Kayıp Rıhtım Arşiv Forum
		Liman Kenti => Düşler Limanı => Şişedeki Mısralar => Konuyu başlatan: Marjuarane - 10 Mayıs 2015, 00:22:45
		
			
			- 
				kaç yalnızlıkla sevişti sensiz odam
 kaç kalem kırıldı ateşin korlarında
 
 nazikçe sokuldu yaramaz bir fısıltı gibi
 başucumda kırık bir aşkın kırıntıları
 
 nefesimde süzülen anıların hırıltıları
 tenimde yaşlanan gözyaşı kırıkları
 
 acıttın beni
 yalnızlık dolabından
 silüetinle giyindim yine gecemi...
 
 ...
 
 hüznün kapısının önündeki
 bekleme odasının arka çeperlerine bakan
 anılar bahçesinin
 içinden fısıldayan
 sonbahar rüzgarındaki
 fetbaz gençliğin
 kırık lakırtıları...
 
 Eylül 2005
- 
				İyi geceler. Hüzün Tepkimeleri: Bana Bir Sen Ismarlarsın adlı şiirinizi de okudum ve buraya yorum yapmak isterim. Aslında bunları aynı başlık altında yazsanız hem düzenli olur hem de başka şiirlerinizi de okumak isteyenler için kolaylık sağlar. :)
 
 Şiire gelirsek beğendim, tebrik ederim. Şiirde imgeye ve özgünlüğe her şeyden çok dikkat eden  biri olarak en çok da şu kısmı sevdiğimi itiraf etmeliyim:
 
 ''...
 acıttın beni
 yalnızlık dolabından
 silüetinle giyindim yine gecemi...''
- 
				Öncelikle beğendiğinize sevindim. Şiirde imge ve farklılık yazma amaçlarımdan biridir. Sanatın her hangi bir dalında bir eser ortaya çıkaracaksam özgün olmasını isterim. :)
 
 Haklısınız, aynı başlık altında toplamak daha işlevsel şiirleri okumak adına. Bu başlık altında devam edeyim paylaşmaya.
- 
				SÖKÜK: 1
 
 "Duruşma başlamıştır."
 
 
 
 hüznün buselerine düşen damlalar
 
 hücresindeki birikintilere yansıyan gözyaşları
 
 
 
 iradesi bodur,adımları salaş
 
 ruhu üzerine bol gelen elbise
 
 dikişleri yarı fetbaz yarı sürtük
 
 sünmüş tutkularının mateminde
 
 
 
 anıları
 
 dünden bugüne sanrıları
 
 hayatı
 
 "zamanın rüzgarlarına binmiş" dilenci
 
 yalnızlığın kuzguni griliğinde askılık
 
 
 
 serseriliği izbe
 
 merdivenlerinin tahtalarında aksak
 
 hıçkırıklarının narası duman
 
 sırça köşkünün mahzenine
 
 
 
 bir kaçışın adımları köhne duyguları
 
 kalpten kalbe mülteci
 
 içten dışa tefeci
 
 yaşları sökük
 
 rahiyası yırtık pırtık
 
 gardı bölük pörçük
 
 ışıltısı delik deşik
 
 ruhuna;
 
 hep aynı yoldan giden
 
 hep aynı taşa takılan
 
 hayalleri saçları gibi keçeleşmiş
 
 bastonu nasırlı bir eskici
 
 
 
 hırlaşan ilmikler tüner boynuna
 
 darağacında sırça köşkünden atılan zümrüdüanka
 
 
 
 sığınağı;
 
 hiç yaşlanmayan buğulu gülümsemeleri
 
 
 
 "Sanığın tutukluluk hali kendi içinde devam etmektedir...
 
 Sanığı hücresine götürün."
 
