Kayıp Rıhtım Arşiv Forum

Kurgu Güncesi => Tartışma Platformu => Konuyu başlatan: M.K.Immortal - 21 Şubat 2013, 15:44:28

Başlık: Sıkıntı Küpü Değiliz Ya, Elbet Yazacağız
Gönderen: M.K.Immortal - 21 Şubat 2013, 15:44:28
En baştan söylemekte yarar var, uzun olacak sıkıcı bir dert yanma yazısıdır bu. Merak edip okuyanlara şimdiden teşekkürler.

Gelelim konumuza. Konumuz: Türkiye neden böyle? Bu konu üzerinden tartışılacak bir sürü şey çıkar elbette ama ben kitap yazmak ve yayımlatmak adına konuşacağım.

Öncelikle kitap yazmanın sıkıntılarından bahsedeyim. En büyük sıkıntısı hiçbir sıkıntısı olmaması. Kafanızda fikirler vardır, yazmak için sabırsızlanırsınız, elleriniz klavye üzerinde hareketlenir ve cümleler dökülür beyaz sayfaya. Bazen günde beş bin kelime yazar bir hafta dokunmazsınız, bazen ise beş yüz kelimeyi geçemezsiniz ama bir ay boyunca yazarsınız. Fikirlerinizi, düşüncelerinizi ve hayal gücünüzü yazmanın verdiği haz vardır her zaman.

Keşke zorlu bir süreç olsaydı veya yazdıktan sonra ne yapmamız gerektiğini araştıracak bir etken bulunsaydı yazma sırasında. Çünkü en büyük sorun yazdıktan sonra başlıyor. Bir sene boyunca uğraşıp 80 bin kelimeden fazla bir roman çıkarıyorsunuz (kendi adıma konuşuyorum genel bir tabir değil) ve ardından meğer hiç yazmamanız gerektiğini öğreniyorsunuz. Neden mi? İşte şimdi başlıyor o nedenler.

İlk olarak yayınevleri ile irtibata geçmek için İstanbul’da olmanız lazım sanırım. Mail yoluyla size cevap verenler iki elin parmaklarını geçmiyor. Cevap verenlerden ise mail geliyor ve sizden istedikleri dosyalar başlıyor “şu mail adresine, çalışmanızın bitmiş halini, özetini ve özgeçmişinizi gönderiniz. (…) süre sonra size geri dönülecektir.” Diye. Genelde aldığınız cevaplar bu şekilde.

Bu cümledeki her detayı sorgulayalım şimdi. Üç noktalı değişken bölüm 1 hafta ile 6 ay arasında değişiyor. Her ne kadar yayınevi politikaları değişmese de o süre nasıl değişiyor anlamıyorum zaten. Bu süre içinde incelendiği iddia edilen kitaptan haber alamıyorsunuz. Size “sorularınız için şu maili kullanabilirsiniz” deniyor mesela bazı yayınevlerinden. Oraya soruyorsunuz kitap ne alemde diye “inceleme altında” diyor. E biliyoruz onu dangalak herif, nasıl gidiyor, beğendin mi, ne oldu, nasıl düzelteyim onlardan haber ver değil mi? Tabi inceleniyor olsalardı bunları söylerlerdi.

Gelelim istedikleri dosyalara. Çalışmanızın bitmiş halini istemeleri normal olabilir. Eğer yanlışım varsa düzeltin ama bildiğim kadarıyla yurtdışındaki bazı yayınevlerine örnek amacıyla kitabın ilk yirmi sayfası gönderiliyor. Eğer kitap ilgi çekerse devamı yazması talep edildikten sonra kitap yazılıyor. Yani yüzlerce sayfa için zaman harcamanızdan kurtarıyorlar sizi. Türkiye’de ise bitmiş hali isteniyor, hadi ona eyvallah diyoruz. Peki ya özetini istemenin amacı ne? Size söyleyeyim, önce özete bakılır, konu ilginç gelirse kitabın ilk birkaç sayfası okunsun diye. Ama çok büyük bir ön yargı bu olay. Ve yine altını çizerek söylüyorum, özeti okusalar bile kitabı okuduklarından emin değilim.

Hadi özeti de anladık, peki ya özgeçmiş niye? Yazarlık meslek mi değil mi önce bunu tartışalım. Eğer meslek ise, öz geçmiş istemeleri normal ama bir işe girerken sizden para mı istenir? (bu konuya sonra değineceğim) İş konusunda yetersiz iseniz sizi almazlar olur biter. Eğer meslek değilse öz geçmişi ne yapacaksın? Yazdıklarım, düşüncelerim ve fikirlerim zaten kitapta. Öz geçmişim size ne anlatacak?

Onun açıklaması da şu yönde aslında; eğer geçmişinizde başarılarınız varsa, yani yazar olarak sizi şişirebilecekleri bir kariyeriniz söz konusu ise kitabı değerlendiriyorlar. Eğer öyle iseniz kitabınız basılıyor ki zaten bir yerlerden tanıdıklarınız vardır yayınevinde, o torpil sayesinde de bastırırsınız kitabı.

Size uydurma bir yazarın başarılarını özetleyeyim hatta:
1 - 6 yaşında matematik işlemleri yapmaya başlamıştı.
2 - Gittiği her okulda okul birincisi oldu.
3 - Üniversiteyi maden mühendisliğinde okudu.
4 - 21 yaşında motor sporlarında birincilik kazandı.
5 - Çok küçük yaşlarda okumaya olan merakı yüzünden kendi deneyimlerini yazmaya karar verdi.
6 - 26 yaşında yöneticiliğini yaptığı şirketi bırakarak, fantastik temalı bir restoran açtı ve onu işletiyor.
…... bu böyle gider. Şimdi hadi bu başarıları inceleyelim.

1 – mental aritmetik kurslarına gittikten sonra bu işlemleri yapmıştır ama o belirtilmemiş olabilir. Kısaca onu o kursa gönderen ve parasını ödeyen babası sağ olsun.

2 – aldığı özel dersler sayesinde veya okuldaki öğretmenleri tanıyan aile üyeleri veya okul aile birliği başkanı ve okula yapılan yardımlarda büyük katkı sağlayan ailesi sayesinde derslerinde tam not almadığını kim biliyor? Kısaca yine babası sağ olsun.

3 – Üniversiteyi nerede okudu? Özel üniversite mi devlet üniversitesi mi? Devlet ise kaç puan alarak, kaçıncı sırada girdi acaba? Torpilin gırla olduğu güzel ülkemde hele bunların kesin sorgulanması gerekir. Kaldı ki büyük ihtimal özel üniversitedir bu şahıs. Yine babası sağ olsun.

4 – 21 yaşına kadar motor kullanmakta uzmanlaşacak beceri için kaç adet motor değiştirmiştir acaba? Motor almasını sağlayan bütçe nereden? Tabi ki baba.

5 – Bu tamamen şişirme bilgidir. Çok okuyan iyi yazar olur bilinci yüzünden bunu yazarlar genelde ki yok öyle bir şey. Çok araştıran daha iyi yazar olur emin olun, çok okuyan genelde şatafatlı cümleleri iyi kullanır o kadar.

