Kayıp Rıhtım Arşiv Forum

Kurgu Güncesi => Kurgu İskelesi => Konuyu başlatan: Oghertay - 29 Nisan 2012, 16:48:43

Başlık: Hayalet Sokağı
Gönderen: Oghertay - 29 Nisan 2012, 16:48:43
(http://nd01.jxs.cz/814/784/ce8ff8e3f4_10342409_o2.jpg)

HAYALET SOKAĞI

BÖLÜM 1

   Şehrin tam göbeğindeki isimsiz bir sokakta vakit gece yarısını bulmuştu. Aşırı alkol tüketiminden dengesini yitirmiş ve sarhoş olduğunu anlamak için pek de zorlanılmayacak, kısa boylu ve göbekli bir adam şarkı söyleyip yalpalayarak ilerlemeye çalışıyordu dar sokakta. Söylediği kelimeler anlaşılmasa bile, mırıltı şeklinde çıkan sesinden bir şarkıyı seslendirmeye çalıştığı belli oluyordu.

Sarhoş adam sokağın ortasına doğru yaklaştığında kafasını kaldırdı ve gökyüzüne baktı. Bu bakış onun yere düşmesini epey bir kolaylaştırdı. Yere düşer düşmez de gülmeye başladı. Yaptığı aptallıklara gülmeyi başarabilen nadir insan topluluklarından birine sarhoş denir. Buna şüphe yok diye düşündü ve gülümsedi.

Uykusunun geldiğini hissetti ve bir an için gözlerini kapadı. Birkaç saniye sonra gözlerini açtığında her tarafın zifiri derecede karanlık olduğunu gördü. Az önce yolunu aydınlatan sokak lambaları sönmüştü. Rüyada ya da büyük ihtimalle kabusta olduğunu düşünerek hafif ve kendinden beklenmeyecek bir nazik tavırla tebessüm etti. Ayağa kalkmak için birkaç dakika uğraştı. Ayağa kalktığında tam karşısında beyazlar içinde bir şeyin olduğunu gördü. Kafasını öne eğerek dikkatlice baktı. Gözlerini ovuşturdu tekrar baktı. Vücudunda titremeler başladı ve yutkunarak;

“Seeen. Abi ben. Burda yattım. Rüya..” dedi.

Kekelemeye başlamıştı. Karşısındaki Beyazlının ayaklarının olmadığını fark ettiğinde, zamanın durduğunu hissetti. Kafasını arkaya çevirmeye korkuyordu. Kaçmaya korkuyordu.Bir heykel edasında Beyazlının yaklaşmasını izledi. Beyazlı yavaşça yanına yaklaştı. Adam gözyaşlarına hakim olamadı.

“Ben bişey yapmadım.” dedi.

Karşısında duran Beyazlının gözlerinin soluk gri renkte olduğunu fark ettiğinde bir daha gözlerine bakmaması gerektiğini düşündü. Yankılı bir ses duydu, olabildiğine korkunç ve kasvetli bir ses;

“Bu sokak hayaletlerle dolu ve sen hayaletlerin huzurunu bozdun.”  dedi.

Ses o kadar korkunç yükseklikte çıkmıştı ki, sarhoş adam bütün şehrin bu sesi duyduğuna yemin edebilirdi.

“Ben ben bilmiyordum sokak. Özür dilerim ben bir daha olmaz.” diyebildi.

Nefesinin tükendiğini hissetti. Sesi o kadar boğuk çıkmıştı ki anlamsız bir gürültüden ibaret ve anlamsızca konuşmuştu. Az önce zil zurna sarhoş olan bu adam şimdi ise sanki hiç içmemişçesine yalpalamadan duruyordu. Sadece elleri ve ayakları titriyordu. Nefes alamıyordu. Birkaç dakikadır nefes almadığını düşündü.

Karşısında duran Beyazlının vücudunun ortalarına doğru sabitleştirdi gözlerini. Dikkatlice baktığında karşısındakinin içinden geçiyordu bakışları ve asfaltı görebiliyordu. Beyazlının hareketlendiğini gördü. Elini beline attı ve tabancasını çıkardı. Bütün şarjörü Beyazlının üstüne boşalttı. Bütün şarjörün bitmesi saniyeler sürmüştü sanki.

Kafasını kaldırdığında karşısında duran Beyazlının aynı yerde durduğunu gördü. Hafif bir sesle;

“Hayaletlere kurşun geçmez mi?” diyebildi.

Beyazlı bütün bu olan bitenden sonra, beyazlar içindeki elbisesinin içinden bir bıçak çıkardı. Uzun bir bıçaktı bu. Bıçakta aynı kendisi gibi şeffaftı. Adam donup kaldı ve boğazının kuruduğunu hissetti.

“Huzuru bozanların cezası ölümdür.” dedi Beyazlı.

Sesi çok gaddarca gelmişti kulağa. Bıçağı savurduğunda, adam yaklaşık on senedir sahip olduğu göbeğini kaybettiğini fark etti. Bıçak darbesi o kadar hızlı ve güçlüydü ki adamın göbeği yoktu artık ve iç organları yere dökülüyordu. Beyazlı ikinci bir hamle daha yaptı ve adamın tek bir kolu vardı artık. Tabancayı tutan eli omzundan budanmıştı. Kanlar fışkırıyordu.  Adam inleyebiliyordu sadece. Dizlerinin üstüne çöktü. Beyazlının üçüncü hamlesi de kusursuzdu. Adamın kafası iç organlarının süslediği asfaltta kan gölünün içindeydi artık..


   “..ilinde Mezarlık Sokağı olarak adlandırılan mevkide sabah saatlerinde çöpçülerin ihbarı üzerine olay yerine giden polis ekipleri, çok acı bir manzarayla karşılaştı. Mesai arkadaşları olan Komiser Murat vahşice katledilmişti. Olay yerinde hiçbir güvenlik kamerası ve görgü şahidinin bulunmadığı belirtiliyor. Yetkilliler soruşturmayı derinleştirmek için çalışmalara başladı.



1.Bölüm Sonu
Başlık: Ynt: Hayalet Sokağı
Gönderen: Galaxie - 29 Nisan 2012, 16:57:50
Hikayen güzel ve akıcı olmuş. Ama izin verirsen birkaç şeye değinmek istiyorum;

sarhoş olduğunu anlamak için pekte zorlanılmayacak

Burada "pek de" olması lazım.

Rüyada yada büyük ihtimalle kabusta olduğunu düşünerek

Burada "ya da" olmalı. Bunlar ve bunlar gibi birkaç hata gördüm. Ama onun dışında çok güzel. Ben zaten böyle hayaletli olayları çok seviyorum. Ama keşke adamın silahlı olduğunu öykünün başında okuyabilseydik. Mesela yere düştüğünde silahla ilgili bir ayrıntı eklenebilirdi veya hayaleti ilk gördüğünde eli belindeki silaha gidebilirdi.

Devamını bekliyorum, kalemine sağlık :)
Başlık: Ynt: Hayalet Sokağı
Gönderen: Oghertay - 29 Nisan 2012, 17:01:11
Hikayen güzel ve akıcı olmuş. Ama izin verirsen birkaç şeye değinmek istiyorum;

sarhoş olduğunu anlamak için pekte zorlanılmayacak


Burada "pek de" olması lazım.

Rüyada yada büyük ihtimalle kabusta olduğunu düşünerek

Burada "ya da" olmalı. Bunlar ve bunlar gibi birkaç hata gördüm. Ama onun dışında çok güzel. Ben zaten böyle hayaletli olayları çok seviyorum. Ama keşke adamın silahlı olduğunu öykünün başında okuyabilseydik. Mesela yere düştüğünde silahla ilgili bir ayrıntı eklenebilirdi veya hayaleti ilk gördüğünde eli belindeki silaha gidebilirdi.

Devamını bekliyorum, kalemine sağlık :)
söylediğin hataları düzelttim:)çok teşekkür ederim efendim:) Dilbilgim zayıf benim ya.Ünide 4.senemde geçtim dersi.O kadar kötü yani:)
Başlık: Ynt: Hayalet Sokağı
Gönderen: beerold - 29 Nisan 2012, 18:11:48
 Benimde imla, noktalama ve anlatımında sadelik ile ilgili naçizane değinmek istediğim yerler var.

1-İlk cümledeki "göbeğindeki" kelimesinin ardından gelen virgülü kaldır. Hemen arkasından gelen cümlede anlatım bozuklukları var. Zarf-fiil olan "söyleyip" kelimesinden sonra da virgül kullanılmaz. "Nevri dönmek" ifadesinin asıl anlamı da çok sinirlenmektir. Herhalde sen burada midesi bulanmak anlamında kullanmışsın. İlk paragraf farklı olabilirdi. Örneğin;

"Vakit geceyarısını bulmuştu. Şehrin tam göbeğindeki isimsiz ve dar bir sokakta; sarhoş olduğu her halinden belli olan, kısa boylu ve göbekli bir adam yalpalayarak ve mırıldanarak ilerlemeye çalışıyordu. Söylediği kelimeler anlaşılmasa bile, sesinin tonundan bir şarkıyı seslendirmeye çalıştığı belliydi."

 Tamamını okudum ama diğer kısımlara çok değinmeyeceğim. Söylemek istediğim eğer üzerinde biraz daha düşünür ve dil bilgisi kurallarına dikkat edersen ortaya çok daha güzel yazılar çıkabilir. Başarılar dilerim.
Başlık: Ynt: Hayalet Sokağı
Gönderen: Oghertay - 29 Nisan 2012, 18:20:59
Benimde imla, noktalama ve anlatımında sadelik ile ilgili naçizane değinmek istediğim yerler var.

1-İlk cümledeki "göbeğindeki" kelimesinin ardından gelen virgülü kaldır. Hemen arkasından gelen cümlede anlatım bozuklukları var. Zarf-fiil olan "söyleyip" kelimesinden sonra da virgül kullanılmaz. "Nevri dönmek" ifadesinin asıl anlamı da çok sinirlenmektir. Herhalde sen burada midesi bulanmak anlamında kullanmışsın. İlk paragraf farklı olabilirdi. Örneğin;

"Vakit geceyarısını bulmuştu. Şehrin tam göbeğindeki isimsiz ve dar bir sokakta; sarhoş olduğu her halinden belli olan, kısa boylu ve göbekli bir adam yalpalayarak ve mırıldanarak ilerlemeye çalışıyordu. Söylediği kelimeler anlaşılmasa bile, sesinin tonundan bir şarkıyı seslendirmeye çalıştığı belliydi."

 Tamamını okudum ama diğer kısımlara çok değinmeyeceğim. Söylemek istediğim eğer üzerinde biraz daha düşünür ve dil bilgisi kurallarına dikkat edersen ortaya çok daha güzel yazılar çıkabilir. Başarılar dilerim.
dil bilgisi hatalarımı yüzüme vurduğun için teşekkürler:)
Biraz aceleyle yazdım ve dil bilgisi kuralları konusunun üstüne eğilmeyi düşünüyorum.Bazen hikayedeki cümlelenin sonu gelmeyecekmiş gibi oluyor.Buda dil bilgisi hatalarımdan kaynaklanıyor olmalı.
söylediğin hataları düzelttim ve teşekkür ederim:)
Başlık: Ynt: Hayalet Sokağı
Gönderen: beerold - 29 Nisan 2012, 19:22:58
 :) Kusura bakmayın. Hepimiz hatalarımızdan ders almaya çalışıyoruz bir şekilde. Tekrar başarılar dilerim.
Başlık: Ynt: Hayalet Sokağı
Gönderen: Oghertay - 30 Nisan 2012, 18:53:19
(http://www.platinhaber.com/d/news/29689.jpg)


BÖLÜM 2


   Kitapların kokusuna aşık olmuştu genç kız. Seviyordu kitapları. Kendi başına yaşamaya başladığı günden bu yana, boş zamanlarında hep kitap okuyordu. Hayaletleri araştırmak üzerine kurulmuş bir hayat. Hayaletler üzerine yayımlanan her türlü belge, bilgi, kitap ve her neyse araştırıyor buluyor, gerekirse alıyordu. Bazen sabaha kadar, boynu tutulana kadar okuyor, araştırıyor ve yazıyordu. Yatağına geçtiği zaman ise hemen uyuyamıyor ve hayallere dalıyordu. Küçük kardeşi bu durumu fark ettiğinde ona bir isim takmıştı. ”Hayalet Kız”.
   
Göz kapaklarına daha fazla direnemeyeceğini hissetti. Okuduğu kitabı masasının üstüne bıraktı. Odasına geçerken içinde televizyonu açma isteği uyandı. Televizyonu açtı ve kanepeye oturdu. Birkaç kanal zapladıktan sonra bir kanaldaki haber programına denk geldi.

..ilinde Mezarlık Sokağı olarak adlandırılan yerde sabah saatlerinde çöpçülerin ihbarı üzerine olay yerine giden polis ekipleri çok acı bir manzarayla karşılaştı. Mesai arkadaşları olan Komiser Murat vahşice katledilmişti. Olay yerinde hiçbir güvenlik kamerası ve görgü şahidinin bulunmadığı belirtiliyor. Yetkililer soruşturmayı derinleştirmek için çalışmalara başladı.

   Mezarlık sokağındaki bu ölüm ilgisini çekmişti. Birkaç dakika daha haberleri izledikten sonra yatağına gitti ve yattı.

...............................

   Komiser Murat’ın vahşice katledilmesinin ardından 8 gün geçmişti. Polisler yine aynı mevkide bu kez bir taksicinin cesedini buldular. Taksinin kapısı açılmış ve taksiden yüksek seste müzik sesi geliyordu. Arabanın içinde üç tane bira şişesi vardı ve adam taksinin hemen yanında parçalara bölünmüş halde bulunmuştu.

“Bu bir vahşet” dedi polis memuru Necati.

“Nasıl bir psikopat yapıyor bunu?” diye cevapladı Komiser Selim ve devam etti.

“Muratı öldüren sapık bu adamıda öldürmüş. Nasıl beceriyor? Aynı yerde neredeyse aynı noktada yapıyor bunu. Hiç mi korkmuyor yakalanmaktan?”

