısına yuvarlanmasına sebeb oldu.

Şaşıran muhafızlardan biri sesini yükseltmek amacıyla bağırmak istedi ’’ Hey! bu da neydi şim...gkhhh’’

Garener, hızlı ve oldukça teknik gerektiren bir kılıç darbesiyle muhafızın gırtlağında derin bir yarık açtı. Kan damlacıkları diğer yanda duran muhafızın yüzüne ve zırhına sıçradı. Öyle bir koyu kırmızyıdı ki gümüş rengi zırh birden renk değiştirmişti sanki. Yeni cilalanmış zırhının üzerinden bir yılan gibi kıvrılırcasına akan kanı daha fazla görmezden gelen muhafız Garener’in üzerine doğru yürüdü. ‘’ Bu yaptığının bedelini Kral Terron sana ağır ödetecek hain’’ diyerek kılıcını Garener'e doğru yöneltti. İki ayrı asker grubu da, birbirlerine tehditkar şekilde kılıç çekti. Sadık adamları, Garener'in işareti ile diğer askerlerin üzerine çullandılar. Kılıç darblerinin ardı arkası kesilmezmişçesine devam etti. Wartholdian çelikleri birbirine çarptıkça oluşan gürültüyü Kule muhafızlarının duyması an meselesiydi. Silahını Garener'e doğrultup etrafında çember çizen muhafız, çaresizce diğer yandaşlarının katledilişini izledi. Bağırsakları mızrak darbesiyle çayır otlarına serilenler, gözünden kılıç darbesi alıp akan beyinleriyle etrafı boyayanlar, organları kopanlar... Muhafız, çaresizce Garener’in üzerine atıldı.

’Kral için’

Garener, kılıç darbesini yana çekilerek savuşturdu. Muhafız, havaya kaldırdığı kılıcını bir kez daha iri adama isabet ettirmeye kalktı. Hızlı ve güçlü bir darbeyle kılıca, kılıçla karşılık veren Garener, muhafızın kılıcını parçalayarak un ufak etti. Geniş ve uzun kılıç, muhafızın silahını bir sopaymışçasına doğradı. Şaşkınlıktan deliye dönen muhafızın kılıcı düşürdüğü eline bir darbe daha indirerek koparttı. Hemen ardından da aşağıya doğru ustalıkla savurduğu kılıcı, çaresiz muhafızın ayağını uçurdu. Sağlam kalan eliyle, iki uzvundan da fışkıran kanları meyhude yere durdurmaya çalışan muhafızın gırtlağına nasırlı elleriyle sarıldı. Acıdan çığlıklar atan adamı, Artheen'in yanına doğru sürükledi. Öfkeli bir sesle ‘ Wartholdian'da tek bir kral var!’ diyerek adamın kafasını zorla Artheen'e çevirdi. Ardından kocaman kılıcını muhafızın karnından geçirerek aniden geriye çekti. Korku ve acı içinde son nefesini veren muhafızın gözlerinde sanki hala ‘’Neden’’ sorusu var gibiydi. Garener'in adamları da, muhafızlarla işlerini tamamen bitirmişti. Kan gölüne dönen ıslak zemine basarak ilerleyen Garener ve adamları Artheen'in tam önünde toplandılar. Genç delikanlı, hala bir anlam verememişçesine her bir adama şaşkın gözlerle baktı. Büyük çalkantılar yaşayan kafasını toparlamaya çalışırken aniden Garener, kılıcını kullanarak Artheen’in önce ellerindeki  daha sonra da ayaklarındaki düğümü çözdü.

Artheen, kollarını sıvazlayarak ayağa kalktı. Hala şaşkınlığını üzerinden atamamışken Garener ve sadık askerler ‘’Kral için’’ diye bağırarak genç adamın önünde diz çöktüler. Zırhların gıcırtı sesleri eşliğinde adamlar kılıçlarının uç kısmını, çöken dizlerinin yan tarafından geçecek şekilde toprağa sapladılar ve adeta heykelmişçesine öylece durdular.

4.bölümün sonu
Başlık: Ynt: Galthar Efsaneleri - KADİMLERİN UYKUSU (Tüm bölümler burada)
Gönderen: Almarath - 09 Temmuz 2014, 19:42:39
Kardeşim merhaba,

Rıhtım durgun. Ben de yeniyim, daha doğrusu takip ediyordum ama yeni üye oldum. Senin hikayeni paylaştığın gün okudum, ilk bölümünü. Hiç sıkılmamıştım, yorum yapmak aklıma gelmemişti. Üzüldüğün için kendimi kötü hissettim o yüzden yorum yazıyorum.

Bu yorumu yazmadan önce de 2. ve 3. bölümü okudum. Harita olması olayları kavramayı daha kolay hale getiriyor, bu sebeble teşekkür ediyorum emeğin için de sağol. Okuyan gözeten çok kişi vardır evet ama onlara da hak ver, işleri olur vs. Sen yorum almak zorunda değilsin, belki yöneticiler okur yazar puanı vs. verirler. Kendini yalnız hissetme, yazmaya devam et. Kalemin kuvvetli.

Saygılar.
Başlık: Ynt: Galthar Efsaneleri - KADİMLERİN UYKUSU (Tüm bölümler burada)
Gönderen: Saduntuncay - 10 Temmuz 2014, 16:04:08
Kardeşim merhaba,

Rıhtım durgun. Ben de yeniyim, daha doğrusu takip ediyordum ama yeni üye oldum. Senin hikayeni paylaştığın gün okudum, ilk bölümünü. Hiç sıkılmamıştım, yorum yapmak aklıma gelmemişti. Üzüldüğün için kendimi kötü hissettim o yüzden yorum yazıyorum.

Bu yorumu yazmadan önce de 2. ve 3. bölümü okudum. Harita olması olayları kavramayı daha kolay hale getiriyor, bu sebeble teşekkür ediyorum emeğin için de sağol. Okuyan gözeten çok kişi vardır evet ama onlara da hak ver, işleri olur vs. Sen yorum almak zorunda değilsin, belki yöneticiler okur yazar puanı vs. verirler. Kendini yalnız hissetme, yazmaya devam et. Kalemin kuvvetli.

Saygılar.
G

Değerli ve olumlu yorumun için çok teşekkür ediyorum :) Doğrudur, ortalık sakin ve fazla bu bölüme tam anlamıyla uğrayıp bakanlar olmayabilir; ama tek istediğim biraz yorum yapılmasıydı. Sırf tanıdıklar, kendi tanıdıklarının konusuna yorum yapmasın isterim ben. Bu kaynaşmayı da beraberinde getirir şahsi düşünceme göre. Onun dışında dediğin gibi gelen okur ve yorum yapmasa bile beğenmiş olması benim için dünyanın en güzel mutluluğudur zaten. Kafamda bu çalışmam için çok büyük bir kurgu ağı var. Beni dış dünyadan soyutlayacak kadar büyük olan bu dünyanın içerisinde olmam ve sürekli üretmem bana güç sağlıyor :) İyi forumlar diliyorum
Başlık: Ynt: Galthar Efsaneleri - KADİMLERİN UYKUSU (Tüm bölümler burada)
Gönderen: Saduntuncay - 15 Temmuz 2014, 14:29:00
5. BÖLÜM (ZEHİR)

Aween, kalenin geniş salonuna doğru yavaş adımlarla ilerledi. Halkın arasında arsızca yemek yeme yarışı ve her türden lezzeti tatma hırsı şimdiden başlamıştı bile. Aween, Terron’un Artheen'i zindanlara yollamasının ardından hangi akla başvurarak böyle bir eğlentiyi düzenlemeye yeltendiğini ve bu sadistçe cesaretin kaynağını fazlasıyla merak etti. Salona giriş yaptığında, dikkatini yeniden insanlara yöneltti. Bazıları uzun zamandır halka açık yemeklere davet edilmedikleri için sofrada nasıl duracaklarını ve nasıl davranacaklarını unutmuş gibiydiler. Kalın ve koyu kahverengi masanın üzerine çöreklenen iri gözlü bir çocuk önce tere yağlı patatesinden bir parça ısırdı, ardından da lir yağında kavrulmuş enfes kokulu sosislere yumuldu. Diğer yanda ise burnunda koca bir et beni olan yaşlı ve uzun boylu bir adam oturuyordu. Üzerindeki paçavra sayılabilecek, gübre izleri yer yer belli olan cübbesini bez niyetine ağzına sürerek dudaklarının kenarında kalmış olan yahniyi temizledi.
Utanıyordu halkının bu hale gelmesinden; ama en çok da Terron'dan tiksiniyordu. Çünkü Artheen, her daim halkıyla yemek yerdi. O, iftira ile ayağını kaydırdığı bir kralın ardından ziyafet düzenlemezdi. Artheen gerçek bir kraldı.

Aween, kendi masasına doğru ilerleken ayakkabısının topuk kısmı yeni cilalanmış ahşap döşemeye her çarptığında tok bir ses çıkartıyordu. Tavanda asılı olan kaliteli ahşaptan yapılma dev mumlukların ışıkları sanki kara bir büyü yapılmışçasına, salon boyunca duvarda asılı olan hayvan kafalarını hareket eden dev gölgelere dönüştürmüştü. Karanlık ormanlarda yürürmüşçesine tedirgince etrafına bakarken, kendisine ‘Majesteleri’ diyerek verilen selamları bir an için umursamadı.
Sofralar özenle donatılmıştı. Yemek çeşitleri; rütbelere ve sınıf farkına doğru zenginleşiyordu. Masaların üzerinde şerbet ile süslenmiş nefis mısır taneleri, Wartholdian balı ile çifte kavrulmuş tavuk kanatları, şaraplı etler, cevizli sıcacık ekmekler, en kalite unla yapılmış beyaz, elma soslu kekler...

Masasına yaklaştı ve kendisini fark eden Terron’a isteksizce reverans yaptı.
Terron, elindeki but parçasını bir elma gibi ısırdı ve ardından şarabını yudumladı. Tuniğinin üzerine bir miktar şarap dökülmüş ve kurumuştu. Aween, tiksinerek yanına oturdu. Nam-ı diğer kokarca sinsice gülerken ağzının iki kenarı da sivri mızraklar gibi iki ayrı yere dağıldı.

'Büyüleyici giyinmişsiniz. Sonunda eğlenceye adabte olmaya karar verdiniz demek.' diyerek şarabından bir yudum daha aldı

Aween, zoraki bir gülümsemeyle Terron'a baktı. Tozlu masanın üzerindeki et kesme bıçağını alarak herifin gırlağını kesmeyi, daha sonra da karnını yararak, dışarı taşan bağırsaklarını ağzına tıkmayı çok istiyordu. Bir anlık tatlı hayal bile Aween’i sakinleştirmeye yetmiş gibiydi. Sakinliğini koruyarak 'Ağabeyimin yasını tutacak zamanım olacaktır majesteleri' dedi.

Terron, kafasını hafifçe sallayarak 'işte bu çok güzel' dercesine Aween'i onayladı. Buttan bir ısırık daha aldı. Çevresinde oturan lordlar ve yemeğe teşrif eden konsey üyeleri istiflerini bozmadan yemek yemekteydiler.

' Zamana iyi ayak uydurabilmeniz çok dokunaklı; lakin... Bu ani değişiminiz içime şüphe düşürmedi desem, bana yalancı der miydiniz?’ diyerek budundan bir parça daha aldı. Üzerine de şarabını kana kana içti. Kızıl şarabın rengi, sanki ileride Wartholdian'ın özgürlüğü için akıtılacak olan kanları ve canları temsil ediyor gibiydi.
Aween, önce biraz tereddüt etti, fakat sonra ince kaşlarından birisini hafifçe havaya kaldırarak,

' Yanılıyorsunuz, beyim... Sadakatimiz ve güvenimiz her zaman yanı başınızda olacaktır'

Aween, Kokarca Terron'un gümüşten aslan motifli kadehine, kızıl şarabı yeniden dökmesini izledi. Büyülenmiş gibi akan kızıl şarabı izledi. Uzun zamandır böylesi olmamıştı. Zaman, sanki yavaşça akmaya başladı ve görüntüler hiç olamayacağı kadar karmaşıklaştı. Sanki,olayları ince sislerle örülmüş bir perdenin arkasından görüyordu. Şarap aktıkça görüntüler kafasında birleşmeye başladı. Burası karanlık ve kayalarla örülmüş bir yerdi. Gölgelerle dans eden ay ışığının altında bir savaşçı yürüyordu. Kahverengi saçlı ve yeşil gözlü... Daha sonra homurtular yayıldı. Çığlıklar ve insan sesine ait olmayan homurtular... Ellerindeki kara kılıçlarını savurarak ilerleyen çok koyu yeşil tenli ve iri kıyım garabetler kayaların ardından genç savaşçıyı izliyorlardı. Koca cüsseli garabet, ağzını açtı. Dudağının iki yanındaki pençe gibi dişler ay ışığında parlıyordu. Kara kılıcını kaldırarak diğerlerine genç savaşçıyı gösterdi. Homurtular ve böğürme sesleri o kadar ürperticiydi ki Aween sanki o anı yaşadığını beş tanrı üzerine yemin edebilirdi.

Görüntü yavaşça eski halini almaya başladı. Terron, şarabını doldurmayı bitirdi. İçtiği beşinci şarap olacaktı. Gözleri kanlanmıştı. Anlamsızca sol tarafa yatan kafası şaraba her an yenik düşüp masanın üzerine yapışabilirdi.

