Kayıp Rıhtım Arşiv Forum

Kurgu Güncesi => Kurgu İskelesi => Konuyu başlatan: Berweuli - 17 Mayıs 2016, 14:11:51

Başlık: Cadı
Gönderen: Berweuli - 17 Mayıs 2016, 14:11:51
CADI
Savaş Çığırtkanı


Önü keskin bir uçurum, arkası köknar ağaçlarının iç içe geçtiği küflü bir ormandı. Kışın ilk karı doğunun alçak tepelerine düşerken dizlerinin dibine yaktığı küçük ateş, döne döne düşen kar tanelerini iştahla yalayıp yutuyordu. Kalın elbisesi ve hayattayken bir kurdu zemheride bile sıcak tutan gri kürkü sırtında olsa da üşüyor, katlayıp üzerine oturduğu pelerinin yokluğunu şiddetle hissediyordu. Ellerini ateşe doğru uzatarak beyhude yere ovuşturdu. Birazdan diye düşündü, ne soğuk ne de iliklerime işleyen bu rüzgâr bana ilişemeyecek.

Yanındaki çantadan çıkardığı küçük bezden keseyi kucağına aldı. Ardından her biri bir ceviz büyüklüğündeki gece kadar siyah üç taşı avuçladı.  Bulunduğu yer yüksek olmasına rağmen uçurumun ardında neler olup bittiğini göremese de az sonra beklediği işaret gri gökyüzünde havalandı ve kırmızı tüylü bir ok başının üzerinden geçerek arkasındaki ağaca saplandı.

İşareti alır almaz başını eğdi, çenesine zar zor ulaşan siyah dalgalı saçları solgun yüzünü örtüyordu. İnce uzun bedeni ile bir ateşin önünde bağdaş kurmuş olan kadını izleyen birisi olsaydı, bu havada o tepede ne yaptığını anlayamayarak onun bir deli olduğuna hükmederdi. Neyse ki o, gözlerden uzak ama yapacaklarını da tüm vadiye ulaştıracak bir yer seçmişti kendisine.

Sağ avucunun içinde döndürdüğü taşların üzerine eğdiği başı bir iki saniye kıpırtısız kaldı. İnce dudakları sessiz sözlerle aralandı ve keskin bir nefes üflediği taşları huşuyla ateşe attı. Alevden dillerin kar tanelerini yararak havalanmalarını sessizce izledi. Ardından kıpırdadıkça dudaklarının arasından kaçan dumanla birlikte sözleri havaya karıştı. Keseden aldığı siyah bir saç tomarını alevlere atarken sesi ateşle birlikte hararetlendi. O anda rüzgar sanki birinden emir almışçasına şiddetlendi, kadının çevresinde bir tur attıktan sonra kar tanelerini de yanına katarak bir kuşun çevikliğiyle göğe fırladı. Kadın başını ve ellerini yukarı kaldırırken sesini daha da yükseltti. Artık haykırıyordu. Arzuladığı ne ise gelmesi için yalvarmıyor adeta onları tutkuyla emrine çağırıyordu.
Her sabah olduğu gibi güneş bu sabah da doğudan doğmuştu ama bulutların ötesine geçemeyerek dünyayı sıcaklığından ve aydınlığından mahrum bırakmıştı. Hava soğuk ve insanı yorganın altında kalmaya sevk eden bir kasvetle yüklüydü. Bunlar yetmezmiş gibi o anda kadının üstünde toplanan kara tekinsiz bulutlarla tepe ve önündeki vadi iyice karardı.

Bulutları ortadan yarıp ürpertici bir uğultu ile aşağıya inen rüzgar kadının önündeki ateşin üzerine kapandı ve sönmesi gereken alevler aynı anda daha da harlanarak yükseldi. Kadının emriyle siyah taşlar ileriye fırladı. “Gidin, geçtiğiniz yerlerde düşmanın yüreğine korku salın. Gidin ve dostlarımı şahlandırın, atlarını hızla, kollarını kuvvetle, yüreklerini ise çıktığınız ateşle canlandırın.”

Görünmez ama bir gece esintisi gibi hissedilen etkisi de taşları takip ediyordu. Kadın yerinde sessizce oturmaya devam ederken kırmızı ışıkların parladığı gözlerini tatminle ateşe dikti.

Beklediği etki kısa sürede kabarık saçlarının arasına gizlenen kulaklarına ulaştı. Sevgili taşları geçtiği yerlerdeki sesleri, acı dolu çığlıklara karışan zafer naralarını ona taşıyordu. Birbirleri ile çarpışan çelikler, kemikleri kılan baltalar, rüzgârları yaran mızraklar. Biliyordu ki vadide çarpışan iki koca ordu iç içe geçecek ama o ve büyüsü arkalarında olduğu sürece kazananlar her zaman olduğu gibi Sedarlılar olacaktı.  İzlemesine gerek yoktu: yine o kazanmıştı.

Ateş eski boyutuna dönse de artık üşümüyor, damarlarında dolaşan büyünün yakıcılığını hala hissedebiliyordu. Taşları savaş alanın üstünde dolandıkça ölümle yüz yüze gelen insanların korkularını yakalayacak ve içindeki ateş bir süre daha yanacaktı. 



Aghon, cüssesinden beklenmeyecek hafiflikte adımlarla sık ağaçların arasından tepeye tırmandığında kadını sönmeye yüz tutmuş ateşin önünde otururken buldu. Saatlerdir milim kımıldamamış gibi, kadının siyah saçları, kürklü sırtı ve dizlerinin üzerindeki elleri ince bir kar tabakası ile beyazlamıştı. Sanki çok uzun süre önce ölmüş de, bulunamayan bedeni burada kuruyup kalmış,  taştan bir heykeli akla getiriyordu.
Emirler basitti: Cadı’yı koru, ama dikkatini dağıtacak kadar yaklaşma, başkalarının yaklaşmasına da izin verme. Birçok kereler şahit olduğu bu sahnede her hangi bir terslik bulamayan Aghon geldiği gibi sessizce uzaklaştı.



Kiana, derin bir nefesle silkindi. Ellerindeki yumruları açtı, taşları her zamanki gibi geri dönmüşlerdi. Ne şekilleri ne de boyutları değişmemiş olsa da bir damar gibi içlerinde atan enerjiyi hissedebiliyordu. Öne eğildi ve güçlü bir şekilde üfledi; “Sön!” diye emretti. Kaybolan ateşten geriye kalan külleri birkaç dakika sonra kar örtecekti. Ancak kendisi gibi bir cadı burayı bulursa yaptıklarının izlerini takip edebilirdi, ölümlü zavallılar için basit bir kamp yerinden öteye geçemeyecekti.

Taşlarını ve bez kesesini çantasına yerleştirdi. Kenarları kalın kürklü peleriniyle başını ve tüm bedenini sardı. Ormanın içinde yürürken, sadece tepeleri beyazlayan ağaçların arasından, kadını ayırmak çok zordu. Koyu yeşil elbisesi ve pelerini ile yürüyen bir köknardan farkı yoktu. Uzun boyu hızını arttırıyor, sağlam bastığı ayakları kuru iğne yapraklarla kaplı eğimli zeminde adeta yürümüyor da kayarcasına ilerliyor izlenimi bırakıyordu. Sessiz adımları bir avcının zarafetine sahipti.

Çok değil birkaç dakika sonra keskin duyuları, uzaklardan kılıcın ve kalkanın birbirlerini döven seslerini yakaladı. Onu, Mickal’ın Cadısı’nı korumakla yükümlü olan ufak birlik, bitmiş bir muharebeden kaçan ya da umutsuzlukla son güçleri ile önlerine gelene saldıran artçılarla karşılaşmış olmalıydılar. Yoksa Zadenalıların muharebe bittikten sonra bile kendisini arayacak kadar aptal olduklarını sanmıyordu.

Aceleye gerek yoktu. Mickal, korumalarının her birini başlarının çaresine bakabilecek maharette savaşçılardan seçmişti. Hele ki liderleri Aghon’un onu küçümseyen bakışlarını hatırlayınca ağırdan almakta hiçbir sakınca görmedi. Adam hiçbir zaman açıkça isteklerine karşı gelmemiş olsa da bir savaş meydanında düşmanıyla dövüşmenin zevkinden, Kiana’nın, bir cadının korumalığını yapmak için mahrum kaldığı için duyduğu hoşnutsuzluğu her fırsatta hissettiriyordu.

Sık dallardan yol bulup etrafına düşen kar tanelerini izlerken önünden aniden kaybolan ağaçlardan geniş bir çayıra adım attı. Tahmin ettiği gibi kısa bir süre önce geniş düzlükte küçük bir arbede yaşanmıştı. Korumaların, cansız bedenlerin arasında dolanmalarını kendini belli etmeden, sessizce kenardan izledi. Aghon yağmalama işini umursamaksızın düz bir kayaya oturmuş iri kılıcını kan lekelerinden temizliyordu. Dağılmış uzun sarı saçlarından adamın yüzünü göremese de her zamanki kibirli ifadesiyle kaşlarının çatılı olduğundan emindi.

Normal bir insanın duyma mesafesinden çok ötedeydiler. Fakat Kiana bir cadıydı ve korumaların sabırsızlıkla ‘lanet cadının’ neden hala gelmediğini birbirlerine sorduklarını duyabiliyordu. Aghon’un seslerini kesmeleri için cadının onları tepeden bile duyabileceğini hatırlatmasını işittiğinde keyifle gülümsedi. “Beni hafife almamakla akıllık ediyorsun Aghon.” dedi fısıltıyla.

Tüm korumaları gibi Aghon da giydiği siyah deri zırhının arasına serpiştirdiği çelikten parçaları, omuzluk ve kollukları bulutların arasından çıkmaya çalışan birkaç parça ışık huzmesi üzerlerine düştükçe puslu çayırlıkta bir işaret feneri gibi parlıyordu.

O esna da Aghon, kılıcını kaldırıp sağa sola doğru çevirerek temizlendiğinden emin olmak için kontrol ederken çelikten akseden ışık bir an Kiana’nın gözünü aldı ve keskin bir acı başına saplandı. Kaçınmak için bir adım geriye çekildiğinde varlığı Aghon tarafından fark edilmişti. “Tuhaf.” diye mırıldanan Kiana’nın arzusundan önce fark edilmesi ile açıklığa doğru ilerlemekten başka seçeneği kalmamıştı. Kendisini karşılayan Aghon’un başıyla verdiği selama karşılık verme zahmetine girmeden yanından geçti.

“Toplanın!” Aghon’un boğuk ve kalın sesi çayırda yankılandı. Adamları liderlerinin komutları ile hızlıca toparlanmaya başladılar.

Kiana etrafından dolanmak yerine cesetleri inceleyerek aralarından yürümeyi tercih etmişti.  Çayırda yatan on beş Zedanalı artık evlerine, kadınlarına ya da çocuklarına dönemeyecekti. Birinin önünde durdu; adamın kara saçlı kara bıyıklı yüzünün yarısı kendi kanıyla kızıla boyanmıştı. Solgun eli adamın alnına düşmüş saçları geriye taramak için uzandığı an Cadı ayak bileğine yapışan bir el hissetti. Ölü olması gereken adamın gözleri dehşetle açılmıştı. Aghon’un yanında hareketlendiğini fark eden Kiana elinin bir hareketi ile adamı durdurdu ve yaralının kulağına eğildi. “Şişşş!” diye fısıldadı. “Korkma!” sakince söylenmiş sözler adamı yatıştırırken kadın elbisesinin kolundan eline kayan küçük bir bıçağı Zadenalının boynuna yavaşça sapladı. Bileğindeki el gevşedi, ışığı sönen siyah gözler kapanamadan kadının başının üzerindeki bir noktaya sabitlendi. Kiana, Aghon’u şaşırtan bir şefkatle gözlerini kapattı. Ayağa kalkıp bileğini kurtardığında bıçak ortaya çıktığı hızla gözden kaybolmuştu.
 
Atların arasındaki siyah beygiri sabırsızca toprağı toynakları ile dövüyordu. Onların yanına yürürken hayvanların burunlarından havaya karışan nefesleri ve vücutlarından buharlarla çıktıkça Kiana’nın gözünde hava daha da soğuyordu.

Orist, oldukça iri yarı bir savaşçı, Aghon’un işareti ile kadının atına binmesine yardımcı olmak için eğildi. Eyerine yerleşen Kiana diğerlerinin atlarına binmesini beklemeden yola koyuldu. Savaş alanının gerisine kurulan kampa gidip ısınmak için sabırsızlanıyordu.
Başlık: Ynt: Cadı
Gönderen: milenya - 19 Mayıs 2016, 21:10:21
Forumdaki ilk konunuzun bir hikaye olması buraların daha da dolacağını gösteriyor gibi, şimdiden ellerinize sağlık.

Yakalayabildiğim büyük bir imla ve yazım hatası yok, belli ki üzerinden bir iki defa geçilmiş ve ben genelde yeni üyelerin hikayelerini okumaya başladığımda çok sık özensizlikle karşılaşıyorum. Umarım devamı gelir bu itinanın.

İsimlerden hikayenin kurgu bir dünyada geçtiği belli. Neyse ki yarattığınız evren ve düzeni anlatmak için uğraşmadan direk olarak olayların içine sürüklemişsiniz okuyucuyu. Savaş ve büyü sahnesiyle başlamak ve bunu oldukça akıcı şekilde yazmanız hikayeyi hızlı bir şekilde okumamı sağladı. Bir giriş olduğu için isimler kafamı biraz karıştırdı, sonunda sadece iki isim aklımda kaldı: Aghon ve Kiana. Diğerlerini de hatırlamak için hikayenin devamı gerekir, umarım bu sıralar pek okuyamadığım halde zaman bulurum.  
Başlık: Ynt: Cadı
Gönderen: grikunduz - 20 Mayıs 2016, 10:02:14
Oldukça enteresan bir hikayeye benziyor. Devamını bekliyorum, yorum yapmak için henüz erken.

Bu arada hikayeye birkaç şamanik göndermeler yapacak mısınız bilmiyorum ama çok güzel oturur gibi geldi bana. İyi çalışmalar.
Başlık: Ynt: Cadı
Gönderen: Berweuli - 20 Mayıs 2016, 12:34:26
Güzel yorumlarınız için teşekkür ederim milenya ve grikunduz. :) imla hatası olmaması için yazdıktan sonra bir kaç kere kontrol ediyorum, sonra yaparım diye bırakmamaya çalışıyorum ama elbette gözümden kaçanlar da çok değil. Evet, Şamanik unsurlar ileri ki kısımlarda olacak. Salt batı tarzı bir cadı kavramı olmamasına çalıştım, doğudan da bir şeyler katmaya çalıştım, umarım başarabilirim. Bir bölüm daha gönderiyorum umarım beğenirsiniz :)

***

Tepelerin ardındaki geniş vadiye kurulan çadırların aralarına yakılan ateşler akşamın alacakaranlığında Sedar ordusunun büyüklüğünü gözler önüne seriyordu. Kiana, atını doludizgin sürerken etrafında dolanan hırçın rüzgârlar, giysilerini üzerinden çıkarmak için sabırsızlanan bir sevgili gibi buzdan parmaklarıyla pelerininden içeri sızıyorlardı. Çadırının sıcaklığına kavuşabilmesi için biraz daha sabretmesi gerektiğini biliyordu. Sabır övündüğü özelliklerinden biri olmamasına rağmen son zamanlarda katlanması gerekenleri düşündükçe biraz sonra yüzleşeceği General Beldon bunların arasında eğlenceli bile sayılabilirdi.

Yılın ilk karı bu seneden daha nazlı çıkmış ve güneş batmadan çok önce yağmayı bırakmıştı. Sanki insanların doyumsuzca akıttıkları kanla sulanan toprağı ve o toprağın üzerinde yatan cansız bedenleri örtmeyi utançla reddetmişti. Atları, eriyen karın geride bıraktığı çamuru hunharca döverken Cadı ve korumaları Sedarlıların kampına neşesizce girdiler. Yollarının üzerinden telaşla çekilen askerler, Zedanalılara karşı kazandıkları zaferlerini onlara gümüş bir tepside sunan Cadı’nın önünde ne bir tezahürat gösterebildiler ne de sevinçlerini açık edebildiler.

Kamptaki en büyük çadırın önünde atlarından indiklerinde Kiana, kulağına ulaşan cılız sızlanmaları arkasında bırakıp atının yularını seyislerden birisine fırlattı. 'Aciz korkaklar!' Zihninde yankılanan kelimelerin seyrinin yüzüne ulaşmasına izin vermeden, zorunluluklarından bir an önce kurtulup yalnız kalmak için generalin çadırına girdi. Onu takip eden Aghon’un varlığına ise gölgesi kadar ehemmiyet vermiyordu.

“Gördüğüm kadarıyla sağ salim dönmüşsünüz.” dedi General Bendol. Çadırının tek kapısı olan desenli kalın kumaşın aralanması ile başını parşömenlerin arasından kaldırmıştı. Savaş zırhını çıkarmaya vakit bulamayan adamın gelişi güzel sildiği belli olan yüzünde, ellerinde ve giysilerinde savaşın kirli izleri seçiliyordu. Otuzlarında olmasına rağmen tepesi seyrelmiş saçları ve zayıf yüzü ile olduğundan daha yaşlı ve mülayim görünüyordu fakat Kiana, generalin yumuşak görüntüsünün aldatıcı olduğunu çoktan öğrenmişti.

“Şüpheniz mi vardı, General?” dedi Kiana. Herhangi bir davet beklemeden çadırın ortasındaki masanın yanından dolandı ve yanan odunların kızarttığı metalin ayrı bir ışık kaynağı gibi durduğu sobanın yakınlarındaki bir sandalyeye kendisini bıraktı.

General Beldon, Aghon’un selamını başıyla kabul ederken Kiana ile konuşmasına rağmen askerine bakarak cevap verdi. “Elbette yoktu, Kral Mickal sizi en iyi askerlerine emanet etti.”

“Gereksiz bir işgüzarlık.” dedi Kiana sesindeki küçümseyici tonu saklamaya gerek görmeyerek. Islak pelerinini omuzlarından düşürüp sandalyenin arkasına atan kadın Aghon’u meydan okuyarak süzdü.
“Üzerine titrendiği için mutlu olmayan bir kadın, aklın alıyor mu Aghon?” dedi Bendol ilgisini tekrar önündeki kağıda bir şeyler yazmaya verirken.

Aghon girişin yakınında, General'e saygısından hazır olda beklerken bir eli kılıcının kabzasını sıkıca kavramıştı. Adamın yüzündeki sakin ifade, kadının bakışları ile kesiştiğinde “Söz konusu kadınlar olduğunda, karşımdaki çok güçlü bir cadı olmasa dahi, kesin konuşamıyorum, Efendim.” dedi o kalın sesi ile.

Kiana, adamın kahverengi gözlerindeki nefretle birlikte yanan gizli ışığı yakalarken "Anlamadığınız şeylere o kalın kafanızı yormayın derim." dedi alayla. Eldivenlerinden kurtardığı ellerini sobaya doğru uzatırken bakışlarını uzun parmaklarına dikti. Ne adamın cevabı ile ilgileniyordu ne de General'in huzurunda bir askerini aşağılamaktan çekiniyordu.

General Bendol'dan gelen belli belirsiz öksürük sesi ile Aghon, kılıcının kabzasını sıkan parmaklarını gevşetti.

"Kral Mickal'a iletmemi istediğiniz bir şey var mı?" dedi Beldon başını yana eğerken bakışlarını kadına yöneltti. Gümüş hokkanın başında bekleyen diviti Kiana’nın cevabı için sabırsızlanıyordu.

"En derin sevgilerimi iletin." dedi Kiana, kendisini izleyen Generale.

"Elbette." diyen General ince dudaklarında belirsiz bir gülümseme ile önüne döndü. "Kralımızın da aynı muhabbet ile size karşılık vereceğinden eminim."

Çok kısa bir an kâğıdın üzerinde gezinen divitin sesinden başka bir şey duyulmadı. Kiana rahatsızca kıpırdanırken generalin arkasındaki mumun titrek ışığına dikti karanlık bakışlarını. Alevler çok kısa bir an parlayıp yükselirken sessizce içini çekti. Ne yaptığını fark ettiğinde General'i hızla kontrol etti, adam hala sevgili Kral'ına kazandığı savaşın detaylarını yazmakla meşguldü. Bakışları az yukarıya kaydığında Aghon'un çatılmış kaşlarının altında merakla parlayan gözleri ile karşılaştı.

O esnada katladığı kağıdın üzerine döktüğü erimiş mum damlalarını izleyen General "Bir kaç gün içinde ordu Uyvar Kalesine ilerleyecek. Çok fazla bir direnişle karşılaşacağımızı sanmıyorum ama yine de bize eşlik etmenizi umuyorum." dedi.

General'in sözlerinin bir rica olmadığının farkında olan Kiana, "Uyvar'da çok kalmaya niyetim yok General. En kısa sürede Laracal'e dönmeyi planlıyorum." dedi.

"Uyvar Kalesi'nde daha rahat edersiniz." diye ısrar eden General, mühürlediği parşömeni Aghon'a uzatırken "Moreno'yla gönder." diye emretti ve rahatça sandalyesine yaslandı.

Aghon başıyla selamlayarak çadırdan çıktığında General ile başbaşa kalan Kiana öfkeyle dudaklarını sıkıyordu. İşini bitirmiş olan General nihayet ilgisini kadına çevirmişti fakat şimdi de Kiana'nın adamla çene çalmaya gönlü yoktu.

"Kralına söyle bütün kışı bu rezil topraklarda at sırtında geçirmeyeceğim. Siz güneyde ne halt ederseniz edin fakat peşinizde bir çoban köpeği gibi dolanmaya hiç niyetim yok General." dedi Kiana dişlerinin arasından.

"İstesem de Kralıma söylediklerinizi iletemem, gördünüz ulağı az önce gönderdim." dedi General Cadı'nın çıkışından etkilenmeyerek.

"Tekrar gönderin." Sözlerine ayağa kalkarak nokta koyan Kiana, sobanın ısısı ile nerdeyse kuruyan pelerinini omuzlarına gelişigüzel attı ve çadırdan ayrılırken ardında General'i kıpkırmızı bir yüzle bıraktı.

***

Önüne konumlanmış iki muhafızın arasından çadırına hışımla girdiğinde dilinin ucuna kadar gelen fakat yutmak zorunda kaldığı sözler midesinden boğazına doğru acı bir tat bırakıyordu. Eldiven ve pelerinini, üst üste atılmış kürkler ve yastıklardan yapılma alçak bir sedire fırlatırken kendisine hizmet eden kızın yokluğunu fark etti. Köşedeki yanmayan sobanın görüntüsü odayı olduğundan daha soğuk hissettiriyordu. "Yan!" diye soludu cansız metalin yanından geçerken.

Parça parça kürklerle kalınlaştırılmış çadırın bezden duvarları arasındaki geniş alanı ikiye ayıran perdeyi aralayıp arka bölüme geçti fakat orada da yer yatağından ve giysi sandığından başka bir şey bulamadı.  "Daria!" diye öfkeyle seslendiğinde sözleri bezden duvarların ötesine geçmeyecek kadar alçaktı. Bir kaç dakika sonra ön bölümden gelen gürültü ile Kiana hışımla döndü.

Daria, Cadı gelmeden önce yakması gereken sobanın gürül gürül yandığını görünce kucakladığı odunları korkuyla düşürmüştü. Uzun boylu kadının perdenin ardından çıkması ile ağzında bir şeyler gevelemeye başladı. "Özür dilerim. Özür dilerim,  döndüğünüzü fark edemedim."  

Kiana bir şey söylemeden önce kızın dağılmış saçlarını ve gelişigüzel iliklenmiş elbisesinin düğmelerini süzdü. Yere diktiği bakışlarının altında kirpiklerinin gölgelediği yanağının bir bölümü berelenmişti. "Bendol'ün sefil askerlerinin fahişeliğini yapmak için burada değilsin, Daria. Onun için başka bir çadır var zaten." dedi sesini yükseltmeye gerek duymadan.

İması bile kızı titretmeye yetmiş, kıpkırmızı kesilen Daira'nın dudakları itiraz etmek için aralanmıştı. Elinin bir hareketiyle kızı susturan Kiana "Laracal'e döndüğümüzde kendine yeni bir yer bul, yoksa ben senin için bulurum." dedi.


Ölülerini gömen, esirlerini ise tepelerindeki bezden başka bir şeye sahip olmayan çadırdan bozma alanlara mahkûm eden Sedarlılar, tekrar yağmaya başlayan kara aldırmadan ateşlerin etrafına toplanarak zaferlerini kutluyorlardı. Çalgıcıların savaş ezgilerine karışan vatan özlemi yüklü türküleri eşliğinde çok içmişler, çok gülmüşler az da olsa dövüşmüşlerdi.

Ağlamaktan başka bir iş tutamayan kızı gözünün önünden gönderdiğinden beri geçen iki saati çadırının yalnızlığında geçiren Kiana’nın sarhoş nidalarını işitmek için keskin duyularına ihtiyacı yoktu. Yarı uzandığı sedirden doğrulduğunda uykunun bu gece için gözlerinden çok uzaklarda konakladığını kabul etmek zorunda kalmıştı. Gece kadar kara kalın elbisesini, kara ormanın kara kurtlarının kürkünden dikilmiş kara pelerini ile örttü. Kumaştan kapının önünde dikilerek dışarıyı dinledi.
 
Aghon’un tüm itirazlarına rağmen çadırının önünde tuttuğu iki muhafızın nefes alış verişleri soğuk havada kesik kesikti. “Cadı uyudu galiba. Yarım saattir içeriden hiç bir ses gelmiyor.“ diye fısıldadı biri. Çadır bezinin ardında, Cadı’nın ince dudaklarından gözlerine ulaşmayan bir gülümseme ile onları dinlediğinin farkında değildi.

“Cadı’nın uyuyup uyumaması ne değiştirir? Nasıl olsa şafağa kadar buradan ayrılamayız.”dedi diğeri. Bu nöbetten herhangi bir kaçışın olmadığını kabullenmenin rahatlığı sesine sinmişti.

“Bu gece buradan ayrılsak bile bizi kimse fark etmez.” dedi ilk konuşan muhafız.

“Aghon’u o kadar hafife alma derim.” diye uyardı ikincisi.

Kiana bezin içinden, ilk konuşan muhafızın kulağına doğru fısıldadı. “Aghon görmez bile.” Muhafız, Cadı’nın sözlerini monoton bir sesle arkadaşına tekrarladı.

Kaşları çatılan diğeri tam ağzını açıp azarlayacakken dudaklarından “Haklısın, o da çoktan bir yerlerde sızmıştır.” diye arkadaşını destekleyen sözler döküldü.

Kapısından uzaklaşan çamurlu adımların seslerini dinleyen Kiana, başlığını örttü ve kara pelerinine “Gizle beni.” diye buyurdu. Şenliğin arasından bir gölge gibi geçerken atını almaya gerek duymamıştı zira kamptan çok uzaklaşmaya niyeti yoktu. İnsanlardan uzaklaşıp ağaçların arasında yavaşça yürümeye başladığında görünmezliğini üzerinden sıyırdı. Ufak bir açıklığa geldiğinde ağaçlardan fırsat bulamayan kar taneleri, burada ay ışığından daha fazla aydınlık bırakarak yere düşüyordu.

Dalların çatısı altından birkaç adımla ileri çıkan Kiana eldivenli elini gökyüzüne açarak avucuna konan kar tanelerini incelerken “Yine ne var Ingrum?” dedi sanki görünmeyen biri ile konuşur gibi. Ardından bakışlarını kaldırarak “Beni neden çağırdın?” diye sordu bıkkınlıkla.

Ağaçların arasından açığa çıkan bir karaltı buğulu sesiyle “Seni de görmek güzel, Kiana.” dedi. Kat kat kumaşlara sarınmış Cadı’nın aksine ince giyinmiş olan kadının koyu renk tuniği, erkek gibi giydiği siyah pantolonun üzerinden dizlerine ulaşan çizmeleri ile buluşuyordu. Başının üstünde dağınık bir şekilde topladığı simsiyah saçları açıktaydı, ne bir pelerine ne de eldivene ihtiyaç duymuştu. Abanoz teninde bir çift fener gibi parlayan ela gözleri ise sahip olduğu tek açık renkti. “Görüşmeyeli uzun zaman oldu.” dedi yabancı sitemkâr bir şekilde.

Ellerini iki yanına birleştiren Kiana, kendisine yaklaşan Ingrum’un her hareketini dikkatle izliyordu. “Altı ay benim için yeterince uzun değildi.” dedi memnuniyetsizlikle. Uzun boyuyla Kiana artık bir adım ötesinde duran siyahî kadına yukarıdan bakıyordu.

“Hala Mickal’ın yanındasın.” diyen Ingrum, Kiana’yı yargılayan bir tavır içerisindeydi. “Eskiden tanıdığım kadın, o sefil mahlûka bu kadar uzun bir süre katlanamazdı.”

“Her şeyin bir zamanı var Ingrum.” dedi Kiana umursamayarak. “Çıkarlarımla örtüştüğü sürece onun beni kullanmasına izin veriyorum sadece.”

“Senin çıkarların mı yoksa Britriel’in doyumsuz arzuları mı?” diye sordu siyahî kadın.
 
“Ecemin arzuları benim de arzumdur Ingrum, senin de inkâr etmek yerine boyun eğmen gerektiği gibi.” Kiana sesini yükselmeden kadının yüzüne doğru fısıldadı.

Kendisine sunulan öneriyi dudaklarını alayla büzerek karşılayan Ingrum “Kieran nerede, yanında mı?” diye sordu. Aniden konuyu değiştirirken iri ela gözlerini genişçe açmış ve sözlerini hazin bir hale sokmuştu.

Kiana bir an konuşmak yerine karanlıkta siyahî kadının yüzünün gölgelerinde gizlenen duyguları yakalamaya çalıştı. “Kieran’ı neden merak ediyorsun?” diye sorarken kaşlarını çatmıştı.
“Kardeşinin uzun zamandır Meridan’da olmadığını duydum. Belki seninle birliktedir diye düşünmüştüm.”

“Benimle değil ve nerede olduğu da seni ilgilendirmez. Sakın ona bulaşayım deme Ingrum. O senin işine yaramaz.” diye tehdit etti Kiana, önündeki kısa boylu kadına yukarıdan bakmaya devam ederek.

“Benim istediğim sensin Kiana, Kieran değil. Eğer sen yanımda olursan daha güçlü olurum ve istersen kardeşini de yanında getirebilirsin elbette.” diye dürüstçe Ingrum düşüncelerini açık etti.
“İstediğini alamayacaksın.”

“Britriel’in hırslarının peşinde koşmaya devam mı edecek? Sırf o istedi diye şu sefil insanların arasında yaşayıp onların tüm pis işlerini mi yapacaksın?” dedi Ingrum dişlerini sıkarak. Öfkesi ilk defa yüzüne yansıyor, adeta kar taneleri siyahi kadının tenine değmeden havada eriyordu.

“Onların değil Ecemin emirlerini yerine getiriyorum.” diyen Kiana daha fazla konuşmak istemediğini göstererek arkasını döndü. “Seni tekrar görmemek dileği ile Ingrum.”

“Kieran’ın yerini söylersen belki o beni dinlemek ister. Senin kadar güçlü olmasa da daima senden daha ılımlı bir cadı olmuştu.” diye seslenen Ingrum, beklenti ile gülümsedi.

Fırtına gibi, siyahî kadına dönen Kiana, hızla eldivenlerini çıkardı ve yumruk haline getirdiği elini açtığında avucunda beliren üç siyah taş alevler içinde kaldı. “Sana… Kieran’ı bu işe karıştırmamanı söylemiştim!” diye ormanı çınlatarak haykırdı. Ingrum’a doğru savurduğu taşlar kadının aynı hızla önünde beliren ateşten kalkanın önünde yön değiştirerek rüzgârda savrulan yapraklar gibi ağaçların arasına dağıldığında karanlığın içinden çığlıklar yükseldi.

Yanan taşlar, etrafında dolandığı ince bir bedeni kementle çekilir gibi ağaçların arasından açıklığa sürüklediklerinde Kiana, bu süre içinde kılını bile kıpırdatmayan Ingrum’a öfkeyle süzüyordu. Sıktığı yumruğu ile hala çığlıklar atan kızın etrafındaki görünmez ipler daralırken Kiana, Ingrum’un sol yanındaki harekete başını çevirdi.

Siyahî kadın bakışlarını Kiana’dan ayırmadan arkasına doğru seslendi. “Yerinde kal Derik.” dedi telaşsız bir sesle. Uzun boylu adam yarım kalan adımını geri çekerken elinin etrafını saran elektrik kıvılcımlarını temkinli bir şekilde taze tutuyordu.

Kiana, eziyet ettiği kızın acısına parmaklarını gevşeterek son verdi ve yeniden elinde beliren taşlarını kavradı. “Seni bir daha uyarmayacağım.” dedi Ingrum’a. Çığlıkları inlemelere dönüşen ve şimdi yerde iki büklüm kıvranan kızı süzdü, ardından kendisine nefretle bakan Derik’in üzerinde küçümseyen bakışlarını gezdirdi. Hiçbir şey söylemeden geldiği yoldan ağaçların arasında kayboldu.

“İyi misin Rina?” Ingrum ağaçların arasındaki boşluktan bakışlarını yerdeki kıza çevirirken dudaklarında keyifli bir gülümseme peyda oldu.

“Britriel’in kaltağı!” diye mırıldanan kız çözülüp yerde sırt üstü uzandı ve inleyerek gözlerini kapadı. Bakır rengi saçları otların arasına karışırken üzerine düşen kar taneleri ile soğuduğunu hissetti.
Yanına gelen Derik’e ve Severina’ya başıyla işaret eden Ingrum, “Ben alacağımı aldım.” diyerek Kiana’nın ters yönünde ağaçlara daldı.

Hızla ayaklanan Severina, kendisini toparlayıp Derik’in ardından koştururken “Ne oldu ben ne kaçırdım?” diyerek sızlandı.

“Kieran’ın taşları.” dedi Ingrum soruyu soran kız yerine Derik’e dönerek. “Kiana'da, ablasında.”

“Kieran’ı öldürdü mü dersin?” Derik, artık yanında yürüyen Severina’nın omuzlarına kollarını dolayarak kızı kendisine doğru çekti.

“Kimin umurunda?” diyen Ingrum, diğer yandan bakır saçlı kızın saçlarını karıştırarak keyifle güldü.



Başlık: Ynt: Cadı
Gönderen: Berweuli - 25 Mayıs 2016, 10:09:02
Kiana, kampa döndüğünde kora dönmüş ateşlerin etrafında kalan birkaç Sedarlı askerin arasında, kendisini gizlemeye gerek duymadan, yürürken tüm gece boyunca içmiş adamların ondan çekinir hallerinden artık tiksindiğini hissediyordu. Birkaç saat sonra güneş bu ayyaş ordunun üzerine doğacak ve zaferlerini birkaç mil daha güneye taşıyarak kendilerine altın tepsi ile sunulan Uyvar kalesine varmak için yola çıkacaklardı.

Çadırına birkaç adım kala durdu ve dinledi. Aghon’un muhafızları yerlerine dönmemişti fakat içeride birisi vardı, bunu hissedebiliyordu.  Daria’nın bu saate kadar ayakta kalacağını zannetmiyordu, kim bilir hangi sefil askerin koynundaydı. Sarhoşluğun verdiği delilikle onu da Daria gibi zanneden bir ahmakla karşılaşmak umuduyla hışımla içeri girdi. Böylelikle Ingrum’ın ayaklandırdığı öfkesini bu zavallı üzerine salıp rahatlayabilirdi fakat masanın yanındaki sandalyeye kurulmuş, uzun çizmelerini yanmaya devam eden sobaya doğru uzatmış Aghon’ı görünce bir an olduğu yerde dikildi. Adam sarı saçlarını küçük bir topuz halinde ensesine yakın toplamış ve kıyafetlerini değiştirerek kendisine çeki düzen vermişti. İri kılıcı her zamanki gibi yanındaydı, kemerinden sarkarak oturur vaziyette olduğu için yere değiyordu.

Kiana’nın gülümsemesi yanağının bir tarafına kayarken eldivenlerini tek tek parmaklarından uzaklaştırdı. “Yanlış çadırdasın sanırım.” dedi adama bakmadan pelerininden kurtulmak için uğraşırken. “Daira başka çadırda kalıyor.”

“Kendine haksızlık etmiyor musun?” diye sordu Aghon, kadının imasını anlayarak.

Adamın kalın sesinin kıvrımlarında gizlenen alayı yakalamak maharet işiydi fakat Kiana hızla bakışlarını kıyafetlerinden Aghon’a kaldırdı. Sobadan taşan ateşin ışığıyla gölgeler oynaşan adamın yüzünde çapkın bir gülümseme ile karşılaşmaya hazırlıklı değildi. Aylardır birlikte seyahat edip savaş meydanlarında zoraki bir ilişki içerisinde sıkışırken bile memnuniyetsiz bir ilgisizlikle birbirlerine tahammül etmişken bu da neyin nesiydi şimdi. Az önce sımsıkı kapalı olan aralarındaki a umursamazlık kapısını aralayan kendisiydi, bunun bilinciyle küfürlerin en alasını kendisine sıralarken geri kalanı sessizce adama gönderdi.

“Bilakis sana pek şans vermiyorum.” dedi Kiana, hislerini saklamanın en iyi yolu olarak açtığı kapıyı kapatmak yerine aralıktan sızıp geçmeyi seçerek. Pelerininden ve eldiveninden kurtulan kadın giysilerini sedire doğru fırlatırken büyük bir talihsizlikle Aghon’un yüzünden gelip geçen meydan okumayı kaçırmıştı.

Adam uzun bacaklarını kısa bir an esneterek uzatabildiği kadar gerindi ve sandalyeden kalkarak sessizce kadına yaklaştı. Kiana başını kaldırdığında kendi uzun boyuna rağmen önünde bir dağ gibi yükselen adamın yüzüne şaşkınla bakakaldı. Ateşin ışığı ile alev gibi yanan saçları Aghon’un yüzünü çevrelerken gözlerindeki karanlığı aydınlatamıyordu.

Beline dolanan nasırlı ellerin sertliği ile biraz sonra başına gelecekleri geç fark eden Kiana “Sen ne halt…” derken kelimeleri dudaklarını örten sıcak dudakların arasında boğuldu. Başını geriye çekmeye çalıştı ama o anda ensesini tüm hâkimiyeti ile kavrayan iri elin baskısı buna engel oldu. Herhangi bir istilayı önlemek için Kiana dudaklarını sımsıkı kaparken bir büyü sözcüğünü fısıldaması ve adamı kendinden uzaklaştırması imkânsız hale geliyordu. Çaresizce kurtulmak için elleriyle adamın göğsünü itmeye çalıştı ama bu aralarındaki mesafenin daha da kapanmasına sebep oldu.

Aghon’un Cadı’ya bu ziyareti planlarken ki amacı kesinlikle bu değildi. Çadırının önüne diktiği iki adamına saatlerce önce sızmış halde rastladıktan sonra kampın hiçbir yerinde kadını bulamayınca hissettiği öfke ile buraya gelmiş ve sabırla dönüşünü beklemişti. Adamları kadını ormanda ararken bir tilki misali Kiana’nın çadırına döneceğinin bilincinde onu beklemişti.

Fakat şimdi kollarındaki ince bedene sarılırken hissettiklerine de hazırlıklı değildi. Tüm orduyu korku ile titreten kadının kendi kollarından kurtulmak için çırpınışları ile eğlenen Aghon’un kısa bir an ayırdığı dudaklarından boğuk bir kahkaha döküldü. Amacından bu kadar fazla saparken Cadı’yı daha da fazla kızdırmayı göze alarak “Haklıymışım kendine haksızlık ediyorsun.” diye mırıldandı. Kadının siyah gözlerinde yanıp sönen ateşi gördüğünde sözlerinin yarattığı hiddeti gördü.

İnce kollar geniş göğsünden itip adamı kendinden uzaklaştırırken birbirine kilitlenmiş dudaklar nihayet serbest kalmanın rahatlığı ile öfkeyle büküldü. “Lanet olası, yan!” diye buyuran Kiana, ellerinde beliren alevleri az önce sıcaklığı ile ısındığı bedene gönderdi. 

Alevden dalgalar etrafında turlayıp yok olurken Aghon’un kılı bile kıpırdamamıştı. Kiana gördüklerine inanamayarak tekrar gürledi. “Ateşin efendisi!” bu kez öncekinin iki katı bir alev adamın etrafını sardı fakat aynı şekilde denize düşen bir meşale gibi kısa bir sürede yok oldu.

Aghon, “Genelde…” dedi ve bir an durarak öfkeyle soluyan kadını süzdü. “Kadınlar beni yakmaya çalışmazlar, kendileri yanarlar.”

Kiana, orduları bile dize getiren büyüsü yerine yüzyıllar boyunca kadınların başvurduğu klasik yöntemi kullandı ve üç adımda aşıp önüne geldiği adamın yüzüne okkalı bir tokadı yerleşti.

Aghon’un tokat karşısında milim oynamayan yüzünde alaycı bir gülümseme ortaya çıkarken “İşte şimdi bir kadın gibi davranmaya başladın.” diye mırıldandı.

“Nesin ya da ne değilsin bilmiyorum ama ne yaktığın kadınlar umurumda ne de sen.” derken Kiana’ın içindeki soluğu öfkeyle dışarı bıraktı. “Defol git çadırımdan.”

Aghon, kadını birkaç saniye süzdükten sonra tek kelime etmeden çıkışa doğru ilerlerdi. Çıkmadan önce geri dönerek, “Bir daha adamlarımı atlatıp da ortalardan kaybolma. Ölmüşsün kalmışsın umurumda değil ama senin yüzünden o muhafızların başına geleceklerden ben sorumluyum.” dedi.
Başlık: Ynt: Cadı
Gönderen: BlackOut - 25 Mayıs 2016, 12:37:06
Öncelikle merhaba,
Yorum yapmayı pek becerebilen biri olmadığımı düşündüğümden genelde çenemi kapalı tutuyorum ama yazılarını beğendiğim insanlar da bir geri dönüş almalı dedim. Kurgunuz ve diliniz güzel ilerliyor. İlk bölüm olayın rengini pek açık etmese de ikinci bölümde işler biraz daha netleşti. Bir de yine ikinci bölüm hitap ettiğiniz okur kitlesini az da olsa belli ediyor sanırım. Anlatış tarzınız beni sürüklemeyi başardı. Dili kullanışınız da bunu destekliyor tabii. Ne zamandır yazdığınızı merak ettim doğrusu, eğer ki yeniyseniz yolunuz açık diye düşünüyorum. Değilseniz de zaten yeterince güzel ve daha iyi olması dileğiyle.