Polis memuru Necati gördüğü manzara karşısında midesinin bulandığını hissetti.

“Bu bir seri katil olmalı. Türkiye’de seri katil olur mu?”

“Artık o kadar çok film yapıyorlar ki bu konu üzerine. İnsanlar özeniyor olmalı. Daha doğrusu manyaklar”

“Haklısınız komiserim. Adamın ailesini aradık. Buraya gelip teşhis edecekler. Yüzünde yara izi yok ve tanınabilir halde. Kafası kopmuş ama yüzüne  birşey yapmamış pis herif.” dedi.

“Karısı yada çocuklarını çağırmasaydınız. Babası gelmeli. Karısının bu manzarayı görmesine göz yumamam.”

“Babasına haber verdik komiserim.” dedi memur.

Komiser Selim, aynı sokakta oturan yaşlı bir kadınla konuşan Başkomiser Ahmet’i gördü. Yanına gitti.

“Başkomiserim bu sokağa giriş çıkışları yasaklamayı öneriyorum. Belli ki katil bu civara dadanmış.”

“Evet bu sokağa giriş çıkışı yasaklamak için gereken başvuruları valiliğe iletin. Birde kamera istiyorum Selim. Tam bu noktaya odaklansın.”

“Başkomiserim isterseniz bu sokağı tamamen kameralarla donatabiliriz.”

Başkomiser gözlerini alan güneşe aldırmadan Selim’e doğru baktı.

“Evet Selim. Bu daha iyi olur” dedi. ”Seni bu konu ile görevlendiriyorum Selim. Bu pislik bir daha bu sokakta hiç kimseyi öldürmemeli. Bu bir skandal. Bu konuyla bizzat sen alakadar ol. O adamı bul ve adalete teslim et. Bu civara yakın bir yerde sana bir yer tutacağız ve sen bu sokağa hakim olacaksın.”

“Hiç şüpheniz olmasın başkomiserim. Murat'ı katleden o pislik kendini gösterdiği anda yakalanacak.”

   Olaydan bir gün sonra sokağın her noktasını görüntüleyen bir kamera sistemi kuruldu. Komiser Selim'e sokağa çok yakın bir yerde bir ev tutuldu. Kameraların görüntülenme merkezinide bu eve kurdular. Selim bu evde sokağı görüntüleyen kamera sistemiyle birlikte beklemeye başladı. Sokağa giriş çıkış yasak olduğu için bir hafta boyunca kimse giriş yapmadı.

Selim umutlarını yitirmeye başlamıştı ki 8. gün bir adam koşarak polisin uyarı işaretleri koyduğu sokağa daldı.Adam deli gibi koşuyordu.Selim uzandığı kanepeden doğruldu ve izlemeye koyuldu.

   Hızlı bir şekilde koşan adam cinayetlerin işlendiği noktaya yaklaştığında aniden durdu. Elinde tuttuğu çanta benzeri nesne elinden düştü ve diz çöktü. Adam kafasını bir havaya kaldırıyor, bir yere indiriyordu. Af diler gibi ellerini havaya kaldırdı. Komiser Selim çok şaşırmıştı. Adamın karşısında ve çevresinde hiçbir şey yoktu. Adam yalvarır gibiydi.

“Ne yapıyorsun geri zekalı adam?” diye söylendi.

   Komiser Selim sigara paketine uzandı ama sehpanın üzerinde duran paketi alamadı. Donup kalmıştı. Adamın havaya doğru uzattığı kolları kopmuştu. Adam deli gibi çırpınıyordu. Yere düşen kollar seçilebiliyordu. Selim tecrübesine dayanarak, adamın kollarından fışkıran sıvının kamera ekranında kırmızı görünmemesine rağmen kan olduğunu anlayabiliyordu. Adam bir süre yerde çırpındıktan sonra bir şekilde ayağa kalkmayı başarabilmişti.

Kollarını kaybettiği için dengesini sağlayamıyordu. İleriye doğru bir adım attı. Sabit duran ayağı bir ağacın devrilişi gibi vücudundan ayrıldı. Adam çaresiz bir şekilde yüzükoyun yere düştü. Komiser Selim hareket edemiyordu artık. Ekrana kilitlenmişti.

   Yerde yatan ve çırpınan adamın kafası kendiliğinden havaya doğru kalktı. Vücudunun aldığı şekil herhangi bir insanın yapabileceği bir duruş biçimine benzemiyordu. İki kolu olmayan, bir bacağını kaybetmiş ve yüzükoyun yerde yatan adamın kafası sanki birisi tarafından saçlarından tutularak çekilirmişcesine havaya doğru kalkıyordu. Komiser Selim ekrana doğru iyice yaklaştı. Biraz bu şekilde duran adamın vücudu, tekrar aynı şekilde yere düştü. Yalnız bir eksiklik vardı. Adamın kafası hala havada duruyordu. Komiser Selim telefonunu eline aldı ve başkomiseri aradı.

“Cinayet” diyebildi sadece telefonu açan başkomisere. Havada duran kafa yere düştü.


2.Bölümün Sonu

Başlık: Ynt: Hayalet Sokağı
Gönderen: Oghertay - 03 Mayıs 2012, 19:02:15
(http://www.veteknoloji.com/resimler/haberler/20111227101110_internet2.jpg)


BÖLÜM 3

“Kameranın görüntülerinden birşey anlaşılmıyor. Neler oluyor burada. Ne gördün nee?” dedi başkomiser.

Oldukça sinirliydi. En güvendiği adam kendinden geçmiş haldeydi. Kameralarda cinayet anı görünmüyordu. En son görülen kare kapkaçcı çocuğun koştuğu anlardı. Kameraların hepsi bozulmuştu.

“Birşeyler var orada. İnsan değil. Hayalet olmalı. Hiç görmedim onu, hiç.”

“Kimi görmedin Selim?”

“Katili başkomiserim. Katili göremedim.”

“Hayalet olduğuna inanmamı mı bekliyorsun”

“Başkomiserim ben..” dedi ve başkomiser sözünü kesti.

“İfadeni alsınlar ve ardından bir aylık bir tatile çık. Hiç iyi görünmüyorsun. Sokağı tamamıyla kapattıracağım ve devriye polisleri her saat başı burayı teftiş edecek. Şimdi gidebilirsin.” dedi.

Komiser Selim ifadesini verdikten sonra evine döndü. Bir aylık izine ayrılmıştı. Gördüğü daha doğrusu göremediği şey bir hayalet olmalıydı. 3 gün boyunca bu soruların cevabını aradı. Günün sonunda bilgisayarını açtı ve araştırmaya başladı. Birkaç fotoğraf buldu ama fotoğrafların üzerinde oynandığını düşündü. Hayaletler hakkında yazılan yazıları okumaya başladı. Kişisel bir blog sayfasına rast geldi.

Hayaletlerin var olduğuna inanmak ya da inanmamak sizin elinizde. Ama eğer var olduğuna inanıyorsanız ve onları gördüyseniz şu an yaşıyor olmanız da mümkün değil. Varlıklarını hissediyorsanız ise benimle iletişime geçin. Size yardım edebilirim."
^^hayaletkız^^

Hemen blog yazarıyla iletişime geçti. Karşılıklı mailleşmelerin sonunda telefon numarasını alıp aradı.

“Alo iyi günler. Umarım rahatsız etmiyorumdur.”

“Hayır beyefendi. Buyurun sizi dinliyorum. Maillerinizden pek birşey anlamadım.”

“Bir güvenlik kamerasından onları gördüm gözlerimle.”

“Kameralarda gözükselerdi bütün dünya varlıklarından haberdar olurdu. Sizinki bir göz yanılması olmalı.”

“Hayır. Hayaleti görmedim. Bir adamı katledişini gördüm. Adam yalvarırken kollarını kesti. Adamın çevresinde hiç kimseler yoktu. Onu öldürdü.”

“Mezarlık Sokağı cinayetleri değilmi?” dedi kız. Sesi hiç şaşırmışa benzemiyordu. “İsterseniz yüz yüze görüşelim.”

Komiser Selim bu soğukkanlılık karşısında oldukça şaşırmıştı.

“Tabi ki ama siz? Nasıl bu kadar soğukkanlı olabiliyorsunuz?”

“Hayatım boyunca onları araştırdım ve onları hissettim. Onlarla..” dedi ve duraksadı.

“Sanırım yüz yüze görüşsek daha iyi olacak.”

“Yarın öğlen vakti bir yer söyleyin bende geleyim.”

“Meydan Sokağındaki saat kulesinin orda. Yarın saat 13:00 de sizi bekliyor olacağım.”

“Bende orada olacağım hanımefendi. Peki nasıl tanıyacağım sizi?”

“Merak etme tanıyacaksın.” dedi kız ve devam etti. “İyi geceler. Size tavsiyem uyumaya çalışmanız. Yarın sorularınızın büyük bir kısmının cevabını verebileceğim kanaatindeyim.”

“Teşekkür ederim. Size de iyi geceler hanımefendi.” dedi ve telefonu kapattı.

   Gece boyunca uyumaya çalışan Selim bir türlü uyuyamıyordu. Gözlerini kapattığında cinayet anı gözlerinin önüne geliyordu. Aklını kurcalayan en temel soru; kendisi canlı olarak kamerada cinayeti görebildiği halde, birkaç saat sonra tekrarının izlenememesi ve kamera kayıtlarının bozulmasıydı. Acaba Selimin izlediğini fark etmişler miydi? ...


3.Bölümün Sonu
Başlık: Ynt: Hayalet Sokağı
Gönderen: Amras Ringeril - 03 Mayıs 2012, 20:06:40
Dil bilgisi öykünün atmosferine girebilmek açısından önemlidir. Bu yüzden o konuda eleştiriler alıyorsunuz. Son bölüme doğru düzeltmeye başlamışsınız ancak üzerinde durmanız gereken noktalar var hala (örneğin noktalama işaretlerinden sonra boşluk bırakmak, bağlaçlar).

Öyküye gelirsek, fikir olarak oldukça güzel, ilham verici ve heyecan uyandırıcı bir hikaye var karşımızda. Anlatım yaratılan ve düşünülen dehşetli atmosferi yansıtmakta biraz masum kalıyor açıkçası. Daha heyecan ve korku dolu bir öykü beklerdim. Tebrikler, öykünüzü tamamlamanız dileğiyle.
Başlık: Ynt: Hayalet Sokağı
Gönderen: Galaxie - 03 Mayıs 2012, 20:11:17
Uzun soluklu bir hikaye olacak gibi duruyor. Bu nedenle keşke biraz tasvir olsa. Yani çok az... Olay olup bitiveriyor çok hızlı ilerliyor. Halbuki biraz tasvirle çok daha güzel tatlar katılabilir. Hem biraz uzar hem okuması daha zevkli olur hem de kafamızda daha iyi canlandırırız. Elbette kafada canlandırma konusunda okuyucuya biraz serbest alan bırakılmalı, pay verilmeli. Ancak bu hikayede bize düşen biraz daha fazla diye düşünüyorum.

Hemen bitmesini istemiyorum ama olaylar çok hızlı gelişiyor...

Aslında bölümlerin kısa kısa olması okumayı çok daha kolaylaştırıyor. Ama ben yine de daha uzun olmasını  tercih ederdim sevdiğim bir öykünün...

Neyse onun dışında okumak çok zevkli. İşler yeni yeni hareketleniyor gibi. Konusu çok hoşuma gitti devamını okumak için sabırsızlanıyorum :)
Başlık: Ynt: Hayalet Sokağı
Gönderen: Oghertay - 03 Mayıs 2012, 20:11:40
Dil bilgisi öykünün atmosferine girebilmek açısından önemlidir. Bu yüzden o konuda eleştiriler alıyorsunuz. Son bölüme doğru düzeltmeye başlamışsınız ancak üzerinde durmanız gereken noktalar var hala (örneğin noktalama işaretlerinden sonra boşluk bırakmak, bağlaçlar).

Öyküye gelirsek, fikir olarak oldukça güzel, ilham verici ve heyecan uyandırıcı bir hikaye var karşımızda. Anlatım yaratılan ve düşünülen dehşetli atmosferi yansıtmakta biraz masum kalıyor açıkçası. Daha heyecan ve korku dolu bir öykü beklerdim. Tebrikler, öykünüzü tamamlamanız dileğiyle.
Vakit ayırıp okuduğunuz için teşekkür ederim.Gözlemlenen hataları düzeltmek için elimden geleni yapıcam(dil bilgisi kitabını baştan okumalıyım galiba)
Hikayeyi biraz daha şiddet ve korku dolu hale getirmeye çalışıp bitirmeyi düşünüyorum.
Tekrar teşekkürler...

Uzun soluklu bir hikaye olacak gibi duruyor. Bu nedenle keşke biraz tasvir olsa. Yani çok az... Olay olup bitiveriyor çok hızlı ilerliyor. Halbuki biraz tasvirle çok daha güzel tatlar katılabilir. Hem biraz uzar hem okuması daha zevkli olur hem de kafamızda daha iyi canlandırırız. Elbette kafada canlandırma konusunda okuyucuya biraz serbest alan bırakılmalı, pay düşmeli. Ancak bu hikayede bize düşen daha fazla diye düşünüyorum.

Hemen bitmesini istemiyorum ama olaylar çok hızlı gelişiyor...

Aslında bölümlerin kısa kısa olması okumayı çok daha kolaylaştırıyor. Ama ben yine de daha uzun olmasını  tercih ederdim sevdiğim bir öykünün...

