Kayıp Rıhtım Arşiv Forum

Kurgu Güncesi => Kurgu İskelesi => Konuyu başlatan: - 26 Kasım 2009, 10:22:34

Başlık: Geradon Yazıtları - 11. Bölüm Fragmanı Yayınlandı!
Gönderen: - 26 Kasım 2009, 10:22:34
Hikayenin tüm bölümlerine www.geradon.info adresinden ulaşabilirsiniz.

Hikaye bundan sonra ordan devam edecek, buradan tartışılacaktır.
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - Cilt 1: Kayıp Savaşçı
Gönderen: Berre - 26 Kasım 2009, 12:07:52
İlk başta isimleri Türkçe kullandığın için sana kendi adıma teşekkür ederim.
Yazı uzun olmasına rağmen akıcı olmuş bu güzel bir başarı ama biraz konudan konuya atlamışsın.Yazıyı okurken acaba şimdi neredeyiz, neden bahsediyor yazar şeklinde düşüncelere sahip oldum.Bu biraz kafa karıştırıyor.
Bunun haricinde gözüme çarpan bir şey olmadı.Ellerine sağlık...

Not:Devamını bekliyorum...
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - Cilt 1: Kayıp Savaşçı
Gönderen: - 26 Kasım 2009, 12:34:33
Yorum için teşekkürler =). Türkçe konusunda her zaman hassasımdır. Konudan konuya atlama konusunda da haklısınız. Ben sol taraftaki tarihleri anlam karışıklığını gidermesi için yazdım ama sanırım yeterli olmamış. Gelecek bölümde daha çok dikkat ederim.

Devamını yazmayı da planlıyorum ama ben her bölümü oldukça dikkatli yazarım ki gelecek bölümlerle olan bağlantıları sağlam olsun. Tekrar teşekkürler =)

Hikayeyi okuyacaklar için önemli bir bilgi: Hikaye iki zaman çizgisinde anlatılacak. 1.-3.-5..... bölümler Haziran 2009'dan itibaren olanları anlatırken. 2.-4.-6.... bölümler Temmuz 2008'den itibaren olanları anlatacak. Böylece ilk cildin sonunda hem olayların ilk bölümdeki şekle nasıl geldiğini öğrenecek hem de ilk bölümde bahsedilen görevin ne olduğunu öğreneceksiniz.

Son olarak; 2. Bölümün Adı: Bambaşka Bir Hayat
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - Cilt 1: Kayıp Savaşçı
Gönderen: - 29 Kasım 2009, 23:59:13
Spoiler: Göster
Ön Not: Daha önce de açıkladığım gibi çift sayılı bölümler farklı bir zamanı, tek sayılı bölümler farklı bir zamanı anlatacak. Bölüm başında hangi zamanı anlattığımı mutlaka yazıyorum. Bölüm içinde zaman değişirse, sahnenin başına yine zamanı yazıyorum (birinci bölümde gördüğünüz gibi). Okuduğunuz için şimdiden teşekkürler. Yorumlarınızı bekliyorum.


~Geradon Yazıtları~
Cilt 1: Kayıp Savaşçı
Bölüm 2: Bambaşka Bir Hayat

Temmuz, 2008
Güzel bir Akdeniz sabahında yapılacak en iyi şey öğlen sıcağı ortalığı kavurmaya başlamadan havluları omuza atıp denize gitmektir. Gökçe, Gizem ve Kerem de güne iyi başlamak için bunu yapmışlardı.
"Alanya'da geçen bir yaz tatilinin en sevdiğim yanını biliyor musunuz?" dedi Kerem alaylı bir ses tonuyla.
"Cevap olarak kesin sapıkça bir şey alacağımı bilsem de, yine de soruyorum sevgili arkadaşım. Yaz tatilinin en sevdiğin yanı ne?" dedi Gizem.
"Dünyanın tüm harikalarını aynı yerde görmek." diye cevap verdi Kerem, plajda onlar gibi erkenci olan Rus kızlarını işaret ederek. Gizem gözlerini devirdi ve başını onaylamaz biçimde iki yana salladı. Gökçe ise gülümsemekle yetindi. Onun sırf Gizem'i sinirlendirmek için böyle konuştuğunu biliyordu. Kerem ve Gizem birbirlerini gıcık etmek için yaratılmışlardı sanki. İkisinden biri bundan vazgeçerse dünyanın sonu gelebilirdi.
"Merak ediyorum, Kerem; ergenliğin sana kazandırdığı şu muhteşem espri anlayışın ne zaman sona erecek? Hayır haber ver de, kendimize bunun yerini tutabilecek başka bir eğlence bulalım. Gerçi böyle bir şey mümkün değil ama en azından deneriz öyle değil mi?" dedi Gizem.
“Bu konuda hiç endişen olmasın. Böyle muhteşem bir şeyden sizi asla mahrum bırakmam. Kendimi çok iyi geliştirdim.”
“Ah, öyle mi? Keşke bu enerjini yüzmeyi öğrenmeye harcasaydın. En azından yararlı bir şey olurdu. Biz denizde açılırken kumdan kale yapmak zorunda kalmazdın.”
“Suyu sevmediğimi biliyorsun.”
“Bilmez miyim?” dedi Gizem sanki çok kötü bir koku almış gibi yüzünü ekşiterek. Ardından da burnunu tıkayıp gülmeye başladı.
"Sonsuza kadar böyle mi olacaksınız?" diye sordu Gökçe sert görünmeye çalışarak. İkisi de şaşkınlıkla dönüp ona baktı. Görünüşe bakılırsa yemi yutmuşlardı. Gökçe'nin gerçekten kızdığını düşünüyorlardı. Çünkü Gökçe’nin onların tartışmasına karıştığı pek görülmezdi. Birkaç saniyelik gergin bir sessizlikten sonra Gökçe kahkahayı patlatınca ikisi de rahatladı.
“Çok kötüsün. Bir an gerçekten kızdığını ve beni burda, bu çocukla bırakacağını sandım. Düşünsene... Bu benim en kötü kabuslarımdan bile daha kötü bir şey.” dedi Gizem.
“Benim de en büyük hayalim buydu zaten.”    dedi Kerem ona dil çıkararak.
“Demin şaka yapmış olabilirim ama isterseniz şansınızı fazla zorlamayın. Bir de bakmışsınız, Gökçe yok; puf!”
“Yapma lütfen. Sen bizi asla bırakamazsın.”
“Öyle mi, Gizem hanım? İzle ve gör.” dedi Gökçe ve hışımla ayağa kalktı. Havlusunu şezlongtan alıp üzerine sardı ve sandaletlerini giyip, kumda ulaşabileceği en yüksek hızda ilerlemeye başladı. Gizem ve Kerem birbirlerine baktılar. Kerem, Gizem’e göz kırptı ve ayağa fırlayıp henüz sadece iki metre ilerleyebilmiş Gökçe’yi kolundan yakalayarak çekti.
“Bırak beni. Gideceğim ben. Böylece siz de sonsuza kadar birbirinizi yiyebilirsiniz.” diye bağırdı Gökçe.
“Senin neye ihtiyacın olduğunu biliyorum, küçük hanım.” diye cevap verdi Kerem ve Gizem’e başıyla işaret etti. Gizem de ayağa kalkıp onu diğer kolundan tuttu ve ikisi birlikte Gökçe’yi şezlonga yatırıp gıdıklamaya başladılar.
Kız ilk başta kendini tutmaya çalışsa da en sonunda onların oyununa katıldı. Hayat onlar için gerçekten güzeldi.
XXX
   “Otobüslerden nefret ediyorum.” dedi Anıl, o ve anneannesi Marmaris-Alanya seferini yeni bitirmiş otobüsten inerlerken. Bagaj görevlisi bunu duymuş olmalı ki; Anıl’ın bagajını verirken, bir köpeğin önüne kemik atarmış gibiydi. Anıl gözlerini devirdi ve:
   “Cidden anneanne; uçakla gelmeliydik. Bu ne böyle? Adam kendini ne sanıyor ki? Ya içinde kırılacak bir şey olsaydı?” dedi güneş gözlüğünü takarken.
   “Kibir hiçbir zaman iyi bir şey değildir, oğlum. Fakat böylesine kötü bir şey sende niye bu kadar çok var, anlamıyorum doğrusu. Ah, niye anlamayayım ki? Muhteşem babanın sana kazandırdığı güzel özelliklerden sadece biri değil mi bu?” diye cevap verdi yaşlı kadın. Sesinde espri yapıyormuş gibi bir hava yoktu.
   “Bak... Babamla aranızın hiçbir zaman iyi olmadığını biliyorum ama sence de her fırsatta ona laf sokmak biraz acımasızca değil mi? Benim gözümde elinden geleni yapmaya çalışan biri. Sadece benim için ona karşı biraz daha hoşgörülü olamaz mısın? Beni sevdiğini biliyorum.” dedi Anıl. Bozulmamıştı çünkü kadının öfkesinin kendine olmadığını biliyordu.
Onun aklında yüzlerce şey varken, kendisinin sadece otobüsle ilgili ufak bir sorunu kocaman bir problem haline getirmesi zaten oldukça saçmaydı. Ama bu problemi dile getirmesi saçmadan da öteydi. Kadın iç geçirdi ve başını salladı:
“Elimden geleni yaparım ama keşke bazı konularda beni dinleseydi. Yukarıda Allah var, hiçbir zaman kötülüğünü istemedim. Neyse, bunlar şu an hiç önemli değil. Sana verdiğim fotoğrafla adresi kaybetmedin değil mi?”
Anıl elini arka cebine atarak cüzdanını çıkardı. İçindeki kağıtla fotoğrafı kadına gösterdi. Fotoğraf iki kız ve bir erkeğe aitti. Erkek olan kollarından bir tanesini, kızlardan birinin omzuna; diğerini ise, diğer kızın beline dolamıştı. Üçünün de yüzünde içten gülümsemeler vardı. Anıl bu fotoğrafa her bakışında en son ne zaman böyle gülümsediğini düşünmeden edemiyordu. Belki de hiç bu kadar mutlu olmamıştı. Bu hayatta uğruna yaşayabileceği fazla bir şey olduğu pek söylenemezdi. Fotoğrafa her bakışında aklına gelen diğer bir şey ise, resimdeki üç insana da aşina oluşuydu. Onlarla bir yerlerde bir şekilde tanımıştı sanki.
“Pekala...” diyerek onu düşüncelerden sıyırıp aldı anneannesi “Benim buluşmam gereken biri var. Ondan sonra ikimiz birlikte yazıtları aramaya gideceğiz. Sen de benim buluşmam sırasında boşsun. İstediğini yapabilirsin.”
“Onbeş yaşındaki torununu bilmediği bir şehirde yalnız mı bırakacaksın?” dedi Anıl şaşkınlıkla. Kadın başını iki yana salladı ve:
“O şekilde söyleyince kulağa pek hoş gelmiyor ama bunu bir fırsat olarak düşün. Gidip onları bulabilirsin. Hatta belki tanışırsın. Hem zaten Alanya’ya daha önce de geldin. Tamam üzerinden üç yıl geçmiş olabilir ama en azından buralara tamamen yabancı sayılmazsın. Hem gideceğin adres, buraya gelişimizde kaldığımız otele çok yakın. Gidince sen de hatırlarsın. Olur mu?” diye açıkladı. Anıl’ın kafasında onun konuşmasını duyduktan sonra bir görüntü canlandı. Daha çok bir anı gibiydi. Bir parkta birkaç çocukla oynadığı zamana ait bir anı. Fakat ayrıntıları hatırlayamadı.
“Olur.” dedi anneannesinin sorusuna biraz geç de olsa cevap vererek.
“Harika. O halde; seni, bir saat sonra adresteki binanın önünden alırım.” dedi kadın ve onu yanağından öpüp bir taksiye atladı. Anıl onun kendisini ‘almaktan’ kastının ne olduğunu sormadı. Anneannesi sürprizlerle dolu bir kadındı. Ne yapacağı pek belli olmazdı. Gülümsedi ve kendisi de onun ardından başka bir taksiye binip, şoföre elindeki kağıdı uzattı.
XXX
   Üzerindeki zarif kıyafetle bir kafede uzun süredir görmediği bir arkadaşının gelmesini bekliyordu. Gerçi iletişimleri hiç kopmamıştı ama tabi sadece telefonla konuşmak bir insanın özlemini gidermeye yetmiyordu. Kafenin kapısı açıldı ve beklediği arkadaşı içeri girdi. Her zamanki gibi görünüyordu. Yakışıklı ve uzun boylu. Yıllar ondan hiçbir şey alıp götüremeyecekti. Buna emindi.
Adam onu fark edince gülümsedi ve adımlarını hızlandırdı. Kadın da ayağa kalktı ve sarıldılar.
“Uzun zaman oldu öyle değil mi, Kenan?” diye fısıldadı kadın onun kulağına.
“Neredeyse üç yıl, Ayla.” diye cevap verdi adam. Sonra da: “Amma vefasız çıktın.” diye ekledi gülerek.
   “Ben mi, sen mi? İşimin başımdan aşkın olduğunu biliyordun ama birkez bile beni görmeye gelmedin. Konuşturma beni şimdi.” dedi kadın, masaya otururlarken.
   “Benim de göz kulak olmam gereken üç tane çocuk vardı. Tehlikenin nerden geleceğini bilemezsin öyle değil mi? Sen sadece bir tanesiyle uğraşmak zorunda kaldığın için kendini şanslı say bence.”
   “Ben çocuklardan bahsetmiyorum ki. Yazıtlarla ilgili araştırma yapmam gerekiyordu, bildiğin gibi. Bu yüzden de tatil yapmayı bırakmalıydım.”
   “Ne ironi ama! Buradaki yazıtlar için olan araştırmaları başka yerlerde yapıyorsun. Kulağa gerçekten mantıklı geliyor.”
   Ayla gözlerini devirdi. Yıllar gerçekten de ondan bir şey alıp götürmeyecekti. Cevap vermemeyi tercih etti. Adam bunu fark edince anlayışlı biçimde gülümsedi ve:
   “Konuyu saptırdığım için özür dilerim. Burda bulunma amacımıza dönebiliriz.” dedi.
   “Sanırım en iyisi bu olur. Ben, söyleyeceklerime geçmeden önce senin çocuklar hakkında gözlemlerini almak istiyorum. Mümkün mü acaba?” diye cevap verdi kadın.
Geçmişte olan şeylerin konusunun yeniden açılmamasına hem sevinmiş hem de üzülmüştü. Bütün düşüncelerini amaçlarına yönlendirmeye çalışsa da başarılı olamıyordu. Zamanın bazı yaraları asla iyileştirmemesi çok tuhaftı. Onu gözlerine her bakışında içinde bir şeylerin sızladığını hissediyordu.
“Bu kadar resmi olmazsan, mümkün.” dedi adam gülerek. Kadın düşündüğü şeyler yüzünden ilk başta onun ne demek istediğini anlamadı fakat birkaç saniye sonra o da güldü. Bu sırada yanlarına garson geldi. Kenan, hemen bir buzlu çay siparişi verip onu yolladı. Ayla ile geçirdiği zamanın bir saniyesini bile boşa harcamak istemiyordu.
“Kusura bakma, amacım bu değildi. Çok fazla vaktim yok da... Bir an önce sana gerekli olan bütün bilgileri aktarayım ve gideyim diye düşündüm.” diye açıkladı.
“Ah, öyle mi? Pardon.” dedi adam. Gözleri birdenbire dolmuştu. Ayla bunun neden olduğunu biliyordu.
“Nasılsa bir süre buralardayım. Yazıtları okuduktan sonra bol bol vakit geçiririz. Öyle değil mi?” diye toparlamaya çalıştı. Adam başını sallamakla yetindi.
“Pekala. En iyisi ben başlayayım; yazıtların yerini tam olarak öğrendim. Koordinatlarıyla. Tahmin ettiğimiz yerdelermiş. Ortaya çıkarmak biraz zor olacak ama kesinlikle imkansız değil. Geradon dilini tamamen öğrendim. Ama tabi tedbir olsun diye tanımda bir rehber kitap da getirdim. Yazıtları okuyup tılsımları aldıktan sonra da çocukları eğitmeye başlayacağız. Ben Anıl’a birçok şeyi zaten anlattım. Bir süreliğine o liderlik edebilir. Asıl liderin Kerem olduğu zamanla ortaya çıkacaktır nasılsa. Benim söyleyeceklerim özetle bu kadar. Ayrıntıları zamanla konuşuruz.” dedi kadın hızlı bir şekilde. Adamın üzüntüsünü ne kadar önemsese de o an için yapabileceği bir şey yoktu.
“Aslında benim de söyleyecek fazla bir şeyim yok. Kehanetleri araştırmak için bol vaktim oldu. Onların doğru çocuklar olduğuna eminim. Tek endişem geç kalıp kalmadığımız. Sanki bazı şeylere daha erken başlamalıydık gibi geliyor. Ama tabi bu sadece bir içgüdü. Kişisel bir şey yani. O yüzden boşverebiliriz. De-“
Ayla, elini onun eli üzerine koydu ve gülümsedi.
“İnan bana endişeni çok iyi anlıyorum. Ama emin olmadan hiçbir şey yapmamız doğru olmazdı. Hem önümüzde dört yıl var. Bu her şeyi düzeltmek için yeterli bir süre. Bana güven.” dedi.
“Sana her zaman güvendim. Sanırım bunu bir kere daha yapmaktan bir şey olmaz.” diye cevap verdi Kenan.
“Bu arada...” dedi kadın ilk baştaki alaycı haline geri dönerek. “Sanırım arabana ihtiyacım olacak. Yazıtlar buraya oldukça uzak. Ne dersin? Verebilir misin arabanı?”
“Bilmiyorum ki, Ayla. Geleceğimizi kurtarma konusunda sana güvenebilirim ama arabam konusunda... Bu gerçekten zor bir karar. Özellikle senin bir kadın olduğunu ve kadınların araba kullanma konusunda doğuştan yeteneksiz olduğunu düşünürsek.” dedi Kenan gülerek.
“Tamam boşver. Kendim gitmenin bir yolunu bulurum ne de olsa.” diye cevap verdi Ayla ve ayağa kalktı. Kenan bir kahkaha attı ve:
“Her zaman gereğinden fazla alıngan olduğunu düşünmüşümdür.” dedi. Ardından da cebinden bir anahtar çıkarıp kadına uzattı.
“Ben de blöf konusunda hiçbir zaman iyi olmadığını düşünmüşümdür.” dedi Ayla ve anahtarı aldı. Sonra masadan kalkıp; “Kendine çok iyi bak. Hesabı da ödersin. Biz sonra aramızda anlaşırız. Tamam mı canım? Yakında görüşürüz.” diye ekledi ve onun omzunu sıvazlayıp çıkışa doğru ilerledi.
Kenan onun arkasından bakarken gülümsemeden edemedi.
XXX
   Hatırı sayılır bir ücret ödeyerek taksiden indi. Alanya’da uyması gereken ilk kuralı öğrenmişti: Asla taksiye binme. En azından tam olarak gelmek istediği yerdeydi. Etrafına baktı. Her yer tanıdık geliyordu. Yolun sonundaki parkı da görünce her şey kafasında oturdu. Daha önce buraya gelmişti. O parkta, bu sokakta oynamıştı. Elini gözlerine siper edip yukarı doğru bakınca, ailesiyle, Alanya tatillerinde kaldığı oteli gördü. Sonra da elindeki fotoğrafa baktı. Onların da neden tanıdık geldiğini anlamıştı. Çünkü onları gerçekten tanıyordu. Burada geçirdiği tatillerde onlarla arkadaşlık etmişti ama o zaman telefonları falan olmadığı için sonradan iletişimleri kesilmişti.
   Önünde durduğu eve baktı. Kapıyı çalmalı mıydı? Saat daha öğlen bile olmamıştı. Saygısızlık olarak kabul edilebilirdi. Sokaktaki bir banka oturup, evden birinin çıkmasını beklemeye karar verdi.
XXX
   “Ben otele geçeyim. Akşamki parti için bana ihtiyaçları olabilir.” dedi Kerem. Üçü birlikte plajdan dönüyorlardı. Sıcak yakıcı olmaya başladığında eğlence sona ererdi. Onlar da öğlen saatlerini evlerinde geçirirlerdi.
    “Bu otel işi seni bayağı sardı bakıyorum da... Ben de film izleriz diye düşünmüştüm.” dedi Gökçe, hayal kırıklığına uğramış bir sesle.
   Onun böyle hayal kırıklığına uğraması, Kerem’i garip bir şekilde mutlu etti.
   “Benim de sizinle kalmak istediğimi biliyorsun ama vaktimin bir kısmını da otelde geçirmeliyim. Yoksa babam tepeme biniyor.” diye açıkladı.
   “Bahanen kabul edildi.” dedi Gökçe omuz silkerek.
“Teşekkürler. Akşamki partiye geliyorsunuz değil mi? Benim özel davetlimsiniz.”
“Bakarız.” dedi Gizem gülerek.
“Bakmayın. Gelin işte.” dedi Kerem, onu ve Gökçe’yi öptükten sonra yanlarından ayrıldı. İki kız yürümeye devam ettiler.
   “Sana bir şey soracağım.” dedi Gökçe sessiz geçen birkaç dakikadan sonra. Gizem merakla ona baktı ve:
   “Sor tabi.” dedi.
   “Sence, Kerem’le bütün o didişmelerinizin, birbirinize katlanamamanızın, başka bir anlamı olabilir mi?”
   Gökçe’nin kendiyle ilgili en sevdiği özellik, lafı dolandırmaya hiç ihtiyaç duymamasıydı. Tabi bu birçok durumda karşısındaki için pek iyi olmuyordu ama onun bu özelliğini değiştirmeye niyeti yoktu.
   “Yani bu o zaman mı?” diye sordu Gizem.
   “Ne zamanı?” dedi Gökçe gerçekten anlamayarak.
   “Aşk hakkında kafa yoracak kadar büyüdüğümüz o zaman. Hani hiçbir şey eskisi gibi olmaz ya; söylenen sözler, yapılan şeyler masumiyeti sonsuza kadar yok eder ya. Ondan bahsediyorum.” diye açıkladı Gizem. Sesinde herhangi bir ifade yoktu. Gökçe’yi iğnelemeye falan çalışmıyordu. Sadece soruyordu. Belki de bu yüzden cevap vermesi çok zordu.
   “Özür dilerim. İstersen konuşmayabiliriz. Hatta konuşmayalım. Unuttum gitti.” dedi Gökçe.
   “Sorun değil. Şimdi olmazsa başka zaman konuşacağız. Çünkü bu soru senin aklını deli gibi kurcalıyor.” dedi Gizem. Bunları söylerken çok rahattı. Bu konuşmanın yapılacağını biliyor gibiydi.
   “Bunu da nerden çıkardın? Deli gibi kurcaladığı falan yok. Sadece bugün, öyle aklıma geldi birdenbire. Kız muhabbeti olsun diye açtım.”
   “Biz senle hiç kız muhabbeti yapmayız ki?”
   “Belki de vakti gelmiştir diye düşündüm. Erkekler hakkında muhabbet etmemeye devam edersek cinsiyetimden şüphe edeceğimden korktum.”
   “Ve konuşmak için seçtiğin erkek de Kerem mi?”
   “Neden bu kadar üstüme geliyorsun, Gizem? Ne anlatmaya çalışıyorsun?”
   Gizem iç geçirdi. Dilinin ucuna kadar gelen cümleleri tuttu.
   “Bir şey anlatmaya çalışmıyorum. Sadece şunu diyorum; Kerem yüzünden asla aramız açılmayacak. Umarım bu senin için yeterli bir cevap olmuştur.” dedi.
   Gökçe itiraz etmeye çalışmadı. Başını salladı ve:
   “Sağol.” diye fısıldadı.
XXX
   Kerem, otele girer girmez babasıyla karşılaştı. Adam sanki onu bekliyordu. Yüzünde her zamanki sert ifade vardı. Bir asker çocuğu olmanın getirdiği sert mizaç onun iliklerine kadar işlemişti.
   “Günaydın, baba.” dedi Kerem. Babasıyla konuşurken her zaman çekinirdi.
   “Tünaydın, oğlum.” dedi babası, ‘tünaydın’ kelimesini iyice vurgulayarak. Sonra da ona dik dik bakmaya devam etti. Kerem hiçbir konu açılmadığını fark edince:
   “Annem nerede?” diye sordu. En azından bu sorunun üzerine iğneleyici bir cevap alamayacağını düşünüyordu. Fakat babasının yetenekleri konusunda yanılıyordu.
   “Akşam düzenlenecek parti için mutfaktakilerle ilgileniyor. Senin aksine bana yardım etmek için elinden geleni yapıyor.” diye cevap verdi adam.
   “Yapma, baba. Ne zaman bir şey istedin de yapmadım?” dedi Kerem sitem dolu bir sesle. Pek de haksız sayılmazdı ama babasının bazı konulardaki fikirleri sabitti.
   “Önemli olan benim bir şey yapmanı istemem değil. Senin bir şeyler yapmak istemen ve onbeş yaşına gelmiş olmana rağmen sen de kesinlikle bu isteği görmüyorum. Bu konuda bir şey yapmayı düşünüyor musun?” diye üsteledi. Kerem de çoğu zaman olduğu gibi kendini tutamayarak:
   “Valla senin görüşünle ilgili yapabileceğim pek bir şey yok ama dediğin gibi onbeş yaşındayım. Bu yüzden yaşımın gerektirdiği şeyleri yapıp, yaz tatilinde sonuna kadar eğleneceğim. Eğer bu konuda bir problemin varsa, senin için gerçekten üzüldüm.” dedi ve onun yanından geçip yürümeye yeltendi. Tam bu sırada babası kolunda tutup onu geri çekti ve:
   “Senden tek istediğim biraz saygı. Ama sen bunu bile göstermiyorsun. Ne biçim çocuksun anlamadım. Nasıl yetiştirmişim seni böyle. İnsan biraz bile abisine çekmez mi ya? Söylesene hayatta ne işe yarıyorsun sen?” dedi.
   Babasına ne kadar kızgın olursa olsun, onun söylediği bu kötü şeyler Kerem’e zehirli yılanlar tarafından ısırılıyormuş hissi veriyordu. Babası bütün resepsiyonun onları izlediği fark edince onu bıraktı. Kerem de hiçbir şey söylemeden asansöre koştu. Odasının anahtarını bile almadan asansöre bindi. Tek istediği kendisinden nefret eden o adamdan biraz olsun uzaklaşmaktı.
XXX
   Kızlar oldukça yavaş yürüyorlardı. Öğlenleri Alanya’da her şey yavaşlardı. Özellikle de mevsim yazsa. Çarşının sadece birkaç sokaktan ibaret olduğu eski günlerde, esnaf öğlenleri kepenkleri indirip uykuya dalardı. Tüm şehir sessizliğe bürünürdü. Para hırsı herkesin gözünü bürümeye başladığında o günler sonsuza kadar geride kalmıştı.
   “En azından hala ikimiziz. Akşama kadar bir şey yapabiliriz.” diye önerdi Gökçe. Deminki sohbetlerinden sonra onun kırılmamış olmasını umuyordu. Bu sırada evlerinin bulunduğu sokağa girdiler. Daha doğrusu yazlıklarının. ,
Üçünün de ailesinin yazlığı aynı sokaktaydı. Sokağın ortalarında; Kerem’in ailesinin yazlığı, ondan birkaç ev ötede Gizem’in ailesinin yazlığı, sokağın sonunda da Gökçe’nin ailesinin yazlığı vardı. Bütün yazlıkların bahçeleri yemyeşildi ki bu Alanya’da görülmesi gittikçe güçleşen bir manzaraydı. Sokağın sakinlerinin bunu hala saklayabiliyor olmaları onlar için büyük bir başarıydı. Denize dik uzanan bu sokaklar deniz havasının şehrin içine kadar girmesine yardım ediyordu.
   “Akşam gidiyoruz yani?” diye sordu Gizem.
   “Söylediğim şeyin ana fikri bu mu yani, Gizem? Akşam kelimesine mi odaklandın? Ben daha çok ‘bir şey yapabiliriz’ kısmına odaklanmanı isterdim. Hem cümlenin sonunda, hem daha uzun. Ama ne-“
   “Tamam, tamam. Sadece dalga geçiyordum.” diyerek onu susturdu, Gizem ve: “Ne yapalım istersin?” diye sordu fakat sorusunun cevabını dinlemek için oluşturduğu tüm dikkat birdenbire yirmi metre uzaklarındaki banka oturmuş olan çocuğa kaydı. Gözünde güneş gözlüğü vardı ama yine de onunla göz göze geldiğini biliyordu. Çocuk gözlüğünü yavaşça çıkarıp ona daha dikkatli baktı. Gizem onu bir yerlerden tanıdığına emindi ama nereden olduğunu çıkaramıyordu. Çocuk ise sadece ona bakmakla yetiniyordu. Ayağa kalktığı ya da onu tanıdığına dair başka bir şey yaptığı falan yoktu.
   “Gizem!” dedi neredeyse bağırır gibi çıkan bir ses. Gökçe’nin sesiydi. Hayal aleminden çıkıp ona döndü ve:
   “Özür dilerim. Aklım nedense bambaşka bir yere gitti. Bir daha söyleyebilir misin?” dedi elinden geldiği kadar ilgi göstermeye çalışarak.
   “Film diyorum... Hala film izleme konusunda kararlıyım.” diye cevap verdi Gökçe.
   “Olur tabi. Harika bir fikir.” dedi Gizem yapmacık bir ilgiyle. Hemen sonra yeniden çocuğa döndü. Tam bu sırada bir araba çocuğun tam önünde durdu. Fakat Gizem çocuğa bakmaktan arabaya dikkat bile etmiyordu.
   “Bu senin dedenin arabası değil mi?” diye sordu Gökçe şaşkınlıkla. Gizem de bunu duyunca hemen arabaya dönüp baktı. Arabanın modelinden plakasına kadar her şeyi kendi dedesinin arabasıyla aynıydı. Bankta oturan çocuk kalkıp arabaya bindi. Fakat hala Gizem’e bakıyordu. Kız hangisini düşüneceğini şaşırmıştı. Araba hareket etti ve yanlarından geçti. Gizem arabanın içine baktı ama bu sefer çocuk ona bakmıyordu.
   “Delirdin mi kızım sen? Polisi falan arayalım. Baksana bu kadın arabayı çalmış.” dedi Gökçe heyecanla. Cep telefonunu çıkardı ve 1,5,5 tuşlarına bastı. Gizem onun elinden telefonu kapıp:
   “Önce dedemi arayalım.” dedi itiraz kabul etmeyen bir ses tonuyla.
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - 1. Cilt Fragmanı Eklendi!
Gönderen: - 30 Kasım 2009, 22:05:04
Hikayenin ilk cildinin fragmanı:

~Geradon Yazıtları~
Cilt 1: Kayıp Savaşçı

Bundan Çok Uzun Zaman Önce

"Dünyanın sonunun 2012'de geleceğini söyleyenler sadece Mayalar değildi."

Anadolu'da Yaşamış Bir Halk
"Ne yani bütün bunları yaparsak, dünya kurtulacak mı?"

Kıyamete Karşı Koymanın Yolunu Buldu
"Bunu yapamayız. Kaderimizi değiştiremeyiz."

Dünyanın Sonuna Üç Yıl Kala
"Tılsımları kullanmaya öğrenmeye başlasak iyi olacak."

Üç Gencin Kaderi Bunu Önlemek İçin Kesişti
"O gitti Gökçe ve bu konuda yapabileceğimiz hiçbir şey yok."