Aklıma gelen bir iki şeyi de söyleyeyim, öpüşme sahnesindeki istila detayıyla güldürdünüz. Belki gülünmeyecek bir şey ama yine de... Öpücüğün karşılık bulmadığını tam manasıyla anladık :D. Bir ara ardı ardına uzun cümleleri okurken hem yoruldum hem de kurgudan koptum. İkinci bölümün sonlarına yaklaşırken oldu sanırım bu. Son olarak işinize karışmak haddim değil ama eğer kurgunuz hala yapım aşamasında ise bir şey söylemek istiyorum. Karakterlerinizin çoğu -belki hepsi- her işe muktedir gibi görünüyor. (Bu cadılık anlamında güç sıralaması gibi anlaşılmasın.). Daha normal, insani karakterlerin eksikliğinden bahsediyorum. Yazdığınız karakterlerin bu insani yönlerini ya da daha gerçek (sıradan) insanları yazmanızı da öneririm.

İkinci paragrafta yazdıklarım tamamen kişisel görüşlerim. Eksik, hatalı ve baştan aşağı yanlış olabileceğini bilerek değerlendirin lütfen. Yorum hikayenizi bölmek gibi olmasın buyrun paylaşmaya devam edin okuyalım :).
Başlık: Ynt: Cadı
Gönderen: Berweuli - 25 Mayıs 2016, 12:56:46
Ben de merhaba diyorum ve bu güzel yorumunuz için öncelikle teşekkür ediyorum :). Her ne kadar bu hikayenin birkaç aylık ömrü olsa da uzun bir süredir yazıyorum ama daha kat etmem gereken bir hayli yolum var. Kayıp Rıhtım’ı yıllardır takip ederim ama bir öyküm dışında katılmaya ne fırsatım oldu ne de böyle uzun soluklu bir hikaye için cesaretim.

İyi olması temenniniz için de ayrıca teşekkür ederim :D ve görüşleriniz elbette ki önemli o yüzden değindiğiniz noktalara açıklık getirmeye çalışayım:

Önceden daha uzun cümleler kurardım, sanırım tasvir okumayı sevmenin getirdiği bir alışkanlık bu. Son zamanlarda sadeleştirmeye çalışsam da sonuç ortada :D Hikayem aslında her ne kadar bu güç sahibi insanlar arasındaki çatışmalarla geçecek olsa da arada ve yakında insanların da gidişata katıldığı ve onu etkilediği bölümler olacak. :) umarım o kısımları da beğenirsiniz ve emin olun Cadı’nın da bir sürü insani kusurları var.
 
Estağfurullah diyorum eksik gedik bulmadım yorumunuzda, umarım ben aklınızdaki sorulara cevap verebilmişimdir. Keyifli okumalar  :xD
Başlık: Ynt: Cadı
Gönderen: Berweuli - 27 Mayıs 2016, 10:02:16
Uyvar Kalesi

Atını yavaşça durdurduktan sonra hayvanın boynuna eğilip siyah yelelerini kendinden beklenmeyecek bir şefkatle okşarken önündeki vadiye giren Sedar ordusunun piyade ve atlılarının düzenli ilerleyişini sessizce izlemeye başladı. Vadinin batısındaki Uyvar Kalesinin önünden doğal bir hendek oluşturarak güneye doğru akan nehrin bir kısmı alçalan ikindi güneşi ile bir meşale gibi yanıyordu. Kiana dalgın bakışlarla, daha da güneyde ağaçlar arasında kayboluşuna kadar nehri takip etti.

Altı gündür ordu ile birlikte bir kağnı temposu ile yollardaydılar. Bu sürede kendilerinden önce bu topraklara ulaşan korkulu haberleri ile birçok terk edilmiş köyden geçmişler, artık ıssız kalan birçok yerleşim yerini talan etmişlerdi. Can korkusu ile taşıyamadıklarını geride bırakan Zedarlıların ambarlarını yağmalamışlar, olur da unutulmuşsa diye en gizli köşelerdeki sandıkları karıştırmışlar gözlerine kestirdikleri sahipsiz eşyaları yanlarına almışlar, taşıyamadıklarını; ev, ambar, bağ bostan demeden yakmışlardı. Arkalarında, dumanları fersahlarca öteden görülebilen yıkıntılar bırakarak, geçtikleri yerleri yiyip bitiren çekirge sürüleri gibi ilerlemişlerdi.

Güneye indikçe hava bir nebzede olsa ısınmaya başlamıştı ama bu Kiana’nın neşesini yerine getirmekten uzaktı. Yanında atını durduran General Bendol’ün “Manzara muhteşem, değil mi?” sorusu ile adama döndü.

“Siz öyle diyorsanız.” Neşesiz bir sesle cevap veren Kiana, General’i beğendiği manzarası ile baş başa bırakarak ilerledi.

“Cadımız bu günlerde pek keyifsiz.” General Bendol’ün yapay bir şaşkınlık gizli sözleri kulağına iliştiğinde omzunun üzerinden geriye bakan Kiana, adamın Aghon ile konuştuğunu anladı.
Aghon’un koyu renk gözlerinde bir an yanıp sönen ima dolu ışığın ardından  “Eminim sıcak bir oda ve rahat bir yatak keyfini yerine getirecektir, efendim. Uzun zamandır yollardayız, konforlu birkaç hafta ile yüzüne renk geleceğinden eminim.” dediğini işitti.

Kiana, cevap vermeye tenezzül etmeden atını hızlandırdı. Aghon’u o geceden beri çok az görmüştü, gördüğünde ise adamın öpücüğünü hatırlatan bakışları, kısa süreler için uğrak yeri olmuştu.

Uyvar Kalesinin önündeki kalın köprü indirilmiş ve yeni ev sahiplerini karşılamak için taş kulelere ve surların çeşitli noktalarına sarı ve siyah renklerin hâkim olduğu Sedar bayrakları asılmıştı. General Bendol, bir yanına aldığı Mickal’in Cadısı diğer yanındaki iki komutanı ve Aghon ile kanatları onları kucaklar gibi açılmış büyük kapılara doğru atlarını sürerken onları takip eden uzun dar bayraklar taşıyan birkaç düzine şövalye ve Aghon’un adamlarının bulunduğu birlik ile kalede ikamet edecekti. Ordunun geri kalanı, nehrin kaleden ayırdığı geniş vadide konaklayacaktı. En azından yeni bir emre kadar birkaç ay dinlenmek ve beklemekten başka yapılacak herhangi bir şey kalmamıştı.

Daha önceden gelip, genel işleri yapacak ya da yeni efendilerinin özel ihtiyaçlarını karşılayacak hizmetlileri ayarlayan ve kaleyi General için hazırlayan Tolsar, ana kapıdan giren seçkin kafilenin atlarının alınması için seyis olarak ayarladığı fakir köylülere başıyla acele etmelerini emretti. Önüne gelerek nerdeyse dizlerine kadar eğilen Tolsar "Hoş geldiniz efendim." diyerek General Bendol'ü selamladı.

General hala eğilmeye devam eden adamın yanından geçerken önünde yükselen uzun kuleyi ve onun arkasındaki daha alçak ama kuleden daha geniş yapıyı inceledi. İri gri taş bloklarının yan yana ve üst üste dizilmesinden meydana gelen kale daha küçük diğer kuleye üst katlardan bir köprü ile bağlanmıştı. İkinci kulenin etrafını çevreleyen iç kale ve arkasındaki geniş düzlükteki ahırlar, asker ve hizmetlilerin kulübe ve barınakları sur içi bir köy izlenimi veriyordu.

İncelemesini bitiren General Bendol, pelerinini savurarak kaleye girdiğinde yanında ellerini birleştirerek yürüyen, bir nevi uşaklığını yapan adama döndü. "Umarım yemek hazırdır Tolsar."
"Yemek de odalarınız da hazır efendim." dedi Tolsar olabildiğince yaltaklanarak.

Kiana, kendisine yol veren Aghon’a başını çevirmeden gözlerinin ucuyla baktı. Sanki onun bilmesi gerekip de bilmediği bir şeyi keşfetmiş gibi gülümseyen sarışın adamın önüne geçerken çenesini hafifçe kaldırdı. Bu adamın sırrı ne ise onu öğrenmeliydi aksi takdirde şu an hala yüzünde olduğuna yemin edebileceği sinir bozucu ifadeye uzun süre katlanmak zorunda kalacaktı.

Her iki yanında yanan iki şömineye ilaveten geniş salonun ortasında kurulu etrafı ızgaralarla çevrili koca ateş içerisini olduğundan daha sıcak gösteriyordu. Salonun bir köşesine üzeri çeşit çeşit yiyecekle kalabalıklaştırılmış dikdörtgen uzun bir masa hazırlanmıştı.

General, komutanları ve onlarında bir kaç şövalyesi; üzerlerinden büyük bir yük kalkmış gibi, yanan odunların çıtırtılarına uyarak açılmışlardı. Adamlar keyifli bir gürültü ile masaya oturmaya başladıklarında Kiana ortadaki ateşin yanında durdu.

"Beyler!" Mickal’in cadısının renksiz sesi geniş salonda yankılandığında henüz başlayan neşeli konuşmalar anında kesildi. "General Bendol." Adamın kendisine baktığından emin olduktan sonra " İzninizle, yemekten önce yolun kirinden arınıp bahsedilen şu rahat yatağımı görmek istiyorum." dedi Aghon’un sözlerine gönderme yaparak.

General Bendol, Kiana'nın arkasında dikilen Aghon'a bakarak "Siz bizimle bir şeyler içip soluklanırken Aghon da odanızı kontrol etsin."  dedi. Kadının kaşlarının çatıldığını görünce komutanının eline tutuşturduğu metal kadehi uzatarak ekledi. "Güvenliğiniz bizim için önemli Kiana. İşimi şansa bırakamam."

Aghon hızlıca başını eğerek salonun her iki yanından yukarıya doğru uzanarak kaybolan taş merdivenlerden birisine doğru yönelen Tolsar'ın ardından kayboldu.

Sunulan kadehi almaktan başka alternatifi olmayan Kiana inatçılık etmek yerine içkisini yudum yudum tüketti. Oturmadan uzun masa boyunca yürürken çeşitli meze ve yemişlerin tadına bakıyordu. General'in ve komutanların kadının bu saygısızca tavrı karşısında düşündükleri gözlerinden yansırken Kiana, Tolsar'ın merdivenlerden indiğini gördü. Boş kadehi masaya bıraktı ve General'i başıyla selamladıktan sonra kendisini bekleyen uşağın ardından merdivenlere yöneldi.

"Odama yemekten önce sıcak su istiyorum ve Daria'yı bulup gönderin." diye emretti Kiana. Merdivenlerin sonuna geldiklerinde aralarına aldıkları Cadı'nın sandığı ile üst kattan inen iki oğlana geçmeleri için şaşkınlıkla yol verdi.

Kiana oğlanların koridorun ortasındaki bir odaya girerek gözden kaybolmalarını izlerken "O taşıdıkları benim sandığım değil miydi?" diye sordu.

"Evet hanımım, sizin sandığınız."

"Neden koridorlarda geziyor sorabilir miyim?" Sandığını takip eden Kiana, lafları ağzında gevelemeye niyetli uşaktan önce odaya girdi ve oğlanların çıkması için yana çekilirken duvarların gri yüzeyini yoklayan Aghon'u gördü.

Adam işine ara vermeden Kiana'nın sorusunu cevapladı. "Sandığının aşağıya indirilmesini ben söyledim. Yukarıdaki oda yerine, burası senin için daha uygun." Dönerek kadına gülümsedi. "Duvarlarından gizli geçitlere açılan bir kapıda olmadığına göre artık içimiz rahat uyuyabiliriz."
"Yukarıyı tercih ederim." dedi Kiana daha görmediği odayı el üstünde tutarak.

"Burası daha güvenli." dedi kısaca Aghon, Cadı'nın yanına yürürken. "Özel hizmetçin olarak Daria yerine daha güvenilir başka birisini seçebilirim." diye belirtti ciddiyetle.

"Daria'dan başkasını istemiyorum." dedi Kiana adamdan uzaklaşıp pencereye doğru yürüyerek.
“Aranızın iyi olmadığını düşünmüştüm.” dedi Aghon umursamayarak. Aralarındaki konuşmaları aç kulaklarla dinleyen Tolsar'a dönen adam, "Hanımefendiyi duydun." dedi artık gitmesi gerektiğini anlatan bir şekilde.

Tolsar bir cadıya bir adama baktı, hızlıca verdiği selamın ardından odadan sessizce çıktı. Uşağın ardından kapıyı kapatan Aghon sırtı kendisine dönük, altı parçalı, yer yer lekelerin olduğu camdan dışarıyı izleyen kadını süzdü. Sadece şömineye yakın bir noktada halısı olan iri kare taşlarla döşeli odayı boydan boya kat ederken ayak seslerine hiç renk vermeyen kadını takdir etti. Tam arkasında durdu ve kadının omzunun üzerinden uzanarak pencereden görünen manzarayı işaret etti.

"Meydana bakan surlara daha fazla nöbetçi yerleştirilir." dedi Aghon o kalın sesi ile. Kiana'nın irkildiğini fark etse de devam etti. "Bu taraf daha fazla göz önünde. Yukarıdaki odanın penceresi arkaya kulübelere bakıyor, bu yüzden kontrolü daha zor. Eğer biri odana bu taraftan girmeye kalkarsa yakalanma şansı daha fazla olacaktır." Dalgınlıkla kadının ancak kulaklarını geçen siyah dalgalı saçlarına elini uzatan Aghon, son anda çekerek kadının ince omzunu kavradı. "Çok gerginsin."

Kiana, sessizliğini daha fazla koruyamayacağını anlayarak adama dönerken elini de hızlıca omzundan uzaklaştırdı. "Güvenliğim için tüm tedbirler alındığına göre artık rahatlayabilirim." Cadı, bir el hareketi ile savrularak açılan kapıdan bakışlarını Aghon’a çevirdi. "Yalnız kalırsam elbette." dedi alayla.

Aghon manzaraya gülümseyerek son bir bakış attıktan sonra şöminenin karşısındaki tekli koltuğa gelişi güzel fırlattığı pelerinini aldı. Kendisini uğurlamak için bekleyen kadının karşısına gelince "Korkma, eğer bir şey olursa seslenmen yeterli." dedi sözlerinin iyice anlaşılmasını bekleyerek. "Ben hemen yan odadayım."

Kiana, odadan aheste bir yürüyüşle çıkan Aghon’un ardından kapıyı yine bir el hareketi ile kapatırken gürültü tüm kalede yankılandı.
Başlık: Ynt: Cadı
Gönderen: Berweuli - 31 Mayıs 2016, 13:50:14
Cadı, şöminenin önüne çektiği yüksek arkalıklı koltukta otururken yanan ateşi dalgınlıkla izliyordu. Daria’nın içeri girip yemek tepsisini masaya bıraktığını fark etmesine rağmen düşüncelerinden sıyrılıp da kızın yakınında dikilmesine tepki vermedi.

“Yemek hazır, Hanımım.” dedi Daria çekingen bir sesle.

Kiana başını çevirdiğinde, kızı birkaç adım gerisinde ellerini önünde birleştirmiş ama bakışları halının desenlerinde kaybolmuş bir şekilde buldu. Uzun boyu ile karşısına geçip dikildiğinde Daria’nın dar omuzlarının kasıldığını fark etti. Çenesinin altına yerleştirdiği parmağı ile kızın bakışlarını kendisininkilere kilitlerken mırıldandı. “Fena değil.” Baş döndürücü bir güzellik yerine kızın iri masum gözleri, gençlik ile parlayan duru teni işine yarayabilirdi.

Kiana’nın sözlerini duyan Daria’nın yüzü daha da soldu. Sessizliğini korurken bire bin katılarak kulaktan kulağa yayılan söylentilerde; Kuzey’in cadılarının, kaçırdıkları kızların gençliğini çalmak için onları dolunay zamanında kazanlarda canlı canlı kaynatarak elde ettikleri kremler ile güzelleştiklerini duymuştu. İçinden dolunaya ne kadar kaldığını hesaplamaya çalışırken Cadı’nın söyledikleri ile dondu kaldı.

“Benim için bir şey yapacaksın.” Kana’nın kızın üzerinde dolaşan bakışları beğeniyle parladı. “Senin için çok zor olacağını sanmıyorum.” dedi takdir dolu bir edayla.

 Daria, kulağına kazan ve dolunay seremonisinden farklı gelse de birazdan öğreneceği Cadı’nın arzusunun hoşuna gitmeyeceğini hissediyordu ama sesini çıkarmadan Hanımının konuşmasını bekledi.

“Aghon hakkında bilgiye ihtiyacım var.” dedi Kiana. Kızın büyüyen gözlerine aldırmadan devam etti. “Ben geldiğimde Sedar ordusundaydı ama daha öncesini de öğrenmem lazım. Bendol’a soramam, kesin bir şeylerden şüphelenir. Sadece şüphelense iyi, olmayacak yerlere götürür işi.” Bendol’ün bir şeyler ima eden görüntüsünü düşüncelerinden uzaklaştırırken bakışları pencereye ardından korkusu her geçen dakika büyüyen Daira’ya kaydı. “Bir erkeğin dilini en iyi bir kadın çözer.” Son cümle kendi kendine konuşur gibi dudaklarından dökülmüştü. “Ve sen biraz işve biraz cilve ile çok rahatlıkla istediklerimi öğrenebilirsin.”

“ Ben…” diye kekeledi Daria “Yapamam.”

Sızlanan Daria’nın itirazına aldırmayan Kiana pencereye yönelerek kızın da onu takip etmesi için eli ile yanına çağırdı.

Birkaç zırhlı şövalyenin geçtiği alanın solunda el kol hareketlerine bakarak tartıştıklarına hükmettiği iki adamı parmağı ile gösterdi. Biri iri yarı, ablak yüzlüydü, diğeri ise daha kısa ve zayıf olsa da en azından yüzüne bakılacak bir tipi vardı. “Şu ikili, Aghon’un adamlarından…” İşaret ettiği adamları görüp görmediğini anlamak için Daria’ya döndü, daha ne kadar solabilir acaba diye düşündüğü kızın titreyen dudakları arasından hiçbir ses çıkmadı, sadece başıyla onayladı. “Şu yakışıklı olan değil de diğeri, iri yarı olan.”

Daria, buğulu camın ardından ikiliye dik dik bakarken mırıldandı “Orist.”

“Adı her neyse.” dedi Kiana eliyle sözleri geçiştirircesine. “Onu sürekli Aghon’un yanında görüyorum. Adamın her dediğini itiraz etmeden yapıyor belli ki birbirlerini iyi tanıyorlar. Onu konuşturman kolay olur.  Diğeri kurnaz bir tipe benziyor, onu boş ver.”

Daria artık adamlara bakmayı bırakmış dolmaya başlayan gözlerini Kiana’ya çevirmişti. “Lütfen Hanımım...” diye başladığı cümlesini Kiana’nın keskin bir bakışı ile yarım bıraktı. ‘yapamam.’ Kelimesi dudaklarının arkasında can çekişmişti.

“Sen akıllı bir kızsın Daria. Kendin için neyin iyi neyin bir felaket olacağını iyi bilirsin. Sadece dediğimi yap. İstediğim bilgileri getirirsen işin hakkında tekrar düşünebilirim.” diyen Kiana artık pencerenin önünde durmasının manasızlığı ile şöminenin yanındaki koltuğuna kuruldu. “İçeceği bırakıp tepsiyi geri götür.” dedi kızı daha fazla görmeye tahammül edemeyerek.


***
“İsterseniz Efendi Aghon’un söküklerini de dikebilirim.” dedi Daria kendi cüretine kendi de şaşırarak.

Orist’in etli yüzünde küçücük kalan siyah gözleri şaşkınlıkla büyüdü. “Yaveri hallediyordur.” diye mırıldanan adam daha önce hiç düşünmediği bir mevzunun sorulmasından dolayı birkaç saniye afallamıştı.

Daria, adamın dikmek için aldığı kıyafetlerine sıkıca sarılmış masum olmasına özen gösterdiği bir şaşkınlıkla bakıyordu. “Nasıl bilmezsin? Çok yakın değil misiniz?”

Orist, kalın ensesini kaşırken “O farklı, bu farklı.” diye geveledi doğru kelimeleri bulamayarak.

“Farkı anlamadım.” dedi Daria safça. O esnada cesaret isteyen bir hamle ile elini adamın çift el kılıcının kabzasını kavrayan koluna koymuştu. Adamın geniş yanaklarının az da olsa kızardığını görünce mutlulukla gülümsedi. Üç gündür Orist’e yanaşmaya çalışmış fakat her seferinde büyük bir talihsizlikle hep bir engelle karşılaşmıştı. Adamı ancak öğlen barakaların yakınlarında, bir gömleğin üzerine eğilmiş köfte parmaklarının beceriksizce kavradığı iğneyle bir söküğü dikmeye çalışırken, üstelik yalnız yakalamıştı.

“Sen arkadaşlarının, elbiselerini kimin diktiğini biliyor musun?” diye sordu Orist açıklayıcı olduğundan emin bir şekilde göğsünü şişirirken.

“Arkadaşlarımın hepsi dikiş yapabiliyorlar.” diyen Daria ardından kendini tutamamış ve kıkırdamaya başlamıştı. Cadı, Orist'e yanaşmasını söylediğinde kızın hissettiği korku uçup gitmişti. Bu koca adamla konuşmak çok kolaydı.

Orist, utangaçlıkla sadece “O da doğru.” diyebildi ve kıza katılarak gülmeye başladı gür sesi ile.

“Bakın hele, bizim koca adam kendine bir kız bulmuş.” Orist’in karşısından gelerek, ikiliye yanaşan adam, Cadı’nın pencereden Daria’ya gösterdiği diğer kişiydi. Daha görmeden sesini duyan kız adamın kimliğini anlamış ve istemsizce irkilmişti.

“Saçmalama Hasten.” diyen Orist, adamın Daria’ya ilgiyle bakışını yakalayarak kıza döndü. “Hadi sen de işinin başına dön. Cadı’dan benim yüzümden azar işitme.” dedi, iri adamın tüm keyfi kaçmıştı.

 Daria, bakışlarını kucağındaki gömlek yığınından kaldırmadan hafifçe dizini kırarak yanlarından uzaklaştı fakat Hasten’in sesi ve söyledikleri kulağına kadar ulaşmıştı. “Benim alanıma girmek istemezsin değil mi, Orist?”


Daria, bir an önce oradan uzaklaşabilmek için hızlıca yürümüş ve Orist’in Hasten’e ne cevap verdiğini duymamıştı. Adımlarına eşlik eden düşünceleriyle, arka kalenin mutfak kısmına geçerken kendisini beyhude yere teskin etmeye çalışmıştı. Hasten, Orist gibi değildi, kadınların ilgisini çeken yüzü adamla konuştuktan en fazla beş dakika sonra tüm çekiciliğini yitiriyor geride bir tiksinti bırakıyordu.

Mutfağa girdiğinde doğrudan büyük kaleye geçmek için merdivenlere yönelmiş ama aşçının onu görür görmez durdurması ile hazırlaması için kadına tarif ettiği yemekleri unuttuğunu fark etmişti. Cadı’nın iki haftadır kayıplarda olan iştahını harekete geçirebilmek niyetiyle aşçıdan, kadının sevdiğini düşündüğü birkaç yemeği yapmasını istemişti. Yarım saat sonra Cadı’nın sadece çatalıyla ezip karıştırdığı yemekle dolu tepsiyi gerisin geri mutfağa götürürken Aghon’un keskin bakışlarının altında kızarmıştı.

Öğleden sonra at gezintisine çıkan Kiana’nın yokluğunda Daria, tamir ettiği gömlekleri çamaşır odasında yıkayıp gürül gürül yanan sobalarda hızlıca kurutmuştu. Cadı dönmeden en azından gömleklerin bahanesiyle gidip Orist ile konuşabilir böylelikle, her akşam olduğu gibi bu akşam ne yaptığını sorduğunda Cadı’ya söyleyecek bir şeyleri olur, korkuyla ağzında lafları gevelemezdi. Mutfak tarafından çıkıp kalenin arkasındaki ahırlara yöneldi. Orist’i askerlerin kaldığı barınakların arkasındaki talim alanında bulmayı umuyordu. Ahırların içinden geçerken göz önünde olmayacağını varsaymıştı fakat kolunu mengene gibi kavrayan parmakların acısıyla boş bulunup haykırdı.

Boş olan bir bölmeye çekilirken ağzı hızla bir el tarafından kapatılmıştı. "Seke seke nereye gidiyorsun Daria? Orist'i görmeye mi?"

'Hasten!' Daria dehşetle solurken bir kalkan gibi kucakladığı gömlekler kollarından koparılıp yere samanların ve at pisliklerinin arasına fırlatıldı.

"Lütfen..." diye inleyen Daria yalvardı. "Sadece konuştuk, başka bir şey olmadı."

Hasten, gömleklerden birisini yerden alarak burnuna götürdü ve abartılı bir soluk aldı. "Koynunda mı kuruttun bunları sevgili Daria?" diye sordu kıza yaklaşırken.

"Hayır hayır! Hanımım istedi." diye açıklamaya çalışan Daria, başını iki yana sallarken kendisine yaklaşan adama dehşetle bakıyordu. Suratına fırlatılan gömleğin ardından gelen tokat ile yere savrulduğunda küçük bir çığlık ağzından koptu. Başını bölmenin kalın tahtasına çarpmış ardından samanların üzerine yığılmıştı. Hıçkırıklarını bastırmak için eliyle ağzını kapamaya çalışırken kolundan tutularak hoyratça kaldırıldığında bir koruyucu gibi Orist'in gömleğine sıkı sıkı sarıldı.

"Sen benim malımsın, neden anlamak istemiyorsun? Sana kaç kere söyledim ne yaparsam yapayım sesini çıkarmayacaksın diye." Hasten'in tıslayan sesi ensesinden kulaklarına ulaşırken yüz üstü tahtalara yapıştırıldığında ardından geleceklerin bilinciyle yüzünü ellerinin arasındaki gömleğe gömdü. Hasten'in sıklaşan nefeslerinin arasında hıçkırıklarını ellerini dişleyerek bastırmaya çalışıyordu ki bölmenin kapısı hızla savruldu.

Kiana, daha ahıra girmeden Daria'nın her bir hıçkırığını uzaktan duymuş,  yanındakilere aldırmadan iri kara aygırını gazapla bölmeye sürerek atın toynakları altında kapıyı parçalamıştı. Bir an gözü duvara yaslanarak yere yığılan kıza kaydığında gördükleri ile duyularına hücum eden tüm tiksintiyi, nefreti ve öfkeyi kendini toparlamaya çalışan Hasten'e yönlendirdi. "Sen ne cüretle benim olana elini sürersin!" diye kükredi Kiana, tüm ahırı sarsan bir rüzgârın eşliğinde. Kıza dokunmayan uğultulu yel, bölmedeki samanları etrafa saçarken hedefteki Hasten’i hızla karşıdaki duvara çaldı. Rüzgârın gücü hafiflemedi, adamın yüzü ve göğsü tahtalara sürterek tavana doğru yükselirken sadece ağzından birkaç acı haykırış duyuldu, artık ne bir pişmanlık ne de merhamet için yalvarmaya yer vardı.

Arkasından gelen korumalar ahırdan geldikleri gibi uzaklaşırken Cadı'nın sesi neredeyse kalenin önündeki tüm vadiye ulaşmıştı. "Seni burada öldürmek ziyandan öte bir şey değil." Atından inmeye gerek görmedi, eli sanki adamı havada tutan kendi bileğinin gücüymüşçesine gerilirken Kiana önce bölmeden sonra ahırdan çıktı, ardında Hasten'in haykıran sesi geliyordu.

Talim alanına ulaştığında çoktan kılıçlar susmuş mızraklar yere saplanmış ve tüm seçkinliklerine rağmen şövalyeler bile Cadı'nın gazabını izlemek için kenara çekilmişti. Daha az cesur olanlar alanı daha korkaklar ise koşarak kaleyi terk etmişti.

Hasten'in anormal bir açı ile bükülen kolları artık çırpınmayı bırakmıştı. Kiana suda yüzen bir kayık gibi havada süzülerek arkasından gelen adamı talim alanın ortasındaki yere çaldı. Kara saçları, öfkeyle kızarmış yüzünün bir kısmını perde gibi örterken gözlerinin tamamen siyaha döndüğüne yemin edenler çıkacaktı daha sonraları. 

"Benim olana elinizi sürerseniz ne olacağını izleyin, ahmaklar!” diye haykırdı Cadı.

Hasten'in yardım için yalvaran bakışları tüm alanda gezindi, bir an cesaretlenen yürekler Cadı’nın bakışları ile geri çekildi. Çığlıklar gelmeden önce Orist'i ile talim yapan Aghon, öne çıkmak için bir adım atan iri yarı adamı koluyla durdurdu. Kendisine sitemle bakan arkadaşının bakışlarını başıyla işaret ettiği noktaya yönlendirdi. Yüzü kanlar içindeki Daria, ayaklarını sürüyerek ahırdan çıkmış ve hala bırakmadığı gömleği kucaklarken olduğu yere yığılmıştı.

Orist, kıza doğru koşarken Aghon Cadı’nın bakışlarını üzerinde hissetti. Kadının siyah gözleri bir uyarı niteliğinde adamın gözlerini hapsetti ve nefretle bıraktı. Kiana, avucunda beliren üç kara taşı rüzgârı arkasına katarak, ateş ile yanarak Hasten’e doğru saldı ve kırık kolları ile ayağa kalkmaya çalışan adamı kıskıvrak yakaladı. Her şey o kadar hızlı vuku bulmuştu ki Kiana, atını geri ahırlara sürdüğünde Hasten’den geriye sadece rüzgârla savrulan küller kalmıştı. Orist’in kucakladığı kızın etrafında atını dizginlemek için bir tur attıktan sonra Cadı, adamın kederli bakışlarına aldırmadan kollarından aldığı Daria’yı eyerinin önüne yerleştirdi ve ardına bakmadan kalenin arka kapısında kayboldu.
Başlık: Ynt: Cadı
Gönderen: Berweuli - 10 Haziran 2016, 15:16:11
Öğlen gezintisi sırasında keşfettiği terk edilmiş kulübeye vardıklarında Kiana ve hala baygın bir şekilde önünde oturan Daria iliklerine kadar ıslanmışlardı. Kulübe, Uyvar Kalesi’nin güneyinde, Sedar ordusundan çok uzakta, kuzeyden inen düşmanın korkusunu hissetmeden çok önce sahipleri tarafından terk edilmişti. Gelen geçen tarafından pek de iltifat görmemiş birkaç parça kırık dökük eşyaya sahip olmasına rağmen Kiana onu minnetle kabul etmişti. Çatısı akmayan hele ki bacası tüten bir yeri bu kadar kısa sürede isteseler de bulamazlardı.

Daria, odadaki tek pencerenin önündeki eski divanda şimdi derin bir uykudaydı. Kiana, diğer odada bulduğu battaniye işlevi görebilecek kalın bir örtüyü kirli olmasına aldırmadan ıslak giysilerinden kurtardığı kızın üzerine yığmıştı.  Onu alıp götürürken başından geçenlerden sonra kalede uyanmak istemeyeceğini düşünmüştü. Nefret edip korktuğu Cadı’yı başında bulmasının ne kadar rahatlatıcı olacağı aklına düşünce alayla gülümsedi.

Biraz etrafı karıştırdıktan sonra arka odaya istiflenen odunları bulan kadın, kulübenin pek boş bırakılan bir yer olmadığını, avcıların ara sıra burayı kullandıkları keşfetti. Eğer avcıların bu gece de böyle bir planları var ise iki kere düşünmeleri gerekecekti. Ocağa yığdığı odunlar gürül gürül yanarken bacağı aksayan bir sandalyeye kızın giysilerini serdi, kendi giysilerini ise yere yaydı. Islak bir kedi gibi hissederek sarıldığı bulduğu çarşaftan bozma yünlü kumaş ile ocağın yanına çektiği başka bir sandalyeye kuruldu.

Daria, çakan bir şimşeğin ardından pencereyi sarsan gök gürültüsü ile uyandığında Kiana yarım saattir yerinden kımıldamamıştı. Kız, ocağın yanında oturan kadının ateşin ışığı ile aydınlanan yüzünü tanıdığında acele ile doğrulmaya çalışırken son anda fark ettiği çıplaklığını kaymadan önce yakaladığı örtü ile kapadı. Cadı’nın kendisine dönen bakışlarının altında titrerken örtülerin üzerinde kalmasına dikkat ediyordu. Berelenmiş alnına doğru yükselen kaşlarının altında bir gözü morarmış ve kapanmıştı. Ne kadar kırılgan göründüğünün farkında değildi.

Birisi korkudan diğeri sıkışıp kaldığı bu durumda ne diyeceğini bilemediğinden birkaç dakika boyunca kıpırdamadan birbirlerini süzdüler. Kiana’nın kalkıp divana yaklaşması ile donup kalmış bu an da bozuldu.

Cadı’nın eli alnını yokladığında Daria örtülerin arasına biraz daha sinmiş, buz gibi bir el beklerken karşılaşmayı ummadığı sıcaklık ile şaşırmıştı. Oysaki nerde olursa olsun ateşin sönmesine tahammülü olmayan, her zaman kat kat giyinen Cadı’nın ellerinin buz gibi olmasını beklemişti.

“Ateşin yok.” diyen Kiana, Daria’nın şaşkınlığından yararlanarak elini kumaşın altından kızın karnına bastırdı ve gözlerini kapatarak kızın duyamadığı sözler mırıldandı.  Daria kısa bir süre için dahi olsa nefes almaya cesaret edememişti. Kiana, gözlerini açtığında kısaca “Şükret, hamile değilsin.” dedi. Elini kızın karnından çektiğinde de sözlerinin rahatlatıcı olduğundan emin bir şekilde ekledi. “Olsaydın da bir yolunu bulurduk.”

Sessizliğini koruyan Daria’nın gözlerinin dehşetle büyümesini yanlış anlayarak “Ne yani, o herifin piçini doğurmayı mı tercih ederdin?” diye kızı azarladı.

“Ben…” diye mırıldanan Daria devam edemeyerek bakışlarını kucağındaki ellerine indirdi. “Muhtemelen.” Kelimeyi ağzında gevelediği esnada gürleyen bir şimşek ile daha fazla devam etmekten kurtulmuştu.

“Saf mısın, yoksa aptal mı?” diye parlayan Kiana, kızın dudaklarının titremeye başladığını fark edince ne yapacağını bilemeyerek ellerini saçlarına geçirdi. Divanın önündeki birkaç adımlık alanı turlarken “Neyse bunları düşünmenin ve konuşmanın artık bir manası yok.” dedi konuyu geçiştirerek, sanki kendi kendine konuşurmuşçasına. Yataktan geriye çekilerek kızın biraz nefes almasını sağladığını umarken hafif hıçkırıklar ile tekrar geriye döndü. Ağlayan kızı nasıl teskin edeceğini bilemeyerek yatağın yanında birkaç dakika dikildi. “O şerefsiz öldü, korkma artık.” dedi sanki sözleri kötü olan her şeyin yok olması için yeterliymiş gibi.

“Bir başkası olacak, onun ölmesi çözüm değil ki.” dedi Daria hıçkırıkları arasında.

“Artık sana ellerini süremeyeceklerini biliyorlar. Hele ki ben yanındayken bu imkânsız.” dedi Kiana kızı beceriksizce rahatlatmaya çalışırken.

“Ama…” diye dudakları kıpırdayan Daria, Cadı’nın bezginlikle çatılan kaşlarını görünce sustu.

Kiana, iki duvar arasında attığı adımlarına geri dönerken elleri ile açıkta kalan kollarını ovuşturuyordu. Koltukaltlarından geçirdiği kumaş göğüslerini örterken ayak bileklerine ancak iniyordu. Çıplak ayakları neredeyse kulübenin zeminindeki bütün tozları süpürmüştü. “Bana daha en baştan söyleseydin, iş bu raddeye gelmez, o herifin işini sessizce hallederdim.”

Daria, Cadı’nın keyifsiz yüzüne bakarken kadındaki değişimi dehşetle izliyordu. “Korktum.”  diye mırıldandı.

“Sana artık kimseden korkmana gerek yok diyorum.” Kiana, bir an dönerek kızı öfkeyle süzdü.

“Sizden korktum.” diye itiraf etti sonunda Daria.

Yüzüne açık açık söylenen gerçekle kısa bir an bocalayan Kiana, duygularını saklamak için adımlamalarına geri dönerken mırıldandı. “Sandığım kadar aptal değilmişsin.”

“Herkes korkuyor.” diye atıldı Daria. “Seyisinden, şövalyesine kadar herkesin yanlarından geçtiğinizde ödleri patlıyor. Aşçı bile sizin için istediğim yemekleri, sinirleneceğiniz bir şey çıkacak diye kendisi yapıyordu.”

Kiana durarak kızın karşısında dikildi. İlk defa gözlerini kaçırmadan dik dik bakan kızın yüzüne doğru eğildi. “Yemeklerimi özel olarak sen mi yaptırıyordun?”

“Son zamanlarda iştahınız yoktu.” Daria yanaklarında kurumaya başlayan yaşları elinin tersi ile silerken yerlerini kırmızılıklara bırakmıştı. “Düşündüm ki… Zayıflamaya başladınız. Ben de sevdiğiniz yemekler olursa iştahınız yerine gelir diye ummuştum.” Kız, cesaretini kaybetmekten korkarak cümlelerini ardı ardına eklemişti.

“Benden korktuğundan mı sağlıma olan bu ilgin?” Kiana, yürüyüşüne dönmek yerine ocağın karşısındaki sandalyeye çökerken başını eğerek gülümsemesini kızdan sakladı.

“Endişelendim. Sizden ben sorumluyum. En azından efendi Aghon, size dikkat etmemi istemişti.” Son söylediklerinin anlamını fark ettiğinde Daria telaşla eliyle ağzını kapadı.

Kiana hızlıca omzunun üzerinden kıza baktığında saklanması istenilen sözlerin istemsizce ortaya döküldüğünü anlamıştı. “Ben Aghon’u araştırmanı isterken o da beni mi gözlüyordu?”

“Hayır, hayır! Öyle değil. Sadece iyi olduğunuzdan emin olmak istiyor.” Cadı’nın kaşlarından birinin kuşkuyla kalktığını görünce Daria telaşla ekledi. “Sizden korkmayan tek kişi o sanırım.”

Konunun üzerine gitmek yerine sandalyeye kurulan Kiana “Sabah kaleye döneriz. Şimdi dinlenmeye bak.” dedi itiraz kabul etmez bir şekilde. Aklına gelen bir düşünce ile bedenini yavaşça kıza döndürdü. Parmaklarını büyü yapıyormuşçasına oynatırken “Uyuyamazsan söylemen yeterli, hemen hallederim.” dedi.

 Daria, Cadı’nın latifesine gülmek yerine çenesine kadar çektiği örtünün altına kayarken “Gerek yok.” dedi aceleyle. “Zaten, kolay uyurum.”

Kiana, kızın gözleri kapanırken gülümsedi, en azından sızlanmaları artık kesilmişti. Sandalyesine kurulmadan önce ateşe birkaç odun daha attı. Kızın söylediklerini zihninin gerilerine iterken yarın olacakları zamanı geldiğinde düşünecekti.

***

Kiana’nın uykusu çok hafifti, bir de sandalyede uyurken başının önünde her düşüşünde irkilerek sıçrıyordu. Bu yüzden, yağmurun ve gök gürültüsünün yokluğunda, kulübenin önüne gelen atlıların sesleri tavşan uykusu kolayca bölmüştü. Adamların kulübede birilerinin olduğuna dair konuşmalarını kımıldamadan, sessizce dinledi. Yaptığı illüzyon ile kulübeyi bir taş yığını ile yer değiştirmiş olmasına rağmen bulunmuşlardı, hem de Aghon tarafından. Adamın o kalın ve kendinden emin sesini bir mil öteden bile olsa tanıyabilirdi. Adamların içeri girmesini engellemek için kapıyı kilitlemeye gerek duymadan gelmelerini bekledi.

Kulübenin kapısı yılların küfü yüzünden gıcırdayarak açılırken Aghon, başını eğerek içeriye girdi. Bakışlarını, divandaki kıpırtısız bedenden çekerek odada gezdirdi. Cadı’nın  gözleri ocağın ateşinden midir bilinmez loş odada zeytin taneleri gibi parlıyordu. Adamın bakışları kısa bir an kadının üzerinde dolandı; sarındığı eski örtü ince boynu ile omzunu gözler önüne sererken kadının gün geçtikçe zayıflayan bedeni yolunda gitmeyen bir şeylerin habercisiydi sanki.

Fark ettikleri ile kaşları çatılan Aghon, bakışlarını tekrar divandaki kıza çevirip “İyi mi?” diye sordu sesini kısarak.

“Ne kadar iyi olabilirse o kadar iyi.” diye homurdandı Kiana. Eğildi, çıplak ayaklarının dibindeki odun yığınından büyük bir parçayı sönmeye yüz tutan korların üzerine attı. Hızla alazlanan ateşin çıtırtıları arasında kadının “Seni Bendol mü gönderdi?” diye soran sesi duyuldu.

Aghon, pelerinini çıkarıp kadının omuzlarına bırakırken, “Bendol’ün haberi olduğunda ben çoktan kaleden ayrılmıştım.” dedi.

Adam etrafa saçılmış kıyafetleri kontrol etmek için eğildiğinde, Kiana önündeki sarışın başın üzerinden “İki çaresiz kadının peşinden gelen bir şövalye.” diye mırıldanarak alayla gülümsedi.

“Şövalyeden çok bir anneye ihtiyacınız varmış gibi görünüyor.” Başını kaldırdığında kadının gözlerinde yanıp sönen ateş ile somurttu. “Ama elinizdeki sadece benim Kiana. Bununla mutlu olsan iyi edersin.”

Kiana yüzünü buruştururken “Kâfi değil.” diye mırıldandı belli belirsiz.

“Kıyafetleriniz kurumuş. Daria iyiyse kaleye dönmek en iyisi.” Aghon, Cadı’yı duyduysa bile yorum yapmamıştı.  “Sandalyenin tepesinde sabahlamayı istiyorsan ayrı, elbette.”

“Oraya dönmek istemiyorum.” diye itiraf eden Kiana, “Daria’nın da istemediğinden eminim.” dedi kızın uyuduğu divana karamsarca bakarken.

“Neden divana Daria’nın yanına yatmıyorsun?” Aghon, itiraz etmesini önlemek için Kiana’yı omuzlarından kavrayarak ayağa kaldırırken kadının uysallığı karşısında mırıldandı. “Orist ve Ikar da burada, dışarıda. Ben de buradayım, yeterli olmasam da. Rahatça uyuyabilirsiniz.”

Kiana, adamın kendisini yönlendirmesine izin verirken “Neden olmasın?” dedi uykulu bir sesle.