Aween, gördüklerini bir kenra bırakarak elbisesinin kol kısmındaki gizli cebine sakladığı küçük şişeyi yavaş hareketlerle çıkardı. Kabus gibi etrafını saran bu imgelemlerle daha sonra ilgilenmesi gerekti. Kokarca Terron, gösterilerine az önce başlamış olan kıvrak figürler sergileyen büyüleyici dansçıları ve alevle hokkabazlık yapan ikinci sınıf soytarıları kendin geçmiş şekilde izlemeye daldı. Yamuk burnu kızarmıştı. Bu iyi bir fırsat olabilirdi. Aween'in yapması gereken tek şey, şişenin içindekini Terron'un onu farketmediği bir anda kupasına boşaltmaktı. Sadece iki damla... Sonrasında sözde kral, tüm organlarını kan eşliğinde yere kusarak çaresizce can verecekti.
Başlık: Ynt: Galthar Efsaneleri - KADİMLERİN UYKUSU (Tüm bölümler burada)
Gönderen: The Archowner - 16 Temmuz 2014, 02:30:31
Açıklamayı okudum da, benim için fazla karanlık ve iç daraltıcı (karamsarlıktan dolayı :D) . Fakat fikir hoşuma gitti, başarılı :) Vaktim olduğu zaman kalanını da okumayı düşünüyorum. Bu arada bir sorum olacaktı; haritayı nasıl yaptınız acaba? Kendi diyarım için de bir harita düzenleyicisine ihtiyacım var çünkü çizerek çok zor oluyor. Bu bilgiyi benimle paylaşırsanız minnettar olurum :)

Saygılarımla.
Başlık: Ynt: Galthar Efsaneleri - KADİMLERİN UYKUSU (Tüm bölümler burada)
Gönderen: Saduntuncay - 16 Temmuz 2014, 10:25:14
Açıklamayı okudum da, benim için fazla karanlık ve iç daraltıcı (karamsarlıktan dolayı :D) . Fakat fikir hoşuma gitti, başarılı :) Vaktim olduğu zaman kalanını da okumayı düşünüyorum. Bu arada bir sorum olacaktı; haritayı nasıl yaptınız acaba? Kendi diyarım için de bir harita düzenleyicisine ihtiyacım var çünkü çizerek çok zor oluyor. Bu bilgiyi benimle paylaşırsanız minnettar olurum :)

Saygılarımla.

Evet doğrudur. Biraz karanlık ve gergin bir seri olacak. Bazen de güleceğiz ve kahramanlıklara şahit olacağız elbette :) Farklı karakterlerin bakış açısının ele alındığı bölümlerde karanlık ortamdan çıkacağız desem belki biraz yüreğine su serpilir.
Harita konusuna gelince AUTOREALM kullandım ben. Googledan aratarak nasıl kullanıldığıyla ilgili ip uçlarını görebilirsin. Oldukça kolaydır ama emek ister. Hatta yarattığın haritayı jpeg formatında kaydettikten sonra photoshop yapabilirsin böylece daha renkli daha canlı da olabilir ;)
Başlık: Ynt: Galthar Efsaneleri - KADİMLERİN UYKUSU (Tüm bölümler burada)
Gönderen: The Archowner - 16 Temmuz 2014, 13:44:30
Çok teşekkür ederim. Hemen inceleyeceğim programı. Bakalım inşallah büyük diyarımda bana yardımcı olur. :)

Daha çok karakterlerin bakış açısını severim zaten okumayı. Öyle yapmanız iyi olmuş. Şu aralar çok yoğunum malum 12. Sınıf geliyor. Ama mümkün olan zamanlarda okuyacağım inşallah. Konuyu sık kullanılanlara ekledim. :) 
Başlık: Ynt: Galthar Efsaneleri - KADİMLERİN UYKUSU (Tüm bölümler burada)
Gönderen: Saduntuncay - 16 Temmuz 2014, 14:06:49
Çok teşekkür ederim. Hemen inceleyeceğim programı. Bakalım inşallah büyük diyarımda bana yardımcı olur. :)

Daha çok karakterlerin bakış açısını severim zaten okumayı. Öyle yapmanız iyi olmuş. Şu aralar çok yoğunum malum 12. Sınıf geliyor. Ama mümkün olan zamanlarda okuyacağım inşallah. Konuyu sık kullanılanlara ekledim. :) 

Yorumun ve ilgin için çok teşekkür ederim. Yardımcı olabildiysem ne mutlu bana. Bol bol yorumlarını beklerim okumaya vakit bulduğun zamanlar :)
Başlık: Ynt: Galthar Efsaneleri - KADİMLERİN UYKUSU (Tüm bölümler burada)
Gönderen: Saduntuncay - 18 Temmuz 2014, 17:50:21
6.BÖLÜM (BEYAZ EJDERHA)

Gözlerini artık açamıyordu. Dev kanatları ile üzerini örtmüştü. Acıya daha ne kadar dayanabilir kendisi bile bunu bilemiyordu. Damarlarındaki ejderha kanı sanki onu terk etmek için tüm çabasını gösteriyordu. Kalbinde yeniden o bıçak yarası gibi acıyı hissetti. Gözlerini kapattığı günden beri sığınmış olduğu karanlıktan daha da öte bir karanlık zaten bedenini sarmıştı. Dört ay dönümüdür bu zulmü sürekli hissetmekteydi. Koca vücudu titremeye başladığında adeta kendin geçti. Beyni uyuşmuştu; lakin hala savaş veriyordu. Karanlık, acı ve iradesinin kırılma noktasına gelmesi daha fazla dayanamayacağını gösteriyordu. En büyük kabuslar ve umutsuzluk rüya gibi beynini kemirirken, o ise yumurtasından ilk çıktığı günü düşünmeye çalışıyordu. Ne zaman güzel şeyler düşünmeye çalışsa, kurduğu hayallerin kontrolünü yitiriyor ve o minik yumurtadan Naranvel yerine, küçük kurtçuklar çıkarak etrafa yayılıyordu. Garip ve karanlığın derinliklerinden gelen yankılı ürpertici sesi yeniden işitti.

' O, nerede? '

Çektiği acı daha da yükselmeye başladı. Beynine giren karanlık sanki bir rüzgarmışçasına içinde dolaşırken Onu bir an olsun bile düşünemezdi. Çünkü Lichler anında bunu görürdü. Yakın zamana kadar evi olan mağarasına gölgelerin içinden geçerek girmişlerdi. Karanlık büyülerini gerçekleştirdiklerinde Naranvel hazırlıksız yakalanmıştı. Beyninde dolaşan karanlık, onu pes ettirmeden önce, oradan gitmeliydi.

Lichler, ejderhanın etrafında çember olup kollarını açarak sürdürdükleri karanlık ayini devam ettirdiler. Ses yeniden beyninde yankılandı

' Söyle Ejderha. O nerede ? Yol gösteren nerede ?'

Naranvel, kadim Harloth'u bir an olsun düşünecek olursa düşmanın fark etmesi an meselesiydi. Acı yeniden yükseldi. Bu sefer hayatında atabileceği en büyük ejderha çığlığını attı. Depremler kadar sarsıcı, derin denizlerin dev dalgaları gibi yoğun, kışın etrafı saran sonsuz rüzgar kadar sertti. Doğu diyar, hatta kuzey adaları bile çığlıklarını duyabilirdi. Lichler, ayini bozmamak için direndiler. Zavallı Naranvel buna daha fazla katlanamazdı. Bedeni yakında onu kaybedecek ve sonsuzlukta yolunu arayacaktı. Ama hayır! Burada ölemezdi.

Bembeyaz, pullu derisine renk katan zümrüt yeşili gözlerini araladı. Beyninde dolaşan telepatik sesiyle karanlığa konuştu.

' Karanlığa verecek bir cevap yok bende... İçimdeki alevden başka!'

Ağzından çıkan saf alev, tüm mağarayı kapladı. Gökkuşağının tüm renkleri alevin içerisinde dört dönüyordu. Lichler, alevler içinde oluşturdukları çemberi bozup etrafa yayıldılar. Kendine bir fırsat yaratan Naranvel, karanlık işkencecilerden geriye kalan kudretini bu dev ateş şölenine harcadığı için daha fazla dayanamazdı. Mağaranın çıkışına yöneldi. Dev pençesi, yerde acıyla kıvranan lichlerden birinin kafasını yumurta gibi ezdi. Parçalanan iskeletimsi kafa ve üzeri kara büyü rünleriyle kaplı koyu renkli miğfer, ejderhanın kuyruğunun çıkardığı rüzgarın etkisiyle havada kısa bir süre dans etti.

Yuvayı terk etmek bir ejderhanın yapabileceği son şeydi. Dışarıdan, mağaranın içerisi gündüz vakti olmasına rağmen öyle aydınlık görünüyordu ki, Fork şehrinin halkı göklere doğru kafalarını kaldırdıkları vakit bu renk şamatası karşısında şaşkınlıklarını gizleyemezlerdi.

Lichlerin her birinin alevle can verdiğinden emin olmak için boynunu tekrar mağaraya çevirdiğinde beyninin içerisinde bu sefer daha dingin bir insan sesi belirdi.


' Daha fazlası gelecek kadim dostum. Bu acı onlar geldikçe dinmeyecek. Orlindor kapısının mührü hergün daha da zayıflıyor. Kapılar açıldığı vakit, bu dünyadaki her canlı tarihin en büyük savaşına şahit olacak.'

Naranvel sese cevap verdi.

'Harloth... İnsanlar... İnsanlar bu savaşı kazanamazlar'

Harloth çaresizce karşılık verdi

' Tanrıların bizlere düzen için bahşettiği ışığı kullanamadığımız sürece biz de kazanamayız Naranvel, ejderhaların atası ve anası. Bu bedenler artık karanlığın hedefi halini aldılar. Bunu sen de biliyorsun ve artık daha da iyi anlıyorsun. Zezan asla vazgeçmeyecektir. Biz düşersek, Galthar gögeler ve ölümle kaplanacak. Yeni bir beden bulmalısın kadim dostum. Dikkatleri çekmeyecek bir beden. Gücün uzun bir zaman derinliklerde yaşayacak, aynen benim gibi; lakin yüzleşme günü geldiğinde, işte o zaman uykumuzdan uyanacağız. '

Naranvel, Fork şehrine tepeden bir bakış attı. Koca şehir, dev dağın altında adeta bir nokta gibi gözüküyordu. Ejderha,

' Bu sorumluluğu hangi ölümlü kaldırabilir ?' diyerek uçurumdan aşağıya bakmaya devam etti.

Harloth kararlı bir sesle 'Bu sorunun yanıtını bulmak sadece sana bağlı. Onu bulacaksın ' dedi.

' Peki ya ölümlü naçizane bedenlerimiz de düşerse ne olacak Harloth?'

Sessizlik hakim oldu... Ejderha yanıt alamayınca Harloth'un daha fazla zihin gezintisi yapabilecek güce sahip olmadığını anlamıştı. Belki de son gücünü, kadimlerin en güçlüsü olan Ejderha'yı uyarmak için kullanmıştı. Ejderha, diğer kadimleri düşündü. Ya onlar hiç başaramadıysa ?

Bir ejderha olmasına rağmen 'hala umut var' gibi insan zırvalarına inanabilecek kadar yufka yürekliydi. Son bir çaba gösterdi ve kanatlarını açtı. Tüylü, beyaz ve pullu ayakları yerden kesildi. Kendini koca uçurumun tepesinden aşağıya doğru saldı. Kanatlarını zarifçe her çıprtığında, zümrüt yeşili gözleri daha da parlıyordu. Olanca gücüyle Ejderha çığlığını attı. Zafer çığlığı, umudun çığlığı , kadim dostları için savaşacak olmanın verdiği gücünün son demlerindeki çığlığı...

Dev gırtlağından çıkan olağan dışı sesler, en güzel savaş musikilerinden bile daha şanlı ve tüyleri diken diken eden cinstendi.
Görkemli beyaz cüssesi ve parlak derisi ile o, yüzyıldır uçtuğu görülmemiş en güzel yaratıktı. Artık, geri dönmüştü. En büyük silahı ne kudretli pençeleri, ne Elflerden bile sert iradesi, ne de ışığın aleviydi... Umut, tek güvendiği buydu...

6.bölümün sonu
Başlık: Ynt: Galthar Efsaneleri - KADİMLERİN UYKUSU (Tüm bölümler burada)
Gönderen: The Archowner - 19 Temmuz 2014, 04:09:41
Kolay okumak için word dosyasına aktardım da, 45 sayfa olmuş :) hafta sonu geldi omumayı düşünüyorum baştan itibaren. Okuduğumda yorumlarımı görüşümü yazarım inşallah :))

Edit: Şimdi okumayı bitirdim. Tek kelimeyle harika! Ve benim gibi biri için çok güzel bir ilham kaynağı. Gayet başarılı buldum. :) Ayrıca o kadar da karanlık hissetmedim, karanlık olan şey acılar ve üzüntülerdi ki bunları karanlık görmüyorum. Kendi hikayemde de buna benzer bir tarzım var.

Devamını heyecanla bekliyorum  :fight:

Spoiler: Göster
Garener adamım! Sadece neden Artheen'e tekme attığını anlayamadım. Ve Naranvel'in yufka yüreği de hoşuma gitti. Dışarıdan vahşi görünenlerin içlerinde iyi bir kalbe sahip olmasını seviyorum. :)
Başlık: Ynt: Galthar Efsaneleri - KADİMLERİN UYKUSU (Tüm bölümler burada)
Gönderen: Saduntuncay - 21 Temmuz 2014, 11:17:00
Kolay okumak için word dosyasına aktardım da, 45 sayfa olmuş :) hafta sonu geldi omumayı düşünüyorum baştan itibaren. Okuduğumda yorumlarımı görüşümü yazarım inşallah :))

Edit: Şimdi okumayı bitirdim. Tek kelimeyle harika! Ve benim gibi biri için çok güzel bir ilham kaynağı. Gayet başarılı buldum. :) Ayrıca o kadar da karanlık hissetmedim, karanlık olan şey acılar ve üzüntülerdi ki bunları karanlık görmüyorum. Kendi hikayemde de buna benzer bir tarzım var.