 
 
 Ekim 2005
- 
				Sökük: 2
 
 -KÖHNE KULÜBE-
 
 Sökük yüzün boş beşik
 sallanan kirli yaşlar
 
 kötülük bakıcı, imge elbiseli
 iyilik askılı
 
 yaşam bebek, bileklerinde karabasan
 umut oyuncak, bakıcıda
 
 kül makyaj, yüzün mezar
 ölüm aynan
 
 bol gelen gerçekte
 askılık yalan
 
 köhne kulüben zaman
 çizik tahtalarında yılların yalnızlığı
 
 bastonu nasırlı bir eskici
 köhne kulüben sırtında taşınan
 
 Kasım 2005
- 
				Sökük: 3
 
 "Sanığın kendi içindeki tutukluluk hali devam
 etmektedir.Sanığı hücresine götürün."
 
 -HÜCRE-
 
 iç ülkemdeki hapishanemde bir mahkumum
 kendi parmaklıklarımı kendim dövdüm
 
 hezeyandan örülme buhranlarım
 dört duvarıma çivili
 hazan mevsimimin kokularının kırıkları
 üzerine yapıştırılmış
 kalp grafiğindeki yükselip alçalan sinyallerden
 topuzlarına kadar keder atımlarından yollar kurulu
 
 günlerim tek tek asılı
 sesleri dokununca birbirine çarpışlarda
 kristalize süs eşyalarından dökülen tınılar
 hırıltılardan dokunmuş bir karnaval sunuyor loş karanlığa
 
 her bakışımda süs eşyalarında donuklaşma
 değişimleri buzlu gam parçalarına
 düşüşleri dağlardan dökülen çığ
 hücremin tabanındaki anılarıma
 eriyişleri sanki bir alev coğrafyasına dökülmüşcesine
 damla damla anılarımın her tarafında
 
 birleştiler
 dönüşümleri küçük küçük akarsular
 kendi oluşturdukları denizlerde bıraktıkları alüvyonlar
 deniz kabuklarında zaman gemileri demirli
 alüvyonların sürgün limanında
 
 hırçınım
 hepsini fayı tutmuş ömrümün dört duvarına attım
 yaklaştıkça ne zaman olduğu bilinmez deprem
 duvarlarım çatlak çatlak
 deniz kabuklarının dokunuşlarında
 yirmiyi aşkın gri çerçeveleri sınırlayan kırıklar
 
 çocukluğum hücremin tavanında
 sıvı kristal görüntülerin bulunduğu bilgisayar ekranı
 düşlerim kristallerde saklı
 sarsıntılarla çatladı
 ekrandan dört duvarıma akışlarda
 
 zaman gemilerinden sızıyor yıllarım
 yılankavi bir şekilde duvardaki kırıklarda
 yarıklardaki boşluklarda düşlerim
 ilerleyişleri kılcal damarlar misali
 anılarımdaki yaş denizlerine sarılışlarda
 dibe batışları suyun kaldırma kuvvetinden fazla
 isyanlarım gözyaşı denizlerinden sondajlamakta
 
 alevlerim yüzeyde
 
 asiyim
 hepsini duvarlardaki deniz kabuklarına fırlattım
 yanışları çıtır çıtır
 hücremi aydınlatışlarda
 
 külleri pastelleşti
 çerçeveleri tablolaştırdı
 
 dışardaki gardiyanıma verdim
 
 penceremin kenarında narin sesler
 umut misali bir kuş
 gözlerinde Dünyanın İnci'si şiir
 Kız Kulesi'nin karşısında biri
 zaman gemilerini yüzdürüyor
 tekrar alınmak üzere isyanları
 emanetçi martılarda
 
 keşke martılar sesleriyle hepsini satsa
 
 Haziran 2006
- 
				KEMİRGEN
 
 "Pardon!bakar mısınız? Siz de polyanna elbisesinden var mı?
 İçimdeki umut dilencilerine vereceğim de giymeleri için, çok
 pespaye görünüşleri var yazık gerçeğin soğuğunda donmasınlar."
 "Peki bu elbise onlara ne kadar dayanır?"
 "Başka arka sokaklardaki umut tacirlerine verene kadar!"
 "Ne için?"
 "Bir şişe yalan için...!"
 
 ...
 