“Uslu kız.” diye fısıldayan Aghon, divana tırmanan Kiana’nın üzerine pelerini serdi. Uzun boylu kadının bedeni Daria doğru kıvrılırken adam neşesiz bir şekilde gülümsedi. “Sabah kalktığında bu halini özleyeceğim.” diye mırıldandı kadının duymadığını düşünerek.
Başlık: Ynt: Cadı
Gönderen: LiquidRainbow - 17 Haziran 2016, 00:25:41
Merhaba,
Tek seferde tüm bölümleri okudum. Oldukça hoş ilerlerliyor. Eleştirebileceğim bir şey yok zira sen benden daha tecrubelisin. Devamını merakla bekliyorum. :)
Başlık: Ynt: Cadı
Gönderen: Berweuli - 17 Haziran 2016, 16:29:46
Teşekkür ederim LiquidRainbow, okunup bir de beğenildiğini bilmek güzel :) Bölmem mümkün olmadığından uzun bir bölüm gönderiyorum umarım aynı keyfi alırsınız. :)



Kulübeden döndüklerinde Kiana sabahın erken bir saati olmasına rağmen ayakta olan askerlerin ve kaledeki hizmetlilerin sessiz bakışları arasında kaleye girdiğinde ilk işi Daria’yı kendisine yakın bir odaya yerleştirmek olmuştu. Tahmin ettiği gibi çok beklemesine gerek kalmadan General Bendol’ün çağrısı ile adamı büyük kalenin en geniş odasına kurulmuş olarak bulmuş ve tartışmalarının tüm kalede yankılanması için Kiana elinden geleni yapmıştı. Madem tüm kale generallerine Cadı'yı şikâyet etmişti, o da onları daha da sindirmek için işe önce General Bendol’e kafa tutmakla başlamıştı. Fakat davranışlarının sonucunun böyle olacağını bilseydi o sabah aynı şekilde davranır mıydı, Kiana emin değildi.

At gezintilerine son verdiği gibi odasından da çıkmayan Kiana, o geceden sonra Aghon’u çok az görmüştü. Dört gün boyunca sadece bir akşam, şövalyelerin ve Aghon'un da katıldığı bir akşam yemeği için aşağıya inmişti. Zedana’nın batı sınırdaki küçük bir yerleşim olan Maragal’ın kıt akıllı Şefi’nin General nezdinde Sedar Kralı Mickal’a sadakatini sunmasını alayla izlemişti. Şef’in pişkin bakışlarına Kiana’nın cevabı adamı küçük gören bir umursamazlık olmuştu.

Daria’nın hatırı için bir şeyler yemeğe çalışsa da Kiana'nın kimse için uyku ile barışmaya niyeti yoktu. Hele ki bu akşam, rüzgâr pencereleri döverken kendisi de odasının döşemelerini eskitmekle meşguldü. Bir işaret ver, diye zihninde kelimeleri evirip çevirirken avucunun içinden koluna doğru yayılan ani bir acı ile olduğu yerde kaldı. Beklediği kesinlikle bu değildi; eline baktığında acıya sebep gösterebileceği hiçbir emare bulamasa da kaynağını çok iyi biliyordu. Kısa bir an sonra kolunu boydan boya kesen görünmeyen bir bıçağın izini sürerken “Mickal!” diye acıyla fısıldadı.

Bendol’e kafa tutmasının bedelini Mickal ona bu şekil de mi ödetecekti? Aklını dağlayan düşüncelerinin arasında odasını hızla terk etti. Vaktin geç olmasına rağmen koridorlarda karşılaştığı birkaç hizmetçinin önünden fırtına gibi geçerek iki kuleyi birbirine bağlayan taştan köprüye açılan kapının önünde buldu kendisini. Sırtını yol yol kesen bıçakların keskin acısı, koridorlar boyunca peşini bırakmamıştı. Şimdi ise rüzgârın cirit attığı taş köprünün kavisli ortasına ulaştığında Kiana, iki büklüm kıvrılarak inledi; karnında etini dağlayan görünmeyen sıcak metal nefesini kesmişti.

Taştan korkuluklara tutunarak zorlukla doğrulurken “Rüzgârın efendisi! Benim aciz kulun Kiana. Kapına dayanan bu köleni geri çevirme.” diye fısıldadı gökyüzüne. Konuştukça acıya direnci arttı, sesi daha bir melodik olarak karıştı hırçın esintilere. “Eceme duyur sesimi ki beni yalnız bırakmadığını bileyim.” Cadı’nın saçları yüzünü döverken elbisesi uzun boylu bedenin etrafına şefkatle dolandı.

Sonunda arzuladığı o sesi rüzgâr uzaklardan, kuzeyden alıp kulaklarına eriştirdi. “Sevgili Kiana!” dedi bir ses sahte bir şefkatle. 

 “Ecem.” dedi Kiana rahat bir nefes alarak. Bedenindeki acılar bir solup bir kaybolurken mırıldandı. “Mickal’a engel ol.” diyebildi sadece.

Birkaç dakika köprüde havanın uğultusundan başka bir ses duyulmadı. “Ne oldu Kiana?” diyen kadının rüzgârlı sesi, Ece’sinin onu terk ettiğini düşünen Kiana'ya rahat bir nefes aldırdı.

“Mickal, Kieran’a işkence yapıyor. Lütfen durdur onu.” diye Kiana yalvardı kraliçesine. “Kardeşime eziyet ediyor.”

“Endişelenme." Kadının sesi bir yükselip bir dağılırken Kiana en son “… Sevgili Cadı’m.” Kelimelerini yakalamıştı.

Kiana ellerini dayadığı taş korkulukların üzerine doğru eğilirken nefesini kontrol etmeye çalışıyordu. Kardeşi ile arasındaki bağa ulaşmayı denediğinde az önceki acıdan geriye kalan soluk izlerden başka bir şey bulamadı. Bendol, bir adamını öldürerek askerleri korkuttuğunu ve generalin karşısında sergilediği eğilmez tavrı Mickal’e yetiştirmiş olmalıydı ki o da Kiana’ya olan hıncını elinde tuttuğu kardeşinden çıkaracak kadar ileri gitmişti işte. Mickal'ın kardeşine eziyet etmekten öteye gidemeyeceğini onu öldüremeyeceğini biliyordu çünkü Kiana’ya istediklerini yaptırabilmesi için Kieran'ın hayatta olması gerekiyordu. Kieran yoksa Cadı da yoktu. Güneyi fethetme planlarında bu raddeye gelmişken Cadı’sız bir Sedar ordusunun, sayıca az ama vatanlarını savundukları için güçlü Zedana karşısında hiçbir şansı yoktu.

“Kiana? İyi misin?”

Kiana, ismini söyleyen boğuk ses ile rüzgâra karşı başını kaldırırken Aghon çoktan yanına gelmişti. Elini karnına bastırarak derin bir soluk alan kadın, adamın ne zamandır orada olduğunu merak etti. Bakışlarını endişeli kahverengi gözlere çevirirken bu gece yüzündeki tüm ifadeleri temizlemekte zorlandığını hissediyordu.

“İyiyim.” dedi Kiana, gerçekleri arasına katarak eliyle saçlarını arkaya attı. “Temiz hava almak istedim sadece.”

Bir kaşı şüpheyle yükselen Aghon “Pelerinsiz mi? Buna inanmamı bekleme.” dedi kuşkularını açık ederek.

Kiana adamın yanından geçip gitmek için hareketlenirken “Neye inandığın umurumda değil.” dedi düz bir sesle. Fakat atabildiği bir kaç adımın sonunda karnında beliren yeni bir sancı ile adamın önünde iki büklüm kıvrıldı. Acı nidasını dişlerinin berisinde tutmaya çalışırken endişe ile yanına eğilen omuzlara ellerini gömdü.

Çektiği ızdırapla eğilmiş Cadı’nın solgun dudaklarından çıkacak bir söz bekleyen Aghon, kadının omzunun üzerinden köprünün diğer ucunda bir kıpırtı yakaladığında ayağa kalkarak Kiana’yı şaşkınlığa boğan bir hızla arkasına aldı. Ayakta durabilmek için önünde geçit vermez bir duvar gibi dikilen adamın sırtına yaslanan Kiana, köprünün diğer ucunda gölgelerin arasında bir kaybolup bir görünen ince bir siluetin fütursuzca tamamen ortaya çıkışını izledi. Cadı'yı nefretle süzen siyahlar içindeki kadın sanki biraz sonra olacakların failinin maktul tarafından bilinmesini istercesine onu gafil avlamanın avantajından çoktan vaz geçmiş görünüyordu.

Kiana bir yandan Mickal'in işkencesine dayanmaya çalışırken kadınla yüzleşebilmek için adamın geniş gövdesinin arkasından çıkmaya çalıştığında baş edemeyeceği bir direnişle karşılaştı. Aghon'un görevinin Mickal'in Cadısı’nı korumak olduğunu bilmesine rağmen hayatı pahasına önüne geçilmesi karşısında ne hissedeceğini kestiremiyordu. O anda kadından korkmak aklına gelmezken Aghon'un varlığı Cadı'yı daha fazla dehşete düşürüyordu.

Yabancı kadın olduğu yerde ellerini önünde ve başının üzerinde oynatarak sessiz bir oyun sergilerken avucundan fırlayan metaller rüzgâra muhalefet ederek Kiana ve Aghon'a doğru hücuma geçti.

Gördükleri karşısında “Kadın bir Kam!” diye fısıldayan Kiana, şaşkınlıkla soludu.

Metaller etraflarında bir kaç tur atarak sızacak bir gedik ararken Aghon "Merak etme. Arkamda kalmaya devam et." dedi kendinden fazla emin bir şekilde.

Kadın yeni bir seri harekete başlarken metallerinin işe yaramamasına duyduğu öfkesi karanlığa rağmen gözle görülecek kadar yüzüne yansımıştı.

Kiana son acı dalgası ile bayılmadan önce "Onların uzun zamandır saklandıklarını sanıyordum." diye mırıldandı.

Aghon omuzlarından kayan ellerin, arkasında yere yığılan bedenin farkındaydı fakat Kiana ile ilgilenmek yerine bir kaç adım atarak öne çıktı.

"Cadı ile arama girme, insan." diye tehdit eden kadın da bir kaç adımla köprünün üzerindeydi artık.

"Onu sana asla vermem!" dedi Aghon. Bir dilsiz ile konuşurmuş gibi iri elleri seri bir kaç hareketi ortaya serdi.

Kadın ne olduğunu anlayamadan göğsüne hücum eden suyun darbesi ile arkasındaki taştan duvara savruldu. Az önce onun bir Kam olduğunu anlayan Kiana'nın şaşkınlığını aratmayan bir şok ile doğrulmaya çalışırken "Seni hain! Kendi ırkına ihanet edip bir Cadı'yı mı koruyorsun?" diye sordu.  Elleri öfkeli şekiller çizerken köprünün taşları sallanmaya başlamıştı.

Aghon "Seni kaleye kim soktu?" diye sordu kadına cevap vermek yerine. Hem yürüyor hem de elleri kadınınkiler kadar hızlı hareket ediyordu.

Üzerine gelen buzdan parçalar büyüsünü tamamlamasına engel olacak şekilde hançerler gibi saldırmaya başladığında bir Kam ile hem de gücü azımsanmayacak birisi ile karşılaşmayı beklemeyen kadın, çareyi kaçmakta buldu. Gittikçe yaklaşan adamdan kurtulmak için hızla köprünün korkuluklarına zıpladı, oradan da kendisini metrelerce aşağıya bıraktı. Aghon hızla korkuluklara abandı. Kadın avuçlarını duvara vermiş sanki görünmez bir kızakla kulenin duvarlarından aşağıya kayıyormuş gibi kolayca yere indiğinde kısa bir an yukarıya, adama baktı ve hızla kalenin arkasına dolanarak karanlığın içinde kayboldu.

Aghon, suikastçıyı takip etmek yerine Kiana'nın yanına koştu. Hala baygın olan Cadı'yı kucakladığında kadının nasıl olup da toprak üzerinde bir yer kapladığına hayret etti. Köprünün sonundaki geldikleri kapıyı omzu ile itip koridorları arşınlarken sonunda Kiana'nın gözleri aralanmıştı.

"Kadın?" diye soran Kiana bir an neden Aghon'un kucağında olduğunu anlayamadı. Doğrulmaya çalışırken adamın onu göğsüne bastıran kollarına direnmek yerine kendisini bıraktı. Bıraktı ki hayatında bir kez olsun birisi onun için endişelensin, kısa bir an için de olsa yükünü sırtlansın. Direnmedi ki gücünü yeniden topladığında savaşmaya dermanı olsun ve kardeşi için devam edebilsin.

"Kaçtı." dedi Aghon kısaca.

Kiana "O bir Kam'dı." diye keşfini tekrarladı. Başını adamın omzuna yerleştirmek için oynatırken Aghon'un nefesini tuttuğunu fark etmedi.

"Yüz yıllardır görülmediklerini sanıyordum." dedi Aghon sırf konuşmuş olmak için.

"Cadılar onları güneye sürdüklerinden beri." diyerek adamı doğruladı Kiana.

Altında hareket eden adımlar yavaşlayıp kısa bir süre sonra durduğunda Kiana Aghon'un neden yürümediğini anlamak için başını kaldırdı. Fakat adamın gözlerinden taşan duyguların yoğunluğuna hazırlıklı değildi. Neden durduğunu sormak için aralanan dudaklarından dökülecek kelimelerin yolunu tıkayan Aghon dudakları oldu. Kadının itiraz etmediğini hisseden Aghon, öpüşünü daha da derinleştirirken merdivenlerin başına gelmişti. Dudaklarını çekerken Kiana'nın sonuna kadar açılmış kara gözlerine baktı.

Aghon gördüğü heyecanlı pırıltıları yanlış anlayarak "Hasten'e yaptığın gibi beni de kızartacak mısın?" diye alayla sordu.

"Denemiştim, unuttun mu? Ama sen de işe yaramamıştı." diye mırıldanan Kiana bakışlarını aşağıya indirerek adamdan kaçırdı. "Kim olduğunu söyleyecek misin?"

"Belki bir gün." diye mırıldanan Aghon, merdivenlerden inerek Kiana'yı odasının önüne kadar tek kelime etmeden taşıdı.

Kiana içeri girmeden kısa bir an kapısının karşısında dikilen Aghon'un neden durduğuna anlam veremezken tekrar bakışlarını adama kaldırdı. Meşalelerin ışığında daha canlı görünen saçları alnının çoğunu kaplarken çatık kaşlarını örtmeye yetmiyordu. Düzeltmek için elini sarı perçemlerin arasından kaşlarına doğru kaldırdı fakat o kahverengi gözlerdeki tereddüdü hissedince parmakları yavaşça adamın yanaklarına kaydı.

Kiana o gözlerdeki soruyu biliyordu, çenesini yukarıya kaldırarak adamın dudaklarına uzandı. Aghon, aldığı sözsüz ama daha etkili cevabı, şefkat ve arzuyla karışık öpücüğü ile kadına iade ederken Cadı'nın kapısını dirseği ile açtı. Geceyi, köprü üstünde yaşananları Kiana'nın bir Cadı kendisinin ise bir Kam olmasını, bu gerçeği yüzüne vuran suikastçı kadını arkada bırakırken sadece önüne bakma arzusu ile içeri girdi.
Başlık: Ynt: Cadı
Gönderen: Berweuli - 29 Haziran 2016, 08:59:37
Beline dolanmış ağır kolun karnındaki baskısı ile uyanan Kiana, daha gözlerini açmadan dün gecenin görüntüleri zihnine üşüşürken huzursuzca kıpırdandı. Hala yanında uyuyan Aghon’u fark ederek bir süre nefes alamaya dahi çekindi. Perdeler kapalı olmasına rağmen içeri sızan güneşle oda aydınlıktı, dışarıdan gelen sesleri de dikkate aldığında vaktin hayli ilerlemiş olduğunu anladı.  Sırtı üstü uzanırken gözlerini yavaşça açtı ve yanını kontrol etti. Yüzüstü uyuyan adamın belden yukarısı yorganın dışındaydı, her soluğu yüzüne yayılan saçlarını oynatıyordu. Kiana yatmaya devam ettikçe karamsarlığa daha fazla gömüldüğünü hissediyordu. Onunla yüz yüze gelmek şuanda, hele ki yatakta isteyeceği en son şeydi. ‘Ne diyecekti, olanlar bir hataydı mı yoksa çok eğlendim arada uğra mı?’

Uyandığında en azından yatakta olmamalıydı. Aghon’un kolunu üzerinden yavaşça kaldırırken adamın dağılmış saçları arasından görünen yüzünü kontrol etti. Gözlerinin açılıp da bir gece öncesinde o kahverengi gözlerde gördüğü ateşle karşılaşmaktan korkuyordu.

Sonunda Kiana adamı uyandırmaksızın, yataktan kalktı. Sandalyedeki kalın sabahlığını üzerine geçirip, geniş eteklerini ve uzun kollarını kendisi ile birlikte sürükleyerek pencerenin perdelerini temkinle araladı. Askerler ve hizmetliler günlük telaşeleri ile kalenin meydanında koşturuyorlardı. Kapı tıklatılmadan açıldığında perdeyi aynı hızla örterek arkasına döndü.

Taşıdığı ağır kahvaltı tepsisinden dolayı sırtı bükülmüş olan Daria sırtı dönük olarak odaya girdi. Genç kız tam ağzını açıp günaydın diyerek hanımını uyandırmaya niyetlenmişti ki, Cadı’nın geniş yatağına yayılmış yüzüstü uyuyan bir adam görünce olduğu yerde kaldı. Ağzı bir karış açık etrafını incelerken yanlış odaya geldiğini düşünüyordu ki Kiana’nın dün gece giydiği elbisesini yatağın yanında yerde görünce bakışları tekrar yataktaki yarı çıplak adama kaydı. Pencere önündeki kıpırtı ile dikkati dağılan Daria, Kiana’yı her an kendisini kapı dışarı edecekmiş gibi kaşları çatılmış bulunca telaşla doğruldu.

Gördükleri karşısında utanarak kızaran kız, artık iyice ağırlaşan tepsiyi masaya bırakmak için yöneldiğinde arkasından gelen kalın ses ile zınk diye durdu ama geriye dönüp de Aghon’a bakamadı.

“Benim kahvaltımı da buraya getirir misin, Daria?”

Daria “Elbette efendim.” derken, Kiana’ya kısa bir bakış attı.

Cadı, omzunu silkip pencerenin pervazına oturarak uzun bacaklarını öne uzatırken kollarını göğsünün üzerinde kavuşturdu. Daria, gülümsemesini saklamaya çalıştığı için odadan tuhaf bir yüzle çıkarken Kiana tıpkı Aghon gibi gözlerini kaçırmadan adama bakıyordu.

Kapanan kapı ile üzerindeki örtülerden kurtulan Aghon çıplaklığından utanmadan yataktan kalktı. Pantolonunu dağınık kıyafetlerin arasında ararken “Bakire kızlar gibi odadan kaçmadığına sevindim.” dedi alayla.

“Fark ettiysen burası benim odam.” dedi Kiana, bulduğu pantolonunu giyen Aghon’a aynı alaycı tonla.

Oda uzun süredir yanmayan ocak nedeniyle soğuk olmasına rağmen Aghon, üzerine gömleğini giymeye gerek duymadan gelip Kiana’nın önünde durarak kadına yukarıdan gülümseyerek baktı. “Kavga etmek niyetindesin ama başaramayacaksın.” dedi ve kadını kollarından tutarak ayağa kaldırdı.

Aghon öpmek için eğildiğinde Kiana parmaklarının ucu ile adamın dudaklarına hızlı bir set çekti. "Kavga etmek niyetinde değilim." derken gevşek kolların arasından sıyrılarak masaya doğru ilerledi. Kurutulmuş meyvelerden birini alarak ısırdı ve bıraktığı yerde, gözlerini kısarak kendisini izleyen adama döndü. "Ama bir sevgiliye de ihtiyacım yok." dedi.

Ne düşündüğü anlaşılmayan gözlerle Kiana'nın önüne gelen Aghon, kadının elindeki yarısı yenmiş kuru meyveyi alarak ağzına attı. "Kolay kolay pes etmem Kiana."

Adam, kadının geçit vermeyen siyah gözlerindeki iradeyi nasıl kıracağını, Cadı ise adamın kararlılıkla parlayan gözlerindeki ateşten nasıl kurtulacağını planlarken kısa bir an aralarında asılı kalan sessizlik kapının çalınması ile bozuldu. Daria bu sefer üçüncü bir gözün şahit olması uygun olmayan bir durumla karşılaşmamak için dışarıda bekliyordu.

Kiana'nın içeri gelmesini söylemesinin ardından ağır bir tepsiyle daha içeri girdi. Kiana ensesini ovalayarak odada yürürken Aghon yarı çıplak bir şekilde Cadı'nın kahvaltısına başlamıştı bile.

"Pastırma bile koymuşsun." Daria'nın bıraktığı tepsiyi kontrol eden Aghon, kıza göz kırptı.

"Sizin için Orist hazırladı, efendim." diyen Daria kızararak gülümsedi.

"Daria!" Kiana'nın bağırması ile Aghon kaşlarına çatarak, Daria endişe ile Cadı'ya dönmüştü. Onun burada olduğunu unutarak aralarında konuşmalarına mı yoksa başka bir şeye mi kızdığı anlaşılmıyordu. "Aghon'un odamda olduğunu tüm kaleye ilan etseydin."

"Özür dilerim, düşünemedim." diyen Daria'nın yüzünde eskilerden kalma korkuyu gören Kiana, sözlerinden çoktan pişman olsa da Aghon'un yanında geri adım atamazdı.

"Orist'ten laf çıkmaz." dedi Aghon ve kıza başıyla çıkmasını işaret etti. Daria'nın üzgün yüzünün ardından kapanan kapı ile genç adam kaşlarını çatarak Kiana'ya döndü.  "Senin hakkında ne düşündüklerini umursamadığını sanıyordum?"

'Bendol'ün öğrenmesini istemiyorum.' diyemedi Kiana. ‘Bendol öğrenirse Mickal öğrenirdi. Mickal Aghon'u öğrenirse, onu da kardeşi gibi kendisine karşı kullanırdı? Kullanırsa umurunda olur muydu?’ Kiana sorular kafasına üşüştüğünde pencerenin önünde durarak kapalı perdeleri boş boş izledi. Aghon'a zarar gelse ne hissederdi? Üzülür müydü? Kalbinin sıkıştığını hissederek sol yanını avuçladı, başı göğsüne düştü bir an.

"Çık dışarı." dedi Kiana. İlk anda sesi normal çıkarken başını kaldırdığında "Çık dışarı!" diyerek sesini yükseltmişti.

Yeni gelen tepsiye dokunmak yerine masaya yaslanmış kadını izleyen Aghon, eşyalarını toplamak için eğilip kalkan Kiana'yı sakin bir şekilde takip etti. İş kılıcına geldiğinde bir an tereddüt eden kadın kabzasından tutmak yerine kını kavradı ve tüm eşyaları ile birlikte adamın göğsüne sertçe bıraktı.

Aghon'un sorarcasına bir kaşı kalkarken Kiana, sahiplenilmeyen eşyaları bırakarak adamın ayaklarının dibine düşmesine izin verdi.

"Kimin ne dediği umurumda değil çünkü bir daha böyle bir şey olmayacak." dedi kapıyı işaret ederek.

Hiçbir şey söylemeyen Aghon, Kiana’yı kollarından yakalayarak bir adımda kadınla yer değiştirdi. Şimdi Kiana bacaklarına baskı yapan masanın kenarına tutunarak adamın karşısında dik durmaya çalışıyordu.

Cadı sıkıştığı durumdan kurutulmak için herhangi bir büyü yapmaya yeltenmedi. En son bunu denediğinde işe yaramadığını bildiğinden sadece Aghon’un bakışlarının karşısında buzdan bir heykel gibi dikiliyordu.

“Kuzey’de takıldığın oğlanlara benzemem, Kiana. Kolay kolay da pes etmem.” dedi Aghon öfkeyle.

“Daha ne istiyorsun, Aghon?” diye sordu Kiana, alayla.

“Zamanı gelince öğrenirsin. Belli ki hazır değilsin.” diyen Aghon, Kiana’nın kollarını bıraktı hırsla. Ayaklarının dibindeki eşyalarını toplayıp kadının karşısına dikildi, öfkeli bir bakışın ardından üzerindeki tek kıyafeti olan pantolonuyla odayı terk etti. Yan odanın çarpılan sesini duyan Kiana rahat bir nefes alacağını düşünürken “Kahretsin!” diye söylendi.



***

“Yirmi gün önce güney Dokoran’da görülmüş ve bir grup adamıyla birlikte Etmere sahilindeki bir kıyı kenti olan Fronar’a gittiğini yaymış etrafa ama pek inandırıcı değil.” General Bendol, geniş masasının bir kısmını kaplayan haritanın üzerindeki birkaç noktayı parmağı ile gösterirken Kiana, sadece dinliyordu. “Senden bu adamın yerini bulmanı istiyoruz.” diyen General yüksek arkalıklı sandalyesine yaslanarak Cadı’nın belli olan cevabını sabırla bekledi.

“Neden bu adamı istiyorsunuz?” diye soran Kiana, aslında kendisini ilgilendirmediğini düşünüyordu.

“Lurd, Zedana’nın önemli komutanlarından birisi. Muharebe alanında da iyidir ama asıl uzmanlığı kadırgalardır. Kaptanlığı ile boy ölçüşecek bir asker ne yazık ki ordumuzda mevcut değil.”

Kiana alayla “Belki topraklarınızın denize kıyısı yok olmamasından.” derken harita üzerine eğilerek Sedar’ın sınırları boyunca gözlerini gezdirdi.

“Haklısınız Sedar’ın yok ama…” General, Cadının parmağını daha kuzeye kaydırarak denize paralel gezdirdi. “Serin Sular’ın buzdan dalgaları Phemedes’in kuzey kıyılarını dövüyor.” dedi altta kalmamanın tatminiyle.

Kiana, kendi yurdunun üzerine Bendol’un bıraktığı parmağını, kâğıdın üzerinde yükselen kulelerle örülü şehrin sembolüne iki kere vurduktan sonra geri çekti. General’in dokunuşundan kurtulmak için elini eteğinin kıvrımlarına silmemek için kendisini tutarken “Lurd’un bile Serin Sular’ın buzunu kırıp Phemedes’e varmaya gücü yetmez. Şu zamana kadar da hiçbir ölümlü bunu başaramadı.” dedi Cadı kibirle.

“Kraliçe Biritriel’in arzusu bu yönde.” diye açıkladı Bendol. “Dünyadaki en iyi denizciyi yok etmek istediğine göre Kraliçe’niz sizinle aynı fikirde değil.”

“Ecem’i yeteri kadar takdir edemediğiniz ortada. Muhakkak ki bir bildiği vardır.” diyerek Kiana adamı düzeltti.

General Bendol “Elbette.” derken gülümsüyordu.

Kiana, adamın yüzündeki kendini beğenmiş ifadeyi silmek için neler vermeyeceğini düşünürken General, ceketinin iç cebinden çıkardığı eflatun kadife bir keseyi haritanın üzerindeki bibloları hareket ettirmek için kullanılan çubukla kadının önüne sürdü.

Kesenin bağlarını açıp eline ters çeviren Kiana, ortaya çıkan mavi taşlı küpe tekini iki parmağı arasına alarak ikindi güneşinin vurduğu odanın camına tuttu.

Bendol “Lurd’un küpesi.” diye açıklarken kadının tepkisini bekledi.

“Yer bulma büyüsü için bir yere ihtiyacım var.” Tekrar kesenin içine attığı küpeyi avucunda sıkan Kiana bakışlarını haritaya çevirdi. “Küpe yeterli değil. Bu denizcinin ayağını bastığı bir yer olmalı. Havasını soluduğu…”

“Birinin nerede olduğunu bulmanın bu kadar ayrıntılı olduğunu bilmiyordum.” General, kirli sakalını kaşıyıp çenesindeki birkaç kılı yolmak istercesine uğraşırken mırıldanmıştı. “Bana birkaç gün verin. İstediğiniz gibi bir yer bulacağıma eminim. Gerekirse orduyu daha da güneye indiririm.” Son cümlesi ile kendine kendine güldü.

Kiana, başını hafifçe eğerek kabul ettiğini bildirdi. Tam kalkıp ayrılacakken adamın sözleri ile gözlerini birkaç kere kırpıştırdı.

“Hem siz de bu arada korumanızla birkaç gün daha baş başa kalabilirsiniz.”

‘General’in kaledeki her şeyden haberim var deme şekli bu muydu?’

“Beni mi gözetliyorsunuz, General?” diye soran Kiana masaya dayadığı ellerinin üzerine abanırken gülümsüyordu.

“Mickal’ın emri. Kişisel algılamayın lütfen.”

“Bu soğuk ve uzun geceler yalnız geçmiyor, General. Siz de çok iyi biliyorsunuz. Yeni bir muharebeye kadar buradaki hizmetçilerin tadını çıkarın.” diyen Kiana, doğrularak elindeki keseyi atıp tuttu. Adamın beklemediği cevap ile yüzü kızarırken Kiana, keyifli bir gülümseme gönderdi. Çıkmadan önce geriye dönerek “Benim kiminle eğlendiğim Mickal’i ilgilendirmez, sizin ki de beni General. Daria’ya dokunmadığınız sürece elbette” dedi. Sesi Aghon umurumda değil Daria’ya elini sür de göreyim der gibiydi.
Başlık: Ynt: Cadı
Gönderen: Berweuli - 10 Temmuz 2016, 15:22:45
Köşe Kapmaca
Hava kış aylarının yalancı baharlarını önlerine seren aldatıcı bir güneş ile ılıktı. Otuz kişilik gruptaki her bir kişi, her bir asker bunun bilincinde ama gönüllü olarak kandırılmanın keyfindeydiler öyle ki aralarında millerce ötedeki denizin kokusunun onlara ulaştığını iddia edenler bile vardı. Yine de okyanusa ulaşmaları için aşmaları gereken bir dağ önlerinde yükselirken denizin kokuları, sadece üstlendikleri göreve ve tüm soğukluğu ile onlara eşlik eden Cadı’ya rağmen var olan neşelerinin ürünüydü.

Daria, idaresi kolay küçük beygirini Kiana’nın iri siyah atının yanında sürerken yorgunluğunu göstermemeye çalışıyordu. Cadı ise atının üzerinde dimdik otururken bakışlarını ileride ve her şeyden ilgisiz tutuyordu. O sabahtan beri dört gün geçmiş fakat Aghon ile Kiana’yı sadece bu sabah yolculuğa çıkmadan önce ahırların önünde konuşurken bir arada görmüştü; o da yolculuğun detayları ve buna sonradan dâhil olan Daria hakkındaydı.

Mola verdiklerinde hiçbir iş yapmadan oturmaya alışkın olmayan Daria, Kiana’nın atını alan askere kendininkini de verirken terlemiş ellerini kalçalarına siliyor bir yandan da kimi ateş yakan, kimi hayvanlarla ilgilenen, kimi öğlen pişirilmeyen aşın akşam kaynatılması için hazırlanan askerlerin arasında şaşkınlıkla kendi çevresinde dönerek etrafı izliyordu. Cadının yanına çağırması ile sonunda işe yarayacağını düşünen Daria beklediğini bulamadı; Kiana, onu sadece yakınlarda bir su kaynağı olup olmadığını öğrenmesi için görevlendirmişti.

Orist’in gönderdiği askerin tarifine göre, gürgen ağaçlarıyla kaplı ilerideki bayırın dibinden akan küçük çayı bulmaları zor olmamıştı. Bütün gün at sırtındaki yolculuğun kirinden kurtulmak için iki kadın botlarından ve çoraplarından kurtulup serin suya girdiklerinde Daria’dan ufak bir çığlık koptu.

“Şişt!” diyerek kızı uyaran Kiana, “Bizim hakkımızda konuşuyorlar.” dedi. Nedense, konuşulmaktan rahatsız olmak yerine gelip gözetlesinler de birilerinin canı yansın diye bekliyor gibiydi.

Daria ıslanmaması için kaldırdığı eteklerine sahip olmaya çalışırken bir yandan ayağına batan çakıl taşlarının üzerinde temkinle yürüyordu. “Bu mesafeden ne dediklerini duyabiliyor musun?” diye sordu.

Kiana, çayın kenarındaki alçak bir kayaya oturduktan sonra ayaklarını suyu havalandırarak salladı. “Osuruklarını bile duyabiliyorum.” dedi yüzünü memnuniyetsizlikle buruşturarak.

Daria koca ormanı çınlatan bir kahkaha atarken ellerinin arasından kayan etekleri suyun akış yönünde bacaklarına dolanıyordu. Gülmekten doğan gözyaşlarını silmeye çalışırken “Gücün kötü tarafları da varmış.” dedi kendince dalga geçerek.

Başını yana eğerek ensesini serinletmek için aldığı bir avuç suyun üzerinden düşünceli bir şekilde Daria’yı süzen Kiana, “Bize imrenen o ahmak köylülerden olmadığını umarım.” dedi.

Kumral saçlarındaki örgüleri çözen kız başını olumsuzca sallarken sırıttı. “Güce ihtiyacım yok ki. Cadı bir arkadaşım var zaten.” diyen Daria, kendi cesaretine kendisi bile şaşarken kayanın üzerindeki kadına çekingen bir bakış attı.

Bu defa ormanda Kiana’nın kahkahaları yükselirken yukarıdaki askerler ilk defa duydukları bu ses ile bir an meraklarına yenilseler de yerlerinde kaldılar. Neşeli pırıltıların arasındaki melodi hoşlarına gitse de Cadı’nın sert yüzüne bu gülümsemeyi bir türlü oturtamamışlardı.

Kiana, tepede kendilerine dikkat kesilmiş kulaklara omzunu silkerek suyun içindeki ayağını yukarıya savurdu. Daria’yı ıslatmaya çalışırken, bir zamanlar efendi ve hizmetçi konumlarını arkada bırakmışlar, arkadaş olamasalar da abla kardeş olmaya yaklaşmışlardı.

Daria, damlaların soğuk hücumundan kurtulmak için emdiği su ile ağırlaşmış eteklerinin izin verdiği ölçüde geri geri giderken kıkırdıyordu. Kiana, kızın son zamanlarda yaşadıklarının izlerinin kaybolup kendini toparladığını görebiliyordu. Daria’nın kendini iyileştirme sürecine hayran olsa da hala dışarıdan gelebilecek her türlü zorbalığa açık ve zayıftı. Bunun bilinciyle bakışları tekrar kararan Kiana, su fırlatmayı bırakarak ayaklarının üzerinden akıp giden çaya gözlerini dikti.

“Her zaman yanında ben olmayacağım.” dedi kadın, kötü zamanların habercisi bir sesle.

Daria’nın coşkun ifadesi solsa da dudaklarındaki tebessüm Cadı’nın karamsarlığını paylaşmıyor gibiydi. “Biliyorum.” Dağılan saçlarını tekrar toplayıp örmeye başladı.

 “Kendini korumayı öğrenmelisin.” Kiana, kızın keyfini kaçırdığını görse de devam etmek zorunda hissediyordu kendisini.

“Büyü yapmak için cadı olarak doğmak gerekmiyor mu?”Daria hevesle Kiana’nın vereceği cevabının hayır olmasını beklese de aslında içten içe gerçeği biliyordu.

“İnsanlar da büyü yapmayı öğrenebilirler ama bunun için bir cadının dizinin dibinde bir ömür gerekir ve sonunda elde edebildikleri güç sahilde bir kum tanesinden farksız olacaktır.” Daria’nın hevesle ağzını açtığını görünce eline aldığı bir avuç suyu kıza fırlattı. “Hayır, sana bir ömür dizimin dibinde katlanamam. Kendine yazık edersin.” dedi. Daria, bir büyücü kulesinde öğrenmek için gereken katı disiplinle ömür geçirebilecek bir insan değildi, diğer basit insanlar gibi kendisini koruyacak bir erkek bulmalı ve kendisine benzeyen çocuklar büyütmeliydi ancak o zaman mutlu olabilirdi.

Daria, Kiana’nın sözleri ile önce heyecanlanıp ardından yere hızlıca inerken “Peki o zaman kendimi nasıl koruyacağım?” diye sordu.

“En azından bir bıçağın ekmek kesmekten başka işlere de yaradığını öğrenmelisin. Hatta en iyisi eline bir kılıç alman.”

Daria’nın dehşetle açılan gözlerinde, büyü öğrenmenin kılıç kullanmaktan daha kolay olduğunu düşünen bir ifade vardı. “Ben kılıcı kaldıramam bile, çok ağır.”

“Gidip de Orist’in kılıcını kullan demedik. Bu kadar askerin elbet sana uygun bir kılıcı, bir hançeri vardır.”

Daria “Sen mi öğreteceksin? Kılıç kullanmayı biliyor musun?” diye atıldı.

Kaşlarını alayla çatan Kiana “Elbette hayır!” diye güldü. Bir kılıcı eline almayı hakaret addettiği belliydi. “Orist’ten rica ederiz.”

 Daria, Kiana’yı bir askerden bir şey rica ederken düşününce hele ki bu iri yarı Orist olunca kıkırdadı.

“Eminim sana yardım etmek isteyecektir.” Kiana, imasını anlayan kızın, kızarmasını izlerken ayağa kalkarak uzun boyunu sergilercesine gerindi. “Güzel kokular geliyor, yemek hazırdır umarım. Sen de çık artık sudan, üşüteceksin.”

Cadı’nın hiç olmadığı kadar konuşkan olmasına mı, yoksa sağlığını ve yararını düşünerek verdiği önerilere mi şaşırsın bilemeyen Daria, otların arasındaki çorap ve botlarını ayağına geçirerek Kiana’yı yüzünden aptal bir gülümseme ile tepeye doğru takip etti.


***

Orist, seyrek kısa saçlarının arasından sinirle elini geçirirken “Kılıcı biraz daha kaldır!” diye bağırdı.

“Ama biraz daha böyle tutarsam on dakika sonra kolumu kullanabileceğimden emin değilim.” diye sızlanan Daria, elinde iğreti duran silahını indirirken sırtını doğrulttu. O anda omzuna inen sopa darbesi ile ciyakladı.

Orist ikinci bir darbe için bir bilek hareketi ile iki parmak kalınlığındaki yaş dalı kaldırdı, bir elini iri gövdesinin arkasına saklarken bir ayağı vurup kaçmak için önde ve tetikteydi. Cüssesinden beklenmeyecek bir çeviklikle hamle ettiğinde Daria, tuhaf bir nara ile öne atılmış darbeyi karşılamak için kolu uzunluğundaki ince ve kısa kılıcı iki eli ile kavramıştı. Yukarıdan beklediği saldırı dizlerinin arkasından gelip onu sırt üstü yere düşürdüğünde bir an acıyla nefesi kesildi.

Birkaç adım uzakta bir ağacın kalın gövdesine omzunu yaslamış, ikilinin birbirlerini deli etme mücadelesini izleyen Kiana, Daria yere düştüğünde tek gözünü kapayarak yüzünü buruşturdu. Kızın dövüşmeye yeteneği olmadığı apaçık ortadaydı ama Orist bu gerçeği Cadı’nın önünde alenen ifade edemezken sinirine hâkim olmaya çalışarak bu işten kurtulmanın en kolay yolunun Daria’yı bezdirmek olduğunu düşünüyor gibiydi. Yerde kalmakta inat eden kızın başına gelip çömelen Orist, nerede hata yaptığına dair birkaç ipucu sıralarken Kiana, yanına gelip duran Aghon’un varlığını ziyadesi ile hissetti.

“Bu dâhiyane fikir senden çıktı sanırım.” diyen Aghon, gözlerini kısmış bakışlarını kızı yerden kaldıran adamına dikmişti.

“Kendini korumayı öğrenmesi lazım.” dedi Kiana, yanına kaçamak bir bakış atarak. Aghon, tek kelime ile suratsızdı. Bu yedi ay boyunca ne söylerse söylesin kayıtsızlık ile alay arasında bir yerlerde dolaşan Aghon, onu odasından kovmasından sonra bariz bir memnuniyetsizliğe bürünmüştü.

Aghon, Orist’in sopasını durduran ama bir santim bile geriye kaydıramayan Daria’nın titreyen kollarını Cadı’nın da fark ettiğinden emin “Beyhude yere uğraşıyorsunuz.” dedi.

Kiana, Daria’ya duyulan güvensizliğe hissettiği öfke ile adama döndü ve  “Beyhudeler senin işin sanırdım.” dedi. O sabah sürekli pes etmeyeceğini söyleyen Aghon’a kendi vaatlerini hatırlatarak onu da sinirlendirmek istiyordu. Saçlarını yine küçük bir topuzla tepesinde toplamış, genel de tıraşsız gezmemesine rağmen sarı kirli sakallı profilini süzdüğü adamın yukarı kayan dudağı neşesiz bir gülümsemenin izlerini yansıtırken, Kiana yolculuk boyunca gerekli olmadıkça onunla tek kelime etmeyen adamı kışkırtmayı çaresizce istediğini fark etti. İmasından çoktan pişman olmuştu ama artık çok geçti.

“Ben nerede duracağımı iyi bilirim, Kiana.” dedi Aghon sakin bir sesle.

Kiana kısa bir an daha adamın profilini süzdükten sonra tekrar aldığı bir darbe ile omzunu kavrayan Daria’ya döndürdü bakışlarını. Aghon’un pes ettiğini söylemeye mi çalıştığını anlayamazken en iyisinin daha fazla konuşarak hislerini açık etmemek olduğuna karar verdi. “Bendol’e o kadından bahsetmemişsin.” dedi eski ilgisiz sesine dönmeye çalışarak.

Aghon bir süre sessiz kalmıştı, Kiana nerdeyse cevap vermeyeceğini düşünürken “O mesele benim sorumluluğumda. Kadını içeriye kimin soktuğunu bulduğumda General’in de bundan haberi olacak.” dedi.

“Kadın bir kamdı ve onunla nasıl baş ettiğini hiç anlatmadın.” dedi Kiana.  Sesinden Aghon’u bir şeylerle suçladığı anlaşılıyordu ama ne olduğuna karar veremiyor gibiydi.

Sonunda tüm bedeni ile Cadı’ya dönen Aghon, “Seninle nasıl baş ettiysem.” dedi ve soğuk bir gülümseme ile dudakları aralandı.

Adamın kahverengi bakışlarına hâkim olan bükülmez öfkeyi gören Kiana ilk defa ne diyeceğini bilemedi.

Aghon, gözlerini Kiana’dan çekmeden hala didişen Orist ve Daria’ya seslendi. “Bugünlük bu kadar yeter Orist. Sabaha orada olmak istiyorsak hareket etmemiz lazım. ” dedi ve kadına dönüp bakmadan ağaçların arasında kayboldu. 
Başlık: Ynt: Cadı
Gönderen: Berweuli - 24 Temmuz 2016, 23:58:28
***

Otuz üç atlı bir insan boyundaki taş duvarların sınırlarını çizdiği,çıplak ağaçların arasında sahipsizlikten bodur dikenli çalıların hüküm sürdüğü bahçenin girişinde durduğunda güneş, hırçın denizin üzerinden doğmak üzereydi. Sis, ince ince yağan yağmurun etkisiyle yavaşça dağılırken denizin tuzlu kokusu, atların toynakları altında ezilen ıslak çimenlerin rayihasına karışıyordu. İki gündür onları kandıran yalancı güneş bugün doğsa bile gri karanlık bulutların arkasında kalacak gibiydi. Ormandan çıktıktan sonra uçsuz bucaksız ve tek bir canlının görünmediği çayırlardan geçerken olduğu gibi şimdi de atlarından inerken aynı şekilde suratsız ve bir an önce ayrılma isteği ile keyifsizlerdi.