Neyse onun dışında okumak çok zevkli. İşler yeni yeni hareketleniyor gibi. Konusu çok hoşuma gitti devamını okumak için sabırsızlanıyorum :)
Sevgili galaxie:)
Tasvir yapmanın gerekliliğinin farkındayım.Tasvirleri uzatırsam hikayenin çok uzun ve sıkıcı bir anlatıma bürüneceğinden korkuyorum.Olayları biraz daha hızlı geçiştirdiğim doğru.Biraz daha kan ve detaya girmeye çalışcam:)
Tekrar teşekkür ederim zamanını ayırdığın için
Başlık: Ynt: Hayalet Sokağı
Gönderen: Oghertay - 05 Mayıs 2012, 21:29:02
(http://i42.tinypic.com/2q3bwaw.jpg)

4.BÖLÜM

   Aynada sabaha kadar kırpmadığı gözlerinin içine baktı. Aynada baktığı kişi kendisi olmasına rağmen, bir an tanıyamadı. Gözleri kan çanağına dönmüş, saçları birbirine karışmış ve sakalları şekilsiz bir biçimde uzamıştı. Uzun boyu, koyu kahverengi gözleri, kemerli burnu ve kalın dudakları onu yakışıklı bir adam yapan ayrıntılardan birkaçıydı. Hep dikkat çeken bir adam olmuştu çevresinde. Şimdi bu haliyle sokaklarda yaşayan evsiz bir adamı andırdığını düşündü.

Günlerdir duşa girmemişti. Daha doğrusu girememişti. Okuduğu bir kitapta ;”Bir adam polis bile olsa, polisten de ziyade bir silahı olsa; an gelir ve korkar. Ne yiğitlik tasladığı silahı, ne de mangal kömürüne benzettiği yüreği onu bu korkunun içinden çekip çıkaramaz.” diye yazıyordu yazar.

Korkularının üstüne gitmesi gerektiğinin farkına vardı. Üzerindeki cinayet gününden kalma elbiselerini çıkardı ve banyoya doğru yöneldi. Odasından çıkıp koridora geçti. Banyo koridorun sonundaydı.

Banyo kapısı, Selim’in gözünde, nurla kaplı bir ışık dikdörtgeni şeklinde belirmişti. Koşarak gitmek ya da yürümek. İkisinin de arasında bir hızla o kapıya doğru hareket ediyordu. Sırtındaki tüylerin ürperdiğini hissetti. Acaba arkasında biri mi vardı? Bakmak ya da bakmamak. Bakarsa, yenilgiyi kabul edecekti. Korku, bu cesur adamı tamamıyla esir alacaktı. Bakmazsa da arkasından gelecek hançer darbesine karşı gardını alamayacaktı. Bütün bu gelgitlerin içerisinde kapıya yaklaştığını hissetti. Başarmak üzereydi. Bir adım, bir adım daha. Evet, tam olarak böyle işte. Elini kapının koluna değdirdiğinde bu büyük mücadelenin galibini de belirlemiş oluyordu. Kazanmıştı. Karanlığa yenik düşmemişti. Artık bir kahramandı o.

Epey bir süredir duş alırken gözlerini kapayıp, hayallere dalmak ve duştan çıkana dek gözlerini açmamak en büyük fantezisi olmuştu. Tabi ki yalnız girdiği zamanlarda bu geçerliydi. Uzun zaman önce ayrıldığı sevgilisinden bu yana da kadınlardan uzak duran bir ortaçağ rahibini andıran bir yaşantısı olmuştu. Bu gerçeği göz önüne alınca da uzun zamandır yalnız bir banyo seremonisi yaşadığını anlamak güç değildi.

Musluğu açtı ve buz gibi akan suya direnmeye başladı. Soğuk su vücuduna değdiğinde bağırmamak için kendini zor tutuyordu. Bir kaç dakikalık mücadeleden sonra suya alıştı. Soğuk su ile temas eden hücreleri, az önceki kahramanlık hikayesini hatırlayınca utanıyormuşçasına vücut ısısını ayarlama görevlerini yerine getirmiyorlar, belki de isyan bayraklarını göndere çekiyorlardı. Selim ise mantığına, az önceki olayın yaşanmadığını kabul ettirmekle meşguldü.

Gözlerini kapatıp açma aralığını o kadar kısa tutuyordu ki bu, içinde bulunduğu psikolojik durumu açıklar nitelikteydi. Oysa ki en büyük fantezisini bir gelenek haline getirmişti zamanla. Banyoda çok uzun süre kalmasa da, kirlerinden arınacak kadar kaldığından emin olup aceleyle banyodan çıktı.

Atlet’in icadından habersiz bir hayat sürmüştü şu ana kadar. Gömleğini sırtına geçirdi ve düğmelerini iliklemeye başladı. Giyinme işlemini tamamladıktan sonra aynanın karşısına geçip tekrar tanıdık birini aramaya başladı. Soğuk su sayesinde biraz kendine gelmişti. Az da olsa toparlanmış olmanın verdiği huzurla bilgisayarının başına döndü ve saate gözü ilişti.

Saat 11.04’ tü. Buluşmaya daha iki saat vardı. Evdeki tedirgin hava onu 4 gündür ıssız bir adama dönüştürmüştü. Evden çıkıp erkenden buluşma yerine gitmeye karar verdi. Telefonunu, sigara paketini ve çakmağını aldı. Yüzlerce kez kilitlerini kontrol ettiği kapısına yöneldi ve kilitleri açmaya başladı. Bütün bu ritüelleri tamamladıktan sonra tekrar kilitleme gereği duymadan kapıyı kapatıp merdivenlere yöneldi.


Saat Kulesi’nin karşısına vardığında saat 12.34’ tü. Yolda epeyce oyalanmış ve ayak üstü bir şeyler atıştırmıştı. Kulenin etrafına bakınmaya başladı. Birkaç simitçi, fotoğraf çekinen turistler ve koşuşan çocuklar gördü. Saat kulesinin tam önünde ise ona bakan bir çift göz vardı. Bir kadın ona bakıyordu.

Kadına doğru yönelip yolun karşısına geçti. Yaklaşırken kadını iyice inceleme imkanı bulmuştu. Kadın gotik bir stile sahipti ve saçları koyu siyah renkteydi. Vücudunda bir sürü dövme vardı. Küpeleri büyük ve birbirinden farklıydı. Tırnaklarındaki ojenin rengi de siyahtı. Çekici ve farklı bir görünüme sahip olduğunu düşündü Selim. Giydiği kısa siyah elbisenin sıfır kollu ve etek kısmının epey bir kısa olması genç polisin gözünden kaçmadı tabi ki ama, şu an bunları düşünecek bir ruh halinde değildi.

Kızın gotik bir görünüme sahip olması ve toplumun çoğu kesimi tarafından aykırı olarak değerlendirilmesi, Selim’in polislik sezilerini tekrar ortaya çıkarmış gibiydi. Kızın kollarında morluklar aradı ama bulamadı. Yüzünde beyaz toz zerreleri aradı. Bütün görebildiği ise kusursuz yüz hatları, siyah renk rujla kaplı da olsa dolgun dudaklar ve masmavi iki gözdü. Bu da azımsanmayacak bir güzellik göstergesi sayılırdı.

Kalp atışlarının hızlandığını hissetti. Heyecanlanmıştı. Sorularının cevaplarını alacağı için heyecanlanmış olmalıydı. Belki de kızın güzelliğiydi onu heyecanlandıran. Bu sorunun cevabını henüz bilmiyordu ve kadının tam karşısında durdu. Nezaket kurallarını uygulamanın zamanı gelmişti artık. Elini uzattı.

“Merhaba. İyi günler. Ben Selim.”

“İyi günler Selim bey. Ben Hayalet Kız.” dedi kadın ve tebessüm etti.

“Bir isminiz yok mu?”

“Melek.” dedi.

Selim de tebessüm etti.

“Tanıştığımıza memnun oldum Melek hanım.”

“Bende Selim bey” diye cevapladı kız.

“Nerede konuşalım?” diye sordu Selim.

“Karşıda bir kafe var. Oraya gidip konuşabiliriz.”

“Elbette” dedi Selim.

Kafeye doğru yürüdüler. Selim kalp atışlarına hakim olamıyordu. Konuşurken hızlı bir şekilde konuşmuş ve heyecanını belli etmemeye çalışmıştı. Bu gereksiz düşüncelerinin arasında kafeye girdiler. Kafe iki katlıydı. Üst katında bir terası vardı. Selim girerken kafenin tabelasına dikkat etti. Tabelada “Kayıp Rıhtım Kafe” yazıyordu.
 
Öğlen saatleri olduğu için insanlar, sıcaktan korunmak amacıyla bu kafeye sığınmış gibiydiler. İnsanlar soğuk içeceklerini yudumlarken Selim yine polislik sezileri ile aşağıda oturan insanların konuşmalarına, isteyerek kulak misafiri oldu. Kısa bir zaman diliminde dinleyebildiği kadarıyla insanlar Fantastik Edebiyat üzerine konuşmalar yapıyorlardı. Selim soruşturma açmaya ve tutuklamalar yapmaya gerek olmadığına karar verip Melek ile birlikte merdivenlerden yukarıya doğru çıkmaya başladı.

Melek önden yürüyordu. Teras katına çıktıklarında Selim’e doğru bakarak, dile getirmeden nereye oturmaları gerektiğini sorarcasına bir bakış attı. Selim tüm beyefendi nezaketini gösteren bir kol hareketiyle, terasın en ucundaki masayı işaret etti. Herşey eski Türk filmlerindeki gibi cereyan ediyordu. Selim’in günlerdir soğuklukla terbiye ettiği vücudu ısınır gibi olmuştu.

Masaya oturdular. Garson elindeki tepside boş bardaklar ve hoş bir gülümseme ile yanlarına geldi.

“Kayıp Rıhtım Kafe’ye hoşgeldiniz. Ne arzularsınız ?”

Melek portakal suyu istedi. Selim ise maden suyu getirmesini söyledi. Sade olması konusunda da garsonu uyardı.

Selim’in saatlerce sürdüğüne yemin edebileceği fakat gerçekte saniyeler süren bir göz temasından sonra Melek konuya giriş yaptı.

“Selim bey burada konuşacaklarımız sizi korkutabilir. Bu konuşmadan sonra kendinizi güvende hissetmeyebilirsiniz. O yüzden sizi uyarmak istiyorum.”

“Ne olursa olsun beni anlayabilecek birisi ile konuşmaya ihtiyacım var.”

“Peki o zaman. Lafı uzatmaya gerek yok.” dedi Melek. Anlaşıldığı kadarıyla bu gereksiz nezaketlerden sıkılmıştı.
“Selim Bey tam olarak ne gördünüz?”

“Cevabını sizin vereceğinizi umuyordum.” dedi Selim.

“Hayaletleri göremezsiniz. Onlar yaşayan insanlara görünmezler”

“O adam yaşıyordu ama.”

“Hayır o adam ölüyordu Selim bey. Sadece siz, onun infazını gördünüz.”

“Bunları nasıl bilebiliyorsunuz?”

“Benim bildiklerimi merak etmeniz çok ilginç. Asıl sormanız gereken soruyu henüz sormadınız.”

Selim boğazının kuruduğunu hissetti. Kalp atışlarına hakim olamadığını hissediyordu ve elleri terliyordu. Soracağı sorunu cevabından korkuyordu. Cesaretini topladı;

“Benim bu infazı gördüğümü biliyorlar mı?”

Melek, derin bir nefes aldı ve tam bu sırada garson geldi. Servisi yapan garson hızlı bir şekilde yanlarından uzaklaştı.

“Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?” diye soruyla cevap verdi Melek.

“Ben bilmiyorum. Hissetmiş olmalılar.”

“Evet onlar sizin izlediğinizi biliyorlardı.”

“Niye? Benim izlememi niye istesinler?” dedi. Kabullenmek istememişti bu gerçeği.

Melek duraksadı ve tekrar Selim’in gözlerinin içine baktı.

“İstemediler. Selim bey anlayamıyor musunuz?”

“Neyi anlayamıyorum ?”

“Üç tane cinayet oldu şu ana kadar orada değil mi ? Haberlerde söylendiğine göre üçü de aynı noktada işlenmiş.”

Selim’in kafasında, inşaat yapıp binayı tamamlamasını ve bütün denklemleri çözmesini engelleyen o eksik taşlar artık yerine oturmuştu. Selim bir bilge gibi hissetti kendini. Artık herşeye va’kıftı.

“Benim izlediğimi hissettiler fakat bana ulaşamadılar.”

“Evet tam olarak öyle Selim bey.”

“Peki ne yapmalıyım şimdi?”

“Bence hayatınız boyunca o sokağa adım atmayın. Bu olayı unutun ve hatırlamayın.”

“En yakın arkadaşımı öldürdüler.”

“Gidip tutuklamayı denemelisiniz o zaman.”

“O sokakta insanlar ölüyor. Birşeyler yapmalıyım. Üstelik sen bu bilgilere nereden ulaştın? Nasıl bilebiliyorsun? Anlayamıyorum.”

“Her kahramanın bir hikayesi vardır.” dedi genç kadın. Portakal suyundan ilk yudumunu aldı ve konuşmaya devam etti.

“Benim hikayem de sana benziyor aslında. Anlatmak isterdim ama dediğim gibi ben unutmayı seçenlerdenim.”

“Ya benim gibi unutmayı seçmeyenler. Onlar nerede?”

“Çoğu mezarda hatta neredeyse tamamı.”

“Mezarlık Sokağında var olan her neyse onu oradan uzaklaştırmalı ve geldiği yere geri göndermeliyim. Bunun için bana yardım etmelisin. Mezarlık Sokağı cinayetleri yüzünden kafayı sıyıran bir polis olmak istemiyorum. ”

“Üzgünüm ama yapabileceğin pek fazla bir şey olmadığı kanaatindeyim.”

“Peki, senin gözünün önünde kimi öldürdüler? Ya da kollarını ve bacaklarını koparıp, kafasını kestiler ? Ben bunları görüp te bir şey yapamayan korkaklardan biri olmak istemiyorum.”

Bu soruların bir cevabı vardı elbette. Fakat Selim çok sinirli bir şekilde sormuştu. Melek ona yardım etmeye çalışıyordu. O ise yaralı bir aslan gibi saldırganca davranıyordu.

Meleğin  kalbinin derinliklerine gömüp üzerini toprakla kapattığı bir hikaye vardı. Melek o hikayede küçük bir kızı canlandırıyordu. Yanan bir binanın içinde ölen insanları gören, ama elinden hiçbir şey gelmeyen masum bir çocuk. Üstelik olayın başından sonuna kadar şahit olan tek kişi de o küçük kızdı.