6 – Burada ise yazar iyice şişirilir. Okuyucuya “bak ne büyük adam işte bu adamın kitabı okunmaz da ne olur” deniliyor. Kaldı ki 26 yaşında ne yöneticiliği? Söylememe gerek yok herhalde, babadır baba.

Bu şahsın kitabı ücret talep edilmeden bile yayımlanabilir. Ve okuduğunuzda “ulen Türkiye’de dünya çapında fantastik veya bilimkurgu yazamıyor dangalaklar” derseniz ne diyebiliriz ki. Çünkü kitabı basılan insanlar ya parasını verir, ya itibarlıdır veya tanıdığı vardır. Raflar, içeriğine bakılmadan basılan kitaplar ile dolduktan sonra böyle söylentilerin oluşması gayet normal.

Kaldı ki sanki sadece insanlara yazarak bir şeyler verebilecek tek kişiler bunlarmış gibi gösterilmesi, ülkenin kültür ve zeka seviyesinin neye dayandığını ve ne derecede olduğunu açık seçik gösteriyor. Onların peşinden gidenlerin de vay haline.

Şimdi ücret meselesine gelelim. Size cevap veren yayınevleri şunu diyor. “Kitabınız güzel ancak ilk basım için katkı yapmanız gerekiyor. (…)bin lira verirseniz kitabınızı yayıma hazırlayacağız.” Haydi şimdi de cevabı inceleyelim.

“Kitabınız güzel” sadece stratejik bir cümle. Kitapta en çok nereyi sevdiniz diye sorsanız apışıp kalırlar. Amaç sizi gaza getirip “bu kitap basılırsa binlerce satar” demeye getirmek. Yani “para isteyeceğiz ama karşılığını fazlasıyla alırsın hacı merak etme” demek.

Basım için katkı olayı ise çok ilginç. Bu konuyu bana bayağı açık sözlülükle anlatan bir yayınevinin söylediklerini yazacağım size. Yeni bir yazarın bin adet kitabını basmaları bayağı bir risk. Çünkü ilk baskıyı dahi bitiremiyor basılmış olan yüzlerce kitap. Ki baskı bittiği zaman kar elde etmeye başlıyor yayınevleri. Bu yüzden yayınevleri yeni yazarlar yerine daha tanınmış ve satılması garanti olan kitapları basmayı tercih ediyor. Yani ünlü yazarın 10 bin kitabı yerine 11 bin kitabını basıyor. Çünkü o kitap 10 bin de satar 11 bin de. Ama yeni yazarın 1000 adet kitabı bu garantiyi veremiyor. Bu yüzden yeni bir yazar olarak destek(!) çıkmamız gerekiyormuş. Fakat istenilen destek, kitabın tüm masrafları + yayınevi karı olarak hesaplanıyor. Sadece basım ve dağıtım masraflarının bir kısmını sizinle paylaşalım demek değil yani anlayacağınız o destek.

İşin ilginci bu istenilen para yasal mı acaba? Katkı adı altında istenildiğine göre değildir sanırım. (Makbuz verecekler mi acaba o parayı verince, onu da merak ediyorum) Çünkü o parayı alarak iş yapan “şahsi yayınevi” adı altında paralı yayınevleri var. Paralı yayınevi varken normal yayınevine para vermek niye diye sorduğunuzda “Ancak o yayınevleri her baskı için sizden para alırlar, biz sadece ilk baskı için alıyoruz.” Cevabını alırsınız. Bak sen yaa. Ama o yayınevleri %40 veriyor, siz %10 veya %15.

Gelelim şimdi ufak bir hesaplamaya. Kendi kitabımdan örnek vereceğim. Kitap için 6 bin lira istiyorlardı. Parayı verdik ve bin adet kitap basıldı diyelim. Genelde ilk baskıdan ücret verilmez, 100 ila 150 arası kitap verilir ama yüzde verdiklerini düşünelim bu aşamada. Kitabınız iyi bir ihtimal ile 20 liraya satılsın. Size de en iyi ihtimalle %20 verdiklerini düşünelim. Yani kitap başına 4 lira kazancınız var. İlk baskı biterse ki dediğim gibi yeni yazar için çok zordur bu, kazancınız 4 bin lira oluyor. İkinci baskı da bitecek ki verdiğiniz altı bin liranın üzerine çıkabilesiniz. Tekrar soruyorum, yazarlık bir meslek mi?

Bu hesap en iyi ihtimal. Genelde Türk, yeni bir yazarın kitabı 5 ila 15 lira arasında satılır. İşin özeti yazarlar yazdıkları kitabı “hacı ben öyle kültürlüyüm ki kitap yazdım aha bak, sen ne yaptın düdükkk” demek için kullanıyorlar. E haliyle yabancı yazarlar daha çok satıyor. Yabancıya olan hayranlık diyoruz ya, işte budur onun sebebi kısacası.

Ama nedense işin daha da ilginç yanı var. Onu buraya yazarsam sanırım bayağı bir tartışma çıkacaktır, hatta biraz tepki bile çekebilirim o konuda. Yazsam mı? E amaç tartışmak değil mi, o yüzden yazayım madem. Hatta direk örnekler ile yazayım. Bir arkadaşıma “yaw kayıp rıhtım öykü seçkisinde ünlü yazarların yazdığı öykülere baktım, hacı normal biri yazsa millet bir ton kusur bulurdu o öykülere ama onları öve öve bitirememişler, bayağı ilginç dedim.” Arkadaşım “madem öyle biz eleştirelim” diyerek öyküleri okumuş ve eleştirmiş. Ancak eleştiriler yayınlanmamış! Burada amacım yönetimi suçlamak değil “adamlar bizim için öykü yazmış bir de eleştiri mi yayınlayacağız” diye düşünmüşlerdir büyük ihtimal. Ancak böyle bir durumda sanki onlar kusursuzmuş gibi gösterilmesi çok saçma. Aralarında gerçek anlamda fantastik ve bilimkurgu adına iki yazar var yok. Ki yok…

Onların insan olduğunu unutuyoruz. Büyük çoğunluğu yukarıda yazdığım şekilde kitaplarını yayımlatmış zaten. Şu özgeçmiş bölümünü okuyun ve oradakilerin de özgeçmişlerini okuyun hatta, bakalım neler yakalayacaksınız. Yani onlar ulaşılamaz, onlar müthiş, ama nedense dünyaya açılamıyorlar. Eleştirileri es geçip, elimizdeki bu yazarları sürekli överek de hiçbir yere gitmez Türkiye’de fantastik ve bilimkurgu yazarlığı.

Şimdi bunca şeyi buraya yazdım da ne geçti elime? Bir şey değişecek mi? Hayır. Sadece rahatlamak amaç. Hatta bu yazı bile silinebilir.