General’in yanlarına kattığı kısa boylu adamın rehberliğinde Poran liman kasabasının kuzeyindeki yüksek kayalıklar olarak da bilinen Zidar falezlerine, yerleşim yerlerinden uzak durmanın bedeli olarak yolu uzatarak iki günde gelmişlerdi. Savaş zamanı onları durdurup soru soracak yürekte çok az kişi olsa da gizliliğin perdesine sığınmak, köylü zihinler de bile amaçlarının sorgulanmasını engelliyordu.

Ortadan kaybolmasını engellemek için Aghon rehberi iki adamına teslim etti ve adamlarının yarısını bahçenin dışında bırakarak duvar boyunca nöbete dikti. Atlarını geride bırakarak yıllardır el değmemiş, ayak basılmamış bahçeye girdiğinde Kiana’nın adımlarını yanı başında hissetti. Fakat Cadı konuşmak yerine ilgiyle etrafı inceliyor sanki Lurd’un kokusunu almaya çalışıyordu. Dikenli çalılar, bir el büyüklüğündeki taşların toprağın içinde yer yer kaybolduğu evin girişine giden yolda çok fazla ilerleyemeden karşılarına dikildiğinde birkaç adamı öne çıkarak baltalarla yolu açmaya girişti.

Lurd’un çocukluğunun geçtiği söylenen evin ve bahçenin viraneliği her adımla önlerine serilirken Kiana, adam hakkında bilgi kırıntılarını yakalayabiliyordu; hali vakti yerinde soylu bir aile fertlerinin mutsuz adımları toprağın her bir santiminde mutsuz izler bırakmıştı. Şimdi bir donanmanın yüksek komutanlığına ulaşmış o adam, bir zamanlar korkularından kaçmak için bu bahçenin kuytu köşelerine sığınmıştı. Kiana, önüne serilenlere şaşkın ama ne düşündüğünü belli etmeden evin önüne kadar gelip durdu.

Sırtını uçuruma vermiş iki katlı ama enine geniş, taştan evin çatısının bir bölümü yıkılmıştı. İki kanatlı yüksek kapılarından birisi de ev ile olan bağlantılarından kurtulmuş merdivenlerin başında yerdeydi. Kiana eve girmek için basamaklara hamle yaptığında Aghon’un kolunun engeli ile karşılaştı.

“Önden biz gidelim.” diyen Aghon, başıyla Orist, Ikar ve birkaç sağlam adamını öne çıkardı.

Daria, Kiana’nın yanında kalırken neden bu kadar temkinle hareket edildiğini anlamadığı çevresini inceleyen boş bakışlarından anlaşılıyordu.

“Ben içerideyken Orist ile kal. Adamın yanından ayrılma.” diye kızı uyaran Kiana, uzun yeşil eteklerinin yılların tozu ile kaplı gri mermerleri süpürmesine izin vererek içeri girdi.

İkinci kata kadar ulaşan yüksek tavanda evin yeni sahipleri olan birkaç deniz kuşu havalanırken Daria, korkuyla irkildi. Evin zemini gibi girişin iki yanından üst kata çıkan basamaklarda mermerdendi. Girişte duvarlarda ne bir tablo, yerlerde ne bir halı mevcuttu. Sadece rüzgarın getirdiği çer çöp ve kırık dökük eşyaların parçaları vardı. Kiana üst kata gitmesi gerektiğini hissederek merdivenlere yöneldiğinde keskin duyuları evin çeşitleri yerlerinde gezen Aghon ve adamlarının ayak seslerini yakaladı.

“Burada bekle Daria.” dedi Kiana, kızı yanında istemediğini belirterek.Etrafında bir tur dönen ve ne yapacağını bilemeyen Daria sadece başıyla Cadı’yı onayladı.

Üst katta çıkınca soldaki koridora yönelen Kiana sağ kanadın çöken çatı ile kapalı olmasının bir şans olduğunu düşünüyordu. Çünkü Lurd’un odası evin sol kanadındaydı. Elindeki keseyi sıkarken emin adımlarla kilimsiz koridorda ilerledi ve Aghon’u aradığı odada Adam ahşap bir dolabın önünde bulduğunda şaşırmadı.

Kiana, bir an adamın geniş sırtını sessizce inceledikten sonra “Daria ile Orist ilgilensin.” dedi varlığını belli etmek için.

Aghon arkaya dönmeden “Aşağıda beklemeni söylemiştim.” dedi. Elindeki her ne ise cebinin için de kaybolmuştu artık. Kiana bunu fark etse de aldırmadı.

“Gereksiz bir tedbir.” dedi Kiana, odaya girerek etrafını incelerken.

Küçük bir yatağın demirden iskeleti pencerenin karşısındaki duvarın dibindeydi. Solundaki bir duvarda küçük bir şöminenin içine atılmış eşya kalıntıları adeta yanmayı bekliyordu. Bir kitaplık, içindeki az sayıda kitaplarla birlikte pencerenin yakınında devrilmişti. Duvarlardaki perileri ve ejderhaları tasvir eden çocuksu resimler kırık pencerelerden içeriye giren yağmur, rüzgâr ve tozların el birliği ile bozulmuş, yer yer yok olmuştu. Sağdaki pencereden ufukta doğmakta olan güneşin gri bulutları kızıla boyaması seçiliyordu. Tüm kire ve terk edilmişliğe rağmen Kiana, bir zamanlar bu odanın çocuksu ihtişamını görebiliyordu.

Kiana, o odayı incelerken kendisini izleyen Aghon’un meraklı bakışlarına döndü. “Şanslı çocukmuş.” dedi. Tüm bu zenginlikler içinde Lurd’un mutlu bir çocuk olmadığını sezmesine rağmen sesindeki alayı gizlemedi.

“Çocukken senin daha mutlu olduğuna bahse girerim.” dedi Aghon. Eli cebinde az önce aldığı şeyi kavramış gibi yumruk halindeydi.

“Ne üzerine?” diye soran Kiana, adamın yanından geçerek az önce incelediği dolabın önüne gelip durdu. Soğuğun bin bir çeşit işkencesini zihninden uzaklaştırmak için yanındaki Aghon’un varlığına tutunurken raftaki devrilmiş küçük biblolardan bir tanesini elini alarak inceledi. Büyük bir maharetle oyularak bir su ejderhasının yılan vari kıvrımlarına dönüştürülmüş olan ahşap, yeşile boyanmıştı. Üzerindeki tozları parmakları ile silerken Aghon’un omzunun üzerinden elindekine baktığını fark etti.

Ejderha biblodan bakışlarını ayırmadan “Bir geceye…” dedi Aghon. Kalın sesi odanın ortasına düştüğünde sessizlik uzadıkça uzadı.

Kiana, kalp atışlarının ani hızını kontrol etmeye çalışırken omzunun üzerinden adama bakmamak için kendisini zorluyordu. Parmakları ahşabın üzerinde kıvrılırken bakışları dolabın tozlu raflarında kendi geçmişine gömülmüştü. O soğuk gün ve gecelerde maruz kaldığı işkencelerin, şu anda bu virane odada bir iddianın şanlı zaferi olacağı aklının ucundan bile geçmezdi. Yine de galip olduğunu bilmesine rağmen gülümsemesi dudaklarında yayılırken mırıldandı. “Sen kazandın.”

Aghon, derin bir nefes alırken kadına dokunmadan birkaç adım geriye gitti. “Ne kadar zamana ihtiyacın var?” diye sordu.

Kiana adamın büyüyü kast ettiğini biliyordu. “Yarım saat.” dedi kısaca.

Uzaklaşan ayak seslerinden Aghon’un ayrıldığını anladığında artık boş olan odaya döndü. Ne yapmıştı böyle? Aghon’a bir gece için söz mü vermişti? Peki ya ona ne demeliydi, odasından kovduğu için ona hala öfkeli değil miydi? Ondan vaz geçmediği düşüncesi Kiana'nın yüreğini  kanatlandırmıştı. Doğru muydu yaptığı? Hislerinin doğruluğundan emin olsa da son zamanlarda hep yanlışları yapıyordu.

Pelerininden kurtulurken içinden çıkılmaz soruları zihninden uzaklaştırdı, daha sonra düşünecek ve endişelenecekti.Dertop edip kire aldırmadan odanın ortasına koyduğu pelerinin üzerine diz çöktü. Şimdi yapması gereken bu Lurd denilen denizcinin yerini bulmaktı. Bir elinde küpe diğer elinde ejderha biblosu ile yüzünü şömineye dönen Cadı, büyü için gerekli olan sözleri fısıldarken evin etrafında artan rüzgârın uğultusu ile yağmur damlalarını nöbetteki adamların yüzlerine vuruyordu. Yıllardır yanmayan bacadan tekrar duman çıkarken Kiana, alevleri yükselten sözleri ardı ardına sıraladı.

Gece kadar kara saçların görüşüne girmesi ile dağlarda baharda açan çiçeklerin kokusunu ona kadar ulaştı. Güney’de bahar erken gelmiş olmalıydı. Ahşap kır evinin kapısı açılırken ufak tefek sarışın bir kadın kara saçlı adamı sevinçle karşıladı. Adam avladığı birkaç yabani tavuğu merdivenlere bıraktıktan sonra sarılıp sarmaladığı kadına sıcak bir öpücük sunuyordu.

Kiana, siyahı kaybolup kırmızıya dönmüş gözlerini hızla açtı. Nerede olduğunu bulmuştu. Gözleri her zamanki haline döndüğünde birbirine sarılmış bedenlerin mutlu yüzlerini kafasından uzaklaştırdı. Ayağa kalkarak hala yanmaya devam eden ateşe küpeyi ve bibloyu attı; söyleyeceklerini söylemişlerdi, artık işine yaramazlardı. Alevler iştahla bağrına bırakanların üzerine kapanıp yutarken Kiana, büyü esnasında odada olmayan ama şimdi arkasındaki gölgelerin  içine sığınan kadının varlığı ile bir süre kıpırdamadan şöminenin önünde dikildi.



Evin önünde güneş doğdukça aydınlanan bahçeyi ve ardını gözleyen Aghon, şiddetlenen yağmur nedeniyle Daria’yı evin içine girmesi için ikna eden Orist yanına geldiğinde, arkadaşının etli yüzünün tedirginlikle gergin olduğunu fark etti. Tıpkı kendisi gibi Orist de bu tekinsiz sessizlikten hoşlanmamıştı.

Evin içinden gelen gümbürtüyle eş zamanlı, ardı ardına atılan okların rüzgârı, iki tecrübeli adamın birbirlerinden aksi yönde kaçmalarına sebep oldu. Bahçenin içinde ve dışında başlayan arbede sesleri arasından Aghon, Kiana'nın olduğu evin üst katında devlerin tepiştiğine yemin edebilirdi. Tuzağa düşmüşlerdi, bunun hafifletici hiç bir açıklaması olamazdı. Kendisini savurduğu yerden kalkıp hızla eve girmek istediğinde Daria'nın boğazına dayanan hançer ile bir süre alıkondu.



Kiana, Kam kadının hareketlerini izlerken avucunda ortaya taşlarını kavradı.

"Kuzeyin fahişesi." Kadının dudakları nefret ile kıvrılırken elleri aynı hızla hareket etmişti.

Kiana, kendisini hedef alan metallerin soğuk yüzeyinde şöminedeki ateşin yansımaları görebiliyordu.

Bir kaç sözcükle önünde oluşturduğu rüzgardan kalkan ile onları duvarlara saçarken Kiana'nın taşları aynı hızla kadına yönelmişlerdi.Kam kadın Cadı'nın aksine hızlı hareket ediyordu. Hem kamların fiziksel yetkinliğe cadılardan daha fazla önem vermeleri hem de kadının erkek gibi giyinmesi sayesinde taşlar hedeflerini bulamazken daracık odada kendini sıkışmış gibi hisseden Kiana, ayaklarının dibindeki döşemeleri yerinden oynattı.

Lurd'un çocukluk odası bir alt kattaki büyük odaya indiğinde Kiana, ayaklarına doladığı rüzgar ile düşüşünü yavaşlattı. Kendisi gibi yere sağlam inen Kam'ın elleri boş durmamıştı, kadının çizdiği büyünün etkisi ile Cadı arkasındaki duvar tarafından mıknatıs gibi çekildi. Bir yandan metaller üzerine gelirken diğer taraftaki çekime kendisini bıraktı,  sırtı duvara çarptığında Kiana'nın önünde rüzgar bir fırıldak gibi dönüyor ve sivri metalleri ondan uzaklaştırıyordu.

Rüzgardan kalkanı karşısında Kam'ın şaşkınlığını fırsat bilen Kiana,yapıştığı duvardan kurtulamasa da sözlü bir emri ile elinde peyda olan ateş topunu kadına gönderdi. Göğsüne çarpan yakıcı sıcaklık ile savrulan Kam bir kaç metre geriye sürüklenirken sonunda serbest kalan Kiana üç taşını da avuçlarına çağırdı.

Taşları, kendisine gelmesine izin vermeden kadını kıskıvrak yakaladı. Kiana, ateşten bir halatla bağlıymış gibi kıvranan Kam'ın önüne eğildi ve "Güney'in sürtüğü?" dedi. Cadı isim konusunda karar veremiyormuş gibi gözlerini kıstı, ardından sırıttı. "Her neysen? Yakında senden geriye bir şey kalmadığında isimlerin de bir önemi olmayacak."

"Lanet olsun! Rüzgarı kontrol edememen lazımdı." diye inleyen kadın, ellerini büyü için çaresizce hareket ettirmeye çalışıyordu.

"Senin de burada olmaman gerekiyordu." Kiana, gömleğinden kavradığı kadının yüzünü yüzüne yaklaştırdı. "Saklandığınız ininizden çıkma cesaretini ne zaman gösterdiniz?" dedi tükürürcesine.

Halatı daraldıkça ağzından kan gelen Kam, kızıl dişlerini öne seren bir kahkaha ile tüm evi çınlattı. "Bir Kam ile geziyorsun ve onun ne olduğundan haberin bile yok."

Kiana, önce kadının ne demek istediğini anlamadı, anlamak istemedi. Ardından tüm iplerin uçları yavaşça zihninde birleşirken gözleri önce şaşkınlıkla büyüdü, ardından kandırılmış olmanın öfkesiyle kısıldı.

Kam, kan öksürürken "Sonunda anladın." dedi hırıltılarının arasından. "Aşığın kendi halkına ihanet eden bir Kam." Hala onun gömleğine yapışmış olan Kiana'nın şaşkınlığından yararlanan kadın hançerini elinin altındaki Cadı'nın karnına soktuğunda fısıldadı. "Ya da sana ihanet eden bir Kam. Seni benim ellerime getirdi."

Kiana sağ böğründe hissettiği acıya hazırlıklı değildi ama canını daha da çok yakan uğradığı ihanetti.
Başlık: Ynt: Cadı
Gönderen: Berweuli - 09 Ağustos 2016, 10:32:40
Yavaşça soğuyan cansız bedenin kaybettiği her ısıyı teninde hissederken birkaç dakika önce yıktığı tavanın molozları arasında kıpırtısızca yatan kadının göğsü belli belirsiz inip kalkıyordu. Böğrüne saplanmış hançerin kavrayarak soğuk metali hızla bedeninden uzaklaştırırken Kiana keskin bir nefes aldı, sanki içine ne kadar çok hava çekerse hissedeceği acı o kadar azalacaktı. Ardından geniş odada mermere düşen metalin sesi yankılandı.

Cadı yaşadığı dehşet arasında, dışarıdaki arbedenin seslerini dinlerken yarasını eliyle kapadı. Tavanın çarpık deliğinden Lurd’un çocukluk odasının görünen bölümlerine dikili gözleri cam gibi parlarken kadın uzandığı mermerin soğukluğu sırtından göğsüne oradan da kalbine sızıyordu. Nefes almayı bıraksa tüm dertlerinden azat olmaz mıydı? Bir an bu fikrin kolaylığı cazipliği aklını çeldi.

Aghon’un normal olmadığını biliyordu ama bir kam olması ise beklediğinden çok öte, kaldırabileceğinden de fazlaydı. Birkaç hafta içinde yüzyıllardır bir cadının rastlanabileceğinden daha fazla Kam’a rastlamak ona nasip olduğu için mi yoksa binlerce yıldır vuku bulmadığına adı gibi emin olduğu bir cadı ve bir kamın ilişkisinin içinde kendisini bulduğu iç mi dehşete kapılmalıydı? Ya ihanete ne demeliydi? Tuzağa çekilmişlerdi, onların burada olacağı biliniyordu. Tıpkı şimdi ölü bir halde yanında yatan kadının birkaç gece önce Uyvar Kalesi’ne elini kolunu sallayarak girmesi gibi. Solgun dudakları son nefes öncesi, son arzular için aralanır gibi kıpırdadığında böğründeki acıyı hissizleşti ve dışarıdaki sesler uzaklaşırken içine çektiği nefes dudaklarında asılı kaldı.

Daria, önünde bir heykel gibi dikilen Aghon'u geçti ve bir zamanlar evin görkemli salonuyken birkaç dakika önce dövüşen iki ezeli düşmanın bıraktığı harabe ile yılların kimsesizliğini aratır vaziyetteki odaya girdi. Kız, kederle ağırlaşan dizlerini Kiana'nın hareketsiz bedeninin yanına bıraktı. Kimin olduğu belli olmayan kanlarla lekeli elleri kadının boynunu ve kıpırtısız göğsünü telaşlı bir şekilde yoklarken gözleri Cadı'nın taşları kadar siyah ama boş gözbebeklerine takılı kaldı.

Daria, omzunun üzerinden geriye hala o geniş kubbeli girişten içeriye adım atamayan Aghon'a bakarken "Nefes almıyor." dedi kederle. Kız, engelleri kolayca yıkılan gözyaşlarının ardından adamın sarsıldığını fark edemedi. Elbisesinin yakasından yakaladığı Cadı’yı sert bir şekilde silkelerken "Nefes al!" diye sızlandı.

Sonunda buzları çözülen Aghon’un ağır çizmelerinin yürüdükçe çıkardığı sesler arkasında yankılandı. Cadı’nın üzerine eğilen adamın yüzünün gevşediğini soluklarının rahatladığını fark edince Daria umutlanmasına engel olamadı. “Ne gördün? Yaşıyor değil mi?" diye soruları art arda sıralarken kızın elleri bu kez adamın deriden zırhını kavradı.

Aghon, yavaşça Daria’nın tutuşundan kurtulduktan sonra yerdeki hançeri aldı ve Cadı'nın bedenindeki kan lekelerini gözleri ile takip etti. "Sadece kendisini iyileştiriyor Daria, Cadımız birazdan kendine gelecek. Beklemekten başka yapabileceğimiz bir şey yok" dedi.

Rahat bir nefes almak yerine “Nerden biliyorsun?” diye kuşkusunu dile getiren Daria gözlerini Kiana’ya dikmişti. “Bir cadının bu şekilde kendini iyileştirebileceğini nereden biliyorsun? Kaç kere bir cadı gördün ki?” bu kez bakışları kuşkuyla Aghon’u yakalamıştı.

Aghon, Daria’nın sorgusuna cevap vermek yerine eldiveninden kurtardığı parmaklarını Cadı'nın boynuna dayadı. Belli belirsizce kıvrılan dudaklarının bir gülümsemenin hoş biçimini almasına beyhude yere çabaladı. “Birazdan uyandığında sorularını ona sorarsın, Daria.” diyen adam Kiana'yı istemeden de olsa bıraktı. Diğer taraftaki Kam’ın cesedine yönelirken “Öfkesini göz ardı edebilirsek elbette.” diye mırıldandı.

Varsın essin gürlesin ama yanında nefes alsın diye düşünen Aghon’un, az önce odaya girmesine engel olan o korkuyu tekrar yaşamamak için yapabileceklerinin sınırı çoktan kalkmıştı. Kam’ın giysilerini karıştırırken bir kaç dakika önce soğuk terler döktüren korkularını da yüreğinden uzaklaştırdı. Ceset temizdi, üzerinde ne bir takı ne de özel bir eşya vardı. Sadece kemerine takılı deri iki keseyi dolduran keskin kenarlı demir parçaları bulabildi ve Kiana’yı yaralayan hançerin bir benzerini kadının çizmesinden çıkardı. Diğeri gibi ikinci hançere de el koydu ve metalleri yanına aldı.

Kiana uyandığında etrafında hiçbir silah bırakmamaya özen gösteriyordu göstermesine de Kam kadının ona ne söylediğini kim bilebilirdi ki. Odanın kapısında dikilen Orist'i görünce Daria'yı kadının başında nöbette bıraktı. Aghon, adamının geniş yüzünde keyfince yayılmış endişenin izlerini yakalamakta gecikmedi.

"Beş ölümüz var." diyen Orist, Aghon'u evin kapısına doğru takip etti. Ardından "Altı ağır üç tane de hafif yaralı." diye rapor etti.

Aghon, cevabı tahmin edebilse de "Onlardan sağ ele geçirilen var mı?" diye sordu.

Daha bahçeye çıkmadan adamların yaralıları yıkık dökük olsa da başlarının üzerine bir çatı sağlayan eve taşındıklarına şahitlik ettiler. Yollarından çekildikleri adamları Kiana'nın uzağında mutfak tarafına yönlendirdiler.

"Ölülerini arkalarında bırakıp yaralılarını da sırtlanıp kaçtılar, puştlar." dedi Orist, tiksintiyle.

"Ölüler gömülsün, onları da Kale’ye taşıyarak gücümüzü harcamayalım. Yaralılarla da ilgilenilsin. Bu gece buradayız." dedi Aghon, mutfağa girmeden geriye dönerek. "Bahçede ve dışında sık dönüşümlü nöbet tutulsun. Çatıya da bir gözcü gönder."

Orist kısa bir tereddüdün ardından "Onları da mı gömelim?" diye sordu şaşırarak.

"İçerideki kadın da dahil tüm ölüler gömülsün." diye tekrarladı Aghon. Orist'i merdivenlerin dibinde bırakıp Lurd'un çocukluk odasından geriye kalanları görmek için hızla üst kata tırmandı. Odadan geriye çok bir şey kalmamıştı, şömineye yakın zemin aşağıya inerken Lurd'un oyuncak dolabını da beraberinde götürmüştü. Yatak ve kitaplı kaşağıya meyletse de hala odanın içerisindeydiler. Şöminenin ateşi kora düşmüştü fakat bir süre önce şiddetle yandığı, duvarları siyaha boyamış islerden belliydi. Genç adam temkinli adımlarla içeriye girdi ve mümkün olduğu kadar ateşe yaklaştı. Kınından sıyırdığı kılıcı ile korları karıştırırken aradığını bulmakta gecikmedi. Cadı'nın ateşi ile şeklini kaybetmeye başlamış bir küpe teki çeliğinin ucuna geldiğinde onu korlardan ve küllerden ayırıp çıkarmak da zorlanmadı. Odadan çıkarken küpeden geriye kalanlar yavaşça ısısını kaybederek cebinde sessizce kayboldu.

Aghon, aşağıya indiğinde yaralıların taşınması devam ediyordu. Kendisini süzen askerlerin keyifsiz ifadelerini benzer bir sertlikle geri çeviren genç adam, şikâyetler daha kendisine ulaşamadan önlerini kesti. Oyalanmadan iki kadını bıraktığı odaya yöneldi.

Daria'nın dudaklarına dayadığı bir mataradan su içen Kiana, yaklaşan adamı fark etmekte gecikmedi. Daria gibi Aghon’un kıyafetlerinde, zırhında yağmurun ve muhtemelen düşmanlarının kanının izleri vardı ama en çok da yüzü Lurd'un odasından gönderdiği adamdan çok uzaktı. Matarayı uzaklaştırırken "Daria kaçtıklarını söyledi." diye herkesin bildiği durumu yineledi.

“Sağ kalanlar kaçtılar.” dedi Aghon, yanlarına gelip çömelirken bakışları kadının kesik kıyafetlerinden görünen teninde gezindi.

Daria, adamın bakışlarının takibindin çıkardığı sonucunda “Dediğin gibi, kendisini iyileştiriyormuş.” dedi bir nebze canlılık kazanan sesi ile.

Kiana dilene kadar gelen ‘beni öldürmek o kadar kolay değil’ beyanını yuttu sessizce. Ne beylik sözlere ihtiyacı vardı ne de birilerine bir şeyi ispat etmeye. Güneye inmeden de olduğu gibi artık tek amacı vardı, insanların birbirlerini yemesi umurunda değildi, içine atıldığı bu çamurdan çıkıp kardeşini kurtardığında hiçbir şeyin de önemi kalmayacaktı.

Kiana “Biraz dinlendiğimde daha iyi olacağım.” dedi Daria’yı rahatlatmak için.

Aghon “Daria, yaralılar mutfağa taşındı. Gidip yapabileceğin bir şey var mı diye bakabilir misin?” dedi, kadınla yalnız kalabilmek için.

Kiana, hızla sırtını dikleştirirken “Daria onların hizmetçisi değil. Eminim adamların kesiklerini kendileri dikebilirler.” dedi öfkeyle.

Daria’nın bakışları Aghon ile Cadı arasında gidip gelirken “Tamam, ben dışarıda beklerim. Sorun değil.” dedi öfkeli ebeveynlerini yatıştırmaya çalışan bir çocuk gibi. Girişe doğru yürürken de kaybolmalarından korkarcasına birkaç kere dönüp omzunun üzerinden bakmayı ihmal etmedi.

Kiana, Aghon’un destek olma çabalarını kibarca kabul ederek ayağa kalktı ve elbisesinin kirini üstün körü de olsa kontrol etti. Ayaklarının dibindeki Kam’ın açık kalmış gözlerine yukarıdan bakarken “O akşam köprüde saldıran kadındı.” dedi, sıkıntılı bir sesle. Eğilerek artık feri sönmüş o gözlere sanki kendisi öldürmemiş gibi kederle baktı ve onları yavaşça kapattı. Doğrulduğunda kendisini izleyen adama döndü. “Kadından Bendol’e ben bahsederim. O gece köprüde yalnız olduğumu ve kadını kaçırdığımı söyleyeceğim. General’in senin orada olduğunu bilmemesi, en iyisi.”

“Muhbir’in üzerime kalmasından mı korkuyorsun?” Aghon kadına yaklaşırken dudakları sözlerinin ardına sakladığı imalarla yukarı doğru kıvrılmıştı. Biliyor muydu, sorusu hala netlik kazanmamıştı.

“Bendol neden daha önce ona bildirmediğini sorgulayacaktır.” Kiana, bildiğimi anlamamalı dedi kendi kendine. Adamın kollarının onu sarmasına izin verirken acı çeken yüzünü o geniş omuzlara gömdü.

“Ya gerçekten içerideki muhbir bensem?” diye sordu Aghon, rahatlamanın verdiği ihtiyatsızlıkla. Öğrenmemişti.

“Beni öldürmek için birçok fırsatın vardı, değil mi?” Kiana’nın sesi gömüldüğü rahat kollardan dolayı boğuk çıkıyordu. “Ama yapmadın.”

“Evet, yapmadım.” diye mırıldandı Aghon. Kadının kollarını kavrayarak yüzünü görebilmek için kendinden biraz uzaklaştırdı. Yanağındaki kiri silmek için uzandı. “İnan bana seni canlı istiyorum.” derken o kalın sesi daha da boğuklaşmıştı. Yüzünü elleri arasına aldı ve öfkesiyle kendisini uzak tuttuğu ince dudaklara uzandığında girişten gelen yoğun öksürük sesi ile gözlerini kapadı. Elleri iki yanına düşerken bakışları ilerideki duvara kaydı. “Birazdan geliyorum Orist.”

Kiana, odanın yakınlarında sadık bir bekçi gibi ondan istenmemiş bir nöbeti tutan Daria’ya Orist’in komutanını sormasını duymuştu. Aghon’un öpmesine izin verip vermemek konusunda bocalayan zihni bedenini kontrol edemeden ani bir tepkinin yol açacağı sorulardan kıl payı kurtulmuştu. Hesapçı gülümsemesini utangaçlığın elinin ardına saklasa da sırtını girişe döndü.” Aghon’a yandan bakarken sarışın adamın kolay kolay kızarmayan yüzüne “Sorun değil, gidebilirsin. Ben iyiyim.” dedi.

Aghon “Seninle sonra görüşürüz.” diyerek inandırıcı olmayan tehdidini kadına gönderdi. Tam dönüp gidecekken “Unutmadan, Bendol’ün istediği bilgiyi alabildin mi?” diye sordu.

Kiana tereddütsüz “Hayır. Kadından fırsatım olmadı.” dedi. Adamın tepkisini ölçerken kendinden bir bilgi vermemeye gayret ediyordu. Aghon’un sessizliği üzerine “Nasıl olsa bu gece buradayız, değil mi?” diye sordu.

“Buradayız.” diyen Aghon’un gözleri merakla kısılmıştı.

Kiana “Daha vaktim var o halde.” diyerek omzunu silkti.

“Küpe yanında mı?” diye soran Aghon elinin cebine doğru gitmesine engel oldu.

“Elbette.” diyen Kiana, dönüp çıkışa doğru yürüyen adamın arkasından zehir gibi bir gülümse gönderdi.


****

Büyük evin ikinci karındaki odalardan birini mesken tutan Kiana, Lurd’un yerini öğrenmek paravanının arkasında kendisine ait bir saatin garantisini elde etmişti. Geniş odanın bir zamanlar evin sahiplerine hizmet ettiği büyük şöminesinden ve tozlarla kaplı eskimiş ama yine de gösterişlerinden bir şey kaybetmemiş mobilyalarından belliydi.

Şimdi şöminedeki ateşi besleyen ahşap küçük mobilyaların çıtırtıları arasında odadaki tek ses Kiana’nın elbisesinin geniş eteklerinin hışırtısıydı. Büyük sandığın içindeki bazı kadın kıyafetlerinin şaşası ile kaşları yükselirken yıllar önce Lurd’un ve ailesinin aceleyle evlerini aceleyle terk ettiklerine hükmetti. Elbiselerden birini alarak yanması için şömineye fırlattı. Tutuşan kumaşın ise dönüşen dumanlarını izledi, artık bu mekanda onu giyecek bir insan evladı yoktu.

Eteklerinin kirlenmesine aldırmadan ateşin dibine diz çöktü. Fısıltı düzeyinde tutmaya gayret ettiği sesinden dökülen emirlerle ateş biraz daha yükseldi, geriye sadece elbisenin biçiminde kara bir görüntü alevlerin arasında kaldı. İnce uzun parmaklarını ateşin ortasına uzattı. “Ecem!” diye seslendi. Ateş bağrındaki elden habersiz yanmaya devam ediyordu.

“Sevgili Kiana.” Çok geçmeden Kiana, kraliçesinin berrak sesini duydu. “Umarım Mickal yeni bir densizlik yapmamıştır.”

“Minnetimi kabul edin Ecem.” dedi Kiana, sanki görüyormuşçasına başını göğsüne eğerken. “Sayenizde o günden beri başka bir durum olmadı.”

“Sevgili Cadı’m. Bana sunduğun hizmetlerin karşılığında daha iyisini elde edeceksin. Çok yakında.” diye güzel günler vaat eden Biritriel’in memnun gülümsemesi sesiyle Cadı’nın kulaklarına doldu.

Kiana, “Lurd’un yerini buldum.” dedi değerini arttırmaya çalışarak. “Boal Dağı’nda saklanıyor.”

Ateşten bir kahkaha yükseldi memnuniyetle. “Yapabileceğini biliyordum. Sen benim en güçlü cadımsın Kiana. Sana güveniyorum.”

“Ecem bir şey daha var.” Kiana, ateşin içindeki elini yumruk yaptı. “Bir Kam.”

“Kam’lar yüzyıllar önce yok edildiler, Kiana.” dedi Kraliçe uyaran bir ses tonuyla.

“Bugün bir Kam’ı öldürdüm.”

Uzun süren sessizliği Kraliçe’nin artık normale dönmüş sesi bozdu. “Emin misin?”

“Evet. Baskına uğradık ve içlerinden birisi Kam’dı.” Kiana gelecek yanıtı beklerken saniyeler geçti.

“Kadının cesedini istiyorum. Onu bana gönder Kiana.” Biritriel’in sesi kesildiğinde Kiana konuşmanın bittiğini var olmayan bir kapının kapanma hissi ile algıladı.

Daria dakikalar sonra onu bulduğunda hala ateşin önünde sessizce oturuyordu.


Not:
Zamansızlıktan başlardaki bölümler kadar sık ve dikkatle yazılarda düzeltmeler yapamıyorum. Yazım hataları ve anlatım bozuklukları var ise şimdiden affola. Heyifli okumalar :)

Başlık: Ynt: Cadı
Gönderen: Berweuli - 18 Ağustos 2016, 09:46:19
***

Kiana, askerlerin malikânenin bir yerlerinden bulup salonun döküntüleri arasına yerleştirdikleri dikdörtgen masanın etrafında yavaşça dönüyor ve sadece belli bölgeleri örtülü kadının cesedini inceliyordu. “Bunu neden tartıştığımızı hala anlayamıyorum.” dedi bakışlarını cesetten ayırmadan.

Cadı’nın karşısındaki duvara yaslanmış olan Aghon, ayakta olmanın üstünlüğünü oturmanın rahatlığa tercih etmişti. “Bir ceset ne işinize yarar ki?” diyen adam işi yokuşa sürmeye niyetli ama yine de keyifli bir şekilde sırıtıyordu.

Kiana, “Yamyam olmadığımıza emin olabilirsin.” diyerek alınganlığı kendine kalkan yaptı.

“Onu demek istemediğimi biliyorsun.” diyen Aghon itiraz etti.

“Açıkçası, ne demek istediğinden pek emin değilim.” Kiana durup Aghon’u süzerken ince dudaklarını hafifçe büzdü. “Aynı tarafta değil miyiz, yoksa?” diye soran kadın, adama ima ettiklerinin farkındaydı.

“Senin karşında olmaktansa yanında olmayı tercih ederim.” Aghon’un kalın sesinin tınısındaki imayı yüzündeki çapkın sırıtış destekliyordu.

Kiana hatırlatılmak istenenlere aldırmadan “Sen bir Sedar askerisin ve Kralınız Mickal, Zedana’yı istila etmek istiyor, unuttun mu?” Kiana, artık Aghon’un ulusunun Sedar olduğundan emin olmasa da hizmet ettiği ordunun güneye yürürken neden olduğu yıkımı yumuşatmak gereği duymamıştı. Zira ordunun kuzeyden güneye ilerleyişindeki tavrı, istila kelimesinden daha hafifini kaldırabilecek durumda değildi. “Ecem de size yardım ediyor.”

“Neden diye düşündün mü hiç? Neyin karşılığında buradasın?” diye soran Aghon,  kadınla hiç bu kadar rahat tartışamamış olduklarından anın verdiği memnuniyet ile gülümsüyordu.

Kiana, masaya yaslanarak Kam kadını arkasında bırakırken yüzünü Aghon’a dönmüş ve kollarını göğsünde bağlamıştı. “Ecem’i sorgulamam.”

“Neden? Yoksa kraliçenin gayrı meşru kızı mısın?”

Kiana’nın kahkahası virane evi çınlatırken Aghon sırtını dayadığı duvarı terk edip yavaş adımlarla Cadı’nın önüne kadar geldi.

Adamın soran bakışları ile karşılaştığında Kiana’nın dudakları yavaşça eski ciddiyetlerine kavuştular. “Bu saçma soruyu sorarken ciddi değilsin değil mi?”

“Elbette değilim.” Aghon, karşısındaki uzun boylu kadının siyah kıvırcık saçlarını yüzünden geriye doğru tararken aralarında asılı kalan sessizliği içine çekerek bozdu. “Kraliçe’ne bağlılığını takdir etsem de bazen bu sadakatinin normal olmadığını düşünüyorum.”

Kiana, bir elini Aghon’un göğsüne dayayıp aralarındaki, saniyeler içinde kapanabilecek mesafeyi aynı tutmaya çalıştı. “Ne Ecem’in çocuğu ne yeğeni ne de her hangi bir akrabasıyım. Onun kudretinin önünde eğilmem için kan bağına ihtiyacım yok.”

Kadının sesinde hissedilmeye başlayan öfkenin titreşimlerini yakalayan Aghon, omuzlarından dirseğine doğru Kiana’nın ince kollarını okşarken “Kuzeyin en korkulan Kraliçesi ile akraba olmayacağım için mutluyum o halde.” dedi.

Kiana’nın dudakları alayla kıvrıldı. “Ama Güney’in en korkulan cadısı ile olmak istiyorsun…” Sözleri bir sorudan ziyade bir tespit gibiydi.

“Ben sadece…” Aghon az önceki tüm o şakacı ve çapkın tavırlarından bir pelerinden kurtulur gibi sıyrılırken kadının her iki elini yavaşça kavradı. “Kiana ile olmak isterdim.” Sözlerinin doğruluğunu kanıtlamak istercesine bakışları ile kadına binlerce yemin sunuyor gibiydi.

‘Ya çok iyi bir yalancısın ya da tam bir aptal âşık.’ Kiana, aralarındaki sessizliğin uzamasına izin verirken hissettiği kuşkuyu bakışlarından saklamaya gerek duymuyordu. “Bu kadar duygusal olduğunu bilmiyordum.”

“Aghon, gelsen iyi olacak.” Orist, böldüğü hassas anın farkında olmadan etli yüzündeki kalın kaşlarını çatmıştı.

Aghon, derin bir soluk alarak sabrının taşmak üzere olduğunu gösterdi. “Anlaşılan Kale’ye dönmeden bir rahat yok.” Kadının ellerini son bir kez sıkıp bıraktı.  “Kurtulduğunu zannetme.” diyerek Kiana’yı uyardı ve ardından gönülsüzce kadından ayrılırken girişte inatla dikilen Orist’e çıkıştı. “Umarım önemli bir şeydir.”

Dikkatle dinlendiğinin farkında olan Orist, sadece başıyla komutanına geriyi işaret etti.

Heybetli adamın uzun sarı saçlarının girişteki kapısız açılıktan kaybolmasını izleyen Kiana, ardındaki Kam’ın varlığını hatırlayarak kadının ölmeden önce bir hançer gibi böğrüne sapladığı sözlerini içinden tekrarladı. ‘Aşığın kendi halkına ihanet eden bir Kam, sana ihanet eden bir Kam. Seni benim ellerime getirdi.’


Daria gelip hazırladıkları merhemin yeterince soğuduğunu haber verdiğinde dakikalardır yaslandığı yerde tek kasını oynatmadan şüphelerinin ve hislerinin birbirleri ile mücadelesini sahiplenmeden izliyordu. Sırtını sıvazlayan soğuk bir rüzgârın dokunuşuyla irkilir gibi seyrettiği sonuçsuz mücadelen uzaklaştı.

“Hadi şu işi bitirelim de gidelim. Bir gece daha burada kalmak istemiyorum.” Kiana, Daria’nın uzattığı kâsedeki kıvamlı karışımı alarak iki avcunun arasında yoğururken cesedi kuzeye yapacağı uzun yolculuk boyunca çürümekten koruyacak büyülü sözleri mırıldanmaya başlamıştı.

Kam’ın çıplak bedeni toprak gibi bir renk ile yavaş yavaş kaplanırken Daria korkuyla büyümüş gözlerini morarmaya başlamış ve kaskatı kesilmiş cesetten kaçırdı. Yine de masanın etrafında dönen Cadı’yı uysal bir şekilde takip ediyordu.

Bahçedeki çam ağaçlarından elde ettikleri reçineleri, kokulu birkaç bitki ile karıştırıp kaynatmak için harcadıkları zamanı düşündüğünde Daria, cesedin nahoş kokusunun yerini yavaş yavaş odunsu bir rayiha aldığı için mutluydu.

Daria “İşsiz kalmazsın.” diye mırıldandı. Kime ne söylediğini fark edince titrek eli ile aceleyle ağzını örttü.

Bir tepki vermeden işine devam eden Cadı’nın güçlü kulakları, kızın sözlerini kolayca yakalamıştı. “Ne dedin?” diye dalgınca sordu yine de.

Daria birkaç kere öksürerek cesaret topladı. Her ne kadar Kiana bu sabah oldukça keyifli görünse de iyileştiğinden beri kadında daha önce rastlamadığı bir farklılık seziyor ama ne olduğunu bulamıyordu. “Cadılık yapmasan işsiz kalmazsın. En kötü ihtimalle parfüm yapıp satarsın."

“Cadılık bir meslek değil, Daria. Cadı doğarsın, yaşarsın ve cadı olarak ölürsün.” Kiana, başını kaldırıp kısa bir an kızı süzdü.

“Ama istesen güçlerini kullanmazsın, değil mi?” Daria, büyü yapamayan bir Kiana’yı gözünün önüne getirmekte zorlansa da kadının bir insan olarak daha mutlu olabileceği fikrini düşünmeden edemiyordu.

Kiana “Öyle bir arzum asla olmadı.” derken Daria’nın kol boyu şeritler halinde kestiği eski bir örtünün parçalarını Kam’ın ayaklarının altından geçirmeye başladı.

Daria tüm tiksintisine rağmen hanımına yardım edebilmek için elindeki kâseden kurtulup masaya yanaşmıştı. Kısa sürede ölü kadın, ikinci bir deri gibi kaplandığı güzel kokulu merhemin üstünden geniş şeritler halinde kundaktaki bir bebek gibi sarıp sarmalanmış ve bedeni canlıyken olduğundan daha küçük kalmıştı.

Kiana başının üzerinde toplanan iki parçaya düğüm atarken evdeki ve bahçedeki ani sessizliği fark etti. Ardından mermer üzerinde yürüyen kararlı adımların yankısını arttıran kaliteli çizmelerin varlığını ve peşinden gelen pelerinlerin hışırtısını yakaladı.

“Soldaki kapısız salondayım, Lentis.” Kiana sesini yükseltmemiş, arta kalan kumaşlarla elindeki yağı temizlemeye girişmişti. Gelenlerden birisi erkekti ve Kiana ondan daha güçlü kulakları olduğunu biliyordu. İlk anda Cadı’nın kendisi ile konuştuğunu zanneden Daria’ya başıyla ortadan kaybolmasını işaret etti. Kızı gelen cadıların gözüne sokma riskine girmek ancak aptallık olurdu.

Yıkık duvardan geçerek bir başka viran odanın dağınıklığında kaybolan Daria’dan saniyeler sonra iki uzun siluet kızın ardında bıraktığı boşluğa doğru yürüyordu. Havadaki tarçın ve çam kokusu, Kraliçe Biritriel’in iki fedaisini, kıymetli cadısından önce karşılarken iki baş Kiana’nın önünde saygıyla eğildi.

Mickal’ın sarayından buraya kadarki iki günlük yolu bir gecede kat etmiş olmalarına rağmen kıyafetlerinde ne yağmurun soğuk ıslaklığını ne de geçtikleri yolların çamurunu barındırıyorlardı. Yüzlerinden ise yorgunluğun herhangi bir izi seçilmiyordu. Bir erkek bir dişi olan fedailerin her ikisi de ırklarının belirgin özelliğine sahiptiler, ince ve uzun vücut hatları gibi yüzleri de kemikli ve güzeldi. Kraliçelerinin rengi olan beyaz pelerinlerinin altındaki koyu renk deri zırhlarının çağrıştırdığı savaşçı görünümlerinin aksine üzerlerinde ne bir kılıç ne de bir hançer taşıyorlardı. Yol boyunca ya da eve yaklaştıkları anlarda kendilerine bulaşılmasını önleyen silahları değil, kim olduklarını bildiren bu tekinsiz görünüşleriydi.