Son Sözler Söyleniyor
"Zaten asla yürümezdi, Kenan. Sen de biliyorsun. Biz farklıyız."

Ve Görev Başlıyor
"Bunu onun için yapalım."

Not: Okuyan herkese teşekkür ederim.
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - 3. Bölüm Fragmanı Eklendi
Gönderen: Amras Ringeril - 30 Kasım 2009, 22:41:02
Bu hikayenin tutmaması değil, eskiden başka sebepten sürekli yorum yazılırdı ama genelde böyle devamlı hikayelerde yorum gelmiyor bitmeden, ya bitmeden okunmuyor ya da araya girmesin diye yapılıyor.

Yine o güzel olay örgüsü, akıcı anlatım ve güzel hikaye. Tek eleştirim yazı düzenine olacak. Yoruyor biraz okuması :)
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - 3. Bölüm Fragmanı Eklendi
Gönderen: - 30 Kasım 2009, 22:47:35
İşte bu yüzden forumlarda pek hikaye yazmıyorum. Çünkü bu kadar uzun bir hikaye, her şekilde göz yorar. Sitenin arkası da koyu olduğu için okumak iyice zorlaşıyor.

Tutmaktan kastım şuydu; sonuçta burası insanların kendini geliştirdiği bir şey. Herkes bir şeyler yapmaya çabalıyor -ben de dahil- ve bunların karşılığında alınabilen tek şey okuyucu yorumları. Buraya yazan bir kişi ancak yorum alırsa bir şeyler kazanabilir. Sitenin tarzını eleştirdiğimden değil kendi fikrimi belirtmek istediğimden. Bu yüzden de hikayeyi toparlamaya karar verdim. Uzun bir yolculuğa çıkmadan da güzel bir şeyler anlatılabilir ne de olsa.
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - 3. Bölüm Fragmanı Eklendi
Gönderen: Berre - 06 Aralık 2009, 12:12:09
Hadi ama ben devamını bekliyorum; ne zaman yazmayı planlıyorsun?
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - 3. Bölüm Fragmanı Eklendi
Gönderen: LewsTherin - 06 Aralık 2009, 15:10:02
hikayeyi şimdi bitirdim gayet güzel olmuş emeğine sağlık devamını sabırsızlıkla bekliyorum.
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - 3. Bölüm Fragmanı Eklendi
Gönderen: - 07 Aralık 2009, 22:38:47
Okul ve evle ilgili halletmem gereken bir sürü sorun çıktı. O yüzden hikayeyle ilgilenemedim. Birkaç gün içinde final bölümünü yükleyeceğim.
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - 3. Bölüm Fragmanı Eklendi
Gönderen: Berre - 08 Aralık 2009, 18:11:18
Okul ve evle ilgili halletmem gereken bir sürü sorun çıktı. O yüzden hikayeyle ilgilenemedim. Birkaç gün içinde final bölümünü yükleyeceğim.
Hey neden hemen final geliyor keşke daha uzun olsaydı.
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - 3. Bölüm Fragmanı Eklendi
Gönderen: LewsTherin - 09 Aralık 2009, 20:26:10
bencede daha uzun olsa tadından yenmez :) umarım hikayeyi uzatırsın kurgusunu çok iyi kurmuşsun.
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - 3. Bölüm Fragmanı Eklendi
Gönderen: - 11 Aralık 2009, 00:08:57
Pekala hikayeyi uzatacağım. Ama o zaman fragman bölümle uyumlu olmayacak. Bu yüzden beni suçlamayın =)
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - '3. Bölüm: Yeniden Başlamak' Eklendi!
Gönderen: - 13 Aralık 2009, 00:18:39
Spoiler: Göster
Not: Hikaye uzadığı için bölüm fragmanıyla uyumlu olamadı. Bu yüzden fragmanı, bölüm fragmanından ziyade 1. Cilt fragmanı diye yeniden isimlendirmeyi uygun gördüm. Hikayenin uzaması kesinleştikten sonra bölümü baştan yazmak zorunda kaldım. Bu yüzden bu iş bu kadar uzadı. Okuyan herkese ve yorumlara şimdiden çok teşekkür ediyorum.


Bölüm 3: Yeniden Başlamak

Haziran 2009
   Gizem, hastaneden hızlı adımlarla çıktı. Gökçe’nin, Anıl’la yaptığı konuşmayı kendisine anlatmamasına olan öfkesi hala geçmemişti. Anıl’a olan öfkesiyse kesinlikle hiçbiriyle kıyaslanamazdı. Onu bulmak için bu kadar acele etmesinin tek amacı bir an önce ona ne kadar kırgın olduğunu anlatabilmekti. Bu kırgınlığı hiçbir şey geçiremezdi.
   Durağa vardığında, çok fazla beklemesine gerek kalmadan otobüs geldi. Otobüse binip en arkaya oturdu. Sakinleşmeye çalıştı. Bir plan yapması gerektiğini biliyordu. Anıl’ın Marmaris’te anneannesinin yanında olduğuna emindi. Bu yüzden o da bir an önce oraya gitmek zorundaydı. Peki bunu nasıl yapacaktı? Ailesi tek başına yola çıkmasına izin verir miydi? Onlara dinlemesine gerek var mıydı ki? Kendi tatil planlarını yapmakla o kadar meşguldüler ki kızlarının yaşadığı şey konusunda en ufak bir fikirleri yoktu. Kararını vermişti. İlk otobüsle Marmaris’e gidecekti.
XXX
   En yakın arkadaşının yanından ayrılmasının üzerinden sadece on dakika geçmişti ama o çoktan çıldıracak duruma gelmişti. Yalnız kalmak onu delirtiyordu. Sürekli Kerem’i düşünüyordu. Acaba neredeydi? Onun öldüğüne inanmak istemiyordu. Yıllarca onu görmese bile buna inanmayacaktı. Gözlerini dolduran yaşları tutmaya çalışmadı. İçten içe sürekli ağlıyordu zaten. Bunu dışarı da yansıtmanın çok fazla zararı olmazdı.
   Kafasındaki tek düşünce dünyanın en yalnız insanı olduğuydu. Göz kapakları ağırlaştı. Belki de uyumalıydı. Böylece zaman daha çabuk geçerdi. Kerem’in geri döneceği vakte daha da hızlı ulaşırdı. Yan dönüp gözlerini kapattı ve...
   Tekrar açtı. Sanki biri ona bıçak batırmış gibi keskin bir acı hissiyle uyanmıştı. Etrafına baktı. Etraf çok karanlıktı ama hala hastane odasında olduğunu anlayabiliyordu. Yavaşça doğrulup yataktan aşağı indi. Terliklerini bulmaya çalıştı ama göremedi. Birdenbire çok acelesi olduğunu hissetti. Bu yüzden terliklerini aramayı bırakıp, ışığı bile açmaya çalışmadan kapıya doğru ilerledi. Koridora çıktığında ışıkların yandığını fark edip rahatladı. İki tarafına baktı. Koridor bomboştu. Hızla sol tarafa doğru ilerlemeye başladı. Neden bu kadar acele ettiğini anlayamıyordu.
Kendini aynı anda hem yukarıdan görüyor, hem de kendi gözleriyle etrafa bakıyordu. Sanki iki farklı kişiydi. Koşmaya devam etti. Koridorun sonundaki merdivenlerden aşağı inip danışmaya ulaştı ve orada oturan bir hemşire gördü. Kendinden başka birini görmüş olmanın verdiği rahatlık o kadar mayıştırıcıydı ki, neredeyse oraya neden geldiğini unutacaktı. Sahi, oraya niye gelmişti? Bunu kendine sorar sormaz hatırladı. Sonra ağzından geçmişe ait bir cümle çıktı:
        “Bir arkadaşımın burada yatıp yatmadığını öğrenmek istiyordum, mümkün mü?”
Bunu soran hem kendisiydi hem değildi. Kadın kafasını hafifçe kaldırıp ona baktı ve:
        “Arkadaşının bir adı varsa, neden mümkün olmasın?” dedi alaycı bir ses tonuyla. Gökçe onun suratına bir yumruk atmak istese de bunu yapmadı. Derin bir nefes alıp:
        “Adı, Kerem Karahan.” dedi.
        Kadın, klavyenin tuşlarına birer birer basıp, kızın söylediği ismi usulca bilgisayar ekranına girerken, Gökçe de heyecandan titriyordu. Fakat bu heyecanı pek uzun sürmedi.
        “Üzgünüm, öyle bir kayıt yok.” dedi kadın başka soru kabul etmeyen bir sesle. Fakat Gökçe onun bu sertliğine aldırmadan üsteledi:
        “Nasıl olur? Balo gemisinin battığı gece orada olanlardan biriydi. Kurtulan herkes buraya getirilmedi mi?”
        “Evet.” diye cevap verdi kadın buz gibi halini inatla sürdürerek.
        “Ama ya Kerem? Yani o?”
        Gökçe ne olduğunu anlayamıyordu. Sanki gemi kazasından sonra olan her şeyi yeniden yaşıyordu. Olanları bilmesine rağmen hepsine sanki ilk defa karşılaşıyormuş gibi tepkiler veriyordu.
        “Belli ki arkadaşınız kurtulamamış. Üzgünüm.” dedi kadın inandırıcılıktan son derece uzak bir ses tonuyla.
Kız ona cevap vermeden gerisingeri koşmaya başladı. Hastaneden çıkıp rıhtıma yöneldi. Saniyeler içinde oraya varmıştı. Bu kadar hızlı koşabilmesinin nedenini düşünmeden denize doğru bağırmaya başladı:
        “KEREM! KEREM!”
        Delirmiş gibiydi. Kerem’in kurtulamamış olma ihtimalini düşünmek bile dayanılmazdı. Etrafına baktı. Hiç kimseler yoktu. Gece serinliği üzerindeki hastane kıyafetinin ne kadar ince ve korumaktan uzak olduğunu göstermek istercesine ona saldırıyordu. Ellerini ovuşturup ısınmaya çalıştı. İkiye bölünmüş gibiydi. Bir parçası tüm olanları biliyor, diğer parçası ise her şeyi yeniden yaşıyordu. İki farklı zaman aralığındaki zihinleri birleşmişti sanki. Bu daha da kötüydü. Çaresizce Kerem’in adını sayıklıyor ama öte yandan bir cevap alamayacağını adı gibi biliyordu. Yere çöktü ve ağlamaya başladı. Hiç durmadan ağladı. Ta ki onun sesini duyana kadar:
         “Ağlama.”
         Başını kaldırıp baktı ve gözyaşları anında kesildi. Kerem kendisinden on metre kadar uzakta durmuş ona bakıyordu. Denizin üzerinde duruyordu. Böyle bir şey mümkün müydü ki? Umursamadı ve ayağa kalkıp ona doğru ilerlemek istedi fakat Kerem bir el hareketiyle onu durdurdu.
         “Gerçek değilim.” dedi, Gökçe’nin duymaktan en çok korktuğu şeyi söyleyerek.
         “Ama seni görebiliyorum.” diye itiraz etti kız.
         “Ve duyabiliyorsun da... Ama gerçek değilim. Buraya sadece seni uyarmak için geldim.” diye açıkladı Kerem. Kız onu soran gözlerle bakınca da:
         “Geradon yazıtlarında yazanları ve bir görevimiz olduğunu biliyorum. Ama bunu yapamayız. Kaderimizi değiştiremeyiz, Gökçe. Eğer dünyanın sonunun gelmesini engellersek evrende daha büyük sorunlara yol açarız. İnan bana, gittiğim yerde bütün geleceği gördüm. Yazıtlar yok edilip son beklenmeli. Anıl ve Gizem’i buna ikna etmelisin. Bu işin peşini bırakmalısınız.” dedi. Gökçe onun söylediklerine inanamıyordu.
          “Ama sen içimizde Anıl’a en çok güvenen kişiydin. O gelip her şeyi anlattıktan sonra bütün hayatını bunun üzerine kurdun. Şimdi nasıl bütün bunların tam tersini söylersin ki? Dünyanın sonunun gelmesi nasıl iyi bir şey olabilir?” diye sordu tedirgin bir sesle.
          Kerem onun kendisine olan bu güvensizliğinden dolayı acı çekiyormuş gibi baktı. Derin bir nefes aldı ve:
          “Haklısın ama yanılmışım. Bunu ancak şimdi görebiliyorum. Sizden ayrıldıktan sonra. Ne olursa olsun onları ikna etmelisin. Sana yalvarıyorum, bana ömründe bir kez güvendiysen şimdi de güven.” dedi.
Gökçe onun gözlerindeki ifadeye daha fazla dayanamadı ve başını sallamakla yetindi. Kerem gülümsedi ve:
         “Teşekkür ederim. Sana güveniyorum ve daha da önemlisi seni seviyorum. Kendine iyi bak.” dedi. Gökçe daha ağzını bile açamadan yok oldu. Kız öylece kalakalmıştı. Ne yapacağını bilmiyordu. Gözleri ağırlaştı. Uyumamalıydı. Şehrin ortasında, bu karanlıkta uyuyamazdı. Göz kapakları kapanınca, korkuyla yeniden açtı:
Uyanmıştı. Hala hastane odasındaydı. Yine çok gerçekçi bir rüya görmüştü ve yastığı sırılsıklamdı. Hem terlemiş hem ağlamıştı.
         Yatağının yanındaki çekmeceyi açıp ucunda küçük, açık pembe bir taş olan kolyesini çıkarttı. Ayla Hanım ve Anıl hayatlarına girip onlara her şeyi anlattıklarından sonra her birine birer kolye vermişlerdi. Kolyelerin uçlarındaki taşlar tılsımlardı. Bu tılsımlar sayesinde Geradon halkının kayıp hazinesine ulaşıp dünyayı kurtaracaklardı. Ama ya Kerem’in söyledikleri? Rüyada gördüğü ve duyduğu şeyler birebir aklındaydı. Belki de Kerem haklıydı. Dünyanın sonunun gelmesini önlemeye çalışmak belki de o kadar iyi bir fikir değildi. Anıl’ın da söylediği gibi bu iş çıktığından beri her şey sadece kötüye gitmişti. Hayatları alt üst olmuştu.
O hastane odasında kararını verdi. Kerem’i dinleyecek ve bu işten elini eteğini çekecekti. Anıl ve Gizem’i de ikna etmeyi ne pahasına olursa olsun başaracaktı.
XXX
   Anıl, odasında kitabını okumaya çalışıyordu. Fakat ne kadar yoğunlaşmaya çalışırsa çalışsın, aklı hep Alanya’daydı. Gizem’i ve Gökçe’yi yapayalnız bırakmanın verdiği rahatsızlık, Kerem’i kaybetmenin verdiği acıdan bile daha fazlaydı. Kitabı bırakıp yatağına uzandı. Son zamanlarda sık yaptığı tavanı inceleme eylemine yine başladı. Bütün dikkatini tavandaki boyanın kusurlarına odaklamaya çalışsa da başaramadı. Çekmecesini açtı ve içinde müzikçalar’ını bulmaya çalıştı. Müzikçalar’ı bulduktan sonra tam çekmeceyi kapatmak üzereydi ki kolyesinin ipini gördü.
İç çekip, kolyeyi çıkardı. Ucunda koyu mavi bir taş vardı. Bu kolyeyi hala neden sakladığını bilmiyordu. Bu görevle bir daha uğraşmayacağına yemin etti. Kulaklığı kulağına takıp yüksek sesle müzik dinlemeye başladığında, bir yandan da kolyeyi inceliyordu. Taş kusursuzdu. Binlerce yıllık bir nesneye göre oldukça iyi durumdaydı. Eşkenar dörtgen şeklindeydi fakat köşeleri sivri değildi. Yuvarlak hatlıydı. Dokununca sanki saf ipekten yapılma bir giysiye dokunuyormuş gibi hissediyordunuz.
        Tam bu sırada aşağı katta telefon çalmaya başladı. Fakat kulağındaki kulaklık yüzünden duymadı.
XXX
   Ayla Hanım, Anıl onun yanından gittiğinden beri havuz başında oturuyordu. Anıl’ın hissettiği suçluluk duygusunu çok iyi anlıyordu. Çünkü kendisi çok daha fazlasını hissediyordu. Yazıtları bulan ve onları bu işe sokan aslında kendisiydi. Yaşadıkları tüm bu acıların sebebi yazıtlara inanıp, olacakları değiştirmek için ellerinden geleni yapmalarıydı. Yine de ne olursa olsun göreve devam etmek zorundaydılar. İnsanlığın kaderi onların ellerindeydi. Kerem’in de, eğer yanlarında olsa böyle hissedeceğinden emindi. Yaptıkları görev hissettiklerinden çok daha büyük ve önemliydi.
   Bir an kalkıp torununa tüm içtenliğiyle bunları anlatmayı düşündü. Ama o an bir yararı olmazdı. Tek yapılabilecek şey beklemekti. Bekleyip, Anıl’ın yapmak zorunda olduğu şeyin önemini kavramasını ummak...
   Ev telefonun çaldığını duydu. Koşarak içeri gitti ve ekrandan arayan numaraya baktı. Kenan’ın cep telefonuydu. Kendini onunla konuşmaya hazır hissetmiyordu. Ona ne söyleyecekti ki? Buraya kadar geldikten sonra, devam etmesi için torununu ikna bile edemediğini mi?
   Telefon çaresizce bir kaç kere daha çaldı ve en sonunda sustu. Belki bu seferlik bu kritik konuşmayı yapmaktan kurtulmuştu ama er ya da geç Kenan ile karşı karşıya gelecekti.
XXX
   Kenan Bey, üzüntüyle telefonun kapatma tuşuna bastı. Ayla’ya ulaşma denemesi bir kez daha başarısız kalmıştı. Gemide olanlardan sonra, kadın bir süre yalnız kalmak istediğini söylemişti. Fakat bu ‘bir süre’ gereğinden fazla uzamıştı. Zaman akıyordu.
   Kadınla yaşadığı şeyleri düşündü. Hiçbir zaman mutlu sona ulaşamayan trajik bir aşk hikayesi... O ve Ayla liseden beri arkadaştılar. Fakat üniversiteye gitme vakti geldiğinde ve Ayla arkeoloji okumak için yurtdışına gideceğini söylediğinde, Kenan hislerinin arkadaşlıktan çok daha fazlası olduğunu anlamıştı. İşte hayatındaki ilk yanlış kararı o zaman almıştı. Sırf Ayla’nın yanında kalabilmek için onunla birlikte Fransa’ya arkeoloji okumaya gitmişti. Bölümüne hiçbir zaman ısınamamış, orda kaldıkları beş yıl boyunca rol yapmıştı. Bunun ona kazandırdığı tek şey muhteşem bir aktörlük kabiliyetiydi. Ayla’nın ona karşı hisleri hiçbir zaman dostluktan daha fazla olmamıştı.
   Türkiye’ye döndüklerinde, Kenan, alacağı cevabı bilerek Ayla’ya evlenme teklif etmişti. Kadın bunu duyduğunda hiçbir şey söyleyememişti. Fakat onun yüz ifadesindeki hayal kırıklığı söylemek istediği her şeyi anlatmıştı. Konu hakkındaki tek yorumu; ‘Senin dostluğunu kaybetmek istemiyorum.’ olmuştu. Ve kaybetmemişti de... Kenan kazandığı aktörlük becerisini göstermeye devam edip hayatlarının geri kalanı boyunca her ihtiyacı olduğunda Ayla’nın yanında olmuştu. İkisi de kendilerine farklı hayatlar kurmuştu. Başarısız evlilikler, yarım kalan mutluluklar... Hayatları boyunca bunların esirleri olmuşlardı.
   Kenan’ın gözünde, Ayla’nın en büyük hatası birbirlerinin ruh eşi olduklarını görememesiydi. Bir araya geldiklerinde çok iyi anlaşıyorlardı. Ayla her zaman aksini iddia etse de ona göre birbirlerine çok benziyorlardı. Fakat olmuyordu işte. Kadın bir şekilde her zaman kendini uzaklaştırmayı başarıyordu.
   Ayağa kalkıp kendine büyük bir kadeh viski koydu. Dağlara bakan penceresinin yanına gidip Toroslar’ın muhteşem güzelliğini izlemeye başladı. Şimdi de ilk karısını düşünmeye başlamıştı: Merve. Fransa’dan döndükten sonra ailesinin isteğiyle, işletme fakültesine gidip, işlerin başına geçmişti. Hayallerinin hiçbirini gerçekleştiremediği için, kendisini ailesinin merhametine bırakmıştı. Onlar ne derse onu yapacaktı.
Fakülteyi bitirdikten sonra onların bulduğu ilk kızla evlenmişti. Aslında kadın dünyanın en mükemmel eşi sayılırdı. Bembeyaz bir teni ve simsiyah saçları vardı. Kenan’ı gerçekten seviyordu. Fakat adamın kendisine aşık olmaktan çok uzak olduğunu aradan geçen altı yıldan sonra anlayıp ayrılmayı teklif etmişti. Kenan bunu engellemek için hiçbir şey yapmamıştı. Yapması da doğru değildi zaten. O kadar zaman buna devam etmesinin tek nedeni evliliklerinin ilk yılında sahip oldukları erkek çocuklarıydı. Onu hiçbir zaman zorlamadığı için kadına hep minnettar kalmıştı. Hala onu ne zaman görse, kadının gözlerine ta o zamanlar yerleşmiş olan o hüznü görürdü. Karşılıksız sevmenin insanın gözlerine yerleştirdiği o acı verici hüznü... Fakat Merve asla ona acı verici bir şey söylemezdi.
Viskisini yudumlamaya devam ederken kapının çaldığını duydu. Bugün beklediği kimse yoktu. Kadehi sehpaya bırakıp kapıya doğru ilerledi.
XXX
   Eve geldiğinde, annesine selam bile vermeden odasına koştu. Kendine küçük bir çanta çıkarıp içine bulduğu ilk kıyafetleri koydu. Bu sırada bilgisayarın açma tuşuna bastı. Bir saniye bile kaybetmek istemiyordu. Küçük çantayı doldurduğunda kapatıp kapının yanına doğru attı.
   Hemen bilgisayara oturup, otobüs şirketlerinin Marmaris seferlerine baktı. Biraz hayal kırıklığına uğradı çünkü tüm şirketler içinde, otobüsünde boş yer olan ilk sefer bir sonraki akşamdı. Neredeyse bir buçuk gün vardı. Başka bir çözüm bulmak istedi. Antalya-İzmir uçak seferlerine baktı. Aslında üç saat sonra, Antalya havalimanından bir uçak kalkıyordu fakat biletin fiyatı karşılayabileceğinden çok daha yüksekti. Hayal kırıklığına uğrayarak bilgisayarı kapadı ve ayağa kalktı. Tam bu sırada annesiyle burun buruna geldi.
   “İyi misin?” diye sordu kadın endişeyle.
   “Arkamdan sinsice beni izleyen ebeveynlerim olmasa çok daha iyi olurdum.” diye cevap verdi Gizem ters ters.
   “Yeni geldim. Tam, ‘merhaba’ diyecektim ki sen ayağa kalktın. Seni izlemek gibi bir niyetim yoktu yani.”
   “Açıklama için teşekkürler ama gitmeliyim.” dedi Gizem ve çantayı alıp, ne yapacağını bilmeden kapıya yöneldi.
   “Peki sen bir açıklama yapmayacak mısın? O çanta ne?”
   “Birkaç gün dedemde kalmak istiyorum.” diye yalan söyledi kız tereddütsüzce. Fakat görünüşe bakılırsa annesinin ona kolay kolay inanmaya niyeti yoktu.
   “Marmaris’te ne işin var? Anıl’ı artık umursamadığını söylediği sanıyordum.”
   “Hani yeni gelmiştin? Niye yalan söylüyorsun?”
   “Yalan söyleme konusunda beni yargılamak için en ufak bir hakkın bile yok, küçük hanım. Bir an önce ne yaptığını söylesen iyi edersin.” dedi kadın yüksek sesle. Fakat Gizem’in de geri çekilmeye niyeti yoktu.
   “Bu kadar zaman benimle ilgilenmedikten sonra annelik yapmak şimdi mi aklına geldi? Onaltı yaşındayım ve istediğimi yaparım. Evet Marmaris’e gideceğim ve bu konuda yapabileceğin hiçbir şey yok. Birkaç gün içinde geri dönmüş olurum. Babama söylersin.”
   “Babana söyleyeceğim, evet. Hem de hemen. Yetti artık bu küstahlığın senin! Hiçbir yere gitmiyorsun dedim, o kadar.”
   “Merak ediyorum; bunun için ne yapacaksın?” dedi Gizem ve onun kendisini durdurmasına izin vermeden, hızla koşmaya başladı. Annesinin kendine bağırışlarına aldırmadan sokağa çıktı ve koşmaya devam etti. Onun peşinden gelmediğine emin olduktan sonra durup ne yapacağını düşündü.
Kendisine yardım edebilecek tek kişi vardı: dedesi. Adamın, birkaç sokak yukarıdaki bir binada oturuyordu. O tarafa doğru yürüdü. Binanın sokak kapısı açıktı. Şanslı sayılırdı. Cep telefonu delicesine çalıyordu fakat o hiç aldırmıyordu. En sonunda telefonu cebinden çıkarıp kapattı ve asansöre binip en üst kata çıktı. Soldaki dairenin yani dedesinin oturduğu evin zilini çaldı. Üzerinden çok geçmeden kapı açıldı. Dedesi onu görünce şaşkınlığını gizleyemedi:
   “Gizem?”
   “Yardıma ihtiyacım var.” dedi kız.
XXX
   Annesinin saçlarını okşamasından hiç hoşlanmadığı halde son bir aydır, kadını bu konuda hiç terslememişti. Onun sevgisini gösterme yolunun bu olduğunu biliyordu. O gün akşamüstü de annesi onu ziyarete gelerek sevgisini gösteriyordu. Aslında kadın ilk iki hafta boyunca kadın hastanede yatıp hastanede kalkmıştı. Fakat Gökçe böyle olmasını istememişti. Kliniğe yatmasının amacı biraz yalnız kalıp Kerem’in gidişiyle kendi yöntemiyle başa çıkabilmekti. Bu yüzden annesini ikna edip onu daha az ziyaret etmesini sağlamıştı.
Babası ise onun yanına pek uğramıyordu. Gökçe bunun nedeninin kendisine değer vermemesi olmadığını biliyordu. Aksine babası, dünyadaki her şeyden daha çok severdi kızını ama hastaneye gelemiyordu işte. Kızını bu şekilde görmek ona çok acı veriyordu. Gökçe de buna elinden geldiği kadar anlayış gösteriyordu.
“Yazının ne kadarını burada geçireceksin?” diye sordu annesi. Onlar için bu klinik bir otel gibiydi. Kızının bir süre kafa dinlemek için uğradığı bir tatil yeri...
   “Burada ne kadar kalacağımı bilmiyorum.” diye cevapladı Gökçe dürüstlükle. Kadın sorgulayan gözlerle ona baktı ve yüz ifadesi birdenbire değişti:
   “Önümüzdeki yıl okula gitmeyi düşünüyorsun değil mi?”
   Kız gözlerini yere indirdi ve cevap vermedi. Onun bu sessiz hali kadını daha da endişelendirdi.
   “Bir yıl kaybetmenin ne kadar önemli olduğunu sana anlatmama gerek yok herhalde? Biraz daha düşünürsen en mantıklı kararı vereceğine eminim.”
   Annesini daha fazla korkutmak istemeyen Gökçe, başını salladı ve:
   “Sen merak etme anne. Kısa zamanda toparlayacağım. Bir dahaki yılda okulda olacağım.” dedi. Kadın kafasını salladı ve:
   “Ben artık gideyim. Bir ihtiyacın var mı?” dedi. Gökçe başını iki yana sallayıp gayet iyi olduğunu belirtti. Annesinin beklentisinin aksine onun kalması için ısrar etmedi. Kadın da ona sıkıca sarılıp, çantasını alarak odadan çıktı.
   Can sıkıntısını gidermek için televizyonu açtı. Fakat televizyonun da pek iç açıcı olduğu söylenemezdi. Her yer kaza haberleriyle doluydu. Bu haberler kalbindeki yaranın bir kez daha sızlamasına neden oldu. Bu yüzden televizyonu kapadı. Gizem’i aramak istiyordu ama bu şansı kaybettiğini biliyordu. En azından o gün için... Bu sırada odasının kapısı çalındı. Gözü hemen saate kaydı. Doktorların ziyarete gelme saati çoktan geçmişti. Annesi de daha yeni çıkmıştı. Kim olabilirdi ki? Belki de Gizem geri dönmüştü. Bunu umarak:
   “Girin.” dedi.
   Kapı yavaşça açıldı ve içeri Gökçe’nin görmeyi hiç beklemediği biri girdi.
XXX
   Başı ağrıyana kadar müzik dinlemiş en sonunda pes edip kulaklığı çıkarmıştı. Doğrusu anneannesinin o saate kadar gelmemiş olmasına şaşırıyordu. Kolyesi hala elindeydi. Birden kolyenin parladığını fark etti.
   Ne olduğunu anlamıyordu. Kolyeyi elinde sıkıp gözlerini kapattı. Yoğunlaşmaya çalıştı. İlk başta hiçbir şey olmadı. Fakat kendini daha fazla zorladı. Bu parlamanın bir anlamı olduğuna emindi. En sonunda onu duydu:
   “Bana yardım et!”
   Bu Kerem’in sesiydi.
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - '3. Bölüm: Yeniden Başlamak' Eklendi
Gönderen: LewsTherin - 13 Aralık 2009, 13:33:31
dostum hikayen çok akıcı ilerliyor, bir çırpıda okudum özellikle karakterlerin birbirleriyle iletişimlerini birbirlerine karşı davranışlarını çok iyi yansıtmışsın.gökçenin ruh halini çok iyi anlatmışsın.'gece serinliği üzerindeki hastane kıyafetinin ne kadar ince ve korumaktan uzak olduğunu göstermek istercesine ona saldırıyordu. Ellerini ovuşturup ısınmaya çalıştı. İkiye bölünmüş gibiydi. Bir parçası tüm olanları biliyor, diğer parçası ise her şeyi yeniden yaşıyordu. İki farklı zaman aralığındaki zihinleri birleşmişti sanki. Bu daha da kötüydü. Çaresizce Kerem�in adını sayıklıyor ama öte yandan bir cevap alamayacağını adı gibi biliyordu. Yere çöktü ve ağlamaya başladı. Hiç durmadan ağladı.' buradaki tasvirini gerçekten takdir ettim.dediğim gibi karakterlerin yaşadıklarını çok iyi yansıtıyorsun.diğer bölümü bekliyorum.hikayeyi uzatman çok iyi oldu.
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - '3. Bölüm: Yeniden Başlamak' Eklendi
Gönderen: - 13 Aralık 2009, 16:54:59
Yorum için çok teşekkürler. Yeni bölümü yazmaya başladım bile. Elimden geldiği kadar hızlı bir şekilde yazıp yükleyeceğim.
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - '3. Bölüm: Yeniden Başlamak' Eklendi
Gönderen: Berre - 14 Aralık 2009, 18:14:00
Hikâyeyi uzattığın için sağol gerçekten heyecanla bekliyorum devamını.
OKuduğum kısım için yorum yapmamda gerekir. ARkadaşın söylediği gibi gerçekten akıcı ilerliyor.Neler olacağını tam anladım derken yine karıştı ve bu durumdan da gayet hoşnudum. Tekrar tebrikler...
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - 4. Bölüm Fragmanı Eklendi
Gönderen: - 16 Aralık 2009, 19:26:21
Bir sonraki bölümün fragmanı:

~Geradon Yazıtları~
Cilt 1: Kayıp Savaşçı
Bölüm 4: Çocukluk Avuçlarından Kayarken

Belki Çok Büyük Bir Görevleri Vardı

"Önce yazıtları ve tılsımları bulup, her şeyden emin olmalıyız."

