Kayıp Rıhtım Arşiv Forum

Oyun Masası => FRP Arşivleri => Dipsiz Konak => Purgatorio => Konuyu başlatan: Madam Vio - 07 Temmuz 2012, 17:29:10

Başlık: Gordon Borcha // Silvarath
Gönderen: Madam Vio - 07 Temmuz 2012, 17:29:10
Gordon Borcha


(http://i.imgur.com/Hcrw7.jpg)

İsim: Gordon Borcha

Cinsiyet: Erkek
 
Yaş: 27
 
Fiziksel Görünüş + Genel Giyim Tarzı: Fazlasıyla kısa kesilmiş kahverengi saçlar, saçlara oranla çok daha uzun ve gür sakallar, kahverengi gözler. Dik beyaz yakalı, mavi renkli şık bir gömlek üstüne ince siyah bir yelek altında siyah kanvas pantolon ve siyah süet ayakkabılar.
 
Spesifik Özellikler (Ek Bilgi): Üç büyük günahın müdavimi: Alkol, kadın ve kumar.

RP Bonus: 4

Spoiler: Göster
Öznitelikler

Power
Intelligence: ■■■■□
Strength: ■■■□□
Presence: ■□□□□

Finesse
Wits: ■■■□□
Dexterity: ■■□□□
Manipulation: ■■□□□

Resistence
Resolve: ■■■□□
Stamina: ■■□□□
Composure: ■□□□□


Yetenekler

Mental (-3 Unskilled)
Academics: ■■□□□
Computer: □□□□□
Crafts: □□□□□
Investigation: ■■□□□
Medicine: □□□□□
Occult: □□□□□
Politics: □□□□□
Science: □□□□□

Physical (-1 Unskilled)
Athletics: ■■□□□□
Brawl: ■■□□□
Drive: ■□□□□
Firearms: □□□□□
Larceny: □□□□□
Stealth: ■■□□□
Survival: □□□□□  
Weaponry: □□□□□

Social (-1 Unskilled)
AnimalKen: □□□□□
Empathy: ■■□□□
Expression: ■■■□□  
Intimidation: ■■■□□
Persuasion: ■■■□□
Socialize: □□□□□
Streetwise: □□□□□  
Subterfuge: □□□□□


Başlık: Ynt: Gordon Borcha // Wisquas
Gönderen: Madam Vio - 07 Temmuz 2012, 17:32:40
“Bilirsin, mafya olayına herkes çok dar bir açıdan bakıyor. Tüm mafya adamları beli silahlı, kat kravat giyimden başka bir şey bilmeyen tipler toplumun gözünde. Hayal etmeye çalıştıklarında sürekli korumaları ile gezen ağır abilerden başka bir şey gelmiyor akıllarına. Eh, medya her şeyi manipüle ediyor, saptırıyor onu anladık da, Küba ya da ne bileyim ben Sicilya mafyalarından da mı haberiniz yok be adamlar? Bir halk kandırılmaya bu kadar mı meyilli olur? Nasıl seks sırasında kadının zevkten çığlık atması yalnızca bir kandırmacaysa; bu da öyle çünkü. Evet evet; hiçbir kadın zevk aldığı için çığlık atmaz, çığlık attığı için zevk alır. Herneyse, sen öyle varsaymaya devam edebilirsin tabi.

Demek istediğim o ki, gizli kapaklı işler yürüten adamlar da sanıldığı kadar uç şeyler yaşamazlar aslında. Tamam yaşarlar ama o kadar değil. Mesela bizim liderimiz; ‘Diktatör’. Adam her gün öğleden sonra koşu yapmak için ulusal parka giden, oğlunu sık sık sinemaya götüren, edebiyatı ve sanatı seven lanet olasıca bir para babası. O çalışkan memurlardan tek farkıysa kafasını kullanması ve işlerini yasa dışı yollardan halletmeyi sevmesi. Tefecilik yapar, doğal olarak da parayı zamanında ödemeyeni yaka paça getirtir mekânına. En fazla birkaç saat dayak atar ve salıverir. Öyle artan nüfusa güvenip de her mesai bitimi adam asmaca oynama yok bu işte. Başka ne vardı? Hmm, gümrükten kaçak mal getirme olayımız var doğru. Burada da diğer bir önemli not ise polislerimizin sandığınız kadar erdemli ve adalet yanlısı vatandaşlar olmadığı. Hıhı, rüşvet pek çok kapıyı açıyor.

Bu rüşveti yalnızca yüklü miktarda nakit olarak algılanma. Bu zamanı gelince karı da oluyor kız da, her türlü ot da.

Topluluğumuzun gençler kolu kadın pazarlama hususunda daha iyidir misal. Bu gençler bizim adımıza sosyalleşir, çevre edinir, potansiyel ‘işçi’lerimizi bulur, mal alım satımıyla ilgilenir, kimi zaman da bizim adımıza araba parçaları gibi gerekli şeyleri temin ederler vs vs. Kendileri için oldukça dolgun sayılabilecek harçlıklar alırlar ancak daha büyük işlere burun sokmalarına da izin verilmez. Gereksiz bilgi paylaşılmaz; hatta işverenlerinin lakaplarından başka bir şeylerini de bilmezler. Özellikle madde getirip götüren çaylaklar polis takibine bir kez girdi mi zincir gibi teker teker enselenirler. İki tokatlık iradeleri var sonuçta.

Aslında söylenecek çok şey var ama; sen kendin hepsini öğreneceksin zaten yavaş yavaş. Diktatörün gözüne girdin mi de maaş alır gibi alacaksın paranı, o konuda şüphen olmasın. Tabi önce güvenini kazanmaya bak; verdiği işleri sağlam bir şekilde halletmeye özen gösterdiğini fark ettir değil mi? Hah, gelmişiz bu arada. Zamanı gelince işini bildirmek üzere ulaşırız sana numarandan.

Gözün açık olsun.”

Böylece kafanı hafifçe sallayarak Diego Grant’ı selamlıyor ve arabasından iniyorsun. Aslında inmiyor, adeta savruluyorsun; çünkü sen adımını yola daha doğru düzgün atmadan evvel şoförü gazlayıp arabayı mahallenden uzaklaştırıyor. Üstünü silkelerken savurduğun okkalı küfürle yetineceksin bu seferlik.

Onlara adresinden söz etmediğinden emindin, ancak kendi apartmanının önünde indirildiğin göz önünde bulundurulursa, evet, kaldığın stüdyo tarzı daireyi ezbere biliyorlar.

Onlardan haber alana kadar hayatına kaldığın yerden devam edebilirsin. Dinlenmek ve aylaklık yapmak için bolca zamanın olacak.
Başlık: Ynt: Gordon Borcha // Wisquas
Gönderen: Catrouble - 09 Temmuz 2012, 12:59:05
Kıyafetlerimin temiz ve düzgün olması en önemli takıntılarımdan biridir. Diego Grant’ın arabasından inerken beni savurmuş olması üzerine ettiğim küfürlerin en önemli nedeni hiç şüphesiz ki ayakkabılarımın ve pantolonumun toz toprak içinde kalmış olabilme ihtimaline verdiğim tepkiydi. Şimdi görüyorum ki boşuna endişelenmişim gayet iyi durumdalar. Vedalaşmanın şekli itibariyle bende yarattığı rahatsızlık haricinde görüşmenin beklediğimden iyi gittiğini rahatlıkla söyleyebilirim. Aslında gergin bir görüşme olmasını bekliyordum, bu tarz adamlarla görüşürken özellikle de henüz yeni tanışıyorken nasıl tedirgin ve gergin olunmaz ki. Ah ama arabada konuşmaya başlamasıyla beni benden aldığını itiraf etmeliyim. Bir adamın yaptıkları ile söyledikleri arasında uçurum olduğunu fark ettiğim anlarda karşımdakine olan saygımı yitiririm.

Beni evimin önünde bırakmak mı? Gerçekten mi? Korkmalı mıyım? Hiç sanmıyorum çünkü evimin adresini öğrenmek isteyen herkesin öğrenebileceği onlarca kaynak olan bir dünyada yaşıyoruz. Adresimi bildiklerini bu kadar açıkça gösterdiklerine göre gayet açık bir şekilde tehdit mi ediliyorum? Gerçekten komik çünkü Diego’nun anlattığı mafya tanımına  hiçte uymayan bir hareket olduğunu düşünüyorum. Ayrıca ben aptal değilim, eğer Diktatör’ü kızdıracak bir şeyler yapma ihtimalim olduğuna inanıyorlarsa beni hiç tanımıyorlar demektir. Pekala belki de biraz tanıyorlardır.

Henüz akşamın geç saatlerindeyiz, başka bir deyişle eve gitmek için çok erken bu durumda alternatifleri değerlendirmek hiçte kötü bir fikir değil gibi gözüküyor. Grant para akışının zamanla düzene gireceğini söyledi bu da demektir ki kısa süre içerisinde bolca para kazanma ihtimalim az gözüküyor. Bu durumda tamda canımın istediği şey olan ufak bir kumar oyununu iptal etmek durumundayım. Daldığım düşüncelerden kendimi kurtarıp etrafa baktığımda ayaklarımın yada bilinçaltımın beni istemsiz olarak getirdiği yeri görünce pekte şaşırmadım. Decade isimli bu jazz klübü sakin akşamlarımda tercih ettiğim evime yakın güzel yerlerden biridir.

Kapıdan içeri girmemle birlikte kulaklarıma dolan saksafon melodisi ile bozulan moralimin tamamen yerine geldiğini hissettim. Karşılaştığım garson kızlardan birisine gülümseyerek selam verirken gözlerinin içi gülerek selamıma karşılık vermesini memnuniyetle karşılayarak bara doğru yöneldim. Barda görev alan adam ki adını şuanda hatırlamıyorum ara sıra sohbet ettiğim ama genellikle göz aşinalığı sayesinde çok iyi tanıdığımı hissettiğim birisidir. Bar taburesine oturmamla beraber barmen buzlu viski bardağımı önüme koydu. Söylediğim gibi adını dahi bilmiyorum ama birbirimizi tanırız.

“Her zamanki gibi hızlısın,” dedim gülümseyerek. Bu sırada elimi cebime atmış ve iki viski parası çıkarıyordum. Birinci viskinin parası içtiğim viski içindi ve ikincisi ise viskiyi servis etmiş olduğu için yada belki de dürüst olup istihbarat için demeliyim. Gece hayatında bir yerlere gelebilmenin tek yolu doğru kişilere tükettiğinizden fazlasını bahşiş vermektir.

“Bu gece haberdar olmam gereken bir şeyler oldu mu bakalım?”
Başlık: Ynt: Gordon Borcha // Wisquas
Gönderen: Madam Vio - 10 Temmuz 2012, 22:58:29
Barmen eline bir bez parçası alıp önceden tezgâha dizmiş olduğu bardakları sırayla kurulamaya başlıyor, bir yandan da etrafını şöyle bir süzüyor. “Her gün olandan daha sakin bir gün sayılır; müşterilerimin azalması dışında bir bok yok. Oysa buralarda yeni bar açacak mekân da kalmadı ki, evlerine mi çekildi bu insanlar bilmiyorum. Neyse, Brand kusana kadar içti bu gece. İlginçtir ki kusmuğu yeşil renkteydi, bildiğin yeşil! Bir buçuk saat boyunca ağlamaklı konuşmasını dinlemem de cabası tabi. Herif dün gece sadece tek oturumda 7 bin dolar para kaybetmiş. 7 bin be! Nereden buluyor o paraları hiç aklım ermiyor. Bu arada bir daha da o kadar içmesine izin vermeyeceğim, ısrar ederse de cehenneme kadar yolu var; kendine başka bir bar bulsun.”

“Ah, bir de…” Kafasıyla bara girdiğinde ilk selamlaştığın garson kızı işaret ederek devam ediyor: “Regina sonunda kancayı zengin bir piçe takmayı başardı. Gözlerinin içi gülüyor, aptal aptal sırıtarak alıyor siparişleri filan, fark etmişsindir. Yakında işten çıkacağım deyip duruyormuş ama o züppe Regina’yı ortada bıraktığında yine gelip bana yalvaracak ya, işte o zaman ben de ona güleceğim.”

Bu sırada alımlı bir kadın bar taburesini ayakkabısının topuğuyla ittirip tezgâha yaslanabileceği şekilde kendine yer açıyor. Barmenin söylediklerini dinlemeye çalışsan da, gözlerini kadının uzun bacaklarından almayı bir türlü beceremiyorsun maalesef. Doğal halindeki sarı saçları beline kadar uzanmış, üzerinde ise siyah, dar ve sade bir elbise var. Çekici.

Yanında partneri olmadığı aşikar; o kadar boş masadan birine oturmak yerine yanına gelmesi de senden bir beklentisi olduğunu kanıtlar gibi. Hemen sonra, kafasını senden yana çevirmeden, “Buralarda sıkı bir içki ısmarlayabilecek centilmenlerden yok mu?” diyor kadın.

