Kayıp Rıhtım Arşiv Forum

Kurgu Güncesi => Kurgu İskelesi => Konuyu başlatan: Death Symbol - 30 Ağustos 2012, 19:51:35

Başlık: Deadrillion Günlükleri
Gönderen: Death Symbol - 30 Ağustos 2012, 19:51:35
(http://f1208.hizliresim.com/10/y/cg7ul.jpg)

Deadrillion Bölüm 1 / Tarihçe

Farklı Tanrıların hüküm sürdüğü paralel bir evrendeki Deadrillion adlı gezegende, on yedi yaşında bir genç olan Nad yarınki tarih sınavına çalışıyordu.

"...Evrende ‘Nötr Yasası’ olarak bilinen bir yasa vardır. Bu yasaya göre iyilik ve kötülük hep bir denge içindedir. Canlıların iyilik ve kötülükleri birbirlerini tamamlar nitelikte olmak zorundadır. Besin zinciri buna örnektir. Daha büyük olan daha küçük olanı yer. Tepenin en başında olan en kötü ise, en sonunda olan da en iyidir. Kısacası, listenin en başındaki ejderhalar ve listenin en sonundaki toprak, birbirini tamamlar niteliktedir. Toprak da bir canlıdır. Hiçbir şey yemeyen, canlıların son bulduğu tek noktadır. Evrenin Nötr Kuralı budur.

Tanrılar insanları yaratırken fazla özen göstermemişlerdi tarihin başlangıcında. Ama özen göstererek yarattıklarından da ayrı görmemişlerdi. İnsan ırkından daha güçlü, daha zeki, daha iyi ya da daha kötü pek çok canlı, insanların dünyasında, insanlarla birlikte yaşıyorlardı. Tanrılar tüm canlılara farklı özellikler verir ama bu özellikleri değerlendirmek canlının kendisine kalmıştır. İnsanı yaratırken bu kadar özensiz davranmaları, insanların aykırı bir ırk olmasına sebep açtı.

İnsanlar bu üstünlüğü değerlendirebilmişti. Azim, başarı ve zekaları onları tepeye taşıdı. Aslında tam olarak tepede oldukları söylenemez. En tepedeki canlılar, kendilerini gizlemeyi iyi başarıyorlar. Güçlü olmak zor iştir. Pek çok düşmana sahip olursunuz. Güçlü olanın gizlenme arzusu da bundan kaynaklanır.

Tanrılar insanları yaratırken onların bu kadar yükselebileceğini akıl edememişlerdi. Onların favori canlıları insanların gazabına karşı direnemeyince sinirlendiler, ama başlarda canlıların dünyasına karışmak da istemediler. Bu tutum, onların adaleti sağlamak için koydukları en güçlü kanunu, Nötr Kanunu’nu daha da bozdu. İyi ve kötü arasındaki denge, değişmeye başlıyordu.

İnsanlardaki hırs ve tutku, Tanrıların hüküm verme sihrini bastırıyordu. Besin zincirindeki denge bozulmaya yüz tuttu. Kötülük ve iyilik arasındaki denge sarsılınca, Tanrılar günün sonunda canlıların dünyasına karışmak zorunda kaldı. Tüm canlılara, insanlardaki hırs ve azim duygularını verdiler. Böylece canlıları yeniden birbirlerini destekler nitelikte yapacaklardı. Başaramadılar. Listenin en başında bulunan ejderhaların hırs ve azim duygularına sahip olması ile birlikte, Tanrıların bile baş edemeyeceği bir yıkım baş gösterdi.

Ejderhalar için insanlar, bir böcekten farksızdı. Ejderhaların sessiz tutumları, hırs duygularıyla yok oldu. Ama hepsi için değil tabi. Bu duyguyu kullanıp kullanmamak, ya da iyilik için veya kötülük için kullanmak, canlıların iradesine kalmıştır. Gerçi bu bile yıkımı engellemedi. Hırslarını kötüye kullanan bazıları, nefesleriyle yeryüzünü darmadağın ettiler.