 KEMİRGEN
 
 "Gül kurur,düşer yaprakları
 Bahar gelse de istemez yağmurları"
 
 
 
 Bende sen sende ben
 Koş desen çelme sen
 Bende gül sende gamze
 Yüz desen çizen de sen
 
 Koşu alanım önümde uzanıyor
 Zanlı adımlarım
 Düşünülmüş yolumda
 Rüzgara karşı
 Zaman itiyor durmadan
 Yerimde kalsam benden ne götürür?
 
 Bakışlarım uzak ufuklara semender
 Nazlı duvarlarında
 Örselenmiş kıvrımlarında
 Sınırlarıma karşı
 Zaman itiyor durmadan
 Sarmaşıklarla örülmüş aşka sarılsam ne olur?
 
 
 Ben bir satıcıyım
 Bir elimde acılarım
 Birinde hüzünlerim
 Elbiselerim delik deşik anılarım
 Yüzümde ölü gülüşlerim
 Gözlerimde boş bakışlar
 Satsam isyanlarımı alan olur mu?
 
 Zaman kemirgen varlık
 değil mi?
 Di(ü)şlerinde öğüttüğü benim
 lapa yapan da sen
 
 Ben bana benzerim
 Seni bana getiren budur
 Ben benden koparsam
 Seni sana getiren budur
 
 
 
 "Yüzüm sökülür yüzünde
 Yama tutmaz iğnelerin"
 
 
 
 Zaman geçti gözümün önünden
 Boş koşan geçmişin hipodromunda
 Çok koşan maskeli jokey(r)lerin
 Atbaşı gelecek ganyanında...
 
 ...
 
 "Gel kardeşim gel, çok satıyor bunlar"
 "Pardon çok satan ne?"
 "Beyaz yalanlar"
 "Bana bir iki tane lazımdı ama hiç sevgi kalmamış elimde.
 Acaba takas yapsam olur mu?"
 "Takas ama bakalım değerleri uyacak mı?"
 "Beş tane umut versem karşılar mı?"
 "Hayır olmaz ama onun yerine güzel maskelerimiz var
 onlardan verebiliriz..."
 "Aynı işi görür mü?"
 "Evet kardeşim niye görmesin bu devirde
 Ha maske olmuş ha söz ikisi de aynı kapıya çıkar"
 "Peki siz kimsiniz de bu kadar rahat konuşuyorsunuz?"
 "Sen"
 "Ben mi...ama ben nasıl olurum, siz bana benzemiyorsunuz ki"
 "Maskeler ne güne duruyor..."
 
 ...
 
 "Ne yaşanmıştır yaşanmış olanın ipliklerinde nasıl dokunduğunu zamanın anlatmak
 Ne yaşanmamıştır yaşanmamış olan yaşanmışlığın kiliminde yaşamı anlatmak..."dedim
 "Peki o kilimi dokuyanlar kim?"dedi
 
 O istedi, ben yazdım
 O küstü, ben ağladım
 O ipti, ben sandalye
 O aşktı, ben mezar...
 
 "Ben değilim"dedim
 "Sen kimsin?"dedi
 "Aynı sorunun vızıltısı bende de mevcut,bi bilsem kim olduğumu..."dedim
 "O zaman neye göre yaşıyorsun?"dedi
 
 Ocak 2006
- 
				KAYGAN YOL
 
 
 gülümseme; ikinci el tezgahlara düşmüş eski hatıralar gibi
 üzeri makyajlanmış sarkık geçmişin, sayı boncukları gibi
 tezgahlara dağıtılmış hezeyan pazarında...
 
 donu düşük kelimeler
 kaygan yolda düşer
 
 çıktı köyünden Kezban(*)
 bohçası sırtında isyan
 kız başına nere gidersin
 yol kaygan düşersin
 
 aldatmak;
 zerafeti bozuk sadakat elbisesi
 yarı açık düğmeler
 minneti çarpıtılmış özveri
 inanmak;
 jartiyeri kaçık aldanış
 malik ruhun yatağında
 saflığı örten ruj lekesi
 
 açık saçık öpücükler
 barakalaşmış arzuların
 kerpiç sevgileri
 yakası açılmadık cümleler
 amacı bozuk mala darbeleri
 aşkının hizmetçi bedenine
 