Neyse detayları geçip en baştaki konumuzu hatırlatalım: Türkiye neden böyle? Siz söyleyin, neden böyle?
Başlık: Ynt: Sıkıntı Küpü Değiliz Ya, Elbet Yazacağız
Gönderen: armeneus - 21 Şubat 2013, 16:41:19
Eleştirilere deginmeyecigim. Ama Türkiye'nin bazı gerçeklerine değindiniz. Bu gerçekler beni yazmaktan soğuttu. Umarım bunları paylaştığınız için rahatlamışsınızdır. Bu gerçekleri paylaştığınız için teşekkür ederim.
Başlık: Ynt: Sıkıntı Küpü Değiliz Ya, Elbet Yazacağız
Gönderen: M.K.Immortal - 21 Şubat 2013, 16:58:55
Kötü bir etki bırakmak istememiştim. Amacım insanları yazmaktan soğutmak değildi. Türkiye'de sadece yazar olmak değil, her iş için neredeyse böyle zorluklar çekiyorsunuz. Çok net bir ifadedir, "babanız zengin ise başarılısınız" sözü. Ancak ülke böyle diye bu değerleri onlara bırakmak doğru değil. Tam aksine artık olması gereken için çabalamak, gayret göstermek gerekiyor. Elbette başarı biraz geç gelecektir ama kendinizden eminseniz eninde sonunda gelecektir.
Başlık: Ynt: Sıkıntı Küpü Değiliz Ya, Elbet Yazacağız
Gönderen: mit - 21 Şubat 2013, 18:10:07
Bu konuda az çok tecrübem olduğu için bir-iki kelam edeyim.

Öncelikle yeni bir yazarın ilk kitabını iyi bir yayınevinden çıkartması ülkemizde çok çok zor bir durum. Tanınmıyor olmanız kapalı kutu olmanız anlamına geliyor. Hemen hemen hiçbir büyük yayınevi böyle bir riske kolay kolay girmez. Ya yeteneğinizi gerçekten takdir eden biri olmalı içinde ya da - çoğu alanda da olduğu gibi - arkanız sağlam olmalı. Aksi takdirde kitabınızı yollarsınız sonra da günler, haftalar, aylar ve belki de yıllar boyunca bir haber beklersiniz karşı taraftan. İstanbul'da olun ya da olmayın, fark etmez. Sanmayın ki gönderdiğiniz her dosya son derece profesyonel bir ortamda sadece bu işi yapan kişiler tarafından inceleniyor. Tam aksine, genellikle uzuuuuun bir süre benzerlerinin yanında bekliyor ve diğer işlerden arta kalan zamanlarda okunmaya çalışılıyor. İncelemede mi? "İncelemede." Okudunuz mu peki? "Henüz fırsat bulamadık ama okunacak." Ama bu hiçbir zaman ilgilenilmeyecek demek de değil. Sadece geri dönüşlerinin bayağı vakit alacağı bir gerçek.

Parayla kitap basan bir sürü yayınevi türedi son zamanlarda ülkemizde. Sakın ha onlara güvenip de bu yola çıkmayın. Çünkü ne editör yüzü görür, ne de tanıtımı yapılır. Sizin teslim ettiğiniz haliyle, tüm o hatalarıyla basılır, siz de paranızla rezil olursunuz. Yayınevi mi? O çoktan paranızı alıp Üsküdar'ı geçti.

Bu konularda benden daha deneyimli iki-üç arkadaş daha var aramızda. Belki onlar da tecrübelerini paylaşırlar sizlerle. Ama gerçek şu; Türkiye'deki yayıncılık sektörü birkaç kaliteli yayınevi dışında profesyonel olmaktan çok uzak. Birçoğu da bu işi sadece ticari kaygıyla yapıyor. Ama ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çalışanlar da var. Önemli olan bunları bulabilmek ve onlarla temasa geçmek. Sonra da beklemek, beklemek ve beklemek. Eğer yazdığınız eser gerçekten iyiyse er ya da geç dönüş yapılacaktır.

Bir de şu var tabii. İnternet çağındayız. Yazarlığınızı ispatlamanın ve yazılarınızı insanlarla paylaşmanın pek çok yolu var artık elimizde. Hikayeler yazın, öyküler yazın, bunları insanlarla paylaşıp kendinizi tanıtın. Siz kitabınızın okunmasını değil, insanlar sizin kitabınızı okumayı istesin. Çok uç bir örnek olacak ama John Scalzi... Yaşlı Adamın Savaşı bir internet hikayesi olarak başlamıştır mesela. Şimdi nerede olduğunu hepimiz biliyoruz. Ya da Metro 2033... O da internette yayınlanmaya başlayıp kitap olan oyunlardan. Bunun pek çok örneği var dünyada. Bizim ülkemizde internette yayınlanıp da sonradan kitap haline gelecek bir eser hayal etmek komik elbette. Ama dediğim gibi, kitaplaştıracağınız eseri değil, farklı kurgular kullanarak kendi üslubunuzu tanıtabilirsiniz insanlara.

Unutmadan... Yazmaktan sakın ama sakın soğumayın.
Başlık: Ynt: Sıkıntı Küpü Değiliz Ya, Elbet Yazacağız
Gönderen: Fiddler - 21 Şubat 2013, 22:24:12
Çok uzun cevaplar, rahatlatıcı açıklamalar yapabilecek konumda değilim şu an. Benim de gördüğüm bir yüzü var bu işin; ama bir de yanında hiç görmediğim yüzleri de var; ama sözlerime şöyle başlamak istiyorum:

Bazılarımızın bulunduğu, bazılarımızın geleceği, bazılarımızın ise geçtiği bir noktada buluyorum sizi. Benim de "Lanet olsun, böyle iş mi olur!" diye serzendiğim ve hatta beni uzun süre yazmaktan soğutan bir dönem olmuştu; ama eğer geçerse (ki geçiyor) o özgeçmiş için görünmez bir veri kazanmış oluyorsunuz. Özgeçmişler çöplüğü tam da bulunduğunuz noktada pes etmiş binlerce, hatta geçmiş zamanları da sayarsak milyonlarca insanla kaynıyor.

Öncelikle, aklımdan çıkmadan yazıda "yanlışım varsa düzeltin" diye başladığınız yurtdışı yayınevleri konusuna değinmek istiyorum. Tabii ki ben de yanlış biliyor olabilirim; ama galiba bilginiz orada eksik. Özellikle İngiltere ve Amerika'da olmak üzere yayımlanma sürece çok daha sancılı, çok daha uzun ve zorlu bir süreçtir. Kitabınızın ilk 20 sayfasını gönderme muhabbeti de büyük çoğunluk için şöyle olur. Siz kitabınız ilk X sayfasını veya ilk 3 bölümünü gönderirsiniz. Eğer ilgilenirlerse gerisini de göndermenizi isterler. Gerisini yazmanızı istemezler eğer ilk kez yayımlanacak bir yazarsanız. Dünyanın neresinde olursanız olun, bu insanlar her zaman yoğun, her zaman önlerinde  pek çok okunmayı bekleyen dosya var, ve ilgilendikleri birkaç sayfa için hiç tanımadıkları insanlara "Tamam o zaman gerisini de yaz..." demiyorlar, gerisinin hali hazırda yazılı olması gerekiyor.