Tanrılar Nötr yasasını yeniden sağlayabilmesi için, canlı olmayan bazı varlıkları canlıların dünyasına salmak zorunda kaldı. Nötr yasasına uymak zorunda olmayan varlıklar. Yani saf iyi ya da saf kötü olan varlıklar. Melekler ve iblisler.

Ejderhalar, ölümsüz olan meleklerin karşısında bir şey yapamadı. Dengeyi bozan ejderhalar, değişik büyü güçleri kullanılarak mühürlendi.

Tanrıların bozulmamasını istediği yasalardan bir diğeri de, ‘Tutku Yasası’dır. Bu yasaya göre, canlıların dünyasındaki hiçbir varlık Tanrıların dünyasına gidemezdi. Bu yasa yüzünden, gönderilen tüm iblis ve melekler yurtlarına geri dönemedi.

Yüzyıllar içinde dünyada yeniden Nötr Yasası sağlanabilmişti. Tek fark, iblis ve meleklerin büyü güçlerinin dünyada iyice yayılması sonucu, yeterince güçlü bazı canlıların bu yayılmış enerjiyi kullanabilir hale gelmesi oldu.

Su meleği Araf’ın büyü enerjisine kendini adapte edebilenlere su büyücüsü dendi. Ateş büyücüleri, ateş meleği Hordion’un büyü gücünü, toprak büyücüleri toprak meleği Sarza’nın büyü gücünü, hava büyücüleri hava meleği Futo’nun büyü gücünü, kara büyücüler iblis Gerar’ın büyü gücünü, aydınlık büyücüleri ise ışık meleği Jae’nin büyü gücünü kullanabiliyordu. Bu, sadece insanlar değil, pek çok canlının da kullanabileceği güçlerdi. İnsanların sadece %5’i büyücüydü. Mühürlenmemiş tüm ejderhalar ise her bir meleğin büyü gücüne kendini adapte etmişti.

Nötr yasası kusursuzdur. Ne kadar kötü varsa, o kadar da iyi vardır. Dünyada her şey ne mükemmeldir, ne de çok kötüdür. İblis Gerar karanlık tarafa canlıları çekmeye çalıştıkça, diğer melekler bunun tersini yapmaya çalışıyordu. İblis Gerar melekleri öldürüp kötülüğü daha çok yaymayı isteyebilirdi, eğer melekler ölümsüz olmasaydı. Meleklerin sayısı da bir anlam ifade etmiyordu. Onlar da Gerar’ı öldüremiyorlardı. Bir ölümsüzü hiçbir şey öldüremezdi. Kısacası, sayı olarak eşit değildiler, ama yine de eşittiler. İki melek üç iblis olsalardı, yine eşit olurlardı.

Beş melek ve bir iblis olması, canlıların altıda birini kötü, altıda beşini iyi yapmıyordu. Bunun sebebi, meleklerin büyü enerjisine sahip olanların gücünü kötüye kullanabilmesinin ya da Gerar’ın büyü gücüne sahip olanların gücünü iyiye kullanabilmesinin mümkün olabilmesidir. Uzun lafın kısası, kötü kalpli bir su büyücüsü ya da iyi kalpli bir kara büyücü olunabilir. Bu, canlının kendi iradesidir.

Büyü güçleri canlılar için farklı işliyordu. Canlının ruhsal gücü, büyü gücünü ne kadar şiddetli kullanabileceğini etkiler. Herkesin farklı bir ruhsal enerjisi vardır. Buz büyücüleri üzerinden örnek verelim. Bir buz dağı kaldırabilecek kadar güçlü bir büyücü ya da sadece minik bir buz öbeği oluşturabilecek derecede güçsüz bir büyücü görmek mümkündür. Sadece buz büyüleri yapabilen su büyücüleri görebilirsiniz. Ya da suyu her şekliyle kullanabilen büyücüler de görebilirsiniz. Hal böyle olunca, büyücülerin sınıflandırılışı da hayli genişlemiş oldu. Buz büyücüleri, çamur büyücüleri, buhar büyücüleri, mühürleme büyücüleri, kum büyücüleri, yıldırım büyücüleri ve saymanın imkanı olmayacak kadar pek çok diğer büyücü türü.