Barmenin sana attığı bakışlarda yeni müşterisini memnun etmen temennisi yatıyor.
Başlık: Ynt: Gordon Borcha // Wisquas
Gönderen: Catrouble - 11 Temmuz 2012, 01:16:07
“Her gün olandan daha sakin bir gün sayılır; müşterilerimin azalması dışında bir bok yok. Oysa buralarda yeni bar açacak mekân da kalmadı ki, evlerine mi çekildi bu insanlar bilmiyorum. Neyse, Brand kusana kadar içti bu gece. İlginçtir ki kusmuğu yeşil renkteydi, bildiğin yeşil! Bir buçuk saat boyunca ağlamaklı konuşmasını dinlemem de cabası tabi. Herif dün gece sadece tek oturumda 7 bin dolar para kaybetmiş. 7 bin be! Nereden buluyor o paraları hiç aklım ermiyor. Bu arada bir daha da o kadar içmesine izin vermeyeceğim, ısrar ederse de cehenneme kadar yolu var; kendine başka bir bar bulsun.”

“7 bin mi?” keyfim yerine gelmiş bir şekilde gülümseyerek devam ettim, “Gerizekalı herif ne zaman durması gerektiğini bilmiyor. En azından buraya gelip bir şeyler içecek kadar para ayırmayı akıl etmiş.” Viskimden küçük bir yudum aldım. “Brand’ı görürsen ona bir oyun ayarlayabileceğimi söyle, kaybettiği parasını kısa sürede geri kazanabileceği bir oyun ve parası yoksa para karşılığında başka şeyleri kabul edebileceğimi de ekleyebilirsin.” Keyfim fazlasıyla yerine gelmişti, kim demiş düşene vurulmaz diye.. Ortaya ilk olarak neyini koyabileceğine dair hayallere dalmak üzereydim ki barmenin söze devam etmesiyle gerçek hayata geri döndüm.

“Ah, bir de…” Kafasıyla bara girdiğinde ilk selamlaştığın garson kızı işaret ederek devam ediyor: “Regina sonunda kancayı zengin bir p.çe takmayı başardı. Gözlerinin içi gülüyor, aptal aptal sırıtarak alıyor siparişleri filan, fark etmişsindir. Yakında işten çıkacağım deyip duruyormuş ama o züppe Regina’yı ortada bıraktığında yine gelip bana yalvaracak ya, işte o zaman ben de ona güleceğim.”

Bu bilginin ne işime yarayacağı konusunda emin değildim ama bildiğim tek bir şey vardı ki o da her türlü bilginin bir şekilde işe yarayabileceğiydi. Barmen konuşmasına devam ederken onu onayladığımı belirten şekilde kafamı sallayarak içkimi içmeye ve müziği dinlemeye devam ettim.

Bu sırada alımlı bir kadın bar taburesini ayakkabısının topuğuyla ittirip tezgâha yaslanabileceği şekilde kendine yer açıyor. Barmenin söylediklerini dinlemeye çalışsan da, gözlerini kadının uzun bacaklarından almayı bir türlü beceremiyorsun maalesef. Doğal halindeki sarı saçları beline kadar uzanmış, üzerinde ise siyah, dar ve sade bir elbise var. Çekici.

Zaaflarımı gözden geçirecek olursam dünyada beni etkileyebilecek ve aklımı başımdan alabilecek şeyler fazlasıyla sınırlıdır. İyi giyinmiş bir kadın, düzgün bacaklar, estetik kalçalar, muhteşem göğüsler, güzel dudaklar, istekli gözler, uzun ve bakımlı saçlar, doğru yapılmış bir makyaj ve istek uyandıran parfüm kokusu.. Ne diyordum evet aklımı başımdan alacak tek şey kadınlardır tabii hepsi değil, çekici olanlar. İşte bu nedenle aklıma kötü senaryolar gelse de ve tedbirli olmam gerektiğini bilsem de karşımdaki kadına karşı asla tedbirli olamayacağımı çok iyi biliyordum.

“Buralarda sıkı bir içki ısmarlayabilecek centilmenlerden yok mu?”

Gözlerimle barmen dostuma işaret vererek içkiyi hazırlaması konusunda talimat verdikten sonra kafamı iyice çevirerek yanımda duran kadını baştan aşağı süzdüm. Bunun birincil nedeni kadının ilgi göstermeye değecek fiziksel özelliklere sahip olup olmadığını tespit etmekti. Bana göre her kadına içki ısmarlanabilir hatta ısmarlanmalıdır ama çok azına ilgi gösterilerek zaman harcanmalıdır ki bu kadın kesinlikle bütün gecemi harcamaya uygun özelliklere sahip gözüküyordu. Tam cevap vermek üzereydim ki kulağım arka planda çalmaya başlayan şarkıya takıldı. Şarkı Nat King Cole’dan L-O-V-E isimli bir jazz klasiklerinden biriydi. Bu şarkının çalması bir çapkınlık şansı mıydı yoksa barmen dostumun bir ayarlaması mıydı bilemiyorum ama bu fırsatı kaçırmaya hiç niyetim yoktu.

Barmenin viskiyi getirdiği sırada karşımda duran eşsiz güzellik gerek bardağa gerekse neden cevap vermediğime bakmak için kafasını hafifçe çevirdiğinde ona sözleri dinlemesi için işarette bulundum. Kadın şarkıyı dinlerken gözlerimi güzel gözlerinden hiç ayırmadan sessizce (sadece dudaklarımı oynatarak) şarkıya eşlik ediyordum.

L is for the way you look at me
O is for the only one I see
V is very, very extraordinary
E is even more than anyone that you adore can

Love is all that I can give to you
Love is more than just a game for two
Two in love can make it
Take my heart and please don't break it
Love was made for me and you


Trompet performansının araya girmesi ve şarkı sözlerinin kesilmesiyle kadına gülümsedim ve bardağımı kadına doğru kaldırırken “Arcade’te gördüğüm en güzel kadının ve en şanslı centilmenin şerefine” diyerek gülümsemeye devam ettim.
Başlık: Ynt: Gordon Borcha // Wisquas
Gönderen: Raisor - 11 Temmuz 2012, 19:35:54
Spoiler: Göster
Selamlar ;D. Bir süre beraberiz gibi görünüyor.


+1 RP Bonus

“Arcade’de gördüğüm en güzel kadının ve en şanslı centilmenin şerefine”

Gordon’un bu barda ne bulduğunu, kendi dâhil kimse bilmiyordu. Tek bilinen, buranın fazlaca daimi müşterisi vardı ve bu daimi müşteriler ile bar çalışanları arasında güzel bir iletişim kurulmuştu. Barmenin, Gordon’un az önce kadına söylediği şeye pis pis sırıtmasının nedeni de bu samimiyetten kaynaklanıyordu tabi. Gülüyordu, çünkü Gordon’un kadınları etkilemek için hep aynı cümleyi kullandığına şahit olmaktaydı ve kadınların hepsi de bu numarayı yiyordu.

Kadın pek de şarkıdan etkilenmişe benzemiyor. “Eminim bu barda benden daha güzel bir kadınla karşılaşmışsınızdır” diyerek içkisini fondipliyor. “Barmen ile olan samimiyetinizden, buraya sıkça geldiğiniz belli oluyor.” Bu esnada barmenin sırıtışı da kesiliyor tabi.

Kadın bar sandalyesinin üzerinde, imkânsız gibi görünen bir şeyi yaparak bir ayağını diğerinin üzerine atıyor. Böylece bacaklarının estetik güzelliği artık daha da bir belli oldu. Yüzünde gerçek anlamda kusursuz bir gülümseme yayılıyor. Zarif ve anlamlı bir gülümseme. Barmene bardağını hızla uzatarak, “doldur” diyor ve yeniden Gordon’a dönerek:

“Fakat bu hoş iltifatınız için teşekkür ederim. Emin olun bu iltifat karşılıksız kalmayacaktır.”

Kadının tek büyüleyici yanı fiziksel güzelliği değildi. Konuşma dili bile insanlar üzerinde azdırıcı bir etki yaratıyordu. Akıllı bir kadın olduğunu da, yine konuşması ele veriyordu. Onun gibi bir kadınla tek bir gece geçirmek için evliliklerini riske atabilecek pek çok adam, yüksek miktarda paralar teklif eden zenginler ya da bu tarz insanlar rahat bulunabilirdi. Zaten bardakilerin hepsi, şu an bir dikiz aynasına bakarmışçasına kadını inceliyor. Kadın konuşmasına devam ediyor:

“Umarım beni ağırlayabileceğiniz ve içmeye devam edebileceğimiz daha sakin bir yer biliyorsunuzdur.”
Başlık: Ynt: Gordon Borcha // Wisquas
Gönderen: Catrouble - 11 Temmuz 2012, 20:14:55
Kadının tek büyüleyici yanı fiziksel güzelliği değildi. Konuşma dili bile insanlar üzerinde azdırıcı bir etki yaratıyordu. Akıllı bir kadın olduğunu da, yine konuşması ele veriyordu. Onun gibi bir kadınla tek bir gece geçirmek için evliliklerini riske atabilecek pek çok adam, yüksek miktarda paralar teklif eden zenginler ya da bu tarz insanlar rahat bulunabilirdi. Zaten bardakilerin hepsi, şu an bir dikiz aynasına bakarmışçasına kadını inceliyordu. Kadın konuşmasına devam etti:

“Umarım beni ağırlayabileceğiniz ve içmeye devam edebileceğimiz daha sakin bir yer biliyorsunuzdur.”


Kadının isteğini duyduğum anda ne kadar rahatsız olduğumu ifade etmeye yetecek kelimeler bulmakta zorlanıyorum. Bu benim için tamamen saçmalıktı, eğer ikinci bir cümle söylememe gerek bile kalmadan bana evime gitmeyi öneriyorsa bu işin ne gibi bir eğlencesi olabilirdi ki? İşin en güzel kısmı hiç yaşanmadan konunun geldiği yeri düşününce bütün ruhumu bir karamsarlık kapladı. Ayrıca güzelim içkiyi fondiplemekte nereden çıktı? Kadının işini bilen tavrının arkasında eşi benzeri görülmemiş bir görgüsüzlük mü vardı yoksa daha da fazlası mı vardı emin olamıyordum.

Her şeyden önce bugün Diego Grant ile olan görüşmemizi takiben ortaya çıkan bu kadın acaba bir test miydi? Diego bana bir süre kendi halimde takılabileceğimi söylemişti acaba davranışlarımı mı kontrol ediyorlardı ya da zaaflarımı mı derecelendiriyorlardı? Düşününce bu ihtimalin hiçte azımsanmayacak kadar yüksek olduğuna dair kanaat getirdim. Bir jazz kulübüne daha önce hiç görmediğim(!) bir kadın geliyor, doğruca beni hedef alıyor, direkt olarak bana asılıyor ve daha ilk cümlemi takiben onu evime götürmemi teklif ediyordu ki bu durum kesinlikle hoşuma gitmedi. Eğer bu kadın Diktatör’ün bir yemiyse bunu asla yutmayacaktım, eğer gerçekten de aşk arayan bir kadın ise benim için fazlasıyla basitti ve dikkate almaya değmezdi. Böylelikle bu bir saniyelik süre içerisinde kararımı vermiştim.

“Beni yanlış anlamış olmalısınız hanımefendi, ben sadece söylediğiniz üzere bir centilmen olarak size içki ısmarlamak istemiştim. Açıkça söylemek gerekirse Arcade dışında sizi ağırlayabileceğim hiçbir mekan mevcut değil.”
Başlık: Ynt: Gordon Borcha // Wisquas
Gönderen: Raisor - 11 Temmuz 2012, 21:08:32
“Beni yanlış anlamış olmalısınız hanımefendi, ben sadece söylediğiniz üzere bir centilmen olarak size içki ısmarlamak istemiştim. Açıkça söylemek gerekirse Arcade dışında sizi ağırlayabileceğim hiçbir mekân mevcut değil.”

Kadın kuvvetli bir kahkaha patlattı ve hemen ardından içkisini yeniden fondipleyerek boş bardağını masaya bıraktı.

“İçki için teşekkür ediyorum.” dedi küstahça bir ifadeye bürünerek. “Kişisel bir durum. Bazen tadı o kadar güzel geliyor ki su gibi içiveriyorsunuz. Bazen de çok zorlarsınız ama bir bardak içkiyi bile içemezsiniz.”

Kadın kol saatine bakarak, saatin gece yarısına yaklaştığını fark etti. Üzerinde kan kırmızısı renginde “D” harfi bulunan, garip bir saatti. Zarif tasarımı sayesinde kadına ayrı bir çekicilik kazandırıyordu bu saat.

“Adımı bile bilmiyorsunuz. Bu kadar güzel bir bayanın birden bire evinize gelmeye çalışması sizi korkuttu ve testosteron seviyenizi sıfıra indirgedi. Neden bir anda bu kadar korktunuz? Bu işin ardında anlayamadığım dolaplar dönüyor gibi. Tabi bu beni hiç alakadar etmiyor. Bir erkek tarafından ilk kez reddediliyorum sanırım. Gerçekten onur kırıcı bir duyguymuş.”

Kadın sinsice gülümsedi. Yüzündeki bu sinsilik, sanki ispatlamak istediği bir şeyi ispatlamışçasına yüzü gülen bir dedektifi andırıyordu.