Yine hikayenin özeti ve özgeçmiş istenmesi durumu yurtdışından gelen bir gelenek. Hatta yurtdışında çoğu büyük yayınevinde istenilen belgeler çok daha uzundur. Kitapla ilgili "One-liner" denilen, tek cümlede kitabı açıklayacak bir metin isterler. "One-pager" denilen, 1 a4 sayfasını aşmayacak bir özet isterler, "Synopsis" adı verilen 3 a4 sayfasını aşmayacak daha geniş bir özet isterler, ve bazıları özellikle bölümlü kitaplarda (chapter books) 15-20 sayfayı bulabilecek bir "chapter outline" isterler her bölümde neler olduğunun anlatıldığı. Bunlarla birlikte bazı yayınevleri neredeyse kitabınızın pazarlama taktiklerine girecek isteklerde bulunurlar sizden. Nasıl bir demografiğe hitap ettiğini, kimlerin, neden bu kitabı okuyacağını düşündüğünüzü vs. bile sorarlar. İşin özü sizin de dediğiniz gibi aslında pek çok sektörde olan şu çirkin cümleye çıkar:

"Sizi neden işe alalım?"

Bu noktada şu acı gerçekten bahsetmek durumundayım ki; ilk kez basılacak olan bir yazarın kendini yayınevine pazarlaması bir zorunluluktur. Hali hazırda sizi pazarlayacak basılı eserleriniz bulunmadığı için karşınızdakini ikna etmekle yükümlü durumdasınız maalesef. Bu da işin çok tatsız bir boyutu oluyor haliyle.

Cevap vermeme durumuna gelecek olursak. mit'in de söylediği gibi bu insanların önlerinde o kadar çok okunmayı bekleyen dosya, o kadar çok "inceliyor musunuz?" e-postası, o kadar çok İstanbul'dan ve şehir dışından kapıya gelip "ben dosyamı göndermiştim, bir de yüz yüze konuşayım dedim" diyen insan var ki, gerçekten sabır ilk kez basılmayı isteyen/bekleyen bir yazar için en önemli erdem haline geliyor. Dosyaları gönderip 2-6 ay boyunca cevap almamayı sorun etmiyor halde olmanız gerekiyor.

Tabii şöyle güzel ayrıntılar da var. Özellikle Carpe Diem ve Doğan Kitap / Doğan Egmont yayınlarının, kendilerine gelen her dosyayı incelediklerini biliyoruz. Uzman TV adlı videolu anlatım sitesinde Doğan Kitap Genel Yayın Yönetmeni güzel açıklamalarda bulunup bazı sorulara cevap veriyor. Daha etkin bilgi bulabilirsiniz orada.

Tabii bu paragraflar bizi kitabın "özeti" noktasına geri götürüyor. Kitabın özeti'nın istenmesi bence ilk kez basılmayı uman yazarlar için bir altın bilet niteliğinde. Belki siz tüm tercübesizliğiniz ve/veya edebi istekleriniz doğrultusunda kitabın giriş bölümünü kalanına nazaran farklı bir anlatımla yazdınız. Ne bileyim, daha durağan oldu, hatta belki kimine göre sıkıcı oldu. Çok gerekliydi belki; ama kitap 50. sayfada açılıyordu. Kaç tane yayınevinin ilk on sayfada sıkılıp dosyayı sonsuza kadar rafa kaldıracağını söylesem aklınız durur herhalde.

Hatta şu anda adını hatırlayamadığım; ama yanılmıyorsam Random House Yayınevi'nden olan bir editör, bir soru üzerine "Tabii ki gelen her dosyayı kişisel olarak okuyorum. İlk üç sayfasını okuyorum. Eğer kitap beni dördüncü sayfayı çevirmeye ikna ederse devam ediyorum. Olmazsa dosyayı kapatıyorum." gibi bir cevap vermişti.

Kitap Özeti size tüm önyargılardan, anlatım farklılıklarından, her şeyden temizlenmiş bir şekilde sizin ne anlatmaya çalıştığınızı söyleme fırsatını veriyor size. "Önümdeki 80 dosyadan hangisini okuyayım?" diye soran editöre sizin dosyanızı seçmesi için bir neden vermiş oluyorsunuz. Kitap özeti önemli!

Özgeçmiş ise aslında basit bir formaliteden ibaret. Dosyalamak adına istenen bir şey; ama (fantastik kurguda o kadar geçerli olduğunu sanmıyorum) özgeçmişinizde falanca dergilerde öyküleri yayımlandı, şu şu eseriyle şu yarışmayı kazandı vs. olması elbette sizi bir adım öne taşıyor.

Sabır ve metanet. Bunlara gerçekten sırt dayamanız gerekiyor. Ben inanıyorum ki ortaya çıkan eser iyiyse, ne olursa olsun, bir şekilde yolunuzu bulursunuz. Tabii şunu da akıldan çıkarmamak gerekiyor Neil Gaiman'ın da aralarında bulunduğu pek çok dünyaca ünlü yazarın ilk hatta ilk 2-3 bitmiş eserleri yayınevlerinden gelen ret cevaplarıyla birlikte hala çekmecelerde durmaktadır ve hatta Neil Gaiman bu konuda "iyi ki yayımlanmadı ve hayır, hiçbir zaman yayımlatmayı da düşünmüyorum. Gerçekten kötüydü" diyor.

Umarım bazı iyimser, bazı kötümser taraflarla biraz rahatlatabilmişimdir sizi ve diğer yazar adaylarını..

Ha tabii bir de yayınevinin "tamam" demesiyle başlayan yeni bir süreç var ki, asıl kendinizden, yayınevinden, eserinizden, dünyadan ve insanlıktan nefret etmenin ne demek olduğunu o zaman anlıyorsunuz... Onu da başka bir zaman (inşallah süreç tamamlandıktan sonra) anlatırım..

Sonuç:

(http://cdn2.bigcommerce.com/server2100/da4a7/products/489/images/119/Keep-Calm-and-Carry-On-Navy-Blue-Poster-Front__69597.1319984235.800.800.jpg)

Küçük Not: Ben edebi hırsı, kıskançlık noktasında çok verimli bulurum. Çoğu zaman da kıskandığım yazarlar, öyküler vs. olduğunu yazarlarına ve/veya okuyucularına söylerim; ancak hali hazırda sürecini tamamlamış ve o ya da bu şekilde basılmış olan bir herhangi bir kitapla, henüz süreci yaşayıp bitirmemiş herhangi bir işin karşılaştırılmasını yazarın gelişimi açısından sağlıklı bulmuyorum. Bu da ister kulak asın, ister kulak asmayın, naçisane tavsiyem.

Daha da küçük Not: Kim bilir naçisane nasıl yazılıyor? Naçizhane mi ne o yani?
Başlık: Ynt: Sıkıntı Küpü Değiliz Ya, Elbet Yazacağız
Gönderen: M.K.Immortal - 24 Şubat 2013, 18:35:52
Öncelikle cevaplar için teşekküler. Geç cevap yazdığım için özür dilerim ayrıca.

@mit; bir yerde işini gerçekten yapan yayınevleri var diyorsunuz. Zaten sorun onları bulabilmekte. Çoğu yayınevi size cevap bile vermiyor. Verenler de dediğim gibi ticari kaygılar peşinde. İstanbul'da olmak demek, yayınevlerine ulaşmayı kolaylaştıracaktır. Diğer türlü gerçekten çok zor. Ancak yazdığınız çoğu şeye katılıyorum tabi ki.