Ayrıca bir büyücü için büyü gücü, yaşam enerjisi demektir. Büyü gücü tükenenlerin sonu, ölümdür…"


Deadrillion tarihçesi
Bölüm VII, Sayfa 84 – 85

Spoiler: Göster
Bu benim ilk uzun soluklu hikaye denemem oluyor. O yüzden ağır başlılıkla amatör olduğumu kabul etmem gerekir. Yine de umarım hikaye güzel bir şekilde ilerleyebilir. Okuduğunuz için teşekkür ederim.
Başlık: Deadrillion Günlükleri // Bölüm 2: Hayaller
Gönderen: Death Symbol - 01 Eylül 2012, 15:59:44
(http://g1209.hizliresim.com/11/1/cjdbq.jpg)

Bölüm 2 / Hayaller


Nad kafasını kitaptan kaldırıp, yılların getirdiği rutubete dayanamayarak kirlenmiş ve yer yer çatlamış duvarda asılı duran kalın çerçeveli resme odaklandı. Sarı saçlı genç bir bayanın portresiydi bu. Gözleri kehribar rengini andırıyordu ve yüzünde Nad’in içini eriten bir gülümseyiş vardı.

“Lanet olsun.”

Nad, resme bir süre daha baktı. Şu anda onun boynunda asılı duran gümüş kolyenin, kadına daha çok yakıştığını düşündü. O, annesinin tüm resimlerinde bu kolyenin boğazında asılı olduğunu görmüştü. Annesi o kolyeyi son ana kadar hiç çıkarmamıştı ve şimdi son ana kadar çıkarmama sırası Nad’e geçmişti.

“Bütün meleklerin isimlerini nasıl ezberlerim şimdi.”

Farklı şeyler düşünüp tamamen farklı bir şeyi konuşmak. Nad bunu hep yapıyordu. Bu saçma sapan ders kitabında okuduğu son cümle annesinin neden öldüğünü açıklıyordu ve Nad bu kitaba kesinlikle sempati falan duymuyordu. Tarih dersine de sempati duymuyordu. Aslında okula karşı pek bir merakı yoktu. Babasının zoruyla bu noktaya kadar gelebilmişti ama onun asıl istediği, annesinin bir zamanlar yaptığını yapmak ve bir büyücü olmaktı. Aslında bunun için çaba sarf etmesi bile gerekmiyordu. O zaten bir büyücüydü. Sadece, yine babasının zoruyla, normal bir insanmış gibi davranıyordu. Olması gereken yer bu okul değil, büyücü kulüplerinden biriydi.

Okuldaki her kavgada dayağı yemiş bir öğrenciydi o. Ruhsal güçleri yüksek insanların bedenen zayıf olduğu bir gerçektir. Hiçbir şekilde büyü yapmaması için babası onu uyardığından, dayak yemeyi büyü yapmaya tercih ediyordu. Kavgacı biri olması da işin ilginç yanıydı. Öfkesini kontrol edemiyordu ve gördüğü her kötü çocuk tiplemesine kafa tutuyordu. Dayak yemek hoşuna gitmediği için spor yapıyordu ve kendine minik birkaç kas edinmişti. Yine de bu güzel, atletik vücut ona bir fayda sağlayamıyordu. Attığı yumrukların kimseye bir zararı yoktu.

Nad üstü çıplak dolaşırdı. Onu üzerinde bir şey giyerken görmeniz hiç mümkün değildir. Bluzlar ya da T-Shirtler ile arası hiç iyi olmamıştı. Pantolon da sevmezdi. Daha rahat olan uzun, bol bir şortu tercih ederdi. Bu, yaz ya da kış fark etmeden uyguladığı bir şeydi ve soranlara sıcak aldığını söylerdi. Okulda kimin ne giydiği de pek mühim değildir zaten. Bu alışkanlığının sebebiyse aslında farklıydı. Sıcaklığa karşı duyarlı bir vücudu vardı. Bir hava büyücüsüydü ve vücudu havayla bütünleşmeden içi rahat etmiyordu. Yalnız kaldığında ise tamamen soyunurdu.