Belki Dünyayı Kurtarmak Onların Kaderiydi
"Demek onları hatırladın?"

Ama Her Şeyden Önce
"Benden nefret ediyor."

Onlar Sadece Birer Çocuktu
"Partiyi boşver. Bizde film izleyelim."

Ve Çocukluk Onları Usulca Geride Bırakırken
"Sanırım ona aşığım."

Yapabilecekleri Hiçbir Şey Yoktu
"Yazıtları buldular."

Not: Unutmayın, 4. bölüm, 2. bölümün devamı niteliğindedir. Bu bölüm yayınlandıktan sonra eğer olay örgüsünü anlamakta güçlük çekilirse, önce 2. bölüm yeniden okunmalıdır. Böylece 4. bölüm yeniden anlam kazanacaktır.
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - 4. Bölüm Fragmanı Eklendi
Gönderen: Berre - 23 Aralık 2009, 18:21:29
Ne zaman ekleyeceksin devamını?
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - 4. Bölüm Fragmanı Eklendi
Gönderen: - 23 Aralık 2009, 21:13:58
Hikayeye gereken önemi gösteremediğimin farkındayım ama okuduğum bölüm yüzünden son günlerde hiçbir şeye vakit ayıramıyorum. Yine de endişeye yer yok. Hikaye kesinlikle devam edecek. En geç haftasonu yeni bölüm yüklenmiş olacak.
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - 4. Bölüm Fragmanı Eklendi
Gönderen: mit - 24 Aralık 2009, 15:10:12
Uzun zamandır okumayı istediğim fakat vakit darlığından sürekli ertelediğim hikayenizi nihayet okuyabildim. Biraz geç oldu, kusura bakmayın...

Öncelikle Türkçe'yi bu kadar iyi kullandığınız ve yazım hatalarına dikkat ettiğiniz için teşekkürler. Bu konuda titiz olduğunuz yazının her halinden belli oluyor.

Hikayeniz çok hareketli ve tempolu olmasa da ilgiyi ve merakı sürekli canlı tutarak okuyucuyu kendine bağlıyor. Bu güzel bir şey. Karakterlerin davranışları ve mekan tasvirleri de oldukça başarılı. Ayrıca konu da oldukça ilgi çekici.

Bölümler arasındaki zaman/mekan farkı bazıları için sorun yaratmış. Fakat ben hiçbir sorun yaşamadım. Bu tekniği Empati'de de görmüştük zaten. Olayın kahramanlarının çok genç olmaları da aradaki benzerliği kuvvetlendiriyor. Başarılı bir teknik. İlgiyi canlı tutan da bu teknik zaten diye düşünüyorum.

Kusura bakmazsanız bir iki ufak eleştirim var. Birincisi isimlerin seçimi hakkında. Sizin de çok iyi bildiğiniz gibi kızların birinin ismi Gökçe diğerinin ki ise Gizem. Yani ikisinin ismi de G ile başlıyor. Bu bir handikap... Karakterlerle yeni tanışan bir okuyucu onları aklında tutmak için her zaman isimlerinin baş harflerini aklında tutar. Burada ikisinin de ismi aynı harfle başladığından ister istemez karışıklığa yol açıyor. Aynı şey Kerem ve Kenan için de geçerli.

İkinci olarak Ayla ile Kenan'ın ilk buluşmasında yaşları ile ilgili hiçbir ipucu bulunmadığından bir sonraki bölümde bahsedilen dede ve anneannenin onlar olduğunu anlamakta oldukça zorluk çektim. Tamam, bunun sürpriz olmasını istediğinizi tahmin edebiliyorum. Ama yaşlarını belli etmenizin bu sürprizi bozacağını da sanmıyorum.

Bir de ilk bölümde Gizem'in kabusundan uyanır uyanmaz hiçbir şey yokmuş gibi Gökçe'ye açıklama yapması biraz olmamış. İnsan önce bir kendini toplaması gerektiğini falan düşünüyor.

Dilerim eleştirilerimi mazur görürsünüz. Bunun dışında hikayenizi gerçekten de başarılı bulduğumu belirtmek isterim. Öyle ki yeni bölümü en kısa zamanda görmek için sabırsızlanıyorum. Kaleminize ve emeğinize sağlık.
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - 4. Bölüm Fragmanı Eklendi
Gönderen: - 24 Aralık 2009, 18:04:29
Yorum için çok teşekkürler.

Türkçe'ye elimden geldiği kadar dikkat etmeye çalışıyorum evet. Okur düşünmüşümdür hep. kelimelerin insanları ittiğini düşünmüşümdür hep.

Anlatım tekniğinin yer yer Empati'ye benzediği doğru. Çok sevdiğim bir kitaptır ve iki farklı zaman çizgisinde anlatılan hikayelerin her zaman hastası olmuşumdur.

Bölümler tempolu değil evet. Ne yazık ki benim en büyük eksiğim bu. Çok hareketli sahneler yazamıyorum. Gerçi şu ana kadar çok fazla hareket gerektiren bir sahne olmadı ama ilerideki bölümlerde bu konudaki eksikliğimi siz de fark edeceksiniz. Ama tabi ki buraya yazmamın en büyük amacı kendimi geliştirmek.

Karakter isimlerine gelince; baş harfleri konusunu hiç düşünmemiştim açıkçası. Ama şimdi baktım da haklısınız. Yine de hikaye böyle başladığı için değiştirmeyi düşünmüyorum. Kendi kafama öyle yerleştirdim çünkü.

Ayla ve Kenan'ın da hikayesini yer yer anlatmak istediğim için; onlara her bölümde bir sahne ayırmaya çalışıyorum. Onlardan bahsedilen bir kısım mutlaka koyuyorum. O buluşanların onlar olduğu konusunda pek zorluk çekileceğini düşünmemiştim. Ama belki bir iki cümle ekleyip yaşlarını belirtebilirim dediğiniz gibi.

İlk bölümde Gökçe bir kabustan uyanıyor ve Gizem'e açıklama yapıyor. Bu kabus meselesi üzerine çok fazla bir şey söylemiyorum ama ilk cilt bittiğinde siz bu eleştirinizin cevabını almış olacaksınız.

Tekrar teşekkür ederim. Yeni bölümü yazmaya devam ediyorum ama hikaye geliştikçe üzerinde daha çok düşünmek gerekiyor. Sahneleri cilt finalini düşünerek yazıyorum. O yüzden bu kadar uzadı. Dediğim gibi en geç hafta sonu bölüm okunmaya hazır hale gelecek.
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - 4. Bölüm Fragmanı Eklendi
Gönderen: mit - 24 Aralık 2009, 18:18:36
Karakter isimlerine gelince; baş harfleri konusunu hiç düşünmemiştim açıkçası. Ama şimdi baktım da haklısınız. Yine de hikaye böyle başladığı için değiştirmeyi düşünmüyorum. Kendi kafama öyle yerleştirdim çünkü.

Yok canım, değiştirmeyin zaten. Ben sadece bilgi verme amaçlı yazdım o meseleyi. Bundan sonraki hikayelerinizde dikkat edesiniz diye. Sonuçta dediğiniz gibi, burada kendimizi geliştirmeye çalışıyoruz. Ben de elimden geldiğince yardımcı olmaya çalıştım.
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - 4. Bölüm Eklendi
Gönderen: - 26 Aralık 2009, 19:22:48
Spoiler: Göster
Not: Yeni bölümün yüklenmesi bu kadar uzun sürdüğü için tekrar özür dilerim ama inanın bana elimden geleni yapıyorum. Bu arada daha önce de söylediğim gibi dördüncü bölüm ikinci bölümün devamıdır. Anlam karışıklığı yaşarsanız o bölüme göz atmanız yeterli olacaktır. İyi okumalar. Yorumlar için şimdiden teşekkürler.


~Geradon Yazıtları~
Bölüm 4: Çocukluk Avuçlarından Kayarken

Temmuz 2008
   Alanya Kalesinde bir adam denize bakan bir çitin arkasında durup elindeki taşları ileri doğru fırlatıyordu. Fakat hiçbiri amaçladığı gibi denize ulaşamıyordu. Onun birkaç metre sağında da aynı şekilde taş atan birkaç turist vardı. Attıkları her taştan sonra gülüşüyorlardı. Adam bu gürültünün içinde arkasından yaklaşmakta olan birinin ayak seslerini duydu. Kim olduğunu bildiği için endişelenmesine gerek yoktu.
   “Biliyor musun buranın adı ‘adam atacağı’?”
   Arkasında cevap vermek yerine bir adam daha atıp onun tam yanına geldi.
   “Yazıtları buldular.” dedi endişeden uzak bir sesle.
   “Eski zamanlarda idam mahkumlarını ve savaş esirlerini buraya getirirlermiş. Ellerine üç taş verip fırlatmalarını isterlermiş. Derler ki, üç taştan herhangi birini denize ulaştırmayı başaran kişi idamdan kurtulurmuş. Yoksa... Sanırım ne olacağını söylememe gerek yok. Aradan geçen onca zamandan sonra burası sadece insanların bir dilek tutup, ellerindeki taşı denize atmaya çalıştıkları bir eğlence yeri olarak kaldı.” diye açıkladı adam sanki onu hiç duymamış gibi.
   “Yazıtları buldular dedim, Ekrem. Bir şeyler yapmalıyız.” diye cevap verdi diğeri onun ilgisizliğinden bıkmış bir ifadeyle.
   “Ben de, neden attığım hiçbir taş denize ulaşmıyor diyorum. Meğer dileğimin gerçekleşme ihtimali çoktan ortadan kalkmış. Ayla yazıtları bulmayı gerçekten başarmış.”
   “Onu bundan çok uzun zaman önce öldürmeliydik. Böyle problemlerimiz hiç olmazdı.”
   “Ona karşı olan kişisel zaafım her zaman bu kritik kararın önünde oldu. Ama sanırım haklısın. Artık işler geri dönülemeyecek bir noktaya geldi. Bizler için en iyisi Ayla’nın ve bu işi bilen diğer herkesin ortadan sonsuza dek kalkması.”
   “Sana yıllar boyu anlatmaya çalıştığım şeyi, anlaman için bütün bunların olması mı gerekiyordu?” diye cevap verdi adam.
   “Üzgünüm, Hakan. Onun hala kurtarılabilir olduğunu sanıyordum. Her şey bittikten sonra kuracağımız yeni dünyada Ayla gibi biri de oldukça işimize yarardı.” dedi Ekrem.
   “ Neyse, olan oldu artık. Bir hata yaptın. Ama bu benim düzeltemeyeceğim bir hata değil.”
   Ekrem başını salladı ve:
   “Yapılması gerekeni yapmak konusunda her zaman benden daha iyi oldun, kardeşim. Sana güveniyorum.” dedi.
   Hakan geri dönüp, yürümeye başladı. Birkaç metre sonra, Ekrem:
   “Hakan...” dedi yüksek sesle. Adam geri dönüp bakınca da; “Bu işte bir hataya daha yer olmadığını sen de benim kadar iyi biliyorsun. Güvenimi boşa çıkarmayacağını ümit ederim.” diye devam etti. Etraftaki hiç kimse konuşulan şeylerin ciddiyetinin farkında değildi. Hayatları üzerine alınan kararlardan habersiz bir şekilde eğleniyorlardı. Hakan belli belirsiz bir şekilde kafasını salladı ve yürümeye devam etti. Kalenin kapısından çıktıktan sonra, arabasına atladı. Cep telefonunu çıkarıp, hızlı numaradaki ikinci kişiyi aradı. Telefon daha ilk çalışta açıldı.
   “Onayı aldım. Bu iş bitiyor. Hem de bugün. Ayla’dan başla.” deyip telefonu kapadı. Başka bir şey söylemesine gerek olmadığını biliyordu. Suikastçı ne yapması gerektiğini bilirdi.
XXX
   Araba ana yola çıktıktan sonra, Anıl kendini daha fazla tutamayıp sordu:
   “Neden durmadın?”
   Kadın onun ne demek istediğini anlamamış gibi yapmayacaktı. Bu yüzden doğrudan cevap verdi:
   “Önce yazıtları ve tılsımları bulup, her şeyden emin olmalıyız. Eğer onlarla daha önce iletişime geçersek, kanıtımız olmadığı için bize inanmayabilirler.  Onları korkutmak istemeyiz.”
   Bunun üzerine Anıl bir şey söylemedi. Anneannesinin haklı olduğunu biliyordu. Zaten o an kafasında çözmesi gereken bambaşka şeyler vardı. O iki kızla, büyük ihtimalle kısa bir zaman sonra tanışacaktı. Acaba onlar da, onu hatırlamakta bu kadar zorlanacak mıydı? Sahi kendisinin onlarla üç yıl önce geçirdiği o eğlenceli yazı çok zor biçimde hatırlamasının nedeni neydi? Hala kafasında anılar oldukça silikti. Kafasını kurcalayan bu soruları anneannesine sormak istese de, yine belirsiz cevaplar alacağına emindi. Kendisiyle savaşırken, anneannesi onun aklını okumuş gibi konuştu:
   “Demek onları hatırladın?”
   Aslında söylediği bir tespit cümlesi olsa da, ses tonu yüzünden soru cümlesi gibi çıkmıştı. Anıl başını sallamakla yetindi.
   “Peki bu nasıl oldu?” diye üsteledi Ayla Hanım. Fakat Anıl’ın verecek bir cevabı yoktu.
   “Aslında ben, sen açıklarsın diye düşünmüştüm. Bugün o sokağa gelene kadar hiçbir şey hatırlamıyordum. Onlar sadece tanıdık geliyordu. Ama parkı, oteli ve evleri görünce; birdenbire her şey kafamda oturdu. Buraya geldiğimiz en son yazı hatırladım. Onlarla çok iyi arkadaş olmuştum. Peki bütün bunları nasıl unuttum?” dedi  en sonunda bir açıklama yapması gerektiğini hissettiğinde.
   “Aradan üç yıl geçti, Anıl. Hem üç yılda hepiniz çok değiştiniz. Hatırlamaman normaldir. En iyisi bu işin peşini bırakmak.” diye cevap verdi anneannesi. Anıl gözlerini devirdi.
   “Yine aynı şeyi yapıyorsun.” dedi öfkeli bir ses tonuyla. Kadın ne yaptığını sormak yerine;
   “Artık çocuk değilsin, Anıl. Her şeyi eskisi kadar çok sorgulamana gerek yok. Bazı şeylerin saklı kalması her zaman daha iyidir.” dedi sert bir sesle.
   Anıl tekrar sustu. Anneannesine olan kızgınlığı giderek artıyordu. Bu gereksiz gizemi anlamıyordu.
   “Karnın aç mı?” diye sordu anneannesi birkaç dakika sonra.
   Çocuk ters cevap vermek istese de bunu yapamayacağını biliyordu. Çünkü açlıktan ölüyordu. İster istemez başını salladı.
   “Şu ilerideki benzinlikte duralım o halde. Hem bir şeyler yeriz hem de uzun yolumuz için benzin alırız.” dedi Ayla.
XXX
41 Yıl Önce, Eylül 1967
   Ayla ve Kenan, her Cumartesi yaptıkları gibi yemek için buluşmuşlardı. Fransa’da üniversiteyi bitirip, Türkiye’ye döndükten sonra ikisinin de hayatı farklılaşmıştı. Artık birbirlerine ve dostluklarına eskisi kadar çok vakit ayıramıyorlardı. Bu yüzden de en azından haftada bir kez buluşup hayatlarındaki gelişmeleri anlatıyorlardı.
   “Fakülteye kaydımı yaptırdım.” dedi Kenan ciddi bir ses tonuyla. Şehirden ayrılacağı kesinleşmişti. Ayla yüzünü buruşturdu. Kenan kaybetmek istemeyeceği bir dosttu ve eğer o şehirden ayrılırsa birbirlerinden kopacaklarını biliyordu.
   “Demek gerçekten gidip işletme okuyacaksın?” diye sordu birkaç gergin ve sessiz saniye sonra. Onun ne söyleyeceğini biliyordu ama yine de bir an her şeyin bir şakadan ibaret olmasını umarak sormuştu işte.
   “Evet. Gitmek zorundayım. Bizimkileri biliyorsun. Ya fabrikanın başına geçmemi istiyorlar, ya da politikaya atılmamı. Ben de politikaya atılmanın bugünlerde pek akıllıca olmadığını düşünüyorum. Yani geriye tek bir seçenek kalıyor.” diye cevap verdi Kenan. Kızın o üzgün hali bir şekilde kendisini mutlu etmişti. Bencilce olduğunu bilse de Ayla’nın ona ihtiyaç duyduğunu bilmek daha iyi hissetmesini sağlıyordu.
   “Ne diyebilirim ki? Sonuçta bu senin hayatın. Bir yerde kendini düşünmek zorundasın.” dedi Ayla iğneleyici bir ses tonuyla ve gözlerini neredeyse hiç dokunmadığı tabağına dikti. Kenan acı acı gülümsedi ve:
   “Bu şekilde olmak zorunda değil, biliyorsun.” dedi tüm cesaretini toplayarak. Ayla başını kaldırıp umutla ona baktı. Onun bu ifadesi Kenan’ı da umutlandırmıştı.
   “Benimle gelebilirsin. Fransa’da olduğu gibi beraber oluruz. Hem belki...” Cesaret birdenbire yok oldu. Fakat Ayla hala onun isteğinden habersiz bir şekilde merakla bekliyordu.
   “Belki?” diye üsteledi.
   “Evleniriz.” dedi Kenan neredeyse fısıltıyla. Şimdi gözlerini yere indirme sırası ondaydı. Ayla hiçbir şey söyleyemedi. Şaşkınlıkla ona bakıyordu.
   “Beklediğim tepkinin bu olduğunu söyleyemeyeceğim.” dedi Kenan en sonunda. Onun bu tepkisizliği yüzünden korkusunun yerini kırgınlık almıştı.
   “Ben de beklediğim teklifin bu olduğunu söyleyemeyeceğim.”
   “Bu hayır demek mi?”
   “Senin dostluğunu kaybetmek istemiyorum, Kenan ve bunu samimiyetle söylüyorum.” diye cevap verdi Ayla ve onun anlamasını bekledi. Zaten Kenan’ın anlayış göstermekten başka çaresi yoktu. Hiç olmamıştı ki. Ayla’ya bağımlıydı.
   “Sanırım gitsem iyi olur.” dedi ayağa kalkarak. Kızın üzgün yüzünü görünce de; “Endişelenme. Her şey yoluna girecek. Bir çaresini bulacağım.” diye ekledi ve masaya ikisi için de yeterli miktarda para bırakıp, başka bir söylemeden restorandan çıktı.
   Masumiyet gitmişti artık. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Her şeye rağmen büyümüşlerdi ve Ayla bunu en acı şekilde öğrenmeye daha yeni başlamıştı.
XXX
Temmuz 2008
   “Ne diyor?” diye sordu Gökçe, Gizem dedesiyle konuşmasını bitirir bitirmez.
   “Haberi varmış. Endişelenmemize gerek olmadığını söyledi.”
   “Peki o kadının, dedenin arabasıyla ne işi varmış?”
   “Dedemi bilirsin. Bazen öyle bir şey söyler ki üzerine başka bir şey diyemezsin. Ben de soramadım işte.” diye cevap verdi Gizem. Anlaşılan o da bu konunun fazla uzamasını istemiyordu. Çünkü aklı o çocuktaydı. Onu tanıdığına emindi.
   “Madem endişelenecek bir şey yok, biz de kendi planlarımıza geri dönebiliriz o zaman.” dedi Gökçe heyecanını kaybederek. Gizem de kendini düşüncelerden koparmaya çalışıp Gökçe’yle ilgilenmeye çalıştı.
   “Bence film izlemek yerine, senin aşk olayların üzerine konuşabiliriz.” dedi alaylı bir ses tonuyla. Gökçe onun ilgisindeki yapmacıklığı fark etmeyerek utanmıştı.
   “Neden bahsettiğini anlamadım?” dedi adımlarını hızlandırarak. Fakat Gizem’in vazgeçmeye niyeti yoktu. O da hızlanarak arkadaşına yetişti ve:
   “Bal gibi de anladın. Kerem’den bahsediyorum.” diye açıkladı.
   “Bak, bu sana az önce sorduklarımla ilgiliyse unut gitsin tamam mı? Neden onları söylediğimi bile bilmiyorum. Kerem’e karşı içimde bir şey yok.”
   “Nedense buna inanmıyorum.”
   “İnansan iyi olur. Çünkü benden duyup duyabileceğin tek şey bu.” dedi Gökçe sert bir şekilde. Konunun daha fazla uzamasını istemiyordu. Kerem’e karşı hisleri her zaman karışık olmuştu. Daha kendi bile her şeyi çözememişken bunu Gizem’le nasıl konuşabilirdi ki? Gökçeler’in evine kalan on metre boyunca ikisi de konuşmadı. Kapıdan gireceklerken:
   “Belki de ben eve gitsem daha iyi.” dedi Gizem kırgın bir ses tonuyla.
   “Neden bahsediyorsun sen?”
   “Yapma Gökçe. Neden bahsettiğimi bal gibi biliyorsun. Biz seninle çocukluk arkadaşıyız. Ama sen daha bana hoşlandığın çocuğu bile anlatmaktan çekiniyorsun. Bu nasıl bir dostluk, anlamıyorum doğrusu.” diye sitem etti Gizem.
   “Mesele de bu ya. Eğer bunun hakkında konuşmaya başlarsak her şey biter anlamıyor musun? Üçümüzün kardeşliği geri dönülmez bir biçimde yok olur. Bu yüzden bunu kendi içimde bitirmeliyim. Her şeyi sona erdirdikten sonra çocukluğumuzdaki gibi devam edebileceğiz. Her şey yeniden kolaylaşacak. Anlamıyor musun?” diye cevap verdi Gökçe. Arkadaşının bu konuda daha fazla zorlayıcı olmayacağını umuyordu ama görünüşe bakılırsa geçen onca yıla rağmen Gizem onu hala şaşırtabiliyordu.
   “Asıl sen anlamıyor musun? Çocukluğun bitmesi, her şeyin bitmesi anlamına gelmiyor. Bu sadece bir kitap serisinin çok güzel olan ilk kitabını bitirmek gibi bir şey... Hani diğer kitapları okumak istersin ama ilkiyle aynı tadı vermez diye korkarsın ya. Senin yaptığın bundan farklı değil.
   Korkunun seni engellemesine izin vermemelisin. Eğer bunu yaparsan bundan yıllar sonra geriye dönüp baktığında hayatının sadece ‘keşke’lerden ibaret olduğunu fark edersin. Bir sabah uyanırsın ve elinde olan tek şey seni yıllar boyu hiç terk etmemiş olan o acımasız korkun olur. Çocukluğa veda etme zamanı, Gökçe. Yeni bir sayfa açmanın vakti geldi de geçiyor bile...” dedi Gizem. Gökçe onun olayı dramatikleştirdiğini düşünse de itiraz edecek gücü kendinde bulamadı. Hem kim bilir, belki de Gizem gerçekten haklıydı. Başını salladı ve:
   “Her şeyi anlatacağım.” deyip evin kapısını açtı ve girmesi için Gizem’e yolu gösterdi.
XXX
   Gizem’le olan konuşması biter bitmez, Ayla’yı aramak istedi. Ama o an onunla bir konuşmayı daha kaldırabilecek durumda olduğunu sanmıyordu. Onunla bu görüşmesi tahmin ettiğinden daha yaralayıcı olmuştu. Birdenbire hiç işi olmadığı halde hala kafede oturduğunu fark etti.
   Elini hafifçe havaya kaldırıp hesabı istedi ve çok geçmeden kafeden çıktı. Birden tüm bu yazıt meselesine inanmanın zamanında ona ne kadar zor geldiğini düşünmeden edemedi. Şimdi bile, araştırdığı o kadar şeyden sonra bir parçası hala tüm bu olağanüstülüğe inanmakta güçlük çekiyordu. Dünyanın böyle bir felaketle yok olacağına inanan insanlar sadece filmlerde dile gelirdi.
   Ayla’nın bu konuyu ona ilk açtığı zamanı hatırlıyordu. Dün gibiydi. Onu tüm hayatı boyunca en çok o zaman heyecanlı görmüştü.
XXX
38 Yıl Önce, Şubat 1970
   Kenan elindeki kitaplarla hızlı adımlarla yürüyordu. Yanındaki birçok insan da onun gibi hatta ondan daha hızlı ilerliyorlardı. Birden kalabalığın içinde tanıdık birini görür gibi oldu. Fakat onu görmeyi hiç beklemediği için yanılmış olma ihtimalini göz ardı edemedi. Birkaç saniye sonra, gördüğünün gerçekten o olduğunu fark etti. Görünüşe bakılırsa kız da onu fark etmiş kalabalığı yara yara koşuyordu. Ona tam bir adım kala durdu. Kenan da şaşkınlığını engelleyemeyerek olduğu yerde kaldı ve:
   “Burada ne işin var Ayla?” diye sordu.
   “Beni bu şekilde mi karşılayacaksın?” diye cevap verdi kız bozularak.
   “Haklısın. Özür dilerim.” dedi Kenan ve ona sarıldı. “Yoksa sen de, boğaz köprüsünün temel atma töreni için mi geldin?” diye devam etti ayrıldıklarında.
   “Boğaz köprüsünün temel atma töreni mi? Bugün müydü o?” dedi Ayla şaşkınlıkla.
   “Bugün ülkenin en önemli günlerinden biri, Ayla. Nasıl bir şey senin bunu unutmanı sağlar ki?” diye sordu Kenan onaylamaz bir ifadeyle.
   “Sana anlatacağım bir sürü şey var. Bana inanacak tek kişi olduğun için bu kadar yolu tepip geldim.” diye açıkladı Ayla. Adam onun yüzündeki o heyecanlı ifadeyi yok etmek istemiyordu. Bu yüzden de gülümseyerek:
   “Dinliyorum.” dedi.
XXX
Temmuz 2008
   “Onu bir gün bile görmeyince, hayatımı eksik yaşamış gibi hissediyorum. Bir gün hayatımızdan çıkıp gitse ne olur diye düşünmeden edemiyorum. Sanki onun var olmadığı bir dünya kötülüklerden ibaret ve yaşanılabilirlikten uzakmış gibi geliyor. Sanırım, ona aşığım.” diye bitirdi sözlerini Gökçe. Aslında şimdi kendini çok iyi hissediyordu. İçindeki her şeyi dünyadaki en çok güvendiği insanlardan birine dökebilmişti. Hislerini tek başına yaşamak kendini yavaş yavaş yok etmekten farksızdı.
   “Sanırım mı?” dedi Gizem kahkahayı patlatarak. Gökçe iki eliyle yüzünü kapadı ve:
   “Anlatırken yeterince utandım zaten. Şimdi bir de dalga mı geçeceksin?” diye sitem etti.
   “Tamam, tamam. Şimdi sana planımızı anlatıyorum.” dedi Gizem ciddileşerek.
   “Plan mı? Ne planı?” diye sordu Gökçe şaşkınlıkla.
   “Kerem’le seni bir araya getirme planı.”
   “Plan falan yok, Gizem. Bir araya gelme de yok. Anlattım ve bitti. Senin tek planın benim bunu aşmama yardım etmek olmalı.”
   “Bir kere olsun dur da beni dinle. Bu gece, Kerem’i partiye gitmek yerine bizimle film izlemeye gelmeye ikna edeceğiz. Sonra benim bir işim çıkacak ve eve gitmek zorunda kalacağım. Siz ikiniz de başbaşa bir film gecesi geçireceksiniz.” diye anlattı Gizem. Hemen ardından da; “Onu tavlamaman için hiçbir sebep yok.” diye kıkırdadı. Bunun üzerine Gökçe ona şakayla karışık bir yumruk attı ve:
   “Böyle bir şey olmayacak.” dedi.
   “Beni sonsuza kadar kaybetmek ister misin?” diye sordu Gizem tehditkar bir ses tonuyla.
   “Tabi ki istemem ama onu-“
   “O halde bunu yapacaksın.” diyerek onun sözünü kesti Gizem. Gökçe cevap vermedi. Gizem de onun telefonunu koltuğun üzerinden alıp uzattı.
   “Ara hadi.” diye ısrar etti. Gökçe bir an tereddüt etse de, o güne kadar Gizem’i dinlediği hiçbir zaman pişman olmadığını fark etti. Belki de gerçekten denemeye değerdi. Üzerinde daha fazla düşünmeyip telefonu aldı ve rehberden Kerem’in adını bulup arama tuşuna bastı.
XXX
   Otelin terasından denizi izleyip sakinleşmeye çalışıyordu. Babasının kendisine olan bu öfkesini anlayamıyordu. Hayatını onu memnun etmek için yaşamaktan yorulmuştu. Fakat yine de onunla olan ilişkisinden hiç ilerleme kaydedemiyordu. Belki de en iyisi bırakmaktı. Dünyadaki her baba oğul iyi anlaşmak zorunda değildi ya?
   Bazen evlatlık olduğunu düşündüğü oluyordu. Hiçbir insan kendi canından olan birine karşı böyle nefret dolu olamazdı çünkü. Yatağına yattığı her gece, onunla olan ilişkisi düzelsin diye Allah’a yalvarıyordu. Görünüşe bakılırsa pek sicili temiz bir kul değildi ki her gün her şey daha da kötüye gidiyordu.
   Babası, Gizem ile Gökçe’ye bile kendisine davrandığından daha iyi davranıyordu. Kendi çocuğu olmayan o insanlara bir baba gibi yaklaşıyordu. Bu yüzden onları kıskandığı pek çok zaman olmuştu. Ama suçun onlarda olmadığını biliyordu. Suç onu bir türlü sevemeyen babasındaydı ve bu asla değişmeyecekti.
   Cep telefonunun çaldığını duyunca sırt çantasından çıkarıp kimin aradığına baktı: Gökçe’ydi. Acaba bir şey mi olmuştu? Ayrılalı bir saat bile olmamıştı ki daha? Belki de partiyle alakalıydı. Ne olursa olsun onun gibi bir dostun arıyor olması iyiydi o an gerçekten konuşmaya ihtiyacı vardı.
   “Alo?” dedi neşeden çok uzak bir ses tonuyla. Gökçe bu üç harfli kelimeden bile onun iyi durumda olmadığını anlamıştı.
   “Bir şey mi oldu?” diye sordu.
   “Benden nefret ediyor.” diye cevap verdi Kerem ağlamasını engellemeye çalışarak. Gökçe’nin karşısında zayıf görünmek istemiyordu.
   “Kim senden nefret ediyor?” dedi Gökçe şaşkınlıkla.
   “Kim olabilir ki? Babam! Yine azarladı beni.”
   Gökçe ne diyeceğini bilemedi. Onun babasıyla arası, Kerem’e göre her zaman çok daha iyi olmuştu o yüzden onun bu eksikliğini hiç anlayamamıştı. Yine de acısını dindirecek bir şeyler söylemek istiyordu. Ne olursa! Onu biraz olsun iyi hissettirmesi yeterliydi.
   “Ben yanındayım. Konuşmaya ihtiyacın var mı?”
   “Evet. Hem de çok.” diye cevap verdi Kerem.
   “Bak ne diyeceğim? Bize gel. Partiyi boşver. Bizde film izleyelim. Hem konuşuruz da... Ne dersin?” dedi Gökçe. Bunu onu tavlayabilmek için değil gerçekten yanında olmak istediği için söylüyordu.
   “Olur. Hatta çok iyi olur. Buna gerçekten çok ihtiyacım var, Gökçe. Seninle olmaya çok ihtiyacım var.” dedi Kerem. Son cümleyi söyleyince kendini çok garip hissetti fakat Gökçe bunun üzerinde fazla durmadı.
   “Bekliyoruz o zaman. Tamam mı? Gelirken haber ver.
   “Tamam. Görüşürüz.” dedi Kerem ve telefonu kapattı. Gökçe’nin sesini duymak onu gerçekten rahatlatmıştı. Hayatının her zor anında onun yanında olduğunu fark etti birdenbire. O gerçekten de Kerem’in en iyi dostuydu.
XXX
   Kızıl Kule’ye inen yoldan yukarı yürümeye devam ediyordu. Dalgınlığı o kadar fazlaydı ki arkasından bağıran adamı ilk seferde duymadı. Fakat aynı ses ikinci sefer de “Kenan.” diye bağırınca arkasını döndü ve onu gördü: Ekrem’i.
   “Burda ne işin var?” diye sordu, öfkeyle.
   “Bu kadar sinirli bir karşılamaya gerek olmadığını düşünüyorum.”
   “Bense, en son konuşmamız düşünülürse, çok daha fazlasını hak ettiğine inanıyorum.”
   “Onu boşver de, duyduğuma göre Ayla şehre dönmüş. Uzun süre mi kalacak?” diye sordu alaylı bir ses tonuyla.
   “Bu seni hiç ilgilendirmez. Ayrıca bu haberi nerden aldın bilmiyorum ama eğer onu izliyorsan bundan bir an önce vazgeçsen iyi edersin.”
   “Yoksa?” dedi Ekrem alaylı ifadesini devam ettirerek.
   “Eğer ona bir zarar verirsen, inan bana seni saklandığın delikte bulup öldürürüm. Bu hayatıma mal olsa bile, bunu yaparım.” dedi Kenan yumruklarını sıkarak. Sesi elinde olmadan yükseldiği için yanlarından geçen birkaç kişi onlara şaşkınlıkla bakmıştı. İki yaşlı insan bu kadar hararetle ne tartışıyor olabilirlerdi ki?
   “Sanırım bunun için çok geç kaldın. Suikastçi onların peşine düştü bile.” dedi Ekrem ona olan nefreti yüzünden saklaması gereken bir bilgiyi ağzından kaçırarak. Kenan bunu duyunca başından aşağı kaynar sular dökülür gibi oldu. Yoldan geçen bir taksiyi durdurdu ve binmek üzereyken geri dönüp:
   “Önce onu kurtaracağım. Sonra da geri dönüp seni öldüreceğim.” dedi nefretle. Taksiye atlayıp, şoföre ilerlemesini söyledi. Bir yandan da cep telefonuyla Ayla’yı aramaya çalışıyordu. Eli sinirden titriyordu. Neyse ki telefon çalmaya başladı.
XXX
   Kenan taksiye biner binmez, Ekrem kardeşini aradı.
   “İşleri hızlandırman gerek, Hakan.” dedi öfkeli bir şekilde.
   “Bir şey mi oldu, kardeşim?”
   “Kenan’ı gördüm. Tartıştık ve şimdi suikastçinin Ayla’nın peşinde olduğundan haberi var. Onları bulmaya gitti. Bu işi bir an önce halletmelisin.”
   “Ah, abi. Sen ve senin şu öfken... Başımıza daha ne kadar iş açacak acaba?” diye sordu Hakan iğneleyici bir şekilde.
   “Şimdi beni azarlamanın sırası değil, Hakan. Git ve suikastçinin bir an önce yapması gerekeni yapmasını sağla. Çok fazla vaktinizin olduğunu sanmıyorum. Eğer Kenan’ın ya da Ayla’nın güçleri yeniden açığa çıkarsa hiç şansımız yok.”
   “Biliyorum. Ama merak etme, halledeceğim. Görüşürüz.” diye cevap verdi Hakan ve telefonu kapadı. Şimdi bir telefon görüşmesi daha yapmak zorundaydı.
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - 4. Bölüm Eklendi
Gönderen: Berre - 27 Aralık 2009, 17:06:45
Hikâyenin yeni bölümlerini her okuyuşunda bir sonraki bölüm ne zaman yayınlanacak diye düşünüyorum. Gayet akıcı ve sürükleyici...
Bunun Aslında dışında olanları takip etmek biraz zor oluyor. Bölümün içindeki kısımların birinden birine geçtiğimde ne oldu şimdi diye bir durum değerlendirmesi yapmak zorunda kalıyorum. Ama eminim ki bu da ileri ki bölümlerde ortadan kalkacaktır.
Bir daha ki bölümü sabırsızlıkla bekliyorum...
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - 4. Bölüm Eklendi
Gönderen: - 27 Aralık 2009, 18:58:44
Bölüm içindeki olayları takip etmenin zorluğunun ben de farkındayım ama sizin de takdir edeceğiniz gibi bu çok karakterli bir hikaye ve bu karakterlerin hepsi birbiriyle ilişkili o yüzden sahneleri de iç içe yazmak zorundayım. Bunun sonucunda hikaye bir dizi senaryosuymuş gibi parça parça yazılmış oluyor. Bu heyecanı zinde tutarken bazen kafa karıştırabiliyor. Umarım hikayeye alışınca bu problem ortadan kalkar.