“Mezarlıklar rahatsız edilinmemesi gereken yerlerdir. Küçük bir çocukken oturduğumuz evin karşısında, bir mezarlığın üzerine yapılmış bir ev vardı. Bir yangın çıktı ve o binada yaşayan bütün insanlar çığlıklar atarak yandılar. Yaşlı insanlar ve küçük bebekler bile. Hepsi öldü. Bunların hepsini gören tek kişi ise bir kız çocuğuydu. ”

Selim çok akıllı bir adamdı ve Meleğin tahmin edemeyeceği bir çıkarımda bulundu.

“Hayaletlerin ateş yakabildiklerini bilmiyordum. Hayaletler ateş yakabiliyorlarsa niye insanlara görünüp onları öldürsünler ki. Belki birileri yardım etmiştir. Belki de ...” dedi Selim. Cümlesini tamamlayamadı.

Melek cümlenin tamamlanmasına izin vermeden masadan kalktı. Çok sinirlenmişti. Yıllardır kendine bile söyleyemediği bir gerçek ortaya çıkıyordu. Buna izin veremezdi. Bu noktadan sonra sorulacak sorular Meleğin bütün savunma mekanizmalarını kıracaktı. Masadan çantasnı aldı. Selim çantayı alan o narin ellerin titrediğini gördü. Az önceki cesur kız gitmiş ve yerine huysuz bir çocuk gelmişti.

“Ben size yardım etmeye çalışıyordum. Madem ki beni yargılamayı seçiyorsunuz, kendi korkularınızla kendiniz yüzleşin o zaman.“ dedi ve merdivenlere doğru yürüdü.

Merdivenlerinin ilk basamağına adımını attığında gözleri yaşlarla doldu. Karşısında bir polis vardı. Oldukça akıllı bir adama benzeyen bu polisin olaylara farklı perspektiflerden bakabileceği aklına geldi. Hayaletlerin ateş yakması çok saçma birşeydi ve polis inanmamıştı. Bu durumda o ateşi yakan tek bir kişi olabilirdi. Görgü şahidi olan o küçük kız...

4. Bölümün Sonu
Başlık: Ynt: Hayalet Sokağı
Gönderen: Galaxie - 06 Mayıs 2012, 23:12:47
Alıntı yapılan: Oghertay
Kayıp Rıhtım Kafe

Çok güzel bir jest olmuş. Kimsenin fark etmemesine şaşırdım...

Öyküye gelince, bence önceki bölümlerden çok daha iyi. Bölüm sonuna doğru yine baya hız kazandı ama yine de güzel bir anlatımın var.

Ne diyeyim, devamını bekliyorum yine :)
Başlık: Ynt: Hayalet Sokağı
Gönderen: Oghertay - 06 Mayıs 2012, 23:15:57
Zaman ayırıp okuduğun için teşekkürler galaxie :)
Başlık: Ynt: Hayalet Sokağı
Gönderen: Oghertay - 22 Mayıs 2012, 00:51:54
(http://t2.gstatic.com/images?q=tbn:ANd9GcRkio4fBxAez7vecFbFHCKumOcdOydEQJaB9bDnFV3d4alCg0VsFw&t=1)
BÖLÜM 5

   Hala ağlıyordu. Buluşmadan sonra akmaya başlayan göz yaşlarına hakim olamıyor ve vücudunun en masum zerrelerini boşluğa bırakıyordu. Eve gelirken sigaraya ihtiyacı olacağını düşünüp, marketten sigara almayı akıl edebilmişti. Marketçinin “kedi kesen” olarak tabir edebileceği ve her insanın göremeyeceği bir güzellikle kutsanmıştı aslında. Siyah hüznün rengiydi ve onun başka bir renk seçme özgürlüğü yoktu.

   Bir sigara daha yaktı. Artık başını döndürmüyordu sigaralar, yapabildikleri tek şey ciğerlerini zehirle doldurmaktı. Derin derin nefesler çekti, derinlere tüpsüz dalış yapan dalgıçların dalmadan önce yaptıkları gibi. İçinde bir yerlerde bağırıp çağıran, kaybedilen ve hiç yaşayamadığı çocukluğu vardı. Hastaneler ile evi ve hiç ait olduğunu hissedemediği okulu arasında geçen bir çocukluk. Katran karası korkularla bezenmiş kabusların kucağında, çığlıklar atarak uyandığı sabahları hatırladıkça hüzünle doluyordu ve hıçkırıyordu. Hıçkırıkları dumanlara boğuluyor ve kayboluyordu odanın loş ışığında.

   Saat epeyce bir ilerlemiş ve gün doğumuna yaklaşmıştı. Artık midesinin daha fazla nikotin yüklemesini kaldıramayacak kadar zayıf olduğunu hissettiğinde, yatak odasına doğru yürümeye başladı. Yatak odasını kapısını açtığı anda arkasında sırtını yalayan bir soğukluk hissetti. Sanki birileri sırtına dokunmuş ve ona arkasını dönmesini söylemişti. Olduğu yerde bir heykel edasında kalakaldı ve hareket kabiliyetlerini bir süreliğine kullanamadı. Arkasını döndüğünde ise odasının karşısında duran, kapısı açık mutfağın penceresinin sonuna kadar açık olduğunu fark etti. Kendi odasının kapısını açınca oluşan cereyan onu, bir anlığına faili meçhul cinayetlerin ve korku filmlerinin içerisine sokuvermişti. Hızlı adımlarla mutfağa yöneldi ve pencereyi kapattı.

   Artık yatağındaydı. Yatak odası apartman boşluğuna baktığı için penceresi yoktu. İçeriye ışıkta girmiyordu ki, bu da odayı tamamıyla karanlık yapıyordu. Çok yorgun hissediyordu. Sigara başını ağrıtmıştı ve gözleri sızlıyordu. Üzerinde buluşmadan beri bulunan elbisesi ile yatağa girmişti ve huzursuz hissetti kendini. Yatağından doğruldu, ayağa kalktı ve elbisesini çıkardı. Çamaşır sepetine doğru tam isabet bir atış yaptı ve tekrar yatağına doğru yönelirken bir ses duydu. Derinlerden gelen bir ses. Duymak ile duyamamak arasında süregelen bir kısalıkta;“Tık, Tık, Tık.”

   Biri kapıyı çalmış olmalıydı. Ama bu saatte kim? Komiser Selim? Hayır o olamazdı. Evinin adresini vermemişti. Takip mi etti yoksa? Yok, hayır. O kadar da değil. Bu düpedüz sapıklık olurdu. Peki kim çaldı bu lanet olası kapıyı? Yatağından kalkıp kapıya bakabilirdi ama şehir artık hiç güvenli değildi. Gözü dönmüş bir banka soyguncusu polislerden kaçarken bu evi saklanmak için kullanmak istiyor olabilirdi. Gülümsemeliydi bu saçma düşüncelerine ama beceremedi.  Bu düşünceler arasında yatağının üstünde iki üç dakika kadar oturduktan sonra çok yorgun olduğunu fark etti. Kapının çalmasının bir duygusal sanrı olabileceğinin farkına vardı. Yastığına kafasını koydu ve yorganını üstüne çekti. O kadar yorgundu ki gözleri kapanıverdi, masal dinleyen bir çocuğun göz kapaklarının kapanışını andıran bir masumlukla.

   Rüyasında uyandı. Yatağında doğruldu. Burası onun yatağı değildi ve onun odası da olamazdı. Çünkü bu odada gece lambası vardı. Bir çizgi film karakterinin posteri de tam karşısına özenlice asılmış ve gülücükler saçıyordu etrafa. Küçükken oturdukları evdeki odasındaydı. O çizgi film karakteri de en sevdiği çizgi film karakterinin ta kendisiydi ve babasına bu posteri aldırmak için günlerce yalvarmıştı. Posterin yanında da bir boy aynası duruyordu. Küçükken daha süslüymüşüm diye düşündü. Ayağa kalktı ve aynada kendini gördü. Ama bir yanlışlık vardı. Çocukluk hali ile karşılaşacağını sanırken sabah ki elbisesi ile aynanın karşısında belirmişti. Peki küçüklüğü neredeydi? Korktuğunu hissetti ve arkasını dönüp caddeye bakan pencereye yöneldi.

Akşam vaktiydi ve çocuklar saklambaç oynuyorlardı. Küçüklük arkadaşlarından Pelin’i gördü. Pelin’i o evden taşındıkları günden bu yana hiç görmemişti. Küçükken nefret ettiği bu kız şimdi içini ısıtan bir arkadaşı oluvermişti. Pelin ebe olmuş ve sayıyordu. Bütün çocuklar aşağıya doğru kaçarken bir kız çocuğu, caddenin tam karşısında duran ahşap evin içine doğru giriyordu. Pembe elbisesini hemen tanıdı. Kendi çocukluğunu görüyordu. Çocukluk hali o eve giriyordu. Pencereyi açmak istedi ama pencerenin bir kolu yoktu. Arkasını hızla döndü ve kapıya koştu ama kapı da yoktu. Her taraf duvardı ve sadece caddeye bakan duvarda bir pencere vardı. Yatak, poster ve ayna yok olmuştu. Olduğu yerde kaldı. Sonra kendini toparladı. Kendine bir tokat attı ve yüzünün acıdığını hissetti. “Rüyada değil miyim ben?” Rüyada olmalıydı bunların mantıklı bir açıklaması olamazdı. Bu soruların cevapları ile daha fazla uğraşamayacağını hissedip tekrar pencereye yöneldi. Bu sefer pencerenin sonuna kadar açık olduğunu fark etti. Gecenin karanlığı ve elektriklerin kesilmesi sokağı çok koyu bir karanlığa gömmüştü.

Küçük Melek’i ararken ahşap evin önüne park etmiş bir tanker gördü. Birden bir sokak lambası yandı ve tankerin altından sızan sıvıların, ahşap eve doğru eğimli olan sokaktan, o eve doğru bir küçük nehir gibi aktığını gördü. Elinde sımsıkı bir şeyler tutan bir çocuk vardı. Tankerin çok uzağında ve kendi evlerinin önünde. Çocuk tankere doğru yürüdü. Karanlıktan hiç korkmuyordu. Elinde tuttuğu şeyi karıştırmaya başladı. Bir kıvılcım belirdi karanlık sokakta ve çocuk yaktığı kibrit çöpünü yere attı. Koşarak pencereye doğru gelmeye başladı. O küçük kıvılcım, kıvrımlar çizerek tankere doğru yöneldi. Çok ağır ilerliyordu kıvılcımlar. Gözlerini kıvılcımlardan alıp çocuğa doğru yöneltti. Pembe pijamalar giymiş kendi çocukluğunu gördü. Pencerenin önüne koyduğu sandalyeye tırmanan çocuk pencereden içeriye atladı ve pencereyi kapattı. İki elini çenesine koydu ve izlemeye başladı. Tanker büyük bir gürültü ile patladı ve ahşap evi bir anda büyük ateş kıvılcımları sardı. Melek kendi küçüklüğüne baktı.

“Ne yaptın sen?” dedi telaşlı bir ses tonuyla.

“Ben yapmadım Melek. Sen yaptın.”

“Hayır ben yapmadım. Hayır. Ben yapmadım. Hayır.”

“Sen yaptın Melek. Şimdi çığlıkları dinle. Çok sevdiğin Şeker Hüseyin dede pencereden atlayacak, bak.” dedi çocuk.

   Pencereden yanan bir adam atladı çığlıklar atarak. Melek kafasını çevirdi ama çocuk sert bir şekilde kolundan tuttu ve kafası istenmeyen bir biçimde tekrar bu manzaraya döndü. Pamuk gibi bembeyaz sakalları ile küçük çocuklara şekerler veren ve ahşap evin en üst katında yalnız yaşayan Hüseyin dede çığlıklar atarak yere düşüyordu. Vücudunu kıvılcımlar saran bu adamın bembeyaz sakalları görünebiliyordu.

“İkiz bebekleri olan Aysel Teyzenin haykırışlarını duyabiliyor musun? O bebekler daha 4 aylıktı.” dedi çocuk. Sesi o kadar zalimce geliyordu ki kulağa Melek bu çocuktan nefret etmişti. “Hayıııır. Yardım edin. Kurtarın bebeklerimi. Hayııııır.” O kadar içten gelen bir sesti ki bu Melek gözyaşlarını tutamadı. Bir anne kendi canından geçmiş, çocukları için haykırıyordu.

İnsanların acı dolu çığlıkları yankılanıyordu kulaklarında. Kulaklarını tıkamak istiyordu ama beceremiyordu. Kollarını hareket ettiremiyor vücuduna söz geçiremiyordu. Tekrar insanların sesini duydu ve sonra bebeklerini çığlıkları yükseldi ateşlerin arasından. Çocuk, Meleğin kolunu bıraktı. Melek dengesini yitirdi ve düşmeye başladı. Az önce bir odadayken, şimdi gökyüzünden aşağıya doğru süzülüyordu, tam ateşin üstüne doğru.


   “Hayııııııııııııır.” dedi. Kan ter içinde kalmıştı. Odası aydınlıktı. Güneş doğmuştu ve yeni bir gün başlamıştı. Melek yatağında doğruldu ve ağlamaya başladı. Yatağının yanındaki komidinin üstünde duran küçüklük fotoğrafını eline aldı ve çok sert bir şekilde yere fırlattı. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Ayağa kalktı ve salona koştu. Telefonunu eline aldı. En son arananlar listesinden bir numara seçti ve aradı.

“Alo. Melek Hanım?” dedi telefonu açan erkek sesi.

“Selim Bey, tekrar görüşmeliyiz.” dedi Melek. Sesi titriyor ve hıçkırıyordu…


5.Bölümün Sonu
Başlık: Ynt: Hayalet Sokağı -6-
Gönderen: Oghertay - 27 Mayıs 2012, 15:05:48
(https://encrypted-tbn2.google.com/images?q=tbn:ANd9GcQg1vSYqep1LnSlOVL8T5W3tTrKgX6tuqpfTZTzi8VUhTzmL1Jj)

BÖLÜM 6



12 Mayıs 2015 – İstanbul

“Sizi bu kadar hüzünlendiren nedir? Bir hatam mı oldu? Eğer öyle bir şey varsa gerçekten özür dilerim.”