“Bilmenizi isterim ki bu bardaki bir düzine insanın bana olan bakışları sinirimi bozuyor. Bu bardan çıkıp gitmek dışında bir amacım yoktu. Ama fazlaca ciddileştiniz.” Bu kez yüzündeki gülümseyiş daha samimi bir hal almıştı. Kadın beraberinde getirip bar sandalyesine astığı siyah küçük çantasını da alarak, yavaşça sandalyeden indi.

“Umarım yeniden görüşürüz, bay centilmen”

Ve ağır adımlarla dışarıya yürüdü.

Bardaki kalabalık ağır ağır dağılmış, geride sadece barda sabahlayacak olan ayyaşlar kalmıştı. Bu ayyaşların çoğu kendilerini Dünya’nın en kederli insanları olarak görüyorlardı. Gordon kendini bildi bileli o adamlar bu bardaydı. Tüm maaşını acımadan içkiye veren bu adamların bazısı aşk acısı çekiyordu, bazısının ailevi problemleri vardı. Genelde bu vakitten sonra bar pek sessiz oluyordu. Sözlerin kifayetsiz kaldığı saatlerdi bu saatler.
Başlık: Ynt: Gordon Borcha // Wisquas
Gönderen: Catrouble - 12 Temmuz 2012, 01:27:54
Kadın kol saatine bakarak, saatin gece yarısına yaklaştığını fark etti. Üzerinde kan kırmızısı renginde “D” harfi bulunan, garip bir saatti. Zarif tasarımı sayesinde kadına ayrı bir çekicilik kazandırıyordu bu saat.

‘D’ harfi bulunan bir saat. Bu Diktatör’e ait olan kadınların bir simgesi mi? Yoksa tam anlamıyla bir paranoyak mı oluyorum? Acaba bu işlere hiç bulaşmasa mıydım diye düşünmeye başlamıştım. Nede olsa aptallarla kumar oynayarak gayet iyi kazanabiliyor ve hiç çalışmadan istediğim hayatı yaşayabiliyordum. Anlık hırs ve heveslerin peşinde kendimi içinden çıkılmaz bir durumun içine mi soktuğumu düşünmeden edemedim. Ne olursa olsun artık her şey için çok geçti ve Diktatör’ün ağının bir parçası olmaktan başka çarem olmadığını biliyordum.

“Adımı bile bilmiyorsunuz. Bu kadar güzel bir bayanın birden bire evinize gelmeye çalışması sizi korkuttu ve testosteron seviyenizi sıfıra indirgedi. Neden bir anda bu kadar korktunuz? Bu işin ardında anlayamadığım dolaplar dönüyor gibi. Tabi bu beni hiç alakadar etmiyor. Bir erkek tarafından ilk kez reddediliyorum sanırım. Gerçekten onur kırıcı bir duyguymuş.”

Kadının asılan suratı ve kırılan gururunu gözlerinden, duruşundan ve sözlerinden hissetmek nedense kendimi çok iyi hissetmeme neden oldu. Kadınlara hayır demeyi adet edinmemiş olmamın beni böyle bir zevkten mahrum etmiş olduğunu işte o anda fark etmiştim. Kadının gururunu onarma çalışmalarını ve yaşadığı iç çatışmayı görmek keyfimi daha da arttırıyordu.

“Bilmenizi isterim ki bu bardaki bir düzine insanın bana olan bakışları sinirimi bozuyor. Bu bardan çıkıp gitmek dışında bir amacım yoktu. Ama fazlaca ciddileştiniz.” Bu kez yüzündeki gülümseyiş daha samimi bir hal almıştı. Kadın beraberinde getirip bar sandalyesine astığı siyah küçük çantasını da alarak, yavaşça sandalyeden indi.

“Umarım yeniden görüşürüz, bay centilmen”


Eğer gerçekten ilk defa reddediliyorsa gururunun ona oynayacağı oyunlar ve egosunun kendisini teslim almasıyla beni elde edebilmek için farklı şekillerde ve defalarca karşılaşmak için fırsatlar yaratabileceğini tahmin ediyordum. Nede olsa daha genç yaşlarımda ben de birçok defa reddedilmiş ve egomun beni tamamen ele geçirmesini çaresizlikle kabul etmiştim. Kadının imalı vedasını gülümseyerek kabul ettim ve “Görüşeceğiz.” diye fısıldadım. Kadın arkasını dönüp bakmadı, son sözümü duyup duymadığı konusunda hiçbir fikrim yoktu ve bunu umursadığım da söylenemezdi.

Kadının içtiği iki viski için dört viski parası daha çıkarıp barmene uzatıp “Sanırım yaşlanıyorum” diye hayıflandım. Gerçekten de bu gece yalnız uyuyacaktım ve bu konuda kadere kızmaya hakkım yoktu. İçkimin son yudumunu da aldıktan sonra barmene iyi geceler dileyerek evime doğru yola çıktım. Eve vardığımda duş aldım ve yatağıma uzandım. Henüz saat uyumam için erkendi ama evde yapabileceğim pek bir şey olmadığı için çaresizce telefonumla oynuyor ve uykumun gelip beni almasını bekliyordum.
Başlık: Ynt: Gordon Borcha // Wisquas
Gönderen: Raisor - 12 Temmuz 2012, 19:57:29
Gordon’un ‘Ödenmesi gereken içki parası x2 içki parası ödeme’ alışkanlığı, barmene göre farklı bir denklem oluştururdu hep: ‘İçkinin orijinal fiyatı x4 para’. Çünkü zaten içki fiyatları, barlarda hep iki katı pahalıdır. Barmen atması gereken kadar parayı kasaya atıp, ekstradan ödeneni cebine attığı için, bugün iş çıkışı kumarhaneye gittiğinde, ‘Oynanması gereken + bahşiş’ kadar kumar oynayıp, yine kaybedecekti. Tabi bu konuda Gordon’un zerrecik bile bilgisi yoktu. Asıl mesele şu: Gordon bunu bilseydi umurunda olur muydu?

Tek bilinen, Gordon’un bu gerçekle yüzleşmemesinin daha iyi olacağıdır. Çünkü iyilik yaptığını sanırken, çok yakın arkadaşı zavallı Arcade barmenini, ‘Normalde olması gereken x2 kumar borcu’na sürüklediğini öğrense, bu büyük bir şok olurdu. Gordon ne kadar çok içerse, o kadar bahşiş veriyordu. Ve ne kadar bahşiş verirse, barmen o kadar borca batıyordu. Sanki Gordon'un içki günahının kefaretini o ödüyormuş gibi.

Barmen Gordon’un verdiği parayı alıyor ve bu sırada Gordon da bardan çıkıp gidiyor. Birazcık burukluk var içinde. Bir yandan bu ağırbaşlı tavrından dolayı mutlu oluyor, bir yandan da mis gibi kızı kaçırdığı için üzülüyor Gordon. Ama Dünya’nın korkunç gerçeklerinden biri de şudur, geçmiş hep geçmişte kalır. Daha genç bir adamdı ve önüne pek çok fırsat çıkacaktı. Bu kesin bir yargıydı.

Evi ile bar arasındaki mesafe pek kısadır Gordon’un. Zaten bara yaya gitmesinin sebebi de bu olmuştu. Dolayısıyla bardan çıkınca eve varması sadece beş dakikasını alıyor. Hemen koltuğa uzanıyor, televizyonu açıyor ve bir yandan ilgisini az biraz çekmiş bir korku filmini izlerken bir yandan da telefonunda yılan oyunu oynuyor.

Gordon haberleri devamlı takip ederdi ve Dünya’da neler olup bittiğinden de epeyce haberi olurdu hep. Buna teknolojik gelişmeler de dahildir. Fakat teknolojiyi takip etmenin, her yeni çıkan cihazı almak zorunluluğunu getirmediği de bir gerçek. Zaten teknolojiye ayak uydurmak pek zordur. Bu yüzden kaliteli fakat çok da süper özelliklere sahip olmayan bir LCD ekran televizyonu ve esas amacının 'acil durumlarda arama yapmak' olduğunu iyi bildiği için, eski ve kaliteli Nokia model bir cep telefonu vardı. Apartmanın damından yere atsanız dahi kırılma ihtimalinin yarı yarıya olduğu bu telefon modeli her türlü sakarlığa karşı dayanıklıdır ve bu telefonların diğer bir güzel yanı da yılan oyunudur ki, pek çok insanın taptığı bir oyundu yılan oyunu bir zamanlar.

Bir sürenin ardından sonunda uyuya kalıyor Gordon. Telefonu seslide bırakmıştı, çünkü şu diktatörün adamlarının ne zaman arayacağını bilmiyordu. Sabaha kadar mışıl mışıl bir uyku çekiyor.

Sabah uyanıp kendine gelirkenden Gördon’un ilk yaptığı şey elini yüzünü yıkamak oluyor. Bu sırada telefonunu da kontrol ediyor ve kimsenin henüz aramadığını görüyor. Sağlam bir açlık duygusu sarıyor Gordon’u. Dün öğleden beri hiçbir şey yemediğini hatırlıyor. Saat 10 civarı. Evde kahvaltılık malzemenin bittiğini de iyi biliyor.
Başlık: Ynt: Gordon Borcha // Wisquas
Gönderen: Catrouble - 13 Temmuz 2012, 23:51:34
Koyu renkli bir kot pantolon, vücudumu saran koyu gri bir t-shirt, spor beyaz kol saatim ve beyaz deri ayakkabılarımı giyerek evden dışarı çıkıyorum. Açken gözümün gördüğü pek az şey vardır. Burada açlık ile ifade etmek istediğim şey sadece beslenme anlamında değil, her türlü tüketim ve ihtiyaçlara duyulan açlık hissi ve bazen çok açgözlü olabildiğimi kolaylıkla itiraf edebilirim.

Arabam olmasına rağmen araba kullanmayı sevmiyorum dolayısıyla bir taksiye binip beni Regent Caddesine götürmesini istedim. Regent ile Oxford caddelerinin kesiştiği yerde taksiden inip en yakındaki büfeye uğrayarak okumayı alışkanlık edindiğim ve dünyayı en kolay şekilde takip edebilmeme olanak sağlayan The Daily Telegraph, Financial Times, The Guardian, The Independent, The Times, Daily Mail, Daily Express gazetelerini satın aldım. Siyasetle uzaktan yakından hiçbir ilgim olmamasından dolayı aldığım gazeteleri de özellikle karışık siyasi görüşlere sahip olan gruplardan seçmeyi uygun görüyorum, böylelikle herhangi bir grup veya güç odağı tarafından yönlendirilmektense olabildiğinde kendi fikirlerime ve yorum gücüme güvenmeyi uygun buluyorum.

Gazetelerimi aldıktan sonra Regent Caddesi üzerinde küçük, samimi ve şık bir kafeye girdim. Menüye göz attıktan sonra minik bir kahvaltı tabağı, kaşarlı yumurta, sosis ve sucuk ızgara ve çay sipariş ederek gazetelerimi okumaya başladım.

Kahvaltımı yapıp gazeteleri kahve eşliğinde okurken saatler hızla akıp gidiyor ve gazeteleri okumayı sona erdirmemle beraber hesabımı ödeyip kalkıyorum. Kafeden çıkmadan önce kumar oynamayı sevdiğim mekanlardan birinde çalışıyor olan Mark isimli bir arkadaşıma “Bugün özel bir organizasyon olursa bana haber ver.” diye mesaj atarak caddeye çıkıyor ve mağazalara bakarak, alabileceğim güzel gömlekler olabilme ihtimalini değerlendirerek zaman geçirmeye devam ediyorum.
Başlık: Ynt: Gordon Borcha // Wisquas
Gönderen: Raisor - 14 Temmuz 2012, 21:55:03
Gordon bugün Londra’nın alışıldık kasvetli havasında bile hiçbir şey düşünmeden kahvaltı yapabileceğini öğrenmişti. Evet insanlar aç olmaya görsün, her şeyi unuturlar. Açlık öyle bir şeydir ki, o an sadece ona odaklanırsınız. Eviniz varmış, arabanız varmış, âşıkmışsınız, hiç önemli değildir. Bu yüzden Regent caddesine gidip hoş bir kafede büyük bir iştahla kahvaltısını yapmış, az önce küçük bir büfeden aldığı gazeteleri okumaya başlamıştı.

Neden sonra Gordon’un aklına Mark geliyor. Mark kumarhanede çalışan yakın bir dostu. Bugün özel bir organizasyon olup olmadığını soruyor mesaj atarak. Bu sırada da hesabı ödeyip atıyor kendini dışarı.

Gordon yürürken vitrinlere bakıyor, hoşuna giden bir şey gördüğü zaman vitrinin önünde durup hoşuna giden şeye tekrar bakıyor, aşırı hoşuna gitmediyse yürümeye devam ediyordu ki henüz bir şey satın almadı. Bu sırada telefonu çalıyor. Gordon hızla telefonu cebinden çıkarıp numaraya bile bakmadan yeşil tuşa basıyor ve telefonu kulağına koyuyor. Arayan kişinin Mark olduğunu düşünmüştü fakat yanılıyor.