Erkek olan koyu renk gözlerini örtülü bedenin üzerinde kuşku ile dolaştırdı. “Çelimsiz bir şeye benziyor.” Kam’ı küçümseyen sözleri gibi bakışları da kibir doluydu.

“Görünüş seni aldatmasın, Lentis.” diyen Kiana, elindeki paçavraları taş yığınlarının üzerine doğru fırlattı.

Diğer cadı bakışlarını geniş odada gezdirerek bir gün önceki tuzaktan geriye kalan, yeni oldukları belli olan yıkıntıları ilgi ve alayla inceledi. Kam’ın ufak tefek bedenin düşündürdüğü güçsüzlüğe rağmen zorlu bir mücadelenin yaşandığı varsaydı.

“Seni de Cillia.” Kiana, yüzündeki ifadeyi hızla yok eden dişi Cadı’yı hazırlıksız yakalamıştı. Önünde başlarını saygıyla eğen iki cadının fırsatları olsa kardeşinin ihanetine rağmen Kraliçe Biritriel’in gözdesi olarak koruduğu yeri ele geçirebilmek için gözlerini kırpmadan onu yok deneyeceklerini biliyordu.

Lentis, öne çıkarak “İletmemizi istediğiniz başka bir şey var mı, efendim?” diye sordu.

Kiana, Mickal’ın sarayından gelseler de bu ikisine kardeşini soramayacağını çok iyi biliyordu, bu yüzden kısaca “Hızla ve güvenle gidin.” dedi.

Lentis Kam’ı bir omzuna aldı. Ceset bir saat öncesindeki katılığının aksine huzurlu bir uykuya dalmış bir kadın gibi gevşemiş ve adamın vücudunun biçimini alarak omzundan sırtına doğru sarkmıştı.

Artık yaralarını sarmış ve dinlenmiş olan Bendol’ün askerleri evden çıkan iki cadıyı korku ve kuşku ile süzüyorlardı. Kendi Cadı’ları da üzerlerine benzer bir korku salsa da bu duyguyu zamanla kanıksamışlardı ama bu iki fedai Kiana’dan daha bir savaşçı görünümlüydüler. Dişi olan da erkekler gibi vücudunu saran bir pantolon ve deri tunik tarzında bir zırh giymişti. Hâlbuki kendi Cadıları savaşa giderken bile soylu bir hanım gibi uzun geniş etekli elbiseleri tercih ediyordu. Kendileri gibi uzun ve güçlü atlarına binerek hızla büyük evden uzaklaştıklarında adamlar rahat bir nefes aldı.
Başlık: Ynt: Cadı
Gönderen: Berweuli - 08 Eylül 2016, 13:48:46
Filler ve Çimenler

Lurd'un virane evinden ayrıldıklarından beri beş gün at sırtında geçmiş, rahat bir yatakta uyumayalı beş gece ise arkalarında kalmıştı. General Bendol'ün gönderdiği ulak onları bulduğunda yaralılardan dolayı bir geceyi daha o köhne evde geçirmişlerdi. Aghon'a teslim edilen pusulada Uyvar Kalesi'nin ve nehrin kuzeyinde kalan Sedar ordusunun üzerlerine geldiklerini haber aldıkları Zedana ordusunu karşılamak üzere güneye geçerek ülkenin içlerine doğru aceleyle ilerlediklerini haber veriyor, Cadı'nın hızla onlara yola çıkmasını istiyordu.

Yaralıları bir kaç sağlam adamla geride bırakarak arkalarından cehennem bekçileri kovalıyormuşçasına iki günde geldikleri yolu bir günde kat edip kaleye ulaştıklarında onları bekleyen on şövalyenin refakati ile Mickal'in ordusuna katılmak için aynı tempoda üç gündür at sırtındaydılar.

Zedana Ülkesinin Kralı Tiordan, nereden ya da kimden aldığı bilinmeyen aptal bir cesaretle daha iki ay önce bozguna uğrayan ordusunun yerine şaşırtıcı bir hızla yeni bir tane toplamıştı. Mickal’a biat ederek kendisine ihanet eden, Zedana’nın batısında küçük bir şeflik olan Maragal’ın üzerine yürüdüğü ve komşusuna ders verici bir ziyarete kalkıştığı, haberi Cadı kaleden ayrıldıktan kısa bir süre sonra ellerine ulaşmıştı.

Günlerce at sürmenin yorgunluğu Daria kadar Kiana'yı etkilememişti. Hava bahar gelmişçesine yersiz ve haksız bir yumuşaklıktaydı. Gören güneye kışın hiç uğramadığına dair yemin edilebilirdi. Bu da soğuktan nefret eden Kiana için durumunun en iyi tarafıydı. Kiana, hızlı hareket ettikleri için Aghon ile yalnız kalmadığına ayrıca memnundu, bir de aptal aşık gibi etrafından dolanan bir adamla uğraşmamıştı.

Belki de bu iki ordunun son kez karşı karşıya gelmesi ise Cadı,  Sedar’ın kazanması için elinden geleni yapacak amacına ulaştığında da kendine vaat edileni alıp, ardına dahi bakmadan kuzeye dönüp ortadan kaybolacaktı. Mickal’ın güneyi işgalinde haksız olması ya da Zedana’nın Sedar’ın zalimlikleri altında esir olması zerrece umurunda değildi. Ecesi için son işi buydu ve kendisine söz verildiği gibi erkek kardeşi Kieran’ı Mickal’in elinden alacak ve Zedana’yı Sedar’ı hatta Aghon’u da geride bırakacaktı.

Ne cadıların ezeli düşmanı kamların ortaya çıkması ne de onlardan birinin kalbini kırması, zaten kırılgan olan gelecek planlarının önüne geçmemeliydi. Çocukluğundan beri üstesinden geldiklerinin yanında bir erkeğin yalanları ya da vaat ettiklerini mi göz ardı edemeyecekti. O Kiana’ydı, Ecesinin gözdesiydi, kardeşinin büyü gücü de damarlarında dolaşırken Phemedes’de kuzeyde karşısına çıkabilecek cesarette çok az Cadı vardı.

Daria’nın yardımıyla kendisine tahsis edilmiş çadırda ayaküstü yedikleri yeni bitirmişlerdi ki General Bendol’ün geldiğini haber veren muhafızın sesi çadırın bezden duvarları yüzünden boğuk bir şekilde içeriye ulaştı. Daria artık Cadı’nın ortadan kaybolmasını istediğinde attığı hızlı ve uyarıcı bakışlara alışmıştı. General içeri girdiğinde kenarda bekleyen kız yemek tepsisi ile adamın ardından dışarıya sıvışmıştı.

Orta yaşlarını geçmiş adamın saçlardan yoksun yüzünde yorgunluğu çizgi çizgi okunuyor, gerginliği çadırı hızla tarayan hırçın bakışlarından anlaşılıyordu.  “Aghon nerede?” diye soran Bendol, çadırdaki sandalyelerden birine oturmak yerine Kiana’nın önüne gelip durdu.

“Çevreyi kontrole çıktı. Savaş büyüsü için en uygun yeri arıyor.” Kiana, ne adama oturmasını teklif etti ne de onu bekledi, sandalyesine tekrar rahatça kuruldu, birleştirdiği ellerini dizinin üzerine yerleştirdi.

“Yalnız mı? Neden sen de yanında değilsin?”

General’in bu kadar gerginken latife yapmaması gerektiğini söylemeyi bir an düşünen Kiana, yorumunu umursamazca kendisine sakladı. “Eminim benim için en uygun yeri bulacaktır.”

“Eminim.” diyen General’in alaycı dudakları keyifsizce yukarı kıvrıldı.

“Bir sorun mu var General?” diye sordu Kiana. Aylardır birlikte olduğu adamı hiç böyle görmemişti.

“Geldiğinizde bana uğramanızı beklerdim. Olayları başkalarından duymaktansa…” Bendol’ün sesi çadırın bezden duvarları arasında çoğalırken bir askerden çok alıngan bir oğlan gibi çıkıyordu. “Bir saldırıya uğruyorsunuz ve bana bundan bahsetme zahmetine bile girmiyorsunuz.”

“Bir saat önce ya da bir saat sonra öğrenmeniz saldırıyı da sonuçlarını değiştirmez General.” General’in konuşmak için hareketlendiğini görünce Kiana izin vermedi. “Küçük bir şeydi ve halledildi.”

“Saldıranlardan bir kadının büyü yaptığını söylüyorlar. Doğru mu?”

Kiana “Evet doğru.” diye tereddütsüz cevapladı.

“Irkınızdan birileri Zedana tarafına mı geçti?” General aklındaki asıl soruya geldiğini belli eden bir sertlikle soruyordu.

“Güldürmeyin.” Kiana, itham edildiği ihanete küçümseyerek karşılık vermişti. “Sizi endişeli görüyorum General. Lafı dolandırmak yerine sadede gelelim. Bu sorularınızın tek sebebi gelir gelmez size rapor vermemem olamaz.”

“Savaşı hiçbir zaman hafife almadım, şimdi de almayacağım.” Sonunda oturmayı akıl eden adam, Kiana’nın karşısındaki sandalyeye kuruldu.

“Ama?” diye soran Kiana, Bendol’ün endişelerini duymak için sabırla bekledi.

“Bu ne cüret?” diye patlayan General’in sesi ile çadırın bezden kapısından içeriye başını uzatan muhafızı eliyle dışarıda kalması için uyardı. “Zedana’nın bu kadar kısa sürede toparlanıp karşıma çıkmaya kalkışmasından işkillenmiştim ama sizin bana bildirmeye zahmet etmediğiniz, bir kamın sizi öldürmeye çalıştığını öğrenince her şey yerli yerine oturdu.”

“O kam öldürüldü General.” dedi Kiana ve Ecemin de olanlardan haberi var.”

“Bir kam mı var sadece sizce?” Bendol başını iki yana salladı. “Onların tarafında kaç kişi olduğunu bilmiyoruz.”

‘Ya da aranızda.’ Kiana alaycı düşüncelerini kendisine sakladı. “Yüz yıllardır gizlendiler. İki günde meydana çıkıp, ırkları öldürülüp yok edilirken umursamamış, arkalarını dönmüş insanlar için savaşıp ölmeyi göze alacak kadar aptal olduklarını sanmıyorum. Tüm varlıkları ile ortaya çıkıp, tekrar yok edilme riskine girmezler, giremezler. Aralarından birkaç kişinin intikam hissi ile bir Cadıyı öldürme fikri ile baştan çıkmış olmasına hak veriyorum ama tümünün Zedana’nın yanında olacağını hiç sanmıyorum.”

“Düşmanınızı küçümsemeyin.”

“Asla!” dedi Kiana büyük bir inançla. “Ama beni de yabana atmayın.”

“Yine de Tiordan’ın bu gözü pekliğinin arkasında başka bir şey olduğuna eminim.”

“Son demlerini yaşayan bir adamın beyhude çırpınışları.” dedi Kiana, adamın mızmızlanmalarından sıkılmıştı. Bendol ile aralarındaki masaya parmakları ile tempolu vururken “Lurd’u sormadınız General.” dedi konuyu değiştirerek.

Ayağa kalkan adam, “Bilgi Kraliçenize lazımdı bana değil. Eminim onu da cesetle birlikte göndermişsinizdir.” dedi. Başıyla kısa sert bir selamın ardından kapıya yöneldi.

“Yine beklerim General. Böyle sohbet etmeyeli uzun zaman olmuştu.” dedi Kiana alayla.

“Umarım savaştan sonra bir daha görüşmeyiz.” Arkasına dönemeye zahmet bir etmeyen General, sertçe açtığı perdeden kapının ardında kayboldu.

“Ben de öyle umuyorum General.” Kiana, kirpiklerinin ardından adamın adımlarını zemindeki halı üzerinden takip ederken gülümsedi.


***

Aghon, Cadı’nın çadırının önüne geldiğinde dolunay dışarıda kalanların yolunu aydınlatacak parlaklıktaydı. Ordunun kamp kurduğu geniş ovada, askerlerin gergin konuşmaları, atların kişnemeleri uğultu şeklinde yayılıyordu. Kiana ile biraz mahremiyete ihtiyaçları olduğunu düşünen adam, kadının çadırının önüne diktiği muhafızları bir şeyler içmeye gönderirken Cadı’nın onları rahatlıkla duyabildiğini biliyordu. İçeri girdiğinde, her daim Daria’yı dizinin dibinde ayırmayan kadını günlerdir ilk defa yalnız buldu.

Aghon, nemli pelerinini sandalyenin arkasına attı. Her hareketinin dikkatle izlendiğinin farkındaydı. Cevabını çok iyi bilse de “Daria nerede?” diye sordu alayla.

“Az önce Orist ile gitti. Kılıç talimi yapacaklarmış.”

Aghon, Orist’ten kızı uzaklaştırmasını rica etmesine rağmen “Hayret.”  dedi. Adamın yüzünde yorgunluğun yanında bıkkınlık kol geziyordu. Yoksa bu uzun yolculuğun ardından kimsenin talim yapmaya gönlü olmadığını kadının da bildiğinden emindi. Kiana’nın sorarcasına tek kaşını kaldırması üzerine “Seni tanımasam, benimle yalnız kalmamak için kızı yanından ayırmadığını düşünürdüm.”

“Birbirimizi çok iyi tanıdığımızı iddia edebilir misin?” Kiana, bardağı masanın üzerinde evirip çevirirken içindeki sıvıyı kendi kalbinden geçenlerin çalkantısına denk bir şekilde sallıyordu. “Hiç sanmıyorum.”

"Keşke sen de kendini benim gördüğüm şekilde görebilsen." Aghon bir kaç saat önce Bendol'ün terk ettiği sandalyeye kendisini bırakırken en az General kadar endişeli görünüyordu. Biraz dinlendirebilmek için bacaklarını Kiana'nın uzun eteklerinin altında kaybolmuş ayaklarına doğru uzattı.

Kiana, "Bana ayna olmak mı istiyorsun?" diye alayla sordu. Bakışları adamdan ziyade elindeki bardaktaydı.

Aghon, "Ayna çok fazla gerçekçi olurdu, tüm kötü yanını çekinmeden ortaya döker ama bir suya baksan sivrilikleri yumuşatır, gölge ile çizgileri yok eder."

"Bazen de olduğundan büyük gösterir." Kiana, Aghon ile göz göze geldi.

Birbirini anlayıp anlamamazlığa gelmenin oyunundan ikisi de keyif almıyordu. Aghon, sandalyeye sırtını iyice yaslayarak gözlerini kapattı. Kiana, delici gözlerle bakmadığı o anda adamın yüzünün her bir çizgisinde bakışlarını gezdirdi, hatta ezberledi öyle bir an geldi ki bütün gün kendine söz verdiklerini yalanlarcasına neredeyse 'birlikte kaçalım' sözcükleri kadının kaçmasın diye sımsıkı kapadığı dudaklarından yol bulup dökülecekti.

"Benimle gel." Aghon aniden gözlerini açmış ve Kiana'nın saklamayı başaramadığı duygu ve düşüncelerin kırıntılarını yakalayabilmişti. Gördüklerinin cesareti ile ayaklarını toplayıp doğruldu. "Bu lanet savaşı arkamızda bırakıp gidelim. Bu gece, hiç beklemeden buradan kaçalım."

Kiana’nın bir kaç saniye önceki düşüncelerinin yansımaları Aghon'un ağzından büyük bir heyecanla çıkarken sadece şaşkınlıkla adamı izleyebildi. 'ayna olmak mı istiyorsun' sorusu belki rastgele ortalarına atılmıştı ama şimdi görüyordu ki ikisinin arasındaki bağ o kadar da basit değildi. Üstelik Aghon da en az kendisi gibi, hatta tutkusu onunkinden bile büyük olmalıydı ki buradan gitmek istiyor ve bunu dile getiriyordu.

Adam öne doğru eğilmiş Kiana'nın gözlerini kendininkilerle hipnotize ederken anlatmaya devam ediyordu. "Daria 'yı da yanımıza alırız. Yıldırım gibi süreriz atlarımızı öyle ki kimse bizi yakalayamaz. Güney'de birçok yer biliyorum, geçtim Mickal'i Kraliçen gelse inan bana bizi hiçbir yerde bulamaz."

Adamın vaat dolu sözleri Kiana'yı masmavi bir denizin kıyısındaki küçük bir kulübeye götürürken Aghon bir adımda aralarındaki mesafeyi aşarak kadının önünde diz çöktü. Heyecanla titreyen parmakları geniş avucunun içine alarak güven dolu bir şekilde sıktı.

"Sadece ikimiz, istemediğin hiç bir şeyi yapmak zorunda olmadığın bir hayat." Aghon'un kalın sesi özgürken yapabileceklerinin heyecanı ile daha da boğuklaşmıştı. Bir eli o ince dizdeyken diğeri çoktan yanağına konmuş ardından ensesinden kavramış, kadını kendisine yaklaştırarak sözlerinin etkisini arttırmak istercesine dudaklarına uzanmıştı.

'Öperse baş edemem.' Kiana hızla doğrulurken adamın ellerinden kurtulup çadırın uzak bir köşesine çekildi. Kafasının karışıklığı kırışan alnını ovuşturarak düzleştirmeye boşuna uğraştı. "Bu gece ne içtin ne yedin bilmiyorum ama ne olduklarını söyle de kesinlikle onlara elimi sürmeyeyim."

Kısa bir an için dizlerinin üzerinde çaresizce kalan Aghon, derin bir nefes alarak ayağa kalktı. "Sarhoş değilim, şu zamana kadar da hiç olmadım."

"Ama aptalsın." Kiana'nın sesi öfkeyle yükselmişti. "Sahip olduğum her şeyi bırakıp seninle gelmemi isteyecek kadar aptalsın."

"Anlaşılan sahip olabileceklerini hatırlatmam gerekecek." Aghon sözleri ile birlikte harekete çoktan geçmiş ve dağılmış görünen kadını kollarına almıştı bile.

Kiana boş yere çırpınırken Aghon, dudaklarının hırpalanmasına aldırmadan onu tutkuyla öpüyordu. Tüm iradesini ayakta tutmaya çalışmak şu zamana kadar Kiana’nın karşı koyduğu tüm engellerden daha da zordu. Karşılık vermemeliydi ama Aghon’un sıcak nefesi yanaklarındayken parmakları kısa saçlarını kavrayıp başını kendisine daha da bastırırken sözünde durmak o kadar zordu ki elleri istemsizce adamın boynuna dolandı.

Aldığı karşılık Aghon’da derin bir soluk almadan inlemeye dönüştü. Sadece bir an “Seni özledim.” diyebilmek için Kiana’dan ayrılmaya razı oldu.

Öpücüğü ispattan şefkate ardından arzuya o kadar hızlı geçmişti ki Kiana, Aghon’un onu ne zaman çadırdaki yastıklardan yapılmış alçak sedire doğru götürdüğünü anlayamadı. Sırtı minderlere dizleri yumuşak zemine dayandığından ne yaptığını, nasıl baştan çıkarıldığını fark etse de yine de itiraz edemedi.

Aghon, Kiana gibi dizlerinin üzerine çökerken “Herkes uyuduğunda sessizce ayrılırız.” dedi nefes nefese ama korkularından kurtulmuş bir şekilde. Öpücüğüne ara verip alnının kadınınkinde dinlendirirken sessizlikten şevk alarak planını anlatmaya devam etti. “Orist, Daria ve Ikar’ı alırız ve birkaç adamımı daha. Büyün için uygun bir yer aramaya gittiğimizi söylediğimizde nöbetçiler şüphelenmeyecektir. Kaçtığımızı anladıklarında ise bize yetişmeleri için atlarının ayaklarına kanat takmaları gerekecek.” Keyifle gülen adamın kadından derin soluklardan başka bir cevap alamadığını fark etmesi çok uzun sürmedi. “Benimle kaçmayacaksın, değil mi?”

Kiana, alnındaki baskıya rağmen başını adamı onaylarcasına sallarken yine sessiz kaldı. Konuşabileceğini zannetmiyordu. Omuzlarından kavranıp sertçe sarsıldığında dağılan saçlarının arasından adama çaresizce baktı. “Gelemem.” diye fısıldayabildi. Sesi o kadar kısıktı ki Aghon duyduğundan bile emin değildi. Adamın tekrar kendisini öpeceğini anladığında elini hızla aralarına perde yaptı. Parmaklarının altında sinirle gerilen dudakları hissedebiliyordu. “Daria’yı da yanınıza alın. Kaçtığınızı eninde sonunda anlarlar ama Bendol’ü sizin için birkaç gün oyalayabilirim. Ondan sonrası sizin maharetinize kalmış.” Adamın tüm aldatmacalarını affetmişti.

Kam kadının söylediği gibi kaleye kadını sokan kişinin ya da Lurd’un evinde olduklarını düşmana sızdıran kişinin Aghon olduğuna artık inanmıyordu. Kendisini öldürecek olsa eline geçen birçok fırsatı kolayca kullanırdı, hele ki bir kam için fırsata bile ihtiyacı yoktu. Adam aylarca yanında gezmişti. Kızdığı noktanın onun gerçek kimliğini bilmemek olduğunu şimdi anlıyordu. O yüzden az önce buradan uzaklaşmaları için onlara bir şansa tanımak istemişti. Bendol’ün yine bu çadırda şüphelerinden ve endişelerinden bahsetmemiş miydi? General Aghon’un bir kam olduğunu öğrenirse işler daha da karışırdı ve Kiana onu koruyamazdı. Diğer tarafta kendisine karşı kullanılan kardeşi varken ne onunla kaçabilirdi ne de onu koruyabilirdi.

Aghon, dudaklarının üzerindeki ince parmakları şefkatle öptükten sonra şaşırtıcı bir sakinlikle ayağa kalktı. Kiana’yı ilk defa bu kadar solgun görmüyordu ama yukarıdan kadını süzerken çadırdaki mumların azlığına da lanet etti. Onun ne hissettiğini anlamak için neler vermezdi ki. Az önce öpüşüne aynı tutkuyla karşılık verirken aklından geçenlerden ziyade asıl yüreğinden geçenleri öğrenmek istiyordu. “Sensiz bir yere gitmiyorum.”

“Beni beklersen aptallık edersin.” dedi Kiana. Tüm o duygusallıktan kolayca sıyrılmış ve sırtını yastıklara gamsızca dayamıştı. “Savaş bittikten sonra kuzeye Ecemin yanına gideceğim ve orada sana yer yok.” İster Kam olsun isterse bir insan Aghon’un Cadıların arasında hiçbir zaman yeri olmayacaktı. Kiana, her şey bittikten sonra kendi halkının arasına dönmeyecek olsa da Aghon’un bunu bilmesine gerek de yoktu, erkek kardeşi ile kuracakları düzende onun varlığı sadece bir sorun olurdu.

“Bu kadar mı güce tapıyorsun? Normal sıradan bir kadın olamaz mısın?” Aghon, hayal kırıklığı ile konuşuyordu.

Kiana keyifli bir kahkaha attı. “Bir insanın bunu anlaması çok zor.” dedi alayla.  Evet sıradan bir kadın olacaktı ama önce kardeşini kurtaracaktı. Aghon’un hiçbir şey söylemeden öfkeyle kendisini süzdüğünü görünce “Benden ümidini kes. İkimiz de yalnızdık eğlendik, o kadar. Başka bir şey olmayacak.” dedi artık sıkıldığını belli eden bir şekilde.

Aghon, kadını başıyla selamladı ve pelerinini alırken “Sizi eğlendirdiysem ne mutlu bana. Yine öyle bir gece isterseniz çağırmanız yeterli.” dedi öfkeyle.

Kiana, çadırın bez kapısı gidenin rüzgarı ile sallanıp durulduğunda “Hiç sanmıyorum.” diye mırıldandı.
Başlık: Ynt: Cadı
Gönderen: Berweuli - 20 Ekim 2016, 10:24:08
Savaşın kıyısındaki toprakların üzerinde, seyrek ağaçların arasında, aceleden yoksun iki atlı tepeye doğru tırmanıyordu. Arkalarından esen ılık meltemler aşıp geldikleri vadinin serinliğini öğle güneşi ile kavrulan tepelere ulaştırıyordu. Çok değil belki de birkaç saat sonra vadinin verimli toprakları, savaş atlarının demirden toynakları altında ezilecek ve binlerce insanın kanı ile sulanacak, her şey olup bittiğindeyse üzerinde isimsiz höyükler yükselecek ama asla eskisi gibi olmayacaktı.

Düşmanın kapısına kadar dayanan Bendol yönetimindeki Zerdana ordusu, daha güneş doğmadan, batıdan Kodor vadisine girmişti. Mickal’ın Cadı’sının koruma birliği ise vadide oyalanmadan Aghon’un bizzat yerini belirlediği yüksekliğe kadar Kiana’ya refakat etmek için ordudan ayrılmıştı.

İki atlının sessiz yolculuğu Aghon’un “Buradan sonrasında yürüyeceğiz.” komutu ile son buldu. Atından inip ayakları toprağa değen adam çevresindeki beklenti dolu sessizliği hissedebiliyordu.

Kiana, adamı itiraz etmeden takip etti. Atını ince gövdeli bodur bir ağaca bağladıktan sonra eyerine asılı küçük çantalardan birisini alıp boynuna astı. Bir diğerini karıştırırken bulamadığı şey yüzünden kaşları çatıldı.

“Sorun nedir?” Çevreyi kolaçan eden Aghon’un bakışları Kiana’ya takılmıştı.

“Daria, mataramı koymayı unutmuş.” diyen Kiana, boğazının kuruluğundan, damağındaki tatsız yapışkanlıktan şikâyet edemeden elindeki boş çantayı eyere vurarak cezalandırdı.

“Benimkini al.” Atından kendi matarasını alıp kadına uzatırken Aghon’un herhangi bir gecikmeye tahammülü yok gibiydi.

Kiana, gönülsüzce suyu kabul etti, içinden teşekkür etmek gelmiyordu. Aslında adamı bu uzak ve soğuk halinden kurtarabilmek için bir cadı ve bir kamın yıllarca dillerde dolaşacak dövüşünü sunmak istiyordu. Belki de… O fikri aklından geçirmekten bile imtina ederek eliyle sildiği mataranın ağzını dudaklarına götürdü ve kana kana içti.

Aghon, kadının hareketini kaçırmamıştı fakat herhangi bir yorum yapmak yerine yukarıya doğru tırmanan patikanın ucuna yöneldi. Sanki insan eliyle yapılmış gibi iki yanında üst üste dizili gri taşlar bir koridor gibi yollarını daraltıyordu. Yürüyüşlerini zorlaştıran ve ayaklarının altından kayan, irili ufaklı taşların çıkardığı seslerin arasında, vadide birbirlerini boğazlamak için bekleyen iki koca ordunun uğultusu Kiana’nın kulağına ulaşana kadar yok oluyordu.

Pişman mıydı? Önünde yürüyen, siyah zırhlı adamın geçilmez bir duvar gibi görüşünü kapatan sırtına bakarken kendisine bu soruyu sordu. Hem de ölesiye pişmandı ama ona bunu itiraf etmesini engelleyen ve dilini iki dudağının arkasında kalmaya zorlayan kardeşini arkasında bırakamayacak olmasıydı. İşte bu sebepten aynı zamanda pişman da değildi. Aslında hayatında ilk defa ne yapacağına kendisinin karar verdiği böyle bir iradeyi kullanıyordu. Çocukken daima koruyucusunun isteklerini yerine getirmişti, daha sonraki gençlik yıllarında da şimdi yaptığı gibi Ece’sinin sözlerini kendi isteklerinin önünde tutmuştu ve asla aksini düşünmemişti.

Ayaklarına söz geçirmekte zorlandığında Kiana aniden durdu ve yürümeye devam eden Aghon’u sessizce izledi. Her şeyi anlatsa anlar mıydı? Ona hak verse bile elinden bir şey gelmezdi. İstese belki kardeşini kurtardığında onlarla birlikte kaçardı.

Kadının sessizliğinden şüphelenerek dönen Aghon, “Bir sorun mu var?” diye sordu. Kiana’nın yüzünden gelip geçen ifadeleri anlamaya çalışırken kadına doğru birkaç adım attı.

Kiana “Üzgünüm.” diye fısıldayabildi. Boğazına takılan ne ise yutmakta zorlandığı gibi konuşmasına da mani oluyordu. Bu yumrudan kurtulmak için yutkundu.

Aghon duyduğu sözcükten emin olamayarak biraz daha yaklaştı ve “Ne dedin, duyamadım.” dedi.

“Üzgünüm, her şey…” Kiana öfkesi hariç hislerini dile getirmekte daima zorlanmıştı fakat kuruyan ağzının içinde dilini hareket ettirmek hiç bu kadar zor da olmamıştı. Eli tıkanıklığı açmak istercesine boynunu örttü. “Keşke…” Kuru bir öksürüğün önünü kestiği sözlerini tamamlamayı tekrar denedi umutsuzlukla. “Ben gelmek…” Sesi artık anlamlı sözcükler oluşturmaktan çıkıp hırıltıya dönüşmüştü.

Aghon göz açıp kapanıncaya kadar Kiana’nın yanındaydı. “Benimle gelmek mi istiyorsun? Bunu mu istiyorsun, söyle!” Kadını sarsmak istiyordu fakat son anda kendini durdurdu.

Kiana, adama tutunurken “Su.” diye inledi.

Kadının eli hararetle mataraya uzanırken Aghon suyu kadının önünden kaçırdı. “Kiana az önce ne demek istedin?”

Eli havada kalan Kiana’nın bakışları ani bir kavrayışla Aghon’un gözlerine kilitlendi. Birçok kere beyhude yere kıpırdanan dudaklarından “Sen!” sözcüğü artık cılız bir çığlık gibi çıktı. Adamın belinden eline geçen mataraya öfkeyle vurdu. Taşların üzerinden yuvarlanan su kabının akıbetine aldırmadan öfkeyle sıktığı ince uzun parmakları avuç içlerine batıyordu. Yine ihanete uğramıştı.

Ölüm döşeğindeki yaşlı bir adamın hırıltılarından öteye geçemeyen sesi ile büyüsünün işlemediği bir Kam’ın karşısında çıplak kalmıştı. Hâlbuki kısa bir süre önce o sesle adama neleri itiraf etmeyi planladığını düşündüğünde çığlık atmak için havayı ciğerlerine kuvvetle çekti. Sesi olmadan gücü de, büyüsü de sokak muskacılarından öteye geçemezdi. Ateşin efendisini çağıramazsa, rüzgârın ruhuna yalvaramazsa bu güçleri nasıl büyüsüne ortak edecekti.

Ellerini saran cansız alevlerin en güçsüz kam karşısında bile bir şansı yokken kendisini dikkatle izleyen Aghon’un üzerinde ocaktan sıçrayan bir kıvılcım kadar tesiri olmayacaktı.

“Hala geç değil.” Aghon, az önceki heyecanı yavaş yavaş kaybolurken Cadı’nın olup bitenleri kavramasını soğukkanlılıkla izliyordu. Bedeni bir adım bile geri gitmezken kadını hala ikna edebileceğine dair umudunu canlı tutmak zorlaşıyordu. “Artık kendini kandırmayı bırak!”

Bakışlarıyla hasmını öldürebilmek mümkün olsaydı Aghon o saniyede küle dönmüş ve ılık meltemle birlikte tepelere doğru savrulup gitmişti fakat Kiana bir çöl kadar kuru ağzını sımsıkı kapatırken başını hınç ile iki yana salladı.

“İstesen de istemesen de benimle gelmek zorundasın.” Alamayacağı şeyler için yalvarmanın beyhudeliğini anlamış olan Aghon, kadını tutmak için uzandı. Belki Kiana sesini kaybetmeden önce onunla gelmek istediğini söyleyecekti belki de sadece üzgün olduğunu fakat artık bunun bir önemi yoktu. Savaşı arkalarında bırakıp Kraliçe’nin etkisinden uzağa kaçtıklarında Aghon’u dinlemek zorunda kalacak, sonunda en doğru olanı yaptığını kabul ederek affedecekti. Öncesinde, ondan istendiği gibi Cadı’yı bu savaştan uzaklaştırıp toprakları için savaşan bu insanları kendi hallerine bırakmaları gerekiyordu.

Kiana, Aghon’un düşüncelerinden habersiz elleri kendisine ulaşamadan birkaç adım geriye kaçtı. Sessizliğindeki acıyı görmek istemeyen adama tüm gücüyle karşı koymazsa kardeşi ile birlikte kendi varlığı da artık kolayca gözden çıkarılacaktı. Elinde beliren kara taşlarını sıktı. Alevlerin Aghon’a herhangi bir zarar veremediğini daha önceden acı bir şekilde öğrenmişti. Sesine ulaşmak için boğazını zorlarken bağrını yakan acı ile bundan vaz geçti.

“Beni zor kullandırtma Kiana.” Aghon, elini kadına eşini dansa kaldıran bir kavalye gibi nazikçe uzatırken bir adım yaklaştı.

Kiana, uyarıya aldırmayarak patikanın taştan alçak duvarları üzerine üçtaşını fırlatırken adamla arasını açmak için geriye doğru hızlı birkaç adım attı. Belki bir orduyu karamsarlığa itip diğerinin kollarına güç-kuvvet verecek gücü yoktu ama iki yanlarında bellerine kadar yükselen taşları hareket ettirebilirdi.

Üç kara taş gürültücü arılar gibi Agon’un tepesinde dönerken “Büyünün işe yaramayacağını sen de biliyorsun, Kiana.” dedi sakin bir şekilde.

Fakat Cadı’nın amacı kara taşları ile adamı bir halat gibi sarmak değildi. Aghon’un etrafındaki tepenin taşları havalanıp bir çığ gibi üzerine geldiğinde Kam’ın yapabileceği tek şey eğilip başını elleri arasına almak oldu.

Kiana, Aghon’un akıbetine bakmadan patikadan aşağıya koşarken taş yığınının adamı uzun süre tutamayacağını biliyordu. Uzaklaşabilmesi için sadece ona zaman kazandıracaklardı. Artık üç kara taş Kam’ı terk etmiş, kadının etrafında bir kalkan gibi dönüyordu. Yukarıdan gelen gürültü ile hızını düşürmeyen Kiana omuzunun üzerinden geriye baktı. O anda Aghon’un,  üzerindeki toprağı silkeleyen bir dev gibi taşlardan kurtulduğunu gördü.

Hızlanan soluğu her nefes alış verişinde boğazını yakmaya başladığı halde ileride görüşüne giren atların silueti ile daha da hızlandı. Fakat aniden önüne çıkan ağaç kökleri onu yolundan alıkoymak için ayaklarına dolanırken nereden geldiklerini göremediği kalın sarmaşıkların yeşil kolları yakalamak için onu hedef alıyordu. Kara taşları, dalları bir tırpan gibi keserken bir yenisi topraktan fışkırıyordu. Yapabileceği tek şeyi deneyerek; ona çelme takmak için topraktan fışkıran köklerden ve sarmaşıklardan kurtulmak için zikzaklar çizdi.

Atlara birkaç metre kala kalın bir sarmaşığın ayak bileğine dolanması ile taşların üzerinde aşağıya doğru yuvarlandı. Durduğu anda topraktan çıkan birçok kol bedenini yere yapıştırdı. Kımıldayamıyordu, inlemek için bile sesi çıkmıyordu. Alnından boynuna doğru akan sıcaklık ile yaralandığını anladı. Gülmek ile ağlamak arasında gidip gelen ruh hali ile canhıraş nefesler aldı.

Aghon koşarak gelip Kiana’nın yanında dizlerinin üzerine çöktüğünde o da en az kadın kadar nefes nefese kalmıştı. Kara taşları kendisinden uzaklaştırmak için bir bilek hareketi ile üçünü de yakaladı. “İşimi zorlaştırma Kiana. İnan bundan ben de keyif almıyorum.” Sesi zehri sanki kendisi içiyormuş gibi acı doluydu.

Kiana, Aghon’un eli yanağını silene kadar ağladığının farkında değildi. Diğer tarafa dönerek uzaklaşmaya çalıştı ama boynunu sıkan sarmaşığın gıcırdayarak hareket etmesi ile öksürmeye başladı.

Aghon bir el hareketi ile kadını tüm bağlarından kurtardı, şefkatle kucağına çekti ve alnındaki yaradan saçlarını uzaklaştırdı. Bir bebeği uyutur gibi hafifçe sallanırken Kiana boğazından kaçan hıçkırığı adamın göğsünde boğdu.

 “Bu bizim savaşımız değil, Kiana. En iyisi bu.” diyerek Aghon, kadını teskin etmeye çalıştı.

Omuzları acıyla sarsılırken Kiana başını eğip adamın sözlerini sessizce kabullendi.

“Böyle olsun istemezdim. Zorla olmasını istemezdim. İnanıyor musun bana?” Aghon, Kiana’nın gözlerine bakabilmek için kadının başını kaldırırken kızarmış gözlerden hala akmaya devam eden yaşları öpmek için eğildi. Fakat sırtında giren keskin acı, adamın belini geriye doğru büktü.

Kiana, gevşeyen kolların arasından kurtulur kurtulmaz adamdan uzaklaşabilmek için poposunun üstünde geriye doğru süründü. Ancak sırtı ince bir ağacın gövdesine çarptığında durabildi. Elini göz hizasına kaldırırken Aghon’un kanına bulanmış küçük bıçağı boş bir şekilde süzdü. Ne yaptığını fark ettiğinde ise ateş tutmuşçasına bıçağı uzağa fırlattı. Tekrar hücum eden gözyaşlarının engel olduğu görüşünü Aghon’a çevirdi. Tıpkı Lurd’un evindeki kamın kendisine yaptığı gibi sevdiği adamı sırtından bıçaklamıştı.

Aghon, acısına aldırmadan kanlı ellerini hızlı bir şekilde büktü ve avuç içlerini gökyüzüne çevirdi, parmakları havayı kavrarken Kiana’nın etrafındaki topraktan fırlayan kalın sarmaşıklar kadını hızla ağaca bağladı. Anlaşılamamanın neden olduğu hayal kırıklığı kızgınlığa dönüşürken Cadı’yı ağaçtan ayırdı. Karşı koymak için elini dahi kaldırmayan kadını bir çuval gibi omzuna atarken sarmaşıklar, bez bir bebek gibi atıldığı yerin şeklini alan bedenin etrafına tekrar dolandılar fakat bu sefer o kadar da sıkı değillerdi.

Kiana’nın kara kısrağını yedeğine alan Aghon, önüne oturttuğu kadının sıkılı yumrukları arasından çıkan alevlere ve sırtındaki yaraya aldırmadan atını birliğinin yanına doğru sürdü. Dar düzlüğe vardığında Orist’in emrettiği gibi koruma birliğinde kendilerinden olmayanların icabına baktığını gördü. Bendol’ün yanına kattığı on adamının yarısının ölü bedenleri bir köşeye toplanmıştı. Birkaçı yaralı ama sağ kalan ya da teslim olan diğerleri, Rendull ve Ikar’ın başında dikildiği bir yığın halinde sarmaşıklarla bağlanıp etkisiz hale getirilmişlerdi. Orist’in zapt etmeye çalıştığı Daria’nın sonuna kadar mücadele ettiği kızın yüzündeki kan izlerinden belliydi.

Aghon’un önüne oturtulmuş Kiana’yı görünce Daria,  Orist’i hızla aşarak onlara doğru koşturdu. Düzlüğü kaplayan hayret dolu sessizlikte ilk defa Cadı’yı bu halde görmenin şaşkınlığı yatıyordu. Kiana bağlanmış askerlerin fısıldaşmalarını duyduğunda huzursuzca kıpırdandı. Adamları serbest bırakmayı başarabilirse Aghon onlarla uğraşırken kaçmak için bir şansı olabilir miydi?

Aghon, düşüncelerini anladığı kadının kulağına eğilerek “Yanlış bir hareket yaparsan Daria’yı geride, Bendol’ün insafına bırakırım.” diye fısıldadı. Kiana’dan bir tepki alamayınca bunu onay kabul ederek o esnada hanımının bacağını kavrayan kıza döndü. “Bendol’ün seni burada hanımın olmadan bulmasını istemiyorsan, bize sorun çıkarma Daria.”

Daria, her zaman kendisine iyi davranan Aghon’un sert sesi ile bir adım geriledi, bakışları Kiana’yı bulduğunda kadının kendisine bakmadan başını itaat etmesi için salladığını gördü. Orist’in onu Cadı’nın atına bindirmesine izin verdiğinde geride kalmaktansa artık hiç tanımadığına emin olduğu adamlarla hanımının da sürüklendiği yere gitmekten başka çaresi olmadığına kaniydi.
Başlık: Ynt: Cadı
Gönderen: Berweuli - 10 Kasım 2016, 16:47:56
Molasız saatler boyunca hızlı at sürmelerinin sonucu olarak kendi kendini iyileştirmek için durup dinlenmeyen Aghon’un tükeneceği bir an gelecekti. Bu ihtimale bel bağlayan Kiana, zorunlu sessizliği içinde arkasındaki adamdan mümkün olduğunca kaçınmaya çalışarak düşmemek için tutunduğu eyeri kavrayan parmaklarını sıkarak otururken geçen zamanı sabırla tüketiyordu. At sırtında mücadele etmenin ya da ağlayıp sızlanmanın farkında olarak yalancı sakinliği içerisinde ne pahasına olursa olsun tutsaklıktan kurtulmak için kafa patlatıyordu.

Aghon, arkadaşlarına yarasından bahsetmediği gibi yol boyunca acı çektiğini ima edecek tek bir inlemeyi dahi ağzından kaçırmamıştı. Orist’e verecek bir emri olmadığı sürece konuşmuyor, Kiana’nın sesini ondan almasının kefaretini tatsız kaçacak herhangi bir sohbetin eksikliği ile ödüyor gibiydi.

Saatler geçtikçe adamın tutuşu zayıflayıp arkasındaki eğilmez varlığı sırtında bir yük haline geldiğinde Kiana sabırla beklediği fırsatın yaklaştığını anladı. Sonunda akşamın alacakaranlığı üzerlerine çöktüğünde atların eşkin ve temkinli koşusuna ara vermeden ilerken mükâfatını sert bir şekilde aldı; Aghon baygınlığın koruyucu kollarına düşerken kendisi ile birlikte Kiana’yı da yere çekti. Kadın sarmaşıkların kıskacındayken düşüşünü en zararsız şekilde atlatabilmek için omzunu bir kalkan gibi kullanmaya çalıştı. Bereler iyileşirdi ama kırıklar için harcayacak ne gücü ne de vakti vardı.

Önlerinde ilerleyen Rendull ile Ikar düşme sesini duyarak geri dönerlerken Daria’nın bindiği kısrak yedeğinde olan Orist arkalarından onlara yetişti. Aghon’un bilinçsiz hali Kiana’nın bağlarını kontrolsüz bırakmıştı fakat serbest kalmasına rağmen uzaklaşmak yerine adamın yarasını merak ederek pelerini kaldırdı. Orist tarafından omzundan tutulup geriye itildiğindeyse karşı koymadı. O kısacık anda Aghon’un kanı ile ıslanmış zırhın siyah renginin daha da koyulaştığını görebilmişti. Kanaması çok olmalıydı.