“Hayır Selim bey. Sizinle alakalı bir durum değil bu. Yüzleşmekten kaçındığım şeylerle artık yüzleşmem gerektiğini fark ettim.”

“Nasıl yani?”

“O kafede otururken size hayatımın en karanlık gerçeğini söyledim. Evet Selim Bey, Ben bir katilim. İnsanları öldürdüm. Yaşlı bir adamı ve küçük bebekleri..” dedi Melek. Cümlesini tamamlayamamıştı. Gözlerinden yaşlar süzülüyor ve hıçkırıyordu.

“Neler söylüyorsunuz Melek Hanım? Biraz sakin olur musunuz?” dedi Selim ve elini Melek’in eline doğru uzatarak, bir şefkat yoğunluğu ile kavradı. Kendi ellerinin soğuk olduğunu düşünüyordu fakat Melek’in elleri buz gibiydi.

Selimin evindeki tek kanepeye yan yana oturmuşlar fakat aralarındaki o gizemi ve resmiyeti yitirmek istemezmişçesine, ikisi de uç taraflara yerleşmişlerdi. Selim, karşısında hüngür hüngür ağlayan bu kadını sakinleştirmek için ellerini tutmuş ve sonra yavaşça yanına sokulmuştu. Melek, elini tutan bu yakışıklı ve babacan tavırlı adama koşulsuz kalamamış ve başını bu adamın omzuna yaslayıvermişti.

“Hayatımı mahveden bir olay bu. Hiç kimse bilmiyor. Artık dayanamayacağım. Bu suçun bedelini ödemeliyim.”

“Lütfen sakin olun. Ne yaptınız ki kendinizi bu kadar suçluyorsunuz?”

Melek ağır bir şekilde başını yaslamış olduğu omuzdan kaldırdı “Saklambaç oynamayı sever misiniz? Daha doğrusu sever miydiniz?” diye sordu. Hıçkırıkları kesilmiş ve kendini toplamış gibiydi. Selimin elini çok sıkı bir şekilde kavramış olması bu adama güvendiğini anlatır gibiydi.

“Evet. Küçükken çok oynardık ve severdim de.”

“Bende çok severdim. Küçük bir çocukken, her gün akşama kadar oynardık. Hatta akşamları da çıkıp kaldığımız yerden devam ederdik. Bir akşam üstü yine bu şekilde bir oyunun içindeyken, saklanmak için evimizin karşısındaki ahşap evin kapısından içeriye girdim. Bu ev 3 katlı bir evdi ve her katta bir daire vardı. En üstte yaşlı Hüseyin dede, ortanca katta mahallenin bakkalı Erdal amca ve eşi, alt katta Ferit ağabey ve eşi Aysel teyze, zemin katta ise 3 tane öğrenci oturuyordu. O evdeki herkesi tanıyordum ve seviyordum. O gün oraya girdiğim an elektrikler kesildi ve korktum. Beni bulamasınlar diye zemin katında aşağısına, bodruma doğru girmiştim. Merdivenleri bulmaya çalıştım ama çok karanlıktı, bulamadım. Karanlıklardan bir ses duydum. Çok derinlerden geliyordu ve çok acımasız bir sesti bu. Birileri, sanki bir koroymuşçasına “Hayaletlerin huzurunu bozan da kim!” diye bana seslendi. Ben ağlamaya başladım. O anda elektrikler geldi ve oradan çıktım.”

“Onları gördün mü?” dedi Selim. Melek anlatırken hiç nefes almamış gibiydi. Sesi boğuk çıkmıştı.

“Hayır Selim. Onları görürsen ölürsün. Sadece ölüler, hayaletleri görebilir.” dedi ve gözleri ile Selimin gözlerini buldu. Selim az önceki samimiyet içeren cümleyi hemen kavramıştı ve gereksiz nezaket ifadelerini kullanmayacakları için çok mutluydu. Bunun yanında bu olayın devamında neler olduğunu da merak ediyordu. Bunları düşünmesi, yüzünün garip bir hal almasına neden olmuştu. Sırıtmak ile sırıtmamak arasındaki ince ama bir o kadarda kaba bir görüntüsü vardı.

“Peki ya sonra ne oldu Melek?” dedi. Melek dememesi gerekliydi bu soruda ama dayanamamış ve samimiyetlerini bir kez daha onaylatmak istercesine zaruri olarak çıkarıvermişti ağzından.

Melek bu göndermeyi umursamazmışçasına büyük bir heyecanla ”Bu olaydan birkaç gün sonra, geceleri bu garip sesler kulağımda çınlıyordu artık. Her gece hiç aksatmadan benimle konuşmaya çalışıyorlardı. Onları göremiyordum ama duyabiliyordum.” Melek yine hüzünlendi ve hıçkırmaya başladı.

Selim az önce böyle bir yükümlülüğü yokken, birden bire teselli edici ve sakinleştirici esas adam rolüne bürünen, kendinden emin bir ses tonuyla;
 “Babana, annene ya da başka birine bu seslerden bahsettin mi?” diye sordu. Bu garip olayda ki hayaletler hiç ilgisini çekmemiş ve çok normal karşılamış gibiydi.

“Elbette ettim. Babam birkaç gün yanımda yattı. Babam yanımdayken bile o sesleri duyabiliyordum. Babamı uyandırdım ve sesleri duyup duymadığını sordum. Duymadığını söyledi ve doktora götürdü beni. Hayatımın 4 senesini hastane köşelerinde, psikologların sorularına maruz kalarak geçirdim. Onlara her şeyi anlattım ama inanmadılar.” dedi ve sustu. Uzun bir süre belki bir dakika, belki beş dakika, belki de bir ömür, bir boşluğa yöneltti bakışlarını. Dalıp gitmişti o günlere. Sessizliği bozan Selim’in bir sorusu oldu.

“Ya sonra?”

“Sonra mı?”.

 Melek az önceki söylediklerini unutmuşçasına şaşırmıştı. Ama artık herşeyi anlatmakta kararlıydı.
“Seslere alışmaya başlamıştım artık. Kafamın içinde dönen o seslere cevaplar vermeye başladım. Adımı sordular, adımı söyledim. Bundan sonra adım ile hitap etmeye başladılar ve beni çağırdılar.” dedi ve yutkundu. Biraz duraksadıktan sonra devam etti. “Beni rahat bırakacaklarını ama önce onların istediği bir şeyi yapmam gerektiğini söylediler. Ne yapacağımı sordum. Sadece bir ateş yakmam gerektiğini söylediler. Niçin diye sordum. Özgür kalmak istediklerini söylediler.” dedi ve tekrar Selim’in gözlerinin içine baktı.

”Ben küçük bir çocuktum sadece. Neyin iyi neyin kötü olduğunu bilmiyordum.” dedi. Bunları söylerken yüzünün aldığı o hal en duygusuz insanları bile dize getirebilecek derecede masumdu. Biraz duraksadıktan sonra devam etti. ”Kabul ettiğimde, beklememi söylediler. Bir Çarşamba günüydü. Akşam vakti ahşap evin önüne, bir tanker yaklaştı. Orada kaldı. Sonradan öğrendik ki tanker bozulmuş ve akşam olduğu için sahibi orada bırakmak zorunda kalmış. Gece olduğunda, uykumdan uyandırdılar ve pencereyi açıp odamdaki küçük sandalyemi dışarıya çıkarmamı istediler. Dediklerini yaptım. Sonra mutfağa gidip masanın üzerinde duran kibriti almamı söylediler. Dediklerini yaptım. Pencereden dışarıya çıkmamı istediler. Zemin katta oturduğumuz için dışarıdaki sandalyeye basıp dışarıya çıktım. Tankerin yakınına gelmemi söylediler ve tankere yaklaştım. Kibriti yakıp yere atmamı ve odama dönüp penceremi kapatmamı istediler. Dediklerini yaptım. Odama tekrar çıkıp pencereyi kapattım ve sonra..” dedi ve tekrar hıçkırmaya başladı.

Selim bütün olanları anlamıştı. Bir şeyler söylemeliydi, avutmalıydı. “Küçük bir çocukken yaptığın bir şey bu. Üstelik bunu sen yapmadın. Sonuçlarının ne olacağının veya insanların öleceğinin de farkında değildin. Bu sesler ile seni kandırdılar ve sana hükmedip kendi istediklerini yaptırdılar.”

“Yanan insanları izledim. Bebeklerin ..” dedi Melek. Artık hüngür hüngür ağlıyordu. Günlerdir döktüğü gözyaşları, göz pınarlarını tüketmemiş aksine çoğaltmışçasına, boncuk boncuk ağlıyordu. Selime döndü; “Sana da yaptıracaklar.” dedi. Sesi ağlamasından kaynaklanan bir hüzne bulanmıştı.

“Ben onlara ulaşmadan onlar bana ulaşamazlar ki.” dedi Selim. Kabul etmek istemedi bu çıkarımı.

“Yavaş yavaş etkileyecekler seni de.”

“Ne yapmalıyız. Nasıl kurtulmalıyız?” dedi Selim. Böyle boş boş durup bir gerilimin içine sürüklemek istemiyordu şüphesiz. Kendi problemini çözerken, Melek’inde problemini çözmek istiyordu şüphesiz.

“Çok uzun süre araştırdım bunu. Bu olaylar ile ilgilenen birkaç adam var ama yurtdışındalar ve pek de samimi olduklarına inanmıyorum.”

“Gidip konuşmam gerek ve ne istediklerini öğrenmem..”

Melek titreyen bir ses tonuyla; “Bu çok tehlikeli. Seni de öldürebilirler.”

“Seni öldürmemişler, beni de öldürmezler.” dedi. Cesaretinin toplamıştı fakat bu işi nasıl yapacağı konusunda hiçbir fikri yoktu.

Melek gözyaşlarını sildi. “Ben de seninle geleceğim o zaman.” dedi. Selim bu kızın cesaretine hayran kalmış olmalıydı. Bu teklife verdiği cevap olumlu oldu.

----------

16 Mayıs 2015

CIA – Avrupa Bürosu – Türkiye Temsilciliği - Ankara

“Gerekli araştırmaları yapmaları için iki uzmanı gönderdim efendim.” dedi CIA’ nın Türkiye sorumlusu olan Michael Knight. Konuştuğu kişi ise Amerikan gizli istihbaratının iki numarası olan George Anderson’du.

“Mike, senin kanaatin ne yönde?”

“Bir tahmin yürütmek çok zor efendim. Fakat bu son olayla birlikte sayı 5 oldu. Üstelik bir başkomiser ve genç bir kız aynı anda bir komiserin gözü önünde öldürüldü. Bu olayın tek şahidi olan komiser ise akli dengesini yitirdiği için tanık listesinden silindi. Türkler bu olayı örtbas etmek istiyorlar şüphesiz. Düğümü çözecek tek kişi ise bu komiser.” dedi ve önünde duran Selim Kurnaz adına hazırlanmış dosyanın kapağındaki resme baktı.

“Arkasında hiç iz bırakmayan bu adam çok yetenekli olmalı. Onu, Türklerden önce bulup biz sorgulamalıyız. Hatta bizzat ben sorgulamak istiyorum. Ne tarz bir silah yada bıçak belki de kılıç kullanıyor belli değil. Olay yerinde hiçbir iz yok.”

“Evet efendim. Komiser ile iletişime geçeceğiz fakat basının ilgisinin azalmasını beklemek zorundayız. Sonra ise en iyilerden birkaç ajanı göndererek bu adamı aldıracağız.” dedi Michael Knight.

İyi niyetlerini bildirdikten sonra telefonu kapattılar. Takım elbiseler içerisinde ki bu adam, Amerika’nın Ankara’daki büyükelçiliğinde basit bir memur olarak çalışıyordu. Kravatını düzeltti ve önünde duran gazeteye baktı. Gazetede 4 gün önce işlenen cinayetlerin tek tanığı olan komiser Selim Kurnaz’ın, basının sorduğu sorulara verdiği tek cevap yazıyordu.

“HAYALETLER”


6.Bölümün Sonu
Başlık: Ynt: Hayalet Sokağı -7-
Gönderen: Oghertay - 30 Mayıs 2012, 22:50:32
(http://img1.blogcu.com/images/o/m/e/omeraksahan/janis_katlaps_sokaktagolge_yeni.jpg)


BÖLÜM 7


12 Mayıs 2015 - İstanbul

Tüm Türkiye’nin gözlerini çevirdiği bu sokağa giriş çıkışlar yasaklanmıştı. Sadece bu sokak ile bağlantılı yollarda oturanlara geçiş kimlikleri dağıtılmıştı. Gazeteciler ve meraklı gözlerin bu sokağa erişimi çoktandır engellenmişti. Sadece yurt içinde değil, yurt dışında da bu sokağın adı anılır olmuştu. Taksi ile bu sokağa gelinebilecek en yakın yere gelmişlerdi ve beklemeye başladılar. Bu tedirgin bekleyişi bozan Melek’in sorusu oldu.

“Nasıl gireceğiz? Buraya girmek imkansızdan da öte.”

“Bilmiyorum. Sanırım birilerini aramam gerekli.” dedi Selim ve telefonunu çıkarak Başkomiser Ahmet’i aradı.

“Başkomiserim.”

“Selim. Hayırdır bu saatte?”

“Görüşmemiz gerekli başkomiserim.”

“Bu saatte ne görüşmesi Selim. Evladım kendinde misin?” dedi Ahmet. Geçmişten gelen samimiyetlerini anımsatmak ister gibiydi.

“Ahmet abi. Bu sokağa girmem gerekli. Yardım et lütfen bana.”

“Selim oğlum. Çıldırdın mı sen?”

“Abi gel lütfen. Bana inanacaksın ve kendin göreceksin.”

“Gerçekten korkutuyorsun artık beni.” dedi. Biraz duraksadıktan sonra “ Neredesin söyle.” dedi. Belli ki içinde hala bu adama güvendiğini söyleyen birileri vardı.