 ülküsü malikhane
 mülkü virane
 
 Şubat 2006
 
 (*) Sadece bir isim
 
 
- 
				AĞLASIN GÜZ
 
 Yaz doyumsuz zamana kuma
 Kapat gözlerini ’uzun bacaklı güneş’
 Aç her şeyini bulutların masmavi yatağında
 Ağlasın güz unutulmuş battaniyesinin altında
 
 Bakışları ıslaktı günlerin
 Kışın perdesinden hüznü aralarken yüzü
 Cemreler düşerken bulanık nefesinin buğusuna
 Bahar çığlıklarında yarı açık sürgün
 
 9 Mart 2006
- 
				BEN ARTIK SENDEN GİDİYORUM
 
 Ben artık senden gidiyorum
 Sende yeşermeyen bende meyve veren bir aşkla
 Ben artık seni sana bırakıyorum
 Bende olmayan sende olan hiçbir şeyle
 
 Sen uyanamadığım bir rüyaydın
 Gözlerim kapalı hep hayalinle orada kaldım
 Sen kalbime yerleşip sahibi oldun
 Ben sende misafir bile olamadım
 
 Sen hep gözlerimden bakışlarıma gidip geldin
 Sende dilsiz bende hiç susmayan hasretle
 Ağladığımda sığındığım tek limandın
 Ben artık gözyaşlarımdan gidiyorum
 
 Ağustos 2014
- 
				Gül Saçımı Bahar Bir Buket Hüzün
 
 Bu bahar başka yüzü döner aşka
 Gözyaşı eteğinde güzün yüzünü döker toprağa
 
 Sarı yapraklar hazin ardında kalan hüzün
 Gökyüzü gri bakışlarla cemrelere gebe güzün
 
 Bu aşk başka yüzü iğneliyici şaka
 Gülüş mimiklerinde baharın yüzünü saçar mehtaba
 
 Kararsız tomurcuklar sezeryan önünde uzanan heyelan
 Gökyüzü kızıl çatışlarla maviliğe gebe hezeyan
 
 Bu şaka serzeniş yüzü yanan terleyiş
 Boğazı düğümlenmiş yazın yüzü suratsız bekleyiş
 
 Yeşil yapraklar tutarsız ardında kalan huzursuz
 Gökyüzü soğuk bakışlarla boğukluğa gebe uğursuz
 
 Bu terleyiş perleniş yüzü kırık gülümseyiş
 Gamzesi bükülmüş kışın yüzü buruk bileyleniş
 
 Umutsuz başaklar hicran önünde uzanan hüsran
 Gökyüzü donuk çatışlarla aşksızlığa gebe hazan
 
 
 
 
 Bir başkayım bu akşam
 Gül saçımı bahar bir buket hüzün
 Kar taneleriyle bağlanmış güzün
 İçinde yazdan kurumuş yüzüm
 
 Bu masal devşirme hardan
 Ne kalbe yaslanır
 Ne dilde paslanır
 
 MART 2006
 
 ---------
 
 Eski Fotoğraflar: Saklambaç
 
 zaman saklambaç oyunu gibi
 gözlerin kapalı
 sayıyorsun tek tek ömrünü
 dürtüyorlar seni
 açıyorsun karşında melek yüzlü biri
 
 ebeleniyorsun...
 
 azmettirici zamanın ellerinde
 hayatın gaspı ölümün fidyesi
 
 zaman uzun uzadıya uzatır seni
 uzadıkça kısalırsın
 takar başparmağına kağıttan gemiyi
 yazar kaptanın adı soyadı
 eski bir fotoğraf gibi
 
 MAYIS 2006
 
 ---------
 
 Perde
 
 Ruhumda bakışlarının ipleri salınır
 Gözyaşlarımı asmaya
 İpler dokunur umut tersanelerinde
 Hüznümün penceresine perde
 Yüzünü açıp açıp ağlamaya
 Aşk düş kanatlı bir gemi desenlerinde
 
 Eylül 2006
 
 ---------
 
 Tadilat
 
 Dokuyor havanın soluğunu sonbahar
 Rüzgarın çığlıkları ilmek ilmek bağlıyor zamanı
 
 
 Hüzün;dudaklarımla gözlerim arasında duvar
 Üzerinde güzden dokulu kilim
 Çift katlı zamanın merdiveni dayalı
 
 Basamaklar kayıyor açıldığında dudaklarım
 Düşüyor nefesime
 
 
 Kırık tavandan sızan damla kristalize
 
 Bakışlarında soyunan sonbaharı giyindi yüzüm...
 