@Fiddler; yabancı yayınevi konusunda emin değildim. Ancak yine de iyi bir sistem sonuçta, komple kitap yerine 20 sayfa gayet makul görünüyor. Çünkü koca kitap yerine daha önce de dediğim gibi ilk sayfalarını okuyorlarsa zaten, yalandan komple kitabı değil de ilk sayfalarını istemeleri daha anlamlı. Hem kendi zamanlarından tasarruf edilir.

Tüm kitabı gönderirken şöyle bir de kaygı oluşuyor. Yayınevleri bu kitapların içinkdeki cümlelerden veya bölümlerden alıntılar yaparak kendi bünyesindeki bir yazardan kitap oluşturmalarının ve bunu bastırmalarının mümkün olmadığının garantisini kim veriyor? Paranoyakça belki biraz ama yine de düşündürüyor.

Genelde prosedür hakkında yazmışsınız ancak sorun prosedürün gerektiği gibi işleyip işlemediği. Tartıştığımız konu burada. Elbette editörlerin işleri çok yoğun ama işi okumak olan birisi günde 10-20 tane özet okuyamaz mı? Yayınevinde incelenmeyi bekleyen 500 kitap yoktur sanırım (varsa da bu bekletme süresi yüzünden) ki bünyelerinde çalıştırdıkları 1 tane de editör yok sonuçta. Haftalık bir program ile, iki gün çeviri ile, iki gün cevaplama ile, bir gün yeni yazarın kitabını incelemek ile, iki gün de özetleri okumak ile geçirebilir. Okunan özetlere de "yayın politikamıza uygun değil" veya "konu bize göre değil" gibi cevaplar verilebilir ki çoğu kişiyi altı ay beklemekten kurtarır. Ya da "kitabınızı incelemeye aldık şu kadar zaman sonra cevap vereceğiz" diyerek ilk inceleme sonuçlarını aktarabilir. Mesela "ilk üç bölümünüzü okudum ve şu şu gibi sorunlar dikkatimi çekti, şu bölümde şunu ekleyebilir, şu bölümü tekrar gözden geçirebilirsiniz" gibi haftalık cevaplar verilebilir. Sonuçta editörün işi bu değil mi? Kaldı ki bazı yayınevleri (ki aralarında büyük yayınevleri de var) bir ayda nasıl yapıyor bu incelemeyi? Altı ay gerçekten çok uzun bir süre.

İstanbul'da olmak neyi değiştiriyor derseniz, çoğu yayınevinden cevap alamamayı kolaylaştırır. İstanbul'da olsaydık kapısına gidip sorabilirdik veya direk dosyayı bırakabilirdik değil mi? O yüzden İstanbul'da olmak büyük avantaj ki değilseniz yazar olmayın konumuna düşüyorsunuz.

Anladığım kadarıyla sizin bir kitabınız basılmış. Kendi deneyimlerinizi, nasıl başvurduğunuzu, kaç yayınevine başvurduğunuzu ve red cevabı aldığınızı, neler yaşadığınızı paylaşmanızı çok isterim açıkçası. Yazar olma isteğindeki bizlere güzel örnek teşkil edecektir.
Başlık: Ynt: Sıkıntı Küpü Değiliz Ya, Elbet Yazacağız
Gönderen: Fiddler - 24 Şubat 2013, 19:08:42
Anladığım kadarıyla sizin bir kitabınız basılmış. Kendi deneyimlerinizi, nasıl başvurduğunuzu, kaç yayınevine başvurduğunuzu ve red cevabı aldığınızı, neler yaşadığınızı paylaşmanızı çok isterim açıkçası. Yazar olma isteğindeki bizlere güzel örnek teşkil edecektir.

Şimdilik sadece o sürecin içerisinde diyelim. Önceki mesajda yazdığım gibi, ilerledikçe başımdan geçenleri anlatmaya çalışacağım. Hatta "umarım" süreç tamamlanır da basılırsa, tüm hikayeyi baştan sona anlatıp nelerle karşılaşılabileceğine dair bir fikir verebilirim.

Öte yandan aramızda sürecin tamamını farklı şekillerde görmüş geçirmiş olanlar var. Eminim ki benden daha somut bilgiler sunabileceklerdir..
Başlık: Ynt: Sıkıntı Küpü Değiliz Ya, Elbet Yazacağız
Gönderen: Ejderfelaketi - 24 Şubat 2013, 21:52:08
Sizin bu yazdıklarınız Jack London'ın Martin Eden adlı kitabını hatırlattı bana. Önemli olan sizin yazarlığı nasıl gördüğünüz. Eğer bir hobi olarak görüyorsanız yazmayı. Yazın istediğiniz her şeyi.(Her şeyi derken yazılmamış bir kitap yüzünden içerde olan kişilerin olduğunu unutmadan 'her şeyi' yazın) bir matbada kapak yapıp defter haline getirin çoğaltıp arkadaşınıza kuzeninize verin.Bu sizi tatmin edecek ve bütçenizi aşmayacak bir eğlence olur. Ama eğer siz yazarlığın cafcafındaysanız. Yani yazar olayım da kütüphanelerde kitabım olsun diyorsanız(yukardaki yazınızdan bu tip biri olmadığınızı anlaşılıyor) bunun için yayınevine gerekli meblalar ödenip yapılabilir. Biraz pahalı da olsa sonuçta yazar oluyorsunuz değişik şapka takar ve bir de ağza bir pipo tutturarak Sherlock Holmes gibi olabilirsiniz. Ve geldik can alıcı noktaya. Eğer siz yazarlığa bir meslek bir ekmek kapısı gözüyle bakıyorsanız, dediğiniz konularda haklı olduğunuz gibi Türkiye'de bu meslek yürümüyor. Astronot olmak gibi düşünülebilir. Ya da Türkiye'de domuz çiftliği açan girişimci gibi... Meslek seçiminizde sanat yerine zanaate yönelmenizi öneririm.
Başlık: Ynt: Sıkıntı Küpü Değiliz Ya, Elbet Yazacağız
Gönderen: OZ - 24 Şubat 2013, 22:21:00
Fantastik yazıyorsanız ya da belli bir konseptte, buna uyabilecek yayınevleri zaten belli. Ben de kitabımı görmek istediğim yayınevlerine gönderdim ve ikisi dışında hiçbirinden yanıt alamadım. Sadece ikisinden aylar ve yıllar sonra yanıt geldi. Biri kitabı okumak için para isterken diğeriyse kitabı hiç okumadan baskı maliyetlerini istiyordu. Diğerleri de yanıtlasaydı büyük olasılıkla buna benzer bir yaklaşımda bulunacaktı. Kitabımı yayınevine şu şekilde okutabildim. Bir yazar ajansıyla anlaştım ve o kitabın üzerindeki tüm haklarımı korumamı sağladı. Ve yayınevine okuması için aracı oldu. Tek başıma mail atarak başaramayacağım bir şeydi. Böyle süreçler insanı olgunlaştırıyor aslında. Kitabınıza ne kadar güvenirseniz güvenin eksikliği kendinde arayıp yazdığı şeylere dönüp baktığında keşke göndermeseydim bile diyebiliyor insan. Yayıneviyle görüşmem sayesinde kendi hatalarımı ve bu sektörün aslında neden zor durumda olduğunu anladım. Bizzat yayınevi sahibiyle görüştüm. Şimdi kitabı yeniden yazıyorum ve kişisel sitem ve bu forumda giriş bölümünü paylaşıyorum. Kitabın yeniden yazım süreci bittiğinde yayıneviyle yeniden görüşmeyeye çalışacağım. Merak edenler göz atabilir.