Yeni bölüm için bu kadar beklemeyeceğim. Son iki bölüm için ikişer hafta beklemek zorunda kaldınız. Bunun tekrarlanmaması için elimden geleni yapacağım.
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - 4. Bölüm Eklendi
Gönderen: LewsTherin - 27 Aralık 2009, 19:15:00
hikayeni şimdi bitirdim.hikayen akıcı bir şekilde devam ediyor.yalnız olay kurgun hikayeleri yayınlayış hızına göre biraz yavaş ilerliyor.
birde ayla ve hakanın güçlerinden direk bahsetmesen daha iyi olurdu.yine geçmişe gidip güçlerini kullandıkları bir bölüm yazsaydın yada güçlerinden biraz daha geç bahsetsen bence daha iyi olurdu.çünkü şimdi hiç bir ipucu vermemişken bir anda onların gücü olduğu ortaya cıktı.oysa ben sadece cocukların güçleri olacagını düşünmüştüm.
bunların dışında hikayen çok sürükleyici biraz daha aksiyonla çok harika olur.devamını bekliyorum.
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - 5. Bölüm Fragmanı Eklendi
Gönderen: - 27 Aralık 2009, 20:22:31
Tabi ben bütün hikayeyi kafamda kurduğum için bana oldukça mantıklı geliyor yaptıklarım =) Güç meselesinin özü de bu cildin konusu olduğu için birkaç bölüm içinde büyük bir kısmı açıklanacak. Bölümleri yayınlama hızımla hikayenin ilerleyişi arasında bir bağlantı yok. Ben tekrar bu kadar yavaş yayınladığım için özür dilerim ama bu yavaşlık yüzünden hikayeyi daha yoğun ve hızlı bir hale getiremem. Yazılan her sahnenin bir anlamı var ve hiçbiri atlanamaz.

Son olarak yeni bölümün fragmanını vereyim:

~Geradon Yazıtları~
Cilt 1: Kayıp Savaşçı
Bölüm 5: Tıpkı Eskiden Olduğu Gibi

Değer Verdiğiniz Birini Kaybettiğinizde

“O gitti, Oğuz. Ne kadar aksine inanmak istesem de gitti.”

Sizi Asıl Delirten Yokluk Hissidir
“İçimde asla dolmayacak bir boşluk oluştu.”

Ve Eğer Onu Geri Getirmek İçin Bir Şans Yakalarsanız
“Gerçekten sen misin?”

Elinizden Gelen Her Şeyi Yaparsınız
“Hemen Alanya’ya dönmeliyim.”

Beklenmedik Bir Ziyaretçinin Gökçe’ye Verdiği Umut
“Ben yanındayım. Tıpkı eskiden olduğu gibi.”

Gizem’in Çaresizce Aşkı Arayışı
“Tek istediğim ona nedenini sormak.”

Ve Her Şeye Yeniden İnanmak İçin Bir Sebep Bulan Anıl
“Ne pahasına olursa olsun, onu bulacağım.”

Hepsi Yeni Bölümde
“Seni öldüreceğim. Biliyorsun.”
“Biliyorum, Ekrem.”
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - 5. Bölüm Fragmanı Eklendi
Gönderen: mit - 28 Aralık 2009, 13:29:10
Bence oldukça iyi gidiyor. Karakterlere bir kez alışınca, bir de bölüm başlarındaki tarihlere dikkat edince anlamamak için bir neden kalmıyor. Düşündürücü olması bir artı benim için. Hem böyle yazılması sıradanlığını öldürüyor.

Bir de Kenan'a karşı garip bir sempati başladı bende :) Çok çok iyi anlayabiliyorum onun o mahkumiyetini, çaresizliğini ve karşılıksız kalan sevgisini... Neyse ki ben o prangalardan kurtulalı çok oldu.

Devam...
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - '5. Bölüm: Tıpkı Eskiden Olduğu Gibi' Eklendi
Gönderen: - 29 Aralık 2009, 12:38:51
Spoiler: Göster
Bu bölümü olaylara elimden geldiği kadar netlik kazandırmak amacıyla yazdım. Diğerlerine göre daha çabuk yazıldı çünkü soru sormaktan çok cevap veren bir bölümdü. Yani bana göre =) Şunu unutmayın birinci cilt bittiğinde yazılan sahnelerin neredeyse hepsi bir bütünlük kazanacak. Şimdi size anlam ifade etmeyen ya da yanlışmış gibi gelen şeyler toparlanacak.

Unutmadan bu bölüm 3. bölümün devamı niteliğindedir. Yine de anlam karışıklığını azaltmak için kısa bir özet kısmı hazırladım. Bu kısmı okumanın size daha önce olanları hatırlatacağını düşünüyorum. İyi okumalar ve yorumlarınız için şimdiden teşekkürler.


~Geradon Yazıtları~
Cilt 1: Kayıp Savaşç
ı

Geradon Yazıtları'nda Önceki Bölümlerde;

      Gökçe rüyalarında Kerem’i görmektedir. En son gördüğü rüyada Kerem onu, Gizem ve Anıl’ı yapmaları gereken görevden vazgeçirmeye  ikna etmeye çalışır. Kız uyandığında onu dinleyip bu işten elini eteğini çekmeye karar verir. Günün sonraki saatlerinde odasında otururken birden kapısı çalar ve içeri hiç beklemediği biri girer.
      Gizem en yakın arkadaşı olan Gökçe’nin kendisine dürüst olmamasından dolayı duyduğu öfkeyle ve Anıl’a bir an önce ulaşma isteğiyle hastaneden çıkar ve eşyalarını toplayıp Marmaris’e gitmeye karar verir. Annesi onu engellemeye çalışınca da evden kaçıp dedesinden yardım ister.
      Anıl ise sevgilisini ve dostunu geride bırakmanın verdiği rahatsızlıkla boğuşurken, kolyesinden Kerem’in sesini duyar. Bu bir yardım çağırısıdır.

Bölüm 5: Tıpkı Eskiden Olduğu Gibi
Haziran 2009
   “KEREM? Gerçekten sen misin? Orda mısın?” diye bağırdı kolyeye doğru. Duyduğu heyecan yüzünden bütün konsantrasyonu bozulmuştu. Tekrar yoğunlaşmaya çalıştı. Bu sakinliği nasıl sağlayacağını bilmiyordu ama tek şansının dikkatini vermek olduğundan emin olduğu için bunu başardı ve onu tekrar duydu:
   “Nerede olduğumu bilmiyorum, Anıl. Bana yardım et, lütfen. Korkuyorum.” Kerem’in sesi bu sefer çok daha kısıktı. Yine de Anıl onu net bir şekilde duyabiliyordu.
   “Merak etme. Sana yardım edeceğim. Edeceğiz. Kurtulacaksın.” diye cevap verdi Anıl bir an ne diyeceğini bilemeyerek. Aklında bunu nasıl yapacağına dair hiçbir fikir yoktu ama bu önemli değildi. Önemli olan tek şey, Kerem’in yaşıyor olmasıydı. Kolyeden başka bir ses gelmedi. Anıl kolyeye baktı ve parlaklığının söndüğünü fark etti. Anlaşılan Kerem ona ulaşmak için bütün enerjisini kullanmıştı. Anıl’ın kalbi belki de atabileceği en yüksek hızda atıyordu. Demek geçen bir ay boyunca Gökçe aslında haklıydı. O yaşıyordu.
   İlk şoku atlatınca ayağa fırladı ve çantasını hazırlamaya başladı. Beş dakika içinde aşağıya inmişti. Anneannesi ona şaşkınlıkla bakıyordu.
   “Hemen Alanya’ya dönmeliyim ve sen de benimle geliyorsun.” dedi Anıl itiraz kabul etmeyen bir sesle.
XXX
   Gökçe kapıdan giren eski arkadaşını görünce bir an hiçbir şey söyleyemedi. Eğer gözlerindeki o mutlu ifade olmasaydı, misafiri ona kırılıp geri bile dönebilirdi.
   “Sormadan girdim ama, girebilirim değil mi?” diye sordu misafiri. Gökçe sadece:
   “Saçmalama.” diyebildi. Misafir, elinde getirdiği çiçekleri ona doğru hafifçe uzatıp:
   “Bunları sana aldım.” dedi.
   Gökçe en sevdiği çiçek olan beyaz nergislerden oluşmuş demeti gülümseyerek aldı. Hala şokta olduğu belliydi. Yine de nergisleri koklamamayı unutacak kadar şokta değildi. Gerçekten kötü kokarlardı. Sevgi dolu gözlerle çiçeklere bakıp sonra da onları yanında komodinin üzerine bıraktı.
   “Gerçekten burdasın, değil mi?” diye sorabildi birkaç kere ağzını açıp kapadıktan sonra. Misafiri kafasını salladı.
   “Niye bu kadar şaşırdın ki? Bir gün tekrar karşılaşacağımızı söylemiştim.” dedi sakin bir sesle.
   “Neredeyse iki yıl oldu, Oğuz. Artık bizi tamamen unuttuğunu düşünmeye başlamıştım.” diye cevap verdi Gökçe. Yavaş yavaş konuşma ve iğneleme yeteneğini kazanıyordu.
   “Sence de azarlamaya başlamadan önce bir sarılman gerekmiyor mu?” diye sordu Oğuz.
   “Ah, haklısın. Kabalığımı mazur gör.” dedi Gökçe alayla ve doğrulup ona sıkıca sarıldı. Bırakmak istemiyordu. Bırakırsa onun da gideceğinden korkuyordu. Oğuz sanki onun düşüncelerini okumuş gibi:
   “Buradayım, Gökçe. Ben yanındayım. Tıpkı eskiden olduğu gibi.” dedi. Sesindeki o rahatlatıcılık hiç değişmemişti.
   “Sesin mi kalınlaştı senin?” dedi Gökçe gülerek. Onu kendinden biraz itti ve yüzüne baktı; “Sivilcelerinde azalmış sanırım?”
   “Aynı eski Gökçe olduğunu görmek o kadar güzel ki anlatamam.” diye cevap verdi Oğuz, Gökçe gibi alaycı bir ifadeye bürünerek.Fakat Gökçe bunu duyunca birdenbire durdu. Aynı eski Gökçe değildi. Hiçbir şey eskisi gibi değildi ki, o olsun. Kerem yoktu artık. Birden, Oğuz’un geri dönüşüne sevinmesinin bile yanlış olduğunu hissetti. O suçluydu. Nasıl sevinebilirdi ki?
   Oğuz onların ilk okuldan beri arkadaşlarıydı. Liseyi okumak için Ankara’ya gitmişti. Fakat gitmeden önce Alanya’da yaşadığı şeyler yüzünden herkesle bağını koparıp, yeni hayatına öyle başlamıştı. Babasının şehirde saldığı kötü ekonomik ün yüzünden aile adları kirlenmişti. Alanya’daki hayatının son zamanlarında şehrin tüm zenginlerini dolandırıp ailesini de geride bırakarak yurtdışına kaçmıştı. O günden beri de ondan haber alınamamıştı. Bunun üzerine annesiyle başbaşa kalan Oğuz’un bir de şehirdeki insanların öfkesiyle yüzleşecek gücü kalmadığı için yeni bir hayata başlamıştı. Giderken geride bıraktığı şeylerden biri de Gökçe’yle doyasıya yaşanmaya hiç fırsat bulunamamış aşklarıydı.
   Gökçe, Oğuz’un ilk aşkıydı. Oğuz da Gökçe’nin... Fakat bunu itiraf etmek için o kadar beklemişlerdi ki, hayat onları cezalandırıp yollarını ayırmıştı. Aslında Gökçe’nin aldığı ilk büyük darbe iki yıl önceki bu vedalaşmaydı. Tabi ki Kerem’i kaybetmekle aynı şey sayılmazdı. Sonuçta onun yaşadığını ve bir şekilde hayatına devam etme şansı olduğunu biliyordu ama yine de onunla hiç yaşama fırsatını bulamadığı şeyler için de hep üzülmüştü.
   O gittikten sonraki ilk zamanlar Kerem ve Gizem iyi dostların yapması gerekeni yapmışlar ve sessizce onunla ilgilenmişlerdi. Yavaş yavaş Gökçe de hayatın iyi yönlerini yeniden fark etmeye başlamış ve dostlarına sarılmıştı. Zaten ne olduysa ondan sonra olmuştu. Oğuz hayatından çıktıktan sonra Kerem’in hiçbir zaman fark etmediği özelliklerini fark edip ilgilenmeye başlamıştı. Onun çok farklı bir yönünü tanımıştı ve Oğuz için hissettiği her şey ya da belki çok daha fazlasını onun için hissetmeye başlamıştı. İlk başlarda bunun için kendinden nefret etse de, hislerini engelleyemiyordu.
   Bütün bunları, Oğuz’u görünce yeniden yaşamış gibi olmuştu. Kerem’e aşık olduktan sonra önceki hayatını adeta unutmuştu. Ara sıra Oğuz’u düşünse de kalbi hep Kerem için atmıştı ve Oğuz o gün o kapıdan girinceye kadar da onun geri geleceğini hiç düşünmemişti.
   “Ee, anlatacağın hiçbir şey mi yok?” diye sordu Oğuz onu geçmişe yaptığı buruk yolculuktan kurtararak.
   “Önce sen!” diyerek topu ona attı Gökçe. İçindeki yokluk hissi biraz olsun azalmıştı. En azından kafasını başka şeylere verebilecekti.
XXX
   “Neden içeriye gelmiyorsun?” diye sordu Kenan Bey, yani Gizem’in dedesi. “İçeride anlatırsın.” Fakat Gizem’in içeri girmeye niyeti yoktu. Bir an bile yavaşlarsa, Marmaris’e gitme imkanının kalmayacağının farkındaydı. Bu da Anıl’ı bulamaması demekti.
   “Hiç vaktim yok. Senden bir şey isteyeceğim. Beni Mar-“
   Bu sırada içerideki telefon çalarak, Gizem’in sözünü kesti.
   “Açma!” dedi kız neredeyse bağırarak. Telefon bir daha çaldı. Dedesi şaşkınlıkla ona baktı ve:
   “Neler oluyor, Gizem? İçeri gel işte. Ben de şu telefona bakayım. Sonra istediğin neyse hallederiz.” dedi. Telefon çalmaya devam ediyordu. Gizem annesinin aradığına emindi. İçeri girdi ama bir yandan da hızla olayı anlatmaya başladı:
   “Anıl’ın Marmaris’te olduğunu öğrendim. Hatta eminim. Oraya gitmem lazım fakat annem izin vermedi. Ben de onun yanından kaçıp sana geldim. Bana yardım edersin diye. Çünkü beni bir tek sen anlıyorsun, dede. Her şeyi bütün gerçekliğiyle biliyorsun. Tüm yaşadıklarımızı. Şimdi arayan da büyük ihtimalle, annem. Lütfen onu ikna et ve beni Marmaris’e götür.” diye bitirdi sözlerini ağlamaklı bir ifadeyle. Dedesi ona cevap vermeden telefonu açtı. Gizem’in annesinin sesi o kadar yüksekti ki dışarıdan bile duyuluyordu.
   “Gizem yanında mı, baba?” diye sordu kadın heyecanla.
   “Evet, yanımda.”
   “Tamam. Onu evde tut. Hemen geliyorum.”
   “Aslında, belki de olduğun yerde kalsan iyi olur Çağla. Benim yanımdayken Gizem’in güvende olduğunu biliyorsun.” dedi Kenan Bey.
   “Tek başına Marmaris’e gitmek istiyor. Buna izin veremezdim. Ama o bana karşı geldi.” diye açıkladı kadın. Belli ki o da kendini ikna etmeye çalışıyordu.
   “Tabi ki tek başına gitmesini izin veremezdin, Çağla. Fakat şu anda yanında ben varım. İnan bana buna gerçekten ihtiyacı var. Sonradan pişman olacağın kararlar verme. Bırak da onu Marmaris’e götüreyim. Sağ salim geri getireceğime söz veriyorum.”
   “Bu sadece benim kararım değil ki. Yavuz da buna izin vermez.” dedi kadın son bir umutla. Kenan’a güvenmediği açıkça görülüyordu.
   “Oğlumla ben konuşurum. Endişelenme.” dedi Kenan itiraz kabul etmeyen bir sesle. Onun bütün yollarını kapamıştı.
   “Pekala, baba. Ama lütfen dikkat et olur mu? Olanlardan sonra psikolojisinin iyi durumda olmadığını biliyorsun.” diye cevap verdi Çağla teslim olduğunu belirtircesine.
   “Sen de ona çok dikkat edeceğimi biliyorsun. Kendine iyi bak. Ona bir şey söylemek istiyor musun?” dedi Kenan.
   “Sadece çok sevdiğimi söylemek istiyorum. Bana inanmadığını bilsem de. Görüşürüz.”
   Karşıdan telefonun kapandığını belirten ses geldiğinde, Kenan o an kadının koşa koşa banyoya gittiğini biliyordu. Kızıyla olan bozuk ilişkileri yüzünden onun çok üzüldüğünü biliyordu ama bu kötü ilişkinin yaratıcısı da oydu. Gizem’le özellikle son yıllarda hiç ilgilenmemişti. Hayatına insanlar girip çıkarken, olağanüstü bir dünyaya adım atarken onun yanında olmamıştı. Gizem ilk adet döngüsüyle ilgili sorunları bile Gökçe’yle konuşmak zorunda kalmıştı.
Kazadan sonra ise birden bire değişip onunla ilgilenmeye başlamıştı. Onu kaybedebileceğini fark edince korkuların en büyüğünü yaşayıp ilişkilerine baştan başlamak istemişti. Fakat onu ne kadar çok sevdiğini o kadar zaman sonra hatırlaması Gizem için elbette pek bir şey ifade etmiyordu. Yine de Kenan bir anneyle kızı arasına giren kişi olmak istemiyordu. Bu yüzden Marmaris’ten döndükten sonra ilk iş olarak bir aile yemeği verip onları barıştıracaktı.
   “Teşekkür ederim.” dedi Gizem sevinçle ve ona sarıldı. Torunundan ara sıra saf sevgiyle aldığı bu kucaklamaların hayatın anlamı olduğunu düşünürdü bazen. Her şey sevgiden ibaretti aslında. Sevgide başlayıp sevgide bitiyordu. İnsanların her davranışı, her sözü birazcık sevgi içindi. Asıl başarı gerçekten sevmek ve sevilmekti.
   “Ne zaman yola çıkıyoruz?” diye sordu Kenan ve Gizem’in gözleri parladı.
XXX
   “Kararını değiştiren şeyi öğrenebilir miyim?” diye sordu Ayla şaşkınlıkla. Aslında belki de bu işi hiç karıştırmamalıydı. Sorduğuna bile pişman olmuştu. En iyisi hemen kalkıp hazırlanmaktı. Fakat Anıl cevap verdi:
   “İnanmayacaksın ama onu duydum, anneanne. Kerem’i. O yaşıyor ve ben ne pahasına olursa olsun onu bulacağım.”
   Kadın gerçekten de onun söylediği gibi inanmadı. Aslında inanamadı. Kerem’in o kazadan sağ kurtulmuş olması imkansızdı. O gece tılsımını bile yanına almamıştı ki. Onu kurtarabilecek hiçbir şey yoktu. Öyleyse bu nasıl olabilirdi? Anneannesi cevap vermeyince Anıl yeniden konuştu:
   “Odamda oturmuş tılsımımı inceliyordum. Birden parladı. Bana bir mesaj vermeye çalışıyor gibiydi. Yoğunlaştım ve onu duydum. Benden yardım istedi. Nerede olduğunu bilmiyormuş ve korkuyormuş. Yardımıma ihtiyacı var. Hepimizin yardımına ihtiyacı var.”
   Ayla ona inanmak istiyordu. Kerem’i de kendi torunu gibi severdi. Onun ölümü yüzünden yaşadığı suçluluğa bir de bu sevginin getirdiği acı eklenince, Kerem’in yaşadığına dair bir ipucu bulabilmek için bile bütün servetini verirdi.
   “Ne diyeceğimi bilemiyorum, Anıl.” dedi. Ama ayağa kalkmıştı bile. Kalbine söz geçiremiyordu.
   “Benimle, Alanya’ya gelmen yeter.” diye cevap verdi Anıl. “Kenan Amca’yı ara ve haber ver. Hem senin de onunla konuşman gerek , biliyorsun.”
   “Her şey çok hızlı, Anıl. Düşünmeme izin ver.”
   “Tüm olanları düzeltmem için bir şansım var anneanne. Her şeyi tıpkı eskiden olduğu gibi güzel hale getirmemin bir yolu... Bana yardım etmek zorundasın.” dedi Anıl yalvarırcasına.
   Ayla cevap vermek yerini başını sallamakla yetindi. Sonra da duvara monte edilmiş telefonun ahizesini kaldırıp yaklaşık yarım saat önce kendisini aramış olan numarayı tuşladı.
XXX
   O akşamüstü Alanya Aile Mezarlığı’nda da, Akdeniz akşamlarının verdiği o huzur hissediliyordu. Mezarlık kasvetten çok uzaktı. Zaten Alanya’da hiçbir yer kasvetli değildi ki. Mezarlıklar bile orada yatan insanların huzuruyla, rahata ermişti. Bir adam elindeki kırmızı karanfilleri önündeki güzel görünümlü mezara bıraktı. İçinde biraz Allah inancı olsaydı dua ederdi ama onun için dine bu kadar bile bulaşmak fazlaydı. Son sekiz aydır her hafta yaptığı gibi mezar taşındaki yazıyı okudu:
‘Hakan Murat Yıldırım
1948-2008