 Mart 2010
- 
				Bütün Dillerime Aykırısın Sen
 
 aşkımız;
 yaldızlı bir kitap kapağından farksız
 içi boş paragraflarla bezeli
 kelimeler doğru düzgün düşünülmemiş
 cümlelerin anlam aralığında bütünlük yok
 kavram kargaşalarıyla dolu sayfalar
 
 bir kitabın içindeyim
 beni kendisine hapsetmeyen bir roman
 bakışlarımda canlandıramadığım
 okurken,cümleler sadakatsiz
 kavrarken,düşünceler özverisiz
 o sayfalar da saklısın sen
 darmadağınık ve anlamını bulamadığım
 
 aşk dolgulu kelimeleri serdim paragraflarıma
 virgülü yanlış yerde kullandın
 o kadar üç nokta koymama rağmen
 sildin
 tek nokta koydun
 
 beni ayartıcı cümlelerinde nesneleştirdin
 kısa cümlelerle aldattın
 
 seni düz yazmaya çalıştım
 devrik oldun
 en önemli imla hatamsın
 ne her şeysin ne de hiçbir şey
 dil kurallarıma aykırısın sen
 
 
 seni özne yerine koydum geleceğimde
 belirtisiz nesneliği seçtin
 sandın ki hep sözde özneyim ben
 
 düşlerime kattım seni
 çok gereksiz sözcük kullanmışım
 anlatım bozukluğundan çıkmadın
 çizdim düşlerimi
 
 
 bütün dillerime aykırısın sen
 bütün algılarıma
 
 ufak can kırıkları koydum kelimelerimin arasına
 anladım ki
 sen bana hiç anlamlı cümle olmamışsın
 
 kitaptın ruhuma
 kalbimden çıkan
 
 Mart 2006
 
 
 Duvar
 
 Sanki arada çift taraflı bir duvar sessizlik
 Beni benden eden sesinin tınılarıyla dolu
 Üstü örülü sarmaşık
 suskunluğunla uzayan suskunluğum
 
 Harcında gömülü kalbimin atışları
 İçinde aşk denen hazine sandığı
 Bir konuşsan açılır titreyişi
 Gülümseyen sözlerine takarsın
 
 Kelimelerinin ışıltılarını serp
 kahve kokulu zarafet dokulu gözlerinden
 Sırılsıklam bir aşığın duygu sağanağına
 Bilesin ki yeniden yeşerir düşleri
 Sana kavuşacağı günün özlemiyle uzar kökleri
 
 Kasım 2009-Ocak 2010
 
 İçecek alır mısınız?
 
 buyrun!
 içecek alır mısınız?
 
 zaman bir semaver
 tak hayata
 dök geçmişe
 biraz anı kat
 gerçekliğin hüznüyle karıştır
 iç geleceği
 nasıl olsa yaşadıkça gelecekte geçmiş olacak
 bu biraz koyu oldu
 düş katalım açılsın
 yetmedi mi
 biraz da aşk
 gerçi rengi kırmızıya çaldı
 neyse karıştırın gitsin
 
 fiyatlarımıza ölüm dahildir
 ödeme yapmayı unutmayın!
 
 aslında firmamız müşteri memnuniyeti için çalışır
 memnun kalırsanız merkezimiz Zincirlikuyu'da
 şubelerimiz de her daim açıktır
 böyle bir hizmeti hayatta bulamazsınız!
 
 hoş geldiniz!
 buyrun şu masaya
 oradan bir tane fiş ver!
 