Devamını heyecanla bekliyorum  :fight:

Spoiler: Göster
Garener adamım! Sadece neden Artheen'e tekme attığını anlayamadım. Ve Naranvel'in yufka yüreği de hoşuma gitti. Dışarıdan vahşi görünenlerin içlerinde iyi bir kalbe sahip olmasını seviyorum. :)


Yorumun için çok teşekkür ederim. Tekmeyi çok detaylı olmadan açıklamak gerekirse. O an farklı şekilde, yani sözle uyarı şeklinde uzaklaştırmaya çalışsa bunu hemen farkeden muhafızlar tarafından kahramanımız zarar görebilirdi diyebilirim :)
Başlık: Ynt: Galthar Efsaneleri - KADİMLERİN UYKUSU (Tüm bölümler burada)
Gönderen: The Archowner - 21 Temmuz 2014, 22:18:46
Kolay okumak için word dosyasına aktardım da, 45 sayfa olmuş :) hafta sonu geldi omumayı düşünüyorum baştan itibaren. Okuduğumda yorumlarımı görüşümü yazarım inşallah :))

Edit: Şimdi okumayı bitirdim. Tek kelimeyle harika! Ve benim gibi biri için çok güzel bir ilham kaynağı. Gayet başarılı buldum. :) Ayrıca o kadar da karanlık hissetmedim, karanlık olan şey acılar ve üzüntülerdi ki bunları karanlık görmüyorum. Kendi hikayemde de buna benzer bir tarzım var.

Devamını heyecanla bekliyorum  :fight:

Spoiler: Göster
Garener adamım! Sadece neden Artheen'e tekme attığını anlayamadım. Ve Naranvel'in yufka yüreği de hoşuma gitti. Dışarıdan vahşi görünenlerin içlerinde iyi bir kalbe sahip olmasını seviyorum. :)


Yorumun için çok teşekkür ederim. Tekmeyi çok detaylı olmadan açıklamak gerekirse. O an farklı şekilde, yani sözle uyarı şeklinde uzaklaştırmaya çalışsa bunu hemen farkeden muhafızlar tarafından kahramanımız zarar görebilirdi diyebilirim :)
Anlıyorum. Ama yani onların elinden sıyıracak kadar hızlı tekme atıyorsa adam ölür gider bence :D neyse, bence çok iyi. Kaleminiz çok güzel, sanki kitap okuyorum gibi hissettim. İleride kitabını çıkarmayı düşünürseniz imzalı bir kopya isterim sizden :)
Başlık: Ynt: Galthar Efsaneleri - KADİMLERİN UYKUSU (Tüm bölümler burada)
Gönderen: Saduntuncay - 24 Temmuz 2014, 02:27:28
7.BÖLÜM (KRAL ARTHEEN)

Kinny, ölü muhafızların etrafa saçılan uzuvlarını ve organlarını toplarken diğerleri de ölü vücutları üst üste istifleyip, biraz yan tarafta onları gömecekleri büyük bir çukur açıyorlardı.
Garener, ufuk çizgisine yaklaşmakta olan güneşe baktı. 'Fazla zaman kalmadı' diye kendi kendine mırıldandı. Batmaya hazırlanan güneş, Wartholdian tepelerini ve boylu boyunca uzayan çayırı altın rengine bürüyordu.
Garener, hala yerdeki kalıntıları ortadan kaldırmaya çalışan Kinny'ye döndü. 'Kinny, pisliği temizledin mi ? Son ışıklar hala önünü görmene engel değilken elini çabuk tut'

Kinny, çatallı sesiyle yanıt verdi. 'Tamaaam, tamam...' Daha sonra kısık bir sesle kendi kendine konuştu 'Hay beş tanrı... Tüm pis işleri neden ben yapıyorum ki ?' Bir sorun varmışçasına etrafına baktı. Üzerini kokladı ve yıpranmış plaka zırhının üzerindeki bağırsak parçasını farketti.

'Aha! İşte buradasın seni küçük! diyerek üzerinden aldığı şişmiş bağırsak parçasını karşıdaki çalılıklara fırlattı.

Artheen, kendi için hazırlanmış olan koyu renkli zincir zırhını giymişti. Çok hafifti; fakat ağır darbelerden koruyacak güce pek de sahip değildi. Bundan şikayetçi olamazdı; çünkü Garener, çantasına ancak o zırhı koyup yanında getirebilmişti. Ondan daha fazla şey bekleyemezdi. İri adam elinden geleni yapmış ve gerekli önlemleri almıştı. Artheen'e verdiği küçük kumaş çantada ateş yakma malzemeleri, biraz ekmek, biraz sosis ve eskimiş deriden yapılma ufak bir su matarası bulunuyordu. En önemlisi ise, babasının kılıcı 'Rüzgar Dansı' artık yanındaydı. Yanıbaşında duran, ölü muhafızların birinden araklanmış çizmeleri hızlıca giydi ve bağcıklarını sıktı. Kılıfında gümüş ve altın işlemelerden yapılma iki ejderha motifi bulunan kılıcını , bir anne kucağı gibi yumuşak olan otların üzerinden alarak sırtına astı. Garener, sessizce Artheen'in yanına yanaştı.

'Majesteleri, vakit geldi. Kule muhafızları nöbet değişimi gerçekleştiriyor. Atlardan uzun yola dayanabilecek olanı ayarladım. Gitmelisiniz...'

Artheen, Garener'e döndü ve gülümsedi. Öleceğini düşünürken, iri adam sadakatini göstermişti. Hem de fazlasıyla... Fakat bu topraklarda gidebileceği neresi vardı ki ? Bir şekilde yurduna ait topraklarda kalır ve yaşadığı anlaşılırsa, ona yardım eden bu sadık askerlere, hatta daha da ötesi bu dostlara yapabileceği en büyük kötülüğü yapmış olurdu. Özellikle de kardeşi Aween'e. Artheen'in küllerinden yeniden doğan ulu anka kuşları gibi, güçlenerek geri gelmesi gerekiyordu. Herkesin inandığı, tek doğru kral olarak Wartholdian'a giriş yapmalıydı. Kapılarını kırmak zorunda kalsa bile... Tek çözüm doğu diyara gitmesiydi. Kimsenin onu tanımadığı, batı diyarın aksine altının değerli olduğu yaban eller, yardım bulabileceği ve tahtını geri kazanabileceği tek yerdi. Garener ona çoktan tembihlemişti. Limana olabildiğince çabuk varmalı ve kaderini değiştirecek olan yolculuğuna bir an önce çıkmalıydı. Genç kralın gözlerindeki endişe şimdiden Garener'in etrafını bir sis gibi sarmıştı.

Artheen sormadan edemedi 'Peki ya siz ? Siz nasıl kurtulacaksınız Garener? '

İri adam tehlikenin farkındaydı. Ufak bir pot kırma durumunda kendisinin ve adamlarının kellesi gidebileceği gibi tüm Terron yanlıları genç kralın peşine düşecekti. Hem de bu sefer gerçekten de kellesini almak için...Fakat Garener, içindeki tehlikeyi yüreğinin derinliklerindeki karanlık zindanlara kilitlemekte oldukça ustaydı. Emin bir ses tonuyla 'Gereksiz detaylar majesteleri. Arkamızda bıraktığımız pisliği temizleyip şehre geri döneceğiz. '

Artheen, kuşkulu şekilde Garener'e baktı. ' Çok fazla soru soracaklardır'

Garener, genç kralın içini rahatlatırcasına 'Hah, kokarcanın soracağı tek soru nerede kaldınız sersemler olacaktır majesteleri. Orkların pususuna düştüğümüzü söyleyeceğiz. Böylece ölen adamlarla ilgili soru yağmuruna tutulmayız. Kinny'ye diğer atları patikanın doğu kısmından salmasını tembihlemiştim. Siz de o yoldan gideceksiniz majesteleri. Kule nöbetçileri sizi fark edemeyecektir. Lakin acele etmelisiniz.'

Garener'in adamlarından biri beyaz ve orta yaşlı atı kemerinden tutarak yanlarına getirdi. Artheen, aceleyle atın üzerine atladı ve nazikçe patikaya doğru sürdü. Uzun ve gür kahverengi saçları rüzgarda dalgalanıyordu. Geldiğini gören tüm sadık askerleri ayağa kalktı ve saygısını gösterdi. Gece otu tüttürüp kendinden geçen Kinny bile...

Genç kral, askerlerin yanından geçerken onları tüm içtenliğiyle selamladı. 'Sizlere bir can borçluyum. Eğer bir gün; kardeşimi kurtarmayı, Wartholdian'ı kurtarmayı başarırsam daha fazla can borçlu olacağım. ' Büyük gözcü kulesine baktı. Hala yeni nöbetçi yerine geçmemişken elini çabuk tutmalıydı.

'Deh!'

Kayışları sıkıca kavrayarak atı olabildiğince hızlı sürmeye başladı. Genç kral patika yoluna girdi. Yumuşak çayırlar yavaşça kendini karanlığa teslim ederken Artheen neredeyse gözden kaybolmuştu bile.

Garener gözünü patika yoldan ayırmadı. Artheen'i göremiyordu; fakat sanki karşısındaymış gibi onunla konuştuğunu hissetti. 'Sakın ölme evlat. Sakın ölme...'


7.Bölümün sonu

Not: Yarın tatile çıkıyorum etrafta bir hafta on gün kadar olmayacağım. Yeni bölümü koymam biraz gecikecektir :) İyi okumalar, kendinize çok iyi bakın ;)
Başlık: Ynt: Galthar Efsaneleri - KADİMLERİN UYKUSU (Tüm bölümler burada)
Gönderen: The Archowner - 26 Temmuz 2014, 01:12:01
Hemen okudum bitti ya :(

Neyse, devamını bekliyorum her zamanki gibi. Size de iyi tatiller diliyorum :)
Başlık: Ynt: Galthar Efsaneleri - KADİMLERİN UYKUSU (Tüm bölümler burada)
Gönderen: Saduntuncay - 01 Ağustos 2014, 11:36:40
Hemen okudum bitti ya :(

Neyse, devamını bekliyorum her zamanki gibi. Size de iyi tatiller diliyorum :)

Değerli yorumun için teşekkürler :) En kısa zamanda yeni bölümü yetiştirmeye çalışacağım
Başlık: Ynt: Galthar Efsaneleri - KADİMLERİN UYKUSU (Tüm bölümler burada)
Gönderen: Saduntuncay - 17 Ağustos 2014, 02:55:49
8.BÖLÜM 'GÖLGELER'


Karanlıkların lordu, içinde yaşadığı kuleye 'Ölüm Kulesi' ismini vermişti.  Gölgelerin ve külün kucakladığı çorak toprakların tek yükselen yapısı bu musibet yerdi. Taş Gargoyle heykelleriyle süslenmiş bu kara kulenin etrafı külleşmeye başlayan verimsiz topraklarla ve ölüm şövalyelerinin meskenleri olan derin çukurlardan oluşmuş yuvalarla çevriliydi.  Bu geniş araziyi ise, en az kendisi kadar devasa, metal ve taşın birleşiminden oluşmuş  gri renkli yüksek duvarlar koruyordu. Yükseldikçe üç kenarından sivrileşen  koca duvarların üzerinde eski ve yasaklanmış  olan iblis lisanıyla yazılmış rünler bulunmakyadı. Bu işaretler, eski insanların işaretlerine benziyordu; lakin daha karanlık ve karmaşıktılar. Güneş ışıklarının uğramaktan çekindiği bu toprakları, kara bulutlar daima kanatları altına alarak alacakaranlığı, daha fazla gölgeyle beslerdi.

Lord Zezan, üzerinde kuru kafalar ve sivri kemik dikenler bulunan tahtında oturuyordu. Kendini karanlığa adamış olandı o. Hainlerin en tehlikelisi, güçlü Lichlerin efendisiydi.  Karanlık lord, sararmış tırnaklara sahip elleriyle, iskeletleşmeye başlayan cılız  suratını ovmaya başladı. İnsana benzer tek yanı, iki kolu ve iki bacağı olmasıydı. Derisi pudra kadar beyaz ve gözleri kor ateşten daha kırmızydı. Tahtın baş köşesinde,  derisi deforme olmuş ; ağızdan itibaren boynuna kadar olan bölümde sadece iskeleti görünen kocaman kırmızı bir kurt oturuyordu. Garabet hayvan, oturduğu yerden irkilerek kalktı ve hırlamaya başladı.  Karanlık lord, hayvanı susturmak için yanı başındaki gümüş tepsiden büyük ve sulu bir et alarak önüne fırlattı. Yaratık, iştahla önündeki eti yerken; büyük taş salonun demir kapısının tokmağı üç defa şiddetli bir şekilde vuruldu ve ardından kapı yavaşça açıldı. Kapıdan içeriye, üstünde karanlık çelikten yapılma zırh ve  zehir taşıyla ölümcül hale getirilmiş uzun  kılıç taşıyan bir ölüm şövalyesi girdi. Gölgelerin dans ettiği salonda hızlı adımlarla ilerlerken, plaka zırhının çıkardığı sesler boş ve kasvetli salonda acı çığlıklar gibi yükseliyordu. Ölüm şövalyesi, Zezan'ın karşına geçerek eğildi ve miğferini çıkararak yere koydu. Külle kemikten oluşmuş suratının üzerindeki buz mavisinden daha parlak gözlerini efendisine dikti. Ölüm fısıltısı gibi çıkan bir sesle  ' Uu’kath (lordum) ' diye seslendi. Zezan, lichlere ve tüm ölüm şövalyelerine, yıllarca ortak lisanı öğretmeye çalışmıştı. Fakat ölümün çocukları bazen kendi dillerini konuşmaktan zevk alıyorlardı.