Gordon telefonu kulağına koyup “Evet?” diye seslenmişti ki, tanıdık olmayan bir ses konuşmaya başlıyor:

“Bu gece, limanda buluşalım” diyor. Kalın bir erkek sesiydi. Ses tonu sert ve isteksizdi. “Hangi liman olduğunu ilerleyen saatlerde söyleyeceğim.”

Gece ve Liman. Bunun tek bir açıklaması vardır. Gemiden kaçak mal indirmek, ki bu da arayanın Diktatör’ün adamlarından biri olduğuna bir kanıt. Mark’dan ise hiç geri cevap gelmedi. Kim bilir yine nerede sızmıştı? Gece yaşayıp gündüz uyuyan bir adamın bu saatte telefonlara cevap vermemesi pek normaldir.

Gordon’un, Diktatör’ün adamları arayana kadar bolca zamanı var gibi görünüyordu.
Başlık: Ynt: Gordon Borcha // Wisquas
Gönderen: Catrouble - 16 Temmuz 2012, 18:27:43
“Bu gece, limanda buluşalım” diyor. Kalın bir erkek sesiydi. Ses tonu sert ve isteksizdi. “Hangi liman olduğunu ilerleyen saatlerde söyleyeceğim.”

“Haber bekliyor olacağım.”

Adamın ses tonundaki isteksizlik, cümlelerini kısa kurması ve kim olduğunu dahi tanıtma gereği duymaması telefonda mümkün olduğunca az konuşulması gerektiğini gösteriyordu dolayısıyla cevabımı vermemi takiben konuşmanın bitmiş olduğunu düşünerek telefonu kapatmıştım. Henüz geceye fazlasıyla zaman vardı ve bu durum canımı sıkıyordu. Genel olarak bulunduğum an ile o gün içerisinde yapmam gereken başka bir işim olduğu zaman aradaki boşluğu doldurmakta güçlük çekerim ki bu sefer bu süre umduğumdan çok daha uzun diyebilirim. Çaresizce yol haritası çizmeye çalışırken kendimi hayatın akışına bırakmaya karar veriyorum. Telefon gelmeden önce yapmaya devam ettiğim şekilde alışverişe devam ediyorum ancak bu sefer bilinçsizce değil akşam giyecek ve ilk işime yakışacak şekilde arayışlarımı sürdürüyorum.

Saatler sonra alışverişim sonra erdiğinde siyah bir kot pantolon, kolları kıvrılmaya müsait yazlık bir gömlek, ön tarafı süet ve üstleri deri olan siyah bir ayakkabı ve baharatlı bir parfüm almış bir şekilde evime doğru giderken yolda berbere uğruyor ve saçlarıma oranla fazlasıyla uzamış olan sakallarımı saçlarımla aynı seviyeye gelecek şekilde kestiriyorum. Bu sırada yaşadığım bölgede olup bitenler daha doğrusu duymadığım herhangi bir şey olup olmadığı konusunda emin olmak için berberle muhabbet ediyorum. Sakal traşımın tamamlanmasıyla eve gidiyorum.

Telefonla eve yemek sipariş verirken zamanımı iyi değerlendirip hemen duşa giriyorum. Duştan çıkıp hazırlıklarımı yaparken yemeğim geliyor ve yemeğimi yiyorum. Yemeğin ardından haberleri izleyip giyinmeye başlıyorum. Bugün aldığım ayakkabı, pantolon ve gömleği giyiyor ve gömleğin kollarını kıvırarak nispeten sportif bir hava katıyorum. Parfümümü sıkıp saatimi taktıktan sonra saatin 19.36 olduğunu fark ediyorum. Muhtemelen beni aramalarına yaklaşık iki ya da üç saat var ve evde yapacak işlerimin bittiğini düşünecek olursak bu fazlasıyla uzun bir süre.

Evden çıkıp arabayla Arcade’e gidiyorum. Arabamı yanıma aldım çünkü aradıkları zaman limana taksiyle gitmek istemiyorum. Arcade’in girişinin hemen önüne arabayı park ederken kapıdaki valelere anahtarı teslim edip arabayı uzağa götürmemeleri ve acil çıkmam gerekeceği konusunda uyarıyorum ve ellerine biraz bahşiş bırakıyorum. İçeri girdiğimde etrafı süzerek ve kimlerin barda olduğunu tespit ederek bara doğru ilerliyor ve yalnızken oturmayı seçtiğim klasik yerime geçiyorum. Barmen her zamanki gibi elinde ovaladığı bardaklarla birlikte bana gülümserken gülümsemesine karşılık veriyorum.

“Aynısından olsun dostum.”
Başlık: Ynt: Gordon Borcha // Wisquas
Gönderen: Raisor - 17 Temmuz 2012, 16:02:33
Aynısından olsun dostum.

Barmenin beyni, bu cümleyi daha farklı algılamıştı:

Daha fazla bahşiş?!

Hiçbir şey söylemeden, hemen eline bir viski bardağı kapıyor ve bir duble Label döküyor. İçkiyi hazırlayıp Gordon’a vermek birkaç kısa saniyesini alıyor adamın. “Hayırdır, Gordon. Bugün pek bir yüzün gülüyor? Oldukça heyecanlı gördüm seni.” Ve cevap beklemeden diğer müşterilere dönüyor.

Neden sonra beklediği gibi telefonu çalıyor Gordon’un. Telefon çaldığında ilk bardağını neredeyse bitirecekti. Telefonu açıyor.

“Alo?”

“Londra limanı. Saat 20:30.” Gordon rahatça, bunun kendisini daha sabahleyin arayan o serin yürekli adam olduğunu anlıyor. Saatine baktığında, saatin 19:49 olduğunu görüyor. Gordon’u daha dün gece arabayla evine kadar bırakan adamların, cana yakın, sıcakkanlı insanlar olduğunu hatırlıyor. Gordon da resmi olarak artık bir mafya oluyordu ve kendisi de bek soğukkanlı sayılmazdı. Mafyalara karşı olan önyargısı dün gece sona ermişken, bu adam biraz daha farklı gibiydi. Bir an belki Diktatör olabileceğini düşündü bu adamın. Ama hayır. Diktatör denen adam durup adamlarını tek tek aramazdı. Kısa bir süreliğine Gordon’un aklında bunlar belirmişken, telefondaki adam konuşmaya devam ediyor.

“Limanı şehre bağlayan yoldan arabayla dümdüz gelip, limanı ikiye bölen yol ayrımından sola dönerek arabayı bir yerlere park et. Yürüyerek geri dön, limanın sağ tarafına gel. Kırmızı bir van görünceye kadar durma.”

Ve tak, telefon kapanıyor.
Başlık: Ynt: Gordon Borcha // Wisquas
Gönderen: Catrouble - 26 Temmuz 2012, 18:37:51
Saat 19.49, pek zamanım kalmamış ve umduğumdan daha erken bir saatte çağırılmış olduğumu itiraf etmeliyim. Telefonun kapanmasıyla viskimin son yudumlarını da alıyor ve hesabı ödeyerek dışarı çıkıyorum. Valelerden arabamın anahtarını alıyor ve arabamı bıraktığım yerden kıpırdatmamış olmalarını sessizce takdir ediyorum.

Yolculuk esnasında gergin olmadığımı söylersem dürüst olmamış olurum, evet gerginim ama zaten bir işe başlayana kadar hep gergin olmuşumdur ve iş başladığı andan itibaren kendimi olayın akışına bırakmayı iyi becerebilen bir yapıya sahibim. Trafik kurallarını ihlal etmeden mümkün olabildiğince hızlı bir şekilde limana doğru gidiyorum. Limanı ikiye bölen yol ayrımına geldiğimde telefon konuşmasını hatırlıyor ve sola dönerek kısa bir süre gittikten sonra arabayı yolun kenarında nispeten kuytuda kalmış bir köşeye park ediyorum. Arabadan indiğimde henüz vaktimin var olması içimi rahatlatıyor ve sakince yürümeye başlıyorum. Koşarak yada hızlı adımlarla yürüyerek zaten var olan tecrübesizliğimi herkese açık etmek istediğim son şey doğrusu. Yol ayrımını da geçip yolun sağ tarafına doğru yürürken yanımda hiç silah bile olmamasının tedirginliğini fazlasıyla hissediyorum.  Kısa bir süre daha yürüyünce yolun devamında kırmızı bir araç görüyor ve araca doğru ilerlemeye devam ediyorum.
Başlık: Ynt: Gordon Borcha // Wisquas
Gönderen: Madam Vio - 10 Ağustos 2012, 17:34:20
İçeriden bir fahişe fırlayacakmış gibi duran parlak kırmızı renkteki karavanın hemen yanında camları siyah filtreyle kaplanmış bir Mercedes, motoru çalışır vaziyette seni bekliyor. Karavan çevresinde göründüğün an arabadan çıkan üç adam yanında bitiyor ve aralarından takım elbise giymiş olanı seni görünce saatine bakıp selam veriyor. “Gordon Borcha? Evet, tam zamanında.”

Yanındaki iki adamdan önce sağında kalanı işaret ederek: “Bunlar gümrük memurları Sn. Harrison ve Dack.” diyor. “Birazdan limana yanaşacak olan askeri gemiye gireceksiniz. Memur Dack evrak kontrolü ve sayım işlemlerini hallederken sen ve Bay Harrison gemi kaptanıyla özel olarak görüşüyor olacaksınız. Kaptan size 32 kilo ağırlığında, şöylece bir paket verecek. Tabi alım sonrasında rüşvetini de vereceksiniz, o da şu zarfın içinde.” Zarfı eline vermek yerine çabuk bir el hareketiyle ceket cebine sıkıştırıyor. “Paketi gemiden inmeden önce Bay Harrison kontrol edecek. Ardından onu gemiden alıp bana, limanın kuzeyine getirin. Bay Gordon, paranı paketi bana sapasağlam getirdiğiniz zaman, takas sırasında alacaksın. Yanlış paketi getirmeniz, paketi zarar görmüş bir şekilde getirmeniz ya da gemide yakalanmanız durumunda siz sorumlu tutulursunuz. Ama ben temiz bir iş olacağına inanıyorum. Görüşmek üzere.”

Sessizlik içinde geçen birkaç dakika sonrası beklediğiniz geminin güvertesinden mürettebatın yarattığı kuru gürültü yükselmeye başlıyor. Harrison ve Dack sükûneti korur halde yürümeye başladıklarında onları takip ediyor ve demir atmaya hazırlanan gemiye giriş yapıyorsun. Askerlerden biri garipser bir yüz ifadesiyle evrakları uzatıyor.

“Ben evrakları gümrük işlemleri için getiriyordum zaten.” diyor asker ancak Dack umursamıyor. “Sayım için her şekilde girecektik gemiye. Her ne kadar askeri gemi olsa da, kaide bu bayım. Ama belli ki beklediğimizden daha fazla mal var burada. Hepsini gümrüğe bildirdiğinizden emin misiniz?”

Harrison “Kaptanla bir görüşelim biz.” deyip, aceleyle bölmeye giriyor. Sen de gemi mürettebatının arasından sıyrılıp onu izliyor ve arkandan kapıyı kapatıyorsun.
Başlık: Ynt: Gordon Borcha // Wisquas
Gönderen: Catrouble - 17 Ağustos 2012, 13:22:03
Mercedes.. Nedense bütün görgüsüzlerin Mercedes kullandığını düşünmüşümdür, muadili olarak BMW ya da daha uygun fiyata daha güzelini sunabilen Audi varken Mercedes almak..

“Gordon Borcha? Evet, tam zamanında.”

Adamı ve işaret etmiş olduğu memurları başımla selamlayarak iyice yaklaşıyorum.

“Birazdan limana yanaşacak olan askeri gemiye gireceksiniz. Memur Dack evrak kontrolü ve sayım işlemlerini hallederken sen ve Bay Harrison gemi kaptanıyla özel olarak görüşüyor olacaksınız. Kaptan size 32 kilo ağırlığında, şöylece bir paket verecek. Tabi alım sonrasında rüşvetini de vereceksiniz, o da şu zarfın içinde.”

“Paketi gemiden inmeden önce Bay Harrison kontrol edecek. Ardından onu gemiden alıp bana, limanın kuzeyine getirin. Bay Gordon, paranı paketi bana sapasağlam getirdiğiniz zaman, takas sırasında alacaksın. Yanlış paketi getirmeniz, paketi zarar görmüş bir şekilde getirmeniz ya da gemide yakalanmanız durumunda siz sorumlu tutulursunuz. Ama ben temiz bir iş olacağına inanıyorum. Görüşmek üzere.”


Temiz bir iş mi? 32 kilogramlık paketi ben taşımadığım sürece kesinlikle temiz olacaktır! Üstü kapalı tehditlerden pek hoşlanmasam da mevcut durumda yapabileceğim pek bir şey olmadığını kabul ederek normal bir ses tonuyla cevaplıyorum:

“Hiçbir sorun çıkmayacak, merak etmeyin.”