İdealler Uğruna Yaşanmış 60 Yıl
Dile Kolay 60 Yıl, Dolu Dolu Bir Hayat
Yapmak İstedikleri Geride Bıraktıklarına
Miras Olarak Kalacaktır
Huzur İçinde Yatsın’
   Ekrem Kemal Yıldırım, kardeşinin ölümünün sekizinci ayında bu mezarlıkta içindeki acı biraz bile azalmamış bir şekilde üzüntüsünü yaşıyordu.
   “İntikamını almaya başladım kardeşim. Kanın yerde kalmayacak. Endişen olmasın.” diye fısıldadı. Sonra da yirmi metre kadar ilerisinde kendisini bekleyen siyah jipe doğru ilerledi.
XXX
   “Ben de hiçbir değişiklik yok ki.” dedi Oğuz omuz silkerek. Gökçe ona inanmayan gözlerle baktı. Başka bir şehirde geçen iki yılda insanın hayatı nasıl değişmezdi ki?
   “Pekala, pekala.” dedi Oğuz en sonunda iki elini teslim olmuş gibi havaya kaldırarak. “Her şeyi anlatacağım. Baştan söylüyorum; bunu sen istedin.” diye devam etti gülerek.
   “Hadi, dalga geçmeyi bırak da anlatmaya başla.” diye cevap verdi Gökçe heyecanla.
   “Gittikten sonra numaramı değiştirdiğimi biliyorsun, bir şeylere yeniden başlamak zorunda olduğumu da... Ve Ankara bunu yapabilmem için bana bir şans verdi. Her şey umduğumdan daha iyi gitti. Yeni bir çevre edindim. Lisedeki insanların çoğu benim gibi yeni bir başlangıca yelken açmıştı. Anlayacağın her şey mükemmeldi. Yani neredeyse...” Oğuz birden sessizleşti. Anlaşılan, o an ‘o konu’nun açılacağı andı. Gökçe de bunu fark etti ama onu durdurmak için bir şey söylemedi.
   “Sen yoktun.” diye bitirdi çocuk sözlerini ve farklı bir tarafa bakmaya başladı. Gökçe’nin onu görmekten dolayı yaşadığı mutluluk birden sönmüş, geriye sadece çektiği acı kalmıştı.
   “Giden sendin, Oğuz. Ben de bir şekilde hayatıma devam etmek zorundaydım.” dedi soğuk bir sesle. Oğuz’un gözleri doldu. Verecek bir cevabı yoktu.
   “Neden burada olduğumu biliyor musun?” diye sordu Gökçe onun konuşmadığını fark edince başka bir konuya geçebilmek için. Bu konu da kendisine acı verse de aklına başka bir şey gelmemişti.
   “Evet. Kerem... Çok üzgünüm, Gökçe. Hepimizin başı sağolsun.” dedi Oğuz.
   “Ve o gitmeden önce olan durumumuzu?” diye üsteledi Gökçe dikkat çekmek istediği asıl noktayı belirterek. Birdenbire aklına Oğuz’a acı çektirmek gelmişti. Bu hayatta sadece o acı çekmek zorunda değildi ya? Biraz da ona acı çektirenler bunun karşılığını almalıydı.
   “Her şeyi biliyorum, Gökçe. Annemle, Kerem’in annesi çok iyi arkadaşlar. Birkaç gündür şehirdeyiz. Annem her şeyi öğrenmiş. Bana da bugün anlattı. Ben zaten seni görmek için cesaretimi toplamaya çalışıyordum ama senin hastanede olduğunu öğrenince hemen koşup geldim ve söylediğim gibi Kerem için çok üzgünüm. Kesinlikle bunu hak etmiyordu.”
   Gökçe’nin ruh hali sürekli değişiyordu. Yaşadığı gitgeller söyleyeceği şeylerin anlamını bozuyordu.
   “O gitti, Oğuz. Ne kadar aksine inanmak istesem de gitti.” dedi ağlamaklı bir sesle ona sarılarak. Çocuk onu o an en çok ihtiyaç duyduğu şeyi verdi: arkadaşlığını ve Gökçe’ye sarıldı.
XXX
   “İki buçuk saat sonra bir uçak var ve hala birkaç koltuk boşluğu var. Ama biletler gerçekten pahalı.” dedi Gizem bir yandan bilgisayarı açarken. Dedesi cüzdanından bir kredi kartı çıkarıp ona verdi ve:
   “Önemli değil ama acele etmeliyiz. Benim arabamla gidersek yetişiriz. Hemen biletleri al. En geç yarım saat önce havaalanında olmalıyız ki uçağa binebilelim. Gerçi uçakla gitmek de zor ama o kadar direksiyon sallamak çok daha zor. Ben yaşlı bir adamım.” dedi. Gizem, dedesine gelmekle ne kadar doğru bir karar aldığını fark etti. Bu sırada evin telefonu çaldı.
   Kenan Bey, koşar adımlarla gidip kimin aradığına bakmadan ahizeyi kaldırdı ve:
   “Alo.” dedi.
   Gizem diğer odada bilgisayarın başında biletleri almaya çalışıyordu. Tam ödeme işlemini yapmak üzereydi ki.
   “Dur.” dedi bir ses arkasında. Dedesiydi. Bir an içinden onun da izin vermekten vazgeçtiğine dair sevimsiz bir fikir geçti. Merakla ona dönüp:
   “Ne oldu?” diye sordu.
   “Bizim gitmemize gerek yok. Onlar buraya geliyormuş. Yola çıkmışlar bile.” diye açıkladı Kenan. Gizem’in yüzünde önce hiçbir ifade oluşmadı. Olanları idrak edebiliyormuş gibi görünmüyordu. Haftalardır ortada görünmeyen Anıl, birdenbire ne olmuştu da gelmeye karar vermişti ki? Geride bıraktıklarına çektirdiği acının yettiğini düşünüp tekrar hayatlarına mı giriyordu? Onun nerede olduğunu öğrendiğinden beri ilk defa durup düşündü. Onu ilk gördüğü zaman ne diyecekti ki? Neyin hesabını soracaktı?
   “Tek istediğim ona nedeni sormak.” dedi kendi kendine cevap vererek. Kenan Bey ona bir şey söylemedi. Belki de biraz yalnız kalmalıydı. Odadan çıkarken:
   “Geceleyin burada olurlarmış. Her şeyi o zaman açıklayacaklar. Sen de o zamana kadar biraz dinlensen iyi olur. Görünüşe bakılırsa önümüzde yine yorucu zamanlar var.” dedi ve arkasından kapıyı kapatarak çıktı.
   Dedesi haklıydı. Dinlenmek zorundaydı. Çok fazla bir şey yapmamış olmasına rağmen kendisini oldukça bitkin hissediyordu. Üzerine bile çıkarmaya gerek görmeden kendini misafir yatağına attı ve Anıl’ı düşünerek uyuyakaldı.
XXX
   “Arabayla mı gidiyoruz?” diye sordu Anıl hayal kırıklığına uğramış bir sesle.
   “Diğer türlü gitmemiz çok daha zor. Aynı vakte denk gelecek. Dalaman’dan direkt Antalya’ya sefer yok.” dedi Ayla Hanım. Anıl başını salladı ve eşyalarını arabanın bagajına koydu.
   On dakika sonra otobana çkmışlardı bile. Anıl sürekli tılsımına bakıyordu. Tekrar bir işaret ya da parlama görebilse, Kerem’in yaşadığını anneannesine de kanıtlayabilecekti. Fakat böyle bir şey olmadı. Aklındaki en korkunç düşünceye teslim olmadan edemiyordu. Ya hayal gördüyse? Ya yaşadığı üzüntüyü engelleyebilmek için beyni ona bir oyun oynadıysa?
   “Sana inanıyorum.” dedi anneannesi onu rahatlatmaya çalışarak. Çocuğun gözlerindeki ifadeden hissettiği şeyleri anlamıştı. “Sen de kendine inansan iyi olur.” diye devam etti.
   “Senle olan şu yolculuklarımız...” dedi Anıl gülümseyerek. Kafasını başka şeylere vermeye çalışıyordu. “Başımı her zaman büyük bir belaya sokmuşum gibi hissettiriyor.” Söylemek istediği şeyleri söyleyemiyordu.
   “Aslında bir araba yolculuğu sohbet etmek için çok iyi bir fırsattır. Yapacak fazla bir şey yoktur. Böylece konuşulmamış şeyleri konuşmak için bir şans yakalarsın.” diye cevap verdi anneannesi. Onun da söylemek istediği şeyler vardı fakat nedense bir türlü cesaret edemiyordu. En sonunda ikisi de söze başladı:
   “Bütün bu olanlar benim suçum.”
İkisi de aynı şeyi söylemişti. Sonra uzun süredir yapmadıkları kadar çok gülmeye başladılar. Kerem’in yaşıyor olma ihtimali ikisine de neşe ve daha önemlisi inanç vermişti. Çok sonra gülmeleri bitince:
      “Sizi bunların içine sokmamalıydım. Yaşınızın kaldırabileceğinden çok daha büyük bir sorumluluğun altına soktum sizi. Ama inan bana bütün bunları yaparken kötü bir niyetim yoktu. Tek amacım yaklaşan büyük felaketten insanları korumaktı. İlk başlarda bu işi sadece Kenan ile halledecektik. Yapabileceğimiz her şeyi yapıp, tüm imkanlarımızı kullanıp yazıtları çözecek ve dünyayı kurtaracaktık. Bunu dedene bile anlatmadım. Sana dedenden pek fazla bahsetmedim değil mi? Sen doğmadan çok zaman önce hayatımızdan çıktı. Yollarımız ayrıldı diyelim. Farklı pencerelerden bakıyorduk hayata. Ben de kucağımda bir kızla kalakaldım. Bu yüzden bir süre her şeyimi ona verdim. Onun dışındaki hiçbir şeye inancım kalmadı. Onu yani anneni büyüttükten sonra olaylar yeniden başladı. Yazıtları hiç bulamayacağımı düşünüyordum ama bir gün Kenan gelip yüzyıllar önce yapılmış kehanetler bulduğunu söyledi. Hepsi bizim yaşadıklarımızla ve yaşayacaklarımızla alakalıydı.”
      “Bize asla tam olarak bahsetmediğin şu kehanetler mi?” diye sordu Anıl kinayeli bir ses tonuyla. Anneannesi kafa salladı. Belli ki onun laf sokmaya çalışmasını anlamamıştı. Kendiyle konuşuyormuş gibi devam etti:
      “Kehanetler Latince’ydi. Ama bazı kelimeleri silinmişti ve dünyada sadece üç kopyası vardı. Allah biliyor ya, Kenan onları bulup benim inancımı tekrar kazandırmak için elinden geleni yaptı. Bütün kopyaları birleştirip eksik yerleri elinden geldiği kadar tamamlayıp kehanetleri neredeyse tam bir şekilde çözdü. O zamanlar siz daha çok küçüktünüz. Ama o kehanetler sizden de bahsediyordu. Ailelerinize ne olduğunu söyleyemedik. Hiç kimse bize inanmazdı. Tek umudumuz sizin gerçekten seçilmiş olanlar olduğunuza inanıp bize güvenmenizdi. Şükür ki böyle oldu.
     Tabi bu işin peşinde kötü niyetli insanlar da var. Daha önce de bahsettim, dünyadaki herkes insanların hayatına bu kadar önem vermiyor. Bazıları için insanlar ortadan kalkması gereken parazitler. Bu felaketin onlara müstahak olduğunu düşünüyorlar ve bizi engellemek için ellerinden geleni yapıyorlar. Tüm bu yaşadıklarımızın nedeni onların bu ölüdmre tutkusunu engellemeye çalışmamız.”
     “Benzinlikte olanlar...” dedi Anıl yaşadıkları kötü şeyler zincirinin ilk halkasını hatırlayarak.
     “Evet, o gün ikimiz için de korkunç bir gündü. Neyse ki bir yıldır olan her şeyi atlattık.”
     “Ama Kerem atlatamadı.” diye cevapladı Anıl.
     “Duydukların bunun tam tersini söylemiyor mu?” dedi anneannesi göz kırparak.
Anıl başını salladı. Kendini yorgun hissediyordu ama uyumak istemiyordu. Ayla Hanım’ın ise düşünecek başka şeyleri vardı.
XXX
11 Yıl Önce, Ağustos 1998
   Ayla Hanım torununu oynaması için getirdiği parkta bir bankta oturmuş gazete okuyordu. Dönemin cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ‘le ilgili birkaç haber vardı ön sayfada. Arada sırada gazeteyi indirip Anıl’ı kontrol ediyordu. Çocuk geçen bir iki yılda o kadar büyümüştü ki görünler onun 5 yaşında olduğuna inanamıyordu. Hareketliliği yüzünden bir anda ortadan kaybolabiliyordu. Bu yüzden ailesinin başına bir sürü dert açmıştı.
   Gazetesini okumaya devam ederken yanına birinin oturduğunu fark etti. Onun da kendisi gibi torununu ya da çocuğunu gezdiren bir kadın olduğunu düşünüyordu. Tam o sırada duyduğu ses ona ne kadar yanıldığını gösterdi:
   “Gerçekten de çok büyümüş.”
   Ayla konuşanın kim olduğunu biliyordu. Öfkeyle gazetesini indirip solunda duran adama baktı:
   “Burda ne işin var?” diye sordu nefretten başka hiçbir şey içermeyen bir sesle.
   “Ne yani artık eski karımı ve torunumu da ziyaret edemeyeceğim?” diye cevap verdi adam alayla. Ayla gözlerini devirdi ve:
   “Sen kimseyi öylece ziyaret etmezsin. Hem bu aileyle hiçbir ilişkin kalmadığını da benden çok daha biliyor olmalısın. Bir an önce amacını söyle ya da defol git.” dedi. Sesini yükseltmemeye çalışıyordu. Etrafta bir sürü insan vardı ve kimsenin bu olaya dahil olmasını istemiyordu.
   “Haklısın. Buraya gelip seni bulmamın her zaman olduğu gibi bir nedeni var. Çocuk doğduğundan beri, eski günlerine geri döndüğüne dair söylentiler duyuyordum ama pek fazla kulak asmıyordum. Bu kadar saçma kararlar alıp kendini ve sevdiklerini tehlikeye atacak bir insan olmadığını sanıyordum. Bu yüzden senin hayatına devam etmene izin verdim. Ama öyle görünüyor ki söylentiler gerçekten de doğruymuş. Geradon Yazıtları’nı araştırmaya yeniden başlamışsın.”
   “Bu seni hiç ilgilendirmez.”
   “Ah, inan bana ilgilendirir. Ayla eğer böyle devam edersen seni öldüreceğim. Biliyorsun.” dedi adam iç çekerek. Görünüşe bakılırsa bunu gerçekten yapmak istemiyordu.
   “Biliyorum, Ekrem.” diye cevap verdi Ayla. “Ve umrumda değil. Şimdi senden gitmeni istemek zorundayım yoksa polis çağıracağım.”
   “Polis gelene kadar çoktan gitmiş olurum. Belki de bu işi burada halletmeliyim.” dedi Ekrem elini hafifçe kaldırarak. Ayla gerçekten endişelenmeye başlamıştı. Ekrem’in neler yapabileceğini biliyordu. Bu sırada Anıl’ı fark etti. Oyununu bırakmış ikisine doğru bakıyordu.
   “Ona bak, Ekrem. Torununa... Beni onun gözleri önünde mi öldüreceksin? Söylesene sen ne zaman bu kadar kötü birine dönüştün?”dedi Ayla meydan okurcasına. Korkunun ona bir şey kazandırmayacağının farkındaydı. Anlaşılan Ekrem de insafa gelmiş olacak ki elini indirdi. Sonra ayağa kalktı ve kadına dönüp:
   “Bu işten uzak dursan iyi olur Ayla. Yoksa senin için hiç de iyi olmayacak. Bir yerden sonra bazı şeyler benim kontrolümden çıkabilir.” dedi. Sesi içtendi. Kadının başka bir şey söylemesine izin vermeden Anıl’a doğru ilerledi. Ayla bir an irkilse de adamın ona bir zarar vermeyeceğini biliyordu. En azından şimdilik. Ekrem, torununun başını okşadı ve ona doğru bakıp:
   “Gün gelir de biri senden dünyayı kurtarmanı isterse küçük adam, sakın kabul etme.” dedi. Beş yaşındaki Anıl onun ne demek istediğini anlamamıştı. Cevap vermedi. Ekrem de gülümseyip parkın çıkışına doğru ilerledi.
XXX
Haziran 2009
   “İçimde asla dolmayacak bir boşluk oluştu. Sürekli üşüdüğümü hissediyorum ve ondan başka kimse bana yardım edemezmiş gibi geliyor.” dedi Gökçe hıçkırıklarının arasından. Oğuz’a sarıldıktan sonra kendini tamamen bırakmıştı. Sürekli ağlıyordu. Oğuz da onu durduracak bir şey söylemiyordu. En iyisi içindeki her şey bitene kadar ağlamasıydı. Hoş sadece tek bir seferde bu mümkün değildi ama ne de olsa bir yerlerden başlamak gerekiyordu.
   Gökçe öyle ne kadar durduğunu hatırlamıyordu. En sonunda kendini geriye doğru çekti ve:
   “Geldiğin için çok teşekkür ederim, Oğuz.”
   “Biraz uyumaya ne dersin?” diye sordu çocuk gülümseyerek.
   “Uyandığımda burada olacak mısın?”
   “Bu sefer gitmek yok. Söz veriyorum.” dedi Oğuz ve yataktan kalktı. Gökçe’nin rahat etmesi için koltuğa geçecekti. Tam bu sırada titremeye başladı ve Gökçe’ye döndü. Gözleri kapalıydı.
   “Oğuz, ne oluyor? Doktor çağırayım mı?” diye sordu Gökçe şaşkınlıkla. Çocuk cevap vermedi. Birkaç saniye sonra gözleri açıldı. Gözlerinin beyazı yok olmuştu. Tamamen siyahtı. Gökçe korkuyla geri çekildi.
   “Ona inanma, Gökçe. Gerçek değil.” dedi Oğuz kendine ait olmayan kalın bir sesle.
   “Neden bahsediyorsun sen?” diye sordu kız. Fakat Oğuz’un gözleri tekrar kapandı ve yere yığıldı. Bilincini kaybetmişti.
XXX
   Alanya Aile Mezarlığı’ndan siyah bir jip çıkarken, beyaz bir araba giriyordu. Hava kararmak üzereydi. Beyaz araba büyük ihtimalle günün son ziyaretçisiydi. Araba elli metre kadar ilerledikten sonra durdu ve içinden güzel bir kadın indi. Kırklı yaşlarının başlarında olmasına rağmen otuzlarında gösteriyordu. Başına siyah saten bir başörtüsü takmıştı. Az önce mezarlıktan çıkan adamın durduğur yerden biraz daha ileri gitti. Yerde gördüğü hortumu alıp suyu açtı ve önündeki mezarı yıkamaya başladı. Zaten pek tozlu görünmüyordu. Mezar taşında yazanları okurken bir kez daha gözyaşlarını tutamadı:
‘Kerem Karahan
1993-2009

Bedeni Burda Olmasa Da
Sevenleri Onu Hep Burada Anacak
İyi Bir Evlat
İyi Bir Dost
İyi Bir İnsan
Ruhu Huzur Bulsun’

   Yıkamaya bitirdikten sonra elindeki çiçekleri toparağa bırakıp dün getirdiklerini aldı. Mezar taşını okşamaya başladı.
   “Herkes yavaş yavaş yoluna devam ediyor, oğlum. Seni geride bırakıyorlar. Ben yapamıyorum. Parçalara bölünüyorum sanki.” dedi gözyaşlarının arasında. Kerem’in annesi Pelin Hanım için geçen son bir ay acılarla doluydu. Oğlunu eğlenmeye yolladığı gece felaket haberi almıştı. Kurtarma ekipleri Kerem’i günlerce aramışlar fakat bedenini bulamamışlardı. Fakat onlara göre kurtulması da imkansızdı. Kadın mezar yapıldığından beri her akşam oraya gelip aynı şeyleri yapıyordu. Psikolojisi hiç iyi durumda değildi. Bazı geceler oğlunun sesini duyarak uyanıyordu ve onu görür gibi oluyordu.
Eli mezartaşının üzerindeyken başka bir el de onun elinin üzerine kapandı. Kadın korkuyla sağ tarafına baktı ve onu gördü.
   “Geri geldim, anne.” dedi karşısında capcanlı duran oğlu.
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - '5. Bölüm: Tıpkı Eskiden Olduğu Gibi' Eklendi
Gönderen: LewsTherin - 29 Aralık 2009, 23:47:33
güzel bir bölüm olmuş şuan ne olacağını kestirmek gerçekten çok zor.Oğuz'un olayı garip geldi.
Spoiler: Göster
birde keremin annesi gerçekten keremi mi gördü? çünkü kerem anıla nerede olduğumu bilmiyorum filan diyordu.eğer mezarlıktaki kerem gerçek kerem değil ise oğuz 'ona inanma' derken keremimi kastediyor.

bu bölüm baya bir aklımda soru işareti bıraktı :) devamını merakla bekliyorum.kalemine sağlık.
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - '5. Bölüm: Tıpkı Eskiden Olduğu Gibi' Eklendi
Gönderen: - 30 Aralık 2009, 00:05:20
Görünüşe bakılırsa hikaye gerçekten de sordurmak istediğim şeyleri sorduruyor. Bu iyi bir şey =) Bu bölümün devamı için Bölüm 7'yi beklemeniz gerekecek bildiğiniz gibi. Zaten 1. Cildin isminden de anlaşılacağı gibi (Kayıp Savaşçı) bu cilt Kerem ile alakalı. Bölümler büyük ölçüde o sahnelerde olmasa bile onun üzerinden ilerliyor.

Yine de 6. Bölüm bu sıradanlığın dışına çıkarak bize geçmişten bugüne dek uzanan bir hikaye anlatacak. Fragmanını yarın bölümün kendisini ise haftasonu koymaya çalışacağım yeni bölümün adı: Bir Zamanlar Antalya.

Yorum için teşekkürler. 
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - '5. Bölüm: Tıpkı Eskiden Olduğu Gibi' Eklendi
Gönderen: mit - 30 Aralık 2009, 11:45:27
Bayağı meraklanmaya başladım doğrusu :) Gerçekten de sağlam bir kurgunuz var. Üzerinde uzun zamandır düşündüğünüz hissini uyandırıyor insanda. Keyifle okuyorum. Teşekkürler...
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - '5. Bölüm: Tıpkı Eskiden Olduğu Gibi' Eklendi
Gönderen: - 30 Aralık 2009, 20:18:09
Ben hikaye yazmanın teknik bir iş olduğunu düşünmüşümdür hep. Özellikle fantastik hikayelerin. Öylece başlayıp bir yere varmasını bekleyemezsin. Bir soru sordurduğun anda o sorunun cevabını ve hangi bölümde açıklayacağını biliyor olman gerekir. Karakterlere verdiğin derinliği de öyle iyi ayarlamalısın ki insanlar onu hem tanımalı hem de sıkılmamalı. Ayrıca ilişkiler -sadece aşk değil tüm ilişki çeşitleri- çoğu zaman hikayeyi yürüten ana dayanaktır bana göre. Ben hiçbir zaman fantastik öğeyi çok fazla öne çıkarmam. Gerçekliğe en yakın o şekilde olduğunu düşünürüm çünkü. Tabi bütün bunları hakkıyla yapabildiğimi sanmıyorum ama en azından uğraşıyorum.

Geradon Yazıtları da üzerinde kesinlikle düşünülmüş ve yol haritası belirlenmiş bir hikayedir. Tabi bazen spontane şeyler yaptığım oluyor ama o zaman bile yazdığım olayın hikayeyle olan bağlantısını sağlıyorum ki ileride bir problem yaşamayayım. Umarım bu kadar laftan sonra yaşamam da =) Neyse ben lafı uzatmadan 6. Bölüm'ün fragmanını vereyim:

~Geradon Yazıtları~
Cilt 1: Kayıp Savaşçı
Bölüm 6: Bir Zamanlar Antalya

Hayatınızı Bir İnsanla Birleştirdiğinizde

"Hata yaptığını biliyorsun."

Bütün Sorunlarınızın Sona Erdiğini Düşünürsünüz
"O yazıtları bulmak zorundayım."

Öyle Ya, Kimse Bitmesi İçin Başlamaz Bir Şeye
"Beni takip ettiriyor."

Ama Gün Gelir Öylece Bitiverir Güzel Olan
"Bu işten uzak dur, Ayla. Devam etmen senin için iyi olmaz."

Beklenmedik ve Acı Vericidir
"'Sana söylemiştim' de hadi. Bunun için yanıp tutuştuğunu biliyorum."

Yine De Hayat Devam Etmek Zorundadır
"Bu işleri artık bıraktım."

Güçlü Bir Kadının Talihsiz Hikayesi
"Beni gerçekten sevip sevmediğini hep merak edeceğim, sanırım."
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - '5. Bölüm: Tıpkı Eskiden Olduğu Gibi' Eklendi
Gönderen: LewsTherin - 30 Aralık 2009, 20:40:39
Alıntı
Ben hikaye yazmanın teknik bir iş olduğunu düşünmüşümdür hep. Özellikle fantastik hikayelerin. Öylece başlayıp bir yere varmasını bekleyemezsin. Bir soru sordurduğun anda o sorunun cevabını ve hangi bölümde açıklayacağını biliyor olman gerekir..Ayrıca ilişkiler -sadece aşk değil tüm ilişki çeşitleri- çoğu zaman hikayeyi yürüten ana dayanaktır bana göre.

cok haklısın zaten buna ulaşan fantastik eser yerini göstermiştir.bu konuda özellikle zaman çarkı iyi bir örnek.
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - '6. Bölüm: Bir Zamanlar Antalya' Fragmanı Eklendi
Gönderen: - 30 Aralık 2009, 21:17:18
Fantastik Eserlere bakış açımı bilen çoğu arkadaşım bana Zaman Çarkı'nı önermiştir biliyor musun? Dersler yüzünden hala başlayamadım ama mutlaka okuyacağım.
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - '6. Bölüm: Bir Zamanlar Antalya' Fragmanı Eklendi
Gönderen: LewsTherin - 30 Aralık 2009, 22:07:25
yani benim en sevdiğim fantastik seri ki çoğu kişi içinde öyledir.seriyi okuduktan sonra çoğu kitabı onla karşılaştırmaya başladım.bende diğer kitaplar için çok yüksek bir beklenti oluşturdu :)
umarım en kısa zamanda okursun seninde bana hak vereceğini düşünüyorum.
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - Hikaye Hakkında Bilinmesi Gerekenler
Gönderen: - 01 Ocak 2010, 17:09:11
1. cildin ortalarına yaklaşırken size hikaye hakkında bilinmesi gerektiğini düşündüğüm şeylerin bir listesini yaptım. Yeni yılınız kutlu olsun bu arada.

-6. Bölüm: Bir Zamanlar Antalya şimdiye kadarki bölümler arasında Gizem, Kerem ve Gökçe'nin üçünün birden bulunmadığı ilk bölüm olacak. Ana karakterlerin çoğunun olmaması açısından yazması oldukça zor bir bölüm ama umarım iyi bir sonuç elde ederim. Bize geçmişle ilgili aklımıza takılan birkaç soru hakkında yanıtlar verecek aynı zamanda dördüncü bölümün finalinin devamı niteliğindeki sahnelerle bu konudaki merakınızın bir kısmını da giderecek.

-İlk cilt iki kısım halinde yayınlanacak, ilk kısım bittiğinde yaklaşık bir aylık bir ara verilecek. (Vizeler, sömestr tatili, memleket hasreti vs. =))

-İlk kısım gerçekten beklenmedik bir finalle bitecek. Bu yüzden de yeni bölümü beklemeye değecek.

-Hikayede şu ana kadar neredeyse hiç bahsedilmemiş olan Geradon Halkı büyük ölçüde ikinci cildin konusu. İlk ciltte yazıtlar haricinde pek bahsedilmeyecek. Ama Geradonlular hikayenin önemli bir parçası.

-Geradon Yazıtları'nın tek hikayesi beklenen felaketten insanları kurtarmak değil. Bu sadece ilk aşama, bu konuda ulaştıkları sonuca göre hikaye yepyeni bir boyut kazanıp o eksende ilerleyecek.

-Annesine mezarlıkta görünen Kerem, Gökçe'nin rüyalarına giren Kerem ve Anıl'dan yardım isteyen Kerem şeklinde üç Kerem'in hikayesi ve niye birbirlerinden farklı özellikleri olduğu açıklanacak.

-Oğuz'un, Gökçe'ye söylediği şeyi ('Ona inanma Gökçe. Gerçek değil.') neden söylediği ve hikayedeki rolü açıklanacak.

-Ekrem'in, Hakan'a bahsettiği güçlerin 'yeniden' ortaya çıkmasıyla ilgili olarak, Ayla ve Kenan'ın güç meselesi açıklanacak.

-Tılsımların ne işe yaradığı ve çocuklara ne gibi özellikler kazandırdığı açıklanacak.

-Kerem'in kaybedildiği gemi kazasını sadece karakterlerden duymayacaksınız, bu olayın nasıl olduğuna dair tüm ayrıntıları okuyacaksınız.

-Geradon Yazıtları iyi ve kötünün savaşını anlatmıyor. Yani tabi ki temeli iyi ve kötü ögelerden oluşuyor ama renkler o kadar net değil. Kimse siyah ya da beyaz değil anlayacağınız, herkes gri... Bu konuda anlatmak istediğimi en iyi ikinci ciltte göreceksiniz.

-Karakterler arası ilişkiler beklediğimizden farklı gelişecek.

-Oğuz hikayeye beşinci bölümde girdi ama kesinlikle en baştan düşünülmüş bir karakterdi. Gökçe ne kadar ana karakterse o da o kadar ana karakter.

-Henüz ikinci ciltteki olayları nasıl anlatacağıma karar vermesem de, ilk cildin anlatım tekniğinden farklı bir teknik kullanmayı umuyorum. Yani bu ciltte iki farklı zaman diliminde anlatılan hikayeler birleşecek.

-Geçmiş sahneleri hikayenin en önemli ögesi, bu hikayedeki boşlukları doldurmak için hep kullanılacak. Farklı bölümlerdeki geçmiş sahneleri birbirlerinin devamı niteliğinde olabileceğinden dolayı kafa karıştırabilecek nitelikte olsa da bunun önüne geçmek için elimden geleni yapacağım. (Bölüm başı özetleri, sahne başındaki tarihler vs vs.)

-Son olarak diyebilirim ki, okuduklarınız, okuyacaklarınızın garantisidir =)

Bölüm 6: Bir Zamanlar Antalya - Çok Yakında  ;)
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - '6. Bölüm: Bir Zamanlar Antalya' Eklendi
Gönderen: - 03 Ocak 2010, 16:57:34
Spoiler: Göster
Gerçekten yazmayı çok zor bir bölümdü. Umarım okurken sıkılmazsınız. Elimden geldiği kadar çok yanıt vermeye çalıştım. Ama bölüm uzunluğunu sıkmaması için belli bir sayfayla sınırlandırmak zorunda olduğum için bazı sahneleri daha sonra yayınlamak üzere kaldırdım. Bu yüzden hikayenin altının boş kaldığını hissederseniz lütfen belirtmekte çekinmeyiniz ama aynı zamanda ilerleyen bölümlerde bu sorunun ortadan kalkacağını da biliniz.


~Geradon Yazıtları~
Önceki Bölümlerde:
   Kenan ve Ayla, liseden beri arkadaştırlar. Kenan’ın Ayla’ya olan karşılıksız duyguları onun peşinden Fransa’ya gitmesine neden olur. Onunla birlikte arkeoloji okur. Geri döndüklerinde Kenan aşkını belli ederek ona evlenme teklif eder. Aldığı olumsuz cevap onu hayat boyu sürecek olan yarım kalmışlığa iter. Aradan geçen üç yıldan sonra İstanbul’da işletme fakültesi okuyan Kenan’ın ziyaretine gelen Ayla ona çok önemli haberleri olduğundan bahseder.
   2008 yılında, aradan geçen onca zamandan sonra Ayla yazıtları bulmak için torunuyla birlikte Alanya'ya gelir. Kenan'ın arabasını ödünç alarak yazıtların bulunduğu yere doğru yola çıkar. Fakat onun başarıya ulaşmasını istemeyen birileri ona ve torununa suikast düzenlemeyi planlamaktadırlar.