Nad, iri, mavi gözlere sahipti. Saçları ise annesinin saç rengi ile aynıydı, altın sarısı. Kaş hizasında kestirdiği bu güzel saçları, okyanus mavisi gözleri, güzel vücudu ve keskin yüz hatları düşünüldüğünde, karşı cinsin ilgisini kolayca çekebilecek kadar yakışıklıydı, lakin aşk meşk ile pek uğraştığı da söylenemezdi.

Tarih kitabını okul çantasına yerleştirdi ve kendini yatağına atıverdi.

* * *

Okul olarak tanımlanan ancak daha çok bir çete sığınağını andıran kurum, bu hafta itibariyle sınav haftasına girmiş bulunuyordu. Tüm doğu bölgesinin, hatta tüm Deadrillion’un en pis lisesi olarak bilinen Angaku lisesinde, Nad’in üçüncü yılıydı bu. Her sene cırmalayarak sınıfı geçmeyi başarmıştı, ama bu sene geçemeyeceğini biliyordu. Babasının dünyaca meşhur ‘Alay ve öğütlerle pes ettirme’ tekniğine maruz kalmak istemiyorsa, sınavlarında başarılı olmalıydı. Ve o kesinlikle sınavlarında başarılı falan olmayacaktı. Bir ah çekerek sınıfına doğru ilerledi Nad.

Sınıfın önünde toplanan bir kalabalık gördü. Bu görmeye alıştığı bir şeydi aslında. Toplanan kalabalıklar her zaman bir kavganın habercisidir. Kendi içinde gruplaşmış bazı çeteler pek çok mekânda kavga ederdi ve anlaşılan bugünkü mekânları Nad’in sınıfının önüydü.

“Harika!” diye düşündü Nad. Yüzüne anlamsız bir sırıtış yerleştirmişti. “Dün geliştirdiğim uçan tekmemi denemek için mükemmel bir fırsat!”

Sınıfın önüne doğru koşar adımlarla ilerledi. Kalabalığı yararak kalabalığın çevrelediği boşluğun ortasına daldı. Neden sonra, rüzgarın taşıdığı kan kokusu burnuna vurdu ve bir an duraksayıverdi. Aslında kan kokusu Nad’in alışık olduğu bir şeydi çünkü hemen her kavgada ağzını ya da burnunu patlatan birileri olurdu. Ama bu kez daha farklıydı. Kan kokusu fazla yoğun geliyordu. Dikkatlice baktığında yerde yatan yaralı silueti gördü. Bu, Nad’in sınıfında bulunan Max adlı çocuktu. Max’ın yanında, elinde kanlı bir bıçakla deli gibi çığlık atan bir başka öğrenci duruyordu. Nad onu tanımıyordu.

“Benimle dövüşmek isteyen başkaları da yok mu?” dedi çocuk, psikopatça bir ifadeyle.

“Adil bir dövüş istiyorsan bıçağını bırak!” dedi kalabalığın içinden bir başka ses.

“Max? Öldü mü?”

“Bunu nasıl yapabildi?”

“Ona karşı savaşabilir miyiz?”

“Çok hızlı savaşıyor!”

“Kaçalım!”

Birçok kafadan birçok ses çıkıyordu. Nad ise olaya daha ciddi yaklaşmaktaydı. Birinin hayatını almak ve bunu sebepsizce, sadece güçlü olduğunu kanıtlamak için yapmak! Bu kabul edilemezdi. Max’ı pek sevdiği söylenemezdi, ama ölümü hak etmeyen bir çocuk olduğu gerçeğini kafasına yerleştirmişti.

Kalabalık yavaşça dağıldı. Belliydi ki hepsi Max ve o gizemli çocuğun kavgasını izlemek için toplanmıştı. Max böğrüne bıçak darbesi yiyerek yere yığılalı çok olmamıştı ve şimdi, yaşadıkları iki dakikalık şokun ardından, hepsi korkuya yenik düşüp kaçışmaya başlamıştı. Olay yerinde dört kişi kalana kadar bu böyle devam etti.