 afiyet olsun
 
 Ocak 2007
 
 Cetvel
 
 geleceğin kağıt üzerinde çizilmiş bir cetvelde
 başlangıç noktası koyulmuş
 ilk santimlerini bastırarak çizmiş kalemler
 mesafe ilerki bölümler
 inceden alınmış karar yüklü nokta komisyonu
 ilk santimlerinde özerksin bağımsız çizelgende
 senin konumların konumlandırılmakta
 
 kalemler çeşit çeşit
 düzlemeyi bilen gelmiş
 renk renk izler kağıtta
 özerkliğine müdahale
 sen ise bağımsızlık savaşındasın
 
 seni senden koparmaya çalışan
 senin kimliğine senden ziyade saldırı
 
 seçeneksiz yönlendirmelere yöntemler
 anlıyorum ki bu düzeni düzenler düzenler
 
 Ekim 2006
- 
				SON SEZON FİNALİ
 
 Yalnızlık diz boyu
 Yıllarını gözyaşlarına diz
 Bırak kalsın yüzünde izi
 Aynaya baktıkça tekrarını izlersin
 'aşk' diye oynadığın dizinin
 
 Şubat 2014
 
 SARHOŞ FISILTILAR
 
 sevişmek senleşmekle
 ölüm sevişmekte
 
 sereserpe yatmış
 alay eden öpücüklerin
 tavernada rakseden yüzlerde
 boyası akmış maskeler
 kıvrımlarında ıslaklık
 körpe bir sevgiden düşen
 
 nefesimde soğuk sıcaklık
 yastığımda sökük rayihan
 
 tenimde sarhoş fısıltılar
 inceden kahreden
 
 bir nefes duygusuzluk
 körkütük geceme düşen
 
 Temmuz 2005
 
 ANILAR HASTANESİNDE DÜŞ YANIKLARI
 
 Anılar hastanesinde hislerin kenarında bir figür
 Gri perdelere takılmış hazin desenli gipür
 Yüzü kendi içinde mahpus duvar resmi
 Düş yanıklarının yatağında demirli
 Yaşam mezarlığı damarlarında
 Enfeksiyon kapmış enjekte zaman
 İçinde dolaşır bukalemun günler
 Hüznün şırıngasının iğnelerinden damlar
 Mor mor izler bırakır
 
 Bıraktığı yansımaların yol olduğu acıların
 asimetriği neşelerin arasında kalır
 Birbirinin simetriği iki kalp
 İçlerinden bir doğru geçer
 İçi boş noktalar oluşmasını sağlar
 İçlerini sevgiler doldurur
 Sevgilerin sonsuz doğrularıdır aşk
 
 MART-HAZİRAN 2006
 
 ÇÖZÜNMÜŞ DÜŞLERİN RESMİ
 
 sensizliğin ortasında köhne bir bina zaman
 kaplamasız kapısında çizdiğim düşler
 bilinen bilinmez sanrısal sokakta
 pencereleri yalnızlığa yüz tutmuş hüzün mabedi
 
 tek bir resmin farklı suretleri var
 çiziklerin derinleştiği tahtalara asılmış
 tabloların boyası çözünmüş düşlerden
 
 çizikler artsa da
 resim hep aynı
 
 Aralık 2006
- 
				KIRIŞIK
 
 Karanlık olmasaydı ışık kendi doğasından gayri meşru
 karanlık doğururdu.
 
 
 
 yüzüne düşen ıslaklık eşrafı
 bilinçaltı küskün çocukluk mirası
 
 kalbinde aşkın adı
 menşei hüzün baladı
 
 Nisan 2008
 
 ...
 