Zezan, birden oturduğu kemik tahttan kalkarak siyah ve mor renklerin baskın olduğu pelerinini düzeltti. Kızıl ejderha derisinden yapılma cübbesini, kemikten bedeni zorlukla taşıyordu. Ölüm şövalyesine baktı ve sessizliğini bozdu.

'Ejderha, kabus fısıldayanların elinden kaçtı. Zihnim bunu gördü.'

Sövalye, hayal kırıklığına uğramış efendisine teselli amacıyla çaresiz bir karşılık verdi.

'Lordum... Dışarıda hala müttefiklerimiz var. Yapılması gereken...'  Zezan araya girerek şövalyenin konuşmasını engelledi

' Müttefikler,  kendini mağarasında hapseden yaşlı bir ejderhaya karşı işe yarardı. Budalaca bir umutla göklerde uçan bir ejderha için planları olduğunu sanmıyorum.'  Zezan, şövalyeye doğru yaklaşarak eğildi ve devam etti.

' Bu yüzden General Gurakh, kendimizden başka kimseye güvenemeyiz. Müttefik dediğimiz kızarmış domuz gibi yanan kabus fısıldayanlar ve yarım akıllı kan orkları bize ancak zaman kazandırır. Ejderhayı değil...' Dev garabet kurt yeniden hırlamaya başladı.

General Gurakh 'ın buz mavisi gözleri iyice parladı.

' Yüce efendimiz. Peki ya ejderha izini kaybettirirse ?
'Bu ne cüret ! Kudretime şüphe ile mi bakıyorsun ? ' diye hayıflandı karanlık lord.
Zezan, cılız ellerini havaya kaldırdı. Kemikleşmiş ellerinin hareketine mavi ışıklar saçan garip şekiller eşlik etti. Karanlık  salon bu fosforlu maviliğin içinde öyle bir aydınlandı ki,  ışık hüzmesi Zezan’ın suratına vurduğu vakit, iskeletleşen suratının ardındaki o korkunç sureti tam olarak göstermiş oldu. Salondaki kemik meşalelerin üzerindeki tüm mumlar bir anda yandı. Işık hüzmesi bu sefer de salon boyunca yayılarak, yerde rün şekilleri oluşturmaya başladı. Yerin altından sisler ve kara gölgelerden oluşan korkunç pençeler yükseldi. Hemen ardından da pençelerin ait olduğu şekilsiz bedenleri... Karanlık suretler birbirlerininin içine geçerek daha büyük bir sureti oluşturdu ve Zezan'ın mum ışıklarında  daha fazla belirgin olan cılız gölgesinin yerini aldı.
Ölüm şövalyesi taparcasına efendisinin huzurunda daha da fazla eğilerek çaresizce 'Asla efendimiz' diyebildi. Bu sefer de Zezan'ın sesi salonda yankılandı.

'Her ne deliğe saklanırsa saklansın, gölge daima ışığı bulur. Işık olmadan gölge varolamaz. Ben o eşsiz gölgeyim. Ölümün çocuğuyum, karanlığın elçisiyim. Kim ölümün çocuğunun ve kudretli ordusunun karşısında durmaya cesaret edebilir ? Geçidin mührü gittikçe zayıflıyor. Geçit açıldığı vakit, topraklar  insan kanıyla yıkanacak. Ejderhayla ise bizzat ben ilgileneceğim'


8.Bölümün sonu

*******************
Başlık: Ynt: Galthar Efsaneleri - KADİMLERİN UYKUSU (Tüm bölümler burada)
Gönderen: The Archowner - 17 Ağustos 2014, 18:46:09
Uzun bi aradan sonra güzel oldu. :D inşallah bir daha bu kadar fazla bekletmezsiniz :)
Başlık: Ynt: Galthar Efsaneleri - KADİMLERİN UYKUSU (Tüm bölümler burada)
Gönderen: Saduntuncay - 19 Ağustos 2014, 10:41:39
Uzun bi aradan sonra güzel oldu. :D inşallah bir daha bu kadar fazla bekletmezsiniz :)

Değerli yorumun için teşekkür ederim. Umarım bir daha bu kadar bekletmem :)
Başlık: Ynt: Galthar Efsaneleri - KADİMLERİN UYKUSU (Tüm bölümler burada)
Gönderen: Saduntuncay - 22 Ağustos 2014, 10:14:17
Arkadaşlar yorum yapılmadan okunup geçilmesi Kayıp Rıhtım'ın takipçilerine hiç yakışmıyor. Forum sakin dediler; fakat görüyorum ki yorum sirkülasyonu azımsanmayacak derecede. Olumsuz, yapıcı, yapıcı olmayan yorumlar var... Ben yorum görmek isterdim düşünceler ile ilgili kıyaslamalar isterdim. Yapılan destek yazarı etkileyecek ki size daha iyi şeyler sunulsun.

The Archowner sana sonsuz teşekkür ediyorum üşenmeyip okuduğun ve yorumlarını esirgemediğin için
Başlık: Ynt: Galthar Efsaneleri - KADİMLERİN UYKUSU (Tüm bölümler burada) Yeni bölüm
Gönderen: Saduntuncay - 29 Ağustos 2014, 12:42:28
9.BÖLÜM  (KISIM -I- )
[/b]

Büyük salondaki ziyafet şamatası  harp,flüt,tef ve kemanlar eşliğindeki hareketli müziklerle tüm hızıyla sürerken, Aween etrafına boş gözlerle bakmaya devam ediyordu. Karşı masadaki Lord Connigon, genç kız ile göz göze gelip kafasındaki üç beş tutam saçı düzelterek  tuhaf bir sırıtış eşliğinde kadehini kaldırınca, Aween etrafına bakarak oyalanmaktan vazgeçti. Terron’un, başlarda eğlence amaçlı  oynaşmaya başladığı dansçı kadın ile giderek cüretkarlaşan  yakınlaşmalarını görünce kart horoz Coonigon'ın kadını olmak daha makul bir düşünce olabilirdi diye düşündü.
Masalara doluşan askerler, fazla şarap ve rom içmekten kendilerinden geçtikleri için masalar arasında dolaşan her dansçı kıza veya kadına tacizler uygulamaya başlamışlardı. Kimisi uğraşlarının meyvesini almaya başlamıştı. Kadınlar ve yaptıkları kurlar ile şansı elde eden erkekler  bir oda tutmalarına gereksinim olmadan oracıkta birbirlerine sahip olmaya başladılar.

Terron, sarı dişlerinin arasından bolca akan tükürükler eşliğinde, yanındaki  sarışın ve iri gögüslü dansçı kadına seslendi
‘Haydi tatlım daha fazla ilgiye ihtiyacım var. Kralını eğlendir biraz!’ ve ardından şen bir kahkaha patlattı.
Aween, Terron’a her zamanki  gibi iğrenen gözlerle bakarak  kadının kokarcayı dansa kaldırmasını izledi.  Kral Terron, hayatında ilk defa böyle güzel vücutlu bir kadına doya doya dokunmanın sevinciyle salonun ahşap zemini üzerinde beceriksizce dans etmeye çalışırken, adeta derin denizlerdeki Krakenlerin talihsiz gemileri kollarıyla sardıkları gibi dansçı kadını sıkıca kavramıştı.
Biri yetişkin erkek , diğeri on dört yaşını yeni doldurmuş bir kız çocuğu olan iki hizmetkar Terron’un masasına gelerek şarabını tazeledi ve tabağını yeniden şurup sosuyla süslenmiş muz  parçacıklarıyla doldurdu. Tütün çeken askerlerin havaya üflediği yoğun duman, salondaki insanların bazen birbirlerini seçmesini engelliyordu.
Fırsat bu olabilirdi. Yoğun duman ve ne gördüğüne aldırış etmeyen sarhoş  kafalar kokarcanın ölümüne zemin hazırlayacaktı. Dans ettiği kadının kalçalarını sıkı sıkıya tutan o adam ağabeyinin katili, entrikalarıyla babasını zamansızca beş tanrıların yanına yollayan ve kendisine psikolojik işkencelerin en insafsızlarını uygulayan onursuz ve sefil bir adamdı. Aween’in gözünde o, değil bir kral, bir baca temizleyicisi bile olamazdı. Her gece, Aween’e aynı budala umutla yanaşıp sahip olmak istiyordu; fakat genç kraliçe her defasında kendi vücudunu sakınmasını ve kendini korumasını bilmişti. Kokarca ise ona küfürler yağdırarak kendi işini her seferinde kendi çözmüş veya hizmet kızlarından birini çağırarak o şekilde açlığını dindirmişti.

Zehiri, kolundaki gizli bölmeden çıkarırken elleri titredi. Fazla alıştırma yapacak zamanı olmamıştı; zira bir adamı zehirlemek için  sadece doğaçlama ve uygun zaman yeterliydi.  İnce ve narin yanaklarından gündüz, çayırlarda açan lepis çiçeklerinden düşen çiğ damlaları gibi terler döküldü. Şişe artık elindeydi. Etrafına yeniden baktı ve elini kadehe doğru yavaşça götürdü. Salonu yeniden yoğun bir duman kaplamıştı. Sadece biraz daha zaman gerekiyordu. Biraz daha zaman...
Şişenin kapağını açtığı sırada Lord Connigon sislerin içerisinden gelen yaşlı bir çakal gibi ortaya çıktı. Eşlik etmek için yanlış zamanı seçen yaşlı bir zamparadan daha kötü ne olabilirdi ? Lordun kemikli suratı ve buz mavisi gözleri vardı. Altmış iki yaşına göre sağlam bir vücudu olmasına rağmen, kel kafasında inatla kestirmediği bir tutam beyaz saç demeti bulunuyordu. Orta yaşlı adam, Aween’in yanına iyice yanaştı.
‘Size eşlik etmemin bir sakıncası yok değil mi majesteleri? ‘ diyerek rom bardağını kaldırdı ve  emri-vaki bir şekilde genç kızın yanındaki boş sandalyeye davrandı. Aween istemsiz bir kafa hareketiyle onaylayarak bu suale cevabını vermiş oldu. Taşkalkan Kalesi’nin Lordu Connigon’a hayır cevabını vermek kabalık olurdu. Lord  bir çok isimle anılırdı. Yaşlı kurt, yaşlı keçi, kart horoz, pinpon Lord... Lakin kibar ve sohbeti sıkmayan bir adamdı. Her ne kadar genelde muhabbetlerinin yegane amacı altın veya iki bacak arasındaki inciler olsa da...
Aween sessizliğini koruyordu. ‘Sıkılıyor olmalısınız majesteleri. Umarım sıkıntılarınıza, teşrifimle  yeni bir tane daha eklememişimdir’ diyerek kibarca gülümsedi. Aween, yaşlı keçiyi görmezden gelemezdi. ‘Ah hayır Lord Connigon, eşimin ve etrafımı saran hizmetçilerin yokluğunda sizi yanımda görmek büyük mutluluk’ diyerek  yüzü yer yer kırışarak haritaya dönmüş olan adama jestini esirgemedi. Lord Connigon, bunun tam olarak doğru olmadığını bilecek kadar zeki; ama umut göremediği hanımlara karşı fazlasıyla şevkatli yaklaşan bir adamdı. Özellikle de bir kraliçeye...
‘Sizi son zamanlarda çok sıkılmış görüyorum. Merakımı bağışlayın majesteleri, fakat kralımızın bir dansçıdan çok, sizinle ilgilendiğini görmek sizi daha fazla mutlu eder miydi ?’ Aween, gayet soğuk bir tavırla,
‘ Cevabını bildiğiniz soruları sormak için mi geldiniz Lordum ? ‘ diyerek mesafesini korumak istedi. Yaşlı keçi, acırcasına genç kıza tebessüm etti.
‘Sizin gözlerinizdeki korku majesteleri,  dillere destan Orlindor savaşına katılan askerlerin gözlerindeki  korkudan daha büyük. Yaşlı ve zevkime düşkün olabilirim majesteleri.  Hatta, yaşadığım kalenin rutubetli havası beynimi kireçlendirmiş de olabilir; lakin Kralımızla aranızdaki husumet kendi kalemin duvarlarında bile konuşuluyor.’
Aween, yaşlı adamın doğru söylediğini biliyordu; fakat bu kadar hassas konulara değinmesindeki gayeyi anlamış değildi. ‘Hiç bir savaşa katıldınız mı Lordum ‘ diye sorabildi.
Yaşlı Eddigon tekrar gülümsedi.

‘Elbette majesteleri. Hem de iki tanesine.  Biri sadece yabanıl kabilelerin isyanlarını başlatmak için yapılan iki günlük önemsiz bir savaştı. Lakin; cüceler mağaralarına çekilmeden önce beraber son kez omuz omuza kan orklarına karşı  çarpıştığımız savaş aklımdan çıkmıyor. Tam tamına iki ay dönümü sürmüştü.  Korkunun gerçek anlamını bizzat o savaşta gördüm majesteleri. En sadık ve en cesur şövalyelerim bile, onları karşılarında görünce elleri titredi ve bazıları kılıcını kaldırmadan öylece çaresizce oldukları yerde durdular. Ortalık idrar kokusuyla dolmuştu. Öncü birlikleri dev kurtlarına binerek kendi öncü birliklerimizi kırmaya başladığında, acı çığlıkların eşliğinde çelik zırhlardan dökülen bağırsak ve kan kokusunu arkadan seyredenlerin gözlerinin içine dikkatlice baktım ve o umutsuzluğun harladığı o kötü duyguyu hep birlikte hissettik.’