Max, gizemli çocuk, Nad ve gizemli çocuğa bıçağını bırakarak adil bir dövüş yapmasını söyleyen diğer çocuk kalmıştı olay yerinde. Adı Alanzo’ydu. Nad onu iyi tanıyordu, bir numaralı düşmanıydı. Devamlı Alanzo ile kavga ederlerdi ve kazanan hep Alanzo olurdu.

“Anlaşılan, ikiye karşı tek bir mücadele olacak.” Dedi gizemli çocuk. “Bana Angaku lisesindekilerin güçlü olduğunu söylemişlerdi. Böyle korkak tiplemeler olduğunuzu bilmezdim.”

“Asıl korkağın kim olduğu, elindeki bıçaktan anlaşılıyor.” Dedi Alanzo ve kızıl renginde kıvırcık saçlarının gözüne düşmesini engelleyen bandanayı çıkartarak, daha düzgün bir şekilde bağlamaya odaklandı. Korkuyor gibi görünmüyordu ama dizleri titriyordu. Belki de sadece güçlü görünmeye çalışıyordu. “Yine de okulun namına leke sürmene izin veremem. Her şeyden önemlisi, masum bir çocuğu yaralamana asla tahammül edemem.” Gözlerini kısarak ‘meydan okuma kabul edildi!’ moduna büründü. “Sana karşı kaybetmeyeceğim!” dedi.

“Çok konuşuyorsun” diyerek yanıtladı onu gizemli çocuk. “Gücüm bıçaktan gelmiyor. Asıl güç içindedir. Benden güçlüysen beni bıçaklı ya da bıçaksız fark etmeden alt etmen gerekir.”

Alanzo bir anda kendini bu çocuğa tekme atarken buldu. Bu tavır da neydi? Bu çocuk da kimin nesiydi? Az önce Max’ı doğramıştı ve şimdi de biri bıçaklı diğeri bıçaksız iki kişinin eşit olabileceğini mi savunuyordu? Aslında şu Max adlı yaralı genç onun için bir anlam ifade etmiyordu. Max her zaman kendini diğer insanlardan soyutlayan, bilmişlik taslayan ve lakayt tavırlarla insanların canını sıkan bir tipti. Fakat Alanzo bu çirkin kişiliğin bile ölmemesi gerektiğini biliyordu. Yapmak istediklerinden çok, ahlaklı olanı yapmaya çalışmaktaydı.

Alanzo’nun bu çevik ve ani tekmesine, gizemli oğlan hiç istifini bozmayıp yana çekilerek karşılık vermişti. Başkası olsa, bu hızda bir tekmeden kaçamazdı. Hedefi kaçırıp boşluğa savrulan ayağını yere basan Alanzo, sol elini yumruk yapıp gizemli çocuğun yüzüne doğru savurdu. Fakat bu da işe yaramamıştı. Saldırılar ne kadar çevik olursa olsun, gizemli çocuk kendini koruyordu.

“Güçsüzsün” dedi. “Saldırıların bana karşı etkili olmuyor.” Bıçağını savurarak Alanzo’nun göğsünü hedef aldı. İşte bu sırada, Alanzo elini bir kalkan olarak kullandı. Bıçağın eline girmesine izin vererek göğsünü korudu. Gizemli çocuğu kendisine bu kadar yakınlaştırdığı için diğer elini yumruk yapıp, çocuğun yüzüne yumruğu basabilmişti. Her şey çok ani oldu. Yumruğun şiddetiyle geriye savruldu gizemli çocuk.

“Yanlış” dedi Alanzo. “Bahsettiğinin tersine, seni yakalayabildim.” Sağ elinden deli gibi kan akıyordu ve gözleri hafif kararmaya başladı. Gizemli çocuk ise gerçekten şiddetli bir yumruk yemişti ve yerden kalkmaya çalışırken burnunun patladığını, kafasının ise döndüğünü fark etti.

Nad, tüm bu süre boyunca sessiz kalmıştı. Alanzo’nun azmi onu şaşırtıyordu. Beyninde savaşa nasıl dâhil olabileceği ile ilgili planlar kuruyorken, gizemli çocuğun ayağa kalktığını gördü.

