"Nereden başlamalı çizmeye. Böyle kopmuşken hayattan, fırça darbelerin de hassas. Nasıl çizmeli ya da düşüncelerini, özlemlerini yansıtmadan kağıda. Neyi vardı da diğer renklerin, düşlerim sadece siyah beyaz. Ve bir damla göz yaşı akar, derinden, sitemkar, ve de ahmak. Vurdukça vurur, ellerimde fırça ile paletim. İçinde küllenmiş siyahım var benim. Tıpkı yaşadıklarım gibi narin ve silik. Evet silik bir beyaza çalar bütün hayallerim. Bulutlar aşağı inerken, ağaçların yaprakları sivrilir. Gecenin karanlığında ayrı düşeriz. Sen benden uzaklaştıkça daha da alçalır bulutlar ve sivrileşir yapraklar. Sen uzaklaştıkça, gece kaplar her yanımı üstelik ben pastel beyaz. Ve çizerim. Yükselmek için hayatımdan kimleri atarım hatta. Belki de ateşi harlarım. İki türlü de yakalayamayacağım seni. Sonuçta yaşamak, ölmekle ilgili bir mesele. Geri gelmeyeceksin geri. Ben öldüm artık ve sonunda... Geçer zaman, hissizleşir fırça darbelerim. Zaten hassas, narin olan. Kitabımın arasında kuruttuğum gülü de attım artık hayatımdan. Yine de yükselmiyorum ama. Alçalmıyorumda üstelik, yenik düştüm ben bu savaştan..."
Bundan dört yıl önceydi. Profesör Steve bu metni okuyarak, hissettiklerimizi çizmemizi istemişti. Ben de çizdim. Hem de özene bezene. Sonuçta Hogwarts'da sadece bir kere düşünsel resim dersi alabilirsiniz. Ama asıl olay resmi çizdikten sonra başlıyordu. Bay Steve bizlere resmi çizdirirken fırça yerine asalarımızı kullandırtmıştı. Sonra da her birimizi bir diğer sınıf arkadaşımızın resmiyle eşleştirdikten sonra karşımızdaki resme odaklanıp sihirli sözcükleri tekrarlamamızı söylemişti. Bu dersin amacı büyücü ve cadıların ufuklarını ve hayal güçlerini genişleterek daha aktif bireyler haline getirmekmiş. O resme bir kes odaklanıp da sözcükleri mırıldandığınızda hayatınızın eskisi gibi devam etmesinin beklememeniz gerekir.
Akşam üstüydü, gökyüzünde yağmur bulutları ve etrafta kasvetli bir hava vardı. Yalnızdım. Gökyüzünde asılı kalmış bir biçimde etrafı seyrediyordum. Aşağıda yüz binlerce sarı gül, kaşlarını çatmış bana bakıyorlardı. Gerçek anlamda, hepsi beni izliyor gibiydi. Kendi bilincimle arkadaşımın deneyimlerini yaşadığımı bilmeme lakin her bir saniyeyi hissedebiliyordum. Etrafta alabildiğince kuş vardı. Siyah beyaz kanatlı ve daha önce hiç görmediğim, doğal olarak da adını tam koyamadığım kuşlar. Yalnız bir tanesi kıpkırmızıydı. Hemen önümde, tüm ihtişamıyla uçuyordu. Bütün kuşlar kanatlarını çırpmalarına rağmen hareket etmiyor gibilerdi. Gökyüzündeki bulutlar geçen her dakika bana daha çok yaklaşıyorlardı. Bulutlar bana yaklaştıkça kırmızı kuştan uzaklaşıyor ve giderek kendimi daha aşağıda buluyordum. İçimde deli gibi bir haykırmak isteği dalgalanıyor. Ve git gide büyüyordu. Tek bildiğim kırmızı kuşu kaybetmemem gerektiğiydi. Sanki hayatım, yaşama isteğim, bütün umutlarım ve hayallerim onunla bağlanmış gibiydi. Bulutlar bana yaklaşıyor, ben aşağı kayıyor ve aşağıdaki sapsarı güller yavaşça kapanıyordu. Ne kadar istersem isteyeyim haykıramıyor ve düşüşüme engel olamıyordum. Kırmızı kuşu gözden kaybettiğimde aşağıdaki güllerin hepsi kapanmıştı, bulutlar etrafımda dolanıyorlardı. Artık çığlık atabiliyordum. Ben bağırdıkça etrafımda uçuşan kuşlar dağılıp kaçıyorlardı. Ben bağırıyordum, onlar kaçıyorlardı. Sonunda etrafımda hiç siyah beyaz kuş kalmamıştı. Ben ne yapacağını bilemez, endişeli, korkmuş ve sırılsıklam yalnızdım. Ceketimin iç cebinde giderek ağırlaşan bir nesne rahatsızlığıma rahatsızlık katıyordu. Elimi cebime attığımda içinden katlanmış bir kitap çıkmıştı. Aralayıp baktığımdaysa ben daha ne olduğunu bile anlayamadan içinde tek bir kırmızı gül kurusu rüzgara kapılıp kayboluverdi. Bitmiştim, mahvolmuştum. O sırada aklımdan sadece tek bir cümle geçiyordu: Sonuçda yaşamak, ölmekle ilgili bir mesele...
Kapı çalar. İçeri annem girer.
- Doktor hanım işiniz uzun sürecek mi? Bu seansı kısa kessek nasıl olur. Bir toplantıya yetişmem gerekiyor da.
- Benim işim de bitmişti zaten bayan Milton. Lütfen benimle gelin.
Dışarı çıktılar, ben de uzandığım koltuktan kalkıp pencere kenarındaki kanepeye oturdum. Dışarıda iki ejderha oturmuş yeni öldürdükleri boğayı yerken sohbet ediyorlardı.
- Doktor hanım, oğlumun durumu nasıl?
- Bayan Milton size karşı dürüst olacağım. İlk seanstan sonra bunu söylemek biraz garip olacak ama bence oğlunuzu bir akıl sağlığı merkezinde tedavi ettirmenizde fayda var. Öyle yapmasanız bile sizden oğlunuzu tekrar bana getirmemenizi rica edeceğim. Psikolojim çöktü!