 KÜVÖZ
 
 susar dil konuşmaz
 zincirlidir duyulamaz
 
 gözlerinde birikir tabular
 sızar titreyerek inceden
 sarsar bedenini çaresizlik
 
 sakatlanmıştır umutları
 bastonunda tahta kurusu inanmışlığı
 
 tenine değen acı ipek
 kısa kollu buhranlarında
 uzun kollu bilezikleri
 sırtında kambur
 önceden öngörülmüş adımları
 ne eli değer geleceğe
 ne gözü eğer geçmişi
 
 çöktürür bakışlarını
 ne sağa bakar
 sola kapalıdır pencereleri
 ne sola bakar
 sağa kelepçelidir kapıları
 uzaktır gökyüzü
 mazaallah gökten ahlak yağar
 önünde uzanan mizansen gibi
 yere oynar arzularının yüzgörümü perdesini
 
 odalarında gezer özgürce
 sokaklara çıkmış gibi
 duvarlarında örülüdür vitrinleri
 aynı evin içinde
 aynı mizansende döner durur
 
 o öğrenmemiştir yürümeyi
 yürütülmüştür
 o görmemiştir uzağı
 gösterilmiştir
 önceden uçması öğretilmiş kuş gibi
 
 bedeni taburcu yaşar
 ruhu küvözde susar
 
 susar dil konuşamaz
 zincirlidir duyuramaz
 
 Mayıs 2006
 
 ...
 
 ÜÇ YAMALI BOHÇA
 
 Ömür dediğin gelir geçer geriye kalan sebil umutlar
 Zaafiyeti aşka mahkum kalpte hasıraltı duygular küskün
 tablolar
 Natürmort sevgi kuramsal estetizmde donuk çizer peluş
 arzular
 Yalnızlık sergisinde uzun kuyruklar sepya bakışlar
 düşbozumu karalamalar
 Rengarenk çerçeveler giydirilmiş hüsranlar aynada yüzü
 vitray yaşlar
 
 Sözlerin yaşlanma belirtileri gösteriyor hayat
 ne kadar maskeyle yamayabilirsin
 Düşüncelerin kırışıklarla dolu
 Süslü kelimelerle makyajlarsın
 Cümlelerin aynasında kendi yüzünü göremezken
 ne kadar yansıma sağlayabilirsin
 Anlatımlarının temeli sarkık
 Tavanı eski kolunu yeni düşüncelerin
 Ne kadar sayfalarına yazabilirsin
 
 Ölüm dediğin çorabı kaçmış tango yapan rükuş adımlar
 Zarafeti pırlanta işlemeli elbisede ziyneti yaşamda kalmış
 aldatmalar
 Külden dokunmuş narsist sarılışlar smokinli partnere
 teslimi sokuluşlar
 Uçsuz bucaksız pistte matemli yankılar ekosu bozuk yıllar
 Rengarenk duvarlara asılmış tablolar aynada yüzü vitray
 yaşlar
 
 Hayat değerlisin ama gözyaşlarına değmezsin
 İbraz edilmiş kağıt parçası gibisin ciro edilmiş senede
 Limanların belli değil nerede çıkacağı bilinmez
 Akışı ters yöne olan nehirsin kayaların belli olmaz
 Yazarın aşikar her sayfan roman aynı anlamı örgülemezsin
 Hecelerinin anlam toplamı her zaman düşünüleni vermez
 
 Ömür karikatürize edilmiş zahiri nağmelere umutlu notalarda
 kategorize edilmiş nakarat
 
 Şubat-Mart 2006
 
 ...
 
 ESKİ FOTOĞRAFLAR: KAĞITTAN GEMİLER
 
 salınır zaman nehrinin içine
 kağıttan gemilere koyulur
 ıslandıkça batar
 ne kayalara vurmuştur
 o kadar günden kesilen kağıttan umutlar
 ne rüzgarlar almıştır
 o kadar buruşturulan hayalleri
 gider de gider
 anıların kağıttan gemileri
 
 selülozik gelecek
 ıslandıkça batar gözlerime
 
 bir fotoğrafta kalmıştır babamın sepya yüzü
 ne kadar yağlı boya görünsede gözleri
 aslında pasteldir dökülen izleri
 
 eski fotoğraflar boz liman
 kağıttan gemilerin loş barınağı
 
 Mayıs 2006
- 
				Şiirlerinizin tadına tam olarak varamadım.
 Rica etsem, bir kaç noktalama işareti alabilir miyim ?
- 
				Bundan sonra paylaşacaklarımın  üzerine serperim