KANAL ZEHİR
Pazartesi (05:15)
Suat, sabaha karşı eve döndüğünde baş ağrısı iyice artmıştı. İş yerindeki arkadaşının tavsiyesi üzerine, son zamanlarda popülerliği gittikçe artan, Zehir isimli bara gitmişti.
Aslında çok fazla içmemişti. Barda, aynı ismi taşıyan zehir isimli içki dışında başka şey satılmıyordu. Bir içecek için oldukça saçma bir isim olduğunu düşünmüştü ilk yudumunda. Tuhaf bir görünüşü vardı. Yeşile çalan fosforlu rengi ile oldukça sıra dışı görünen içki hem ucuz hem de etkiliydi. Kısa zamanda en çok tutulan yerli içki olup hemen her marketin rafında kendine yer edinmişti.
Zorlukla evinin sokak kapısını açmayı başardı. Saatine baktığında sabah 05:15’ i gösteriyordu. Hiç hatırlayamadığı dört saat bir an tüylerini ürpertti. Eve nasıl geldiğini anımsamaya çalıştı ama kapının önünde kendini bulduğu andan öncesi, sanki üzerine siyah bir perde çekilmiş gibi bomboştu. Tek hatırladığı barın mistik ve sıra dışı bir atmosferi olduğunu düşündüğü andı.
Eve girdiğinde karısını, salondaki üçlü çekyatın üzerinde, kendisini beklerken uyuyakalmış buldu. Üzerindeki ince gecelik vücudunun birçok yerini açıkta bırakmıştı. Bu manzaranın normalde Suat’ı tahrik etmesi gerekirdi ama şu an bundan etkilenemeyecek kadar başı ağrıyordu.
Salondan çıkıp duş almak üzere banyoya giderken, ikizlerin odasının yarı aralık kapısından sessizce içeri baktı. İkisi de üç yaşın vermiş olduğu masumlukla uyuyorlardı. Ne bekliyordun ki salak dedi kendi kendine.
Soğuk suyun altındayken içinde bir şüphe, bir şeylerin yanlış gittiğine dair his, apansız bir şekilde yine belirdi. Yine de soğuk su bir nebze olsun iyi gelmiş, baş ağrısı azalmıştı. Üstüne temiz bir boxer giyip, yarı çıplak halde tekrar salona döndü. Bir saat sonra işe gitmesi gerektiğinden uyumaya gerek görmeyerek televizyonun karşısındaki geniş koltuğa yerleşti. Bir fincan kahve ve iki novalginin baş ağrısı ve uykusuzluğuna çare olacağını düşünüyordu.
Kanallar arasında gezinirken gittiği bardan yayın yapmakta olan bir kanal bulduğunda şaşırdı. Kaybolan dört saatine dair bir şeyler hatırlayabilmek umuduyla seyretmeye başladı.
Aslı uyandığında yanındaki koltukta televizyon izlemekte olan Suat’ı gördü. Güneş doğmuştu. Saatine baktı 09:00
“Hayatım işe gitmeyecek misin?” diye sordu.
Suat tepki vermeden televizyonu izlemeye devam ediyordu. Aslı o an bir terslik olduğunu fark etti. Gözlerini hiç kırpmıyor, sanki çok heyecanlı bir şeyi seyrediyormuş gibi, karıncalanma olan kanala bakıyordu. Televizyonda yayın yoktu.
“Hayatım iyi misin?” diyen Aslı, panik duygusunun, dalga dalga bedenini kemirmesine engel olamıyordu.
Suat sert bir hareketle başını çevirip gözlerine bakınca ürkerek “Aşkım” dedi. Sesi içindeki endişeden dolayı titremişti.
Yanlış bir şey var diye düşündü. Suat boş boş bakıyordu. Yüzünde sanki bir fotoğrafçının objektifine poz verir gibi donmuş bir gülümseme vardı. Yapmacık, Ürpertici…
İçgüdüsel olarak, ateşini kontrol etmek için elini Suat’ ın alnına doğru uzattığında birden bileğini kavrayan parmakları hissetti. Büyük bir kuvvetle bileğini sıkarken Suat’ ın yüzünde hala aynı donuk gülümseme vardı.
“Canımı acıtıyorsun.” Diye bağırdı Aslı ama bileğini kavrayan el mengene gibi giderek daha da fazla sıkıyordu.
Korkuyla “BIRAK!” diye bağıran Aslı kolunu kurtarmak için çekmeye çalıştı.
Her şey bir anda oldu. Bileğinden yükselen boğuk kırılma sesi ve yıldırım hızıyla tüm vücuduna yayılan acı çığlık atmasına sebep oldu. Kırılmış bileğinin tuhaf çarpık görüntüsüyle dehşete düştüğü sıra da Suat’ ın diğer eli dirseğinin biraz yukarısını kavradı. Koluna şimdi milyonlarca iğne batırılıyormuş gibi hissediyordu. Korku, dehşet ve acının karışımıyla çığlıklar atarken Suat bileğini çekmeye başladı.
Aslı, kırılmış bileğinin üstündeki derinin bir lastik gibi esnediğini gördü. Ardından deride çatlaklar, yarıklar ve sonrasında etrafa sıçrayan yoğun bir kan demeti.
“Elim” diyebildi sadece. Bir tür şoka girmişti. Suat tutmakta olduğu kopmuş eli bir kenara fırlattı ve aynı şekilde karısının boynuna saldırdı.
Aslı gözleri tamamen kararmadan önce son bir çığlık attı. Sonra boğazını sıkan parmakların birkaçı etini delmişti. Kendi kanının tadını alırken her şey karardı, soldu ve yok oldu.
Suat işaret parmağını silkeleyerek karısının boğazından kurtardığında, bir miktar kan, üstüne basılmış bir hortumdan sıçrayan su misali, kadının boğazından dışarı fışkırdı.
İçeriden tüm salonda yankılanan ağlama sesleri geliyordu. Yüzünde aynı donmuş gülümseme ve hala kırpmadığı gözleriyle seslerin geldiği, kapısı yarı aralık odaya doğru baktı…