Kaptan köşküne girdiğimde odada kaptan olduğunu tahmin ettiğim üniformalı adam haricinde başka bir personel olmamasıyla rahatlıyorum. Paketin burada mı olduğu ya da yapılacak olan konuşmanın ne kadar şifreli olacağı konusunda emin olamadığım ve bu işle görevlendirilmiş olan memur Harrison yanımda olduğundan dolayı olayın akışını Harrison’a bırakarak arkada bekliyor ve gelişecek olan olayları gözlemliyorum.
Başlık: Ynt: Gordon Borcha // Wisquas
Gönderen: Madam Vio - 17 Ağustos 2012, 15:01:41
Harrison kaptanın elini sıkıyor ve seni göstererek “Bu Borcha. Paketi teslim etmeme yardım edecek.” diyor. Kaptan elini uzattığında karşılık veriyor ve basitçe “Memnun oldum.” diyerek formalite konuşmaları es geçiyorsun. Bunun üzerine kaptan siyah naylon poşet içerisindeki paketi gösteriyor ancak kendi payına düşeni isteme konusunda acele etmemeye kararlı bir şekilde emaneti kontrol etmenizi bekliyor.

Harrison kolinin kenarını yırtarak içini görebileceği kadar küçük bir delik yaratıyor. Birkaç dakika sonra umutsuzca doğrularak “Paketi tamamen açın; orijinal olup olmadığını böyle anlayamam.” diyor.

Kaptan huzursuzlanıyor. “Ben sadece taşıma ve teslim işine dâhil oldum, gerçek olup olmadığı alıcıyı ya da satıcıyı ilgilendirir. Ama için rahat edecekse al şu maket bıçağını kontrol et bölmeden çıkmadan evvel. Acele et, askerler şüphelenmesin.”

Harrison başıyla kaptanı işaret ettiğinde elindeki maket bıçağı alıp koliyi boydan boya bölüyorsun. Paketi parçaladığınız için belki hem taşımakta hem de gizlemede daha fazla zorluk çekeceksiniz ama sen de biliyorsun ki bu patrona sahte bir malı teslim etmekten daha ‘göze alınabilir’ bir durum.

Poşeti sıyırıp, koliyi böldüğünde ve son olarak nesnenin sarılı olduğu kese kâğıdını yırttığında irkiliyorsun. Bu yalnızca sürrealist ressam ve heykeltıraşların “Hmmm…” edalarıyla anlamlandırabileceği türden modernist bir sanat eserine benziyor ilk bakışta. Tabi kaptan ve Harrison arasında gerçekleşen ‘orijinal olup olmama’ konuşmalarından dolayı biliyorsun ki dışındaki bu altın kaplama onu asıl değerli yapan şey. Duraksadığın o kısa anda nesnenin tamamen altından yapılma olabileceği ihtimali de geliyor aklına tabi. 32 kilo… 32 kilo altın. Yalnızca kaplamanın altın olması yetersiz olurdu evet.

Harrison yaklaşıyor ve emanete şöyle alıcı gözüyle bir kez daha bakıyor. “Umarım bu beklediğimiz tarihi eserdir. Kimse hayal kırıklığına uğrasın istemem. Çünkü gerçekten saf altına benziyor ama kaç yıllık olduğu konusunda şimdilik bir yorum yapmam imkânsıza yakın. Venedik zamanından denilmişti bize…”

“Dediğim gibi; o kadarını ben bilemem. Şimdi ödememi alayım.”

Harrison’ın bakışları onayı verdikten sonra cebine sıkıştırılmış zarfı kaptana uzatıyorsun. Kaptan parayı sayma işiyle meşgul olurken poşeti beraberce geminin dışına taşımaya başlıyorsunuz. Emanet oldukça ağır sayılsa da mürettebattan kimse sizinle ilgilenmediği için kolayca kendinizi limana atabiliyorsunuz. Buluşma noktasına doğru ilerlerken Harrison aniden duraksıyor.

“Borcha, dur bir dakika. Sen bu paketi al ve duvarın yanına park edilmiş arabayla beraber kaç. Ben patronu senaryolarımla oyalarım birkaç gün. Sonra seni bulurum ve bunu satıp parasını yeriz. Ha? Olur mu? Borcha şu poşetin içindeki eser kaç para ediyor haberin var mı? Sen bu işten kaç alacaksın ki sonuçta? Ama eseri satıp da kazanacağın deste deste paraları taşımak en az şu poşettekini taşımak kadar güç olacak onu söyleyeyim. Ondan sonra istersen dünyanın bir ucuna siktirirsin. Ben de öbür ucuna. Ne diyorsun?”
Başlık: Ynt: Gordon Borcha // Wisquas
Gönderen: Catrouble - 18 Ağustos 2012, 21:01:39
“Borcha, dur bir dakika. Sen bu paketi al ve duvarın yanına park edilmiş arabayla beraber kaç. Ben patronu senaryolarımla oyalarım birkaç gün. Sonra seni bulurum ve bunu satıp parasını yeriz. Ha? Olur mu? Borcha şu poşetin içindeki eser kaç para ediyor haberin var mı? Sen bu işten kaç alacaksın ki sonuçta? Ama eseri satıp da kazanacağın deste deste paraları taşımak en az şu poşettekini taşımak kadar güç olacak onu söyleyeyim. Ondan sonra istersen dünyanın bir ucuna siktirirsin. Ben de öbür ucuna. Ne diyorsun?”

32 kilogramlık herhangi bir mal için beni kullanmak istemelerini anlayabilirim. Bu silah olsa, uyuşturucu olsa, hatta daha değerli bir şey bile olsa anlayabilirim. Hatta 32 kilogramlık altın olsa bile anlayabilirim demek isterdim ama 32 kilogram ağırlığında altından yapılmış bir tarihi eser! Bu kesinlikle hiç tanımadıkları birine verilmesi muhtemel ilk görev olamaz. Bu durumda aklıma iki sonuç geliyor, ya sahte bir operasyonla sınanıyorum ya da çok sıkı bir şekilde izleniyorum. Bütün bunlar yetmezmiş gibi bir de Harrison’un yaptığı teklif şüphelerimi kat be kat arttırıyor. Bana diktatörden mal çalmamı ve kendisinin bir senaryo ile diktatörü ikna edeceğini söylüyor, daha sonra gelip beni bulacakmış..

Diktatörden malı çalan birisi neden birkaç gün onu bekleyip birde malı paylaşsın ki? Neresinden bakarsam bakayım bu senaryonun içinde içime sinmeyen ve mantıklı gelmeyen onlarca detay sıralayabilirim. Ayrıca ben bir hırsız değilim, gerçi düne kadar çete üyesi de değildim ya neyse..

Kendimi kısa bir sürede toparlayıp şaşkınlığımı üzerimden atarak oldukça net ve sert bir ses tonuyla “Harrison bu paketi arabaya beraber taşıyacağız ve sahibine teslim edeceğiz. Bende senin bu teklifini duymamış olacağım. Bu ikimiz için, özellikle de senin için en hayırlı olanı.” diye cevaplıyorum.

Ardından tekrar paketi tutup taşımaya başlamadan önce Harrison’ın paketi taşımak için tutmasını bekliyorum.
Başlık: Ynt: Gordon Borcha // Silvarath
Gönderen: Madam Vio - 20 Ağustos 2012, 00:52:16
“Harrison bu paketi arabaya beraber taşıyacağız ve sahibine teslim edeceğiz. Bende senin bu teklifini duymamış olacağım. Bu ikimiz için, özellikle de senin için en hayırlı olanı.”

Harrison bu beklenmedik sert çıkış karşısında yüzünü ekşitiyor ve bir süre kararsız bir şekilde suratına bakmaya devam ediyor. Neden sonra herhangi bir şey söylemeksizin paketinizin ucundan tutup çekiştirmeye başladığında bu gergin an da sona ermiş oluyor. Sessizlik içinde limanın kuzey yakasına vardığınızda ise diktatörün silueti sizi bu gece için son bir kez daha karşılıyor. Yaklaştıkça netleşen suratına memnuniyet dolu bir ifade oturmuş durumda.

Paketi kontrol eder etmez bir sevinç nidası baş gösteriyor diktatörde: “Evvet! Bu işten alnınızın akıyla çıkacağınızı biliyordum!”

Harrison yapmacık bir gülümsemeyle ellerini sıvazlıyor. “Eee patron? Sıra geldi benim payıma.”

Diktatör burun kıvırıyor. “Alacaksın paranı, bu ne acele?” Ardından göz ucuyla sana bakıyor. “Önce bir Borcha’mızı evine at da, sonra konuşalım bakalım; gemide bir pürüz çıktı mı ne yaptınızsanız artık. Ayrıntı istiyorum.”
Başlık: Ynt: Gordon Borcha // Silvarath
Gönderen: Catrouble - 22 Ağustos 2012, 00:06:26
Harrison’ın yüz ifadesinden teklifinde ciddi olduğunu fark ediyor ve fazlasıyla şaşırıyorum. Bu durumda bilgi sahibi olmadığım bir konuda iki farklı yargıda bulunma fırsatına sahibim. Ya diktatör denilen adam tahmin ettiğim kadar otoriter ve güçlü birisi değil ya da Harrison onu pek iyi tanımıyor. Eğer bu Harrison’ın ilk işiyse onu bana verirler miydi diye düşünmeden edemiyorum.

Bu sırada diktatör burun kıvırıyor. “Alacaksın paranı, bu ne acele?” Ardından göz ucuyla sana bakıyor. “Önce bir Borcha’mızı evine at da, sonra konuşalım bakalım; gemide bir pürüz çıktı mı ne yaptınızsanız artık. Ayrıntı istiyorum.”

“Aslında arabam hemen liman yolunun kenarında dolayısıyla memur beyin beni eve bırakmasına hiç gerek yok, arabama kadar bıraksa çok daha rahat olur.” Cümlemin bitmesiyle ‘Ya benim payım ne olacak?’ diye bağırmak istesem de bundan vazgeçip konuşmama devam ediyorum. “Bu gece sizinle tanışma şerefine eriştiğim için çok mutluyum Bay Diktatör, ilk işimizin temiz bir şekilde bitmesi ve güveninizi boşa çıkarmamış olmaktan ise daha da mutluyum. Bu işi çok daha büyük ve çok daha temiz işlerin takip edeceğine inanıyorum.”

Diktatör ve Harrison’la karşılıklı konuşmalar sonucunda vedalaşıyorum ve Harrison beni arabama bırakıyor. Daha sonra eve mi dönsem yoksa eğlenceye mi gitsem diye düşünürken eve gidip dinlenmeye karar veriyor ve eve dönüyorum. Hızlı bir duş aldıktan sonra telefonuma şarja takıyor, başucuma koyuyor ve uykuya dalıyorum.
Başlık: Ynt: Gordon Borcha // Silvarath
Gönderen: Madam Vio - 23 Ağustos 2012, 18:02:39
VOL. 2 - PARADİSO (http://www.youtube.com/watch?v=KFzhL48Lt1E)


Güneşin ilk ışıkları müsaadesiz ziyaretçiler gibi süzülerek dolanmaktalar yatağının başı ucunda, sen gözlerini aralayabilmek için derin uykuna karşı verdiğin savaşı bir sona erdirememişken henüz. Uykunun o albenili geri çağrısını yok sayıp doğrulmayı başardığında ise uyanmış olman gereken yerden çok uzaklarda olduğun hissi baş gösteriyor bir anda.

Oda fazlasıyla aydınlık ve ihtişamlı. Yatağın ayakları dibinden, gümüş kafatasları üzerine eritilmiş beyaz, hem sarı renkli mumların kaynağı olduğu hoş kokular yayılıyor ve o kokular tam karşındaki balkondan içeri başını sokan ancak uçuşan tüllerin perdeleyip de tamamen kesmeyi beceremediği usul bir esinti sayesinde odanın her bir yanına fütursuzca dağılıyor.

Yeterince geniş ve gösterişli olan mekânı daha da heybetli kılan aynalar iki taraftan sarıyorlar duvarları. Kenarda, o hafif tüllerin görüntüsünü yarım yamalak kapladığı beyaz eskitmeli bir piyano var. Piyanonun üzerine kurumuş gül yaprakları saçılmış, aynı eritilmiş mumlardan da birkaç tane var. Tavandan aşağıya onlarca kristal taştan yapılma bir avize uzanıyor; güneş ışınları o avizedeki taşlara, o taşlardan aynalara, aynalardan da oda içerisindeki diğer bütün nesnelere birer parıltı formunda dokunuyor. Yer yer ise şöminenin, küçük heykellerin hatta tabloların sahip olduğu ayrıntılarda beyaz, gümüş, altın ve krem renklerin modern çizgilere yakın tonlamaları kullanılmış. Bütün olarak bakıldığında, oldukça mistik ve büyülü bir atmosfere sahip bir oda.

Bedenini sarmalayan bu ziyafetten sıyrıldığın an, bilinmezliğe açılan oda kapısına doğru kayıyor gözlerin.
Başlık: Ynt: Gordon Borcha // Silvarath
Gönderen: Catrouble - 24 Ağustos 2012, 00:52:47
Madde bağımlısı değilim, dün gece uyurken alkollü olmadığım ve odamda uyuduğum konusunda da eminim. Bir rüya olabilir mi bilmiyorum ama rüya olsa rüyada olduğumu düşünecek durumda olur muydum bilemiyorum. Aklımdaki bütün soruların cevabının odanın kapısının arkasında beni beklediğini düşünmem bir kahinlik değil elbette ama yataktan çıkma ve kapıyı açma konusunda pek hevesli olduğumu söyleyebilmem mümkün değil. Şaşırmak değil hayır, korkmuş durumdayım ve kendimi savunmasız hissediyorum hatta çaresiz. İnsanlar bir konu hakkında hiçbir şey bilmedikleri zaman ya hiç korkmazlar ya da çok korkarlarmış. Bu durumun beni oldukça korkuttuğunu itiraf etmeliyim.