“Güçlü olmak da ayrı bir dert” dedi. “Kendini bir şey sanıyorsun ve rakiplerini küçümsüyorsun. Tüm gücünü sergilemiyorsun ve onlar da attıkları en ufacık yumrukla kendilerini bir bok sanıyorlar.” Alnını kaşıdı. “Bu noktada sana göstermek istediğim küçük bir numara var.” Elindeki bıçağı yere fırlattı. “Sarza’nın büyü gücü, uçuşan kayalar!”

Büyü?

Evet. Büyü yapıyordu. Kendisine gücünü bahşeden meleğin adını anımsatarak, bu büyünün o meleğin geliştirip kullandığı bir büyü olduğunu anımsatıyordu. Alanzo, rakibin bir büyü yapmakta olduğunu ilk bakışta anlayamasa da, etraftaki büyüklü küçüklü tüm taşların bir anda kımıldayıp yukarıya doğru ilerlediğini görünce, neler döndüğünü fark edebildi.

Korku?

Kesinlikle korkuyordu. Bıçağı, büyüye tercih ederdi sanırım. Büyü Alanzo için fazla karmaşık bir kavramdı ve böyle ruhani bir güç karşısında yapabileceği bir şey yoktu. İrili ufaklı taşların birleşerek havada bir hortum şeklini aldığını ve dönen sarmal hareketlerle üzerine doğru geldiğini gören Alanzo’nun hissettiği duygu kesinlikle korkuydu.

Öleceğini fark etmiş, bu gerçekle yüzleşmiş ve kabul etmişti ama durum beklediği gibi olmadı.

“Futo’nun büyü gücü. Demirden rüzgar!”

Bu ses, Nad’in sesiydi. Nad’in favori büyülerinden biri olan demirden rüzgar, havanın kütlesini ağırlaştırarak düşmana rüzgar yoluyla iletir. Kayalardan daha ağır olan bu hava kütlesi, kolayca gizemli çocuğun yarattığı kayaları dağıttı ve bahsi geçen çocuğa doğru ilerleyip onu geri püskürttü.

Büyü?

Evet. Bu da bir büyüydü. Uzaktan olayı seyreden kalabalık şaşkınlık dolu gözlerle Nad’e bakıyordu. Gizemli çocuktan beklenirdi belki, ama ‘Ezik Nad’ ve ‘Herkesten dayak yiyen Nad’ gibi lakaplarla andıkları Nad de mi büyücüydü?

Dağılan toprak büyüsünden arta kalan kaya öbekleri yavaşça yere düştü. Neden sonra, bir anda ortadan yok oldu bu kayalar. Az önceki gizemli çocuk gittikçe şeffaflaştı ve yok oldu. Yerde yaralı bir şekilde yatan Max ayağa kalktı ve üzerinde ufacık bir kan lekesi bile yoktu. “Gerar’ın büyü gücü. Antik illüzyonun sonu!” dedi ellerini havaya kaldırarak. “Oyuna geldin, Nad.” diye devam etti. “Bir büyücü olduğunu biliyordum. İllüzyonum işe yaramışa benziyor.”

İllüzyon?

Evet. Nad illüzyonun etkisi altındaydı. Tabi diğer herkes de öyle.

“İmkansız!” dedi Nad. “İllüzyon olsaydı kan kokusunu duyumsamazdım! Hava büyüm illüzyonu görür!” Bir yandan da babasına nasıl bir açıklama yapabileceğini düşünüyordu.

“Elimdeki acı geçti.” dedi Alanzo. “Duyulara da etki eden güçlü bir illüzyondu bu.” Diye yanıtladı Max. Nad bir anda, sınıfında hiçbir zaman Max adında bir öğrenci olmadığını hatırladı. Aslında, ismi Max bile olmayabilirdi. Bugün olanlar sadece bir kandırmacadan ibadetti ve belli ki bu Max adlı çocuk Nad’in büyücü olup olmadığından şüphelenmiş, onu sınamak için illüzyon kullanmıştı. Yabancıydı.