Bölüm 6: Bir Zamanlar Antalya
Şubat 1970
   Ayla ve Kenan herkesin aceleyle yürüdüğü sokakta yavaş yavaş ilerliyorlardı. Ayla oldukça heyecanlıydı. Kenan da ona verdiği değer yüzünden heyecanlı görünmeye çalışıyordu ama aslında heyecanlanabileceği hiçbir şey yoktu çünkü henüz Ayla bir şey anlatmamıştı. En sonunda dayanamayıp:
   “Bir iki dakika önce ‘dinliyorum’ dememiş miydim?” diye sordu. Ayla sanki onun orda olduğunu unutmuş gibi kendi kendine eğleniyordu. Onu duyunca dönüp:
   “Özür dilerim. Haklısın. Bak, direk konuya geleceğim tamam mı? Yaptığım mesleğin Türkiye’de pek yaygın olmadığını biliyorum. Bu yüzden de bu ülkeye iyi bir çalışma kazandırmak için elimden geleni yapıyordum. Birkaç ay önce çok yaşlı biriyle tanıştım. Gençliğinde Osmanlı yıllarında o da tarihle ilgilenirmiş. Bana bir uygarlıktan bahsetti: Geradon. Anadolu’da, Antalya civarında üç bin yıl önce var olmuş.” diye açıkladı. Kenan hala onun duyduğu heyecana anlam veremediği için bir yeri kaçırmış gibi hissediyordu.
   “Peki bu sana ne sağladı?” diye sordu kendini aptal gibi hissederek.
   “Onlar hakkında bir araştırma yaptım ve yaşadıkları yerde bir takım yazıtlar bırakmış olabileceklerine dair güçlü kanıtlarım var. Anlamıyor musun Kenan? O yazıtları bulmak zorundayım. Eğer bunu başarırsam tüm tarihimiz yepyeni bir boyut kazanır.”
   “Anlıyorum? Peki onların dilini nasıl çözeceksin? Bugüne kadar pek bilinmiyorsa dili de çözülmemiştir. Sen dilbilimci değilsin ki.” dedi Kenan omuz silkerek. Ayla ona kızgınlıkla baktı ve:
   “Allah aşkına Kenan, biraz ilgileniyormuş gibi yapsan benim için heyecanlansan ölür müsün? Bu kadar zor olmasa gerek. En iyi arkadaşlar bunu yapar.” dedi.
   “Tahmin et bakalım en iyi arkadaşlar başka ne yapar? Evlendiklerinde birbirlerini düğünlerine çağırırlar. Çocukları olduğunda haber verirler. Bunları başkalarından öğrenmelerini beklemezler. Tanıdık geldi mi?” diye sordu Kenan son üç yılın öfkesini tek bir cümlede toplayarak.
   Kenan’ın Ayla’yla yaptığı başarısız evlilik konuşmasından birkaç hafta sonra Ayla, Ekrem adında biriyle tanışıp ona aşık olmuştu. Onun için masal gibiydi. Birkaç ay sonra onunla hayatını birleştirmiş ve bir yıl sonra da çocukları olmuştu. Çok güzel yeşil gözlere sahip olan küçük bir kız çocuğu. Neredeyse bir yaşında olmalıydı.
Birbirlerine attıkları mektuplarda, birkaç ayda bir yaptığı ziyaretlerde ve yaptıkları telefon görüşmelerinde –ki bu o zamanlarda çok zordu- Ayla bunların hiçbirinden bahsetmemişti. Kenan ise bunları ortak arkadaşlarından ve ailesinden duymuştu. Onun için en acı olan, Ayla’nın arkadaş kalmak istemesine rağmen ona arkadaşlık göstermemesiydi. Eğer ondan bunu bile esirgiyorsa geriye ne kalırdı ki?
   Ayla duyduğu şeyler karşısında diyecek bir şey bulamamıştı. Kenan sonuna kadar haklıydı.
   “Yaptıklarımın bir açıklaması olmadığını biliyorum ama inan bana tek istediğim senin rahatsız olmamanı sağlamaktı. Eğer bunları duymazsan hayatına rahatça devam edersin diye düşünüyordum.”
   “Sırf yaptığın bu şeyler yüzünden, son üç yıldır hiçbir tatile gelmedim. Haberim olmadığını mı sandın? Seni bensiz kurduğun o hayatta rahatsız etmek istemiyordum sadece. Ne var biliyor musun, Ayla? Belki de Antalya’ya geri dönmelisin. Neydi o uygarlığın adı? Geradon mu? Bunun hakkında bir şeyler anlatacağın kişinin ben olduğumu sanmıyorum. Bence sen o seçimi çokça zaman önce yaptın ve şansını kaybettin.”
   “Bu kadar acımasız olma, Kenan. Sen benim en iyi arkadaşımsın. Ekrem bunları asla anlayamaz. Sırf bunu konuşabilmek için geldim buraya kadar. Yılda sadece birkaç kere yapabiliyorum, biliyorsun. Gerçekten vaktimizi böyle mi harcayacaksın? Tamam bir hata yaptım ama biraz affedici olamaz mısın?” diye sordu Ayla üzüntüyle. Onun kızgınlığını anlayabiliyordu ama bunları konuşup kavga etmek yerine bulduğu şeyleri konuşup en iyi arkadaşının fikirlerini almak istiyordu. Kenan başını iki yana sallayıp:
   “En azından hata yaptığını biliyorsun. O adamın seni benim kadar iyi anlayamayacağını asla onunla benimle olduğun gibi olamayacağını görüyorsun. Ama bu yetmez, Ayla. Bu konuda ‘biraz’ affedici olmaktan çok daha fazlası gerekiyor. Üzgünüm. Dediğim gibi, Antalya’ya dönüp son iki buçuk-üç yıldır yaptığın gibi yalnız devam etmelisin.” dedi. Ağzından çıkan her kelime içinde asla iyileşmeyecek yaralar açıyor olsa da bu şekilde olmalıydı. Artık Ayla’nın en iyi arkadaşı olmaktan yorulmuştu. Hayatı bundan ibaret değildi ve kendisi için de yaşamak zorundaydı.
   “Nasıl bu noktaya geldik?” diye sordu Ayla gözünden düşen bir kaç damla yaşa engel olamayarak.
   “Bilmiyorum ama işleri bu noktaya getiren ben değildim. Seni böylece bırakmayı hiç istemezdim.” diye cevap verdi Kenan dürüstlükle. Ama yapıyordu işte.
   “Düzeleceğimizi biliyorsun, Kenan. Zaman akar, acılar geçer, aşklar biter ve biz hep aynı kalırız. Bunu benim kadar iyi biliyorsun.” dedi Ayla son bir umutla. Fakat anlaşılan Kenan’ın o an için düzelmeye niyeti yoktu. Ayla bütün heyecanını yitirmişti. Oysa oraya kadar sadece heyecanını paylaşmak için gelmişti.
   “Artık hiçbir şey bilmiyorum, Ayla ve yetişmem gereken bir tören var. Mutlu olmanı gerçekten istiyorum. Başarıya ulaşmanı da... Umarım yazıtları bulabilirsin. Ama bu konuda ben yanında olamayacağım. Kendine çok iyi bak.” dedi Kenan ve ona sıkıca sarıldı. Ayla’nın gözlerinden hala yaşlar akıyordu. İçindeki acıya rağmen güçlü durmayı öğrenmeliydi. Kenan da kendine göre haklıydı. Sonsuza kadar onun bir parçası olamazdı ya. Kenan’ın sarılmasına karşılık vermekten başka çaresi yoktu.
   İki iyi dost kaderin onları yeniden birleştireceğinin farkında olmadan vedalaştılar.
XXX
Mart 1971
   “Anne?” diye bağırdı iki yaşındaki küçük kızı. Ayla başını sola çevirip yatağa baktı. Ardından gözü saate kaydı ve ışık hızıyla masadan kalktı. O kadar zamandır çalışıyordu ki yine kızına yemek yedirmek için geç kalmıştı. Kızını yataktan alıp mutfağa gitti ve bebek sandalyesine oturttu. Daha önceden hazırladığı çorbayı kısa sürede ısıttı. Tadına baktı ve içine biraz ekmek koyup ona yedirmeye başladı. Bir yandan da diğer yemeğin ısınmasını bekliyordu.
   “Çok mu acıkmış benim kızım?” diye sordu onun dünya tatlısı yüzüne bakarak. Kız başını salladı ve:
   “Teşekkür ederim. Çok güzel.” dedi bebeklere özgü o mükemmel sesiyle. Bu sırada evin kapısı çaldı. Ekrem gelmiş olmalıydı. Yemeği gündüzden hazırlamayı akıl ettiği için şükretti ve ısınan yemeğin altını kapatarak kızını kucağına alıp, kapıyı açtı.
   “Hoş geldin, babası.” dedi kızının elini ona sallayarak. Ekrem gülümsedi ve elindeki poşetlerle birlikte içeri girdi.
   “Kızım beni kapılarda mı karşılarmış? Gel de baban sana sıkıca bir sarılsın.” dedi. Bu sırada Ayla’nın dudağına da bir öpücük kondurmadan geçmedi. Ayla’nın mutlu aile tablosu buydu. Her akşam bu şekilde başlıyordu. Ayla yerdeki poşetlere uzandı ve:
   “Şunları mutfağa götürüp yerleştireyim.” dedi.
   “Sen bebeği al. Ben hallederim.” diye cevap verdi Ekrem gerekesiz bir gerginlikle. Ayla buna bir anlam veremese de kocasının dediğini yaptı.
   “Günün nasıl geçti hayatım?” diye sordu onun peşinde mutfağa giderken.
   “Her zamanki gibiydi. İş hayatının ne kadar sıkıcı olduğunu biliyorsun. Asıl eğlenen sensin, arkeolog hanım. Sen anlat bakalım.” dedi Ekrem neşeyle. Ayla gülümsedi. Geradon ile ilgili bulduğu şeyleri hala onunla paylaşmamıştı. Gün geçtikçe sonuca yaklaşıyordu ama nedense içindeki bir his Ekrem’in bu çalışmasına iyi bir tepki vermeyeceğini söylüyordu.
   “Bende de pek bir şey yok. Birkaç hafta sonra makalelerimi geliştirmek için şehir dışına çıkabilirim. Gitmem gereken yerler var.” dedi. İzin almıyordu sadece haber veriyordu. Evliliklerinde hep böyle olmuştu. Yapacakları şeyleri sadece birbirlerine söylerlerdi.
   “Olur tabi. Bebeğe annem bakar.” diye cevap verdi Ekrem tereddütsüzce. Fakat yine de Ayla onun yüzünden geçen gölgeyi fark etmişti. Ne zaman onun çalışmasından konu açılsa Ekrem böyle davranıyordu. Sonsuz ama yapmacık bir ilgi... Ayla bunun farkında olsa da bir şey söylemiyordu. Kocasının bu sözde ilgisi, çalışmalarını daha kolay yürütmesini sağlıyordu.
   “Ben bir üzerimi değiştireyim de, sofraya oturalım.” dedi Ekrem ve mutfağın kapısına doğru ilerledi. Bu sırada Ayla bir şey söylemek için ona doğru döndü ve kocasının poşetlerden bir tanesini yerden çaktırmadan alıp adımlarını hızlandırdığını fark etti. Poşet diğer alışveriş poşetlerine ziyade daha güzel görünüyordu. İşte o an anladı. Ekrem kesinlikle ona bir hediye almıştı. Gülümsedi ve kızını sandalyeye bıraktı. Masaya birkaç tabak koydu. Fazla meraklanmamaya çalışıyordu. Yine de buna engel olamadı ve onun peşinden odaya gitti.
Çalışma odasının kapısının önünden geçerken kapının aralık olduğunu fark etti. Ekrem içeride poşetten çıkardığı zarfa bakıyordu. Bu nasıl bir hediyeydi böyle? Zarfı açmadan çalışma masasının çekmecesine bıraktı ve odanın kapısına doğru yürüdü. Ayla geriye doğru çekildi. Onu izlerken yakalanmak istemiyordu. Kocası odadan çıkarken o da mutfaktan yeni geliyormuş gibi yapıp:
      “Çorba içiyorsun değil mi?” diye sordu gülümseyerek.
      “İçerim.” diye cevap verdi Ekrem. Ayla onun hala değişmemiş olan kıyafetlerine bakınca kendini bir açıklama yapmak zorunda hissetti ve:
     “Bugün hesap defterlerine bakarken aklıma bir şey takıldı. İşyeriyle ilgili belgelerin büyük kısmı burda. Ben de eve gelince bakmadan edemedim.” dedi.
     “Bir sorun yok ya?” dedi kadın onun bu kadar rahat yalan söylemesine şaşırarak. Ekrem’in böyle bir yönünü ilk defa görüyordu. Adam başını iki yana sallayarak gülümsedi ve:
     “Tek sorun seni işyerindeyken göremiyor olmam.” diyerek ona sarıldı ve öpmeye başladı. Ayla kendini hiç bu kadar rahatsız hissetmemişti. Kocasının çekmeceye koyduğu o zarfa bakmak zorundaydı. Bu sırada mutfaktan kızlarının ağlama sesi duyuldu.
     “Ben gidip, ufaklığa bakayım.” dedi Ayla ve Ekrem’i hafifçe itti.
     “Ben de giyinip geliyorum.”
   O gece yemeklerini yerken ve sohbet ederlerken her şey normalmiş gibi davranmaya çalıştı. Ama içini yakıp kavuran merak duygusunu gizleyemiyordu.
   “Bir sorun mu var?” diye sordu Ekrem endişeyle. Saat gece yarısı olmuştu. Kızları çoktan uyumuştu. Ayla gülümseyerek:
   “Ne sorun olabilir ki? Her şey mükemmel.” dedi ve uzanıp onu dudağından öptü.
   “Neden yatak odasına gidip hayal gücümüzü kullanmıyoruz?” diye sordu Ekrem ateşli öpüşmeleri bitince.
   “Evde bir sürü iş var. Onları halledeyim. Ben senin yanına gelip uyandırırım.” dedi Ayla. Ekrem ne kadar istese de ısrar etmedi. Anlaşılan o da yorulmuştu.
   “Eh, o halde ben yatayım.” dedi ve ayağa kalktı.
   O gittikten sonra Ayla’nın ilk yaptığı bulaşıkları yıkamak oldu. İşi elinden geldiği kadar ağırdan alıyordu. Bütün işleri bitmeden çalışma odasına gitmeyecekti. Ne kadar gecikirse Ekrem o kadar derin uykuda olurdu. Sabırlı olmak zorundaydı.
   Birden yaptığı şeyin ne kadar saçma olduğunu düşündü. Kocasına resmen güvenmiyordu. Adam o gelmeden önce pekala dediği gibi bir belgeye bakmış olabilirdi. Ondan sonra da işle ilgili bir zarfı çekmecesine koymuştu belki. Yaptığı her şeyi ona söylemek zorunda mıydı ki? Kendisi Ekrem’e karşı ondan beklediği kadar dürüst müydü? Gece boyu onun yalan söylediğini düşünmüş ve bunun nedenleri üzerine kafa yormuştu. Zarfa bakma işinden kendini vazgeçirmeye çalıştı. Bu sırada son bardağı da durulayıp bulaşıklığa koydu. Salona gidip etrafı toparladı. Hemen ardından kızını kontrol etti. Bir sorun yoktu.
   Artık yatak odasına gitmeliydi. Yavaş yavaş yürümeye başladı. Çalışma odasının kapısının önündeydi. Bunu yapmak istemiyordu. Kocasının arkasından yeterince iş çeviriyordu zaten. Yine de kendini tutamadı ve içeri girdi. Elinden geldiği kadar sessiz olmaya çalışıyordu. Birkaç adımda masanın yanına geldi ve beklemeden çekmeceyi açtı. Zarf oradaydı. Çıkarıp mühürlü olup olmadığına baktı. Değildi. Bu resmi bir zarf olmadığı anlamına geliyordu. Aynı zamanda içindekileri rahatça inceleyebilecekti. Elini zarfın içine atıp elini gelen kağıtları çıkardı. Onlara ışıkta bakınca fotoğraf olduklarını gördü.
   En üstteki fotoğrafta kendisi vardı. İki hafta önce belediye binasına gittiği gün çekilmişti. Böyle bir fotoğraf çektirdiğini hatırlamıyordu. Zaten pek de poz veriyormuş gibi görünmüyordu. Diğer fotoğraflara bakmaya başladı. Her fotoğraf onun üzerineydi. Evden çıkarkenki hali, kütüphaneye girerkenki hali... Ekrem bütün bunlara ait fotoğrafları nasıl elde etmişti ki? Ya da ‘niye’ elde etmişti? Ne cüretle peşine birini takardı?
   O an kocasından bu işleri saklamakla ne kadar haklı olduğunu fark etti. Kesinlikle güvenilmez biriydi. Fakat yapması gereken bunu açığa çıkarmak değildi. Ekrem yanlış bir oyun oynuyordu ve Ayla da bu oyunun sonuna kadar ona eşlik edecekti.
XXX
Haziran 1971
   Takip edildiğini öğrendiği günden beri eşiyle olan tüm ilişkisi bu güvensizlik üzerine kurulmuştu. Yapmak istediği şey onu kendi oyunuyla vurup amacını öğrenmek olsa da bunu yapmakta çok zorlanıyordu. Her gün onun söylediği başka bir yalanı yakalıyordu. Bir yandan çalışmalarını sürdürürken, diğer yandan da olabildiğince normal davranmaya çalışıyordu. Yine böyle akşamlardan birinde Akdeniz akşamı keyfini yaşayabilmek için balkonda yemek yiyorlardı. Ekrem’in kardeşi Hakan da yemeğe katılmıştı.Ülkenin siyasi durumunun işlere olan etkisini konuşuyorlardı.
Ayla ise Kenan’ı düşünüyordu. O hayatından çıktığından beri günden güne yalnızlaşmıştı. Yaşadığı şeyleri paylaşabileceği kimse kalmamıştı. Onu rahatsız etmemek için tekrar iletişime geçmemişti. Annesinden yakında şehre döneceğine dair birkaç şey duysa da konuyu kapatma konusunda ısrar etmişti. Beklentiye kapılmak istemiyordu. Kenan okulu bitirip geri döndüğünde de arkadaşlıkları konusunda hala aynı kararlılıkta olabilirdi.
     “Hangi düşüncelere kapıldın böyle?” diye sordu Ekrem onu içine düşündüğü yalnızlık çukurundan çıkararak. Ayla ona baktı ve gözlerindeki samimi görünen ifadeye tamamen yabancı olduğunu fark etti. Ekrem’e karşı içinde hiçbir şey kalmamıştı artık. Belki de beklemenin gereği yoktu.
     “Beni takip ettiğini biliyorum, Ekrem.” dedi birdenbire konunun üzerinde fazla düşünmeden. Kocası o sırada yudumladığı çorbayı gerisingeri püskürttü.
     “Neden bahsediyorsun sen?” diye sordu ağzını peçeteyle temizlerken. Haberi yokmuş gibi davransa da yüzündeki endişeden Ayla’nın bunu öğrenmesini beklemediği belliydi.
     “Evet yenge. Bu da nereden çıktı?” dedi Hakan lafa karışarak.
     “Beni takip ettiriyor, Hakan. Birkaç ay önce haberim olmadan çektirdiği fotoğrafları görünce öğrendim ve bu işe hala devam ettiğini biliyorum. Bu yüzden belki de bu işe karışmadan önce ağabeyinin vereceği cevabı beklemelisin.” diye cevap verdi Ayla. Bütün bu konuşmaları önceden hazırlamış gibi rahat konuşuyordu. Gerçeklerin ortaya dökülmeye başlaması onu rahatlatmıştı.
     “Seni takip falan ettirmiyorum Ayla. Bunu nereden çıkardığını bilmiyorum ama sana olan güvenim tam. Seni ne kadar sevdi-“
     “Sakın!” diye bağırdı Ayla elini kaldırarak. Kızlarının yan odada uyuyor olması iyiydi. Bu konuşmaların hiçbirini duymamalıydı. “Sakın bana sevgiden söz edip de yaptığın şeyi yalanlamaya çalışma. Yeter artık Ekrem. Yalan istemiyorum. Bana şu an şu masada her şeyi anlatacaksın. Neden haberim olmadan fotoğraflarım çekiliyor ve bunlar sana geliyor?”
      Ekrem derin bir nefes aldı ve:
      “Peki sen niye bana söylemeden Geradon Yazıtları üzerine çalışmalar yapıyorsun?” diye sordu artık konuların geri dönülmeyecek bir şekilde açıldığını anlayınca.
     “İkisi aynı şey değil.” diye cevap verdi Ayla  savunmaya geçerek.
     “Bak, Ayla.” dedi Ekrem şefkatli bir ses tonuyla. Ona kendini inandırmak için her yolu deniyordu. “Ne yaptıysam senin için yaptım. Yürüttüğün iş çok tehlikeli. Bu işinin içinde o kadar fazla insan varki. Yazıtları bulmamalısın.”
     “Ne demek bu?”
     “Geradonlular tahmin ettiğin gibi iyi insanlar değildi. Korkunç şeyler yaptılar. Bu yörenin insanını korumak için haklarındaki bilgiler saklandı ve öyle kalmak zorunda.”
     “Yalan söylüyorsun.”
     Ekrem yine derin bir nefes aldı ve Hakan’ döndü.
     “Bu konuşmayı dinlemek zorunda değilsin. Belki de eve gitsen iyi olur.” dedi. Fakat onun bu hareketi bile Ayla’ya samimi gelmiyordu.
     “Bak ne diyeceğim? Neden ikiniz birden gitmiyorsunuz? Evet, evet. Bu çok iyi bir fikir. Ekrem sen de Hakan’la birlikte git ve bir daha da karşıma çıkma. Seni görmek bile istemiyorum.” dedi yüksek sesle. Ekrem ona şaşkınlıkla baktı.
      “Yapma Ayla. Saçmalıyorsun. Böyle bir şey ilişkimizi bitirmeye değecek kadar önemli mi? Sadece seni korumak için yaptım. Bunu anlamak zorundasın.” diye cevap verdi sakin kalmaya çabalayarak.
      “Zorunda olduğum tek şey seni hayatımdan çıkarmak. Bana doğru dürüst bir cevap veremeyecek kadar yalanlara boğulmuşsun. Ya bir an önce gidersin ya da polis çağırırım.” dedi Ayla. Oldukça ciddi görünüyordu. Ekrem daha fazla ısrar etmedi. Ya da belki gitmek onun da işine geliyordu. Sebebi ne olursa olsun Ekrem, Ayla ilişkisi söylenmiş yalanlar yüzünden o gece sona erdi.
      O ve kardeşi kapıdan çıkarken, Ekrem geri dönüp:
      “Bu işten uzak dur, Ayla. Devam etmen senin için iyi olmaz.” dedi tehditkar bir ifadeyle.
      “Beni tehdit edecek kadar alçalacağını gerçekten düşünmemiştim. Defol git Ekrem ve beni de rahat bırak.”
Ekrem cevap vermedi ve sadece ceketini alarak evden çıktı. Ayla kapıyı kapatınca artık hayatına daha yalnız devam edeceğini fark etti. Sevdiği adam da yoktu artık. Kalbinin bir parçasını bir buçuk yıl önce İstanbul'da bırakmıştı. Şimdiyse diğer parçası saniye saniye yok oluyordu. Kızının odasına gidip onu kucağına aldı. Artık sadece kızı ve kendisi vardı. Bütün hayatını ona adayacaktı.
XXX
   Hakan ve Ekrem akşam karanlığında yürüyorlardı. Ekrem o kadar öfkeliydi ki arabayı almayı bile akıl edememişti. Tek istediği bir an önce uzaklaşmaktı. Hakan elini onun omzuna koydu ve:
   “Ben yanındayım.” dedi. Ekrem onun elini iterek:
   “Anlamıyor musun Hakan? O artık yok. Hayatımdan sonsuza kadar çıktı.” dedi.
   “Zamanla düzelecektir. O kadar emin olma.”
   “Ne yapacağımı bilmiyorum. Hayal ettiğim bütün dünya onun üzerine kuruluydu. Yapmaya çalıştığım her şeyi onun için yapıyordum. Beni dinlemedi bile.”
   “İstersen bir süre her şeye ara verelim.” dedi Hakan onun ne kadar üzüldüğünü görünce. Fakat Ekrem başını iki yana salladı. Gözleri öfkeyle dolmuştu.
   “Ne yapmak istediğimi anlamaya bile çalışmadı. Sormadı bile. Sadece bu kadar güveniyormuş demek ki bana. Hiçbir şeye ara vermiyoruz. Geradonlular ile ilgili her şeyi teker teker yok edeceğiz. Bu sayede zamanı geldiğinde dünyaya pislik gibi davranan insanlar cezalarını çekecek. Oda beni anlayacak ve tekrar birlikte olacağız.” dedi elinden geldiği kadar sakin bir şekilde.
   “Buna çok uzun zaman var abi. Biliyorsun.”
   “Beklemeye değer.”
   Ve iki adam karanlığın içinde kayboldu.
XXX
   Aradan geçen birkaç gün, Ayla'nın ailesine ve arkadaşlarına artık hayatına neden yalnız devam ettiğini açıklamaya çalışmakla geçti. Ekrem 'kendi isteği' diyerek topu ona atmış ve olaydan tamamen çekilmişti. Aslında bu bir bakıma iyiydi. İnsanlara istediği şeyi söyleyebiliyordu. İnsanlar her ne kadar hatalı olduğunu söylese de kararından vazgeçmedi.
   Ekrem evden ayrıldıktan dört gün sonra ilk acıyı hissetti:
   “Anne. Babam ne zaman gelecek? Onu göremiyorum.” dedi iyice dillenene kızı. Kadın bir an olduğu yerde kaldı ve hiçbir şey söyleyemedi. Sonra yüzüne en sevecen gülümsemesini oturtup arkasını döndü ve:
   “Çok yakında tatlım. Merak etme.” dedi. Bu kadar güzel rol yapabilmesine kendisi de şaşırıyordu. Herhalde anneliğin getirdiği bir şeydi.
   “Ama onu çok özledim.” dedi kız. Anlaşılan vazgeçmeye niyeti yoktu. Ayla, kızı her şeye ağlayan çocuklardan olmadığı için Allah'a şükretti.
   “Biliyorum hayatım. Sakın üzülme.” diye cevap verdi.
   “Nereye gitti ki?”
   “Çok uzakta işleri varmış. Sen daha çok büyüyebilesin diye çalışıyor. Merak etme.”
   Bunun üzerine kız oynamaya devam etti ve Ayla, o daha fazla soru sormadığı için rahatladı. Birden kapı çaldı. Kimseyi beklemiyordu ki. Herhalde yine ona öğüt vermeye gelen arkadaşlarından biriydi.
   “Kim o?” diye sordu kapının yanına geldiğinde.
   “Benim. Kenan.” dedi kısık bir ses. Anlaşılan konuşmaya çekiniyordu. Ayla kulaklarına inanamadı ve kapıyı açtı. Gerçekten oydu. Hiçbir şey söylemedi ve ona sıkıca sarıldı. Gerçekten çok özlemişti.
   “Özür dil-”
   “Şşt. Önemli değil. Hiçbir şey önemli değil. Yanımda olman yeter.” dedi Ayla mutlulukla. Kenan da gülümsedi. Gelirken bu kadar sıcak karşılanacağını düşünmemişti.
XXX
   “'Sana söylemiştim.' de hadi. Bunun için yanıp tutuştuğunu biliyorum.” diye bitirdi Ayla sözlerini. Onu içeri davet ettikten sonra her şeyi anlatmıştı. Kenan gözlerini devirdi ve:
   “Öyle bir şey demeyeceğimi biliyorsun. Tamamen mi ayrıldınız?” diye sordu şaşkınlıkla.
   “Dört gün oldu işte. Haberin yok muydu?” dedi Ayla. Kenan omuz silkti ve:
   “Geldiğimden beri kendime bir ev hazırlamakla ve annemin bana bulduğu kızla vakit geçirmekle uğraşıyorum.” dedi.
   “Sana kız mı bulmuşlar? Görücü usülüyle mi evleniyorsun yoksa?” diye sordu Ayla ona yakıştıramadığını belli ederek.
   “Evlenmem için bulmamışlar. Yani en azından öyle söylüyorlar. Birbirimizi tanımamız için sınırsız vakte sahipmişiz. Sonrasında olursa olurmuş. Bu işleri bilirsin işte.”
   “Peki nasıl biri? Adı ne?”
   “Adı Merve. İyi biri. Gerçekten. Annemden beklenmeyecek kadar başarılı bir seçim.” dedi Kenan gülerek. Ayla da güldü. Fakat gözlerine o acı oturmuştu. Bu yüzden gülmesi yarıda kesildi. Kenan üzüntüyle ona baktı ve:
   “Peki şimdi ne yapacaksın?” diye sordu.
   “Beni gerçekten sevip sevmediğini hep merak edeceğim, sanırım.” dedi Ayla. “Onun dışında da şehirden ayrılmayı düşünüyorum.”
   “Ne?” diye bağırdı Kenan şaşkınlıkla.
   “Şşt. Çocuğu uyandıracaksın.”
   “Sen ne söylediğinin farkında mısın? Antalya'dan gitmekten bahsediyorsun. Burası bizim memleketimiz ve buradan gidecek misin?”
   “Yapmak zorundayım. Burada son zamanlarda yaşadığım her şey kötü. Eskiden yaşadığım iyi şeylere dair hiçbir anım kalmadı. Yeniden başlamaya ihtiyacım var. Mesleğime daha uygun bir yere gideceğim.” diye cevap verdi Ayla. Kararlı görünüyordu.
   “Bunu yapmak zorunda değilsin. Burada kal. Ben yanında olurum. Her şeyi atlatmana yardım ederim. Hem çalışmalarında da yardımcı olurum. Sonuçta ben de koskoca bir arkeoloji bölümü bitirdim değil mi?” dedi Kenan onu neşelendirmeye çalışarak.
   “Kendine bir hayat kurmalısın Kenan. Beni sırtlamayı bırakmalısın. Bir buçuk yıl boyunca inan kendimi çok yalnız hissettim ama içimde bir yerlerde haklı olduğunu biliyordum. Yanlış anlama, sen benim her zaman en iyi dostum olarak kalacaksın. Ama en iyisi bu şekilde olması. Hem ben bu işleri bıraktım. Artık sadece kızımla ilgilenmem gerekiyor: Doğa'yla.”
   “Sen ve ben başka bir zamanda ve başka bir yerde sonsuz mutlulu yaşıyoruz biliyorsun değil mi?”
   Ayla cevap vermedi. Onun haklı olması bir şeyi değiştirmezdi. Olaylar böyle gelişmişti.
   “Nereye gidersen git en iyi dostun hep senin yanında olacak. Hep ziyaretine geleceğim. Sen de benim ziyaretime geleceksin tabi ki.” dedi Kenan onun cevap vermediğini fark edince. Ardından ona sarıldı.
XXX
Temmuz 2008
   “Doydun mu?” diye sordu Ayla torununa. “İstersen bir sandviç daha alabilirim.”
   Anıl başını iki yana salladı ve:
   “Doydum.” dedi.
   “O zaman gitsek iyi olur. Geç kalmak istemeyiz. Yazıtları bulmalıyız.”
   Anıl onu ikiletmeden ayağa kalktı. Ona çok fazla bir şey sormama kararı almıştı. Nasıl olsa hiçbir cevap alamayacaktı. Anneannesi bunu açıkça belirtmişti.
   Arabaya doğru yürürlerken Ayla telefonunun çaldığını fark etti. Telefonun sesini duyan benzinlik görevlisi ona ters ters bakarak, cep telefonlarının benzinlikte kapatılması gerektiğini gösteren tabelayı işaret etti. Kadın özür diler gibi baktı ve yola doğru ilerledi. Anıl ise arabanın yanında bekliyordu.
   Kenan arıyordu. Daha yeni buluşmamışlar mıydı? Söylemeyi unuttuğu ne olabilirdi ki? Önemli bir şey olma ihtimalini göz önünde bulundurarak telefonu açtı.
   “Ayla? İyi misin?” diye bağırdı telefonun diğer ucundaki Kenan'ın endişe dolu sesi.
   “Evet. Ne oldu ki?” dedi Ayla onun bu kadar endişelenmesine bir anlam veremeyerek.
   “Nerede olduğunu söyle. Hemen yanına geleceğim.”
   “Bir sorun mu var?”
   “Hayır. Yani evet. Bak oraya gelince açıklarım tamam mı? Hemen arabaya binin ve beni orada bekleyin. Ne olursa olsun arabadan çıkmayın.” dedi Kenan. Arabasının kurşun geçirmez camlarına güveniyordu.
   “Hiçbir şey anlamadım ama peki.” dedi Ayla. Tam bu sırada üzerindeki kıyafette dolaşan kırmızı bir noktayı fark etti. Sanki biri lazerle üzerine ışık tutuyordu.
   “Olamaz.” dedi her şeyi anlayarak.
   “Ne oldu? Ne oldu?” diye bağırdı Kenan.
   Cevap gelmedi. Hat kesilmişti.
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - '6. Bölüm: Bir Zamanlar Antalya' Eklendi
Gönderen: Baal Adramelech - 03 Ocak 2010, 17:11:58
Oha emre... Neyse demeyeceğim hiçbir şey.
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - '6. Bölüm: Bir Zamanlar Antalya' Eklendi
Gönderen: Elerki - 03 Ocak 2010, 20:35:01
Kayıp Ruh,

Öyle büyük bir saygı kazandınız ki benden... Gerçekten çok başarılı!

Okurken yorulmadım desem yalan olur. Yalnız, bu yorgunluğun sebebi hem hikayenin devamlı uyanık tutan özelliği -okurken dalmamak lazım kesinlikle- hem de -eleştiri olarak söyleyebileceğim tek şey kendi adıma- metinde hiç satır boşluğu kullanmamanız. İlki benim için harika bir şey ama ikincisi inanın gözü de yoruyor...

Hikayenin gerçek dünyada -hatta Türkiye'de- geçmesi apayrı bir özellik katıyor.

Karakterlerin birbiri arasındaki bağlantılar, zaman dilimleri... Enfes gerçekten... İnanın okurken 'ahh ahh' dedim.

Hele son bölüm! Durağanlığın içerisindeki adrenalin kıpırtıları... Zaten bunu bütün hikaye için söylemek mümkün.

Artık ben de takipçinizim. Elinize, böyle bir kurguyu yaratmak için verdiğiniz emeğe sağlık...

Tebrik ederim!
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - 7. Bölüm Fragmanı Eklendi
Gönderen: - 03 Ocak 2010, 21:28:37
Eleştirinizi dikkate alıp bundan sonraki bölümlerde paragraf aralarında satır aralığı kullanacağıma söz veriyorum =)

Söylediğiniz şeyler benim de okuyucuya aktarmaya çalıştığım şeyler. Sizin gibi bir yazardan böyle yorumlar almak gerçekten insana yazma şevki veriyor =)

Hikayelerimin ortak özelliği Türkiye'de geçiyor olmalarıdır zaten. En büyük hayallerimden biri Türkiye'ye fantastik bir eser kazandırabilmek. Umarım ileride bir gün başarırım.

Böyle bir yorumun ardından yeni bölümün fragmanını vermemek olmaz =):

~Geradon Yazıtları~
Cilt 1: Kayıp Savaşçı
Bölüm 7: Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak


Acısı Kalbini Dağlarken
“Buna inanamıyorum. Gerçekten sensin.”

