Gecenin 4ünde buna devam etmek istediğimi düşünürken buldum kendimi ve işte burada;
---
İnsanlar ömürleri boyunca bir yerlerde bekler. Beklerken düşündüklerimiz yada ne yaptığımız önemli değil, bu cümleyi kurarken kendimi "insan" olarak görmem önemli. Çünki insan olmasaydım asla güzel günler için bekleyemezdim. Sürecin sonunda bazı şeyler daha önce hiç olmadıkları kadar değer kazanır. En berlirgin örnek ömür boyu hapis cezası almış birisinin asla suçundan tam anlamı ile pişman olamaması ile 23 yıl hapis yatarak şartlı tahliye almış birisinin farkıdır. İlki eğer cezasını çekmiş olursa boşu boşuna orada bulunduğu fikri ile kendini yiyip bitirmektense yaptığının haklı olduğunu sonuna kadar savunabilir ve var oluşunun koordinat noktasını çöpe atar. Öte yandan 23 yıl gibi uzun bir sürenin başlangıcını 18. yaş gününde yaşamış birisi bundan çok daha olgun davranış gösterebilir ve özgür olduğu her günün anlamı ile değerini bilerek atar tüm adımlarını.
Şimdi savunabilecek şey herkesin hapis deneyimi ile olgunlaşmasını önermek [1] olacaktır. Üzerinde düşününce bir başka canlıdan özgürlüğünü -o ne kadar habis, iğrenç, pis, zararlı veya dehşet verici olursa olsun- almanın onun ömrü boyunca taşıyabileceği tüm sıfatlardan daha ağır olduğunu görmek mümkün. Bunu duyumsayan biri diğer insanlardan daha insandır önermesi akılda tutulmalı [2]. Şimdi asıl sorun bir insanın beklemek zorunda olmasıdır durum ne olursa olsun, karınızı akşam sekizde başlayacak bir düğün yemeğine yetişmeniz için arabada motor çalışır halde beklerken yada annenizin siz sabah okula gitmeden önce eteğinizi ütülemesini beklerken sonuçlar için beklersiniz. Sonuçlar için bekliyor olmanız son önerme [3] olacaktır. Bu 3 önermeden en az birini kabul ettiğinizi var sayarak size şunu anlatmayı uygun görüyorum:
"Benim bir sırrım var, onu saklayabilir misin bilmiyorum ancak yapman gereken onu alıp mezarına götürmen. Sana anlatmamayı seçmem mümkün değil çünki eğer yapmazsam anlatmak zorunda kalacağım başka birini bulmak adına seni bırakıp gideceğim. Oysa seni seviyorum, seni severken seni bırakamam." O konuşurken kız usulca dinliyordu. Onun dinlemesi hoşuma gitmişti aslında ama konuşan onu benden kıskanıyordu. Onu seven oydu ben değil, diğerlerinden güçlü olmam onların hayatlarını yaşamalarına engel olabileceğim anlamına gelmez. Herkes özgürdür, bu çok kişilikli olduğunun bilincinde olan ve onlara diğer insanlara tanınan hakları tanıyan birisinin de düşünebileceği bir şey olmaktan öte bir evrensel görüştür. Diğerlerinin kendilerini şehirlere, evlerine ve en son odalarına kitlemeleri acınası bir davranış değildi de, kendilerini koruyorlardı sadece. Kimden mi? Elbette benim gibi insanlardan. Ancak benim tek bir insan olmamam kendimi onlardan ayırma gereğini görmemem demekti, 3 kişi ile aynı evde kalın; bu insanlar aile üyelerinizden olmasınlar ve çok yakın akrabanız olmasınlar. Onlar ile ne kadar sağlıklı bir yaşam sürebilirdiniz? Ortak amaçlarınız yokken ve ortak görüşlerini taşımıyorsanız bir uzun ay olacaktır cevap. Diğerlerinden biri bu kızı sevmişti, ona yaklaşmak ve onunla konuşmak istemişti. Onun ben olmadığını biliyorum, onu kendime katmak bile istemedim oysa, neden ona aşık olmuştu? Kızın yaşamının kendi dallanıp budaklanmış yaşamıma sarılan bir sarmaşık daha olmasını istemiyordum. Buna hemen bir son vermem gerektiğini düşürken elim diğer elimi sıkıca tuttu. "HAYIR!"
Walter'ın yüzünde bir şaşkınlık ibaresi belirmişti. İki uzun yıldır ona yaklaşmamıştı hiç bir erkek, kasabadaki kimse ona o gözle bakmıyordu, yedi abisi olan bir kızın yaşamı çok özenilesi değildir. Şimdi ona yaklaşan adam ise biraz... tuaftı. Onunla konuşmak istediğini söylemişti garsonluk yaptığı mekanda bir kahve ısrmarlarken. Aslında haftalardır kısa ama sıkıcı olmayan güzel anlar yaşamıştı onunla, ancak hiç birinde bu ciddiyet yoktu. Onun kendisine bir erkek arkadaş gibi değil bir arkadaş olarak yaklaştığından korkuyordu belki de. Her şeye rağmen bu güzel yaz akşamında kendi vardiyasının bittiği kafede onun ellerini tutmuş konuşuyordu: "Benim bir sırrım var, onu saklayabilir misin bilmiyorum ancak yapman gereken onu alıp mezarına götürmen. Sana anlatmamayı seçmem mümkün değil çünki eğer yapmazsam anlatmak zorunda kalacağım başka birini bulmak adına seni bırakıp gideceğim. Oysa seni seviyorum, seni severken seni bırakamam." sonra kısa bir sessizlik yaşandı, adamın yüzünde bir anlayış vardı ama sürekli değişen ifadesinde bunu yakalamak mucize gibiydi. "HAYIR!" diye bağırdığında ise etraflarındaki herkes onlara bakıyordu. Kızın ellerini bırakmış kendi elini ardından sol kolunu sağ kolu ile yatıştırmaya çalışıyordu.
Kızın yüzündeki korku değildi, hep korku olmaz mıydı? Bu kızın farklı olduğunu düşünüyordu, kabul etti çünki kendisi de onu hoş buluyordu. Miranda'yı kıskandırmak istemezdi ve bunu bir sır olarak saklarken öteki kendisi kız ile konuşmaya devam etti, kız onun elini tutarken sadece izlemeye karar verdi. Mekan kapanırken kapının önünde iki çift ilk kez öpüşüyordu.
Evine vardığında kalbi deli gibi çarpıyordu, tanrının unuttuğu bu izbe kasabada eğitimli, yakışıklı ve sevimli biri ona sevdiğini söylemiş ve uzun zaman sonra kalbini böylesine çarptırabilmişken ne yapacağını bilemez şekilde elleri titrerken bir bardak su içti önce. Hemen telefona gitmeliydi, bu tuvalet ihtiyacı güden birisinin yaptığından farksızdı. "Anne! Bugün ne oldu sana anlatmam lazım..." İçini boşalttığında bir süre sonra yanlız olmayacağını düşleyeceği yatağına doğru yola çıktı. Uzandığında tüy gibi gelmemişti ama "öncekinden rahat" şeklinde düşünebildi. "Sadece hapis yatmış, ne olacak ki sadece hapis yatmış ve pişman olmuş. Onu sevebilirim, bu hiç bir şeyi değiştirmez... sonuçta... ben de birini öldürmüştüm, ne olur ki. Dünya halen güzel" Kendi kendine konuşurken bir katil kimse onu bilmezken sırrı ile güzel uykusuna daldı, evini gözetleyen yüzlerce kişiden habersiz. Oysa biri onu ölü istiyordu ve bekliyordu.