Yaşlı lord,  Aween’in dikkatini çekmiş gibi gözüküyordu. Aween, ipek gibi saçlarını narin elleriyle düzelterek ‘ Benim duygularımla askerlerinizin duygularını bir tuttuğunuzu düşünmek istemiyorum lordum, fakat size kabalığımı mazur görürseniz  gene de sormak durumundayım. Hangi duyguyu ? ‘

Lord Connigon bu sefer babacan bir tavırla gülümsemek yerine ciddiyetini takınarak üzerindeki kırmızı ipekle süslenmiş kahverengi tuniğini düzeltti.  Cevabını vermeden önce, gözlerini kapayarak romu kafasına dikmeye başladı. Aween,  bu durumu fırsat bildi ve şişedeki zehri  sonunda Terron’un kadehine dökmeyi başardı.
yaşlı adam, romunu bitirip tuniğinden çıkardığı temiz bir bezle ağzını sildi ve genç kıza merakla beklediği cevabı verdi.
‘Ölümün korkusu majesteleri.  Çünkü ölüm düşüncesinin verdiği korku nefes alan her canlıda aynıdır. Bir geyikte de, bir askerde de, kafayı yemiş kralının neler yapabileceğinden korkan umutsuz ve yalnız bir genç kızda da...’ diyerek Aween’in omzuna,  elini yavaşça koydu ve acı bir gülümseme eşliğinde geri çekti.

Yaşlı keçinin bu sefer boş yere konuşmadığını çok iyi biliyordu. Ölüm korkusu, bedeni ile beraber çaresiz ruhuna bir yılan gibi dolanmış ve doğru anı bekliyordu.

Wartholdian’ın meşhur müzisyeni  Ozan Fleyn sahnede yerini aldı. Tüyleri diken diken eden müthiş sesi ve yorumuyla Wartholdian’ın marşı haline gelmiş bestesini harp eşliğinde okumaya hazırlanırken, Terron yanındaki dansçı kadın ile birlikte sandalyesine geçti.  Kadının oturacak yeri olmadığı için yan tarafta oturan Aween’e aldırış etmeden kralının kucağında yerini aldı.

Harp sesi yumuşak ve tüyleri diken diken eden melodisi ile birlikte salonu sarmaya başladı. Ozan Fleyn ustalığını konuşturdu:

‘Altından çayırlarda koşuyorum
Yüreğimde zafer ve bitmeyen onurumla
Wartholdian’a gidiyorum...
Saf çelik dolaşır damarlarımızda
Paslanmayız, boyun eğmeyiz’


Büyüleyici harp sesi yeniden kulakları okşarken Terron, şarabını eline aldı.  Ozan Fleyn devam etti.

...Derin denizlerin rüzgarı uçurur bedenlerimizi
Ejderha gibi süzülürsek göklerde bilin ki
Şarabımız elimizde tanrıların kucağındayız
Saf çelik dolaşır damarlarımızda
Paslanmayız, boyun eğmeyiz
Biz, batının topraklarında
Batmayan eşsiz bir güneşiz...
...........

1.KISIM sonu
Başlık: Ynt: Galthar Efsaneleri - KADİMLERİN UYKUSU (Tüm bölümler burada) Yeni Bölüm
Gönderen: Saduntuncay - 06 Eylül 2014, 03:36:46
9.BÖLÜM KISIM -II-  LORD CONNIGON

Ozan, şarkısını tatlı bir ses tonuyla sonlandırdı. Büyük salonda alkış sesleri yükseldi.  Terron, şarabından bir yudum aldı ve ‘işte böyle’ dercesine alkış seslerine eşlik etti. Uzun ve yağlı saçlarını düzelterek tacını yerine oturttu. Saf altının Wartholdian çeliği ile birleşiminden elde edilmiş tac, safir ve elmasın alıcı güzelliğiyle süslenmişti.
Kendisini boş gözlerle seyre dalmış Aween’i fark edince, çatallı dilinde onun için sakladığı tüm zehir zemberek sözlerini sarf etme fırsatı yakaladı.
‘ Leydim, biraz eğlenin. Ağabeyiniz sizi burada somurturken görmek istemezdi. Bunu onun için yapmalısınız ‘ diyerek kadehini kaldırdı ve kana kana içti. Çenesinin kenarından, kırmızı  pelerinin toka kısmına kadar akan kan kırmızısı şarap ve adi sözler Aween’i yeniden tiksindirmişti. Terron, tuniğinin kol kısmıylabir kez daha ağzını silerek ‘Yoksa sizi de kucağımda tutmadığım için bana dargın mısınız ?’ dedi. Aween’in yanı başında oturan Lord Connigon narin bir tavırla kralını sakinleştirmeye çalıştı.
‘Majesteleri, oldukça yorgun ve susamış gözüküyorsunuz. ‘
Terron, yorgunluktan sulanan gözlerini Lord Connigon’a çevirerek,
‘Ah Lord Connigon siz ve şu kendi babalarımızdan bile göremediğimiz şefkatli tavırlarınız beni onurlandırıyor; lakin yüzünüzün ardındaki gerçeği biliyorum. Bu yüzden nezaketiniz beni daha fazla geriyor. Nezaket yerine güney tepelerindeki baskınlarla...  Hay beş tanrının topları!! ‘ dedi ve yüzünden akan oluk oluk terleri silmek için bir bez istedi.

Dansçı fahişe, Terron’un kulağına sadece yakın çevredekilerin duyacağı şekilde yaklaşarak fısıldadı.
‘Majestelerini daha şehvetli şekilde terletebilecek yöntemler biliyorum’. Dansçı kız, Terron’un kulağını hafif ısırık darbeleriyle kemirirken, kral sadece nedenini anlayamadığı bu terlemeden kurtulmakla meşguldu. Hizmetlilerin getirdiği bez daha şimdiden su içinde kalmıştı. Kafasında bir karıncalanma hissetti ve gittikçe dayanılmaz hale geldi.  Saçları öylesine kaşınıyordu ki sonunda dayanamadı ve tacını masaya koyarak kafasını doya doya kaşıdı.

Hafif bir öksürük krizinin ardından kucağında oturan fahişeyi ihmal etmemeye çalışarak

‘Kralın şu an biraz meşgul tatlım; lakin yakında seni gecelerin engin denizlerinde yüzdürecek.’ Dedi ve daha  şiddetli bir öksürük krizine girdi.
Dansçı kız, kralın saçlarını okşarken bir terslik olduğunu fark etmesi uzun sürmedi. Kız, parmaklarının arasına yapışan yağlı saçları elinden ayırmaya çalıştı. Daha sonra yeniden, tüm diyarların en iğrenç fahişelerinin bile kasalar dolusu altın karşılığında elini sürmeyeceği Terron’un saçlarına büyük bir budalalıkla yeniden elini daldırdı. Bu defa, eline gelen tutam tutam saçları daha fazla görmezden gelemediği için Terron’u şaşırmış bir halde uyardı.
‘Majestleri, saçlarınız...’
Terron, elini kafasında endişe ve büyük bir telaş içerisinde gezdirmeye çalıştı. Kafasındaki anlamsız kaşıntının kaynağını  ve saç derisindeki garipliği bizzat kendi elleriyle kontrol ederken neredeyse tüm saçları kafa derisinden ayrılarak  acı ama komik bir görüntü oluşturdu. Kral, avcuna gelen neredeyse bütün saçlarını diplerindeki kan ile beraber çaresizce masaya bıraktı. Akabinde, oluk oluk akan kan eşliğinde önündeki tatlısına dişlerinden bir kaç tanesi, sanki sonbaharda rüzgarın ağaçlar üzerinden azad ettiği zamanı dolmuş yapraklar gibi döküldü. Dansçı fahişe, daha fazla dayanamayıp kralın kucağından tiksintiyle kalkmak isterken, Terron istemsizce ve şiddetli bir öğürtüyle büyük bir miktarı kandan oluşan kusmuğunu kızın göğüslerinin üzerine boşalttı. Çaresiz kız çığlıklar atarak Terron’un kucağından kalktı ve dehşet içerisinde bağırmaya devam etti. Kralın nefes alış verişleri düzensizleşmeye başlamıştı. Bu hazin tabloyu gören çevre masadakiler hemen bir şifacı çağrılması için seferber oldular.

Lord Connigon ayağa kalkarak kralın yanına yaklaşırken, Terron, acı içerisinde yere yığıldı ve salonun tozlu ve tahta zemininde titremeye başladı. Kral muhafızların kaptanı  Balen, yere yığılmış kralınının yanına koşarak ‘Majesteleri!’ diye bağırdı. Terron, derdini anlatacak durumda değildi. Uzun ve gür siyah saçlarını, gümüş rengi zincir zırhının arkasına atarak güçlü kollarıyla kralının tahta zemine sürtünmekten dolayı daha da fazla kanayan kafasına yastık görevi yaptı. Gözleri açık kahve renginden alev sarısına dönmüştü sanki. ‘Nerede bu tanrıların cezası şifacı ? Ziyafete bile katılmadı mı ?’ diyerek çevresindeki adamlarına öfke kustu. Üç tane mızraklı asker, yaşlı şifacıyı getirmek için hızla büyük salondan dışarıya çıktı. Eğlence tamamen sona ermiş,  yerini korkunç bir manzaraya bırakmıştı. Aween, bunları kendi planlamasına rağmen o kadar irkilmişti ki, Terron’un zemine dökülmeye başlayan etlerini gördüğü vakit Lord Connigon’un arkasına saklandı. Yaşlı keçi, adamlarından biri ile göz göze geldi. Baş ve işaret parmağını birleştirerek adama talimatını verdi. En azından Aween, bunun gizli bir haberleşme olduğunu düşündü.  Şimdi sıra kendisindeydi belki de.  Zaten kral öleceğine göre neden bir kraliçe olsundu ? 

Lord Connigon, kralın Balen’e birşeyler demeye çalıştığını sezdi. Balen, Lord Connigon ile Aween’e kısa bir süre bakış attı. Yaşlı keçinin gözleri ziyadesiyle iyi gördüğü için bu ayrıntıyı yakalayabilmişti. Aween’e endişeyle döndü  ‘Majesteleri, derhal odanıza çıkın ve kapınızı kilitleyin. Kaldırabileceğiniz her ağır şeyi de ardına dizin. İhtiyatlı olmalısınız.’  Aween, Connigon’a anlamsız bir bakış attı. Yaşlı keçinin fazla açıklama yapacak ve savaş politikasından bir haber genç bir kızı yatıştıracak kadar  vakti yoktu.
‘Dediğimi yap tatlım. Yoksa sonun ağabeyine benzeyecek’ diyerek resmiyeti bir kenara bıraktı ve durumu bu cümlesiyle özetleyebildiği kadar özetlemiş bulundu. Aween, bir süre etrafta oluşan karmaşayı seyretti  ve ardından hızla salonun çıkış kapısına yönelmeye başladı. Lord Connigon kendi kendine mırıldandı. ‘Anlaşılan bu gece fazlasıyla kan dökülecek...’
Kral Terron, yerde titremeye devam ederek damarlarında dolaşan  son kanı da organ parçalarıyla beraber  kusarak zemine boşalttı. İğrenç koku dört bir yanı sararken, kokarca Terron kendini tamamen kan ve kusmuk gölünün içerisine bıraktı. Kralın artık cansız yerde yatan  bedenine  bakan Balen, kılıcını kabzasından çıkardı. Wartholdian çeliği, mumların ışığı altında resmen ışık patlaması yaratmıştı.
‘Kraliçeyi, krala suikast düzenlemekten dolayı kral adına ölüme mahkum ediyorum! ‘ diyerek emrini verdi ve ekledi ‘Muhafızlar. Kraliçeyi yakalayın ve öldürün!’.  Şaşkınlık içerisindeki muhafızlar birbirlerine bakmaya başladılar. Balen sabırsızdı ve tıpkı kralı gibi kibrinin ruhunu emmesine izin veren cinsten bir adamdı. Bağırarak ekledi  ‘Kralın son emri!’ diyerek adamları uyardı. Kral muhafızlarının büyük bir kısmı Aween’in peşine düşerken, masalarda içkinin rehavetiyle mayhoşça oturan askerler curcunayı tuhaf bakışlarla izledi.

Taşkalkan lordu yaşlı keçi, salonun orta  bölümüne geçerek bağırdı.

‘Korkarım bunu yapmanıza müsade edemem muhafız Balen.’
O esnada, Lord Connigon’ın gri plaka zırhlı muhafızları salonun kapısını askeri disiplin düzeninde tutarak mızraklarını, kapıdan geçmeye yeltenen kral muhafızlarına doğrulttu ve kıpırdamadan öylece oldukları yerde kaldılar. Hemen ardından ise Lord Connigon ve salonun diğer kısımlarındaki hafif zırhlı  adamları aynı anda kılıç çekerek çevredeki diğer kral muhafızlarına doğru yöneldi. Muhafız Balen rahatsız ses tonuyla

‘Kralın son emrine karşı mı geliyorsun yaşlı lord keçi ’ diyerek Connigon’a yeterli göz dağını vermeyi amaçladı.
Connigon, dikkatinin dağılmasına izin vermeden Balen’e karşılık verdi.
‘Kraliçenin ölüm emri yersiz ve art niyetli geliyor.  Kaldı ki emri veren ise, sözün kraldan çıktığını iddia eden ve küçükken annesinin suratını, babasının usturasıyla doğramış bir adam...’
Yaşlı adam çevredeki tüm muhafızlara baktı. Terron’un talimatı verdiğinden adı kadar emindi; lakin ortada kraliçenin hayatı ve yanlış bir stratejiyle son nefesini bu pislik yuvası şehirde boş yere verebilecek  gencecik askerleri vardı.  Arbaletli okçuları salonun yukarki bölümüne önceden yerleştirmiş olması, bir nebze de olsa kendine daha fazla güven veriyordu.
Lord Connigon stratejisine devam etti. Dudaklarını hafifçe bükerek  garip bir şekilde tebessüm etti ve geniş salonda hafif daireler çizerek yürümeye başladı.