Kitap çıkarabilmek için yöntemler şöyle olabilir.

İnternette yazılarınızı paylaşmak ve okunmak istenen biri olmayı başarmak.

Paralı yayınevleri 4-5 bin lira alır ama editöründen kapağına herşeyiyle ilgilenir bandrolu vs tam bir şekilde tüm internet kitapçılarına ve büyük kitabevlerine dağıtımını yaparlar.

Bir yazar ajansıyla anlaşmak ve yazdığınız metnin kalınlığına göre belli bir miktar gözden çıkarmak. Kitabınız beğenilirse yayınevi sizden başka ücretler talep edebilir ya da hiç etmeyebilir bilemiyorum.

İyi bir kitap yazmak :) en zoru bu olsa gerek. Çünkü kapıları açacak şey gerçekte bu aslında.
Başlık: Ynt: Sıkıntı Küpü Değiliz Ya, Elbet Yazacağız
Gönderen: M.K.Immortal - 24 Şubat 2013, 22:29:20
@Ejderfelaketi;

Yazarlığı hobi olarak yapıp konu komşuya dağıtmak olayını burada zaten yapıyoruz, öykülerimizi insanlarla paylaşıp yorumlarını almaya çalışıyoruz sırf sevdiğimiz için, değil mi? Ama 400 sayfalık bir bilimkurgu yazdıysanız mesela bunu sadece konu komşu görsün diye yapmazsınız. Dünyayı değiştiren bilimkurgu romanları olmuştur ki çoğu zaman bilime öncülük etmişlerdir. Zamanında saçma olarak görülen paralel evren, solucan deliği, zamanda yolculuk gibi bilimkurgu fikirleri şimdilerde kesin gözüyle bakılıyor bilim adamlarınca.

Ve siz bu fikirleri kitabınız yayımlanmadan asla insanlara sunamazsınız. Yepyeni bir big bang teorisi ortaya attınız mesela, bunu kayınçonuza anlatarak bir yere varamazsınız. Tabi bu olay kişisel gelişim için de geçerli, aşk romanları için de geçerli, fantastik için de... Yazdığımız şeyin dağılmasını, insanlara ulaşmasını istememiz çok garip olmasa gerek.

Farkındaysanız kitabın basımından ücret talep edilmesi sıkıntı diyorum, ki çoğu kez internette yayımlamayı düşündüm zaten. Ancak "ziyan edersin" şeklinde tepkiler aldım sürekli. Çünkü internetten kitap okunmuyor. Kaldı ki öyküleri bile okuyan bir avuç insan var şurada. Daha da kötüsü basılmış bir kitabın fiyatı düşük olduğu için dahi okumayanlar var. "20 liranın altındaysa dandiktir" düşüncesi var mesela kimi okuyucularda. Her türlü olguyu eleştiren bir toplumda internetten insanlara ulaşmak emin olun çok çok çok zor bir iş.

Yazarlığın cafcafı dediğiniz olay zaten bu tartışmamızın temeli. Yani artık yazar olmak için cafcafında olmalısınız. Gerçekten birşeyler vermek adına uğraşırsanız bir yere varamıyorsunuz. Kaç kere söylediğim bir olay var, neden Türkiye'den birisi dünya çapında bilimkurgu veya fantastik yazamıyor?

Yazarlık bu yüzden bir meslek olmalı. İş ciddiye alınmalı. En kalitesini sunmak için uğraşmalı yazar ki bunun karşılığını almalı. Karşılık almayacağını bilirse ya gösteriş için yazar, ya da dediğiniz gibi zanaate yönelir. Sanatı sadece imkanı olan yapmalı gibi bir anlayış yüzünden adam akıllı bir sanatçımız yok bence.

Düşündükçe biraz geriliyorum, size karşı bir şey demek amacıyla yazmadım bu cevabı yanlış anlamayın o yüzden. Yorumunuz için teşekkürler.


@OZ; güzel bir olaya değindiniz gerçekten. Ajans fikrini biraz araştırmıştım ancak onlar da ücretli diye biliyorum. Eğer değilse size birkaç sorum olacak.

Ajans ile anlaşma yapmak için neler yapmamız gerektiğini anlatırsanız sevinirim. Türkiye'de hangi ajanslar var mesela? Nasıl iletişime geçiyoruz? Ne istiyorlar bizden? Cevaplarsanız gerçekten sevinirim.

Şimdiden teşekkür ederim.
Başlık: Ynt: Sıkıntı Küpü Değiliz Ya, Elbet Yazacağız
Gönderen: OZ - 24 Şubat 2013, 22:39:57
@M.K.Immortal, sadece tek bir ajansla çalıştığım için sadece bu yönde bilgi verebilirim.
Bu ajans sizin kitabınızın dizgisini yapıp kitap boyutunda kopyasını çıkarıp yayınevine gönderiyor. Elbette dizgi ve ajans parası alıyor. Ayrıca sizin haklarınızı da koruyor. Bağlantılı olduğu editörlere ya da yayınevlerine okutuyor. Böylece ben 6 ayda kitabımı okutabilmiştim. Okuma süreci bittiğinde editörün kitabınıza dair eksiklerini ya da görüşlerini aktardığı bir rapor alıyorsunuz. Bu rapor doğrultusunda kitabınızın basılıp basılmayacağı yanıtını da almış oluyorsunuz zaten.
Başlık: Ynt: Sıkıntı Küpü Değiliz Ya, Elbet Yazacağız
Gönderen: magicalbronze - 25 Şubat 2013, 22:22:10
İnsanlar can sıkıntısından tartışma çıkarmıyor görüldüğü üzere. Belki de belli başlı yerler gözlerinden kaçıyor. Ya da belki çıkacak tartışmanın tarafı olup canlarını sıkmak istemiyor olabilirler, bilmiyorum. Her neyse, bir suçlama ve itham var. Cevap vermez isek ayıp etmiş oluruz.