Kaybettiği Oğlunu Yeniden Bulan Bir Anne
“Benim için yapmanı istediğim bir şey var.”

Geçmişten Gelen Dostunun
“Biri yardım etsin.”

Getirdiği Mesaja Anlam Veremeyen Bir Kız
“Hiçbir şey hatırlamıyorum.”

Aldığı Çağrıyla Yollara Düşen Bir Çocuk
“Ne kadar uğraşırsan uğraş hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.”

Yılların Ona Yaşattığı Izdırabı
“Tüm olanlar için üzgünüm.”

Kalbine Gömen Bir Kadın
“Biz hep aynı kalırız unuttun mu?”

Yollar Kesişiyor
“Gökçe'yi bulmamız gerek.”

Ve Ekip Toplanıyor
“Ben buralarda olacağım.”
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - 7. Bölüm Fragmanı Eklendi
Gönderen: Elerki - 03 Ocak 2010, 21:41:31
Kayıp Ruh,

Of of! Son iki kısmın başlıkları! Neyse ki final dönemim. Erken yazsanız da okuyamayabilirim.

Böyle de avutayım kendimi... :D

Heyecanla bekliyoruz, efendim... :)
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - 7. Bölüm Fragmanı Eklendi
Gönderen: - 03 Ocak 2010, 21:52:26
Benim de final dönemim yaklaşıyor. Hikaye yavaş yavaş daha önce bahsettiğim o kısa tatile girecek gibi görünüyor. Ama daha önümüzde birkaç bölüm var.

Zevkle yazıyoruz, efendim =)
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - 7. Bölüm Fragmanı Eklendi
Gönderen: mit - 06 Ocak 2010, 17:17:32
Okudum ve beğendim efendim. Sürekli aynı şeyleri yazmamak adına çok fazla yorum yapmayacağım bu kez. Sizi izlemeye devam ediyorum ;)
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - 7. Bölüm Fragmanı Eklendi
Gönderen: - 06 Ocak 2010, 19:41:04
Zaten artık hikayenin görüntülenme sayısına daha çok bakıyorum =) Her yeni bölüm ekleyişimdeki görüntülenme sayısı gözle görülür arttığı için hikayenin en azından belli bir kitle tarafından okunduğunu düşünüyorum. Yine de olumsuz yorumlar olursa mutlaka beklerim. Diğer yorumları da beklerim aslında... Hoş bir şeyler duymak fena olmuyor hani =)

Teşekkürler. Yeni bölüm çok yakında... =)
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - '7. Bölüm: Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak' Eklendi
Gönderen: - 06 Ocak 2010, 20:56:31
Spoiler: Göster
Bu bölümden sonra hikaye bir yavaş yazılma olayına giriyor onu söyleyeyim. Sınavlarım olduğu için çok fazla ilgilenebileceğimi sanmıyorum ama tabi ki hiç belli olmaz. Yine de bir sonraki bölüm için sabırlı olmanızı umut ediyorum. Çünkü bu gerçekten de sezon arası tatil gibi olabilir.

Bölümün geneline bakarsak; yine birçok şeyi açıklamaya çalıştığım bir bölüm oldu. Tabi yine gizemi korudum ama bazı konularda da artık kafanızda net bir fikir oluşması için elimden geleni yaptım. Okuyup yorumlayanlara şimdiden teşekkürler. Bölümün uzun görünmesine bakmayın. Aşağı yukarı diğer bölümlerle aynı uzunlukta fakat her paragraftan sonra boşluk olduğu için uzun görünüyor. Elerki'nin eleştirisi üzerine bulmaya çalıştığım bir çözüm oldu umarım gözünüzün yorulma olayına bir çözüm olmuştur. İyi okumalar =)


~Geradon Yazıtları~

Önceki Bölümlerde

   Gökçe'nin Kerem'den önceki aşık olduğu kişi olan Oğuz şehre geri dönmüştür ve Gökçe'nin ziyaretine gelir. Bir süre sohbet ettikten sonra Oğuz birdenbire titremeye başlar. Gözlerinin beyazı kaybolur. Kendine ait gibi durmayan kalın bir sesle; 'Ona inanma, Gökçe. Gerçek değil.' der ve bayılır.

   Kerem'in annesi Pelin Hanım her akşam oğlunun mezarını ziyaret etmektedir. Acısını azaltmanın hiçbir yolunu bulamamıştır. Yine mezarlığa geldiği o akşam birdenbire onu görür: oğlunu.

   Anıl Kerem'den aldığı çağrıdan sonra Alanya'ya dönmek için anneannesini ikna eder. Birlikte yaptıkları yolculukta geçmişe dair bazı şeyler öğrenir. Gizem ise Anıl'ın bulmak için Marmaris'e gitmek isterken onun şehre geri döneceğini duyar.

   11 yıl önce, Ayla torununu parkta oynaması için dışarı çıkarmışken Ekrem onları bulur ve Ayla'ya peşinde olduğu şeyi bırakmazsa onu öldüreceğini söyler.

   Ve şimdi yeni bölüm;

Bölüm 7: Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak

Haziran 2009

   “Buna inanamıyorum. Gerçekten sensin.” dedi Pelin Hanım yanında oturan oğluna bakarken. Bir yandan yola dikkat etmeye çalışırken bir yandan da kanlı canlı geri dönen oğluna bakmaya çalışıyordu. Sanki gözlerini ondan bir an bile ayırsa ortadan yok olacak gibi geliyordu.

   “Evet anne, benim.” dedi Kerem gülümseyerek. “Ama beni gördüğünü diğer herkesten saklamak zorundasın.”
   
   Kadın ona çok ayıp bir şey söylemiş gibi baktı.

   “Neden bahsediyorsun sen? Geri döndüğünü herkes bilmeli. Herkes senin üzüntünü yaşıyor hala. Tıpkı beni mutlu ettiğin gibi onları da etmelisin.” dedi itiraz kabul etmeyen bir ifadeyle. Fakat anlaşılan Kerem onun bu ses tonunu pek umursamamıştı.

   “Herkes için geri dönmedim anne. Senin için döndüm. Üzgünüm ama beni sadece sen görebilirsin.” diye cevap verdi. Pelin Hanım bunu duyar duymaz arabayı yolun kenarına çekti. Birkaç derin nefes aldı.

   “Sen gerçek değilsin değil mi?” diye sordu hüzünle. Bu da kafasının kendisine oynadığı psikolojik oyunlardan biriydi. Kerem'in geri döndüğü falan yoktu. O kazadan kurtulmuş olması imkansızdı. Hem bu sadece 'ona' görünür olma olayı da bunun kanıtıydı.

   “Tabi ki gerçeğim. Sadece bu senin alışık olduğun bir gerçeklik değil.” dedi Kerem bilge bir ifadeyle. Annesi yeniden ona baktı. Ardından gözlerini kapatıp açtı. Kerem hala oturduğu yerdeydi. Bir yere kaybolmamıştı. Onu hayal ediyor olmalıydı. Psikolojisi gerçekten bu hale mi gelmişti? Peki ya hepsi gerçekse?
   
   “Anlayamıyorum.” dedi pes ettiğini gösterircesine. Oğlu gülümsedi. Bu gülümsemede Pelin Hanım'a tanıdık gelmeyen bir şeyler vardı ama ne olduğunu anlayamadı.

   “Bak, senin kafanda kurduğun bir hayal falan değilim anne. Buna emin olabilirsin” dedi güven verircesine. Kadın ona inanmak istiyordu. Fakat onu ilk gördüğünde yaşadığı sevincin getirdiği inanç dalga dalga ondan uzaklaşıyordu. Onun haklı olduğunu gösterecek şeylere ihtiyacı vardı.

   “Bunu sana kanıtlayabilirim.” dedi Kerem onun düşüncelerini okumuş gibi.

   “Nasıl?”

   “Hani babamın sana ilk evlilik yıldönümünüzde aldığı o mermer heykelciği hatırlıyor musun? Keman çalan zarif bir bayan. Dünyada en çok değer verdiğin şeylerden biriydi. Bana nedenini de söylemiştin hani; babamın siz evlendikten sonra bir görev olduğu için değil de seni mutlu edeceğini bildiği için aldığı ilk ve tek şeydi. Öyle değil mi?”

   Pelin Hanım başını salladı. Fakat bütün bunları hala kendi uyduruyor olabilirdi. Kerem de buna karar vermiş olacak ki devam etti:

   “İlla söyleteceksin sanırım. Birkaç ay önce ortadan kayboldu ya. Çok üzülmüştün. İşte o heykelciği ben kırdım. O sırada telefonda Gökçe'yle kavga ediyordum. O sinirle ne yaptığımı bilmiyorum. Birden fırlatmışım. Tuzla buz oldu. Evde kimse yoktu. Ben de topladım ve çöpe attım. Ne kadar çok sevdiğini bildiğim için de sana söyleyemedim. Üzgünüm. Gökçe'ye sorabilirsin. O benim kırdığımı biliyor.”

   Kadın birden gülmeye başladı. Kendini her şeye yabancı hissetmişti. Bulundukları diyalog ona garip gelmişti. O an dünyadaki her şey garipti. Gülme hissini engelleyemiyordu. Siniri iyice bozulmuştu. Ama oğluna inandı. İnanmak istedi belki de. İkisinin arasında çok fazla bir fark yoktu. Ona yeniden baktığında gözleri sevgi doluydu.

   O sırada kaldırımdan yürüyen insanların gözü sürekli arabaya takılıyordu. Onlara göre bir kadın sağına bakıp havayla konuşuyordu ve anlamsızca gülüyordu. Adamın biri çocuğunun böyle deli birini daha fazla görmemesi için çocuğunu çekiştirerek oradan uzaklaştırdı.

   “Peki niye sadece bana görünüyorsun?” diye sordu kadın aklındaki son soru işaretini de ortadan kaldırmak için.

   “Geri döndüm anne ama canlı olarak değil. Bunu sana söylemek bana ne kadar acı verse de ölü olduğum doğru. Sadece bunu tek başına yaşamanı istemediğim için geri döndüm. Seni hep ziyaret edeceğim. Yanında olacağım. Neden öldüğümü bütün ayrıntılarıyla öğrenmeni sağlayacağım ki suçluları bulup intikamımı al.” dedi Kerem. Konuşmanın sonuna doğru öfkelenmişti.

   “Gemide olanlar, bir kazaydı.” diye cevap verdi Pelin Hanım aslında kendi kendine ikna etmeye çalışarak.

   “Ah, inan bana değildi.” dedi Kerem. “Benim için yapmanı istediğim bir şey var anne. Gerçekleri öğrenip ruhumu huzura kavuşturmalısın. Ancak bu şekilde rahata ererim.”

   Kadın derin bir nefes aldı. Yaşadığı şeyin gerçek dışılığına mı endişelensin yoksa oğlunun aslında bir cinayete kurban gittiğine mi üzülsün anlamamıştı. Kafası patlayacak gibi oldu. Son bir saatte yaşadığı şeyler ona fazla gelmişti. Ama yine de güçlü olmak zorundaydı. Oğlunun ondan bir isteği vardı. Bunun onun için yapmalıydı.

   “Nereden başlayacağım?” diye sordu kararlı bir ifadeyle. Kerem yeniden gülümsedi. Annesi onun istediğini yapacağıı için gerçekten sevinmişti.

   “Önce kâhinin soyundan geleni bulmalısın.” dedi annesinin bu cümleden hiçbir şey anlamayacağını bilerek.

XXX

   “Oğuz! Kendine gel! OĞUZ!” diye bağırdı Gökçe. Onun yanına eğilmiş sarsıyordu. Fakat çocuk uyanmıyordu. Korkuyla nabzına baktı. En azından hala yaşıyordu. Birdenbire bir hastanede olduğunu hatırlayarak koridora koştu. Etrafına bakıp:

   “Bir yardım etsin! Arkadaşım bayıldı!” dedi kimin onu duyacağını umursamadan. Birileri yardıma gelmeliydi işte. Her kim olursa olsun. Birkaç hemşire onun yanına doğru koştu. Gökçe onlara eliyle işaret ederek içeri girdi. Fakat Oğuz çoktan ayağa kalkmıştı. Başını ovuyordu.

   “Ne oldu?” diye sordu şaşkınlıkla. Gökçe koşup ona sarıldı ve:

   “Bilmiyorum. Bayıldın. Şimdi iyi misin?” dedi. Bir an onu da kaybettiği düşüncesi bütün bedenini sarmıştı. Kalbi hala hızla çarpıyordu.

   “Düşüşü sert miydi?” diye sordu sarışın olan hemşire Gökçe'ye bakarak. Gökçe onaylar biçimde başını salladı.

   “Her şeyden emin olmak için bir doktorla görüşseniz iyi olur. Bir bayılma çok önemli olabilir.” dedi diğer hemşire.

   “Teşekkürler ama şu an iyiyim. Yarın gelip birkaç test yaptırırım.” dedi Oğuz kesin bir ifadeyle. Hemşirelerin ikisi de gözlerini devirdi ama cevap vermediler ve kendilerinden istenildiği gibi odadan çıktılar.

   “Dediğin şeyi hatırlıyor musun?” diye sordu Gökçe onlar odadan çıkar çıkmaz. Onun iyi olduğunu öğrendikten sonra konu diğer merak ettiği şeye gelmişti elbette. Çocuk ona hiçbir şey anlamıyormuş gibi baktı.

   “Hiçbir şey hatırlamıyorum. En son hatırladığım senin yanından koltuğa oturmak için kalktığım. Sonra yerde uyandım.” diye açıkladı ona elinden geldiği kadar yardımcı olmaya çalışarak. Fakat bu cevap Gökçe'yi hiç tatmin etmemişti.

   “Bana dedin ki: 'Ona inanma. Gerçek değil.' Bu sana bir anlam ifade ediyor mu?” diye sordu Gökçe umutla. Belki de bunun gördüğü rüyalarla bir ilgisi vardı. Hayatı son bir yılda zaten normallikten olağanüstülüğe doğru keskin bir geçiş yapmıştı. Bu yüzden olan garipliklere şaşırma özelliğini giderek kaybediyordu. Oğuz onun umudunu boşa çıkararak başını iki yana salladı. Sonra birden başını tuttu.

   “Of. Başım... İnanılmaz derecede ağrıyor.” dedi.

   “Belki de gerçekten bir doktoru görmelisin.” diye cevap verdi Gökçe endişeyle. Oğuz'un söylediği şeyi anlamlandırması sağlığından daha önemli değildi. Bu neden o konuda daha fazla bir şey sormadı.

   “Hayır. Bu düşmeden kaynaklanan bir şey değil. Son zamanlarda bu tarz baş ağrıları çekiyorum. En iyisi eve gidip dinlenmem.” dedi Oğuz.

   “Emin misin? Baş ağrıları... Bu bayılma falan... Birkaç test yaptırsan iyi olabilir.” dedi Gökçe kötü ihtimalleri düşünmemeye çalışarak.

   “Pekala, pekala. Korkutma beni. Hemşirelere söylediğim şeyi gerçekten yaptıracaksın değil mi? Yarın gelip doktorla görüşeceğim. Söz veriyorum.” diye cevap verdi Oğuz teslim olduğunu belli ederek. Kız rahatlamıştı.

   “Ben gideyim o zaman.” dedi Oğuz yeniden bir süre ikisi de konuşmayınca. Sonra da ona sarılıp:

   “Görüşürüz. Yarın uğrarım yine.” dedi.

   “Tamam, bekleyeceğim. Görüşürüz.” diye cevap verdi Gökçe. Oğuz yavaş adımlarla kapıyadoğru ilerdi. Tam çıkmak üzereyken Gökçe:

   “Oğuz!” diyerek onu durdurdu. Çocuk arkasını döndü ve ona baktı. “Gerçekten geleceksin değil mi?” diye sordu kız çaresizlikle. Bu sıralar onun dostluğuna çok ihtiyacı vardı. Oğuz:

   “Ben buralarda olacağım, Gökçe. Bundan sonra her zaman.” dedi göz kırparak. Sonra da el sallayıp odadan çıktı.

   Kapının kapanma sesini duyar duymaz yalnızlığın karabasan gibi üzerine çöktüğünü hissetti. Oda birden karanlıklaşmıştı sanki. Gerçekten yalnız kalmamalıydı. Ama uyumaya da korkuyordu. Yeniden rüya görmek istemiyordu. Kerem'i görmek onu eskisi kadar mutlu etmiyordu. Çünkü kendini sürekli suçlu hissediyordu. Onu görünce kalbinde oluşması gereken mutluluk yerini acıya bırakmaya başlamıştı.

   Kerem'in kendisinden istediği şeyi düşündü. Anıl ve Gizem'i bulup onları bu işten vazgeçirmek zorundaydı. Yoksa asla Kerem'e karşı olan suçluluk duygusunu içinden atamayacaktı. Gizem'in Anıl ile birlikte Alanya'ya geri döneceğini umuyordu. Kızın kendisine olan öfkesi geçince mutlaka ziyarete geleceklerdi. Sonuçta Ayla Teyze ve Kenan Amca bu işin yürümesini hala istiyorlardı. Bu da Gökçe olmadan olmazdı. O doğanın koruyucusuydu.

   Yazıtları ilk gördüklerinde dördününde bazı özel güçlere sahip olduğu anlatılmıştı. Dünyada diğer insanların yapamadığı bazı şeyler onlar yapabilirdi. Tabi bu Ayla Teyze'nin iddiasıydı. Kadın bütün bunları söylerken tek kanıtı onlara gösterdiği üzerinde garip harfler bulunan taştan yazıtlardı. Onu da elindeki bir rehberle Türkçe'ye kendi çeviriyordu. Allah biliyor ya, bütün o şeylere inanmak Gökçe'ye ilk başta çok zor gelmişti. Fakat Kerem onlara öyle güvenmişti ki Gökçe'nin başka çaresi yok gibiydi.

   Tılsımları aldıklarında sahip olduklara güçlerden ayrı olarak da bazı özellikler kazandıklarını öğrenmişlerdi. Her biri dünyada en önemli dört şeyin koruyucusuydu. Gökçe doğayı korumakla görevlendirilmişti. Anıl gökyüzünün, Gizem aşkın ve Kerem ise zamanın koruyucusu olmuştu. Korudukları şeyleri kontrol etme güçleri de vardı. Yani en azından söylenen buydu.

   Aradan geçen bir yılda güçlerini kullanma konusunda çok fazla ilerleme kaydedemişlerdi. Bırakın tılsımları kullanmayı en basit şeyleri bile yaparken zorlanıyorlardı. Ayla ve Kenan'ın onları eğitme çabası da çoğu zaman içler acısı bir hal alıyordu. Çünkü bu yaşlı ikili de güçler konusunda onlardan daha fazla bir şey bilmiyorlardı. Durum biraz içgüdüsel ilerliyordu. Her şey inançtan ibaretti bir yerde. İnanmayı seçerseniz bütün bu olanlar mantıklı hale geliyordu ama ya Kerem'in söyledikleri. Bu iş gerçekten de tehlikeli olabilir miydi? Yoksa o rüyalar sadece hissettiği suçluluğun bilinaçltından çekip aldığı cezalar mıydı? Oğuz gelmeden önce o kadar kararlıydı ki! Anıl'ı ve Gizem'i bu işten tamamen vazgeçirecekti ama şimdi o gelip 'Ona inanma.' demişti. Gökçe emin olamayacağını bilse de Oğuz'un Kerem'den bahsettiğini düşünmeden edemiyordu. Neredeyse emindi.

   Saate baktı. Düşünürken zamanın ne kadar çabuk geçtiğini anlamamıştı. Kerem'in hayatında olmadığı bir gün daha sinsice sona eriyordu. O acı verici takvime bir gün daha bekleniyordu. Bir zamanlar Kerem olmadan yaşayamayacağını düşünürdü. Nefes bile alamazmış gibi geliyordu. Acı acı gülümsedi. İnsan her şeye alışıyordu. Bu yaşama içgüdüsünün doğal bir sonucuydu.

   Bütün bu olanları; gördüğü rüyaları, Oğuz'un söylediklerini konuşacak birini bulmalıydı. Ona cevaplar verecek birileri olmalıydı. Kenan Amca'nın onlara ara sıra bahsettiği kehanetleri hatırladı. Hiçbir zaman okumalarına izin olmamıştı. Konu ne zaman açılsa adam başka şeylerden bahsetmeye başlıyordu. Belki de cevaplar kehanetlerdeydi. Ya da belki de her şeyden önce artık yattığı şu yataktan kurtulup hayata geri dönmenin zamanı gelmişti!

XXX

   Ayla Hanım'ın arabası saat gece yarısını biraz geçerken Alanya merkezine ulaşmıştı. İkisinin de daha sonraki hayatlarında hatırlayacaklarına emin oldukları konuşmaları yapmalarına on dakika kadar bir süre kalmıştı. Anıl heyecanlanmamaya çalışıyordu. Etrafına bakıp gece karanlığında gördüğü tanıdık yerlerin ona hatırlattığı anıların acısına odaklanarak heyecanını unutmaya çalıştı.

   Şehir merkezindeki Atatürk Heykeli'nin önünden geçiyorlardı. Anıl için Alanya'daki en önemli yer orasıydı. Gizem'e olan duygularını ilk o zaman açmıştı. Tılsımları aldıktan birkaç hafta kadar sonraydı. Yeni hayatlarına alışmaya çalışırken Anıl yeni girdiği bu arkadaş grubunda hızla kendine önemli bir yer edinmişti.

   Tabi ki her zaman onların yanında olmadığı için bazen dışarıda kaldığı oluyordu ama sabretme konusundaki büyük başarısıyla bu dışlanmayı hiçbir zaman sorun etmedi. Eninde sonunda düzeleceğini biliyordu. Düzelmişti de. Onların hayatına tamamen girmişti. Keşke girmeseydi. Keşke Alanya'ya hiç gelmeseydi. Bunu Gizem'i sevmediği için değil ona zarar verdiği için istiyordu. Eğer Kerem'in tılsımı kendisinde olsaydı ne yapar eder onu kullanmayı öğrenir ve her şeyin başlamasından önceki bir zamana dönerdi ve kendisine anneannesinin peşinden gitmenin hiç de iyi bir fikir olmadığı bir şekilde anlatırdı. Böylece Kerem hala iyi durumda olurdu. Onun yaşayıp yaşamadığına dair birazcık daha bilgi alabilmek için bir kolyeye bakıyor olmazdı.

   Ne yazık ki, o ne zamanın koruyucusuydu ne de zaman tılsımının yerini biliyordu. Tılsımla ilgili tek bildikleri şey Kerem'in o gece onu yanına almayı unuttuğuydu. Hala evde bir yerde olmalıydı ama olanlardan sonra kimse gidip tılsımı aramaya cesaret edememişti. Zaten Kerem gittikten sonra onu kullanabilecek kimse de kalmamıştı. Tılsımlar kişiye özeldi. Koruyuculardan biri öldüğünde ya da görevi bıraktığında onun yerini dünyadaki başka kimse dolduramazdı. Geri dönüşü yoktu.

   Her şey hepsi için ne kadar da heyecan dolu başlamıştı. Adım attıkları olağanüstü dünyada, insanların hayatlarının onların elinde olduğunu bilmek egoist bir biçimde harikaydı. Sokaktaki yürüyeşleri bile değişmişti. Diğer insanları kurtartılmaları gereken aciz yaratıklar olarak görme kibirine kapılmışlardı. Onlar kurtarıcılardı. Ne zaman kurtartılması gerekenlerden birileri haline gelmişlerdi? Her şey bu noktaya nasıl ulaşmıştı?

   Arabanın, çakıl taşlarını ezerken çıkardığı ses onu bir rüyadan uyandırırmış gibi düşüncelerinden çekip aldı. Her şeyin kötü olduğu o zamana geri dönmüştü. Anneannesi, Gizem'in de Kenan Amca'nın yanında olduğunu söylemişti. Ona ne diyeceğini bilmiyordu. Şu an yüzüne tükürülse hak etmiyorum diyemezdi. Geri dönmek birdenbire kötü bir fikir gibi görünmeye başlamıştı. Belki de Kerem'i tek başına bulmaya çalışmalıydı.

   “Hadi gidelim.” dedi anneannesi onun isteğinin aksine. Herhalde o kendini toparlamıştı. Anıl da oraya kadar geldikten sonra kararından vazgeçmedi. Zaten anneannesini kolundan tutup Alanya'ya kadar getiren kendisi değil miydi? Bu saatten sonra vazgeçtiğini söylemek artık iyice çocukluk olurdu. Arabadan indi.

   Anneannesi birdenbire ışık hızıyla hareket ediyormuş gibi göründü gözüne. Sanki insanın sadece gençliğinde sahip olabileceği bir enerjiyle koşuyordu. Ya da belki kendisi olması gerekenden çok daha yavaştı. Adımlarını hızlandırdı. Yapılacak bir şey yoktu.

XXX

   Birdenbire ve tamamen uyandı. Daha beyni ne olduğunu anlayamadan vücudu hareket etti ve uzanıp saate baktı. Gece yarısını geçiyordu. Eğer Anıl ve Ayla Teyze gelmiş olsaydı dedesinin onu mutlaka uyandıracağını biliyordu. Gözlerini ovuşturup ayağa kalktı. Pencereye doğru ilerledi ve denizi izlemeye başladı. Dedesinin evinin en güzel özelliği buydu. Bir tarafından deniz diğer tarafından dağlar izlenebiliyordu. Birdenbire sokaktaki arabayı fark etti ve kalbi hızla çarpmaya başladı. Bu Ayla Teyze'nin arabasıydı. Plakasını göremiyordu ama tesadüf olamayacak kadar farklı bir zamandı.

   Nitekim araba binanın bahçesine girdi ve çakıl taşlarını ezdi. Gerçekten gelmişlerdi. Bir süre kimse inmeyince morali bozuldu. Belki de geri döneceklerdi. Tam bunu düşünürken arabanın kapıları açıldı ve beklenen misafirler arabadan indi. Gizem onun yeniden görmenin yaşadığı şoku ve ona hatırlattığı aşkı bastırmaya çalıştı. Onunla göz göze geldiği ilk an yüzündeki tek ifadenin öfke olmasını istiyordu.

   Yavaş adımlarla içeri doğru ilerledi ve dedesinin koltukta uyuyakaldığını gördü. Anlaşılan o da beklerken yorulmuştu. Hatırı sayılır biçimde azalmış viskiyi fark edince daha da üzüldü. Misafirlerin binada olduğunu bildiği için adımlarını hızlandırdı ve dedesini sarstı. Adam onun daha ilk dokunuşuyla uyandı. Sanki sadece gözlerini dinlendiriyordu.

   “Geldiler mi?” diye sordu etrafına bakarak. Bir yandan gözlerini kırpıştırıyordu.

   “Hayır ama gelmek üzereler. Pencereden binaya girdiklerini gördüm.” diye açıkladı Gizem. Sesi sakin çıktığı için rahatladı. Böylece Anıl'a onu umursamadığını gösterebilecekti.

   Kenan ayağa kalkıp üstünü başını düzeltirken zil çaldı. Kenan torununa baktı. Gizem ona güven verici bir şekilde gülümseyerek hazır olduğunu göstermeye çalıştı. Adam buna inanmış olacak ki kapıya doğru ilerledi.

    Kapıyı açtıklarında ilk tepki Ayla'dan geldi. Gözünden akan birkaç damla yaşa hakim olamadan Kenan'a sarıldı.

   “Sanki seni yıllardır görmüyorum.” dedi burnunu çekerek. Kenan'ın ona duyduğu kızgınlık her zamanki gibi geride kalmıştı. Fakat aynı şey Gizem için geçerli değildi.

   “Merhaba Gizem!” dedi Anıl ona doğru bir adım atarak. Fakat neredeyse onunla aynı anda Gizem de bir adım geri çekildi.

   “Merhaba!” diye cevap verdiği sesine kazandırabileceği en soğuk tonla. Ona olan bütün duyguları nefrete dönüşmüştü sanki. Anıl bir an onun tılsımını kullanmayı öğrenip aşkını içinden söküp attığını düşündü. Hoş kendisinin yaptığı şey de, tılsımın yapacağı işi pekala görmüş olabilirdi. Ne olursa olsun bu işin Anıl'ın düşündüğünden çok daha zor olacağı kesindi.

   Ayla Gizem'e, Kenan da Anıl'a sarıldıktan sonra, Kenan onları salona davet etti. Havadaki gerginliği bozmak için hemen konuyu açtı.

   “Bizimle konuşacağınız önemli şey neydi?” diye sordu hepsi birlikte koltuğa otururlarken. Onun bu çabasını Ayla sadece kadınlara özgü bir yanlış anlama yeteneğiyle kendisini merak etmediğine yordu. Tek istediği konunun bir an önce konuşulup bitmesi olmalıydı. Onun istediğini düşündüğü şeyi yerine getirmek için konuya girdi:

   “Bu Anıl'ın anlatması gereken bir şey. Ama gerçekten önemli. Her şeyi değiştirecek.” dedi Ayla elinde olmadan gülümseyerek. Kerem'in geri dönme fikrinden duyduğu heyecan onun da yüzüne yansımıştı. Kenan ve -istemeyerek de olsa- Gizem, Anıl'a döndü ve bir açıklama beklemeye başladı. Çocuk hafifçe öksürdü ve konuşmaya başladı:

   “Buraya doğru yola çıkmadan hemen önce tılsımımından bir yardım çağırısı aldım. Ses inanması güç olsa da Kerem'e aitti.” Söylediği şeyi karşısındakilerin hazmedebilmesi için bir süre durakladı. Kenan ve Gizem tahmin ettiği gibi çok şaşkınlardı.

   “S-se-sen ci-ciddi misin?” diye sordu Gizem kekeleyerek. Sesine katmaya çalıştığı soğukluktan eser kalmamıştı. Şimdi pür dikkat Anıl'a bakıyordu.

   “Evet. Bana yardıma ihtiyacı olduğunu söyledi. Nerede olduğunu bilmiyormuş ama en azından hayatta. Onu bulacağız.” dedi Anıl gururla. Kerem'e yeniden kavuşma ihtimalinin üzerine bir de bir aydır hissettiği suçluluğu yok etme şansı eklendiği için kendini yeniden rahat hissetmeye başlamıştı. Tabi bu rahatlık sadece Gizem'le göz göze gelene kadar sürdü.

   “Bunun bir tuzak olmadığına emin misin?” diye sordu Kenan. Herkes olayın heyecanını yaşarken o hep mantık çerçevesinden bakardı ve her ihtimali düşünürdü.

   “Onun sesi olduğuna eminim.” diye cevapladı Anıl dürüstçe. “Ama bu bir tuzak olsa bile bu riske girmeyecek miyiz? Onu bulmak için her şeyi yapmayacak mıyız?”

   “Elbette yapacağız.” dedi Kenan onun gereksiz endişesini yok ederek.

   “Gökçe'yi bulmamız gerek. Bunu öğrenmek isteyecektir.” dedi Ayla Hanım. Kenan da başını salladı. Yine de aklında başka şeyler vardı:

   “Haklısın ama önce dinlenmeniz gerek. Hem konuşmamız gereken şeyler var.” dedi. Önce Ayla'ya sonra da çocuklara baktı ve: “Hepimizin.” diye ekledi. Anıl ise onun bu konuya nasıl bu kadar rahat bakabildiğini anlamıyordu.

   “Bir an önce onu bulmaya çalışmalıyız. Dinlenecek vaktimiz yok. Gidip Gökçe'yi hastaneden çıkaralım ve bu işe başlayalım.” dedi gençliğinin verdiği enerjiyle. Aslında Gizem de ona katılıyordu ama bunu belirtmeye gerek duymadı.