‘Kralın son emrinin kraliçenin infazı olduğunu ima eden bir kaptan muhafız. Sizce de oldukça şaibeli değil mi? Bir kral, kraliçesini neden öldürtmek ister ki? Özellikle de eski genç kralı katil olduğu gerekçesiyle ‘Gırtlakkesen’ lakabıyla lanetleyip zindanlara gönderen adil bir kral ?’
Yaşlı keçi, daha iyi bir gün olsaydı bu sözlerine ölesiye güleceğini biliyordu; fakat bu gece kan gecesiydi. Ölümle, ay ışığında şaraba doyacakları gece...

Balen, yapılı bir adamdı; lakin aklı ve sabrının sınırı bir kaşık lapadan bile azdı.
Kaptan muhafız, kılıcını çok uzağında olmadığı Connigon'a doğrulttu.
‘ Fazla konuşuyorsun lord keçi; lakin meyhude yere... Ben kral yemini etmiş biriyim. Bu yüzden sandığın kadar akıllı değilsin...’ diyerek muhafız olmayan diğer yeminli yorgun askerlere gözleriyle adeta ‘hazırlıklı olun’ dedi. Sayıca üstünlük sağlayıp lord keçiyi fahişe tanrılarının yanına yollamaya daha bu münakaşanın başında yeltenmişti.

‘ Doğru. Çok irfan sahibi olduğum söylenemez.’ diyen  Lord Connigon arkasını dönerek  adamlarına başıyla ufak bir işaret yaptı ve cümlesini devam ettirdi.
‘Gene de kendi adamlarıma içki içirtmeyecek kadar aklım yerindeydi’

Yukarıda konuşlanmış kırk adet arbaletli okçu, şarabın etkisinde kalan aşağıdaki  Wartholdian okçularını adeta geyik gibi avlamaya başladı. Masaların etrafında deminden beridir dolanan hafif zırhlı taşkalkan askerleri ise, büyük bir el çabukluğu ile ellerindeki kısa kılıçlarla masa başında kaptan muhafızın emiri için bekleşen sarhoş Wartholdian askerlerinin gırtlaklarını kestiler. Yüzlerce atar damardan akan kan, masaların ve üzerindeki yemeklerin rengini bir anda değiştirdi. Arbaletçiler, şoka uğramış aşağı kattaki okçuları temizledikten sonra, saldırmaya veya pozisyon almaya yeltenen askerleri  bir bir indirmeye başladı. Kral muhafızlarından bir kaçı Lord Connigon’un üzerine çullanmaya çalışırken, taşkalkan askerleri tarafından işleri hızlı ve usta darbelerle bitirildi. Kapıyı tutan plaka zırhlı askerlerin ise,  nizami şekilde öne bir  adım atıp mızraklarını beklenmedik biçimde karşılarındaki  kral muhafızlarına saplamalarının ardından muhafız Balen çılgına döndü.
Lord Connigon şımarık ve küstah çocuklar gibi etrafına bakıp gülerek
‘Sanırım artık sayılarımız eşit. Çok zeki biri sayılmam; lakin sayı saymayı hepimiz biliyoruz değil mi ?’ dedi.
Muhafız Balen, Connigon’a doğru saldırdı. Lord Connigon onurlu bir adamdı. Bu yüzden askerlerine 'dur' talimatını daha bu ölümcül düello başlamadan vermişti.

Kendini korumaya çalışan yaşlı Connigon’a ardı arkası kesilmez hızda ustaca kılıç darbeleri indirmeye başlayan Balen, ‘Tanrıların bakalım sana nasıl yardım edecekler yaşlı adam ‘ diyerek  kılıç darbelerini sıklaştırmaya başladı. Connigon gardını alarak  salon ortasında geri adımlarla daireler çizdi. Balen’in darbelerine fazla dayanamayacağını biliyordu. Gardını düşürerek bu sefer kendi kılıcını Balen’e doğru salladı. Bir kez daha ve bir kez daha... Bu sefer muhafız Balen kendini savunmaya aldı. Lord Connigon aslen kuzey adalıydı. Bunu kılıç darbeleri indirmeden önce kılıcını bilek hareketiyle döndürmesinden her budala anlayabilirdi. Fakat hem Wartholdian stilinde dövüşmeyi hem de kuzeyin destansı kılıç sanatlarıyla rakibini kıstırmaya oldukça iyi kavramıştı. Gene de güçsüzleşmeye başlayan kolları, genç muhafızla baş edebilmek için sorun teşkil edebilirdi.
Lord Connigon, kötü düşüncelere aldırış etmeden muhafızın zırhının zayıf olan karın bölgesine saldırdı. Balen çevik bir hareketle dönerek saldırıdan kaçmayı başardı ve yaşlı keçinin kafasını uçurmak düşüncesiyle kılıcını bütün gücüyle salladı. Connigon güçlükle eğilerek tehlikeyi atlattı; fakat kolları ağrımaya başlamıştı. Balen bunu fark ederek bir kılıç darbesi daha indirmek istedi. Connigon ise çeliğe çelikle karşılık verdi ve bir süre boyunca iki kılıç da  havada ejderhalar gibi çarpışsa da, bu güç gösterisini kontrol altında tutan Balen oldu. Yaşlı adama yeniden ardı arkası kesilmeyen darbelerini indirdi. Yaşlı lord yavaş yavaş geriye çekilmeye çalışırken Balen onu sonunda kralın masasına kadar getirerek sıkıştırdı. Lord Connigon, çaresizce diş ve kanlı et parçalarıyla dolu masanın üzerine devrildiğinde kılıcını paralel tutarak Balen'in ölümcül darbelerini uzaklaştırmaya gayret gösterdi. Yaşlı keçi ölümü tanıyordu ve artık ondan korkmuyordu. Hem ölse bile, tanrıların ona merhametli davranacaklarından emindi.

Balen'in darbelerinin gücü azalmaya başladı;  buna rağmen kılıcı yaşlı adamın tam göğsünün üzerine saplanmak üzereydi ki, Connigon son bir gayretle masayı tutup destek almaya çalışan serbest eliyle kralın tacını alarak sivri kısmı muhafızın gözüne geçirdi. Balen geri çekilerek bir çığlık attı. Gözünü kaybetmesine neden olan tacı göz çukurundan  çıkarıp yere atarak acı ve çaresizlik içerisinde, masadan kalkmayı başaran yaşlı lorda yeniden saldırmak istedi. Connigon, önce kılıcını döndürdü ve aşağıdan yukarıya bir hamle yaparak muhafızın kılıcına vurdu. Bir anlığına gardı kesilen muhafızın göğsüne kılıcını olağan gücüyle sapladı. Balen şaşkınlık içerisinde ağzından kanlar akarken yaşlı keçiye baktı. Kılıcını elinden düşürdü ve son bir kez nefes almaya çalıştı. Ölümün verdiği korku artık onun da gözlerindeydi. Taşkalkan lordu bunu çok iyi biliyordu. Tüm  askerler temkinli şekilde bekliyordu. Genç muhafız yere yığıldığı vakit Lord Connigon ağır adımlarla yürüyerek kılıcını salondaki herkese gösterdi. Daha sonra da yerde yatan Terron'un cansız bedenini...  Nefes alış verişlerini ayarladıktan sonra ufak bir konuşma yapması gerektiğini fark etti.

' Wartholdianlılar, Fork'un bekçileri, özgür eller ! Kral öldü... Evet, kralımız acı bir şekilde sinsi zihinlerin hazırladığı bir zehir tuzağına düştü; lakin ben kraliçemizin yanındaydım. Bundan o sorumlu değildir. Ben, kraliçeye baktığımda sadece ağabeyinin hatalarının ceremesini çeken çaresiz bir kız görüyorum, daha fazlasını değil! Yüce divanın bir an önce toplanması  efendi kralımızın ölümünü ve bundan sonra izlenecek yolu irdelemek adına ehemmiyet kazanmıştır.'  diyerek kendisini dikkatle izleyen insanlara baktı. Belki de yüzlercesi ile göz göze gelerek içlerindeki insanı kaybedip kaybetmediklerini anlamaya çalıştı. Ardından ekledi

'...Ve elbette ki kraliçenin akıbetini önce tanrılar, sonrasında da yüce divan belirleyecektir.'

Lord Connigon sözlerini bitirdikten sonra kalabalık kendi içerisinde konuşmaya başladı. Salonu büyük bir uğultu kapladı. Yaşlı kurt ise salonun köşe başında duran, tamamen saf çelikten yapılmış sade motifli tahta bakarak kendi kendine mırıldandı  'Tabiiki  gene lanet bir kral da olmak zorunda'

9.Bölümün sonu
Başlık: Ynt: Galthar Efsaneleri - KADİMLERİN UYKUSU (Tüm bölümler burada) Yeni Bölüm
Gönderen: The Archowner - 13 Ekim 2014, 23:42:51
Tekrardan merhaba. Foruma coktandir giremiyorum, 12. Sinifim o yuzden okumaya pek vakit ayiramiyorum. Kusueuma bakmayin, su ygs lys bitsin butun yeni yazdiklarinizi yazacaklarinizi okuyacagim :)
Başlık: Ynt: Galthar Efsaneleri - KADİMLERİN UYKUSU (Tüm bölümler burada) Yeni Bölüm
Gönderen: Saduntuncay - 11 Kasım 2014, 17:11:47
10.BÖLÜM (NENDAR,DOĞU DİYAR)
Denizin ötesindeki topraklar (Nendar Kasabası);

Karanlığın kalbine daha yakın olan doğu diyarda işlerin artık gittikçe kötüleşeceğini ve umudun toprağın altında senelerce gömülü kalacağını bu genç yaşına rağmen tahmin edebiliyordu Dinathren.
Bunca curcunanın ve ciddileşen memleket meselelerinin politikayla kurtulmayacağını bilmesine rağmen büyük konaktaki toplantısının bitmesi için babasını dışarıdaki avluda bekliyordu. Uzunca bir süre geçmişti ve hala bu denli bekleyip ayakta dikildiğine göre mütevazi Nendar’ın lordu olan babası Denathen’in söyleyeceği daha çok fazla şey olabileceğini düşündü. ‘Zaten hiç susmazdı ki’ diye geçirdi içinden. Geniş avlunun içerisinde biraz turladı. Avluyu süsleyen eski usül toprak yapımı dev vazoların yanından geçerek etrafı taştan oturaklarla çevrili görkemli Gander heykelinin bulunduğu avlunun en iç açıcı bölümüne doğru yürümeye devam etti. Gökyüzü fazlasıyla karanlıktı. Artık doğuda ne güneş görünüyordu ne de bereketli yağmurlar yağıyordu.
Yüce atasının heykeline dokundu. Karanlığın altında sessizce duran heykel , üzerine bindiği Griffinle birlikte havalanarak elindeki ok ve yayı her an kullanacakmış gibi görünüyordu genç adamın gözüne. Burası genç efendi Dinathren’in adeta mabedi gibiydi. Merhum nişanlısı Layila ile bu heykelin altında öpüştüğü günler daha dün gibi aklındaydı. Onu, askerlerin kasabaya kanlar içerisinde getirişlerini bir kez daha anımsadı. İradesi çoktan kırılmıştı ve Nendar’ın artık neredeyse boşalmış taş zeminli sokakları ve ahşap evleri genç adamın kendini daha fazla yalnız hissetmesine neden oluyordu. Kötülüğün hala mühürlü kapıların ardında olduğunu bilmesine rağmen, kara lordun ulaklarının ve isyancı yabanilerin yurdun heryerinde mesken edindiğini, dağlarda saklanıp insan avladıklarını biliyordu. Dinathren mühürlü kapılar hakkında da fazlaca kitap okumuştu. Lakin kitapların verdiği bilgeliğin dışında aşikar olan tek gerçek vardı. En arifinden , en cahiline kadar herkesin bildiği şey... İnsanoğlu için bir soykırım !
Kasabanın kapılarının ardında pusuda bekleyen düşman günden güne daha fazla güçleniyordu. Bazı geceler onların homurtulu sesler çıkartarak kasabaya çok yakın olan ‘yaslı ormanda’ ağaçları yıktığını duyabiliyordu. İlkel savaş aletlerini tamamlayıp, belki de kasabanın cılız duvarlarını çok kısa sürede tarumar edeceklerdi . Nendar çok fazla dayanamazdı. Karanlığın kırbacının altında hareket etmeye alışık yabani garabetlerin oluşturduğu azımsanmayacak bir ordunun karşısında, koskoca kasabayı koruyan 250 tane iradesi kırılmış kırılmış askerin ne yararı olurdu ki ? Gene de babasının sözünü dinlememiş ve büyük şehre gitmeyi reddettmişti. Kadınlar, çocuklar, yaşlı erkekler, bazı asiller ve savaşmayı istemeyenlerin çoğu şehre doğru iki güneş doğumu önce yol almıştı bile.
‘Layila da yaşıyor olsaydı onlarla birlikte gider miydi acaba ? Yoksa benimle kalmayı mı tercih ederdi ?’ diye aklından geçirdi. Kafasını eğdi. Siyah küt saçları etli dudaklarının üzerine döküldü ve iç geçirdi
‘Hepsi benim yüzümden...’