Söz konusu paragraf:

Alıntı yapılan: M.K.Immortal
... Ama nedense işin daha da ilginç yanı var. Onu buraya yazarsam sanırım bayağı bir tartışma çıkacaktır, hatta biraz tepki bile çekebilirim o konuda. Yazsam mı? E amaç tartışmak değil mi, o yüzden yazayım madem. Hatta direk örnekler ile yazayım. Bir arkadaşıma “yaw kayıp rıhtım öykü seçkisinde ünlü yazarların yazdığı öykülere baktım, hacı normal biri yazsa millet bir ton kusur bulurdu o öykülere ama onları öve öve bitirememişler, bayağı ilginç dedim.” Arkadaşım “madem öyle biz eleştirelim” diyerek öyküleri okumuş ve eleştirmiş. Ancak eleştiriler yayınlanmamış! Burada amacım yönetimi suçlamak değil “adamlar bizim için öykü yazmış bir de eleştiri mi yayınlayacağız” diye düşünmüşlerdir büyük ihtimal. Ancak böyle bir durumda sanki onlar kusursuzmuş gibi gösterilmesi çok saçma. Aralarında gerçek anlamda fantastik ve bilimkurgu adına iki yazar var yok. Ki yok…

Öykü seçkisi nedir, ne değildir? Bilmeyenler olabilir. Buyursunlar (http://oyku.kayiprihtim.org/nedir/). Bahsi geçen "ünlü yazarların yazdığı öyküler" ise, seçkimizin üçüncü yılı şerefine, bu türlerde yazan yazarlarımızdan istemiş olduğumuz "Rıhtım" temalı öykülerden oluşan bir özel seçki. Buradan (http://oyku.kayiprihtim.org/seckide-ucuncu-yil/) ulaşabilirsiniz.

Şimdi,

Bu eleştiri işleri böyle mi yapılıyor? "Kimse eleştirmemiş, dur o zaman biz eleştirelim!" Bu kafayla girdiğiniz müddetçe karşınıza Bradbury öyküsü de çıksa, Wells yazınları da gelse, Asimov hikayeleri de sunulsa zaten bol bol eleştirirsiniz. Buna kısa ve öz "Önyargı" denir. Önyargınızı bir kenara bırakmadığınız sürece zaten eleştirenden iyisi yoktur. Bunun tartışmasının yapılması da gereksizdir. Çünkü bu fikirleri savunan o "önyargı" kılıfını kuşanmış kişi, ne söylerseniz söyleyin, verecek hazır bir cevap bulur.

Buradaki maksadımız, yanlış anlaşılmalara karşı yazıyı okuyup da şüphede kalmış okurları bilgilendirmek.

Öve öve bitirememişler demişsiniz, daha sonra gelip eleştirileri yapacak olan isme. Öyküleri şöyle sırayla yoklarsanız, normal seçkilere gelen yorum sayısının 5'te 1'inin gelmediğini göreceksiniz. Zaten gelenlerin çoğu da, ya tüm öyküleri okuyup yorumlamaya çalışan isimler ya da o isimlerin tanıdıkları ve takipçileri. Dolayısıyla öve öve bitirememişler savı tam olarak doğru değil.

Normal biri demişsiniz. Aslında hepsi normal. Sadece kitapları çıkmış ve bu camiada az-çok bilinen isimler. Belki de okurlarımızın çoğu İhsan Tatari'den daha az tanıyorlar belli başlı isimleri. Ya da hiç duymamışlar. Yani bu ünlü isim kime göre, neye göre? Eleştiri alanlar da olmuş. Beğenilen olduğu gibi.

Alıntı
Arkadaşım “madem öyle biz eleştirelim” diyerek öyküleri okumuş ve eleştirmiş. Ancak eleştiriler yayınlanmamış! Burada amacım yönetimi suçlamak değil “adamlar bizim için öykü yazmış bir de eleştiri mi yayınlayacağız” diye düşünmüşlerdir büyük ihtimal. Ancak böyle bir durumda sanki onlar kusursuzmuş gibi gösterilmesi çok saçma.

Kendi içinde mantığı olduğu sürece, bugüne kadar gelen tüm yorumları yayınladık. Keşke, ama keşke, böyle bir durumla karşı karşıya olacağımızı düşünüp, gelen yorumları her ay düzenli olarak topluca silen çöp kutusundan çekip çıkartsam ve burada yayınlayabilseydim. Fakat ne yazık ki şu an için böyle bir şansımız yok. Fakat şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki; yorumun daha ilk satırından sadece aşağılama için yazıldığı o kadar belliydi ki, yazan kişinin ciddiyetle yazdığını bile düşünmemiştim. Zaten sizin de belirtmiş olduğunuz gibi “madem öyle biz eleştirelim” cümlesi bir bakıma neler yazıldığını az çok tahmin ettirebiliyor.

Buraya kadar her şeyi anlıyor ve olgunlukla karşılıyorum. Olabilir. Beğenmeyebilirsiniz. Saçma bulabilirsiniz. Troll olduklarını da düşünebilirsiniz.

Fakat şu cümle cidden olmamış:

Alıntı
Aralarında gerçek anlamda fantastik ve bilimkurgu adına iki yazar var yok. Ki yok…

Özür dileyerek soruyorum: Sizin bu söyleminizi pekiştirecek nasıl bir bilgi birikimine sahip olabilirsiniz ki, yıllarını bu ve benzer yazınlara adamış isimler hakkında böyle bir cümle kurma hakkını kendinizde saklı görebilirsiniz? O "iki" olarak verdiğiniz rakamdan daha fazlası belki sizin ve benim yaşım kadar yazı yazıyor ve çiziyor. Hiçbiri yazdıklarını gidip parasını vererek bastırmış isimler değil. Şu anda yazacağımız metinleri kabul etseler sevinçten kırk gün kırk gece uyuyamayacağımızı düşündüğümüz yayınevleri bu isimlerden bazılarının kitapları kendi yayınevlerinde çıksın diye teklif götürüyor.

Yazarları tanırsınız ya da tanımazsınız. Seversiniz ya da sevmezsiniz. Dünya tarafından her yazdığı ilgiyle okunan biri, belki de diğerlerine nazaran kötü bir öykü yazar ve siz ona denk gelirsiniz. "Bu mudur o çok sevilen isim?" dersiniz. Bu düşüncelerde sıkıntı yok. Sıkıntı, o öyküden sonra isme karşı oluşmuş "önyargı" neticesinde tarafsız bakışı yakalayamamak.

Neyse. İşin özü, eleştiri diye bahsedilen cümleler tamamen yazarı rencide edici ve aşağılamak için yazıldığı belli olan metinlerdi. Dolayısıyla yayınlanmadı. Yazarlara yalakalık olsun, kusursuzlarmış gibi gösterilsin diye değil yani. Sonuçta yazan tüm yazarlar, yorum seçeneği olduğunun farkında. Böyle bir düşünceleri olsa, öykü göndermezlerdi.

Bu mesaj konu dışı oldu belki. Fakat okurları bilgilendirmek de önemli.

Normal tartışmanız çok güzel gidiyor. Lütfen devam edin.
Başlık: Ynt: Sıkıntı Küpü Değiliz Ya, Elbet Yazacağız
Gönderen: Lordmuti - 26 Şubat 2013, 23:22:39
Alıntı yapılan: M.K.Immortal
Aralarında gerçek anlamda fantastik ve bilimkurgu adına iki yazar var yok. Ki yok…

Açıkçası yazının tamamını okumadım. Orada yazan isimler için "iki yazar var, ki yok" demeniz çok saçma, hatta aklıma bu videoyu getirdi: 

http://www.youtube.com/watch?v=Ae0qP-q3L88 (http://www.youtube.com/watch?v=Ae0qP-q3L88)
Başlık: Ynt: Sıkıntı Küpü Değiliz Ya, Elbet Yazacağız
Gönderen: M.K.Immortal - 26 Şubat 2013, 23:59:04
Nedense edebiyat sitesinde sıkça karşılaşıyorum sanırım şu "yazının tamamını okumadım" olayına.