Ne kadar sürdüğünü kestiremediğim bir süre boyunca kendi içimde bir cesaret ve özgüven kazanma savaşı devam ettirdikten sonra biraz başarılı olmam biraz da başka çarem olmamasından dolayı yataktan çıkacak ve kapıya yönelecek gücü kendimde buluyorum. Görebildiklerim bana hiçbir anlam ifade etmediği için diğer duyu organlarımı zorlayarak bir veri elde etmeyi deniyor ancak burnuma gelen mumların kokusu ve kulağıma gelen esintinin neden olduğu hafif bir rüzgar sesi haricinde duyu organlarımın rehberliğinden yoksun bir şekilde bilinmeyenin içine doğru ilerlemek zorunda kalıyor ve kapıyı açıyorum.
Başlık: Ynt: Gordon Borcha // Silvarath
Gönderen: Madam Vio - 25 Ağustos 2012, 14:26:56
Kapının ardına attığın anda adımını, kendini bir sarayda buluyorsun. Görevliler ve hizmetliler yemek hazırlığında, gümüş tepsilerde onlarca çeşit yiyeceği taşıyıp duruyorlar farklı masalara. Bu sofralar baharatlı çorbalar, soslu tavuklar, ızgara etler, rengârenk salatalar, taptaze meyveler ve gözünün alabildiği kadar içecekle donatılmış. Kokuları lütufkâr bir endamla davet ediyorlar seni ziyafete katılmaya.

Şahit olduğun kaotik düzenin her bir parçası, bu zamana kadar bildiğinden farklı bir renkte, farklı bir dokuda ışık saçıyor. Masada dizili sebzelerin tazeliğini, daha onları uzaktan uzağa görmüşken duyumsayabiliyor; çeşnilerin kokusunu daha önce tadılmadık lezzetleriyle birlikte hissediyorsun adeta. Görüş alanına ne girse onu tüm duyularınla algılıyor, bütünüyle sezimliyorsun anlayacağın.

Güzel bir bayan yanaşıyor sonra, duyu organlarının sağladığı rehberliğin yetersiz kaldığını görmüş gibi. Bütün telaşenin içinde serin bir şalgam suyuyla buyur ediyor seni içeri. Bardaktan tattığın bir yudumla mest oluyor, hafif meşrep bir hal alıyorsun. Ardından bayan seni kolundan beri, nazikçe tutup sarayın üst katlarına doğru yönlendiriyor. Sana kule tepesine kadar eşlik ediyor ancak araladığı son kapının dışına ulaşmanızla birlikte refakatçilik görevi sona ermişçesine hızla uzaklaşıyor.

Kule, bulutları aşmış bir yükseklikte. Bu yüzden ki kapıdan çıktığında daha aşağısını göremiyorsun. Siluetlerin üzerinde yürüdüğü zemin ise o sık bulutlardan başka bir şey değil. Elbette boşluğa yürümek konusundaki çekimserliğin bir süre devam ediyor.

Bahçe kapısının üstünde “Gordon’un Köşkü” yazan bir ev çarpıyor gözüne, yakınlarda. Biraz da oraya varma hevesiyle, denemen gerektiğine kanaat getirip çıplak ayaklarını bulut kümesi üzerinde gezdiriyorsun. Bu sende sis ya da duman dağıtmaktan başka bir his uyandırmıyor. Ayağını biraz daha aşağı, bulutların daha yoğun olduğu noktalara bastırdığında ise dengeyi bulduğunu tecrübe ediyorsun. Parmaklarında baskı sezmeksizin, süzülerek ilerlemeyi başardığında köşkün kapısı önündesin.
Başlık: Ynt: Gordon Borcha // Silvarath
Gönderen: Catrouble - 25 Ağustos 2012, 21:04:49
Köşk bahçesinin etrafını saran taş parapet duvarları ayıran kısa ahşap kapının önüne geldiğimde adeta şok geçiriyorum. Karşımda iki eklemlenmiş yapıdan oluşan ve hayallerimin dahi ötesinde tasarlanmış olan bir ev görüyorum.

İlk bakışta ilgimi daha çok çeken kısmı sol tarafta kalan ve üç kat yükseklikte olan bir kule, kulenin dış duvarları geçmişte yer alan kale ve şatolara benzer şekilde koyu grimsi renkte taşlardan yapılmış ve sadece ön cephesinde her katta boydan boya, sürgülü ve tavan yüksekliğinde olmak üzere üç adet geniş penceresi bulunuyor.

Bu kulenin hemen yanında ona bitişik şekilde eklemlenmiş olan tek katlı, daha geniş ve uzun bir başka yapı bulunuyor, onun üzerinde ise yapının yarısından biraz daha fazlasına denk gelecek şekilde bir sundurma çatı ile kapatılmış çatı katını görüyorum. Bu ikinci yapının alt katının dış kaplamaları canlı göstermesi için cilalanmış ahşap ve kulede kullanılan taşların bir kombinasyonu ile oluşturulmuş iken sundurma çatıyı taşıyan duvarlarda geniş pencerelerinin haricinde kalan yerler ise kule ile uyumlu olmasını sağlayacak şekilde taş dokunun devamı olarak yapılmış. Sundurma çatının bittiği yerden itibaren boşta kalan alan ise evin terası olarak ayrılmış. Terasın bittiği yerde kocaman kan kırmızısı yapraklı bir ağaç yaklaşık 5 metre yüksekliğe kadar çıkarak 3 metre kotunda olduğunu sandığım terasın üzerine kan kırmızısı yapraklarını dökerek yapraklardan bir zemin yaratıyor ve aynı zamanda terasın bir kısmını adeta bir şemsiye gibi kaplıyor. Karşımda gördüğüm görüntünün büyüleyici etkisinden kurtulurken şaşkınlığın ağına yakalanıyorum.

Uyandığım oda, içinden geçtiğim saray, üzerinde yürüdüğüm bulutlar ve ardından önünde Gordon’un Köşkü yazan bir ev.. Artık rüyada olduğuma eminim ama uyanmak istediğimi hiç sanmıyorum. Belki de gece uykuya daldıktan sonra öldürüldüm ve şuanda cennetteyim bilemiyorum. Kendime itiraf edebileceğim tek şey bu her ne ise uyanmak istemiyorum.

Kapıyı hafifçe aralayarak bahçenin içinde ilerlemeye başlıyorum. Bulutumsu madde bahçenin içinde daha seyrek şekilde bulunuyor, üstüne bastığım bahçenin çimlerini ve ekili çiçekleri rahatlıkla görebiliyorum. Düzgün kesilmiş taşlardan yapılmış olan bir patikayı takip ederek çiçeklerin arasından süzülürken evin ana kapısına doğru gittiğimi farkediyorum. Kapıya vardığımda kapının kapalı olduğunu görerek hayal kırıklığına uğruyorum. Evin bana ait olmama ihtimalini ilk olarak o anda hissederken bir anda içinde olduğum şeylerin nasıl da garip olduğu fikri kafamda çalkalanmaya başlıyor. Bir anlık istemsiz bir hareketle ya da belki de içten gelen bir hamleyle kapının tokmağını vurarak kapıyı çalıyorum.
Başlık: Ynt: Gordon Borcha // Silvarath
Gönderen: Madam Vio - 26 Ağustos 2012, 00:37:32
+2 RP Bonus

Tokmağın tok sesi yankılanmaya kalmadan kapı aralanıyor. İçeri girdiğinde, div (http://www.youtube.com/watch?v=_Y3tgeRIF2M)ana uzanmış eşsiz güzellikteki bakireyle yalnız birkaç adım sonra rastlaşıyorsun. Hafif bedeni yorgunluktan yığılmış gibi, ağır soluklarla uyuyor. İncecik parmaklarının zarif görünüşüne tezat; pençe gibi tırnakları sıcacık bir gülkurusuna boyanmış. Üzerinde ise beyaz tenini okşayan ancak narin bedeninin kıvrımlarını gizlemeye yetememiş kadife bir örtü var.

Yaklaştıkça, yüzünün keskin hatları daha bir belirginleşiyor. Uzun, kahve saçları alenen sinesine saçılmış. Gözlerini kırpıştırıp kirpiklerini bir iki defa titreştirdi mi, sonra da kışkırtıcı bakışlarını sana doğrulttu mu, dolgun dudaklarına yapışıp o enfes tadı almamak için kendini zor tutuyorsun. Onu izlemekte olduğun her an, içinde şehvani bir arzu tohumu filizleniyor, hoşnutluğun hat safhalara ulaşıp tarifi zor bir feyze eriyor.

Huri biraz doğruluyor, ardından kalkıyor ve divanın karşısında kalan geniş yatağa uzanıyor. Sana saf bir gülücükle karşılık veriyor o an. Böylece yanına geliyorsun. Saçlarını geriye doğru attığında gerdanına dizilmiş inci ve zümrüt gibi envaı değerli taşın pırıltısı nizamını okşamaya başlıyor. Onun sendeki dokunuşlarıysa, bedenini keşfeder gibi ürkek. Her hareketinde etrafa biraz daha karanfil kokusu dağılıyor.

O sana bahşedilmiş bir armağan; kabul edip etmemek ise senin arzuna kalmış.
Başlık: Ynt: Gordon Borcha // Silvarath
Gönderen: Catrouble - 27 Ağustos 2012, 21:08:20
Hayatım boyunca çapkınlığın temel taşının flört ve tahrik aşaması olmasını düşünmüş biri olarak kolay elde edilen kadınları her daim reddetmişimdir, bana göre bu tip ilişkiler işin doğasının tamamen dışında ve insanlıktan çok hayvanlığa yakın şekilde yaşanmaktadır. Ancak tıpkı bana ait olmaması gereken bu evin bahçesine girerken hissettiğim gibi bu kadına karşı da bir aitlik hissi yaşıyorum, içimde aman vermez bir his burasının benim evim ve o kadının benim kadınım olduğunu her bir hücreme ayrı ayrı fısıldıyor.

Yatağa yaklaştıkça içime dolan müthiş bir kokuyla sarhoş oluyorum. Öyle bir koku ki şüphelerimi yok ediyor, kanımın akışını hızlandırıyor ve düşünebilme kabiliyetimi elimden alıyor. Yatak ve üzerinde yatan müthiş güzellik haricinde görüş alanımda kalan diğer bütün cisimlerin silikleştiğini, algılarımın sadece kadının üzerinde yoğunlaştığını hissediyorum. Bir an sonra henüz bir şey düşünme ve uygulama şansı bulamadığımı sanırken kendimi kadının hemen yanında, açmış olduğu gerdanını koklar ve öperken buluyorum.

Aradan geçen birkaç saatlik sürenin sonunda yorgun bir şekilde yatağa geri düşerken zihnimdeki sis yavaş yavaş dağılıyor ve odayı yeniden görebilir hale geliyorum. Adını dahi bilmediğim kadın yavaşça bana doğru kayıyor ve başını göğsüme koyarak bir saniye içinde uykuya dalıyor. Az önce beni bakışıyla tahrik eden ve düşünme şansına dahi sahip olamadan ilişkiye girmemize neden olan o kadının şimdiki dokunuşu ise karşı konulamaz bir huzur veriyor. Parmaklarının değdiği göğsümden vücuduma dalga dalga huzur yayıldığını hissederek uyuyakalıyorum.

Rüyamda ise kelimelerle ifade edilemeyecek ve uyandığımda hatırlayamayacağım ancak hissedebileceğim müthiş bir mutluluk ve huzur tablosu içerisinde hayat bularak bir başka müthiş deneyim daha yaşıyorum.
Başlık: Ynt: Gordon Borcha // Silvarath
Gönderen: Madam Vio - 27 Ağustos 2012, 23:24:32
Yekvücut olduğunuz andaki hissiyatlarını dünyevi zevklerinle mukayese çalışacak olursan, aldığın hazzı anlatmak için kelimeler kifayetsiz kalıyor maalesef. Bu durumdan oldukça hoşnutsun tabii. O kadar ki, naralar atmak için garip bir hevese kapıldığını bile seziyorsun sarhoşluğunun henüz etkisini sürdürdüğü bir an.

Nefes nefese kaldıysan da terlemiyorsun, hatta bilakis; güzelin leziz kokusu senin de vücuduna siniyor. Üzerine çöken tatlı yorgunlukla beraber yarım saat kadar daha kucak kucağa uyuyorsunuz, ardından da dinç ve huzur dolu bir şekilde kalkıyorsun yerinden. Güzel, kıpırdanışla birlikte hemencecik uyanıveriyor.