Konağın kapısı ansızın açıldı. Genç adam, babasının ve adamlarının hızlı adımlarını kara gözleriyle süzdü. Fazla dayanamayıp lord babasını takip etti. Yanına gittiğinde Lord Denathen, hararetle karşısındaki adamla konuşurken, oğlunun yaklaştığını görünce lafı uzatmak istemedi.
‘Surlara daha fazla adam istiyorum Sir Norak. Geceleri nöbetçi ve devriye sayısı iki misline çıkmalı. Dışarıdaki her kıpırtıdan, her lakırtıdan haberim olmalı’

Kırk yaşını doldurmuş olan iri sakallı şövalye başını hafif eğerek ‘Derhal lordum’ dedi ve diğer küçünk konseyin mensuplarıyla birlikte avludan uzaklaştılar.

Nendar'ın lordu Denathen iradeli ve keskin bakışlı bir adamdı. Hatta bakışları ve politik duruşunun kılıç kadar keskin olduğu yadsınamaz bir gerçekti. Griffin hanedanının sancak beyi olması ise, Denathen Griffin'i daha fazla saygı duyulur biri yapıyordu. Disiplinli, ölçülü ve şık giyimli bir asildi. Hafif plaka zırhının üzerindeki Griffin motifli kolsuz kırmızı keten yelek, onun Nendar'ın en güçlü ve nüfuslu adamı olduğunun bir göstergesiydi. Lord Denathen, karşısına geçip meraklı bakışlarla kendisini süzen vehenüz on dokuzuncu yılında olan oğlunu süzdü

‘Endişeli görünüyorsun evlat’ diyerek çocuğun omzunu sıvazladı.

Baba ve oğul, sokağın başında bıraktıkları atlarına doğru yürümeye başladılar
Dinathren daha şimdiden merakına yenilmişti.

‘ Mızrak yurttan haber var mı lordum ?’ diyerek babasının kendisine dürüst olması için tanrılarına içinden en büyük yalvarışlarını sundu.

Lord Denathen küçük yaşlardan beri hem annelik hem babalık yaptığı tek mirası olan biricik oğlunun gözlerinin içine baktı. İçinden geçirdiği tek şey ise ‘Çocuk daha hazır değil, çok fazla şey kaybetti. Zaten yeterince umut kaybedilmişken bundan fazlasını da kaybetmesin’ oldu.

Oğluyla atlarına binmeye hazırlanırken, bu karanlık günlerde ne kadar içten gülümsenebilirse o kadar gülümseyebildi Lord Denathen.

‘ Yanımızda kimse yokken ben senin babanım, lordun değil. Bunu daha önce defalarca konuşmuştuk. Soruna gelince sadece kuru gürültü çıkartan ork hibritleri, başka birşey değil... Ertesi gün doğumunda iğrenç dişlerinden kolye yapacaklardır.’ Dedi ve atına atladı. Oğlu da bineğine oturduğu vakit ekledi

‘Belki de mızrak lordlarından birer tane de bize göndermerlini rica ederim, ne dersin? ‘ diyerek oğluna bir kez daha gülümsedi ve atını sürmeye başladı. Genç adam şaşkınca babasının arkasından bir süre baktı ve bunun doğru olmasını umdu. Babasına yetişmek için atın kemerine davrandı. Kahverengi aygır, geniş toynakları ile sokağın taşlarını döverek ilerlemeye başladı.

Babasıyla oturduğu konak hemen yukarıdaki uzunca sokağın en uç kısmındaydı. Lord babası, bu konağın diğer konak kadar ihtişamlı yapılmasını istememişti. Bundaki en büyük pay, merhum annesi Leydi Viven olsa da , Lord Denathen insanların –en azından kasaba fazlasıyla doluyken- onun adil ve makul biri olduğunu görmeleri için böyle olması gerektiğini düşünmüştü. O, onurlu bir adamdı.

Gece olup karanlık tamamen çöktüğünde, genç adam konağın salon kısmındaki şöminenin başına geçip son zamanlarda gördüğü rüyaları düşünmeye başladı. Şöminenin, odun ve çıraları çıtır çıtır yakarken çıkardığı ses ve değişen sıcaklık ona hep aynı rüyayı hatırlatıyordu. Beyaz bir ejderha Nendar’ın üzerinde kanat çırpıyor ve gittikçe göklere doğru yükseliyordu. Bunu yorumlayabilecek ilme sahip değildi; gene de elindeki demir parçasıyla ateşe teslim olup korlaşmaya başlamış odunları düzelterek derin düşüncelere dalmaya devam etti. Kenarları bakır işlemelerle kaplı şömineden çıkan kızıl ışık hüzmesi, genç oğlanın ince yüzünü daha da küçük gösteriyordu. Ara sıra ortaya çıkan ışık oyunları, tam yukarda asılı olan aile portresindeki silüetleri hareket edermiş gibi gösteriyordu. Dinathren bunu izlemeye bayılırdı. Böyle zamanlarda tabloya ne zaman baksa annesinin sanki canlanmış gibi kendisine güldüğünü ve hareket ettiğini görürdü. Hayatta sevdiği iki kadın da artık yoktu. Onu dünyaya getiren ve sürekli herşeyden sakınan annesini salgın elinden almıştı. Bir daha hayalleri dışında asla yaşamayacaktı, onu koruyamayacaktı ve ona dokunamayacaktı. Zamanında lord olan dayısının sözlerini hatırladı
‘Sevdiğin birini kaybettiğin zaman, önce hep onu düşünmeye başlarsın. Sonra da ölümü sorgularsın... Rüyalarında yaşayabildiği kadar yaşatırsın onu; lakin gün gelir elinde bir sureti yoksa, yavaş yavaş unutursun ve sonunda sıradan bir yüz kalır hatıralarında. Peki ya ölüm evlat? Ölümün suretini unutabilir misin ? Biz var olduğumuz sürece sonsuza kadar hüküm sürecek tek gerçeği sen zihninde değiştirebilir misin ? Erkek olmak istiyorsan bırak da ufak bir yasın ardından onlar resimlerde sadece güzel bir hatıra olarak kalsınlar’

Soğuk sözler; lakin hakikatli sözler... Peki ya biricik nişanlısı ? Ölümüne sebebiyet verdiği o masum genç kadın? Onun, güzel bir hatıra bırakacak bir portresi bile yoktu. Erkeklik, pişmanlık duygusunun önüne geçebilir miydi ? Belki de dayısı sandığı kadar bilge değildi.

Elindeki demirle közleri düzelttiğinde, bir anlığına koca bir meşeden yapılma yemek masası ile sık dokulmuş ayı kürkünden halının süslediği salon aniden aydınlandı. Genç adam irkildi, fakat korktuğu şey alev közlerinin hışmı değildi. Derinden ve kasvetli bir boru sesi işitti. Demir çubuğu yavaşça yere bıraktı. Lord Denathen, ahşap merdivenlerden aşağı salona telaşla inerken genç Dinathren babasının yapılı vücuduna demir örümlü yeleğini giydiğini gördü. Uzun kılıcını da yanında getirmişti. Omzuna kadar ulaşan siyah saçlarını yeleği giymesinin ardından düzeltti ve kılıcını, deri işlemeli kılıfına geçirerek alt deri zırhının kemerine iliştirdi. Ürkütücü sesli boru bir kez daha derinlerden geldi. Ve akabinde bir kez daha, bir kez daha... Genç adam, babasıyla göz göze geldiğinde durumu daha iyi anlayabilmişti. Bu, kendi sancaklarının borusu kesinlikle değildi. Bildiği hiçbir sancağın veya şehrin borusu değildi zaten...
Başlık: Ynt: Galthar Efsaneleri - KADİMLERİN UYKUSU ( 11.bölüm eklendi)
Gönderen: Saduntuncay - 02 Şubat 2015, 11:12:11
VADİNİN HAYALETLERİ I.KISIM

ARTHEEN

Artheen, ıssız vadiye vardığında karanlık iyice çökmüştü. Vadinin iki yanı da sarp kayalıklarla çevrili olduğu için dev ve karanlık bir koridoru andırıyordu. Elbette ki kale koridorları gibi dekore edilmemişti. Burada parlak zırhlı şövalye heykelleri, gösterişli ipek halılar veya atalardan kalan sergi amaçlı duvarlara iliştirilen kılıçlar, kalkanlar bulunmamaktaydı. Kayaların üzerindeki ölü ağaç gövdeleri ve hayvan kemikleriyle dolu bu kasvetli topraklar tamamıyla bir ölüm koridoruydu. Genç kral bunu tüm hücrelerinde hissedebiliyordu; çünkü vadi ölüm kokuyordu.
Küçükken büyükbabasının anlattığı ‘vadinin hayaletleri’ hikayelerini hatırladı. Kendi kendine söylendi
‘Hayaletler için bile ürkütücü’
Efsanelerdeki ve dadı masallarındaki hurafelerden ziyade en çok korktuğu şey Terron’un yeminli şövalyeleri veya Fork ‘un devriye muhafızlarıydı. Eğer ki kendisi için gelen birileri olursa , Artheen’e göre burası fare kapanından farksız olurdu. Yorulmuştu, ne kılıç sallayacak gücü, ne de aç karınla plan yapabilecek hali vardı. Vadiyi kullanmanın budalalık olduğunu çok iyi biliyordu; lakin vadinin çevresinden dolanıp Fork yolunu kullanmak bir budalanın bile düşünebileceğinden daha fazla budalacaydı.

Garener’in çantaya koyduğu yağlı peksimeti ve hindi jambonunun bir miktarını mideye indirdi. Karnını doyurunca, topladığı çalı çırpı ve irili ufaklı gübrelerle bir kamp ateşi yaktı. Cılız bir ateşti; fakat kuzey denizinden gelen sert akşam esintisinin içe işleyen soğuğunu telafi edebilecek yeterlilikteydi. Kamp ateşinin çevreye verdiği ışık o kadar azdı ki vadinin çevresini dev surlar gibi kaplayan kayalıklar zar zor seçilebiliyordu. Ay ışığı ise kayaların tepelerini gümüş renge boyuyor ve bilinmeyen karanlığa daha ürkütücü bir anlam katıyordu. Artheen masallara inanmazdı belki; ama son zamanlarda Fork’un devriyelerinin gönderdiği Ork haberleri son derece ciddiye alınmalıydı. Bu garabetler için Manarath’ın dölleri diye bahsediliyordu. Zamanında kütüphanedeki tüm kitapları karıştırarak onlarla ilgili fazlasıyla malumat elde edinmişti. Ortaya nasıl çıktıkları ile ilgili bir kaynak olmasa da, anlatılanlara göre [Manarath denilen efendi iblis, büyük savaşta yok edilmeden önce tüm sancak ve yerleşkelerden kendini uzakta tutmuş dağ kabilelerini kendi saflarına çekmek maksadıyla onlara kanını sunmuştu. Çaresizlik ve güç vaadiyle yozlaşanlar kanı içince benliklerini tamamen kaybettiler ve karanlığın içerisinde yerlerini aldılar. Derileri döküldü , renkleri değişti ve dişleri vahşi hayvanlar gibi uzadı. Büyük savaşın ardından soyları tükenir ve ortadan kaybolurlar diye düşünülmüştü. Aksine onlar, insanlar gibi çoğalmıyordu. Gebelik denilen şey onlarda 5-6 gün dönümü sürüyordu. Bir insanın herhangi bir silahta ustalaşması ve tamamıyla savaşa hazır bir birey olarak yetişmesi yıllarca birikim gerektirirken, onlar da neredeyse bir çocukluk dönemi yok gibiydi. Lütuf sandıkları bu laneti hep taşıyacaklar ve vahşi kalacaklardı. Onlarla bir antlaşma yapıp sınır çizemezsiniz. Her yenilginin ardından kısa sürede sürülerle ve aç kurtlarıyla yeniden gelecekler ve iri cüsseleriyle en güçlü şövalyelerimizi ekmek doğrar gibi doğrayacaklar] Neyse ki vadide vahşi hayvanlar bile karınlarını doyurmak için bu tanrıların lanetlediği yerde durmazdı.
Genç kral, kamp ateşinin hemen bitişiğinde yemlenmeye çalışan atına baktı. Buradan bir an önce gitmek istiyordu; fakat hayvanın biraz daha dinlenmeye ihtiyacı vardı. Artheen, sırtını soğuk toprağa dayadı ve yolluk çantasını yastık niyetine kafasının altına koydu. Rüzgar dansını ise yanı başına iliştirdi. Gri bulutların arasında ışık ve gölge karmaşası yaratan ay ışığı rüzgar dansını gümüşü ile kutsamak ister gibiydi.
Gecenin ilerleyen zamanlarında Artheen, hafif uykusundan büyük bir homurtu sesiyle uyandı. Aniden rüzgar dansını eline alarak ayağa kalktı. Kamp ateşinin ışığı o kadar azalmıştı ki vadinin iki tarafını saran dev kaya tepeleri sadece ayın ışığıyla yıkanıyordu. Kayaların yukarısına göz gezdirdi ve yeniden bir ses duymak için kulaklarını dört açtı. İçindeki huzursuzluk genç adama oyunlar oynuyordu. Bir anlığına kayaların tepelerinde kendisine doğru yaklaşan beyaz derili goblinler gördüğüne yemin edebilirdi. Daha dikkatli baktığında ise, onların sadece aydan nasibini alan ağaç gövdeleri ve kemikler olduğunu gördü. Atın asabi kişnemesiyle irkildi. Ani bir refleksle atın olduğu tarafa doğru yürümeye başladı ve ardından bir homurtu daha duydu. Bu seferki daha da yakından gelmişti. Kılıcını kaldırarak hayvanın yemlendiği bölgeye yaklaştı. Etrafını o kadar zor görüyordu ki hayvanla arasında fazla mesafe olmamasına rağmen cisimleri seçebilmek için fazlasıyla konsantre olması gerekiyordu. Gördüğü kadarıyla yakında herhangi bir şey yoktu. Hayvan bir kez daha ürkerek şaha kalktı ve kişnemeye başladı.
‘Yerimiz yeterince belli olmuştur herhalde’ diye düşündü Artheen.