Ikar, Cadı’yı arkasına alan Orist’in önüne diz çöktü ve endişe ile “Neden yarası olduğunu söylemedi ki?” diye sordu.

“Bizi yavaşlatmak istememiştir.” diyen Orist, deri zırhta Kiana’nın daha önce açtığı kesiği genişletmeye girişti.

Kiana, olduğu yerde dikkat çekmemeye çalışarak Daria’ya hızla göz attı. Kızın attan inmeye yeltendiğini görünce kaşlarını çattı ve kımıldamaması için başını iki yana salladı. Rendull atlarla ilgilenirken Orist’in ara ara gözlerinin ona kaydığını görebiliyordu. Önündeki iki adamın Aghon’u burada iyileştirmek için oyalanmakla hemen harekete geçip tedaviyi ertelemek hakkında tartıştıklarını işitebiliyordu.

Boğazındaki ağrı, başının zonklaması ve sağ omzunda düşüşten kalan sızıyı eklediğinde daha iyi günleri olduğunu itiraf etse de hayatı pahasına kaçmalı ve çok geç olmadan Vadiye geri dönmeliydi. Taşları hala Aghon’un cebindeydi fakat onları çağırdığında her zaman gelmemişler miydi? Yavaşça ayağa kalkarken taşların soğuk ve pürüzsüz yüzeylerini avucunda hissetti. Bir kalp gibi atan varlıklarından güç alarak taşları Rendull’a ve nöbet tuttuğu dört atın üzerlerine fırlattı. Atlar göz açıp kapanma süresinde panikle kaçışırken nöbetçileri onları zapt etmekte zorlandı. Ikar ya da Orist’in müdahale etmesine fırsat vermeden Kiana Daria’nın arkasına atlayıp dizginleri eline aldığında kısrak sahibinin tanıdık dokunuşlarıyla bir ok gibi ileri atıldı.

Ikar’ın buzdan parmakları onlara ulaşmaya çabaladı fakat hedefe koyduğu, cadılar tarafından eğitilen bir kısraktı. Seri manevralarla sağa meyleden atına yardımcı olmak için Kiana arkalarında onları kollayacak ateşten bir kalkan oluşturmakta gecikmedi. O esnada da taşları ona dönmüştü. Arkasında alacakaranlıkta yankılanan bağırışlara atları kaçıran Rendull’un küfürleri karışıyordu.

Uzun bir süre takip edilemeyeceklerine hükmetmesine rağmen Kiana rahatlayamamıştı. Bilmediği topraklarda hele ki güneş battıktan sonra tek şansları geldikleri yönde dönmeye çalışmaktı. Duyuları rüzgârın ona taşıyacağı herhangi bir sese dikkat kesilmişken Daria sonunda dayanamamış ve yeteri kadar uzaklaştıklarına kanaat getirerek heyecanla konuşmaya başlamıştı.

“Kaçmak için bir şey yapamadım, her şey o kadar hızlı olduk ki. Orist olduğum yerde kalırsam bana hiçbir şey olmayacağını söyleyip duruyordu ama o korkuyu hissettim.” diye sızlandı Daria. “Ikar bir grup askeri parmağının ufak bir hareketi ile korkudan diz çöktürdü, gözlerimle gördüm.”

Kiana’nın, Ikar’ın nehrin hanımı ile arasının iyi olduğunu anlaması için kızın sözleri yeterliydi. Birkaç kişiyi aynı anda korkuya boğup etkisiz hale getirmek her kamın sergileyebileceği meziyetlerden birisi değildi.

Daria, yaşadıklarını saatlerdir içinde tutmanın sonucunda artık konuşabiliyor olmanın rahatlığı ile Kiana ve Aghon dönene kadar gördüklerini tek tek anlatıyordu. Rendull ve Ikar’ın tüm büyülerini sıralayıp Orist’i dışarıda tutması Kiana’ya iri yarı adamın bir kam olmadığını düşündürdü.

“Aghon'un bu kadar iyi gizlenebilmesini aklım almıyor. Nasıl olur da fark edilmezler.” Daria ne yaptığını fark edip “Üzgünüm.” diye mırıldandı. Kız, kalbinin taştan olmadığını anladığı hanımının hislerini hesaba katmadığını çok geç fark etmişti. Bacağına iki kere vurulması üzerine dönüp Kiana’nın yüzünü görmeye çalıştı.

Alnı ve yüzünün yarısı kurumuş kanla kaplıyken savaş boyası sürünmüş bir savaşçı gibi duruyordu, siyah gözleri pırıltılarla doluydu. Kadını nasıl teselli edeceğini bilemeyerek önüne dönen Daria, “Seni gerçekten sevdiğini düşünmüştüm.” diye mırıldandı.

Kiana, bunları daha sonra düşüneceğine dair kendisine söz verdi, şimdi sadece yollarını kaybetmemek için uğraşmalıydı. Bir saatin sonunda önlerinde birer gölge gibi beliren kuru ağaç kümesinin önünde buldular kendilerini. Kısrağı ilerlemek için sabırsızca sürekli hareket halindeydi fakat Kiana onu durdurarak kaybolmadıklarından emin olmak istedi. Gelirken baharın ulaşmadığı bu kasvetli bodur ağaçların arasından geçtiklerini çok iyi hatırlıyordu fakat ışığın önlerini aydınlattığı zamanla akşamın geceye karıştığı karanlığı kıyasladığında içlerinden geçmeye tereddüt ediyordu. Etrafından dolanıp sonunu bilmediği bir maceraya da girmek istemiyordu.

"Buradan hiç hoşlanmadım." Daria huzursuzca kıpırdandı ve "Biraz ışığa hayır demezdim." dedi içini çekerek.

Kiana, tüm ağaçlığı yakıp yıksa daha çok mutlu olacağını biliyordu ama onun yerine kısrağın böğrünü sert bir şekilde topukladı. Atın içgüdülerinin insafına kalmışlardı. Çok değil ağaçlığa girdikten bir kaç dakika sonra Kiana artık yalnız olmadıklarını anladı. Bir atlı grubu ağaçlığın ötelerinden geçiyor olmalıydı çünkü toynakların toprağı döven gümbürtüleri belli belirsizdi. Aghon'un onu bulmuş olabileceğineyse zannetmiyordu.

Zaten yorgun olan kısrağını daha fazla zorlamak yerine temposunu korudu. Eğer Aghon sesini ondan almamış olsaydı şimdi rüzgârı yanına katmış, adeta uçarak Vadi'ye varmışlardı. Hala geç değil, diye kendisini teskin etti.

Dalların dikenler gibi kollarını ve bacaklarını çizdiği sıklıkta ağaçların kümelendiği bir yere geldiklerinde ortamın doğal olmadığını çok geç fark ettiler. Kısrak önüne çıkan her engeli ve ağacı zikzaklar çizerek aşıyordu fakat sonunda ayağıkökler arasında oluşmuş bir deliğe girdi. Kiana, çevrelendiklerini ve tuzağa çekildiklerini atın üzerinden fırlayarak yere sert bir şekilde çarptıklarında anladı. Daria bir kaç adım ötesinde bir ağacın yumru yumru köklerine doğru savrulmuştu. Kızın doğrulmaya çalıştığını görünce rahatladı fakat kısrağı ayağa kalkmak için çaresizce debeleniyordu.

Bir mızrak gelip atın boynuna saplandığında Daria, bir çığlık attı. Kiana, zorlukla ayağa kalktı fakat kısrağı için yapabileceği bir şey yoktu. Kendilerini düşünmeleri gerekiyordu çünkü ağaçların arasından yavaş yavaş beliren siluetlerin sıradan kişiler olmadıkları anlaşılıyordu. Kemerlerine asılı kılıçları kınlarından dahi çıkarılmamıştı fakat Kiana, her an bir kam büyüsünün desenlerini çizmeye hazır elleri tetikte, kadınlı erkekli sekiz kişi saydı. Daria’nın yinelene çığlığı ile arkasına döndü; kız bir kam tarafından kollarından yakalanmıştı.

Bir kadın öne çıktı ve Kiana'yı tarttı. Ardından omzunun üzerinden bir adama seslendi. "Rydan, Aghon'a Cadı'yı bulduğumuzu haber ver."

Genç bir erkek elini mızrak gibi kolayca toprağa sapladı, kısa ve sessiz bir bekleme anından sonra Kiana’nın anlamadığı bir lisanda bir kaç kelime mırıldandı. Ne duyduysa başını sallayarak cevap verdi. Sonunda topraktan elini çekti ve kendisini bekleyen kadına "Yakındalar, geliyorlar." dedi.

Kiana, grubu son ana kadar neden fark edemediğini artık anlıyordu. Sanki çok uzaklardan geçiyorlarmış gibi atlarının yürüyüşlerinin seslerini toprakta boğmuşlardı.

"Konuşamayan bir Cadı, ne güzel bir manzara."

Kiana arkasından bir yerden gelen yoruma sadece kocaman bir gülümseme ile karşılık verdi. Son umutları da yok olup giderken elinden yapacak başka bir şey gelmiyordu. Kahkahalarla gülmek istedi fakat ağzından çıkacak seslerin nahoşluğundan korkarak kendini tuttu. Kardeşini ne kadar zamandır görmediğini hesaplamaya çalıştı, sekiz ay önce Bendol'ün sarayındaki hücredeki halini hatırladı. 'Üzgünüm Kieran, başaramadım.' diye özür diledi içinden.

"Ama gülebiliyor."

"Çok uzun sürmeyecek."

Kin dolu bir sesle temennilerini sunan Kam’a doğru döndü Kiana. Adamın ellerinin seri hareketlerle çizdiği şekli izlerken kılını bile kıpırdatmadı. Fakat zihnine dolan görüntülerin canlılığına hazırlıklı değildi. Farkında olmadan bir adım geriledi, sanki o anda Bendol kardeşini lime lime ediyordu. Kam’ın büyüsü zihnindeki en büyük korkusunu deşip yüzeye çıkartırken ağzından hafif bir inleme kaçtı. Alnında biriken terin anında soğuduğunu ve bedeninin buz kestiğini hissetti fakat kaşlarının altından adama bakarken titrek de olsa meydan okuyan bir gülümseme göndermeyi başardı.

“Seik, kes şunu!” emri, ilk konuşan kam kadın tarafından seslendirmişti. “Kılına dokunulmayacak, duydunuz mu? Hemen şu Cadı’yı bağlayın!”

Kiana, ne bağlanıp dışarıda kalmaya ne de kamların geri çekilmesine izin vermedi, taşlarını etrafındaki kam çemberinin yüzlerinin önünden tehditle geçmesini sağladı. Zaten bir kıvılcım bekleyen ortam bir anda karıştı. Cadı, zihnine dolan korku ve tehdit içeren her bir görüntüyü savuşturdu. Kamların arasından Aghon’a haber gönderen genci gözüne kestirdi. Cadı’nın ellerini kaplayan ateş topraktan sarmaşıkların fırlamasını tetikledi. Rydan’ın etrafında dönen taşlar bir kement gibi ince bedeni yakaladığı anda Kiana bir benzerini kendi göğsünde hissetti ama o bir kam değildi ve ellerine şimdilik ihtiyacı yoktu.

Kendi bağları daralırken o da kam oğlanın iplerini sıktı. Daria’nın bağırışlarına Rydan’ın acı dolu feryadı karıştı. Kiana, ellerinden kollarına doğru hareket eden alevlerin arasında omzunda soğuk bir acı hissetti. Bir tane daha diğer omzuna saplandı fakat öldürme amaçlı olmadıklarını anladı. Oğlanı bırakması için bir uyarıydı ama aldırmadı.

Bendol’e duyduğu kinini, bulaştığı belalar için Kieran’a öfkesini, Ecesinin amaçları için kardeşini kullanmasının çaresizliğini en çok da Aghon’un ihanetinin hayal kırıklığını ateşine yükledi. Alevler boynuna kadar ulaştı ve dolandığı yerlerde kıyafetleri yakıp kül etti, omuzlarındaki buzlar eridi geride kanlı yaralar bıraktı. Alevler kulaklarında uğuldamasına rağmen Kiana, kam kadının ona zarar vermemeleri için bağırdığını duydu. Lanet kamlar, diye düşündü, yer değiştirsek cadılar bir kamı çoktan parçalamıştı.

'Benden günah gitti.'

Taşları Rydan’ı Cadı’nın dibine kadar sürükledi. Kiana oğlanı ellerinden yakaladığında cadıyı zapt etmek için gönderdikleri sarmaşıkları bu kez arkadaşlarını ondan çekip koparmak için kullanmayı denediler fakat alevler her birini aç bir kurt gibi yalayıp yutuyordu. Soğuğun buzdan parmakları etraflarına kapandı, söndürmek için üzerlerine yığınla toprak atıldı fakat Kiana kendini tüketircesine alevlerini körükledi ve ateşten bir fanusun içine ikisini de hapsetti.

 Rydan bağırdıkça kalbine saplanacak bir buz parçası bekledi ama gelmedi. Geçip gelmesine izin vereceği tek şeyi ondan esirgedikleri için daha da öfkelendi. Bedenlerinin tamamı ateş ile kaplandıkça Rydan daha fazla ayakta kalamayarak dizlerinin üzerine çöktü. Hadi diye düşündü, öldürün beni! O da sonunda oğlanın önünde diz çöktü, gücü tükenmek üzereydi.

Ağaçların arasında bir şenlik ateşi gibi yanarken karanlığı kırmızı bir ışıkla aydınlatıyorlardı. Üzerlerinde yanıp kül olmamış tek bir kumaş parçası kalmamış, Rydan'ın metal kolyesi eriyerek kabaran derisiyle bir olmuştu.

Kiana, bilincini yitirerek yana kaymadan önce oğlanı omuzlarından yakalayan ellerin ateşten etkilenmediğini fark etti tanıdık geldiğini fark etti. Ona o zehirli suyu veren eller... Onun yüzünde dolaşan eller... Aghon’un elleri gibi.

Başlık: Ynt: Cadı
Gönderen: Berweuli - 02 Aralık 2016, 11:28:04
Karanlık Sular

Suyu yaran kürekler inip kalktıkça etrafa yayılan su damlacıkları, yeni doğmuş ayın ışığında, tekrar okyanusa karışana kadar yeryüzündeki yıldızlar gibi parlıyordu. Bulutsuz, berrak gökyüzünün altındaki karanlık suların üzerinde hareket eden iki kayığı çeken küreklerin gıcırtılarından başka ses duyulmuyordu. Ufka yakın bir noktada kayıklara göz kırpar gibi yanıp sönen bir ışık deniz feneri misali kamlara rehberlik ediyordu.

Kiana yavaşça gözlerini açtığında gökyüzündeki yarım ayın ve onun etrafına saçılmış yıldızların yakınlığı ile kirpiklerini kırpıştırdı. Nerede olduğunu anlamaya çalışırken zihnine dolan görüntüler Daria'nı kucağından hızla doğrulmasına sebep oldu.

Kayıktaki hareket ile kürekler devinimlerini durdururken başlar Cadı'ya döndü. Daria, tepki olarak hanımını korumak için ince ve kırılgan gövdesini kadının önüne kaydırdığında içten çabası alaycı birkaç kıkırdamayı ortaya çıkarmaktan başka işe yaramadı.

Kamlar geniş kayığın iki yanına sıra halinde oturmuşlardı ve sıkıca kavradıkları küreklerin tutacak yerleri sanki kendisini işaret ediyormuş gibi Kiana'ya dönüktü. Karşısında oturan karaltının Aghon olduğunu anladığında kendinden geçmeden önce alevlerin arasından kam oğlanını uzaklaştıran kişinin o olduğunu, aslında hayal görmediğini anladı. Adamın kendini iyileştirip onlara yetiştikleri zamanın kısalığını göz önüne alınca kuzeyde anlatılanların, onların doğa ile iç içe yaşamalarından kaynaklı vahşi, eğitimsiz, dik kafalı tarifinin, aksine kamlar hakkında cadıların bilmediği çok şey olduğuna hükmetti.

Okyanustan gelen sert ve soğuk rüzgâr yüzüne çarptığında kürekler yeniden hareket etmeye başladı fakat kayık insanüstü bir güçle yönlendiriliyor adeta buzun üzerinde kayan kızaklar gibi suda hızla ilerliyordu. Onları bekleyen ve gelmeleri için göz kırpan ışığa her geçen saniye biraz daha yaklaşıyorlardı. Rüzgârı tekrar teninde hissetmek güzeldi fakat bilincinin uyandığı şu anlarda Kiana içinde, kendini karanlık sulara bırakıp okyanusun sonu gelmez derinliğinde kaybolmayı dileyen bir boşluk hissediyordu.

Kadının sulara bakışını fark eden Aghon'un sesi kayıktaki sessizliği böldü. "Aklından bile geçirme." Ardından çektiği küreği tek eline bıraktı. Serbest kalan eli uzandığı suya doğru havada spiraller çizerken su kabararak bir girdap gibi havada döndü ve adamın eli hareket etmeyi bıraktığında tekrar okyanusa karıştı. "Emin ol, okyanusun dibine de girsen seni bulurum."

Kiana, mecburiyetten susarken Daria, "Ne istiyorsunuz ondan?" diye atıldı. "Yapacağınızı yaptınız ve Cadı'yı savaştan uzaklaştırdınız. Artık rahat bırakın onu."

"Bırakalım da Mickal'a geri mi dönsün?" dedi arkalardan genç bir kadın sesi.

Daria "Ne yapacaksınız peki?" diye korkuyla soludu.

"Endişelenme Daria, hanımını öldürmeyeceğiz." Aghon araya girerek kızı yatıştırmaya çalıştı fakat Kiana suya tükürerek adama cevap verdi.

"Tabii, Cadı kendini öldürtmezse..." dedi alaycı bir erkek. Sanki Kiana'nın aklına intihar fikrini sokmak ister gibi hevesiyle konuşmuştu.

"Sizin de onlardan bir farkınız yokmuş. Cadılar kadar kötüsünüz." dedi Daria, korumaya çalıştığı Kiana'yı da kamlarla birlikte yerdiğini fark etmedi.

"Şu konuşana bakın hele. Sedar'ı haksız yere işgal eden bir Zedana'lı bize iyilikten bahsediyor."

Genç kız, tam ağzını açıp onlardan biri olmadığını Mickal'ın sarayında çalışırken zorla Cadı'ya hizmetçi yapıldığını söyleyecekken tanıdık bir ses araya girdi.

"Sussan iyi olacak Daria." dedi Orist, karamsar bir şekilde.

Daria dönerek adamı görmeye çalıştı, iri gövdesi ile kayığın ön tarafına yerleşmiş, kılıcını dizleri üzerine yatırmıştı. Kıza bakmak yerine gözlerini karşıya geldikleri kıyıya dikmişti.

Konuşmak için göğüs kafesine doldurduğu havayı hızla bırakan Daria yenilgiyi kabul ederek oturduğu yerde büzüldü. Kiana'nın parmakları koluna dolandığıysa kadına ancak titrek bir gülümseme gönderebildi.

Kiana, onu ateşli bir şekilde savunan kızın sadakati karşısında sesi olsa bile konuşamayacağını hissediyordu. Şuanda etrafı düşmanları ile çevriliydi ve onun için endişelenen tek kişi aylar önce her şekilde hakaret ettiği, bu insan kızıydı. O da Daria, gibi kabuğuna çekilirken farkında olmadan birbirlerine sokuldular.

Kayıklar yavaşça durduğunda yanaştıkları büyük geminin güvertesinden kalın halatlardan yapılmış merdivenler sarkıtıldı. İlk olarak dikkatini çeken şey geminin iskele tarafından çıkan uzun kürek sırası oldu. Ardından fenerlerin üzerindeki örtülerin kaldırılması ile uzun kadırganın zarif hatları meydana çıktı; ortasındaki uzun, kıç kısmındaki daha kısa yelken direkleri birer kılıç gibi gökyüzüne yükseldi.

Kadırgaya biraz geriden yanaşan diğer kayığın yolcuları da atılan merdivene asılmışlar gemiye çıkmaya başladığında, koyu renk pelerine sarmalanmış bir kamın titrek hareketleri dikkatini çekti. Başlığının rüzgârla açılması ile pembeleşmiş ten ortaya çıktığı zaman ağaçlıkta yaktığı oğlanın hala sağ olduğunu anladı. Arkadaşlarının desteği ile zar zor da olsa güverteye ulaştığında geriye dönüp Kiana ile göz göze geldi.

Birer siyah çukur gibi bakan gözlerdeki nefreti oturduğu yerden görebiliyordu. Hâlbuki oğlana o kadar zarar vermeden kamların kendisini durdurmak için harekete geçeceklerini ve onu öldüreceklerini düşünmüştü fakat iş öyle bir raddeye gelmişti ki ne kamı serbest bırakabilmiş ne de ölebilmişti. Oğlan uzaklaştırılana kadar gözlerini kaçırmayan Kiana, pişman olmadığını hissetti. Fırsatını yakalasa yine aynı şeyi yapardı. Kamların eline düşmektense ölmeyi tercih etmiş sadece bunu başaramamıştı.

Ayağa kalktığında Daria'nın siperinden çıkmış olduğu için soğuk esen rüzgârla titredi. O anda fark ettiği, bir pantolonun sardığı ince uzun bacaklarını kaşlarını çatarak süzdü. Üstüne eski fakat kalın bir gömlek geçirilmişti, zayıflığından dolayı kendisini bir askı gibi hissettirecek kadar bol ve kalçalarını örtecek kadar uzundu. Onu kimin giydirdiği umurunda değilse de pantolondan başka bir şey bulamadıkları için öfkelendiğini hissetti.

Kiana, hareket edildikçe sallanan kayıkta Daria'nın ardından dikkatle ilerledi. Aghon'un varlığını arkasında hissetse de dönüp bakmadı. Kızın ardından güverteye ayak bastığında ise gördüğüne hazırlıklı değildi.

Lurd... Haftalar önce nerede olduğunu bulmaya çalıştığı ve Ece'sine yerini söylediği adam, şimdi canlı bir şekilde karşısındaydı. Hafif hafif sallanan geminin güvertesinde ayaklarını bir omuz hizasından açmış ellerini önünde kavuşturmuş, onu meydan okuyan bir ifadeyle bekliyordu. Denizcilerden ve kamlardan oluşan kalabalık ikilinin karşılaşmasını merakla ama sessizce izledi.

"Kimleri görüyorum!" dedi Lurd canlı sesi ile. "Bir gün sizi gemimde ağırlayacağım aklımdın ucundan dahi geçmezdi." Uzun kollarını iki yana açarak "Hoş geldiniz." dedi sevecen bir ev sahibi edasıyla. Kirli sakalı denizlerde yıllarının geçiren esmer tenini daha koyu gösteriyordu. Ensesinde topladığı uzun siyah saçları bir korsan görünümü verse de asıl tekinsizlik hissi siyah gözlerinden geliyordu.

Cevap vermesini mi bekliyorlardı, o halde o da verecekti. Kiana öne birkaç adım attı, yürüdükçe ellerinde ortaya çıkan alevleri ile kalabalık bir anda harekete geçti fakat o adama dokunmak yerine uzun gömleğinin bir yanını çekiştirerek bir dizini hafifçe kırdı. Denizcinin önünde sarsak bir reverans ile selamını taçlandırdı. Neşeli bakışlarını adamın siyah gözlerinden telaşla onları çembere almış olan kamlara çevirdi ve ardından kocaman bir gülümseme sunarak hepsiyle alay etti. Lurd'un attığı gür kahkahası sadece denizciler tarafından karşılık bulurken gerginlikten kırılacak olan kamların nefeslerini bıraktığı neredeyse gözle görülecek kadar somuttu.

Aghon'un koluna yapışması ile gömleğinin bir yanını yakan ellerindeki alevler hızla söndü. Kiana'nın bakışları kolundaki elden yukarıya doğru yavaşça çıktı. Dünden beri ilk defa o gözlere bu kadar yakından bakıyor ve o bakışları direk karşılaşıyordu. İçlerindeki eğilip bükülemez kararlığı gördü ama adamın saklamaya çalıştığı acıyı keşfettiğinde ise sevindi. Aghon da en az onun kadar bu durumdan mutlu değildi.

"Hoş geldin dostum. Uzun zaman oldu." Lurd'un araya girmesi ile Aghon dikkatini kaptana çevirdi.

Sert bir tokalaşma ile selamlaşan adamlar, hızlı bir bakışma ile Cadı'nın bir an önce göz önünden kaldırılmasına karar verdi.

"Kosa!" diyerek Lurd, omzunun üzerinden seslendi.
Genç bir oğlan arkalardan öne çıkıp kaptanının yanına kadar geldiğinde. "Aghon'u ve misafirimizi hazırladığımız kamaraya götür." diye buyurdu.

Aghon onlarla birlikte hareketlenen Daria'yı görünce "Orist, Daria senin sorumluluğunda." diyerek kızı durdurdu.

Yerinde duramayan bir yapısı olan Kosa sabırsızlıkla baktığı Aghon'un işareti ile kadırganın uç kısmına yakın yatık bir kapıyı yukarı kaldırdı. Kiana ve Aghon oğlanın ardından kaybolduğunda güvertede konuşmalar bir anda yükseldi.

Kosa kamaranın kapısını açıp içeri girmeden geri çekildi.

Kiana'nın sırtında olan eliyle kadını içeriye doğru hafifçe ittiren Aghon oğlana dönerek "Kaptanına birazdan geleceğimi söyle." diyerek miçoyu gönderdi.

Odayı inceleyen Kiana, bir masa iki sandalyeden oluşan eşyaların azlığına burnunu kıvırırken ahşap duvarları yakıcı gözlerle inceledi. Bir iki kıvılcımın iş göreceği kadar ahşap, diye düşündü. Ardından kilitte dönen anahtarın metalik sesi ile hızla döndü. Kendini yalnız bulmayı beklerken Aghon sırtını kapıya yaslamış onu izliyordu. Çok oyalanmadan kamaranın ortasına kadar gelen adamı, kin dolu gözlerle takip etti.

"Özür dilemeyeceğim." Adamın kalın ve boğuk sesi boş mekânı doldurdu. "Ecen de sen de bunu hak ettiniz. Kibriniz ve dünyaya hükmetme hırsınız yüzünden şimdiye kadar sizden zayıfları birbirine kırdırdınız. Artık onları maşa gibi kullanamayacaksınız."

Kiana, o anda Aghon'a gerekli cevabı verebilmek için sesini geri almayı şiddetle arzuladı fakat çaresiz, hislerini belli etmekten kaçınarak umursamıyormuş gibi davrandı ve arkasını adama döndü. Kamaradaki lombozlardan birisine yaklaştı. Yolcularını alan ve yeniden harekete geçen gemi, tıpkı kayıklar gibi hızla suları yararak ilerlemeye başlamıştı.

"Şimdi kulaklarını tıkayabilirsin, Kiana." dedi Aghon yılmadan. "Ama bu hırsın en çok sana zarar veriyor farkında değilsin."

Aghon'a dönen Kiana'nın kaşları alayla yükselmişti. 'Ah Aghon! Bana gerçeği gösterme hırsın da en çok sana zarar verecek.'

"Sedar ve Zedana'nın savaşı sona erdiğinde, sen de sesini geri alacaksın ve istediğin yere gidebileceksin." dedi Aghon, içini çekerek.

Kamlar, ezeli düşmanlarından bir cadıyı ellerine geçirmişlerdi ve onu da kısa bir süre sonra bırakacaklardı, öyle mi? Kiana, Aghon'un, kamların nasıl bir dünya da yaşadıklarını merak etti.

Kadının alaycı ifadesini kaçırmayan Aghon, "O yüzden rahat durmanı ve başka birinin daha canını yakmamanı tavsiye ediyorum." dedi ciddi bir tonla.

İki elini beline dayayan Kiana, 'ya yapmazsam dercesine.' adama meydan okudu.

Kadını kolundan kavrayarak kendine yaklaştıran Aghon tane tane konuştu. "Ölmek için yanıp tutuştuğunu biliyorum, Kiana. Seni bu denli bir karamsarlığa neyin sürüklediği hakkında hiçbir fikrim yok." Dişlerini sıkan adam elindeki baskıyı arttırdı. "O kahrolası Kraliçen için bunu yapıyorsan eğer, emin ol o Cadı için bir damla kanını akıtmaya bile değmez. Seni serbest bıraktığımızda seni yanına yaklaştıracağını mı zannediyorsun? Hayır, gözünü kırpmadan öldürecek."

Başını iki yana sallayan Kiana, adamın pençesinden kurtulmak için çabaladı.

"Kamların seni serbest bıraktığını öğrendiğinde ne düşünecek biliyor musun; bizimle işbirliği yaptığını..."

Kiana tüm gücüyle adamı göğsünden itti, Aghon'un izin vermesi ile kamaranın birer yanına savruldular.

Aghon, kadının ellerini kaplayan alevlere alayla baktı. "O kadar basit değil." dedi bıkkınlıkla. Elleri gözle takip edilemeyen desenlerini çizdi ve seri bir şekilde kamaranın ahşap duvarları, yol yol buzun mavi rengi ile bürünmeye başladı. İçerisi hızla soğurken tavan ve zemin kam ve cadıya dokunmadan buzla kaplandı.

Kiana'nın buzdan hapishanesinden kurtulabilmek için iki yanına gönderdiği alevden diller Aghon'un buzunda tek bir damla oluşturamadı.

Kapıya ulaşan Aghon, "En iyisi esaretinin tadını çıkar, Kiana. Ya da insanların başına açtığınız belaların muhakemesini yap." dedi fakat son tavsiyesinin dinleneceğinden herhangi bir umudu yokmuş gibi omzunu silkti.

Onu burada yalnız bırakmaya niyeti olduğunu anladığında Kiana dehşetle kapıya koştu fakat Aghon dışarı çıkmış ve kapıyı kilitlemişti. Kamarada tek ahşap kalan yer olan kapı da göz açıp kapayıncaya kadar buza büründü.

Kiana, en büyük kâbusu ile baş başa kaldığını anladığında tüm gücü ile kapıyı yumrukladı fakat cevap veren olmadı. Soğuğun keskin dili tüm vücudunu ele geçirmeden önce sessiz çığlığı buzda çatlaklara sebep oldu ama daha ötesine geçemedi.

Kuzeyin keskin soğuğunda yaşamıştı ama  hayatı boyunca da o kemikleri donduran soğuktan nefret etmişti. Çocukluğunun tüm kötü anıları zihnini acıyla doldururken hızla kapıdan  uzaklaştı.
Artık buzdan bir kaplaması olan masanın altına girdi ve olduğu yere çöktü. Dizlerine doladığı kollarının üzerinden her an gelmesini beklediği tehlikeyi gözden kaçırmamak için korkuyla büyüyen gözlerini kapıya dikti.

Artık onu gelip kurtaracak bir Ece'si yoktu ya da sarılıp ısınabileceği bir kardeşi...
Başlık: Ynt: Cadı
Gönderen: Berweuli - 27 Aralık 2016, 09:40:49
Kaptanın kamarasına girdikten sonra ardından kapıyı çarparak kapatmamak için kendisini zor zapt eden Aghon, saçlarını gerginlik ve öfkeyle geriye itti. Geminin belki de en geniş odasının dört bir duvarında yanan kalın mumların sıcak turuncu ışıkları geride bıraktığı parlak buz mavisi rengi zihninden uzaklaştırmaya yetmedi.

“Zor bir vedalaşma olmalı?” Lurd dar masanın önündeki kolluklu ahşap sandalyelerden baştakine bir kral edasıyla kurulmuş, ayaklarını çaprazlayarak ileri doğru uzatmış sessizce oturuyordu.

Aghon, Lurd’un alaycı sözlerini duymazdan gelerek kamaranın sağ tarafındaki alçak bir dolabın önünde çömeldi ve kapaklarını iki yana açtı. İrili ufaklı, renkli renksiz, herhangibir sarsıntıda kırılmasınlar diye etrafları deri ya da kumaşlarla sarılı şişeleri kurcaladıkça homurdandığı duyuluyordu.

“Sana lazım olanı biliyorum.” dedi Lurd ve ardından çizmelerinin ağır adımları ahşap zeminde yankılandı. Kaptan masasının gerisindeki kilitli, iki karış enindeki bir sandığın kilidini açarken keyifle anlatmaya başladı. “Thiz adalarını hiç duydun mu? Denizlerin babası adına! Hiçbir fikrin olmadığına bahse girerim.” Adam bembeyaz dişlerini göstererek Aghon’a döndü ve bir şarap şişesinin yarısı kadar olan yeşil, cam şişeyi yukarı kaldırdı.

Aghon az önce Lurd’un kalktığı sandalyeye kendisini bırakırken “Bilsem bile bunu umursamadan tekrar anlatacağına eminim.” dedi bezgin bir tonda. Ölesiye yorgun hissediyordu ki son bir gün boyunca yaşananların tüm ağırlığı oturduğu anda omuzlarına çökmüş ve onu sandalyeye adeta çivilemişti.

“Umursarsam cadı olayım.” dedi Lurd alayla.

Aghon, kaptanın yüzünden çok nadir eksik olan gülümsemelerinden birisine bakarken başını iki yana sallayarak içini çekti ve “Anlatacakların elindeki şişe ile mi alakalı?” diye sordu teslimiyetle.

“Tam da oraya geliyordum.” Lurd bir çekmeceden çıkardığı iki küçük cam bardağa tıpasını çıkardığı şişeyi devirdi. Onu yıllarca saklayan kap gibi koyu yeşil olan yoğun bir sıvı bardakları doldururken “İşte! Thiz adalarından bir inci kadar değerli bu içkisine ihtiyacın var dostum.”

“Yosun yemiş balık kusmuğuna benziyor.” dedi Aghon yüzünü buruşturarak.

“Ben olsam böyle tarif etmezdim… ama haklısın.” Lurd bir bardağı masanın üzerinden Aghon’a doğru sürdü. Kendisininkini ve şişeyi de yanına alarak adamın karşısındaki sandalyeye yerleşti ve uzun bacaklarını üst üste atarak anlatmaya devam etti. “Adanın yerlileri… Hayır derileri yeşil değil.”

“Öyle bir şey demedim.” dedi Aghon saatlerdir ilk defa yüzünde gülümseye benzer bir ifade oluşmuştu.

“Diyecektin dostum, ciğerini bilirim senin.” Lurd tam ağzını açıp yeni bir şeyler söyleyecekken dondu kaldı.

Aghon, yeşil sıvıyı başına dikmiş ve tek yudumda tümünü midesine indirmişti fakat bir kaç saniye sonra hafif bir inleme ile kıvranarak acısını ortaya çıkardı.

Kahkahalarla gülen Lurd tüm kamarayı çınlattı. “Hep böyle sabırsız olmuşsundur.” Kendi kadehini birkaç yudumda yavaşça içti. “İsmi yeşil ejder, adı gibi geçtiği yerleri yakıp yıkar ama merak etme midende çok kalmayacaktır.” İma ettiği şeyin anlaşıldığından emin olunca da “Ada yerlileri yosun ve deniz suyunu bitkilerle hiç anlamadığım ve de ilgilenmediğim bir şeyler yaparak on yıl bekletiyorlar. Bu afete de yeşil ejder diyorlar.” diye ekledi. “Öldürsen tarifini vermezler. Öğrenmeyi denediğimden değil elbet. Sormaman gerektiğini yerlilerin gözlerinden bile anlayabilirsin.” Kendi kendine konuşur gibi tekrar bardakları doldurmaya koyuldu. “O kadar ada, o kadar kıta gezdim Thizliler gibi sağlam adamların olduğu bir toplulukla karşılaşmadım.”

“Bize haksızlık etmiyor musun?” Aghon ikinci bardağını yudum yudum alırken kaşlarını çattı.

“Yüzyıllardır bir korkak gibi saklanan kamlara mı haksızlık ediyorum?” Lurd ufak alaycı bir kahkahanın ardından “Hiç sanmıyorum.” diyerek acımasızca kendi toplumunu yargıladı.

“Yok olmadan hayatta kalmayı başardık, bundan ala güç mü olur?”

“Daha en başında o duruma düşmemeliydik. Cadıların bizi yok etmesine izin vermemeliydik.” Lurd omzunu silkerken bardağını Aghon’a doğru kaldırdı. “Talihin dönmesine!” dedi ve şans dileğini bütün ejderi içerek taçlandırdı.

Aghon, bardakları tekrar doldurmaya niyetlenen Lurd’u eliyle durdurdu. “Şimdiden ejderhalara kafa tutacak delilikteyim.”

“Bunun için hiçbir zaman içkiye ihtiyacın olmadı.” Lurd arkasına yaslanarak sandalyesine biraz daha yayıldı. “Kosmen, sana güvenip seni kuzeye göndermekle bilgeliğini bir kez daha kanıtladı. Düşmanın arasına sızdın, aylarca burunlarının dibinden bilgi çaldın, yetmedi ellerinden Cadılarını kaçırdın.”

Aghon “İyi halt ettim.” diye öfkeyle homurdandı.

“Orada dur bakalım.” Lurd doğrularak sandalyesini Aghon’a yaklaştırdı. “Pis bir şeylerin kokusunu alıyorum.”

“Her şeyi berbat ettim Lurd. Senin az önce saydıklarının hepsini yaptım evet ama keşke…” Aghon omzunu silkerek cümlesini yarım bıraktı.

“O Cadı’yı kaçırmasaydın…” Lurd bir ıslık çalarak öğrendikleri karşısındaki tüm şaşkınlığını dudaklarının arasından kaçıp kurtulan melodiye yükledi.

“Hayatımda hiç bu kadar kötü hissetmemiştim.” diyen Aghon çaresizlikle yumruklarını sıktı.

“Cadı’nın gözlerindeki nefreti görmemek için kör olmak lazımdı. Nasıl da anlayamadım?” Lurd kadehini tekrar doldururken “İşte gerçekten buna içilir.” diye gürledi ve tek yudumda geçtiği yerleri yakan ateşi yuttu.

Aghon, kaptana aldırmayarak “Burada olmaktansa ölmeyi tercih ediyor.” diye kendi kendine söylendi.  “Beni asla affetmeyecek.”

“Aklıma gelen haltı yediğini söyleme bana.” diyerek Lurd, genç adamı uyardı.

Aghon hızla ayağa kalktı ve sabit duramayan geminin ahşap zeminini arşınlamaya başlarken “İyi halt ettim dedim ya!” dedi öfkeyle.

Uzayan sessizliğin ardından “Cadı’yı da kendine âşık ettin mi bari?” Lurd dile getirdiği düşüncenin imkânsızlığını bildiğinden bu kadar rahat konuşabiliyordu. Ayrıca Aghon’u daha da sinirlendirmeyeceğini bilse adamın kendisini soktuğu duruma kahkahalarla gülecek gibiydi.

Aghon “Onun bir ismi var, Kiana.” diyerek Lurd’u uyardı.

Arkadaşının söyleyiş şeklinden dolayı tüm keyfi kaçan Lurd önünde volta atan Aghon’u endişe ile süzerken genç adamın göz göze gelmekten kaçınmasından söze dökülmeyenleri teyit etmekte gecikmedi. Sırtını yavaşça sandalyesine yaslarken “Bunu diğerlerinin öğrenmesine izin veremezsin.” dedi ciddi bir sesle.

Aghon “Öğrenmeyecekler, merak etme.” diyerek denizciyi geçiştirdi. Fakat diğer yandan işine başkalarının karışacağını varsaydığında içinde büyüyen hoşnutsuzluğa engel olamadı. Kim ona kalbiyle ne yapması gerektiğini söyleyebilirdi ki, istedikleri gibi Kiana’yı savaştan uzaklaştırıp ayaklarına kadar getirdikten sonra kim onun kalbinin kime ait olduğuna karışabilirdi? “Öğrenirlerse ne olacak beni sürgün mü ederler?” diye az önce söylediklerini yalanlarcasına çıkıştı.

Lurd’un kaşları çatılmıştı. “Şuanda mantıklı düşünemiyorsun Aghon.” diyerek arkadaşını uyardı. “Cadı’nın…” Aghon’un öfkeyle soluduğunu görünce “Kiana’nın sorumluluğunu kaybedersin. Yüreğimiz hiçbir zaman cadılarınki kadar karanlık olmadı ama emin ol en ılımlımız bile elinin alındaki bir cadının canını yakma fırsatını geri çevirmez. Hele ki Rydan’ı gözlerinin önünde yaktıktan sonra.”

“Kendini öldürtmeye çalışıyordu.” diye söylendi Aghon. “Bunu bir aptal bile görebilir.”

“Bu gemide kendisini öldürmesine seve seve yardım edecekler var.” dedi Lurd.

“Sen de onlardan biri misin?”

“Eğer Boal dağını cadılar bastığında hala orada olsaydık ve Soley’in saçının teline zarar gelseydi…” Lurd sırıttı. “Emin ol Cadı’nı bir kaşık suda boğardım.” Bir kamın su ile yapabilecekleri düşünülünce kaptanın tehdidi basit bir mecaz olmaktan çıkıyordu.

Gelip sandalyeye bir çuval gibi kendini bırakan Aghon, bardağını kaptana doğru sürdü. “Kosmen söz verdiği gibi Sedar ve Zedana kozlarını paylaştığında Kiana’nın gitmesine izin verecektir.”

“Kosmen, şerefli bir kamdır, dediğin gibi sözünü tutacaktır.” Lurd bardakları tekrar doldurdu. “Peki, Kiana’yı bıraktığımızda ne olacağını zannediyorsun? Seninle kalacağını mı? Hatta kamların eski topraklarını ve itibarlarını geri almalarında sana yardım edeceğini mi? Sen bile bunu sağlayamazsın.”

“Teklif ettim, kabul etmedi.” Aghon acı bir şekilde gülümsedi.

 “Ben de seni akıllı zannederdim.” Yüzünü buruşturan Lurd, kendi bardağını da Aghon’un önüne bıraktı. “Senin daha fazla ihtiyacın var.”

Lurd, şuana kadar gemisinde patlamaya hazır bir volkan taşıdığını düşünmüştü ama ilk defa buna bir de Kiana tarafından baktığında kadından ziyade arkadaşı için üzüldüğünü hissediyordu. “Kuzey’deki cadı onu sağ bırakmaz.”

“O birçoğundan daha güçlü. Kendini koruyabilecektir.” Aghon içmek yerine küçük bardağın içindeki yeşil sıvıyı çalkalayıp duruyordu. “Tuhaf bir şekilde güçlü.”

“Ne demek istiyorsun?” Lurd ilgiyle arkadaşına baktı.

“Kiana’nın sadece ateş büyülerini kullanması beklenir ama onda çok daha fazlası vardı. Sesini ondan almama rağmen hala çok güçlü.” Aghon cebinden çıkardığı üç siyah taşı masanın üzerine bıraktı. “Çözemediğim bir şeyler var. Cadıların bazılarının millerce uzağı bile çok iyi duyduklarını biliyoruz. Kiana da onlardan biri fakat bize şu zamana kadar sadece rüzgâra hükmedebilen cadıların bu yetiye sahip olduğu söylendi. Onlarda kadın değiller.”