Etrafına bakındığında yatağın kenarında ipekten, kırmızı bir entari olduğunu fark ediyorsun. Onu huriye giydirdikten sonra da oradan ayrılıyorsun. Köşkten çıktığında gür bir ses seni buluyor, o sesin söyledikleri ise tatlı düşün bitip de gerçekliğe döndüğünde bile bir süre için aklından çıkmıyor:

“Bakir toprakları andıran teninde hurinin, oldun sarhoş
Ve henüz yemediğin meyvelerin tütmesi celp etti seni,
Kavuşmadasın mes’ud eden cennete; ancak daha mühimi
Diyecek misin bu saltanata, hem hakezasına, berdevam?”
Başlık: Ynt: Gordon Borcha // Silvarath
Gönderen: Catrouble - 28 Ağustos 2012, 01:43:57
Gözlerimi açtığımda kendimi evimde, yatağımda, rüyadan uyanırken buluyorum. Rüyamın gerçek olduğuna o kadar inanmışken geri dönmüş olmanın verdiği hayal kırıklığı ve şaşkınlıkla yatakta yavaşça doğruluyorum. Rüyada gördüğüm her şey, özellikle köşk ve huriyi göz önüne alırsam tam anlamıyla zevkime uygun hatta bilincimin de ötesinde uygun olduğunu fark ediyorum. Bilinçaltımın bana görsel bir şölen hazırladığını düşünsem de duyduğumu düşündüğüm ve hala zihnimde yankılandığını hissettiğim şiirin ne benimle ne de bilinçaltımla bir alakası olduğunu sanmıyorum. Eski bir kız arkadaşımdan öğrendiğim ve sonrasında kullanmaya başladığım bir yöntem olan rüyalarımı unutmamak için not etme ve arşivleme işini gerçekleştirmek amacıyla sehpanın üstünde duran kağıt ve kalemi elime alıp hatırladığım kadarıyla şiirin sözlerini yazıyorum.

Hurinin teninde sarhoş oldun
Yemediğin meyveler celp etti seni
Mutlu cennete kavuşmaktasın ama
Devam edecek misin bu saltanata?


Şiiri anımsayabildiğim kadarıyla yazdıktan sonra tekrar okuyorum ve bana hiçbir anlam ifade etmediğine bir kez daha kanaat getiriyorum yine de bu konu hakkında yapabilecek bir şeyim olmaması nedeniyle kağıdı diğer notlarımın arasına yerleştirip banyoya gidiyor ve yüzümü yıkıyorum. Soğuk suyun tenime değmesiyle biraz da titreyerek kendime geliyor ve daha iyi hissetmeye başlıyorum. Banyodan çıktıktan sonra telefonumu kontrol ediyor ve Diktatörden hala mesaj gelmediğini görünce yüzümü ekşitiyorum. Paramın ödenmesi ne kadar sürecek bilmiyorum ama kumar oynama isteği gitgide ruhumda daha büyük bir açlığa sebep olurken acilen bir çözüm bulmam gerektiğini biliyorum. Üstüme rahat bir şeyler giyip araba anahtarımı da alarak kahvaltı etmek için bir kafeye doğru yola çıkıyorum.
Başlık: Ynt: Gordon Borcha // Silvarath
Gönderen: Madam Vio - 29 Ağustos 2012, 14:56:09
Ayaz vaktinden kalan soğuğu fazlasıyla hissedebildiğinden kahvaltını ısıtması olduğunu bildiğin ancak normalde pek tercih etmediğin kafelerden birinde yapmakta karar kılıyorsun. Masalardan tekine yerleşip menüye bakmadan günün kahvaltı tabağından istiyor ve siparişinin gelmesini beklerken etrafındaki orta yaşlılardan oluşan grupla birlikte duvara sabitleniş televizyondaki sabah haberlerine dikkat kesiliyorsun.

Alıntı
…Polis terörist faaliyetlerinden biri olabileceği üzerinde duruyor.

Bu sabaha karşı saat 6:40 sıralarında Hadley Road’da korkunç bir kaza meydana geldi. Güney istikametinden gelen R.C yönetimindeki araç, fabrika işçilerini taşıyan otobüsün şeridi aşıp karşı yola geçmesiyle büyük bir çarpışma yaşadı. Otobüsün yoldan çıkıp şarampole yuvarlanmasıyla sonuçlanan kazada yaralı sayısının 13’ün üstüne çıktığı belirlendi.

18 yaşındaki bir kız dün gece saat 3 sularında kendini 3. kattan aşağı atarak intihara teşebbüs etti. Caddeden geçen bir vatandaşın S.M’yi fark etmesi üzerine ambulans arandı, acil müdahale sonrasında kız en yakın hastaneye kaldırıldı. Basına konuşmayı reddeden ailesi, S.M’nin durumunun kritik olduğunu söylemekle yetindi.

Brezilya’nın Sao Paulo eyaletinde bir noterin, üç kişilik ‘medeni beraberliği’ resmi olarak tanıması tartışma yarattı. Yetkililer, kanunlarda bu tip bir sözleşmeye aykırı herhangi bir madde bulunmadığını belirttirken, noterin bu açıklaması bazı dindar kesimlerin tepkisini çekti.

Yaklaşan yerel seçimlerle ilgili halka yönelik yapılan anketlerde şok edici sonuçlar elde edildi. Hepsi az sonra Sabah Bülteni’nde…

Kafe sahibi olduğunu tahmin ettiğin adam televizyonu şarkı kanalına değiştikten sonra garsondan aldığı tabağı önüne koyuyor ve sandelyelerden birini çekip yanına oturuyor: “Eee, bu seçimler oyun kime genç adam?”
Başlık: Ynt: Gordon Borcha // Silvarath
Gönderen: Catrouble - 30 Ağustos 2012, 17:58:32
Bu sabaha karşı saat 6:40 sıralarında Hadley Road’da korkunç bir kaza meydana geldi. Güney istikametinden gelen R.C yönetimindeki araç, fabrika işçilerini taşıyan otobüsün şeridi aşıp karşı yola geçmesiyle büyük bir çarpışma yaşadı. Otobüsün yoldan çıkıp şarampole yuvarlanmasıyla sonuçlanan kazada yaralı sayısının 13’ün üstüne çıktığı belirlendi.

….

18 yaşındaki bir kız dün gece saat 3 sularında kendini 3. kattan aşağı atarak intihara teşebbüs etti. Caddeden geçen bir vatandaşın S.M’yi fark etmesi üzerine ambulans arandı, acil müdahale sonrasında kız en yakın hastaneye kaldırıldı. Basına konuşmayı reddeden ailesi, S.M’nin durumunun kritik olduğunu söylemekle yetindi.

3. kattan atlayarak ölmek istemek mi? Kesin kandıracağı zavallı bir çocuğa seni çok sevdiğim için canıma kıymak istedim derken ailesine de büyük bunalımdayım, çok baskı kuruyorsunuz, dayanamıyorum artık ölmek istiyorum diyecektir. Eh nede olsa 18 yaşında bir kız çocuğundan başka ne beklenir ki? Herkesle oynamayı alışkanlık haline getirmiş ve sadece kendisini zeki sandığından hiç şüphem yok. Gerçekten ölmek isteseydi kesinlikle daha yüksekten atlardı, en azından ben öyle düşünüyorum.

Brezilya’nın Sao Paulo eyaletinde bir noterin, üç kişilik ‘medeni beraberliği’ resmi olarak tanıması tartışma yarattı. Yetkililer, kanunlarda bu tip bir sözleşmeye aykırı herhangi bir madde bulunmadığını belirttirken, noterin bu açıklaması bazı dindar kesimlerin tepkisini çekti.

Ah süper bir haber daha, genel kanının aksine ben ‘bir kadın – iki erkek’ kombinasyonunun ‘iki kadın – bir erkek’ten daha yoğun bir şekilde hayata geçeceğini düşünüyorum. Son yıllarda tanıdığım kadınlara bakılırsa şeytan tohumlarını yıllar önce dünyaya serpmiş olmalı, artık bir de yasaları var. Ne harika!

Yaklaşan yerel seçimlerle ilgili halka yönelik yapılan anketlerde şok edici sonuçlar elde edildi. Hepsi az sonra Sabah Bülteni’nde…

“Eee, bu seçimler oyun kime genç adam?”


Adama dikkatlice bakıyorum. Yaşı biraz ilerlemiş, saçlarına aklar düşmüş, iyi giyimli ve konuşmasından eğitimli olduğunu sanıyorum.

"1 dakika önce televizyonda duymamış olsaydım 'Yakında seçimler mi var ki' diye size sormayı düşünebilirdim." derken gülümseyerek adamın gözlerinin içine bakıyorum. "Güzel bir aday var mı bayım? Yoksa yine fazlasıyla çirkin adamlar tarafından mı yönetileceğiz?" Çayımdan bir yudum aldıktan sonra konuşmaya devam ediyorum. "Her gün bir başka yalan içinde yaşarken ve çoğu zaman gerçek diye bir şeyin varlığından bile şüphe ederken sizce yerel yönetimi kimin idare edeceği umurumda mı?"

Adamın anlam veremeyen bakışları karşısında birkaç lokma zeytin ve peyniri ağzıma attıktan sonra konuşmama devam ediyorum.

"Ben size bir soru sorayım bayım. Gerçekten, oyunuzu kime vereceksiniz?"
Başlık: Ynt: Gordon Borcha // Silvarath
Gönderen: Madam Vio - 30 Ağustos 2012, 21:20:01
“Ah, siyasetten soğumuş bir genç daha.”

Adam sırtını sıvazlayıp ‘afiyet olsun’ diye fısıldadıktan sonra seni rahat rahat kahvaltını yapabilmen için yalnız bırakıyor. Bu esnada diktatörden bir telefon alıyorsun.

“Borcha, neredesin?”

Bulunduğun kafenin yerini tarif ettiğinde yakınlarında kalan ulusal parka doğru yürümen söyleniyor. Sonunda paranı alacağın düşüncesiyle doğru düzgün karnını doyuramadan kafe sahibine hesabı ödüyor ve oradan ayrılmak durumunda kalıyorsun. Arabanı geride bırakıp yürümeye başladığında ise ikinci bir telefon geliyor: “Üzerinde beyaz bir gömlek mi var?”

Bir an için üzerine bakıp onaylıyorsun; ancak kendi “Evet.” cevabından sadece saniyeler sonra duyduğun atış sesleri ve ardına gelen kurşunlar seni bulmakta gecikmiyor.

Kanlar içinde yere yığılıyorsun.

(http://i.imgur.com/Iid52.png)
Başlık: Ynt: Gordon Borcha // Silvarath
Gönderen: Madam Vio - 01 Eylül 2012, 18:12:52
Beyaz çarşaflarla sarıp sarmalandığın yerinden doğrulduğunda yataktan çıkan gıcırdama sesi seni olağandan fazla rahatsız ediyor. Başucundaki elektronik saatin fosforlu çubukları ise gece yarısı 3’e işaret etmekte. Bakışların hemen kenardaki yatağa kayıyor; odanı paylaştığın hastanın bulunması gereken yere. Ancak gözlerin pek de beklentilerini karşılamıyor çünkü diğer hasta ortalıklarda yok. Bu vasat altı yerde iki yataklı bir odada tek başına kalabilmenin pek mümkün olmadığını düşününce de, onun garip bir şekilde geç saatlerde taburcu edilmiş olduğuna kanaat getiriyorsun.

Ya da öldüğü için morga kaldırıldığına.

Biraz etrafına bakınarak odanın loş ışığı içinde kalan eşyaları seçmeye çalışıyorsun. Sağ tarafında, solmuş bir karanfil demetinin içinde bulunduğu yaprak desenli vazo ilk gözüne çarpan şey oluyor. Oda kapısı aralık ve tam karşısında kalan pencereler sonuna kadar açık olduğu halde içeriye hiç hava esmediğinden kendisi fazlasıyla sabit. Hatta yalnızca perdeler ya da kapı değil, hemen hemen her şey gereğinden fazla durgun gibi. Elindeki kumandaya rağmen televizyona hükmedemeyince ise, elektrik kesintisinin asıl endişelenmeni gerektirecek şey olduğunu anlıyorsun.

Ayağa kalkıp pofuduk hastane terliklerini giyiyorsun. Nerede olduğun düşünülürse, elektriklerin kesintiye uğraması ve jeneratörlerin devreye girmemesi hiç de doğal olmamakla beraber, ölümcül bir mesele de. Sonuç olarak, merak içinde koridora çıkıyorsun.