Vadinin ilerideki koridorlarından homurtu ile karışık bir kükreme sesi daha geldi. Çaresizce ilerideki karanlığın dibine gömülmüş koridora bakakaldı. Ne olup bittiğine bakmak akıllıca olabilirdi; fakat bu işin arkasında hırsızlar varsa geride bıraktığı eşyalarından ve atından olabilirdi. Homurtuları yeniden aklına getirdi. ‘Hayır, hayır bunlar hırsız değil’ Biraz ilerideki tepenin sağ tarafından yere doğru birkaç adet taş ve toprak döküldü. Karanlıktan, alacakaranlığa yürüyüp tehditle karşı karşıya kalma fikri , sürekli huzursuz olmaktan daha mantıklı gelmişti. Gün doğumuna epey vakit vardı ve genç kralın sabrı savaştaki kabiliyetleri kadar fazla değildi. Karanlığa doğru ilerledi ve homurtuları dinlemeye başladı. O yaklaştıkça zemine daha fazla toprak ve taş parçacıkları dökülüyor ve tepelerin sessizliği daha fazla bozuluyordu. Duvar gibi örülü kayaların dibinden ilerlemeye karar verdi. Rüzgar dansını çapraz olarak tuttu ve ay ışığını olabildiğince önüne doğru yansıttı. Cılız bir ışığın rehberi, zifiri karanlıktan iyiydi. Sesler artık ön taraftan değil, arkadan geliyordu. Olduğu yerde sabitçe durdu, hafifçe çömeldi. Ellerini toprağa koydu ve hareketlerin titreşimlerini hissetmek istedi. Zemin, küçük kuş kemikleri, taş ve kızıl toprakla doluydu. Atın acı çığlıkları gecenin sessizliği bozdu. Etrafını görüp görmediğine aldırış etmeden kamp yerine gerisin geri koşmaya başladı. Küçük kemikler ve sertleşmiş toprak, çizmelerinin altında ezilerek genç kralın yerini fazlasıyla belli etti. Tabi orda onu bekleyen bir şey veya birileri varsa…

Kamp alanına döndüğünde karşılaştığı manzara korkunçtu. Tüm toprak ve yakında duran kayalar atının kanıyla boyanmıştı. Zavallı hayvanın boynu, gövdesinden ayrılmış şekilde yerde öylecesine duruyordu. Artık bineği olmadığı için önce ayaklarının daha sonra da tanrıların onu hayal kırıklığına uğratmaması gerekiyordu. Bunun için kendi kafasının da gövdesinde durması gerekirdi. Yirmi ayak berisinde iki tane daha homurtu duydu. Aniden sesleri duyduğu yöne doğru döndü. Sadece karanlık ve çıtırtılar vardı. ‘Ya vadinin hayaletleri doğruysa’ diye içinden geçirdi. Karanlık koridorun içinden hızlı bir ıslık sesi belirdi. Genç adamın yarım adım soluna doğru hızla kaymasıyla yan taraftaki kayalara iri bir savaş baltasının saplanması bir oldu. Baltanın sürati saçından küçük bir tutamı kesip almıştı. Aniden aşağı eğildi ve sessizce soğuk toprağın üstüne yatmak zorunda kaldı. ‘Hayaletler savaş baltası kullanmaz’ diye içinden geçirdi.

I.KISIM SONU
(yazım hataları olduysa affola, kısa zamanda düzeltirim)
Başlık: Ynt: Galthar Efsaneleri - KADİMLERİN UYKUSU (11.bölüm kısım 2 eklendi)
Gönderen: Saduntuncay - 06 Şubat 2015, 17:58:57
II.KISIM
Genç kral, daha fazla yerde kalamazdı. Amansız bir saldırı sonunu hazırlayabilirdi şüphesiz. Kayanın üzerine, tahta  hedefe mumtazamca saplanan bir ok gibi duran baltaya göz ucuyla baktı. Bu bir insanın zorlanarak kaldırabileceği iki elli bir savaş baltasıydı. Ay ışığından faydalanarak gördüğü kadarıyla eskiydi ve çelik kısmı çentik ve çizikler içerisindeydi. Tahta sapı ise sağlam bir agaç gövdesinden yapılmıştı.
Geri geri emekleyerek kendine doğru yaklaşan homurtulardan uzaklaşmaya çalıştı. Beş tanrı cömertliğini biraz olsun göstermiş olacak ki önünü daha iyi görmesi için ayın üzerindeki bulutları ortadan kaldırmışlardı. Kemiklerle bezenmiş vadinin çorak toprakları kanıyla sulanmadan önce buradan gitmesi gerektiğini düşündü. Karanlıktaki homurtular giderek daha fazla yaklaşınca, eline ilk gelen hayvan kemiğini başka bir yöne fırlattı. Çıkan sese doğru iki homurtunun gittiğini duyduğu zaman olanca gücüyle önce eğilerek hafif adımlarla koşup çantasını kaptı, daha sonra da hızlı adımlarla normalde gitmesi gereken istikamete doğru yol aldı. Sürekli arkasına bakmak durumundaydı. Çevresini çok iyi seçmeye çalışmasından ziyade ön taraftan gelebilecek tehlikelere karşı daha dikkatli olmalıydı. Biraz önce atlattığını düşündüğü ‘şeylerden’ bir tanesi nin kendisini takip ettiğini hissetti. Ayak seslerini duyabiliyordu. Rüzgar dansını havaya kaldırdı ve gardını aldı. Gece de en az vadi kadar sessiz leşmişti.  Ufak kum böceklerin sesleri ve kurak ağaçlardan dökülen yıllara yenik düşmüş dal parçalarının nahoş tıkırtısı haricinde dikkatini çeken bir ayrıntı olmadığını düşünürken,  kendisine doğru elindeki iki uzun hançerle koşan iri cüsseyi son anda fark ederek sol tarafına doğru çekildi. Kendisinden yeterince iri olan, hafif deri zırhlı, kemik maskeli ve sırtında koyu renkli bir ayı postu bulunan yaratık Artheen’in ani refleksini tahmin edemediği için dengesini kaybederek tökezledi.  Önünü yeniden genç adama dönerek ona sivri dişlerini gösterip kükredi. Yüz hatlarını tam seçemiyordu; fakat gümüş ve seyrek saçları ay ışığında belli oluyordu. Dev  cüsseli yaratığın çıkardığı şamataya biraz sonra diğer homurtunun sahibi de katılacaktı. Genç kral , yaratığın bıçak darbelerini kılıcıyla savuşturdu. Maskesi yere düşen Ork tekrar bir nahara atarak saldırdığında Artheen’in kılıç darbesini iki hançerin yardımıyla sıkıştırdı ve karnına doğru attığı etkili bir tekmekyle genç adamı sırt üstü yere serdi. Pes etmeyen Artheen, üzerine doğru çullanıp onu hançerlemeye  çalışan Ork’u kılıcıyla uzaklaştırdı ve ardından ayağa kalktı. Hemen arkasında bir tane daha vardı. Zırhlı değildi ve elinde sadece baltası olan kel bir yaratıktı. Deri kemerinin üzerinde tavşan ve sincap ölüleri bağlıydı. Genç kral ani bir hareketle zırhsız olanın bacağını tam diz kapağının arkasından yaralamayı başarıp etkisiz hale getirdi. Daha fazla sinirlenen gümüş saçlı olanı, yeniden hançerlerini kullanarak Artheen’in boynuna doğru saldırdı. Genç kral rüzgar dansını sağa, sola ve tekrar sağa ustalıkla döndürerek savurdu ve kılıcı yaratığın sağ gözüne öyle bir saplayıp çıkardı ki, vahşi Ork olduğu yerde titreyerek yaprağın üzerinden yere damlayan bir çiğ tanesi kadar ağır hareketlerle yere yığıldı. Artheen büyük bir öfkeyle, yerde diz üstü yatan ve bacağı ağır şekilde yaralı olana döndü. Kılıcını kaldırdı ve hızlı bir hamleyle kafasını uçurdu. Kafasız iğrenç beden yere yığılırken, çorak zemini koyu yeşil kanıyla yıkamasını izledi. Genç kral,  el çabukluğuyla tavşanlardan birini alarak oradan uzaklaşmaya başladı; zira yakınlardan başka homurtular  da geliyordu. Olanca gücüyle koştu ve koştu...  Yorgundu, halsizdi ve utanç yürüyüşüne çıkıp da infaza götürülmeden çok önce  Wartholdian zindanlarında epey zaman geçirdiği için kendisini paslı bir çelik gibi hissediyordu. ‘Wartholdianlı’ demek, bir manada çelik demekti  ve bir çelik asla paslanmamalıydı.

Ayaklarının yorgunluğuna aldırmadan koşmaya devam etti. Açık hedef olmaması gerektiğini düşünmesi fazla zaman almadı. Tavşanı çantaya koyduktan sonra, olanca gücüyle vadiyi saran kayalardan birine tırmandı. Ay ışığının aydınlattığı tek kaya buydu. Ellerini ve ayaklarını dikkatlice kullanarak kızıl ve kahverengi nin hakim olduğu kayanın tepesine kadar çıkıp patika denmeyecek kadar dar bir alandan geçerek yürümeye başladı. Biraz ilerlediğinde ise alanın iyice daraldığını gördü. Kara bulutlar yeniden parlak ay ışığını esareti altına alınca önünü görmesi iyice imkansızlaştı. Gideceği yol fazlasıyla dardı ve nereye gideceğinden de emin değildi. Şimdi aşağıya inmek istese bile artık çok geçti. Artheen bunun yerine bir üstteki kayaya tırmanmaya başladı. Sivri ve haylaz bir kaya parçası elini o kadar derin kesti ki tırmandığı kızıl renkli kayada koyu kırmızı izler bırakmıştı.
Zırhı dallara takıldı, kılıcı oyukların arasına girdi, çizmeleri aşındı; fakat sonunda istediği yere tırmanabildi. Burada bir patika mevcut değildi; ama içe doğru, bir buçuk insan ayağı genişliğinde ufak bir oyuk vardı. En azından burada gizlenebilir ve ilk ışıkta yola koyulabilirdi. Yapması gereken tek şey sessiz olmaktı.

Eli, iç güdüsel olarak kılıcının kabzasındaydı. Nefes alışları fazla düzenli değildi. Arkasına yaslanıp kısa bir müddet dinlendi. Daha sonra eskimiş çantadan usulca koyu mavi bir bez parçası çıkarttı.  Yarasına biraz ‘ötece’ otu iliştirdi ve bez parçasıyla nazikçe etrafını sardı. En azından ölümünün enfeksiyondan olmasını engellemişti. Onun gibi biri ülkesini savunurken, hatta belki de yeniden hakkı olanı almaya çalışırken ölmeliydi.

Vadinin sessizliği gelen homurtularla yeniden bozuldu. Bu sefer çok daha fazlası vardı. Ayak sesleri... ayak sesleri vadiyi resmen inletiyordu. Taşları ve yerdeki kemikleri ezen plaka ayak zırhlarının curcunası adeta kulaklarının içindeydi. Usulca tepenin aşağısına doğru baktı. Meşaleler vadinin zeminini aydınlatmaya başladı. Ayak sesleri yükseldi ve yükseldi.  Paslı ve koyu plaka zırhlarıyla adeta geçit törenindeymiş gibi yürüyorlardı. Bazılarının elinde koca meşaleler, bazısının elinde tek el kullanılabilen yabani baltalar ve iri tahta kalkanlar, bazılarındaysa sivri kenarlı ve köşeli kılıçlar vardı. Bir insana kıyasla çok daha uzun ve iki katı iriliğindeydiler. Derileri deforme olmuştu ve koyu yeşile yakındı. İğrenç koku genç adamın burnuna kadar gelmişti. Yüzlerce olmalıydılar, belki de binlerce. Kafasında miğfer olmayanlarının yüzünü çok iyi seçebiliyordu. Gözleri sarıya yakındı, burunları şişkin, yüzleri hafif buruşuk ve dudakları eğri büğrüydü. Sivri kulakları olanlar olduğu gibi, tamamıyla oyuk şeklinde olanları da vardı. Bazılarının ağzının iki kenarından çıkan belirgin sivri dişleri bile vardı.
Hepsinde çok güçlü zırhlar bulunmuyordu. Hatta içlerinden kaynatılmış deriye yakın düzeyde saman rengi zırhı olanlar bile vardı. Daha iri olanları ise diğer plaka zırhlılardan farklı olarak boynuzlu miğferler takmıştı. Burunlarından çıkan buhar, vadinin içinde bir sis bulutu oluşturmuştu adeta.
Genç kral, altından geçen Ork ordusunu görmeye daha fazla tahammül edemeyerek yeniden oyuğa çekildi ve arkasına yaslandı. ‘Gizlendikleri dağların ardından çıkmalarının ve şehirlere bu denli yakın olmalarının tek bir anlamı var’ diye düşündü Artheen. Fork şehrinin çan kulesinden yükselen sesleri işittiğini düşündü bir anda. Kardeşi bir zalimin ellerinde ve çaresizdi, zavallı Garener ise iyi bir savaşçıydı; fakat iyi bir yalancı değildi. Bu yüzden tüm o masum askerlerin hayatı  Terron’un ellerindeydi. Limana daha çok yolu vardı ve vadinin de ucu bucağı yok gibi gözüküyordu. Kendi kendine hayıflandı  ‘Karanlık büyüyor, savaş geliyor ve ben ise bu topraklardan gitmeye zorlandım...’

Vadi kısa süre sonra yeniden, hastalıklı bir fahişenin yatağı gibi bomboştu.

11.BÖLÜM SONU