“Bana baksana, yıllarca toprağa ayağımı basmadan denizlerde dolanır dururum neredeyse solungaçlarım çıkacak, suyun üzerinde benden güçlüsü yoktur ama karada sudan çıkmış balığa dönerim. Demek istediğim ne ile uğraşırsan onda daha iyi olmaz mısın? Kam kadınları toprak ananın varisleri olsalar da sen de en az onlar kadar iyi bir şekilde bitkilere hükmedebiliyorsun. ” Lurd bir omzunu silkerken “Neden onların arasından da karşı cinslerinin gücünü kullananlar çıkmasın.”

“Biz daima bir arada huzurla yaşayabilen bir topluluk olduk ve birbirimizden bilgi sakınmadık ya da yardım etmekten kaçmadık. Fakat cadılar güçlerini kendilerine saklamaya meyilli. Kibirlerini de buna eklersek söylediklerin pek olası görünmüyor. Sadece bu da değil.” Avucuyla masaya bastırdığı taşları Lurd’a uzattı. “Bir adamı bu taşları kullanarak uçurduğuna şahit oldum.” Daria’ya zulmeden Hestan’ın ahırlardan adeta uçarak talim alanına inmesinden daima şüphelenmişti.

Lurd taşları avucuna alıp incelerken “Ateş kullanıcıları, eşyaları ya da insanları kendilerine çağırabilirler, Aghon. Bu duruma neden takıldın anlamadım.” dedi. Taşlarda ilgi çekici herhangi bir şey bulamadı zaten cadıların büyüleri bilgi alanından çok uzaktı.

Lurd’un geriye verdiği taşlar anında Aghon’un cebine kayboldu.

“Kiana adamın arkasından geliyordu.” Aghon, iddiasını ispatlamış olduğunu düşünerek yeşil ejderinden rahat bir yudum aldı. “Çağırma büyüsü yapmadığına eminim.”

“Pekâlâ, o zaman sen bu duruma ne diyorsun onu söyle.”

“Kosmen ile konuşmadan emin olamam fakat kendi doğal gücü olan ateşe ek olarak Kiana rüzgâra da hükmediyor olmalı ama nasıl olduğu konusunda inan ki hiçbir fikrim yok.” Aghon dirseğini masaya dayamış alnını ovuşturuyordu.

“Cadı Kraliçe’nin basit bir ateş kullanıcısını Mickal’a vereceğini düşünmek onu hafife almak olurdu. Düşünüyorum da iki gücü bir arada kullanabilen bir cadıyı daha önce ben de duymadım. Büyü doğuştan gelen bir güç, kamlarda böyle, cadılarda da farklı değil. Kimine az kimine çok ama doğum hakkı bir tane olduğuna göre eğer dediğin gibi Kiana’nın iki gücü varsa burada anormal bir durum söz konusu.” dedi Lurd ve aklına o anda gelen bir düşünceyle kıstığı gözlerini Aghon çevirdi. “Bu konuyu ona hiç sormadın mı?”

Başını olumsuzca iki yana sallayan Aghon “Sorsaydım bile emin ol söylemezdi. Çok ketum.” dedi.

“Asıl Kiana tüm sırlarını anlatsaydı şaşardım ama bir an belki ona karşı olan hislerin, yeteneklerini köreltmemiştir ve kadını konuşturmuşsundur diye umdum. Cadı da olsa bir kadın sonuçta…” Lurd elinin altından gülerken Aghon’un öfkeli bakışlarını karşıladı. “Yapma dostum, bir kadına kendini bu kadar kaptırmışken seninle dalga geçemeyeceksem ne zaman geçeceğim.”

“Keşke Kosmen benim yerime başka birisini gönderseydi.” Aghon yüzünü sıvazladı. Uzamış sakalları avucuna batarken parmakları ile gözüne bastırdı.

“O zaman Kiana’yı başkasına kaptırırdın.” dedi Lurd beklentiyle.

Aghun’un yüzünü küçümseme dolu bir ifade kapladı. “Sahip olmadığım bir şeyi kaptıramam öyle değil mi?” Kendine acıdığı kadar başkasına da pek şans vermiyordu. Ayağa kalkarak gerindi.

“Gidiyor musun?” Lurd arkadaşından boşalan sandalyeye ayaklarını uzatarak geriye kaykıldı.

Başını sallayan Aghon “Kiana’ya yiyecek ve birkaç giysi ayarlamalıyım.” dedi sıkıntıyla.

“Tali’ye söyle ilgilensin ve kendine de bu kadar yüklenme. Senden başkası olsaydı bu kadarını da başarmazdı. Hayatımı kurtardın, eğer bir gün daha o dağlarda oyalansaydım ne Solane ne de ben Cadı Kraliçe’nin suikastçılarının elinden kurtulamayacaktık, bunu da unutma.”

“Solane nasıl? Onu göremedim.” dedi Aghon. Lurd’un genç eşinin yokluğunu çok geç fark etmişti.

“O iyi, ailesinin yanında.”

Aghon beklemediği cevap karşısında “Neden?” diye sordu. Evlenmeden önce de birbirlerine sonsuzluk yemini ettikten sonra da onları ayrı gören olmamıştı.

“Gemi sallantısının midesini bulandırdığını keşfettik.” Lurd genişçe gülümsedi.

Aghon’un kaşları çatılırken “Onun bünyesi her zaman sağlam olmuştur.” diye sorguladı.

“Solane’nin ki sağlam da ufaklık pek denizci değil.”

Bir bebek. Aghon hiç ummadığı bu gelişme karşısında ne diyeceğini bilemeyerek kısa bir an olduğu yerde dikildi. “Sadece yeni haberler ben de değilmiş.”

“Benimkinin daha güzel olduğuna bahse girerim.” dedi Lurd keyifle.

“Tebrikler dostum ama karaya daha sık ayak basman gerekecek.”

“Solane de karada rahat edemez. Bulantıları geçer geçmez soluğu yanımda alacaktır.”

Aghon cebini yokluyordu. Çıkardığı keseyi masaya bıraktı ve bardağında kalan son yudumu kafasına diktikten sonra “Evinden selamlar.” diye mırıldandı.

“Rydan’a dikkat et. Cadı’nın kapısına da güvendiğin bir adamını koy.” Lurd, Aghon kamaradan çıkmadan önce seslenmişti.

Yalnız kaldığında kesenin iplerini çözüp avucuna deviren Lurd, şekli bozulmuş küpeyi ve beceriksiz kıvrımlara sahip, boyaların birbirine karıştığı ahşap bir denizkızı figürüne baktı. Kendisinin çocukken oyduğu bu küçük bibloya tekrar dokunuyor olmak hiç ummadığı bir talihken hatırlattıkları anıların acı tadına rağmen gülümsedi.
Başlık: Ynt: Cadı
Gönderen: Berweuli - 18 Ocak 2017, 09:22:09
***
Kiana, burnuna kadar çekili örtülerin altında huzursuzca kıpırdandı. Uykusu derin değildi ve o kadar gergindi ki bacaklarını, ayaklarını sürekli kıpırdatıyordu. Döşek görevi gören, üzerinde yattığı kürklerin altındaki sert zemin arada sırada sallanıyor ve sebebini anlayamasa da bu sarsıntıdan rahatsız oluyordu. Gözlerini açmak istemiyordu fakat zihni yavaşça uyanmıştı. Kötü bir rüya gördüğünü ayrımsadı, asırlar önce ortadan kaybolmuş kamların elinde tutsaktı, Ecesine ihanet ettirilmiş ve kardeşinin hayatını tehlikeye atmıştı.

Odasının kapısı vurulmadan açıldı ve tekrar kapandı. Kiana, Daria’nın ne zamandan beridir bu kadar pervasızlaştığına kafa yorarken kaşlarını çattı. Tam kızı azarlamak için ağzını açtığı sırada kötü bir rüyadan uyanmadığını, yaşadığı kâbusun aslında gerçek olduğunu kavradı. Gelen Aghon’dan görmek istemiyordu o yüzden uyuyor taklidi yapmaya devam etmeye karar verdi fakat yer yatağına yaklaşan adım seslerine bir eteğin hışırtıları karışınca örtüleri üzerinden hızla attı.

Daria buzun üzerinde dikkatle hareket ederken bastığı yeri görmek için ayaklarına bakıyordu. Kiana’nın doğrulmuş ana baktığını fark ettiğinde dişlerini göstererek gülümsedi. Bir şey söylemeden gerisin geri dönen genç kız, Kiana’nın üzerinde yattığı kumaş ve kürk yığınlarına tuhaf bir şekilde baktığını göremedi.

Kiana Aghon, onu buzdan hücresine kapatıp gittikten sonra masanın altına sığındığını hatırlıyordu. Çocukluğunun anıları zihnine işkence ederken üşüyerek titremesinin asıl sebebini ayırt etmekte zorlanmış ve bir süre sonra da uykuya dalmıştı. Yoksa bayılmış mıydı? Ne olduğunu hatırlamaya çalıştı fakat hiçbir şey bulamadı.

Daria buzdan kapıya tıklatarak açılması için sabırla bekledi. Buzlar yavaşça eridi fakat herhangi bir su damlası yere düşmedi. Ikar kapıyı aralayıp bedenini tam içeri sokmadan temkinle kıza baktı.

“Yiyecek bir şeyler getirir misiniz? Hanımım uyandı.” dedi Daria. Ikar’ın Aghon’u haberdar edeceğinden emin olarak.

Ikar sözsüz bir onayla başını salladı ve kapı kapanır kapanmaz buzla yeniden mühürlendi. Daria, adamın çok az konuştuğunu yeni yeni fark ediyordu. Bu duruma omzunu silkip Kiana’ya döndü ve döşeğe yaklaşırken “İki gündür baygındın.” diyerek açıkladı durumunu.

Daria gelip yatağa diz çöktüğünde “Senin için çok endişelendik. Hatta Aghon seni bulduğunda…”

Genç kadın, Kiana’nın tıslayarak nefesini içine çekmesi ve hanımının siyah gözlerindeki nefretin kendisini susturmasına izin verdi. İçini çekti, Aghon’un hanımını kaçırmasına hala kızgındı fakat son iki günde adamında en az onun kadar Kiana için korktuğuna şahit olmuştu.  Kendi yaptığı buzdan hücrede Kiana’yı baygın bulunca hemen onu getirtmişti. İki gün boyunca Kiana’nın başında onunla birlikte uyanmasını beklemiş yanlarından çok az ayrılmıştı.

Kamların kürek çektiği kadırga son hızla ilerlerken Daria’ya göre kimsenin aşağıda bir cadı olduğu gerçeği ile ilgilenecek ne hali ne de vakti vardı. Orist yanında olduğu sürece gemide rahatça dolaşmasına izin veriliyordu. Mutfakta ya da güvertede vakit geçirdiği kısa zaman dilimlerinde kam kendi işlerine bakıyorlar ona pek ehemmiyet vermiyorlardı. Elbette o yakınlardayken amaçlarından bahsedecek değillerdi fakat en azından Uyvar Kalesinde kendi insanlarının baktığı gibi ona nefretle bakmamışlar, itip kakmamışlardı.

Daria biraz da çekinerek “Bana iyi davranıyorlar.” dedi. “Aghon seninle ilgilenmem için beni getirttiğinde seni buzdan bir hücreye kapattığını görünce çok kızdım.  Ona üşümekten nefret ettiğini bile bile nasıl böyle bir şey yaptığını biraz fazla sert söylemiş olabilirim.” Daria kızararak gülümsedi.

Duydukları karşısında Kiana’nın ifadesi yumuşamış olsa da dudakları kıpırdamamış düz bir çizgi halinde kalmaya devam etmişti.

“Gemiyi yakıp herkesin hayatını tehlikeye atabilirmişsin. Benimki de dâhil.” Daria, hanımının yapabileceklerinin sınırı olmadığını pekâlâ biliyordu, hele böyle tutsakken yaralı bir hayvandan bile daha tehlikeliydi. Onun rahat durmasını, kaderini kolayca kabullenmesini elbette beklemiyordu ama bir gemi dolusu insanın, aralarında kamlar olsa da, ölümüne sebep olacağını düşünmek istemiyordu. Kiana, elini kavrayıp sıktığında bakışlarını kaldırdı ve hanımının kara gözlerindeki güveni yanlış anlamadığını umdu, sudaki bir dal parçası gibi buna sığındı.

“Yapmazdın, ölmeme izin vermezdin.” Daria rahatlayarak derin bir nefes aldı. “Ben de onlara aynen böyle dedim.”

Kiana, Daria’nın güvenine layık olmadığını biliyordu. Elinde olsa bu gemiyi kendisi ile birlikte batırırdı fakat kıza bundan bahsetmek yerine sıkıntıyla sırtını buzdan duvarına yasladı. Aghon, elinde fırsatı varken akıllıca davranmış ve onu kaçamayacağı bir hapishaneye koymuştu. Her ne kadar bu, adamın tahmin ettiğinden daha fazla elini kolunu bağlamış olsa da ona hakkını vermek gerekti. Aghon gibi düşmanın olsun dosta ihtiyacın yok Kiana, diye düşündü.

Cadı, sırtını örtmek için örtüleri çekiştirirken öncekinden daha kalın yine pantolon giydirildiğini fark etti. Üzerinde de gömlek yerine yünlü bir kazak vardı.

“Elbise ile üşüyeceğini düşündüm.” Kiana’nın üstündeki kıyafetlere kaşlarını çatarak bakmaya devam ettiğini gören Daria hızlıca açıklamıştı. Biraz daha yanaşarak gözleri kapıda hanımına fısıldadı. “Kaçma şansın olursa eteklerden daha kullanışlı olacaktır.” Kiana’nın keskin kulakları ona yaklaşmadan fısıldasa bile ne söylediğini duyabileceğini unutmuştu.

Kiana, sorun değil dercesine yavaşça kızın eline vurdu fakat geri çekemeden parmakları Daria tarafından yakalandı ve bir açıklama beklercesine baktı.

“Bu savaş başlamadan çok önce çalıştığım evin mutfağında sağır ve dilsiz bir kız vardı. Aynı yaşlardaydık. Onunla geceleri yatağa girdiğimizde oğlanlar hakkında konuşurduk.” Daria, parmağını hanımının avucunda gezdirmeye başladı. “Seyis yardımcılarının arasında yakışıklık bir oğlan vardı.”

Kiana’nın kaşları hafifçe yükseldi.

“Onu her gördüğümde elim ayağıma dolaşır ve mutfakta sürekli bir şeyler kırardım.” Daria’nın parmakları hareket etmeyi bıraktı. “O da bu zaafımı bilir ve bana gülerdi, gülünce ne kadar yakışıklı olduğunu da bilirdi.” Kiana’nın avucunu kadının kucağına bıraktı.

“Rhoda, arkadaşımın ismi bu. Onunla birbirimizin avucunda hoşlandığımız oğlanları anlatıp eğlenirdik. Avucuna da o oğlanın ismini yazdım.”

Kiana bakışlarını hala açık olan elinden Daria’ya kaldırdığında gülümsedi. ‘Berilac’ yazdığını anlamıştı. Akıllı kızım diye düşündü. Daria’nın elini kavradı ve ‘sonra’ kelimesini kızın avucuna harf harf döktü.

“Ah! Sonra mı ne oldu?” Daria omzunu silkti. “Kasabanın hancısının çirkin ve aptal kızı ile evlendi.”

Kapının buzları çözülürken iki kadın anlaşmış gibi ellerini bıraktılar ve sustular. Daria,  Ikar’ın içeri girmeden uzattığı tepsiyi alıp masaya yöneldi fakat Kiana’nın yerinden kalkmaya niyeti olmadığını fark edince mecburen yatağın üzerine yerleştirdi.

“Güç kazanmalısın.” dedi Daria, hanımının tepsiye kaşlarını çatarak baktığını görünce.

Kiana, ne faydası var diye düşündü. Yakında Mickal, cadısının kaçtığını ve ordusunun onun yokluğunda zor durumda kaldığını, belki de yenildiğini öğrenecekti. Adamın kardeşine yapabileceklerini düşününce zaten çok az olan bütün iştahı kaçıyordu. Belki Daria bir şeyler biliyordu. Kızın avucuna hızlıca bir şeyler karaladı.

“Savaşın sonucu hakkında herhangi bir şey duymadım. Kamlar biliyor olsalar bile bana söylemeyeceklerdir.” Daria aklına gelen yeni bir düşünce ile “Sen keskin kulaklarınla bir şey duymadın mı?” dedi.

Kiana başını olumsuzca sallarken kızın eline ‘buzdan duvarlar’ yazdı.

“Zaten sürekli baygındın.” dedi Daria hayıflanarak. Kiana’nın çatalı almaya herhangi bir niyeti olmadığını fark edince “Yemelisin.” diye söylendi.

Kiana, Daria’nın yüzünde beliren ciddi ifadeyi görünce, bu kız ne zamandan beri kontrolü eline aldı diye merak etti. Sanki huysuzluk yapan çocuk kendisi, onu koruyup kollamak için yanıp tutuşan kişi de Daria’ydı. Yıllardan beri birinin kendisi üzerine bu kadar titrediğini hatırlamıyordu. İnce parmakları çatalı kavrarken kız için bir şeyler yemeğe karar verdi.

Daria, Kiana’nın kuş kadar lokmalarını sayarken rahatlamış ve halinden memnun bir şekilde oturuyordu. Bu huzurun ne kadar süreceğini bilemese de işlerin daha kötüye gitmeyeceğine dair ufak bir umudun kalbine sızmasına izin verdi.

Neden sonra tepsiye düşen çatalın sesi ile daldığı düşüncelerden sıyrılan Daria, telaşla hanımına döndü. Kiana, çok uzakları dinler gibi kulağını dikmiş, bakışlarını kamaranın lombozlarından ayırmıyordu.

“Bir şey mi oldu?” diye Daria endişe ile sordu.

Kiana, belli belirsiz fısıldanan isminin daha da yüksek sesle tekrarlandığını bir kez daha duydu. O Ecesine ulaşamazdı ama cadıların Kraliçesi ona ulaşmıştı işte. Aghon, yanılıyordu Ecesi onu bırakmayacaktı. Ayağa kalkmadan önce üzerindeki örtülerden kurtuldu. Ayaklarının çıplaklığına aldırmadan lombozlardan birine yanaştı. Buzdan dolayı açması imkânsızdı fakat ismini artık daha net duyabiliyordu. Kalbi heyecandan kafesteki bir kuş gibi çırpınırken çaresizlikle onu çağıran Ecesine cevap vermeyeceğini hatırladı.

Meraklanan Daria da yanına kadar gelmişti. “Bir şey mi duydun?”

Kiana, yapılabilirliğini sorgulamakla vakit kaybetmeden avucunu Daria’nın kulağına dayadı. Kızın büyüyen gözlerinden ve kapanıp açılan dudaklarından Ecesini onun da duyduğunu anladı. Hızla boştaki elinin parmakları genç kadının boğazına, ses tellerinin üzerine yerleşti. Eğer dokunuşuyla duyabiliyorsa belki konuşmasını da sağlayabilirdi.

Cadının soğuk parmaklarının tenindeki dokunuşundan çok yaşadıklarının etkisiyle titreyerek “Neler oluyor?” diye soran Daria şaşkınlıkla soludu.

Kiana, Ecesinin Daria’yı duyup duymadığından emin olamadığı bir dakika boyunca cadı kraliçenin çağrısı kesildi. Ya tepki vermekte çok geç kalmıştı ya da Kraliçe Daria’yı duyamamıştı. Fakat Elini çekeceği esnada Ecesinin sesi cılız da olsa tekrar ulaştı.
“Sen kimsin? Kiana nerede?”

Kiana, Daria’yı konuşması için teşvik ederken kızın duyduğu sesin etkisiyle titrediğini fark etti. Elini kızın kulağına biraz daha bastırarak başını yapabileceğine dair aşağı yukarı salladı.

“Yanımda.” Daria o kadar kısık ve titrek bir tonda konuşmuştu ki Kiana bile duymakta zorlandı. “Yanımda.” dedi tekrar daha yüksek bir şekilde.

 “Neden Ecesi ile konuşmuyor.” Kraliçe’nin rüzgârla karışık ses tonu yalancı bir sakinlik taşıyordu.

“Eminim o da konuşmak isterdi.” Daria korkuyla yutkundu. Kuzeyin cadılarının Kraliçesi ile mi konuşuyordu. Kim derdi ki mutfakta bulaşık yıkayan Daria, cadılar ve kamların arasında kalacak ve bu insanüstü toplulukların arasındaki en korkulan kişi ile konuşacaktı.

“Sen de kimsin?” Kraliçe sabrının sonuna gelmek üzereydi.

Kiana bunu anladığından Daria’nın avucuna bir şeyler karaladı ve elini tekrar kızın boğazına götürdü.

“Şey… Ben Kiana’nın hizmetçisiyim.” Daria derin derin soluyarak korkusunu yenmeye çalıştı. “Kamlar hanımımı kaçırdılar ve…” Kiana ile göz göze geldi. “Sesini şuanda kullanamıyor.”

İki dakika süren bir başka sessizliği Kiana ve Daria bakışarak geçirdiler.

“Özür dilerim. Sanırım inandıramadım.” Daria cadı kraliçenin kendisini duymasından korkarak fısıldamıştı.

Kiana, kızın avucuna ‘sorun değil.’ diye yazdı. Çıplak ayaklarından bedenine yükselen soğuğu yeni yeni hissediyordu. Aldırmamaya çalıştı, hayal kırıklığının yanında soğuğun sivrisinek ısırığından farkı yoktu.

Dışarıda güçlü bir rüzgâr esti, gece gündüz hareket halindeki kadırga sağa sola yalpaladı.  Kiana tam elini Daria’nın kulağından çekmek üzereyken Kraliçe’nin sesi tekrar duyuldu.

“Ah sevgili Kiana. Ben de sandım ki…” Kraliçe’nin içini çekme sesi rüzgârın nefesi gibi kulaklarına doldu. “Neyse boş verelim bunlara, hepsi Mickal’in uydurmasıymış.”

Daria, korkuyla Kiana’ya baktı. Ne demeliydi? Aghon’dan bahsedemezdi değil mi?

Kiana’nın aceleyle avucuna yazdıklarına baktı önce anlamakta zorlandı fakat Cadı’nın eli boynunu kapladığında endişeyle yutkundu.

“Kieran’ı Mickal’in elinden kurtar.” dedi Daria. Sonra bir Kraliçe ile konuştuğunu hatırlayıp “Lütfen efendim.” diye ekledi. Kieran’ın kim olduğu hakkında en ufak bir fikri bile yoktu ama Kiana’nın gözlerindeki korku onu da aynı endişelere sürüklemişti. “Kiana’yı zorla kaçırdılar ve hapsettiler. Onun hiçbir kabahati yok efendim.” Daria daha fazla dayanamayarak kadını koruma ihtiyacıyla açıklamak için atılmıştı.

“Kendine sadık bir hizmetkâr edinmişsin, Kiana.”

Kraliçe’nin sözleri ile rahatlayan Daria, Kiana’ya gururla gülümsedi.

‘Ah aptal kız’ diye düşündü Kiana. ‘Kraliçe’nin takdirini kazanmak istemezsin emin ol.’

“Mickal kontrolüm altında. Seni de en kısa zamanda kamların elinden kurtaracağım. Neredesiniz, bana yerinizi söyle.” Kraliçe’yi göremeseler de taş zemini arşınlayan adımların sesleri geriden kulaklarına ulaşmıştı.

“Bir gemideyiz. Bizi güneye götürüyorlar.”

“Sramars Okyanusunda olmalısınız.” Kraliçe savaş meydanının yerini hesaba kattığında nereden okyanusa çıkabileceklerini bulduğunu düşünüyor olmalıydı.  “Gemi de kaç tane kam var?” Kraliçe nefretle soludu.

Kiana sorarcasına Daria’ya baktı. Yakalandıkları gece karanlıkta kaç kişi olduklarını anlayamamıştı ama iki kayıkta Aghon ile birlikte en az on kam vardı. Lurd’un onlardan birisi olup olmadığından emin değildi ya da mürettebatından. Fakat gemi bu kadar hızlı gidebildiğine göre tayfalar arasında da kam olmalıydı.

Daria avucuna yazılan sayıya baktı. “Yirmi.” diye fısıldadı Kraliçe’ye. Orist’i ve diğerlerini ele vermenin getirdiği suçluluk hissi ile yüzü kızardı. Bu gemi de ona kötü davranılmamıştı. Bendol’ün ordusu ile dolaşırken yaşadıklarını hesaba katınca uzun süreden beri ilk defa bir insan gibi muamele görmüştü. Hanımının kendisini gözettiğini biliyordu ama o da ilk başlarda kendisini kullanmıştı her ne kadar şimdi ona karşı iyi olsa da Cadılar onları bulup Kiana’yı kurtardıklarında ne olacaktı?

“Sevgili Cadım, seni kurtaracağım. Korkma.”

Kiana acele ile kardeşinin ismini Daria’nın avucuna yazdı.

“Peki Kieran?” Daria boğazındaki elin titrediğini hissediyordu. “Onu da kurtarın lütfen efendim. Hanımım çok endişeli.”

“Merak etme insan.” Kraliçe’nin ilk defa güldüğü duyuldu. “Ben sözümü tutarım.”

Daria “Teşekkürler.” diye mırıldandı fakat karşı tarafın duyduğundan emin değildi.



Dışarıdaki rüzgâr yavaş yavaş durdu fakat çok geçmemişti ki buzdan kapı çözüldü ve apar topar kamaraya giren Aghon iki kadını yatakta oturup sohbet ederken buldu. Ne yöne estiği belli olmayan yelkenleri döven rüzgârın normal olmadığını fark etmekte çok geç kalmıştı. Kiana’nın sesi olmadan diğer cadılarla iletişim kuramayacağını biliyordu fakat diğerlerinin onunla konuşmayı denemiş olmaları muhtemeldi. Kiana’nın cevap veremeyecek olması ise içini rahatlatmaya yetmiyordu.

Kiana’nın uyandığını Ikar haber vermişti fakat kadınları rahat bırakmayı tercih etmişti. Onu görmek istemediklerinden emindi ve şuanda ona bakışlarından da bunu çok açık bir şekilde görebiliyordu. Hiçbir şey söylemeden çıktı ve kapıyı ardından buzla kapladı.



Kraliçe Biritriel, sarayının gri mermerlerini arşınlarken kabarık elbisesinin kuyruğunu ve mücevherlerle omuzlarına tutturulmuş pelerinini arkasında sürüklüyordu. Tahtı, yüksek tavanlı geniş odanın diğer ucundaki bir yükseltinin üzerinde altından pırıltılar saçıyordu. Mozaiklerle renklendirilmiş pencerelerden giren güneş ışınları kuzeyin soğuk havasını yumuşatmaya yetmiyordu. İki muhafız taht odasının kapısının önünde taş heykellerden ayırt edilemeyecek şekilde dikiliyordu. Odanın ortasındaki alçak zemini çevreleyen on siyah mermer sütunun arasındaki üç cadı sabırla Kraliçe’lerinin söyleyeceklerini beklediler.

Sonunda Kraliçe, gelip önlerinde durduğunda “Egzor’a haber verin.” dedi. Bir karara varabilmiş olmanın rahatlığı ile tahtına yürüyüp oturdu. Altın sarısı saçları tahtın pırıltıları arasında kadını oturduğu yerle adeta bütünleştirmişti.

Kiana’dan ölü kamı teslim olan cadılardan Lentis öne çıkarak Kraliçesinin önünde eğildi ve heyecanla Egzor’a söylemesi gerekenleri duymayı bekledi.

“Mickal, Kieran’ı öldürsün.” Kraliçe, nahoş bir şeyi başından savıyor olmasına rağmen öfkeliydi. Planları istediği gibi gitmemiş, Mickal’in ordusu geri çekilmek zorunda kalmış, Lurd ise elinden kaçmıştı. Şimdi de gelişmesinde büyük emek harcadığı cadısını gözden çıkarıyordu.

Lentis ifadesiz yüzünü taht odasından çıkana kadar korudu fakat köşeyi döndüğünde Kiana’nın öldürülme emrini aldığını bilerek keyifle gülümsedi.
Başlık: Ynt: Cadı
Gönderen: Berweuli - 26 Nisan 2017, 14:22:55
***
Kiana, hızla yol alan bir kayıkta Daria ile yan yana otururken daha birkaç saniye önce ayrıldıkları kadırgayı yoğun sisten dolayı göremiyordu. Hareket ettikçe önlerinde iki yana açılan sis hemen arkalarından tekrar kapanıyordu. Denizin nerede bitip kumsalın nerede başladığını kestirmek ise onun için çok güçtü fakat birbirine dokunmadan ilerleyen kayıklarda kürekleri çeken kamlar nereye gittiklerini çok iyi biliyor olmalıydılar.  Kiana ilerledikçe doğuda puslu, yeşil bir düzlüğün ucunda, turuncu bir ışığın yükseldiğini fark etti. Kısa bir süre sonra güneş, yeryüzünün gri alacakaranlığını aydınlatacak ve sise rağmen bir kez daha gün ağaracaktı.

Aghon karaya çıkacaklarını söylediğinden beri Kiana’nın zihni sürekli olarak Ecesinin onu kurtarmak için kendisine ne zaman ve ne şekilde ulaşabileceği ile meşgul olmuştu. Cadıların, denizlerde tartışmasız onlardan daha üstün olan kamlara, su üzerinde saldıracağını hiç düşünmemişti. Karada daha güçlü olan cadıları bulmanın beklentisi ile boşu boşuna gözleri sisleri delmeye çalıştı.

Kiana, mantıklı bir şekilde düşündüğünde kendisini kurtarmaya gelecek cadıların karada bile kamlara karşı şansı çok az olduğunu biliyordu. Çünkü yüzyıllardır zannettikleri gibi kamların soyu tükenmemişti. Lurd ve mürettebatı ile onu yakalayan ve gemiye getiren kamlar dört kayığı doldurmuş ve hızla sahile doğru kürek çekiyorlardı. Büyüsünün işlemediği Aghon, Bendol’ün ordusundaki gibi kam olduğunu gizlemeden rahatça dövüşecekti. Dilsiz olduğuna yemin edebileceği Ikar’ın bile ne kadar zorlayıcı olabileceğini görmüştü. Ne olursa olsun Ecesinin göndereceği cadıların sayısı onlardan daha az olacaktı ve kamlar onu serbest bırakmadığı sürece ellerinden kurtulamayacaktı.

Kiana tüm karamsar düşüncelerinden kurtulmaya çalışarak birkaç dakika sonra çıkacakları kumsala baktı. Yaklaştıkça, hareket halindeki karaltıların birer balıkçı olmadığını, onları karşılamaya gelen ve hatta gelişlerini dört gözle bekleyen kamlar olduğunu tahmin etmek hiç de zor değildi. Daha kaç kamla tanışacaktı ki? Fakat o anda bunun için kafa yormaya fırsatı olmadı, sırtında hissettiği sızıya ilk önce anlam veremedi fakat birkaç saniye sonra parmaklarının teker teker kırıldığını hissetti. Çığlık atamadığı için dudakları sımsıkı birbirini örterken titreyen sağ elini gözünün önüne kadar kaldırdı fakat hissettiği acıya rağmen kemikleri ve teninde herhangi bir hasar yoktu.

Daria, Kiana’nın sarsıntısını ve kendi eline tuhaf bakışını gördüğünde korkuyla fısıldadı. “Hanımım?”

Kiana, dalga dalga bedeninde açılan görünmez kesiklerin acısıyla soluksuz kaldı ve kayığın tahta sırasından kayarak Daria’nın ayaklarının dibine adeta yığıldı.

“Kiana!” Daria’nın çığlığı o anda tüm kürekleri durdurdu.

Kayığın yalpalamasına neden olarak önden arkaya gelen Aghon, “Ne oluyor?” diye sordu.

“Bilmiyorum.” Daria elini yakaladığı Kiana’nın tutuşunun sıkılığı karşısında ne yapacağını şaşırmıştı. “Bir anda böyle oldu. Sanki acı çekiyor gibi.”

Kiana alnını genç kızın dizlerine dayamış ve hızlı hızlı soluk alıyordu. Aslında o neden bu durumda olduğunu çoktan kavramıştı; Mickal yine kardeşine eziyet ediyor olmalıydı. Neden, diye sordu kendi kendisine. Ecesi, daha birkaç saat önce kardeşini Mickal’ın elinden kurtaracağına dair ona söz vermişken bu işkence nedendi? Mickal, Kiana’ya duyduğu tüm öfkesini, öldüremese de elinin altındaki Kieran’dan mı çıkarmak istiyordu?

“Yine bir şeyler planlıyor olmalı.” diyen kamlardan birisi cadının inandırıcılığını alayla sorguladı.

Önden gelen yorum ile Aghon “Devam edin.” diyerek duran kayığı tekrar harekete geçirdi.

Kiana kayığın dibinde kıvrılırken karnındaki yanmanın şiddeti ile sarsıldı. Daria hızla elini hanımın kıskacından kurtardı, çünkü kemiklerini kıracak kadar şiddetli sıkmıştı.

Aghon, kadını omuzlarından kavrayarak yüzünü görmeye çalıştı. Terden saçları alnına yapışmış ve rengi solmuş yüzünde gözleri acıyla büyümüştü. Aghon, kürekleri hızlandırırken Uyvar Kalesinde bir kam kadının onu öldürmeye teşebbüs ettiği gece Kiana’yı aynı bu şekilde köprü üstünde bulduğunu hatırladı. O zaman da şimdi olduğu gibi çaresiz ve acı içerisindeydi. ‘Bir şeyler ters gidiyor, lanet olsun!’ Kayığın dibine oturan Aghon, Kiana’nın başını dizine yasladı. Kadın derin bir şekilde nefes alırken şimdi gözlerini kapamıştı.

“Çok korkuyorum.” dedi Daria, Aghon’a hissettiği kızgınlığı bir kenara bırakarak.

Aghon “Ben de.” diye mırıldandı.

O esnada kayığın altı yumuşak kumlara gömülmüştü. Artık yükselmiş olan güneş ve dağılmaya başlayan sis sayesinde görüşleri daha da netleşmişti. Kamlar bileklerine kadar gelen sulara aldırmadan kendilerini kayıktan dışarıya atarken sahilden onlara doğru gelen kişilerle birbirlerini tanıdıkları aşikârdı.

Lurd, hala kendinde olmayan Cadı’yı kucaklayıp kayıktan indiren ve kuru kumlara yatıran Aghon’a yetişti.

“Sorun ne?” diye sordu Kaptan, bir yandan da parmaklarını Cadı’nın çenesinin altına dayayarak kalp atışlarını kontrol ediyordu.

Daria, Kiana’nın diğer yanına diz çökerken ağaçlık alanda onları yakalayan kam grubundan Kiana’nın öldürülmesine engel olmaya çalışan kadını yanında buldu. Diğer kamların üzerinde hüküm süren gençliği geride bırakmış olan orta yaşlardaki kadın, Her bir yandan ördüğü ince sarı saç tutamlarını başının arkasında toplamış ve salmıştı. Göz kenarlarında ve dudağının iki yanındaki çizgilere rağmen hala güzel ve alımlıydı. Daria, Kiana’nın bileğini Lurd gibi kontrol eden kam kadını ilgiyle izliyordu.

“Bayılmış olmalı.” dedi kam kadın içini çekerek.

Yanlarından geçen bir kam genci, “Cadıların bu kadar zayıf olduklarını düşünmemiştim.” dedi.

Aghon, alayla sarf edilmiş sözlere aldırmadan “Maera, Kosmen’i bulabilir misin?” diyerek kam kadına döndü.

“Elbette.” dedi Maera.

Daria kam kadının, kumsalın gerisinde bekleyen atlardan birisine atlayıp diğerlerinden ayrılacağını düşünürken birkaç metre ileride bir dizinin üzerine çömeldiğini gördü. Bir mızrak gibi sivrilttiği elini beyaz kumlara sapladığında Daira yakalandıkları gece yanan kam gencinin de aynı şekilde Aghon’la iletişim kurarak yakalandıklarını haber verdiği görüntü gözünün önüne geldi.

 “Kosmen gelene kadar burada bekleyelim.” dedi Lurd, ayağa kalkmadan önce.

Lurd, kontrolü eline alırken hiç kimsenin sahilden ayrılmamasını emretti. Kendi adamlarının kayıkları suyun ulaşamayacağı bir noktaya çekmelerini sağladı ve hızla onları bulundukları yerin etrafına gözcü olarak yerleştirdi.

Cadıların ne düşündükleri belli olmazdı, Kiana’yı kullanarak bir baskın yapabilirlerdi. Denizde onu geçebilecek bir insan evladı olmadığı gibi hiçbir cadı da onun karşısında duramazdı fakat rüzgârı arkasına almış bir cadı dörtnala güneye inebilirdi. O yüzden Kiana’yı yurtlarına yaklaştırmadan burada sevgili kadırgası Göçebe’nin yakınlarında kalmak en iyisiydi.

Maera anayurtları ile iletişimini koparıp Aghon’a durumu haber vermek için döndü. “Kosmen buraya geliyor.”

Aghon, başını salladı fakat rahatlamaya fırsat bulamadan bayıldığı gibi aniden kendine gelen Kiana belli belirsiz inleyerek iki büklüm kıvrandı.

Dizlerini karnına çekip yan dönen kadın, Aghon’un elleri ile karşılaştı fakat yeniden başlayan eziyetlerin altında acıdan yaşaran gözleri adamın yüzünü tam olarak görmesini engelliyordu. Mickal, bu öfkeyle Kieran’ı öldürecekti. Kiana’nın kardeşine ulaşması imkânsızdı çünkü aralarında kurulan bağlantı tek yönlüydü. Eğer kendisi ölseydi bağlantı kopacak ama kardeşinden ödünç aldığı güçlerin hepsini Rüzgârın Ruhu, Kieran’a iade edecekti. Yakalandığında kendisini öldürmeye çalışırken denediği de aslında buydu. Kardeşi gücünü geri aldığında ne Mickal ne de yanındaki cadı korumaları onu durdurabilirdi ama ne yazık ki bunu bile başaramamıştı. Şuanda kardeşinin bedenine yapılan tüm işkenceyi kendi bedeninde hissettiği gibi eğer kardeşini öldürürlerse o da ölecekti. Bağları bu şekilde işliyordu ve görünen o ki Ecesi’nin kontrolünden çıkan Zedana Kral’ı Mickal, Sedar karşısında ordusunu yenilgiye terk ettiği için kardeşini, haliyle onu öldürerek intikamını almaya karar vermişti. Kiana, bunun işkence ile kalmayacağını biliyordu artık.

Daria’nın elini omzunda hissettiğinde telaşla kızın elini avucuna aldı. Kardeşinin kırılan parmaklarının acısı onunkileri titretirken kesik kesik yazdı. ‘İyi olacağım.’ Daria’nın yapabileceği hiçbir şey yoktu o yüzden kızı rahatlamayı denedi.

Kiana, genç kızın hemen yanında Aghon’un varlığını hissetti; adamın onu öpüşü, dokunuşu hatta o kalın sesi ile ismini fısıldayışı o kadar uzak görünüyorlardı ki hatırlamakta zorlandı.

İki kadının iletişimi Aghon’un gözünden kaçmamıştı. Kızın elini alarak Kiana’nın avucuna kendininkini koydu. “Neden böylesin?” diye sordu öfkeyle.

Kiana cevap vermek yerine zorla gülümseyerek adamın elini bıraktı ve diğer yana dönerek kıvrıldı. Tüm bedeninde parça parça hissedilen sancılara kırılan kolun acısı da eklendi.

Daria, Aghon’a Cadı Kraliçe ile konuştuklarını söyleyip söylememek arasında kıvranırken istese Kiana’nın da anlatabileceğini ama adama arkasını dönmeyi tercih ettiğini düşününce susmasının en iyisi olduğuna karar verdi.

Kiana, dakikalar boyunca kumların üzerinde kıvranmaya devam ederken kamlar belli mesafeden kadının acısını izliyorlardı. Hiçbir zaman tabiatlarında birisine haksız yere acı çektirmek ya da masumlara eziyet etmek olmamıştı. Yüzyıllardır saklandıkları köşelerde, sefalet içinde hayatta kalmaya çalışırken çocuklarına Cadıların onlara yaptıklarını anlatarak büyütmüş olmalarına rağmen önlerinde düşmanlarından birisinin acı çektiğini izlemekte zorlanan bazıları bakışlarını kaçırırken daha cüretkâr olanları Kiana’ya acıyarak baktılar.

Nihayet atların yaklaştığını duyduklarında Kosmen’in geldiğini anlayarak rahatlamışlardı. Liderleri ne yapılacağını bilirdi. Güçlü ve güzel kısrakların üzerinde, normalde ayaklarını dolandırması gereken kumlara rağmen rahatça yol alan üç kişi, atlarından iner inmez kamlar önlerinden çekildi. İkisi genç erkek, birisi de yaşlıca bir kadın, Aghon’un önünde yatan kadına yaklaşırken Maera’nın açıklamaları ile Cadı’nın sefil durumu karşısında şaşırmamışlardı.

“Kendisinden bir şey öğrenemediniz mi?” diye sordu yaşlıca kam. Kimi yerlerine renkli boncuk ve tüyler taktığı beyaz saçlarını iki örgü halinde toplamış ve bükülmüş sırtına salmıştı. Yüzünün ve ellerinin yıpranmış tenine kırmızı ve siyah renklerle boyamıştı. İnce bileğindeki ahşap takıların bir benzeri yılların yükü ile kısalmış boynunu süslüyordu. Yine de kısık gözlerinin mavisi hala keskindi.

“Hayır, Marag Ana. Söylemeyi reddediyor.” Aghon, yaşlı kamın yanındaki uzun boylu genç adama beklenti ile baktı.

Gri-beyaz saçlarını başının arkasında toplamış, çenesinde ve sağ şakağında soluk  mavi desenler çizili olan genç kam, herhangi bir şey söylemek yerine, Kiana’nın önünde çömeldi ve kadının alnına dayadığı eli ile kendisine bakmaya zorladı. Cadının, ışığı gittikçe zayıflayan gözlerinin boş bakışı üzerinde durdu, sürekli seğiren elini kavradı.

Lurd, “Cadı üzerinden yerimizi bulmaya çalışıyor olabilirler mi?” diyerek denizlerde geçen yılların vermiş olduğu şüpheciliği ile en kötüsünü dile getirmişti.

“Yerimizi bulmaları için bu zavallıya bu kadar acı çektirmelerine gerek yok, Lurd.” dedi Marag esefle. Diz çökmüş gence dönerek “Ne düşünüyorsun Kosmen?” diye sordu yaşlı kam.

“Emin değilim, Marag.” dedi Kosmen. “Şüphelendiğim şey ise…” Durup bir an Aghon’u ardından onun yanındaki insan kızı süzdü. “O kim?” diye sordu tuhaf bir ilgi ile.

“Hizmetçisi.” dedi Aghon kısaca.

Daria kıt aklıyla bile karşısındaki kişilerin alelade kamlar olmadığını hızlıca kavramıştı. Cadı Kraliçe karşısında ansızın çözülen dili büyük ihtimalle kamların lideri olan adamın bakışları altında düğümlenmişti. Aghon’un kendisini tanıtan kelimesi karşısında başını hızlıca sallayarak bekledi.