Bulunduğun koridor, en az korku filmlerinde olan sahnelerdeki kadar ıssız. Duyularından herhangi tekini harekete geçirebilecek en ufak bir değişiklik yok etrafında. Böylece şüphe içinde yürümeye devam ediyorsun. Ta ki, koridorun sağ köşesinde kalan ameliyathaneden sesler geldiğini işitene kadar. Konuşmalar belli belirsiz, bu yüzden yalnızca bir telaşe olduğunu sezebiliyorsun. İleride, solda, karanlığa gömülmüş farklı odalar mevcut. Asansör ameliyathanenin hemen yanında; ancak hastanenin ana girişine ulaşmak niyetindeysen, merdivenleri kullanmak zorundasın.
Başlık: Ynt: Gordon Borcha // Silvarath
Gönderen: Catrouble - 01 Eylül 2012, 21:14:45
Sabaha karşı 3.. Neredeyse bir gündür kendimde olmadan yattığım anlamına geliyor bu durum ve nerede olduğumu dahi bilmiyorum. Hemen sağ tarafımda gördüğüm karanfillerin solmuş olduğu gerçeğini değerlendirince bana gelmemiş olduklarını, muhtemelen benden çok daha uzun süredir burada olduklarını anlıyorum. Her kim için geldilerse o kişinin şuanda odada olmadığı ise kaçınılmaz bir gerçek olarak karşımda duruyor. Elime kumandayı alıp televizyonda güzel bir şeyler açmayı ve içinde bulunduğum kasvetli havayı dağıtmayı planlıyorum. Gerçi yüklü para kazanmam gereken bir iş sonucunda para kazanmak bir yana vurulmuş olmam ve beni bir kere vurup öldürmeyi başaramamış adamların bunu tekrar deneyeceğini bilmek için çokta zeki olmama gerek olmadığını düşünürsek hayatımdaki kasvetli havayı dağıtmam pek mümkün değil gibi gözüküyor.

Kumandanın tuşlarına birkaç kere bastıktan sonra hastanede elektrik olmadığı gerçeğini fark ediyorum! İyi ama bir hastanede nasıl elektrik olmaz? Böyle bir şey mümkün olabilir mi? Terliklerimi giyerek neler döndüğünü anlamak umuduyla koridora çıkıyorum ancak koridora çıkmış olmak merakımı dindirmekten çok dehşete kapılmamı ve merakımın çok daha derinleşmesine neden oluyor. Yürümeye devam ettikçe ne olduğunu tam anlayamadığım sesler duyuyorum ve sesin geldiği odanın levhasına bakınca burasının ameliyathane olduğunu görüyorum. Elektriği olmayan bir hastanenin ameliyathanesinden telaşlı bir takım konuşmalar duymak ve odamdan buraya geldiğim süre boyunca hiçbir hasta, refakatçi, bakıcı, hemşire ve doktor görmediğim gerçeğiyle yüzleşmek tüylerimi ürpertiyor.

Dün gece gördüğüm rüyanın gerçekçiliğini düşününce şuanda içinde bulunduğum ortamında bir rüya daha doğrusu kabustan ibaret olabileceğini düşünsem de ortada olan şey hayatım olduğundan dolayı ciddi bir risk alamayacağıma karar veriyorum. Önümde iki seçenek var, ya doğruca buradan kaçabilirim ki akla en uygun gelen seçenek bu çünkü içinde bulunduğum şartların hiçbiri burasının gerçek anlamda bir sağlık kuruluşu olamayacağını bana açıkça belirtiyor. Şuanda aklıma bir organ mafyasının kaçak kuruluşlarından biri olabileceğim gibi şeyler gelse de bunlara hiçbir anlam veremiyorum, sonuçta Londra’nın ortasında vurulmuş bir kişi nasıl olur da kaçırılabilir ki? Belki de kolaylıkla yapılabilir, bilemiyorum.

Hastaneden kaçmayı başarsam dahi gidebileceğim tek yer olan evimde beni bulmaları hiçte zor olmaz ve ben bir hamle yapamadan, neler olduğunu öğrenemeden benim hayatta olduğumu öğrenirlerse fazlasıyla savunmasız kalmış olurum, bu nedenle kaçıp eve dönmeyi aklımdan çıkarıyorum. Geriye kalan seçenek ise neler olduğunu öğrenmek için en azından bir süre daha hastanede kalmak…

Korktuğum gibi Diktatörün ya da silahlı bir başka grubun elinde esir durumundaysam silahsız ve savunmasız olarak dolaşmamın intihar niteliğinde olduğunu varsayarak katta gezerek silah olarak kullanabileceğim bir şeyler arıyorum. Umudumu kaybetmek üzereyken yangın söndürme araçlarını barındıran bir köşe buluyorum. Hemen duvara asılmış bir şekilde duran baltayı alarak yol boyunca önüme çıkan odaları kontrol ediyorum. Hastanede başka bir hasta, hatta canlı olup olmadığı konusunda bilgi toplarken odaların penceresinden dışarı bakarak nerede olduğumu ve çevrede bir gariplik, hareketlilik ya da olağandışı bir sakinlik olup olmadığına bakıyorum. Keşfimi tamamladıktan sonra sessizce ameliyathaneye doğru ilerliyorum.
Başlık: Ynt: Gordon Borcha // Silvarath
Gönderen: Madam Vio - 02 Eylül 2012, 18:05:53
Zihninde kurduğun birkaç farklı tasarıdan sonra tek tek oda pencerelerinden dışarıya bakıyorsun ve her seferinde karşılaştığın şey olağandışı bir sakinliğin farklı renklerdeki görüntüleri oluyor. Şehir, adeta seni yutacağı zamanın gelmesini bekler gibi sessiz. Apartman altlarındaki camekân dükkânlar, yolların kenarına dizilmiş kafeler, gökdelenlerdeki alışveriş merkezleri, ev önlerindeki arabalar, parklardaki banklar, hatta dev (http://www.youtube.com/watch?v=X2VA-eEuTC4&feature=)rilmiş çöp kutuları… Nahoş akıbetlerinden sonra terk edilmiş birer mabet misali kimsesiz kalmışlar adeta. Ara sokakların içlerinde kalan salaş barların yanıp sönen renkli tabelaları ve sokak lambalarının yetersiz ışıkları yüzünden gözünün alabildikleri de zaten bu kadarla sınırlı.

Pencere artlarındaki keşfin sona ererken ilgin seslerin yükseldiği ameliyathaneye kayıyor bir kez daha. Hastanenin bu köşesi, ameliyathane kapısının kristalize camı arkasından gelen loş ışık sayesinde az da olsa aydınlanıyor. Ancak bu, ötesinde neler olup bittiğini öğrenmen için yeterli değil.

Kolu yokladığında kapının kilitli olduğunun farkına varıyorsun. O an “Girilmez” yazısı sana göz kırpıyor.

Elindeki baltanın yarattığı ağırlık kollarını yorduğunda yeterince oyalandığına hükmediyorsun. Anlam veremediğin seslerden uzaklaşıyor ve hastanedeki ilerleyişini biraz daha devam ettiriyorsun. Artık hastanede kalmakla şehri kabullenmek arasında bir seçim yapmalısın.
Başlık: Ynt: Gordon Borcha // Silvarath
Gönderen: Catrouble - 03 Eylül 2012, 03:17:49
Keşif çalışmamın sonlanmasıyla beraber hastanedeki gariplikler üzerine duyduğum endişeler boyut değiştirip içinde bulunduğum ortam üzerine yoğunlaşmaya başlıyor. Hastanenin farklı cephelerine bakan farklı pencerelerden görebildiğim koca bir hiçliğin yanı sıra hastanedeki odaların hiçbirinde hasta veya görevli olmayışı da içinde bulunduğum durumu anlaşılmaz ve kaygı verici kılıyor. Görebildiğim tek hayat belirtisi ameliyathanenin içinde olsa da ilgimin sokağa kaydığını hissediyor ve merdivenlere geri dönerek aşağı iniyorum.

Hastanenin girişinde de kimsenin olmaması endişelerim konusunda ne kadar haklı olduğumu bir kere daha bana hatırlatırken yürümeye devam ederek kapıdan dışarı çıkıyorum. Her ne kadar sabahın erken saatleri olsa da hiçbir yaşam izine rastlamamak ciddi anlamda sinirimi zorlamaya başlarken yolda ilerlemeye ve nerede olduğumu anlamaya çalışıyorum. Gecenin soğuğu içime işliyor, sokak öylesine sessiz ve sakin ki sanki bir hayalet ordusu tarafından yutulmuş ya da bir zombi filmi gibi terkedilmişe benziyor. Bilinmezlik ve anlamsız sessizlik sinirlerimi daha da gererken belki de sadece geç saat olduğu için böyledir diye kendimi kandırmaya çalışıyor ancak başarılı olamıyorum.

Ağırlığıyla elimi ağrıtan baltayı omuzuma doğru atmış yürümeye devam ederken sokaklarda elinde baltayla bir hiçliğin içinde tetikte bir şekilde yürüdüğümü fark ederek gülümsüyorum. Gerçekten de bir zombi filminde gibiyim… Hava puslu olmasa da sanki pus ve yanık kokusuna benzer bir koku-tat aldığımı hissediyorum. Sokakta hiçbir ses yok, rüzgar bile adeta şehri terk etmiş, kediler ve köpekler kaçmış ve insanlar… Kim bilir neredeler.

Sokağın sonuna geldiğimde kesiştiği caddenin sağına ve soluna bakıyor yine de sorularıma bir cevap bulmayı başaramıyor, hiçliğin yarattığı gerginliğimi azaltamıyorum. Sol tarafa doğru ilerlemeye karar vererek sola dönüyor ve yürüme devam ediyorum. Nerede olduğumu, ne olduğunu, neler döndüğünü öğrenmek ve soru sorabileceğim birini bulmak umuduyla yolda yürürken her şeyin bir cevabı olması gerektiği konusunda kendimi şartlıyorum.

Belki de hastane çok kötü, hiç hastası olmayan ve elektrikleri kesilmiş bir yerdir. Belki de çalışanlar grev yaparak iş yerini terk etmişlerdir. Belki de kendimi şiddetle kandırmaya ihtiyacım vardır…
Başlık: Ynt: Gordon Borcha // Silvarath
Gönderen: Madam Vio - 08 Eylül 2012, 14:09:38
+1 RP Bonus

Her köşesi kirli bir beyazın farklı tonlarına boğulmuş hastaneden kurtulup gecenin ilerleyen saatlerine rağmen henüz karanlıktan sıyrılamamış şehrin yabancı civarlarına dalıyorsun. Belki de caddelerinden daha önce hiç geçmemiştin; ancak böylesine büyük bir şehre ait herhangi bir noktanın bu denli ıssız kalması, hangi koşulda mümkün olabilir ki diye düşünürken kendi cevap arayışını da yine kendin sonuçsuz bırakıyorsun.

Şehrin yorgun ziyaretçisi olarak sen, bir yandan muhtelif düşüncelerini örtbas ederken diğer yandan kaçışına devam etmektesin. Gecenin, kaldırımlarını gölge ve yaslı lekelerle dövdüğü bu şehrin ara sokaklarında attığın her yeni adımla beraber, kendini olmayan bir kargaşadan da soyutlanmış gibi hissediyorsun ister istemez. Oysa çekincelerini bir kenara bırakıp harekete geçtiğin için bile hata yaptığın korkusu adımlarına dolanıyor. Sessizliğin insanı çıldırtacak kadar boğucu olduğu bu yollarda yalnızlığa henüz alışmışken duyduğun belirsiz tıksırıkla irkiliyorsun. Arkanda seni koklarmış(?) gibi görünen biri var. Onu fark ettiğini sezdiğinde bir an için vi (http://www.youtube.com/watch?v=8RhXX7Nv7Fw)trin mankenleri misali donup kalıyor, sonra “Çakmağın var mı?” diyerek sarı dişlerini ortaya çıkaracak şekilde sırıtıyor.

Pardösü içinde bir adam sana doğru eğilmiş, uygunsuz bir vaziyette soruyor bu beklenmedik soruyu. Üstünde karanlık yüzünden yeterince seçemediğin pespaye kıyafetler, kafasında ise eski moda bir şapka var.

El yordamıyla beyaz hasta kıyafetinin ceplerini yokluyorsun fakat bunun saçma bir hamle olduğunu anlaman uzun sürmeyince ‘hayır’ anlamında kafanı sallıyorsun. Bu esnada esrarengiz adam seninle ayaküstü bir sohbete dalıyor. Gülüyor: “Sorun değil yabancı; bende var.”

Yaktığı sigarası siyah boşluğun içindeki turuncu bir nokta gibi parlıyor. Dumanları ise peşi sıra gelen kuru öksürükler eşliğinde dağılıyor ağzından dışarı.

“Zaman tutulması, evlat. Karanlık insanı yoruyor, ama alışıyorsun. En kötüsü de bir zaman geliyor ki neyin eksik olduğunu, neyi kaybettiğini bile hatırlamıyorsun. Gerçi ben alıştım bu şehre, daha fazla zayiat vermek istemediğimden zihnime, alışmak zorundaydım. Diğerleri sürdürdüler seferlerini. Sarhoşlukla heba edilen bir gençliğin tabii sonucu olsa gerek diye düşünmüşümdür hep, betonlar arasındaki bu hapis ebediyeti. Aslında canlı bir düşman gibidir şehir. Zaman gelir diridir, zaman gelir ölüdür;  bazen yutar ve yine kusar. Seni geri alabileceği bir yere bırakır her defasında. Karanlığın içinde saklanabileceğin bir yere değil; bilmediği bir yere değil.”

"Ha çıkışa ulaşma azmindeysen, Edric‘le konuşabilirsin. Ben hanidir dört dönüyorum buralarda, unutalı çok oldu katedralin, parlamentonun, merkezin, çıkışın yerini. Yine sen ona sor, bir ümit, belki onun hatırındadır.”

İşaret ettiği adam şu an bankta uyuyor.