Bu konuşmanın üzerinden yarım saat sonra, Başkomiser Ahmet yanlarına geldi. Bakışları sinirli olduğunu belli eder gibiydi. İlk olarak Melek’i göz ucuyla süzdükten sonra Selim’e dönerek;
“Neler oldu sana oğlum. Seni oğlum gibi görüyorum bilirsin. İstersen bir doktora gidelim ha ne dersin?”

“Ben iyiyim abi. Sadece bana güvenmeni istiyorum. Bu sokağa girmeme yardım et lütfen.”

“Buraya giriş yasak.”

“Abi sende gel ve gör.”

“Neyi göreceğim Selim?”

“Görmeyeceksin ama inanacaksın bana. Arkamda durup beni izlemen bile yeterli.”

“Selim yapma oğlum. Artık kendine gel.”

“Bana bir şans ver lütfen.”

Başkomiser Ahmet, muhtemelen Selim’in çıldırdığını düşünüyordu. Fakat bu genç adam o kadar ısrarcıydı ki sonunda kabul etti. Polisin tüm gün boyu nöbet tuttuğu bu sokağa girmişlerdi artık.

Selim önden gidiyordu, başkomiser ve Melek ise hemen arkasındaydılar. Selim cinayetlerin işlendiği noktaya 5 metre kala durdu. İstemsiz bir duruştu bu. Olduğu yerde kaldı. Ahmet, Selim’in bu hareketine anlam verememişti ve silahını çekti. Tedirgin bir ses tonuyla;
“Selim, bir şey mi gördün?” dedi.

Selim kaskatı kesilmişti. “Hayaletlerin huzurunu bozan da kim?”. Selimin kulağında çınlanan bu ses kıyametin ayak sesleri gibiydi. Çok ürkütücü bir tınısı vardı. Selim cevap vermedi. “İsmini ver ölümlü” dedi ses. Selim yine sustu ve cevap vermedi. Sesin şiddeti artarak “Huzuru bozanların cezası ölümdür” dedi. Selim ısrarla konuşmuyordu. Sanki dilini yutmuştu. Ses gülmeye benzer bir şekle büründü ve korkunç bir kahkaha attı. Kahkahasının sonunda ”Ölümlü, bize kurbanlar sunmaya gelmiş.” dedi. Tekrar kahkaha atmaya başladı. Selim artık tepkisiz kalamazdı ve cevap verdi. “Kurban getirmedim.” dedi sesi titriyordu. “Onlarda artık bizden biri” diye cevapladı ses. Selim tutuldu, bir şey söyleyemedi.

Ses “Ölümlü ismini ver.” dedi. Selim artık bu soruyu cevapsız bırakamazdı. “Selim” dedi. Başkomiser Ahmet, Selimin kendi kendine konuştuğuna hükmedip yanına yürüdü ve çok sert bir tokat attı.

“Kendine gel.” dedi bağırarak. Selimin iki omzundan da tutarak silkeledi. Selimin omuzlarını bıraktığında sesi hala yankılanıyordu dar sokakta. Selim, yediği tokatın ve silkelenmenin hiçbir faydası olmamışçasına sokağın ortasına doğru boş boş  bakmaya devam ediyordu.

Selim uzun bir süre hiçbir ses duyamadı ve bakışlarını hayatına giren gizemli kadına doğru çevirdiğinde, onun cinayetlerin işlendiği yere doğru yürüdüğünü fark etti. Yerinden kıpırdayamadı ama bağırarak;
“Melek, ne yapıyorsun. Dur.” dedi. Elini Melek’e doğru uzattı ama bulunduğu noktadan bunu başarabilmesi imkansızdı. Melek yürüyüşünü durdurmadan, Selim’e doğru bakışlarını çevirdi ve gözlerinden gözyaşları ağır ağır süzülmeye başladı. Melek artık cinayetlerin işlendiği noktadaydı. Selim haykırırcasına;
“Neden?” diye bağırdı. Başkomiser Ahmet olan bitene anlam veremiyordu artık. Şaşkınlıktan ağzı bir karış açık kalmıştı. Deli olmalı bunlar diye düşünüyordu şüphesiz.

Melek öne doğru eğdiği kafasını kaldırdı ve irkildi. Karşısında biri vardı sanki. Arkasına döndü ve ağzından bir mırıltı edasında, “İşlediğim suçun bedelini ödemeliyim.” dedi. Ahmet tam bağırmaya yeltenecekti ki Melek’in çığlığı yükseldi dar sokakta.

Başkomiser Ahmet kanlar içinde yere düşen kadının yanına doğru koşturdu. Selim hiç bir şey yapmadan izliyordu sadece. Bu gizemli kadın yine bir gizemin içinde eriyip kayboluyordu. İnfaz başlamıştı bile.

Komiser Ahmet kadına ulaştığında sırtından kalbine doğru bir şeylerle yaralanmış olduğunu fark etti. Muhtemelen birileri bir bıçak sokup çıkarmış olmalı diye düşündü. Kafasını kaldırdı ve etrafa doğru bakmaya başladı. Kollarındaki kız gülümsüyordu.

“Sakin ol kızım iyi olacaksın.” dedi.

Melek gülümseyerek “Bedelini ödedim” dedi. Melek gülümseyen yüzü ile gözlerini kapadı. Ahmet arkasında birinin varlığını hissetti. Hemen kafasını çevirdi. Beyazlı’yı gördü. Kafasını yukarıya doğru çevirdiğinde ise olduğu yere çöktü. Yere koyduğu silahını eline aldı ve geriye doğru kendini iterek, silahını ateşlemeye başladı. Yeteri kadar uzaklığa ulaştığını hissettiğinde mermilerin işlevi olmadığını fark etti. Silahını yere attı. Yavaşça ayağa kalktı ve Selim’e doğru döndü. Gösterdiği soğukkanlılık tam da kahramanlara yakışırcasına bir hareketti. Selim’e baktı ve yüzünü garip bir hal aldı. Kafasını hafif sağa doğru eğerek, umutsuzluk ve çaresizlik dolu bir bakış attı. Sonra eceline doğru döndü. Derin bir nefes aldı.

Beyazlı ağır ağır yanına yaklaştı ve ona da “Hayaletlerin huzurunu bozanların cezası ölümdür.” diye seslendi. İlk hamlesi, Ahmet’in sağ omzundan sol tarafına doğru bir bıçak darbesi oldu. Ahmet acı ile inledi. Vücudundan kanlar fışkırıyordu ve göğüs kafesinin parçalandığını hissediyordu. Buna rağmen hala ayaktaydı. Sol eli ile göğüs kafesinin üstüne doğru bastırdı. Çok kan fışkırıyordu. Beyazlının bıçağı bu sefer karnından içeriye doğru girdi ve sırtından dışarıya çıktı. Karnında bir delik açılmıştı artık. Acı ile inledi. Yere çökmek zorunda kaldı. Kafasını kaldırdığında ağzından kanlar süzülüyordu ve rüzgarın sesini duydu. Rüzgarın getirdiği serinlik birazcık da olsa serinletmiş gibiydi onu. Beyazlı bıçağını Ahmet’in sağ omzuna indirdi. Başkomiserin, tüm hayatı boyunca yazı yazdığı, silahını tuttuğu, kaşığını tuttuğu, hayatını idame ettirdiği sağ kolunu budayıvermişti. Artık hiç sağ kolu olmayacaktı. Sağ kolu ile hiç birşeye değemeyecek hiçbir şeyi tutamayacaktı. İşte tam bu anda bunları düşünüyordu Başkomiser. Başı acı ile öne eğilmişti ve ortalık kan gölüne dönmüştü. Tekrar zulme baş kaldırırcasına son kez kafasını kaldırdı ve korkmadan ısrarla Eceline baktı. Ecelinin yüzündeki gülümsemeyi göremedi çünkü karşısında bir yüz yoktu. Ama kendisi gülümsedi. Beyazlının bıçağı ilk başta kafasına saplandı ve sonra yavaşça aşağıya doğru indi. Bu hamle de tamamlandıktan sonra yerde kanların oluşturduğu bir göl, bir kadının ceseti ve yüzü ikiye bölünmüş bir adam vardı.

Selim ise çıldırmışçasına ağlıyor ve geldikleri yere doğru koşturuyordu. "Yardım edin." diye bağırıyordu...


7.Bölümün Sonu
Başlık: Ynt: Hayalet Sokağı
Gönderen: Galaxie - 30 Mayıs 2012, 23:31:06
Bravo bravo bravo! Gerilim iyice arttı ve okurken artık çok daha fazla zevk alıyorum.

Yalnız bağlaç olan "-de"lerin yazımlarına biraz dikkat edilmesi lazım. Bir de bir yerde bağlacı ayırmışsın ama bağlaç sertleşmez (benzeşmez);
Alıntı
birazcık ta

Ayrıca keşke bölümler daha uzun olsa, yazdıklarını okumayı gerçekten seviyorum ama hemen bitiveriyor. Halbuki bu bölüm sanki çok daha uzun olabilirdi... :)

Melek'i feda etmen cesurca ve hiç beklemediğim bir şeydi. Umarım Selim öğrenmesi gereken her şeyi öğrenebilmiştir, ya da yardım alabileceği birilerini bulur... Tabi kum saatindeki kumlar tükenmeden :D

Kalemine sağlık...
Başlık: Ynt: Hayalet Sokağı
Gönderen: Oghertay - 31 Mayıs 2012, 01:06:26
Güzel yorumun için teşekkür ederim. Teşvik edici ve destekleyici bir yorum olmuş. Bahsettiğin hatayı düzelttim. Melek içinde ki bu gelgitler ile daha fazla yaşayamazdı. Hikaye biraz farklı bir yöne doğru kayacak. Umarım bu yönü hikayeye iyi adapte edebilirim.

Zaman ayırıp okuduğun için tekrar teşekkürler :) ...
Başlık: Ynt: Hayalet Sokağı
Gönderen: The Titan - 02 Haziran 2012, 18:49:23
Gerçekten çok beğendim. Hayaletler ile ilgili yazdığın bu hikayede oldukça başarılı bir grafik sergilediğini görüyorum. Bölümler ilerledikçe hikayede ki gerilim de artıyor.

1.Bölüm de hikayeye çok başarılı bir giriş yapmışsın. Her ne kadar çok kısa da olsa okuyan da merak duygusunu oluşturup bölümü sonlandırmışsın. Dil bilgisi hataların çok göze batıyor ama olsun :)

2.Bölümde hikayeye getirdiğin ana karakterlerden birinin olaya girişi çok başarılı olmuş. Üstelik polis memuru ile girdiği konuşmada, bu tür olaylarda bizim insanımızın tepkisi oldukça başarılı bir şekilde yansıtılmış. Bölümün sonları da yine merak uyandırıcı şekilde sonlandırılmış.

3.Bölümde hikayeye kattığın bayan karakteri başarılı bir şekilde olayın içine sokmuşsun. Fakat bazı yerlerde gereksiz tasvirler gördüm. Bu bölüm oldukça kısa olmuş bence bu bölümü 2. bölüme ekleyip bir bölüm halinde suna bilirdin.

4.Bölüm bence oldukça başarılı olmuş. Gerçekten tebrik ederim. Gerek girişin, gerek tasvirlerin okuyanı olaya dahil ediyor. Bu bölümde eleştirim yok. Birkaç hata dışında neredeyse kusursuz olmuş

5.Bölümde yaşanılan duygusal sanrı oldukça başarılı bir şekilde tasvir edilmiş. Rüyayı anlatırken olayıda anlatmış olman çok akıllıca olmuş. Aksi takdirde bu olayı ana karaktere anlattırman ve bunu soru cevap şeklinde yaptırtman gerekirdi ki bu da hikayeyi boğardı.

6.Bölüm bence çok hızlı geçen bir bölüm olmuş. Kendini tekrar eden satırlar okudum. Tabi ki bunun olması çok normal. Galiba biraz olayın içeriğini anlatmaya çalışmışsın. Fakat bölümün sonunu muhteşem bir şekilde bağlayıp, merak duygusunu zirveye çıkarmışsın. Eğer 7. bölümü yayınlamamış olsaydın ben gerçekten büyük bir merakla beklerdim. CIA’i olaya sokman bence hiç beklenmedik bir şey olmuş. Ben bu olayı ikisinin çözeceklerini sanarken bu gizli örgütün olaya girmesi olayların gidişatını bayağı bir değiştireceğe benziyor.

7.Bölümde en çok beğendiğim bölümlerden biri olmuş. Olayın ana karakterini bu şekilde öldürmen çok cesurca bir hareket olmuş. Üstelik en önemli yan karakter Ahmet’i de bir kalemde harcamışsın :)

Şimdi olaya bir gizli servis dahil ettin ki bu da aksiyon demek. Daha uzun bölümler ile olayı biraz daha genişletirsen uzun soluklu bir hikaye oluşturmuş olursun. Çok başarılı bulduğumu tekrar belirterek, yeni bölümü ne zaman yayınlayacağını merak ettiğimi de belirteyim :) 

Blog sayfanı da kontrol ettim ama orda da 7. bölümden sonrası yok. Paralel yayınlıyorsun anlaşılan. Eline sağlık Oghertay. Ben de bir şeyler karalamayı düşünüyorum. Umarım becerebilirim :)
Başlık: Ynt: Hayalet Sokağı
Gönderen: Oghertay - 03 Haziran 2012, 14:42:23
Beğenmenize çok sevindim. Söylediğiniz gibi bölümler ilerledikçe toparladım hikayeyi. Dil Bilgisi konusunda ise tüm eleştirileri kabul ediyorum. Benim için en sıkıntı yaşadığım konu maalesef Dil Bilgisi.
Bu bölüm oldukça kısa olmuş bence bu bölümü 2. bölüme ekleyip bir bölüm halinde suna bilirdin.
2. Bölüm ile 3. Bölümü birleştirme konusuna katılabilirim. İkisi tek bölüm halinde yayınlanabilirdi.
 
Ana karakterin ölümü konusunda öncede bir yanıt vermiştim. Hikaye dikkatli okunursa, işlediği suçun bedelini ödemek istemişti. Peki bir hayaletin yaptırdığı bir suçun bedelini nasıl ödersiniz ki?

