(http://www.khoahoc.com.vn/photos/image/022013/19/thienthach.jpg)
Ev arkadaşım Kapua ile birlikte oturmuş pizza yiyorduk. Büyük pizza dilimlerini çiğnemeye çalışırken aniden durdu. "Sesi duydun mu, Kamaka? " Diye sordu. Arkamı dönüp okyanus mavisi odaya göz gezdirdim. "Ne sesi, nerede?"
Ağzındaki pizza dilimlerini hemencecik midesine indirdi. Sonra ayağa kalkıp mutfak camından dışarıya baktı. Dışarıda bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu. "Ne sesi? " diye sordum bir kez daha. "Bilmiyorum, Kamaka. Sinek vızıltısı gibi gelip geçti, ama şiddetliydi."
"Ben duymadım," dedim pizza dilimlerini yutarken. Ama içimde bir korku hissetmiştim. Evimiz tekinsiz arazideki sayılı evlerinden biriydi. Son zamanlarda, özellikle bu bölgede yaşanan korkunç cinayet haberlerini okumuştuk. Hatta Kapua`nın," camlara demir parmaklıklar yaptırsak iyi olur," dediğini hatırlıyordum. Bu sesle, cinayet haberi arasında bir bağ yoktu belki; ama ikimizde yaşlı ve savunmasızdık. Korkmuştuk.
"Eğer istersen, arka bahçeye bakayım?" Diye bir öneride bulundum. Kafasını hayır anlamında iki yana salladı. "Gerek yok." Pizzalarımızı bitirdikten sonra, pizza kutusunu çöpe attım. Pizzalar son derece lezzetliydi ve bizim gibi yaşlı, ağzının tadını bilmeyen iki insanı doyurmuştu. "Pizza şirketinin numarasını not et. Sonra tekrar ararız," dedi Kapua. Gömleğimin cebinden kalem ve not defteri çıkarıp numarayı not ettim.
Hava kararmıştı ve içerisi kasvetli bir havaya bürünmüştü. Duvarda asılı olan fenerleri yakarak odayı aydınlattım. Fenerin altın sarısı ışığı, okyanus mavisi duvara gölgelerimizi yansıtıyordu. Odanın sağ köşesindeki şömineyi tutuşturdum. Şöminenin üstündeki ahşap raftan kendim ve Kapua için bir kitap aldım. Duvarda asılı olan fenerlerden birinin altında bulunan masaya oturduk ve loş ışıkta kitaplarımızı okumaya başladık.
Kitap okumak bizim için alışkanlık haline gelmişti artık. Kapua, onunla tanıştığımdan beri kitap okuyordu. Birlikte yaşamaya başladıktan sonra aynı alışkanlığı bana da kazandırmıştı. Yapılacak bir iş yoktu. Artık yaşlı ve işe yaramazdık. İkimizde oğullarımız tarafından dışlanmıştık ve bu ıssız, şehirden uzak topraklara sürülmüş gibi hissediyorduk. Pizzaları küçük oğlum getirmişti ve o an pizza şirketini arasak bile buraya asla gelmeyeceklerini anladım. Ama, Kapua`ya ses etmedim. O bu toprakları ışıl ışıl, hareketli, güzel kızların sokaklarda gezdiği bir şehir sanıyordu hala.
Kitabımın sayfaları çevirdim, beğendiğim bir sayfadan okumaya başladım. Kitabı okurken, Kapua beni dürttü. "Aynı ses!"
Ben hala duymuyordum. "Ne sesi, Kapua?" diye sordum. "Bilmiyorum, ama sanki daha şiddetliydi."
"Senin işe yaramaz kulakların bu sesleri nasıl duyabiliyor anlamıyorum," dedim. Neşeli bir şekilde güldü. "Daha ihtiyarlamadık, evlat."
O an, onu genç ve yakışıklı olarak hayal ettim. Gençliğinde güzel gülüşlü olan, kızlar için çekici biri... Acaba o beni nasıl hayal ediyordu?
Sonra yüzüne gölge düştü. O bahsettiği sesi bende duyar gibi oldum. Bomba patlamasına benzer bir ses... Arka bahçeden geliyordu. "Gidip bakmalıyız," dedi kendisinden beklemediğim bir cesaretle.
"Gidip av tüfeklerini getireyim, işimize yarayacak." Sesim titrekti. Hızlı olmaya çalışarak bodruma indim. Asker yeşili çarşafı kaldırdım. İki tane yeni ve kullanılmamış av tüfeğini kapıp yukarıya çıktım. Ellerim korkuyla sallanıyordu. Tüfeklerden birini Kapua`ya verdim. Dikkatle arka bahçenin kapısına yaklaştık. Ahşap kapının altından mavi bir ışık sızıyordu içeriye. "Hazır mısın?" diye sordum. "Evet."
Elim bir süre kapı tokmağında kaldı. Açmaya cesaretim yok gibiydi. Biz iki ihtiyar çılgın bir işe girişmiş olabilir miydik?
Hızlıca kapıyı açtım. Arka bahçedeki otlar, fosfor gibi parlıyordu. Kullanılmayan salıncak usulca sallanıyor, sallandıkça demirleri ıslık çalıyordu. Yavaş yavaş ilerlemeye başladık. Tüfeğim ağır olduğu için yukarıya doğru
tutmakta zorlanıyordum. "Şu izlere bak," dedi heyecanla Kapua. "Sence ne olabilir? "diye sordum.
"Bilmiyorum, ama korkuyorum. En iyisi eve dönelim ve evde bekleyelim."
Tam eve dönmüşken, Elma ağaçlarının arasından yeşil renk vücudu ve büyük siyah gözleri olan bir yaratık ortaya çıkıverdi. Sineğin gözlerine benzer gözleri vardı. Başının tepesindeki antenleri ötüyordu. İkimizde donup kalmıştık. Yerimizden kıpırdayamıyor, tüfeklerimizi üstüne doğrultamıyorduk. O yaratık bizi kilitlemişti. Biraz sonra, o yeşil yaratıkların onlarcası etrafımızı sarmıştı.