Evet bu arada ben bir okuyucu olarak bilir kişiyim, uzmanım... (Uzun yazmadım okuyamazsınız diye)
Başlık: Ynt: Sıkıntı Küpü Değiliz Ya, Elbet Yazacağız
Gönderen: mit - 27 Şubat 2013, 17:51:56
Kusura bakmayın ama o "ki yok..." gerçekten de çok çirkin bir ifade. Biz bugün Türkiye'de fantastik edebiyat alanında bir şeyler yazıp bunları yayınevlerine gönderebiliyorsak bunu oradaki şahıslara borçluyuz. Bize bu yolu açan, Türkiye'de de bu tarz eserler verilebildiğini ve bunların okunduğunu gösterenler onlar. Tarzlarını beğenmeyebilirsiniz, zevk meselesidir. Ama saygı duyulmayı hakketikleri de yadsınamaz bir gerçek.
Başlık: Ynt: Sıkıntı Küpü Değiliz Ya, Elbet Yazacağız
Gönderen: kargasiz - 27 Şubat 2015, 23:18:59
Burada yazılanları okuyarak bu konuda tecrübe edinebilirsiniz tabi ki, konuyu açan arkadaşın yazdıklarını okumuştum ve o cümlelere takılıp kalmıştım. Ön yargı olmadan eleştiri yapılıyorsa kabuldur ama bu cümleler açık bir şekilde ön yargıdan ibaret yorumlar olduğunu gösteriyor.

Neyse konuya dönersek, konunun üstünden 2 sene geçtiğini de düşünürsek, şu anda internetin gücü yazarlık konusunda da yadsınamaz bir seviyeye ulaştı. Artık yayınevleri kitabını basmayı düşündükleri insanların sosyal medya hesaplarını bile inceliyor olabilirler. Yazarlarını bulurken açılan blog sayfalardan iyi fan grubu edinmiş kişilere bile teklif götürüyor olabilirler (bu dediklerim Türkiye için biraz zor bir durum).

Yazar olmak isteyen kişlerin işleri eskisine oranla bence daha kolay bir hale geldi, internet diye güzel bir kaynak var, reklamınızı yapabilme imkanınız var, gruplar üzerinde kitaplar hakkında incelemeler yaparak merak seviyeleri arttırılabilir insanların, isterseniz kitabınızı ekitap olarak birçok sitede satışını sağlayabilirsiniz, yani birçok yol var. Önemli olan kaliteli yazabilmeniz öncelikle. Ne kadar çok yazarsak kendimizi o kadar çok geliştiririz.
Başlık: Ynt: Sıkıntı Küpü Değiliz Ya, Elbet Yazacağız
Gönderen: maskeli Angel - 20 Haziran 2015, 03:54:49
merhaba bir sorum olacaktı. Yaklaşık 1,5 yıldır bir roman yazıyorum ve bir iki gün önce bitti adı: Karanlık Sevgili.. fantastik, korku romantik.. türünde.. genç yetişkin tarzında.. Sormak istediğim word de A4 e 400 sayfalık yazılan bir roman basıldığında kaç sayfa çıkar?
yayın evine göndermeden önce cevaplarsanız çok sevinirim..
Başlık: Ynt: Sıkıntı Küpü Değiliz Ya, Elbet Yazacağız
Gönderen: Tenekeci - 20 Haziran 2015, 04:40:10
merhaba bir sorum olacaktı. Yaklaşık 1,5 yıldır bir roman yazıyorum ve bir iki gün önce bitti adı: Karanlık Sevgili.. fantastik, korku romantik.. türünde.. genç yetişkin tarzında.. Sormak istediğim word de A4 e 400 sayfalık yazılan bir roman basıldığında kaç sayfa çıkar?
yayın evine göndermeden önce cevaplarsanız çok sevinirim..

Standart kitap boyutu A5 veya biraz daha büyüğü olur. 800-900 sayfa tutacağını söyleyebiliriz, ancak yayınevinin editöryal çalışmaları da bunu etkiler. Kitabın puntosu, boyutu vesairesi... Belki kısaltma talepleri bile olabilir, çok sayfalı romanlar gereksiz derecede ayrıntıya boğulmuş olurlarsa kısaltılması için geri yollanabiliyorlar.
Başlık: Ynt: Sıkıntı Küpü Değiliz Ya, Elbet Yazacağız
Gönderen: Fiddler - 20 Haziran 2015, 06:54:53
Önemli olan sayfa sayısı değil sözcük sayısı. Kitabın hitap ettiği yaş aralığından (küçük yaş grupları için büyük puntolar) baskı türüne kadar (cep boy tatil kitapları ya da hardcover'lar gibi) faktörlere göre sayda başı 100 ila 400 sözcük arasında değişir.

100 bin sözcüklük bir şey yazdıysan, ve bunun standart bir kitap gibi basılacağına düşünürsek sayfa başına 250 sözcükten 400 sayfa gibi olması lazım yani.
Başlık: Ynt: Sıkıntı Küpü Değiliz Ya, Elbet Yazacağız
Gönderen: maskeli Angel - 20 Haziran 2015, 11:36:13
hADİ YA 800 ÇOKMUŞ..  iÇİNDEN siliyorum bir iki bölüm ama çok silersem bu kez konu kayacak.. Yaş aralığı genç yetişkin.. Pek çocuklara hitaben değil.. 12 puntoyla yazdım.. Ama basılırken bunu ayarlayamazlarmı ki? sözcük sayısı 220.017 kadar..
Başlık: Ynt: Sıkıntı Küpü Değiliz Ya, Elbet Yazacağız
Gönderen: andreyfyodorovich - 23 Ağustos 2015, 21:37:13
Kendi düşüncemi aktarayım; bence yazarın tek derdi okunmak, anlaşılmak, aktarmak istediğini aktarmış olmak olmalı. En azından kendim için böyle düşünüyorum. Yayınevi de benim insanlara okutmak isteyeceğim şeyi okutmam için bir araç olacaktır.

Yayınevinin yazar seçiciliği yapması normaldir haliyle. Bir yayınevi her türden yazarı basmaz ki bu da çok normal bence. Dolayısıyla hangi yayınevinden yayınlanmak istediğinizi de belirlemeniz gerekebilir.

Parasıyla basan yayınevlerine karşı tutumum da pozitif aslında. Neticede mesajımı iletmemi öyle veya böyle sağlayacaksa, nasıl olduğu bir yerden sonra önemini yitiriyor bana göre. Elbet para vermemek daha iyi olurdu, ama param olursa da vermekten çekinmem. Pek okuru, seveni olmasam bile çok sevilen şairlerden Cemal Süreya bile yanlış hatırlamıyorsam ilk kitabını böyle parasıyla bastırmıştı. (Başka bir yazar da olabilir, kesin konuşmayayım.)

Yani aslında bir yerden sonra önemli olan mesajınızı, dünyanızı aktarabilmek. Param olsa ben hiç tereddüt etmeden parasıyla veririm. Yeterli derecede iyiysek, zaten öyle veya böyle okunuruz.