Bundan sonra Galaxie'nin de dediği gibi bölümleri biraz daha uzun olarak yayımlayacağım. Umarım uzun ve sıkıcı bir şekle bürünmez. Bazı yazıları okurken şahsen uzun olması benim gözümü korkutuyor. O yüzden bende okumaktan vazgeçebiliyorum. Daha doğrusu şans veremiyorum hiç.

Blog sayfası ile paralel yayınlıyorum doğrudur :)

Güzel yorumlarınız için çok teşekkürler

Yazmak güzel şey. Yazdıkça becerebildiğinizi göreceksiniz. Burada yayınlarsanız hatalarınızı görebilir ve kendinizi geliştirebilirsiniz.
Başlık: Ynt: Hayalet Sokağı - 8 -
Gönderen: Oghertay - 04 Haziran 2012, 18:50:47
(http://www.newshaberler.com/wp-content/uploads/2012/02/mit-amblemi-350x210.jpg)

BÖLÜM 8


16 Mayıs 2015 - Ankara - Mavi Tugay

Duvarının bir tarafında boydan boya Türkiye bayrağı, tam karşısında bir masa ve deri bir koltuk, diğer tarafında duvar boyunca uzanan Dünya haritası ve bu haritanın karşısındaki duvarda yine boydan boya uzanan bir Türkiye haritası bulunan odada, eski bir general olan Kemal Bey, Türkiye haritasının önünde dikilmiş ve İstanbul iline doğru bakıyordu. Kapı iki kere tok bir şekilde çalındı.

“Gir” dedi Kemal Bey. Yıllardır sürdürdüğü askerlik görevi sesini oldukça gür ve karizmatik yapmışçasına, yetmişine merdiven dayamış bu adamın sesi oldukça yüksek çıkıyordu. Dünya üzerinde epey bir süre geçirmiş, bir çok ziyafete katılmış ve hamarat bir eşe sahip olmuş bir adama bakarak, hala bir göbeğinin olmaması, onun ne kadarda disiplinli bir adam olduğunu göz önüne serer gibiydi. Seyrekleşmiş saçları ve kaşları, vücudunun diğer uzuvlarına ihanet etmişçesine bembeyazdı. Orta boylarda ve yüz hatları oldukça sert gözüken bu adam, askerlik üniformasını sırtından çıkardığı günden bu yana, Milli İstihbarat Teşkilatına gizli bir şekilde bağlı fakat özerk bir başka kurumun başına getirilmişti.

Kemal Bey’in başında bulunduğu bu küçük örgüt, Türkiye içerisinde ve yurtdışında vuku bulan ve dış güç menşe’li olan çoğu olayın içerisinde aktif olarak yer alıyordu. Dışarıdan yurt içine giren ve devlet için zararlı işler peşinde koşan yabancı kuvvetleri durdurmak, gerekirse yakalamak, gerekirse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin uygun gördüğü steril sorgulama prosedürünü hiçe sayarak işkence yapmak ve bütün bu aşamalardan sonra örgütçe veya sorgulayan kişice uygun görüldüğü takdirde öldürmek gibi prensipleri olan bir örgüttü. Bu aşamalar yurtdışında ise yine ülke çıkarları gözetilerek yapılıyordu. Bu kurum, bizzat Milli İstihbarat Teşkilatı tarafından terör örgütü olarak sınıflandırılıp, bu örgütün işleyeceği bütün suçlar ve bu suçların getirileri olan olumsuz durumlar teşkilat bünyesinden dışlanılmış oluyordu. Oysa ki Kemal Bey’i bu göreve getiren bizzat Milli İstihbarat Teşkilatının o zaman ki müsteşarıydı.

Milli İstihbarat Teşkilatı’nın gerek iç ve gerekse dış basın tarafından sürekli mercek altında tutulması, yapısı gereği atanan insanların seçtiği kişilerden oluşması, infaz veya sabotaj gibi eylemleri üstlenememek gibi bir prestiji olması ve bunlardan da önemlisi bilinen, takip edilen ve içine kolaylıkla adam yerleştirilebilen bir istihbarat kurumu olması yüzünden, Kemal Bey'in başında bulunduğu küçük gizli örgütler oluşturularak devletin şefkat dolu sağ elinin yerine, günahlarını işleyen sol eli işlevi, bu küçük örgütler vasıtasıyla yerine getirilmiş oluyordu.

Bu odanın bulunduğu yer Ankara’da ki bir halk kütüphanesinin, bir labirenti andıran kitap sıralarının birinden, gizli bir kod girilerek açılan bir kapıdan girilen bir yerdeydi. Bu kurumda çalışan çoğu görevli kütüphanenin memur kadrosunu oluşturan insanlardı. Kapı açıldığında içeriye giren, Kemal Bey’e dosya getiren ve brifing veren, ikinci adam konumunda ki Ertuğrul Bey’di. Kendisi İçişleri Bakanlığında çok üst düzeyde olmayan bir görevdeyken, istifa edip birkaç sene sonra bu Kütüphanenin Müdürü olarak göreve başlatılmış bir istihbaratçıydı. İçerideki loş karanlık bu odaya gizemli bir hava katıyordu çoğu zaman. Ertuğrul Bey, Kemal Bey’in masasına oturmasını bekledikten sonra, malumat vermek için izin istedi.

“Paşam izninizle..”

“Evet Ertuğrul.”

“Mit’ten acil yazılı bir gizli gönderi aldık.”

“Ne ile alakalıymış?”

“CIA ajanlarının Türkiye’ye yollandığını ve Atatürk Havalimanından giriş yaptıklarını yazıyorlar. Hedefleri ise şu deliren komiser çocukmuş.”

“Ne yani? Bu delikanlı Hayalet diye demeç verince gerçek mi sanmışlar?” dedi Kemal Bey ve gülümsedi. Biraz sırıttıktan sonra devam etti. “Ver bakalım şu kağıdı.”

Ertuğrul Bey’in uzattığı kağıt iki sayfadan oluşmaktaydı. Birinci sayfa Türkçe bilen her insanın okuyabileceği şekilde yazılmış, ikinci sayfa ise sadece bu örgütün başında bulunan Kemal Bey’in çözebileceği şekilde şifrelendirilmişti. Muhtemelen Kemal Bey’in bu görevi devredeceği gün bu şifrelerde tarih olacak ve yerine gelen yeni kişiye de yeni bir şifreleme sistemi öğretilecekti.

Kemal Bey eline aldığı kağıdın ilk sayfasını göz ucuyla kısa bir süre içerisinde okuduktan sonra yavaşça ikinci sayfaya baktı. İlk başta gevşemiş olan yüz kasları bu sayfayı okumaya başladıktan sonra, her geçen saniyede biraz daha kasılmaya başladı. Sayfayı okumayı bitirdikten sonra, başını ağırca kaldırıp Ertuğrul Bey’e baktı. Ertuğrul Bey, senelerdir beraber çalıştığı bu adamı ilk kez böyle görüyordu. Ertuğrul Bey’in tanıdığı Kemal Paşa, kararlarını bir saniye bile düşünmeden alan ve bakışlarındaki o kararlı duruşunu bir an olsun kaybetmeyen bir adamdı. Oysa şimdi karşısında duran adam derin düşüncelere dalmış ve o kararlı duruşunu kaybetmişti.

“Ertuğrul” dedi ve duraksadı. Biraz bekledikten sonra devam etti. “En iyi iki adamımızı seçmeni istiyorum. Dosyalarını iyice gözden geçirdikten sonra bana getir. Bir de ben incelemeliyim. Durum oldukça ciddi bir boyutta.”

“Emredersiniz Paşa’m.” dedi Ertuğrul Bey ve hızlı adımlarla odadan çıktı.

Bu olaydan birkaç saat sonra Kemal Bey’in önünde iki dosya vardı. Kemal Bey incelemeye koyuldu

___
Adı ve Soyadı: Ayşe Kartal

Yaşı: 28

Özgeçmişi: Kimsesiz Çocuklar Yurdundan alınıp yetiştirildi. 18 yaşına bastığında teşkilata alındı.

Görevleri: İlk görevinde Güneydoğu’da il merkezlerinde Mossad ve CIA ajanları ile mücadele de bulundu ve bir çok başarılı operasyonlar gerçekleştirdi.

Karadeniz Bölgesinde yapılanan bazı örgütlerin içine sızdırıldı ve çökertilmesinde rol aldı.

Başarılı görevlerinden sonra Mısır’a yollandı. Tahrir olaylarının arka planında ki yapılanmaları, olay gerçekleşmeden deşifre etti. Bu görevinden sonra MİT tarafından görevinden alınıp Mavi Tugay timine gönderildi.

Mavi Tugay kapsamında hiçbir görevde bulunmadı.

__

Adı ve Soyadı: Serkan Oğuz

Yaşı: 34

Özgeçmişi: Askerlik görevi sırasında, yapılan opersyonlarda ki başarısı yüzünden Mavi Tugay kadrosuna alındı.

Görevleri: Almanya da Dazlaklar olarak bilinen ve Türklere karşı yasa dışı eylemlerde bulunan gurubun planladığı bir çok eylemi engelledi.

Elebaşı olarak hakkında rapor sunduğu 8 kişiyi etkisiz hale getirip Schleswig-Holstein Eyaletinde ki yapılanmayı büyük ölçüde yok etti. Yine bu eyalette bu örgüt ile bağlantısını tespit ettiği bir polis memurunu sorguya aldıktan sonra Almanya’dan çekildi.

2 sene görev almadıktan sonra bir Türk işadamı cinayetini araştırmak üzere Amerika’nın İllinois Eyaletine gönderildi. Bu eyaletteki araştırmaları sonucu CIA’nın izine ulaştı. İş adamını öldüren bir ajanı yakalaması üzerine yerini tespit eden CIA ajanları ile çatışmaya girdi. 2 CIA ajanını öldürdükten sonra Türkiye’ye kaçmayı başardı.


Bu olaydan sonra hiçbir görevde yer almadı.

__

Kemal Bey bu dosyaları inceledikten sonra, Ertuğrul Bey’e dosyaları uzattı. Bir süre bir şey söylemedi. Sonra, karşısında duran adama bakarak;

“Hayaletlere inanır mısın?” diye sordu.

Ertuğrul Bey’in cevabı çok netti. “Elbette hayır, paşam.”

“O sokakta çok garip şeyler olmuş. MİT bile bu olayın gerçek sebebini çözmüş değil. CIA, orada vuku bulan olaylara ilgi gösteriyor. Adamlar bir tim yollamışlar. Güvenlik kamerasında görünmeyen bir katil var ve bıçak benzeri bir şey kullanmış. Bu nasıl oluyor?”

“Mantıklı bir açıklaması vardır paşam. Olmak zorunda.”

“Bende aynı kanaatteyim. Ama bizzat CIA bu işin içindeyse..” dedi ve cümlesini tamamlamadı.

“Paşam bu isimleri onayladınız mı?” dedi Ertuğrul Bey. Yaklaşık iki dakikadır, tamamlanmayan cümlenin tamamlanmasını beklemiş ama besbelli ki  umudunu yitirmişti.

“Evet. İkisi de çok yetenekli besbelli. Birisi henüz hiç görevimizde bulunmamış üstelik. Artık takıma katılmasının zamanı geldi.” dedi.

Ertuğrul Bey, “Emredersiniz Paşam” dedi.

Kemal Bey koltuğuna yaslandı ve masada bulunan kalemi eline aldı. “Bu komiser çocuğu hastanede koruyacaklar. Çok zor bir durum söz konusu olursa kaçıracaklar. İstanbul da gereken önlemler ve mühimmatlara ulaşmalarını sağlayın. Bizzat sen saklanabilecekleri evi ayarla. Sen, ben, ajanlarımız ve komiser çocuktan başka hiç kimse bu evi bilmeyecek. Günlük rapor istiyorum.”

“Emredersiniz Paşam. Hastaneye kolay bir şekilde yerleştireceğiz. Gereken yeri de hemen ayarlayacağım. Talimatlarınızı da bizzat kendim ileteceğim.” dedi.

Kemal Bey elindeki kalemi masaya koydu ve bir elini çenesine doğru götürdü. “Son olarak bir şeyler daha isteyeceğim senden. Bana bir araştırmacı bul. Bir profesör, gazeteci ya da yazar. Her kim olursa.”

“Hangi konu için istiyorsunuz paşam?”

“Sanırım Tarih olmalı. Hayaletler üzerine çalışma yapmış birileri var mıdır acaba?”

“Pek sanmıyorum Paşam.”

“İlla ki bir araştırma vardır. Şu eski zamanlar da vuku bulan bu tarz olayları incelemiş birileri. Osmanlı arşivinde çalışan birileri illaki vardır. Sistemden araştırın, soruşturun ve işe yarar birini bulun.”

“Emredersiniz Paşam.”

“Bu olay öyle sıradan bir olay değil Ertuğrul. Bilirsin ben çözemediğim şeylerden hoşlanmam. Bu yankee’lerin neyin peşinde olduğunu bilmeliyim. Burası onların arka sokağı değil. Bizim sokağımızda gerçekleşen bir olaya burunlarını sokmaları kabul edilebilir bir şey değil. Ajanlara hemen haber verilsin ve yarın görevlerine başlasınlar. Öbür adamla da en kısa zamanda bizzat görüşmek istiyorum.”

“Emredersiniz Paşam” dedi. Odadan çıktığında Paşa’nın konuşmalarını tekrar irdeliyordu. Başlarında çok büyük bir problem vardı. Amerikan ajanları ile İstanbul gibi büyük bir kentte, çok problemli olayların yaşanması artık kaçınılmazdı.

Şimdi önünde çok yorucu günler vardı. İlk başta ajanlara ulaşıp onları İstanbul’a yönlendirecek ve akşam İstanbul’a uçup gerekli düzenlemeleri yaptıktan sonra sabah Ankara’ya dönecekti. Bütün bu kargaşanın içinde Osmanlı Arşivlerinde çalışan muhtemelen biraz deli ruhlu bir adam bulmaya çalışacak ve bu adamı Paşa ile konuşturacaktı.