Max yürüyerek, orta yaşlı, hafif kel bir adamın yanına gitti. Olay yerinden birkaç metre uzakta, olayın ne olduğunu anlamaya çalışan okul müdürünün ta kendisiydi bu. “İzninizle Nad’i kaçırıyorum müdür bey. En kısa zamanda görüşeceğimize inancım sonsuz!” dedi Max ve okulun çıkış kapısına doğru yürürken Nad’e gelmesini işaret etti.

Nad kılını bile kıpırdatmadı tabi.

“Bir büyücü olup, bir büyücü kulübüne katılmak istemiyor muydun?” diye sordu Max, takip edilmediğini görünce. “Funny Days’e hoş geldin!”

Funny Days? Annesinin bir zamanlar üye olduğu büyücü kulübü! Nad’in de annesinin güçlerine sahip olabileceğini düşünen bu kulüp onu sınamak için Max adlı bu çocuğu mu görevlendirmişti? Olabildiğine mantıklıydı!

O an babası umurunda bile değildi Nad’in. Büyücü olduğu zaten öğrenilmişti ve bu hayallerini gerçekleştirebilmek için bir fırsattı.

Yüzüne pis bir sırıtış yerleştirip “Evden ve okuldan kaçıyorum gençler!” dedi Nad, okulun çıkış kapısına yürüdüğü sırada onu şaşkın bakışlarla izleyen okuldakilere hitaben. “Bugünkü tarih sınavına girecek olmak sinirimi bozuyordu zaten.” diye eklemeyi de unutmadı.
Başlık: Ynt: Deadrillion Günlükleri
Gönderen: grikunduz - 05 Eylül 2012, 21:25:55
      Öncelikle "Merhaba" efenim. Oldukça farklı, ansiklopedik bir başlangıcınız olduğunu söyleyebilirim. Bu pek hoşuma gitmese de -ben hikayenin içinde bu tür bilgilerin yavaşça yedirilmesinden yanayımdır- farklı olmasını ve ansiklopedik dili hikayenin tamamında kesintisiz bir şekilde sürdürebilmenizi, takdire şayan buldum. İkinci bölüm ise ilk bölümün aksine genel tarzda biraz alışıldık bir tarzda yazılmış. Bunu kötü bir eleştiriden öte değiştirmek isteyebileceğiniz bir gerçek olarak söylemekteyim.

     Bunun dışında kurgunuz ve yazım tarzınız oldukça güzel. Dil kullanımınızı da aynı şekilde övebilirim.

      Şimdi gelelim noktasal eleştirilerime;
     İlk olarak insanların "%5'i büyücüydü" demenizi oldukça rahatsız edici buldum. Hakkında bu kadar genel hatlarla bilgi verilen ansiklopedik bir yapıtta insan büyücülerin oranının bu kadar kesin verilmesi beni oldukça rahatsız etti.
     İkinci olarak;
-Ona karşı savaşabilir miyiz.
-Çok hızlı savaşıyor.
Çocuklar arasında geçen bu konuşmadaki savaşmak kelimesini oldukça rahatsız edici buldum. Yani bu tür durumda çocukların kullanacağı kelime dövüşmek, yenmek, araya almak gibi kelimeler olmaz mıydı.
      Üçüncü ve son olarak da; Sondaki gencin sahip olduğu ya da içine girdiği o; "cool" terk etmeye, sahip olduklarını arkada bırakmaya hazır, Hollywood tarzı, özgür ve asi genç tiplemesi oldukça rahatsız etti beni. Daha içten ve samimi bir şekilde davranabilirdi genç. Gitmeden önce postamı koyar öyle giderim havasını, doyurucu bulmadım kısacası.     
Başlık: Ynt: Deadrillion Günlükleri
Gönderen: Death Symbol - 06 Eylül 2012, 00:21:26
@grikunduz;

Söylediklerinizde haklısınız. Dediğim gibi daha acemiyim, böyle hatalar olacaktır. Beni uyardığınız için teşekkür ederim. Bunlara dikkat ederek yazmaya çalışacağım. Bir de Holywood tarzı bitirişimin sebebi - vermek istediğim izlenim bu olmasa da - Nad karakterinin kafamda böyle bir tip olmasıdır. Eğlenceli, komik, dobra bir tip kendileri.