O anda acısı sebebiyle bilinçsizce büyüsünü kullanan Kiana’nın sessiz çığlığı kumsaldaki deniz kuşlarını havalandırmıştı. Kadın elini Kosmen’in tutuşundan kurtardı ve sol böğründeki görünmeyen bir yarayı nafile örtmeye çalıştı.

“Hanımının bu durumu hakkında bir şey biliyor musun?” Kosmen şüphesini doğrulama ihtiyacı ile Daria’yı sıkıştırmayı tercih etmişti.

“Ben…” Daria korkuyla kekeledi. Bakışlarını Kiana’ya indirdi fakat hanımının onu duyup görecek hali yoktu. “Ben emin değilim.” dedi.

“Daria ne biliyorsan söyle.” dedi Aghon hızla kızı kavrarken. “Onu kurtarmamıza yarayabilir.”

Ağlamaya başlayan kızın dudaklarından “Kieran.” ismi döküldü.

“Kieran da kim?” diye sordu Aghon Daria yine susunca.

Daria, hıçkırıkları arasında “Kraliçe’ye Kieran’ı kurtarması için yalvarmıştı.” dedi.

Aghon, Kiana önünde kıvrandıkça hissettiği korku ile Daria’yı sertçe sarstı. “Ne zaman oldu bu?” diye sordu kızın korkusunu daha da arttırdığını fark etmeyerek.

“Gemide.” dedi Daria ve Aghon’dan kurtulmaya çalıştı. “Erkek kardeşi Mickal’ın elindeymiş.” dedi.

“Bu bazı şeyleri açıklıyor.” dedi Kosmen düşünceli bir şekilde.

Marag, Daria’ya yaklaşırken “Aghon, kızı bıraksan iyi olur. Zaten perişan halde zavallıcık.” diyerek genç adamı uyardı.

Orist, Daria’ya uzanırken Aghon, iki elini de kızdan çekerek havaya kaldırdı. “Neyi açıklıyor?” diye sorarken bakışları Kosmen ile Marag arasında gidip geldi.

“Kan bağı büyüsü.” dedi Marag.

Kosmen “Pek vaktimizin kaldığını sanmıyorum.” derken Cadı’yı kucakladı. Kadının ince uzun bedenini sanki küçük bir çocuğu taşıyormuş gibi kolayca sulara doğru götürdü.

Aghon, endişe ile atasının koluna yapışırken “Bana söz vermiştiniz.” dedi. “Ona hiçbir şekilde zarar verilmeyecekti.”

Lurd, yetişip Cetlere saygısızlık yapmasını önlemek için Aghon’u durdurmayı çalıştı.

Marag suya girmeyip kıyı da beklerken “Biz sözümüzü tutarız, oğlum.” dedi.

Aghon, Kosmen’in ardından soğuk suya girdi.

“Bağı koparmazsak bu acıyı çekmeye devam edecek.” dedi Kosmen yanında yürüyen Aghon’a. “Ayrıca, Mickal’a işkencelerin yeterli geleceğini sanmıyorum.”

“Kardeşini öldürürse Kiana’ya ne olur?” diye sordu Aghon korkuyla. Aslında cevabı çok iyi biliyordu.

“O da ölecek.”
Başlık: Ynt: Cadı
Gönderen: Berweuli - 12 Mayıs 2017, 09:47:47
Kosmen dalgaların kıyıyı dövdüğü sahilden denizin derinlerine doğru ilerledi ve sular kamların atasının beline kadar ulaştığında durdu. Ondan bir baş daha kısa olan Aghon, göğsüne vuran suyun gücünü hissedebiliyordu. Diğer kamlar, dalgalardan uzak durarak kıyıya toplanmışlar ve Kosmen’in ezeli düşmanlarından birini, bir cadıyı kurtarmak için sergileyeceği çabayı kaygı ile izliyorlardı. İtiraz etmeyi düşünmediler çünkü atalarının bir bildiği olduğuna dair inançları güçlüydü. Neler olduğuna akılları ermese de merhametleri yürekleri cadının kurtulması için dua etmelerini fısıldıyordu.

Kosmen karşısına gelip duran Aghon’a nazikçe Kiana’yı verdi. Soğuk su giysilerini aşıp tenine ulaştığında kendine gelen Kiana, aydınlanmış gökyüzünün önünü kapatan Aghon’un yüzü ve bakışları ile karşılaştı.

Aghon, acıyla kızarmış gözleri, kurumuş dudakları ile Uyvar Kalesinde rüzgârlı köprüden odasına kadar taşıdığı kadınla şuanda kendisine bakan arasında bir benzerlik aradı. Sonunda Kiana’nın dudaklarında belirmeye başlayan gülümsemeyi buldu fakat o da yeni bir acı dalgasının sessiz çığlığı ile yitip gitti.

Kosmen, her hangi bir uyarıda bulunmaksızın aceleyle Aghon’un kucağındaki cadıyı,  karnından ve başından bastırarak sulara gömdü. Suyun yüzeyinde Kiana’dan kırık dökük görüntüler Aghon’a ulaşırken nefes alamayan ve çırpınmaya başlayan kadını sıkıca tutmaya çalıştı.

Kosmen, cadıyı tekrar su yüzeyine kaldırırken  “Marag!” diye kıyıya seslendi. “Yardımına ihtiyacım var!”

Yaşlı kadının bükülü sırtı bir göz kırpma hızında düzleşti, titreyen dizlerine anında can geldi, kıyıdan derinlere her adımında yüzü onar yıl gençleşti. Kosmen’in yanına vardığında beyazları kaybolan kum rengi perçemler alnına düşüyor gök mavisi gözleri bir geç kız gibi bakıyordu.

Kosmen, sevdiği kadının gençleşmiş elini şefkatle kendi avucuna aldı ve karşılığında parlak bir gülümse kazandı. Marag’ın arkasına geçen uzun boylu kam, başı ancak omuzlarına gelen dimdik sırtı göğsüne yasladı ve kadının zarif elini Kiana’nın karnına yerleştirdi.

Hissettiği güç ile Marag kısa bir an başını kaldırıp Kosmen’in gözlerini yakaladı. Aynı kaygıların yansımasını gördüğü gözlerden bakışlarını indirdi ve derin bir nefes alarak “Başlayalım.” dedi. İndirdiği mavi gözleri güçle parlarken kesik kesik nefes almaya çalışan Kiana’yı sakinleştirdi.

Kosmen cadıyı bir kez daha denizin tuzlu suyu ile örtecek baskıyı yapmadan önce Cadı’nın dudaklarından sızan kızıllığı fark etti. Kan bağının diğer ucunda, millerce ötede Zedana topraklarında işkence gören kardeş bedenin ölüme yaklaştığını hissediyordu. Onun için yapabilecekleri bir şey yoktu, hükmü önceden verilmişti ve onlara kalan zaman ise dardı. Şuan sadece elleri altındaki cadıyı kurtarabilirlerdi.

 Kosmen’in suyun içindeki bedeni Denizlerin Babası’ndan yardım dilerken iki güçlü kamın arzusu Marag’ın çıplak ayaklarından Toprak Ana’ya ulaştı.

Aghon Kiana’nın çırpınışlarının durduğunu fark etti, sevdiği kadının gözlerinin suyun içinde kapkara birer cam parçasına dönüşmesini endişe ile izledi. Burnundan ve ağzından kaçan hava kabarcıklar ciğerlerindeki havanın tükenmesi ile önce azaldı ardından yok oldu. Aghon buna rağmen sudaki titreşimleri, gücü hissedebiliyordu, yavaşça parlayan bir ışık kucağındaki kadını bir zar gibi sardığında kollarındaki yük hafifledi, artık onu tutmasına gerek yoktu. Kiana suların kollarındaydı. Bir adım geriye çekilen genç adam; saydam kefeninin içinde teni solgun, bakışları gökyüzünde çakılı kalan Kiana’nın dudaklarından suya yayılan kanın zarın içinde hapsolduğunu gördü.

Marag ve Kosmen tutuşlarını hafifletmemişlerdi, gözleri kapalı tüm güçlerini kardeşlerin arasında gittikçe gerilen bağı koparmaya yönlendirdiklerinde, uzak ucun gittikçe zayıfladığını fark ettiler. Fakat iki kardeş arasındaki görünmez ipler iki yandan çekildikçe incelmesine rağmen diğer yandan gelen yakıcı bir arzu ellerinin altındaki cadının yaşam kaynağını da arsızca kendisine istiyordu.

Kosmen acele etmeliydi. Son bir çaba ile Marag’ınkinin üstündeki elini havaya kaldırdı ve çekişmenin şiddetini karşılamayı sevdiği kadına bıraktı. Kiana’nın alnındaki eli cadının başını biraz daha dibe bastırırken diğeri havada desenler çiziyordu. Anında çağrısına cevap veren deniz öfkeyle kabardı. Kadırganın yakınlarından kopup gelen dalgalar, güçle iki insan boyunu aştı ve kamların başlarının üzerinden aşarak onları suyla örttü. Sahile ulaştığında gazabı azaldığından normal boyutlarına ulaşmıştı.

Aghon gücünün kaynağı sular etrafında kabarırken sakinlikle yerini korudu.  Suyun içinde gözünün önünde ipek bir örtü gibi salınan Kiana vardı. Cadı’yı bırakmayan Marag ve Kosmen’in yukarıya doğru uzanan saçları özlemle birbirine dolanıyordu. Aghon’un, var olduğundan haberi dahi olmadığı kan bağı büyüsünü bozmaya çalışan atalarının o anda yaptıkları hakkında en ufak bir fikri dahi yoktu. Diğer kamların göremediği fakat şuanda suyun ve göz alan ışığın içinde kalan üçlüyü izlerken belki de geri kalan hayatı boyunca böyle bir şeye bir daha şahit olamayacağını hissediyordu.

Geldiği gibi hızla geri çekilen sularla birlikte ışık da yok olurken Marag, Kosmen’in yardımıyla Kiana’yı sudan çıkardı. Dört kolun kavradığı Cadı’nın dudakları kapalı, göğsü bir heykel kadar kıpırtısızdı. Aghon, Kosmen’in işareti ile Kiana’yı kucağına aldı ve suyun üzerinde tuttu. Birkaç saniye sonra kadının, öksürükle birlikte kan ve suyun sızdığı dudakları kıpırdadı fakat baygınlığı devam etti. Aghon, sıkı bir şekilde göğsüne bastırdığı Kiana’yı sahile taşımak için döndü.

Kosmen artık eski haline dönmüş Marag’ı belinden kavrayıp destek olurken “Zor da olsa bağı kopardık.” dedi Aghon’a.

“Peki, kardeşi?” diye sordu Aghon.

“Öldüğünü hissettim.” dedi Marag, yaşlı sesiyle. “Zavallıcık çok acı çekti artık ruhu huzur bulmuştur.”



***
“Üşümekten nefret ediyorum.”

Kapı hızla açılmıştı ve Kiana, ardından hiddetle dile getirilen hisler karşısında kımıldamadan geniş odada yanan hararetli ateşin karşısındaki ahşap koltukta sakince oturmaya devam etti.

Kieran’ın, arkasındaki kızın ileriyi işaret eden baş hareketini takip eden bakışları Kiana’yı buldu. Genç erkek cadının ovuşturduğu ellerinin hareketi yavaşladı ve sonunda durdu.

“Ah Kiana! Bu ne hoş sürpriz.” dedi Kieran, yüzü dışarının soğuğundan kızarmış yeni karşılaştığı ateşin sıcaklığı ile bu daha da şiddetlenmişti. Kısa siyah saçlarının altındaki solgun beyaz teninde yer yer kahverengi lekeler, elmacık kemiklerinin ve biçimli burnunun üstünde nokta nokta çiller vardı. Kar yanığı teni buğday rengi olmasına rağmen utandığında, kızdığında, mutlu olduğunda hatta soğukta ve sıcakta kızarırdı.

Kiana, erkek kardeşinin bocalayan yüzünden gelip geçen telaşı izlerken onun için duyduğu endişenin kalbini sıktığını hissetti. Bu kahrolası dünyada tek sevdiği varlığın kendini bilmez bir grup serserinin beynine doldurduğu saçmalıklar yüzünden ondan uzaklaştırılmasına izin vermeyecekti.

“Breella, bizi yalnız bırak.” dedi Kiana, ufak tefek kız yerine kardeşine bakarak.

Kieran Breella’ya gülümsedi ve “Gitsen iyi olacak.” dedi. Ardından “Ablamın bugün yine heyheyleri üzerinde.” dedi bakışları Kiana’nın üzerindeydi.

Breella, Kiana’dan bakışlarını kaçırdı, kendisi de aynı hızla yanlarından ayrıldı.

Kapı kapanırken Kiana “Gel de biraz ısın.” dedi. Sesi her zamanki sakinliğinde fakat daha şefkatliydi.

Kieran şömineye yaklaşırken Kiana’nın elbisesini alayla süzdü. Genç kadın, uzun siyah saçlarını süsleyen yakutların yardımıyla saçlarını özenle toplamıştı. Yüzü pudralanmış ince dudakları kırmızı bir boyanın yardımı ile dolgunlaşmıştı. Kolsuz kırmızı elbisesi ince belinden sonra ayak bileklerine kadar taşlı bir tül eşliğinde genişliyordu. Gümüş rengi beyaz kürk yakalı bir pelerin yatağının üzerine gelişi güzel atılmıştı.

“Çok şıksın.” Kieran ister istemez itiraf etmek zorunda kaldı. “Her zamanki gibi ölümcül bir şekilde güzelsin.” diye ekledi eğlenerek.

“Ölümcül kısmını sevdim.” dedi Kiana, gülerek. Kardeşi ile atışmayı özlediği için ifadesi yumuşamıştı.

Kieran “Bir yere mi gidiyorsun?” diye sordu fakat alacağı cevabı biliyordu.

“Evet, ama bu sefer sen de geliyorsun.” dedi Kiana, koltuğundan kalkarak.

Kardeşinin yatağının önünden geçerken eteklerindeki taşlar mum ışığında yanıp sönüyordu. Odanın köşesindeki ahşap dolabın altın kulplarını tutarak kapaklarını iki yana açtı ve “Bakalım nelerin varmış.” diye mırıldandı.

“Hiçbir yere gelmiyorum.” dedi Kieran, öfkeyle.

Kiana, kardeşinin günlük kıyafetleri arasından yeni ve kaliteli bir takım bulmaya çalışırken derin bir soluk aldı.

Kieran, ablasının kendisini sakinleştirmeye çalıştığını biliyordu fakat hiçbir şey söylemedi.

Kiana, omuzlarında ikişer büyük altın düğmenin olduğu bir ceketi çıkararak inceledi. Önündeki üç sıra altın zincirin diğer yandaki düğmelere bağlandığı ceketin iki yanı üst üste gelecek şekilde geniş tutulmuştu. “Bu iyi.” dedi ve ceketle birlikte bir pantolonu yatağın üzerine koydu.

“Beni duymadın mı?” diyen Kieran, ceketi alıp ateşe atmamak için kendisini zorlukla dizginledi.

Kiana, dolabın dibindeki bir çift parlak çizmeyi çıkarıp yatağın ayakucuna bıraktı.

“Duydum ama şansını fazla zorlama Kieran.” dedi Kiana kendini zapt etmeye çalışarak.

“Nerede?” diye sordu Kieran dişlerinin arasından.

Kiana, meydan okuyarak kardeşinin karşısına geçip dikilirken  “Nor Keyna’da.” dedi.

Kieran, tıpkı ablası gibi ince ve uzundu, aynı şekilde dikleşti. “Bu sefer neyi kutluyoruz.” derken dudağının bir yanı hoşnutsuzluk ve alayla yükseldi.

“Ecenin kutlamalar için bir sebebe ihtiyacı yok.” dedi Kiana sabırsızlıkla. “Hadi giyin artık, bu akşam bana sen eşlik edeceksin.” Ecesinin kardeşi üzerinden ona yaptığı uyarı yüzünden apar topar şehirdeki evlerine gelmişti ve bu gece onu da mutlaka yanında götürecekti.

Kieran’ın kaşları nefretle yükseldi. “Britriel senin için birini bulamadı mı?”

“Alaron, batı sınırındaki teftişten hala dönmedi.” Kiana, kardeşinin imasını anlamamazlıktan geldi.

“Peki, Reinferd’in ne işi vardı?”

“Meçkeyler götürsün hepsini!” diye bağırdı Kiana nefretle. Kardeşi bilerek damarına basıyordu ve artık sabrı taşmıştı.

 “Sana neler yaptığını görmüyor musun? Seni, beni herkesi kullanıyor. Onları oyalaman ve kontrol etmen için seni Alaron’un, Reimferd’in ya da canı kimi isterse onun kucağına atıyor. Bunu izlemekten nefret ediyorum.”

Kiana, sinirden kıpkırmızı olmuş kardeşine gidip sarıldı. “Hayatımızı kurtardı. Bizi orada bırakabilirdi ama yapmadı. Lütfen bunu unutma.”

“Unutmama izin vermiyorsun ki.” derken sesi küçük bir oğlan gibi çatallaşmıştı. Kieran, ablasına sıkıca sarıldı.

“Sana ihtiyacım var Kieran, lütfen beni yalnız bırakma.” Kiana dünyada en çok sevdiği kişinin yanağına sesli bir öpücük kondurdu.



***
“Kieran.”

Kiana, derin uykusunda kardeşinin ismini sayıklarken yalnızdı. Üşüyerek üzerindeki örtülerin içinde iyice büzüldü. Bedeni kamların titiz bakımı altındaydı fakat kaybıyla baş edemeyen ruhu günler ve gecelerdir rüyaların arasında dolaşıyordu.

“Beni yalnız bırakma, lütfen.”

Kiana’nın sayıklamalarından habersiz Daria yanı başında uykuya yenik düşmüştü.
 
Başlık: Ynt: Cadı
Gönderen: Berweuli - 26 Mayıs 2017, 16:26:15
Daire şeklindeki geniş oda, dört katlı taştan kulenin en üst katındaydı. İç duvarları ahşapla kaplı,  süssüz ve örtüsüzdü. Bahar aylarının, ne yapacağı belli olmayan genç bir kız gibi ayarsız havası ateş yakılmasını zorunlu kılıyordu fakat şöminedeki közler artık küllerin altında yok olmak üzereydi. Saatler önce harlanmış ateş iri çam dallarını büyük bir iştahla yutarken sessiz odayı dolduran çıtırtılarla geriye hoş bir koku bırakmıştı fakat şimdi varlığı unutulmak üzereydi.

Batan güneşin kubbeli pencereden içeri sızan kızıl renkleri ortamı aydınlatmaya yeterli değildi. Oda birkaç dakika sonra tamamen alacakaranlığa gömülecek olmasına rağmen bir mum yakmaya niyetli kimse de yoktu.

Tek kişilik alçak yatak boştu fakat göle bakan pencerenin önüne çekilmiş, yastıklarla destekli ahşap sandalyede oturan kadın, uzun bir süredir saçının teli dahi kıpırdamadan neredeyse eşyalarla bütünleşmiş bir şekilde oturuyordu. Siyah kıvırcık saçları omuzlarına düşmüş, yün şalının üzerine dağılmıştı. Fersiz gözleri bir noktaya kilitlenmiş boşluklarla doluydu.

Odanın dışından gelen sarsak adımlar ahşap merdivenleri gıcırdatarak çıkmaya başladığında güneş ağaçların ardında artık kaybolmuştu. Sarmal merdivenlerin bitimindeki giriş kısmı kısa bir an aydınlandı ve Marag’ın genç ve güzel yüzünün yansıması bir görünüp hızlıca kayboldu. Yaşlı kamın ağır adımları tutsak cadının odasına girerken tereddütsüz ve korkusuzdu.

Marag eşyaların bir gölge gibi belirsiz ve olduklarından daha büyük göründükleri odanın ortasında durup hoşnutsuzlukla odayı süzdü. “Beni şaşırtmanı ummuştum ama yanılmışım. Daria bütün gün o sandalyede oturduğunu söylerken abartıyor sanmıştım.”

Marag, cevap olarak ilgisiz koca bir sessizlik ile karşılanmayı elbette bekliyordu. Bu yüzden şömine demiri ile sönmeye yüz tutmuş korları karıştırdı, ardından yanına istiflenmiş birkaç odunu yeniden canlanan alevlere attı. “Bu ışık yeterli değil.” diye mırıldandı kendi kendine. Şöminenin üstünde, ahşap duvarın bir parçası gibi görünen rafın üzerinde kalın ve renkli mumlar diziliydi. Yaşlı kam şöminede tutuşturduğu ince dal parçası ile teker teker mumları yakarken hoşnutlukla iç geçirdi.

“Karanlıktan hoşlanmıyorum, oldum olası da hoşlanmadım.” 

O esnada kapı yavaşça açıldı ve Daria ona yol veren kamın yanından geçerek taşıdığı tepsi dolusu tabak çanak ile içeri girdi. Genç kızın bakışları hala sırtı onlara dönük Kiana’yı buldu. Onu bıraktığı gibi hala o sandalyede oturuyordu. Kederle içini çekti.

“Tepsiyi yatağa bırak kızım.” Marag, Daria’yı şefkatle izlerken kızın, cadı ile birlikte Genç Orman’da geçirdikleri bu bir hafta boyunca hanımıyla birlikte yas tuttuğunu ve zayıfladığını açıkça görebiliyordu. Gözlerinin altındaki gölgeler ve çökük yanakları ile tam bir yorgunluk tezahürüydü. “Git biraz dinlen Daria, hanımınla bir süre ben ilgileneceğim.”

Daria, Kiana’dan bir itiraz beklerken kısa bir an kapının önünde kararsızlıkla dikildi fakat tıklattığında açılan kapıdan çıkarken hanımı kadar dilsiz görünüyordu.

Yaşlı kam başka bir sandalyeyi diğer pencereye yaklaştırıp oturdu. Kıyafetleri temiz, özenli fakat sadeydi; uzun sarı elbisenin üzerine el örgüsü bir şal almış, gri beyaz saçlarını tek bir örgü ile başının etrafına dolamıştı. Mavi taşlı küpeleri ise tek süsüydü.

Uzun süren bir sessizliğin ardından “Lafı dolandırmayacağım, Kiana.” dedi Marag bakışlarını ağaçların ortasında, karanlık koca bir delik gibi kalan, gölden çekmeden. Açıklığın kenarındaki tek katlı ahşap yapıların ışıkları birer birer yanmaya başlamış ve suların etrafını ateş böcekleri gibi çevrelemişti. “Aghon benden seninle ilgilenmemi rica etti.”

Hızlı bir baş hareketini işiten Marag, genç kadına bakmamakta ısrarlı bir şekilde konuşmaya devam etti. “Zamana ihtiyacın olduğunu söylemem pek fayda etmedi.” İçini çeken Marag, başka kelime etmeden uzun bir süre oturdu.

Ziyaretinin kâfi geldiğine hükmederek yerinden kalkıp kapıya doğru ilerlerken “Burada tutsak değilsin, kızım. İstediğin zaman gidebilirsin.” Yatağın yanındaki tepsiye hızlıca bir göz attı. “Sadece söylemen yeterli.”

***
“Daria metanetli bir kız.” Marag çivit mavisi gözlerini öğlen güneşinin altında parlayan durgun sularda gezdirdi. Bu kez yanında işleme gergefini de getirmiş olan yaşlı kam iğnesini kumaşa saplarken gölün kenarında iki kadınla konuşan genç kızı gülümseyerek izledi. “Arkadaş bulmakta zorlanmıyor, hiçbir zaman yalnız kalmayacağına eminim.” Buruşuk dudaklar memnuniyetle kapandı.

Marag, Kiana’yı ziyaret etmeye başlayalı beş gün geçmişti. Yaşlı kamın tahmin ettiği gibi kederli kadın ne ayrılmayı talep etmiş ne de odasını terk ederek dört duvardan dışarı çıkmıştı. Sadece Daria’nın yakınlığını ve şefkatini kabul ederken Marag’ın ilgisine karşı kayıtsız kalmıştı.

“Onun üstesinden geldiği zorlukları bilemezsiniz.” Kiana, bakışlarını gölün kenarında şimdi Orist ile dikilen kıza çevirdi.

“Bunu gözlerinde görmek zor değil.” Marag içini çekerek tekrar eline aldığı iğne ve kasnağı ileriye doğru tutarak pencerenin aydınlığından faydalandı. İşlediği desenlerin güzelliğinden emin bir şekilde gülümserken kumaşa saplanan iğne darbelerinin sesine çekilen ipliğinki karışıyordu.

“Şaşırmadınız.” diye belirtti Kiana.

“Konuşabildiğinden emindim.”

Marag, bakışlarını desenlerden genç kadına çevirdi.

Solgunluğuna ilaveten somurtkanlığını dikkate almadığında Kiana, düne göre daha canlı görünüyordu.

“Nasıl?” Kiana, o anda en önemli şey oymuş gibi kendini işlemesine vermiş olan yaşlı kadını süzdü.

“Çünkü kan bağını kopardığımız esnada sesini kullanmanı engelleyen büyüyü ben kaldırdım.” dedi Marag, genç kadına kısa bir bakış atarak.

“Ama neden?”

“Büyük bir kayıp yaşadın ve yasını tutabilmen için bağırman çağırman hatta seslice ağlaman gerekebilirdi.” Marag, elleri hızlıca işlerken konuşmaya devam etti. “Ama sen hiçbirini yapmadın. Günlerce o sandalyede oturdun.”

Kiana, tekrar bakışlarını kaçırırken “Bu konuda konuşmak istemiyorum.” dedi kederle. Yaşlı kadının merhameti, günlerdir onu terk eden gözyaşlarının saklandıkları yerlerden çıkmak için zorluyordu.

“Elbette.” dedi Marag ve odada sadece kumaşı delen iğne ipliğin sesleri duyuldu.

Açık pencereden içeri giren bahar esintisi, çiçek kokularını kulenin penceresine kadar getiriyordu. Hatta günlük işlerini yapan kamların aşina olmadığı sesleri ile birlikte Daria’nın kırık dökük cümleleri de Kiana’nın duymazlıktan gelemeyeceği kadar netti. Kardeşi ölmüştü, bu fikri sakince düşünmekte zorlansa da rüzgârın ruhunun varlığı onu terk etmemişti. Bu da işini daha da zorlaştırıyor ve her an bağın öbür ucunda Kieran’ın acısını bulacakmış gibi hissettiriyordu.



“Kiana, giderse onunla gideceğim.” Daria’nın kararlı sesi Orist’in itirazlarına karıştı.

“Onun yanında tehlikedesin.”

“Bana ihtiyacı var.” diye itiraz etti genç kız.

“Soydaşları seni aralarına almayacaklardır.” dedi Orist sıkıntıyla. “Eğer Kiana’yı yeniden kabul ederlerse tabii.”

“Ne demek istiyorsun?” Daira korkuyla adamın kolunu kavradı.

“Cadıların ona karşı hiçte anlayışlı olmayacağını söylüyorum. Onlar için Kiana artık bir hain.”

Daria kollarını korkuyla titreyen gövdesine sararken “Umurum da değil.” dedi.

Orist, reddedilmenin hışmıyla kızı gölbaşında bırakıp ayrılırken öfkeyle Cadı’nın tutsak edildiği kuleye hızlı bir bakış attı. Geniş yüzünde birer leke gibi kalan gözleri iyice kısılmıştı.

“Orist…” Kiana adamı umursamadan Daria’yı endişe ile izledi. Avucuna doldurduğu taşları göle fırlatan kızın hayal kırıklığı yaşadığı belliydi. “Orist bir kam değil.”

“Evet, değil.” Marag, sorarcasına Kiana’ya baktı.

“Nasıl sizinle yaşayabiliyor?”

Cadıların arasında bir insanın varlığı Orist’in az önce Daria’ya da dediği gibi ezilecek bir böcek hissi oluştururdu. Phemedes’e bir insanın girmesi yasaktı fakat Mickal gibi onları kullanmak istediklerinde insanlarla iletişime geçmekten sakınmazlardı.

“O muhiplerden.” dedi Marag. Kiana’nın hiçbir fikri olmadığını anlayınca “Yani, kam değil ama bizim sırlarımızı bilen ve onları saklayan dostlarımızdan birisi.” Kiana’nın bakışlarını takip etti ve genç kızı izlediğini gördü. “Tıpkı Daria gibi.”

“Ayrıldığımda sizinle kalmasına izin verir misiniz?” Kiana, gözlerinin dolduğunu hissediyordu. “Emin ellerde olduğunu bilmek içimi rahatlatacak.”

Marag kirpiklerinin arasından cadıyı süzerken “Onu burada tutmak zor olacak.” dedi. “Fakat istediği kadar kalabilir.”

Yine aralarına giren uzun bir sesliğin ardından “Sen de kalabilirsin Kiana.” diyen Marag, işlemesini kucağına bıraktı. “Gitmekte acele etme.”

“Sadece birkaç gün daha.” Kiana, şalına sarılırken üşüdüğünü hissetti. “Sonra beni bir daha görmeyeceksiniz.” Uyku tekrar gözkapaklarına kapanmaları için baskı yaparken genç kadın karşı koyamadı.

Başlık: Ynt: Cadı
Gönderen: Berweuli - 06 Temmuz 2017, 10:16:19
Nor Keyna, cadıların Kraliçe’sinin sarayının balo salonu, o gece dans eden çiftlerin zarif adımları yerine geniş masalara kurulmuş gösterişli bir ziyafetin ağırlığı altında eziliyordu. Kadınlar şık ve göz alıcı gece elbiseleri içerisinde, olduklarından daha kırılgan görünüyor, erkekleri ise kâh askeri takımları kâh kadınları kıskandıracak şatafattaki kıyafetleriyle birer beyefendi gibi görenlere medeni bir manzara sunuyorlardı. Aslında onların Kraliçe Britriel’in yüksek cadıları oldukları düşünüldüğünde göründükleri kadar nahif olmadıklarını kuzeyin her ferdi bilirdi.

Salonun yüksek kubbeli tavanının şaşaası ile tam bir tezat oluşturan sadelikteki camlarından içeriye sızan şafağın kızıl ışıkları iki gündür olduğu gibi bu akşamda salonu loş bir aydınlığa boyuyordu. Güneşin tüm yuvarlaklığı ile kuzey toprakları üzerine doğması için, güneyin iki gününe daha ihtiyacı vardı. Bu yüzden Kraliçe Biritriel, şafağı kutlamak için iki akşamdır Nor Keyna’nın balo salonunda cadılarına bir ziyafet sunuyor ve onlarla bir araya geliyordu.

Müzisyenler yumuşak nağmelerle gösterişli yemeklerin lezzetini arttırırken salonun uzak ucundaki çift kanatlı cam kapılar telaşla açıldı. Kraliçe’nin bir platform üzerinde yükseltilmiş masasının önüne kadar gelip, dizinin üzerine çöken Cilia, kalkması için verilecek komutu sabırla bekledi.

Ani sessizliğin ortasında, çalınan ezginin nağmeleri sebepsiz bir gerilim yaratıyordu. Kraliçe, fedaisini fark etmesine rağmen sağ tarafında oturan danışmanına eğilmiş altın başını konuşmasının sonu gelene kadar dişi cadıya çevirmedi. Sonunda tüm salon gibi bakışları Cilia’nın diz çökmüş ince uzun bedenine ve kuzeyin toprakları kadar soğuk ve katı yüzüne çevrildi.

“Ne var Cilia? Şöleni böldüğüne göre önemli bir şey olmalı.”

Cilia doğrulduğunda pelerininin çamura bulanmış eteklerini ve aynı şekilde lekeli çizmelerini gözler önüne serdi. Kendisini ilgiyle izleyenleri göz ucuyla görüyor olsa da üzerindeki bakışlara aldırmaksızın Kraliçe’nin masasının kurulu olduğu yüksek platforma çıkabilmek için merdivenleri hızlı adımlarla aştı. Fedaisi, Biritriel’in kulağına eğildiğinde rüzgârın ruhuna sahip olsalar dahi herhangi bir erkek cadı onları dinlemeye cüret etmedi.

Kiana, Kraliçenin masasının sol ucunda Reinferd’in laubali bakışları altında önündeki tabaktaki tatlıyı karıştırmakla meşguldü. Bütün akşam boyunca aklı salondan çok uzakta olduğundan yanındaki adamın ilgisi her zaman olduğu gibi bu akşam onu rahatsız etmiyordu.

Kraliçe Biritriel, hışımla ayağa kalktı. Cilia bir adım geri çekilirken müzik susmuş ve Kraliçe’nin masası haricinde salonun her yerinde dolanan bakışlar Ecelerine çevrilmişti.

“Gelin!” dedi Kraliçe.

Merdivenlerden inip salondan çıkan Ecelerini adım adım takip eden cadıların manalı ve meraklı bakışlarının aksine dilleri suskundu.

Altın tahtın önünde iki gruba ayrılan cadılar, Kraliçe’nin oturmasını bekledi. Cilia en arkadan gelerek onları, peşinde iki cadı muhafızın kıskacından kurtulmak için kıvranan bir tutsakla takip ediyordu. Tahta yakın merdivenlerin dibinde Reinferd’in kulağına fısıldadığı sözleri geçiştirmeye çalışan Kiana, bir anda tüm bakışların kendisine döndüğünü hissetti. Önce Kraliçe’nin dik dik gerisindeki bir noktayı süzdüğünü gördü. Ardından dönerek Ecesinin nereye baktığını anlamaya çalıştı.

Sonunda, muhafızların arasında artık hareketsiz kalan çilli gencin yalvaran bakışları ile karşılaştı.

Kiana “Kieran!” diye fısıldadı. Bir adım önce çıkarken sakin kalmak için kendisini zorladı fakat kardeşinin yapmış olabilecekleri nedeniyle göğsünün üzerine çöreklenen yılan kalbini sıkıştırıyordu.

“Kraliçem.” dedi Kiana bir nefeste. Tahtın hizasına gelerek mavi gece elbisesinin izin verdiği ölçüde Ecesinin önünde tek dizinin üzerine çöktü. Bir elini gri mermere dayarken saygısını göstermek ve merhamet dilemek için başını mümkün olduğunca eğdi.

“Evet, Cilia, seni dinliyorum.” dedi Kraliçe Biritriel sabırsızlanarak. Biraz sonra duyacaklarını tahmin ediyor olmanın öfkesi, gözde cadısının kendisine seslenişini göz ardı etmesine sebep olmuştu.

“Iranero’ya girmeye çalışırken yakaladık Kraliçem.” Cilia sözlerine başladığında salonda duyulan hayret nidalarına korku dolu soluklar eşlik etmiş ve Kieran’a çevrilen bakışlarda onun akıbeti için hissettikleri acımalar yüzeye çıkmıştı.

Kiana duyduğu suç isnadı ile başını kaldırmadan “Kraliçem.” diye fısıldadı korkuyla.

Kraliçe’nin tahtın kolçaklarına yapışan elleri öfkeyle sıkıldı. “Doğru mu bu?”

Cilia, muhafızlara Kieran’ın ağzını kapatan örtüyü açmasını işaret etti.

Yalan söylerse Kraliçe’nin bunu anlaması için etkili yöntemleri olduğunu bilen Kieran çenesini gururla kaldırırken “Iranero’ya girmemizin neden yasak olduğunu söylediğinizde, ancak o zaman itiraf ederim.” dedi dişlerinin arasından.

Salon genç cadının akılsız cüreti yüzünden Kraliçe’nin uyanmış öfkesinin daha da yükselmesinden korkarak adeta nefesini tuttu.

Kiana, sakin kalabilmek için gözlerini kapatıp derin bir soluk aldı. “O ne dediğini bilmiyor Kraliçem. Birilerinin etkisi altında, lütfen tecrübesizliği ve aptallığı yüzünden yaptıkları ile onu yargılamayın.”


Kraliçe gözde cadısına bakmadan tahtından kalktı ve üzerinde durduğu platformda birkaç keskin adım attı. “Aptal ya da değil Phemedes’de hatta kuzeyde, her çocuk Iranero’ya girmemesi gerektiğini bilerek doğar, sevgili Kiana. Eğer bu yaşa kadar öğrenemediyse ben öğretmesini bilirim.” Kolunu ileri uzatan kadın dişlerinin arasından “Hem de kendi ellerimle.” dedi.

Muhafızlar ellerinden koparılan Kieran’ın yolundan hızla çekildiler. Genç cadı doğrudan Kraliçe’nin ellerine çağrılırken Kiana panikle doğruldu.  Şölende Kraliçe’nin yanında oturan ve tüm akşam boyunca Biritriel’in ilgisinin çoğuna sahip olan kumral adamın eli kardeşi için kaygılanan cadının kolunu yakaladı.

Kieran’ı boynundan kavrayıp ayaklarını yerden kolayca kesen Kraliçe, “Şimdi söyle bakayım seni Iranero’ya girmen için kim gönderdi?”

Kraliçe’nin adeta bir pençe gibi boynunu sıkan elinden kurtulmak için çırpınan Kieran, değil konuşmak bir nefeslik hava için ölüyordu.

Kiana onu tutan ellerden kurtulup bir kez daha diz çöktü. “Lütfen Kraliçem, onu affedin.” diye yalvardı. “Her şeyi yaparım. Onun yerine de yaparım. Ecem lütfen…”

Kraliçe, aniden Kieran’ın boğazını bıraktı ve bir adım geriye çekilerek Kiana’ya hoşnutsuzlukla baktı. “Senin zayıf noktan çocuğum, kalbin. Ne meçkeyler katılaştırabildi onu ne de kardeşinin aptallıkları.” diye mırıldandı. Ardından onları can kulağı ile dinleyen, Kieran’ın infaz edilme ihtimaliyle bile ağızlarının suyu akan tebaasına döndü. Onlara bu zevki tattırmak başka bir zaman ve başka şartlar altında hoşuna giderdi fakat daha iyi bir fikri vardı.

Kraliçeleri “Herkes çıksın!” diye buyurduğunda tüm salon hayal kırıklığı ile kapılara doğru hareketlendi.

Kiana’nın başından ayrılmaya yeltenen kumral adama “Sen kal Talon.” diye buyurdu. “Kiana, sevgili cadım sen de ayağa kalk, sinirlerimi bozuyorsun.”

Talon itaatkâr bir şekilde geri döndü ve cadıya yaklaşarak kalkmasına yardımcı olmak için elini uzattı. Kiana ise ayağa kalkar kalkmaz adamın elinden kurtulup öksürerek boğazını açmaya çalışan kardeşinin yanına koşmuştu.



Ilık sular tüm bedenini örtüp onu havadan yoksun bıraktığında küvetin yanlarından tutup kurtulmak için çırpındı fakat başıyla karnına bastıran güçlü eller, onun bu girdaptan çıkmasını engelliyordu. Ciğerlerine çektiği suyun acısını, o esnada sol göğsüne bağlanan görünmez ipin diğer yandan çekilmesi bastırdı.

Kiana, suyun dalgalı yüzeyinden Talon’un tepkisiz yüzünü seçebiliyordu. Adam boğulduğunu görmüyor muydu? Onu kurtarması gerekiyordu, küvetin ahşap zemini sırtını acıtana kadar onu dibe bastırması değil.

Talon’un yumuşak kahverengi bakışları aniden kırmızıya döndüğünde Kiana, can havliyle kurtulmak için çırpındı. Adamın birer pençeye dönüşen elleri karnını yardığında onu boğan sular kızıla dönerken çığlığı tüm kuzeyi çınlattı.

Panikle gözlerini açtığında Aghon’un onu kapattığı buzdan kamaradaydı artık. Dişleri takırdıyor, keskin soğuk sudan çıkmış ıslak kıyafetlerini buza çeviriyordu. Buraya nasıl geldiğini anlamaya çalışırken göğsüne sokulan çocuğun da onun gibi titrediğini hissetti.

“Üşüyorum.” dedi kardeşinin cılız sesi.

Başını eğen Kiana, Kieran’ın on yaşındaki hali ile yüz yüze geldi. Morarmaya başlayan ufacık dudakları ve solgun yanaklarında birer leke gibi duran çilleri ile ona yalvaran kardeşine hızla sarıldı. O esna da kamaranın kapısının önünde bir hayvana ait olduğu anlaşılan tehditkâr bir feryat ile Kiana, korkuyla bağırdı.

“Yardım edin! Lütfen yardım edin!”


***

Omuzlarından tutulup sarsıldığında hala birilerinin onları kurtarması için yalvarıyordu. Üşüyordu ve birazdan kapıyı kırıp girecek olan canavarların varlığı korkuyla titremesine neden oluyordu.

“Geçti, sadece kâbustu.”

Onu teselli eden sözlerle birlikte kolları arasına alan sıcak bedenin varlığı ile yavaş yavaş ısınmaya başlasa da hala uyku ile uyanıklık arasında bir yerlerdeydi. Sesinin ve kokusunun tanıdığı birisi gelip onu kurtarmıştı fakat kardeşi için artık çok geçti.

Kiana günlerdir ilk defa duygularına engel olmadan ağladığının farkında değildi. Kieran ile aralarındaki kan bağının koparıldığını ve kardeşinin öldüğünü öğrendiği zamandan beri etrafında dönüp duran dünyaya cansız oyuncak bir bebek gibi bakmıştı. Gözlerinin önündeki perdenin yırtılıp gözyaşlarının serbest kalması için bir kâbus yeterli olmuştu.

“Geçti artık, ben yanındayım.” diye mırıldandı Aghon, Kiana’yı hafifçe sallarken.

Kiana o boğuk sesi bir daha duyduğunda sahibini kavramak da gecikmedi. Onu kucaklayan göğsü hızla itti. Doğrulup geriye çekilirken yatağının başucundaki ahşap oymalı başlığa sırtını dayadı. Sicim gibi inen gözyaşlarının arasında mum ışığı ile aydınlananın kendi odası olduğunu gördü ve yatağının yanında diz çökmüş Aghon’un allak bullak olmuş yüzü ile karşılaştı.

Tekrar hıçkırmaya başlayan Kiana’ya uzanan Aghon’u durduran kadının sözleri oldu.

“Sakın bana dokunma.”

Aghon çaresizlikle yatağın kenarına çöktü. “Biliyorum ne söylesem anlamsız ama Kieran…”

Kiana “Onun adını ağzına alma.” dedi hıçkırıkları arasında.

“Bilseydim, eğer bana söylemiş olsaydın kardeşinin ölmesine izin vermezdim.” Aghon kadını yatıştırabilmek için sakin bir şekilde tane tane konuşuyordu.

“Şuanda onu bana getirebilir misin?” diye hıçkırdı Kiana. Aghon’un, yüzündeki kederi görmesine daha fazla dayanamayan Kiana başını kendisine doğru çektiği dizlerine gömdü ve kırık dökük bir sesle fısıldadı. “Yapamayacağını biliyordum.”

Aghon, Kiana’ya yaklaşıp omzuna dokundu.

Kiana irkilerek geri çekildi. Nefret ve öfkeyle dudaklarını sımsıkı kapamadan önce “Onu geri getirmediğin sürece seni görmek istemiyorum!” diye bağırdı. “Anlıyor musun? Senin yüzünü görmek istemiyorum!”