8.Bölümün Sonu
Başlık: Ynt: Hayalet Sokağı
Gönderen: The Titan - 05 Haziran 2012, 12:11:51
Alıntı
Bu kurum, bizzat Milli İstihbarat Teşkilatı tarafından terör örgütü olarak sınıflandırılıp, bu örgütün işleyeceği bütün suçlar ve bu suçların getirileri olan olumsuz durumlar teşkilat bünyesinden dışlanılmış oluyordu.
Bu cümleyi anlamak için iki kere okumam gerekti.

Tahmin ettiğim gibi aksiyon artık işin içinde. Muhtemel çatışmalar var artık ve kaçınılmaz gibi duruyor. Benim merak ettiğim bu hayalet problemi bu olayların içerisinde nasıl bir yer tutacak?

Bu bölümüde çok beğendim. Eline sağlık
Başlık: Ynt: Hayalet Sokağı
Gönderen: Oghertay - 05 Haziran 2012, 16:26:26
Sevgili The Titan

Beğenmene çok sevindim. Gerçekten okuyup anlayıp yorum yazıyor ve teşvik ediyorsun. İlerleyen bölümlerde bütün soruların cevaplarını bulacaksın. Fakat bu aralar çok yoğunum ve hikayemi bir hafta kadar yayınlamayacağım. Karne işleri, devir teslim tutanakları, sınıf geçme defterleri falan derken kafam iyice allak bullak oldu. :)
Başlık: Ynt: Hayalet Sokağı
Gönderen: Raine Rachel Tallentyre - 25 Temmuz 2012, 22:49:58
Bölümler her zaman mükemmel. Anlatımınız, bakış açısı, betimlemeleriniz, dil kullanımınız... Herşey çok güzel. Keşke sosyal paylaşım sitelerinde yayınlamaya devam etseydiniz :) yeni bölümü merakla bekliyoruz :D
Başlık: Ynt: Hayalet Sokağı
Gönderen: Oghertay - 23 Kasım 2013, 17:08:38
HAYALET SOKAĞI - 9 -


(http://1.bp.blogspot.com/-TCjXcFCYM9A/Uuuze_Uf9tI/AAAAAAAAAD8/7foLl9IkxgI/s1600/gr_ortdx.gif)

28 Mayıs 2015 - İstanbul

   Oyuncakçı dükkanından içeriye, iyi giyimli iki adam girdi. Adamlar takım elbiseler içinde ve siyah gözlükleriyle  istihbarat biriminden olduklarını belli eder gibiydiler. Üstelik içeriye girdiklerinde gözlüklerini çıkarma ihtiyacı da hissetmediler. Dükkanın en uç kısmında bulunan masada dükkanın sahibi oturuyordu. Bu adam elinde tuttuğu tornavida benzeri bir aletle birşeyleri tamir etmeye çalışıyordu. Oyuncakçı, kapı sesini duyduğunda kafasını kaldırıp adamları şöyle bir süzdü ve tebessüm edip işine kaldığı yerden devam etti. İçeriye giren adamlar masanın önüne kadar geldi ve içlerinden bıyıklı olanı;

"Kolay gelsin beyfendi. Ben Bekir ve bu da arkadaşım Halil. M.İ.T dan geliyoruz."

Oyuncakçı adam başını kaldırdı ve hızlı ama gayet anlaşılabilir bir ses tonuyla;

"Peki ya rozetleriniz beyler? Onları da gösterin bari de tam Amerikan filmi olsun. Bu kadar özenilmez yahu ayıp ayıp. Birde M.İ.T diyorsun. İstihbarattan geliyorum desen anlamayacağım sanki. Ya sabır."

   Bıyıklı adam şaşkın bir şekilde yanındaki görev arkadaşına baktı ve dudaklarını büktü. Kafasını olumsuz bir şekilde sallayıp;

"Sizinle özel birşeyler konuşmamız mümkünmü Berkay bey?"

"Çok geç kaldınız, çok adam öldü. Birazcık araştırma yapsanız hemen bulurdunuz beni. İşler sarpa sardı şimdi Berkay bey diyorsunuz. Kardeşim zamanında niye gelmediniz."

"Efendim isterseniz sadede geleyim?"

"Sadede geliyorsun demek. Kardeşim böyle artist gibi giyinip dükkana giriyosunuz, üstelik hala gözlüklerinizi çıkarmadınız. Amerikanvari söylemlerle konuşuyorsunuz ve şimdi de sadede geliyorsunuz. İyi hadi tamam sadede gel bakalım."

Bekir şöyle derin bir iç çekip öfkesini bastırmaya çalıştığını belli ederek;

"Haberlerden de takip ettiğiniz üzere Mezarlık sokağında birtakım olaylar vuku buldu. Geçtiğimiz pazartesi günü ise sokak tamamiyle kapatıldı."

"Ne yani, hayaletleri tatile mi yolladınız?”

“Haberlerden bildiğiniz üzere hayalet falan yok. Sapkın bir çetenin yaptığı ve onları aradığımız hatta yakalamak üzere olduğumuzu takip etmişssinizdir. Tabi ki durum farklı ve bu yüzden sizinle görüşmek istedik.”

“Böyle iyi. Net konuşalım değil mi yahu. Sokağı kapatmanız iyi olmuş. Ben oradayken etrafta insan olmaması çok iyi olur. Gördün mü doğru dürüst bir iş yapmışsınız. İlk başta kapatacaktınız ama işte ne yaparsın yumurta meselesi. Türk insanının en sevdiğinden." dedi ve başını salladı Berkay.

  Bekir, şaşkın bir yüz ifadesine bürünmüştü ve karşısında keçileri kaçırmakla yetinmeyip, keçilerle birlikte kaçan, deyimi yerindeyse deli bir adamın olduğunun farkındaydı. Boğazını temizledikten sonra;

"İsterseniz sizi üstlerime götüreyim ve detaylı bir şekilde konuşun."

"Eee ne duruyoruz ki o zaman." dedi Berkay. Ayağa kalktı ve dışarıya çıktılar. Dükkanının kapısını çeşitli açılardan 5 kere kilitledi ve dükkanın önünde duran siyah Mercedes’i fark etti. Kafasını hızlı bir şekilde iki yana sallayıp “Klişeler sardı dört bir yanımııı” diye mırıldanırken arabaya bindi.

.................

   M.İ.T binasına girip bir kaç kapıdan geçtikten sonra bir asansöre bindiler. Aşağıya doğru inmeye başladılar. Berkay olumlu bir şekilde yanındakilere sırıtıyordu. Bekir bir hata yaparak;

 "Berkay bey niçin gülümsüyorsunuz?" diye sordu.

Berkay sırıtarak;

"Aferin. Gerçekten etkilendim. Bende bizimkileri anca telefon dinler diye biliyordum. Siz olayı aşmışsınız ya. Asansör falan süper ha. Bu asansörü yapanları öldürdünüz mü. Yani sonuçta bilinmemesi gereken bir şey." dedi ve duraksadı. Şüpheci bir şekilde devam etti;

“Bu durumda beni de öldürmeniz gerekecek. Eee bende görmüş oldum. Kardeşim delimisiniz siz ya hem yardım edeceğim size hem de siz beni bir kalem de harcayacaksınız. Kimseye söylemeyeceğime dair yeminler etsem. Olmaz değil mi. Yok ama şöyle düşününce öldürmezsiniz ki beni. Millet deli gözüyle bakarken bana. Söylediklerime inanmıyorlar ki zaten.” dedi. Gülümseyerek devam etti;

“Şaka şaka, güzel mekan yapmışssınız bayıldım bu arada." dedi ve bu sırada asansör durdu ve kapı açıldı.

Dışarıya çıktıklarında önlerinde 8 tane kapı vardı ve Berkay'ı ilk kapıdan içeriye soktular. İçeriye girdiğinde içeride iki sandalye bir masa, masanın üzerinde bir dosya ve yaşlı bir adam vardı. İçeride duran yaşlı adam;

"Hoşgeldin evlat."dedi. Berkay bu ses tonu karşısında gururlanıp gaza geldi ve adamın lakabını bilmemesine rağmen "Hoşbuldum Paşam." dedi. Paşa gülümsedi ve bir kaş işareti yaparak Bekir ve Halil'in dışarıya çıkmasını işaret etti.

Adamlar dışarıya çıktığında Kemal bey;

"Duyduğuma göre sana deli diyorlarmış. Gerçekten deli misin?" dedi ve gülümsedi.

"Paşam siz benden daha iyi bilirsiniz. Yeni bir şeyler yapanlara hep deli derler. Hele bir de yaftaladılar mı tamam. Ağzınla kuş tutsan fayda etmez. Evet o makineyi de yaptım. Gözlerinin önünde ağzımla kuş tuttum ama hala Deli diyorlar. Bu memlekette kim deli kim akıllı bilen varmı ki?" dedi ve gülümsedi.

   Paşa bütün bu olan bitenden dolayı çok stresliydi ve bu eğlenceli konuşmayı bitirerek;

"Ne yapabilirsin peki evlat? Kurtarabilirmisin bu hayalet dedikleri şeylerden bizi?"

"Elbette paşam. Bu yüzden burdayım zaten. Beni oraya götürün yeter, tabi önce dükkanıma uğramalıyım almam gereken şeyler var. Selim Komisere de ihtiyacım olabilir ha bir de güçlü kuvvetli bir adam ve belki bir tane de kadına ihtiyacım var." dedi duraksadı ve tekrar devam etti.

"Paşam yani yardım edecekler bana."

Paşa gülümseyerek;

"Bu kadar kolay mı?" diye sordu.

"Paşam başka bir ekip dışarıda hazır beklemeli. Benim söyleyeceğim adrese gidip orayı kazmalı ve yine benim söyleyeceğim şeyi bu sokağa getirmeleri gerekli. Bunu yaparlarken acele etmeliler yoksa ben de tarih olurum. Üstelik ben tarih olursam o sokaktaki şeyleri yok etmeniz mümkün olmayabilir.”

"İki ajanımızı yanına vereceğim. Üstelik bu konuda çalışmaktalar. Epey bir yol kat ettiler. Başka bir yer derken nereyi kastediyorsun?"

“Paşam her yer olabilir yani. Ayasofya’dır belki. Yok yok Ayasofya değildir muhtemelen.”

“Ayasofyayı mı kazdırtacaksın. Sen ne yapıyorsun oğlum. Savaş mı çıkartacaksın bize.”

“Paşam değildir. Ayasofyada değildir ya büyük ihtimal. Ama dediğim gibi söylediğim yer kazılmalı."

"Peki niçin?”

“Paşam bu hayaletler bir şeyleri koruyor olmalı. Muhtemelen bir kitap ya da bir parşomen. Bu kitapta yazan bir şeyler bu hayaletleri burada tutsak tutuyor.

“Mantıklı olabilir. Ama biz niye başka bir yeri kazacağız ki?”

“Bu hayaletlerin burada tutsak kalmalarını sağlayan asıl şey ise bu hayaletlerin ulaşamadıkları bir şey. Geçmişleriyle alakalı başka bir kitap, ziynet eşyası, kılıç, belki de bir madalyon. Bu kitabı yazan kimse bu eşyayı bu hayaletlerin etki edemeyecekleri uzaklıktaki bir yere saklamış ki hayaletler ulaşamasın ve hep orada kalsınlar.”

“Oğlum bu adamın amacı ne?”

“Bende bilmiyorum. Birşeyleri gizlemek, korumak veya saklamak için bunu yapmış olabilir.”

“Mantıklı geliyor ama hayalet diyoruz ya. Ne hayaleti evlat. Bir insan nasıl hayalet olabilir ki?”

“Birtakım tarikatlar varmış zamanında bunun ile uğraşan ama hiçbiri başarılı olamamış. Tabi bu adam yada belki tarikat, gerçekten başarılı olmuş. Kitaba yazdıkları tılsımlı sözler sayesinde bu hayaletleri tutsak etmişler. Azat olmalarını sağlayacak şeyi ise başka bir yere saklamışlar.”

“Delilik bu oğlum kusura bakma. Ölme ihtimalin başarma ihtimalinden çok yüksek. Oraya giren herkesi hakladı  şerefsizler. Sadece şu polis çocuk kurtuldu.”

“Biliyorum Paşam.” dedi Berkay gülümsüyordu. Sözlerine devam etti “Selim komiser de yanımızda olmalı paşam. Ona ihtiyacım olacak. Onu yanımıza getirmeniz mümkün mü?"

"Akıl sağlığı pek yerinde değil ama tabiki getirtiriz."

"Tamam o zaman. Ben bu operasyona Hayalet Avcıları yok yok ne diyelim.  Büyük Ortadoğu desek yok zaten adamları telef oldu burada. Olmaz şimdi bir gönderme daha yaparsak kızarlar bize. Kutsal Kase desek yok onuda çok kullandılar hmm buldum paşam."

Paşa'nın gözleri faltaşı gibi açılmış Berkay’ın dediklerini algılamaya çalışıyordu ve "Ne buldun evlat ve o Amerikalıları nerden biliyorsun, bu neredeyse devlet sırrı yahu. Kim sızdırıyor bunları" dedi. Paşa az da olsa kızmıştı. Berkay paşaya doğru döndü ve "Operasyonumuzun adı Konstantin" dedi.

Paşa’nın damarına basmış gibiydi;

 "Neden İstanbul olmayacakmış peki?" diye sordu.

 Berkayın cevabı paşayı hem meraklar içinde bıraktı hem de tatmin etti. "Bu bela bize Bizanstan miras, onun için paşam."



(Uzun süre ara verdiğim hikayeme kaldığım yerden devam edeyim dedim. 9. Bölüm, hikayenin akışına göre daha ileride olması gereken bir bölüm ama tarihlere dikkat ederseniz hikayede zaman kavramı oturacak. 10. bölümde ise 9. Bölümden daha önce yaşanmış olaylar anlatılacak.)
Başlık: Ynt: Hayalet Sokağı
Gönderen: Raine Rachel Tallentyre - 28 Ocak 2014, 21:08:53
beğendim, meraktayım ve yeni bölüm geldiği ve geleceği için sevinçliyim. :) Kalemin dilin hala aynı şekilde kaliteli. umarım yeni bölüm çabuk gelir çok uzun süre beklemeyiz:D