   “Bak Anıl, bu saatte hastaneye gidemeyiz. Çok geç oldu. Ayrıca kafamızı toplamak için yarın sabahı beklemeliyiz. İyi bir plan yapıp Gökçe'yi almaya gideriz. Ondan sonra anne ve babalarınızdan da izin alıp Kerem'i bulmak için aklımıza gelen her yolu deneriz. Ne kadar erken o kadar iyi diye düşündüğünü biliyorum ama inan bana plansız yola çıkarsak her şeyi mahvedebiliriz. Yarın yeni ve güzel bir gün olacak. Bu güne hazırlıklı olabilmek için dinlenelim.” diye açıkladı Kenan. Ayla da ona hak verdiğini belirtince bu işi daha fazla konuşmaya gerek kalmamıştı. Anıl her ne kadar onaylamasa da kabul etmek zorunda kaldı.

   O ve Gizem biraz büyüklerinin de zoruyla konuşabilmeleri için misafir odasına yollandılar. İkisi de birbirlerinden neredeyse bir metre uzakta odaya giderken Ayla arkalarından bağırdı:

   “Anıl, konuşmanız bitince, salona gel. Buradaki kanepede yatarsın.” Çocuk geriye dönüp ona inanmayan gözlerle baktı. Onun aklında ne vardı, anneannesi ne düşünüyordu. Cevap vermeyip Gizem'in peşinden odaya girdi.

   “Tüm olanlar için üzgünüm.” dedi odanın kapısını kapatır kapatmaz. Gizem odadaki yatağın üzerine oturmuştu. Kerem'in yaşıyor olma ihtimalinin sevincini yaşarken diğer yandan da Anıl'a büyük bir kızgınlık göstermek istiyordu. Bu ikisinin aynı anda yapmak imkansız gibiydi.

   “Şu an mutlu görünüyorsam, Kerem için.” dedi Gizem net bir ifadeyle. “Ayrıca üzgün olman bunları yaptığın gerçeğini değiştirmiyor.”

   “Biliyorum Gizem. Ama anlamak zorundasın. Eğer kalsaydım ve bu işe devam etseydik Kerem'in başına gelenler birer birer sizin de başınıza gelecekti. Bunun yerine her şeyi kendim halletmeliydim. Sana zarar gelmesini bırak bu ihtimalle bile yaşamak benim için imkansızdı.”

   “Ne var biliyor musun, Anıl? Sana inanmıyorum. Sen kaçmak istedin ve kaçtın. Her şey bundan ibaret. Hepimiz aynı şeyleri yaşadık. Gökçe bir aydır hastanede. Sen gittiğinde üzüntüsü azalmadı. Aksine arttı. Beni bıraktığın gibi onu da bıraktın. Aramadın bile. Şimdi geri gelip Kerem'in yaşadığını söylemen beni elbette sevindirdi. Ama sadece Kerem'in yaşaması kısmı... Onun dışında artık sana bakmaya bile tahammül edemiyorum.”

   “Yapma. Her şeyi eskiye döndürmeme izin ver. Kerem gelecek. Sen ve ben. O ve Gökçe. On ayda kurduğumuz o koca dünyayı yıkma.” dedi Anıl yalvarırcasına. Duygu sömürüsü yapmaya çalışmıyordu. Gerçekten hissettiği gibi konuşuyordu.

   “Sen o dünyayı üç hafta önce zaten yerle bir ettin. Bu benimle ilgili değil. Ben hiçbir şey yapmadım. Ne zannediyordun ya? Geri dönünce her şeyin tıpkı eskisi gibi olacağını mı? Uyan artık Anıl! Ne kadar uğraşırsan uğraş hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Allah şahidim olsun, 'biz' diye bir şey bir daha olmayacak. Umarım Kerem'i kurtarırız ve görevimizi tamamlarız. Ondan sonra da umarım hayatımdan üç hafta önce yaptığın gibi defolup gidersin!” diye bağırdı Gizem. Sesinin içeriye gitme ihtimalini umursamıyordu. Daha doğrusu umursayamıyordu. Sakin kalmasının bir yolu yoktu. Aklına Kerem'i getirmek bile onu sakinleştirmiyordu artık.

   Anıl'ın ise içindeki acı her duyduğu kelimeyle daha da artıyordu. En kötüsü de Gizem'in aslında tamamen haklı olduğunu bilmekti. Bırakıp giden oydu. Bu yüzden cevap vermedi. Ama görünüşe bakılırsa Gizem'in söyleyeceği şeyler bitmemişti:

   “Anlamıyorum ya, bunu bana nasıl yaparsın? En iyi arkadaşlarımdan birini kaybetmişim. Diğeri hastaneye yatmış ve sevdiğim çocuk beni öylece ortada bırakıp gidiyor. Neler yaşadığımı biliyor musun? Ne kadar aptalmışım! Bir de geçen zamanda senin nasıl olduğunu merak ettim. Herkese seni sordum. Oysa sen bu kadar zaman anneannenleymişsin. Marmaris'te hava nasıldı? İyi eğlendin mi? Olanlardan sonra onun yanına gitmek istemeyeceğini düşünmüştüm ama tabi ki senin hakkında bir çok konuda yanıldığım gibi bunda da yanılmışım. Söylesen Anıl, bana gerçekten hiç değer verdin mi?”

   Gizem birdenbire hüngür hüngür ağlamaya başladı. Yastığı alıp yüzüne bastırdı. Anıl'ın, onun bu zayıf halini görmesini istemiyordu. Çocuk ona yaklaşmaya çalıştı. Yanına oturup elini omzuna koydu. Gizem nefret dolu bir hareketle onun elini itti.

   “Dokunma bana!” diye bağırdı. “Artık, değil bana dokunmayı, yüzümü görmeyi bile hak etmiyorsun. Tek istediğim bu işlerin bir an önce sona ermesi.”

   Anıl onu daha fazla zorlamak istemiyordu. Emin olmuştu. Yine de kendini aptal gibi hissede hissede sordu:

   “Gerçekten de bitti değil mi?”

   “Evet ve bitiren ben değildim.” diye cevap verdi Gizem. Anıl başka bir şey söylemedi. Artık söylenecek bir şey kalmamıştı. Düzelmesini dilemekten başka çaresi yoktu.

XXX

   “Bugün niye açmadın?” diye sordu Kenan çocuklar odaya girince. Ayla onun bir an ne sorduğunu anlamadı. Sonra birden bugün o aradığında açmadığı aklına geldi.

   “Ne diyeceğimi bilmiyordum ki. Herkesi bu işin içine soktum ama başımıza gelen bu olayda birlikte olmamız gerekirken ilk kaçan insan oldum. Kendimi o kadar suçlu hissediyorum ki aslında şu an senle konuşmaya bile hakkım olmadığını biliyorum.” diye cevap verdi kadın.

   “Yapma Ayla. Ona bakarsan seni her şeye yeniden inandıran da bendim. O zaman asıl suçlu benim. Suçlu aramanın bir önemi olmadığını görmüyor musun? Olan oldu artık. Hepimiz eşit derecede suçluyuz. Şimdi hazır bunu düzeltme fırsatı elimize geçmişken sonuna kadar kullanmalıyız.” dedi.

   “Nasıl bu kadar iyi olabiliyorsun?” diye sordu Ayla. Karşısındaki bu adama inanamıyordu. O zamana kadar yaşadıkları her şey aklından akıp geçti. Fransa'dan sonra hiçbir zaman doğru dürüst bir şekilde bir hayat paylaşamamış olsalar da hep birbirlerinin hayatlarında olmuşlardı. Bir şekilde, bir yerlerden birbirlerine dahil olmuşlardı işte. Kader denilen şey bu olmalıydı. Belki de Kenan onun için gerçekten de doğru insandı.

   Bu ihtimal onu ilk başta korkuttu. Bütün bir ömür boşa gitmiş demek değil miydi o zaman bu? Ekrem'le yaşadıkları... Sonrasında hiçbir zaman çok uzun ömürlü olmayan diğer ilişkiler. Hiçbir zaman mutluluğu bulamamıştı. Oysa mutluluk neydi ki zaten? Karşısındaki bu insandan dalga dalga yayılan güven duygusu ona kendini iyi hissettiriyordu.

   Aşkı geçmişte bir yerlerde kaybettiğini biliyordu. Onun için çok geç kalmışlardı. Ama belki son yıllarını yaşarlarken hayat arkadaşı olabilirlerdi. Yine de Kerem'i bulma ihtimalleri varken bunları düşünmesi yanlıştı. Kendisi şu an düşünmesi gereken en son şeydi.

   Bu sırada içeriden Gizem'in bağırışları geldi. İkisi de görmüş geçirmiş insanlar oldukları için zaten bunu bekliyorlardı. Bu yüzden bir şey belirtme gereği duymadılar. Çocuklar bir şekilde halledeceklerdi. Öyle ya da böyle hayatları yoluna girecekti. Her şey eninde sonunda düzene girerdi. Tüm mesele geçmesi gereken zamandaydı.

   “Bunun iyilikle alakası yok aslında.” diye cevap verdi Kenan. Aslında kadın o soruyu sorarken bir cevap beklememişti. “Verdiğin değerle alakalı.” diye devam etti gülümseyerek.

   Ayla da ona gülümsedi. Evet aşkı geçmişte bir yerlerde kaybetmişti ama yine de uzanıp onun dudağına bir öpücük kondurma isteğine engel olamadı. Her şeyin iyi gitmesini dilemekten başka çaresi yoktu.

   Ve o sırada evde bulunan dört kişinin de dikkat etmediği gökyüzünde bir yıldız kaydı. Derler ki kayan her yıldız için o an tutulan dileklerden sadece biri gerçekleşirmiş.

XXX

   Ertesi gün saat daha öğlen olmadan Gökçe, Oğuz ile birlikte hastaneden çıkıyordu.

   “Anneni aramak istemediğine emin misin?” diye sordu Oğuz bir kez daha endişeyle. Onun ziyaretine geldiği anda Gökçe işlemlerini bitirmiş ve annesinin haberi olduğunu söyleyerek hastaneden çıkıyordu. Çocuk da ne olduğunu anlamasa da onun yalnız bırakmak istememişti.

   “Yaram falan yok ki. Gayet iyi durumdayım. Psikolojim de iyi... Anneme sürpriz yapmak istiyorum, hepsi bu.” diye cevap verdi kız itiraz kabul etmeyen bir sesle.

   “Tamam bir an önce gidelim. Hemen bir taksi çağırayım. Annen çok sevinecek.” dedi Oğuz.

   “Sen taksiyi çağır. Ama önce gitmemiz gereken başka bir yer var.” dedi Gökçe elini güneş ışınlarından korunmak için siper ederken.
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - '7. Bölüm: Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak' Eklendi
Gönderen: Elerki - 06 Ocak 2010, 21:18:15
Kayıp Ruh,

Bunu yazarken aldığınız notları, taslağınızı çok merak ediyorum. Çok heyecanverici olmalı. Not aldıkça yine eklemek üzere aklınıza bir sürü şey geliyor olmalı. Bu sizi de heyecanlandırıyor, bundan eminim. Hata bizden fazla heyecanlandırıyor. Onu yazana kadar beklemeniz gerekiyorsa hele...

Tebrik ederim. Yine çok güzel bir bölüm... :)
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - '7. Bölüm: Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak' Eklendi
Gönderen: - 06 Ocak 2010, 21:33:53
Gerçekten çok doğru bir tahmin Elerki =) Aklımda bazı sahneler var... Olayların o noktaya gelmesi için ışık hızıyla yazmak istiyorum. Mesela şu ana kadar öyle heyecanla bekleyip de yazdığım sahneler; Anıl'ın tılsımına gelen çağrı, 11 yıl önceki Ayla-Ekrem konuşması, bu bölümdeki Kerem-Pelin sahnesi...

Şu an tek isteğim hikayeye böyle sahneleri daha çok kazandırmak. 7. Bölüm bir geçiş bölümü, bunu siz de fark etmişsinizdir. Ama yine de bir geçiş bölümünün özelliği olan doldurma sahneleri olmaması için elimden geleni yaptım. Geçiş bölümlerime hikayenin ana felsefesiyle ilgili bilgiler ekleyerek okuyuculara elle tutulur bir şeyler vermek istiyorum.

Tabi şu an belli başlı sorunları da yaşamaya başladım. Örneğin bir zaman diliminde dört, diğerinde üç bölüm olmasına rağmen aradan geçen zaman saatlerden ibaret. Her bölümü birbirine bağlayarak yazdığım için oluyor bu. Her bölüme sonraki bölümü bekletecek bir son koymaya çalışıyorum. Hikayeyi ona göre yönlendiriyorum. Ayrıca hikayenin bölüm uzunluğu yüzünden sonraki bölümlere eklerim diye çıkardığım sahneler giderek artmaya başladı. Anlatmak istediğim bazı hikayeleri anlatamıyorum. Ama bu çok sorun teşkil etmiyor şu anda. İleride hikaye flashback'lerle desteklenerek karanlıkta kalmış noktalar da aydınlanacak.

Niye lafı bu kadar uzattım bilmiyorum =) Teşekkürler
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - '7. Bölüm: Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak' Eklendi
Gönderen: Elerki - 06 Ocak 2010, 22:10:13
Kayıp Ruh,

Sakın ha hepsini 'hurra' iki-üç bölüme sığdırmaya kalkmayın o birikenlerin! Gerçi... Zaten sizde bu devamlılık varken yapmazsınız öyle şey. Diğer yazınızda da söylemişsiniz, zamanında elli bölüm yazmışsınız onun için de... Demek ki olabiliyor. Bu durumda panik niye yaptım ki? :D Aynen devam!

Sınavlarınızı atlatınız, benim gibi tembellik yapıp da her sınav öncesi sınıf arkadaşlarınızı çalışırken dinleyip onları bir şekilde kendinize uyarlamaya çalışırken ecel terleri dökmeyiniz! :DBölümleri yazarsınız eninde sonunda!

Tebrik edeim tekrar. :)
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - '8. Bölüm: Yazıtların Peşinde' Fragmanı Eklendi!
Gönderen: - 07 Ocak 2010, 19:27:19
Elerki,

Endişeniz olmasın. Anlatmak istediklerim anlatılması gerektiği hızda anlatılıyor. Hatta bazı hikayeler olması gerekenden daha geriden ilerliyor, bölüm uzunluğu meselesi nedeniyle =) Hikayede bir problem yok. İlk cildin bütün kurgusu hazır. Tek yapılması gereken yazmak. Sınavlar konusunda da, ne diyebilirim ki ben de aynı sizin gibiyim. Böyle gelmiş böyle gider :P. Ama azimliyim bu sefer çalışacağım derken 8. bölüm fragmanı:

~Geradon Yazıtları~
Cilt 1: Kayıp Savaşçı
Bölüm 8: Yazıtların Peşinde

Hayatınızın Tehlikede Olduğunu Anladığınızda

“Kimin yaptığını biliyorum.”

Yaşama İçgüdünüz Sizi Esir Alır
“Orada olanlar da neydi öyle?”

Ve Aşkınız Kalbinizden Taştığında
“Yanımda olduğunuz için çok teşekkür ederim.”

Yapılacak En İyi Şey Onu Paylaşmaktır

“Konuşmamız gerek, Kerem.”

Dünyayı Kurtarmak İçin
“İşleri hızlandırmalıyız.”

Binyıllardır Saklı Duran Yazıtlar

“Geradon Yazıtları bunlar mı?”

Sonunda Ortaya Çıkacak
“Aman Allah'ım! Bir kısmı yok olmuş?”
“Ne? Bu mümkün değil!”

Gerçek Usulca Açığa Çıkarken Tek Yapmanız Gereken
“Benim evde bir işim vardı.”

Okumaya Devam Etmek
“Seni seviyorum.”
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - '8. Bölüm: Yazıtların Peşinde' Fragmanı Eklendi!
Gönderen: Elerki - 08 Ocak 2010, 22:35:43
Güzel başlık seçimleriniz var... :)
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - '8. Bölüm: Yazıtların Peşinde' Fragmanı Eklendi!
Gönderen: - 08 Ocak 2010, 23:34:35
Hikayenin bölümleri için yazdığım fragmanların gerçekten önem arz ettiğini düşünüyorum. Aslında bu gerçekten zor bir iş. Hele bir süre sonra kısıtlandığınızı hissediyorsunuz ama cildin ikinci yarısında o ilk bölümlerdeki heyecanın ve güzelliğin geri geleceğini düşünüyorum.

Bu arada bölümün çalışmalarına yeni başladım. Sınavlar yüzünden ne zaman tamamlayacağımı bilmiyorum ama umarım erken olur.
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - '8. Bölüm: Yazıtların Peşinde' Fragmanı Eklendi!
Gönderen: - 09 Ocak 2010, 11:57:52
Hikayeyle ilgili açıklayacağım şeyler listesine yeni birkaç tane ekledim. Ayrıca birkaç spoiler da olabilir. Okuyup okumamak sizin sorumluluğunuzda:

Spoiler: Göster
-Kerem'in annesine bahsettiği kâhinin soyundan gelenin kim olduğu birkaç bölüm içinde açıklanacak.

-Anıl'ın ilk bölümlerde -2008'de- yaşadığı 'hatırlayamama' meselesi ilerleyen bölümlerde açıklanacak. Neden üç yıl önce de Alanya'ya gelmiş olmasına rağmen tanıdık bir şeyler görmeden her şeyi hatırlayamadığı hikayeye bir noktada bağlanacak.

-Gizem'in hikayede pasif durumda kalması da önümüzdeki birkaç bölümde aşılacak. Şu an ana karakterler içinde sadece tek taraflı bir hikayeye sahip olan o gibi görünse de zaman içinde neden ana karakterlerden biri olduğuna dair daha iyi bir fikir edineceksiniz.

-Oğuz'un ilk ciltte yaşayacakları ve hakkında öğrenecekleri ikinci cildin konusunu büyük ölçüde belirleyecek.

-Birinci cildin final sahnesi yazıldı. Bu sahne bir büyüyü ve tüm ana karakterleri içeriyor.

-Ölüm hikayenin önemli bir parçası.

-Ekrem'in ziyaret ettiği mezarda yatan Hakan'ın nasıl öldüğüne dair sahneleri okuyacaksınız.

-Hikaye ilerleyiş durumuna göre, birkaç bölüm için sadece 2008'de ya da sadece 2009'da geçebilir. Yine de en baştan düşündüğüm anlatım tekniğiyle gitmesi için elimden geleni yapacağım.

-Gizem'in Anıl'a ilişkileri hakkında söylediği şeyler kolay çözülmeyecek. Belki de hiç çözülmeyecek.

-Kızlardan biri iki aşk arasında kalacak.

-Erkeklerden biri aşkı uğruna büyük bir fedakarlık yapacak.

-Pelin Hanım yan karakterler içinde en önemli role sahip olanlardan biri.
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - '8. Bölüm: Yazıtların Peşinde' Fragmanı Eklendi!
Gönderen: Elerki - 09 Ocak 2010, 16:39:59
Kayıp Ruh,

Okumadım onları, hayır. Siz yazın lütfen er ya da geç. Biz okuruz, hikaye içerisinde görürüz ne olduğunu, ne olacağını. =)
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - Hikaye Blogu Açıldı!
Gönderen: - 09 Ocak 2010, 19:46:34
Hikayenin daha rahat okunması açısından bir blog açtım.

www.geradon.info adresinden bu bloga ulaşabilirsiniz.

Yöneticilerden birine sorun olup olmayacağını sordum. Olmaz dedi. (Amras Ringeril). Eğer diğer yöneticiler için uygun değilse bana bunu özel mesajla bildirdikleri an, hikayenin linki siteden kalkacak, hikaye bu başlıkta devam edecektir. Ama bu sayfada hikayenin okunması zorlaştığı için en iyisi bu diye düşünüyorum.

Sitede hikayeden başka bir şey olmadığı için reklam niteliği taşımıyor.

Bundan sonra hikaye orda devam edecek. Burdan tartışılacak.

Yorumlarınızı bekliyorum.

8. Bölüm Yakında!
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - '8. Bölüm: Yazıtların Peşinde' Fragmanı Eklendi!
Gönderen: Elerki - 09 Ocak 2010, 19:49:52
Kayıp Ruh,

Bir tavsiye... Burada ana konu başlığını 'Değiştir' seçeneğiyle düzenleyebilir ve diğer bölümleri de art arda sıralayabilirsiniz dilerseniz. Benim kendi tercih ettiğim şey budur hep kendi bölümlere ayırdığım yazılarımda. =) Size de uygun olabilir.

Hayırlı olsun ayrıca hikayenin blog'u da... =)
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - Hikaye Blogu Açıldı!
Gönderen: - 09 Ocak 2010, 19:52:40
Bu hikayenin bölümleri uzun olduğu için ilk mesajı düzenleyerek ilerlemek gerçekten zor oluyor. Okuyucu için de benim için de zor. En iyisinin blog olduğunu düşündüm.

Yine de dediğim gibi bir sorun olursa değiştirilemeyecek bir şey değil.
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - '8. Bölüm: Yazıtların Peşinde' Yayınlandı!
Gönderen: - 10 Ocak 2010, 15:28:49
Sadece yeni açtığım blogda yayınladığım ilk bölüm olma özelliğini taşıyan 8. bölümü okumak için tıklayınız. (http://www.geradon.info/?page_id=37)

Yazarken zorlandığım bir bölüm oldu. Umarım rahatsız olduğunuz bir şey olmaz. Yorumlarınızı ve eleştirileriniz bekliyorum. İyi okumalar ve teşekkürler =)
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - '8. Bölüm: Yazıtların Peşinde' Yayınlandı!
Gönderen: Berre - 10 Ocak 2010, 18:54:49
Yorum yazacağım yorum yazacağım diyorum kendi kendime ama ne yazacağımı bilemedim. Doğrusu hâlâ bulmadım. Ama şunu diyebilirim çok güzel ilerliyor.
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - '8. Bölüm: Yazıtların Peşinde' Yayınlandı!
Gönderen: - 10 Ocak 2010, 19:21:17
Açıkçası ben de yorum almadığım için biraz bozulmaya başlamıştım =).

Lütfen eleştirin. Mutlaka eleştirilecek bir şeyler vardır. Gerekirse detaya inin =)

Okuduğunuz için teşekkürler =)
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - '9. Bölüm: Yeni ve Güzel Bir Gün' Fragmanı Yayınlandı!
Gönderen: - 11 Ocak 2010, 00:12:07
Hadi ama. Bekliyorum yorumlarınızı. Artan görüntülenme sayısıyla yorum arasında dağlar kadar fark var =)

Buyrun 9. Bölüm Fragmanı:

Bölüm 9: Yeni ve Güzel Bir Gün

Zor Geçen Her Gün

“Dün sanki yıllar boyu sürdü.”

Eninde Sonunda Biter
“Yapacaklarımızı düşünmeliyiz.”

Ve Tekrar Doğan Güneş
“Gökçe?”

Her Zaman Yeni Umutlara Gebedir
“Bunu onun için yapalım.”

Ekibe Yeni Katılan Kişi
“Ah! Siz tanışmadınız değil mi?”

Kafaları Karıştıracak
“Ona bu konuda nasıl güvenebilirsin?”
“Senden önce o vardı Anıl!”

Peki ya Yıkılan Güven?
“O haklı, Gökçe”

O Da Toparlanacak Mı?
“Ekrem'i bulmalıyız.”

Dostlukları Sınanırken
“Sana her şeyi açıkladım.”

Birileri Bambaşka Bir Yerde
“O da mı şehre geldi?”

Onlar Adına Plan Yapıyor
“Kâhinin soyundan geleni ele geçirmeliyiz.”
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - '9. Bölüm: Yeni ve Güzel Bir Gün' Fragmanı Yayınlandı!
Gönderen: Elerki - 12 Ocak 2010, 01:05:13
Kayıp Ruh,

Son bölümü de okudum. Bir şeyler bağlanmaya başladı ve dolayısıyla tahminlere başladım ben de. :)

Tahminlerimi söylemek istemiyorum ama sonraki bölümlerde ortaya çıkarlarsa aynen ben de 'şundan, şundan dolayı' diye doğru tahminlerimi belirteceğim. :P

Güçlerin kendilerini hissettirmeye tam anlamıyla başladığı bir bölüm olmuş. Yalnız, şu ağaç kısmında bir farklılık yaratılabilir diye düşünüyorum. He, düşünüyorum da ne oluyor? Ben de bulamadım nasıl bir şeyler eklenebilir. Sizin de yazdığınız metinlere duyduğunuz saygıyı ve gösterdiğiniz özeni bilerek sizin için en iyisini seçmeye çalıştığınızı düşünüyorum zaten.

Bir de, cümleler bakımından -ne anlam ne de yapı olarak yanlış olan- sadece güçsüz kaldığını düşündüğüm birkaç kısım vardı son bölümde. Bunları tek tek yazmayacağım, sizin zaten dilediğinizde dönüp de rahatlıkla metninizin üzerinde iyileştirmeler yapabileceğiniz ortada. :) Hiçbir şey yapılmasa bile aynı güzellikte devam etmekte zaten.

Her bölümün başında önceki bölümleri özetleyen o kısa bölümler de çok işe yarıyor gerçekten!

Tekrar tekrar elinize sağlık, sonraki bölümü bekliyoruz artık. :)
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - '9. Bölüm: Yeni ve Güzel Bir Gün' Fragmanı Yayınlandı!
Gönderen: - 12 Ocak 2010, 19:17:45
Ben bazı sahneleri yazarken gerçekten yetersiz kalıyorum. Bunun farkındayım. Daha çok okumam gerek belki -yetmemiş okuduğum o kadar kitap =P.

Fakat bu güçsüzlüğün sebebi bazen bölümün fazla uzun olmamasına çalışmak da oluyor. Normalde sondaki polis sahnesi bile bu bölüm için fazlaydı ama ben bir yere bağlayacağım için ekledim. Çok uzun metinlerle kimseyi yormak istemiyorum. Ama dediğiniz gibi bu da bazı cümleleri zayıflaştırıp metinleri güçsüzleştirebiliyor. Bundan sonraki bölümlerde bölüm uzunluğundan çok verilmek istenenin ne kadar iyi verilebildiğine dikkat edeyim o halde. Geri dönüp metni güçlendirmeyi, tüm cilt bittiğinde yapabilirim. Ya da her şey bir bütün halinde olursa gerek de olmayabilir. Önümüze bakacağız yani =)

Ağaç sahnesi de gereğinden fazla kolay oldu gibi görünüyor ama aslında mantık basit. Ayla ve Kenan ağaçla ilgili her şeyi öğrenmişlerdi. Nasıl açacaklarını, kehanetleri, mağaranın yerini... Ama biz daha hikayenin bu kısımlarını görmedik. Yani Ayla, yazıtların nerede olduğunu nasıl öğrendi? Kenan'ın kehanetlere ulaşmasının altında ne var? Mağaraya giriş nasıl bulundu? Bunların hepsi hikayenin ilerleyen bölümlerinde ana hikayeyle bağdaştırılarak anlatılacak. Endişeniz olmasın.

Benim bu bölümü yazarken de amacım bir şeyleri birbirine bağlamaya başlamaktı aslında. Artık 2008 bölümleri karıştırmaktan çok toplamaya yönelik olacak, hikayenin geri planını. Tabi heyecanı bozmadan.

Öte yandan 2009 bölümlerinde her şey olabilir ve benim favori bölümlerin her zaman onlardır. Çünkü onların geçmiş bölümlerinden daha şaşırtıcı olduğunu düşünüyorum.

Kısa özetler de fikir olarak komik gibi dursa da yararlı gerçekten dediğiniz gibi.

Tahminlerinizi de söyleseydiniz dünyanın en iyi yorumu olurdu =) Teşekkürler. İstediğim ve bahsettiğim böyle yorumlardı işte.

Son olarak; 9. Bölüm gecikecek. Haftaya pazartesi olan sınavlarıma çalışmaya başladım ve internetle pek ilgilenemiyorum. Bölümü yazmaya başladım ama devam edebildiğim söylenemez. Bunu cilt arasında olacağını bahsettiğim tatil olarak sayabilirsiniz
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - '9. Bölüm: Yeni ve Güzel Bir Gün' Fragmanı Yayınlandı!
Gönderen: Elerki - 12 Ocak 2010, 19:25:36
Kayıp Ruh,

Yazdığınız şeye saygı duyuyorsunuz ve bu en önemlisi. Tebrik ederim tekrar tekrar. :)

Bölümlerin gecikmesi iyi, zira biz öğrenci milletinin de okuyup tamamlaması zor olacaktır bir süre, hatta 'bu' süre. :/

Elinize, hayal gücünüze sağlık. :)
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - '9. Bölüm: Yeni ve Güzel Bir Gün' Fragmanı Yayınlandı!
Gönderen: Baal Adramelech - 13 Ocak 2010, 23:42:30
Zamanında farklı hikayelerini okumuş biri olarak diyebilirim ki, bu hikaye gerçekten çok güzel. Yazım tekniğin (ki eskiden de çok güzel olduğunu söylerdim) çok daha iyi olmuş. Betimlemeler çok daha can alıcı hale gelmiş ancak zaman zaman olayı etkilemeyen betimlemelerden sıkılan (ama kendi hikayelerinde gerekli gereksiz kullanan ben) biri olarak ara ara bir kaç paragrafı atlamadım değil.

Hikayenin konusu konusunda ise, ee, sana da dediğim gibi aşırı karanlık ve fantastikliğin olup olmadığını muallakta bırakan her şeyin biraz anlaşılmaz olduğu hikayeleri seven biri oldum çıktım. Bu nedenle hikayen fazlasıyla aydınlık, ışık dolu ve mutlu/güzel geldi bana. Hafif gençlik dizisi tadında oluyor. Seninde dediğin gibi fantastiklik yardımcı öge oluyor.

Ee böyle olunca da beni pek çekmiyor. Ancak bu yorumu sırf şu yazım tekniğini nasıl geliştirdiğini görmek için okudum diyebilirim.

Kısaca, hikaye pek ilgimi çekmedi ancak yazım tekniğini ve hikayeyi okutuşunu çok beğendim.

Açıkçası hikayeyi beğenmememin sebebi birazda Kasabanın Karanlığı hikayesine alışmışlığım, onu yine de daha karanlık buluyor olmamdı sanırım. Nebleyim. Bi garip geldi. Neyse umarım demek istediğimi anlatabilmişimdir.

Devamını beklemekteyim.
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - '9. Bölüm: Yeni ve Güzel Bir Gün' Fragmanı Yayınlandı!
Gönderen: - 14 Ocak 2010, 00:04:44
Yine de tüm bölümleri okuduğun için teşekkür ederim =)

Karanlık bir hikaye değil evet. Bundan sonra da çok daha karanlık olacak diyemem. Elbette gerilimli sahneler olacak ama hikaye senin belirlediğin tarzda hiç ilerlemeyecek. Çünkü bu kadar yazma gücüm yok =)

Kasabanın Karanlığı da yepyeni haliyle zaman içinde yerini bulacak ve yeniden kendini okutacaktır daha önce o hikayenin başlığında da söylediğim gibi. Ama şu yeni versiyonun gözümde biraz daha olgunlaşması gerek.
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - '9. Bölüm: Yeni ve Güzel Bir Gün' Fragmanı Yayınlandı!
Gönderen: Baal Adramelech - 14 Ocak 2010, 00:06:36
Kötü değil! Kesinlikle bunu kastetmedim. Zaten senin betimlemene, hikaye anlatışına filan hayranımdır ben. Sadece tarz farkı =P
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - '9. Bölüm: Yeni ve Güzel Bir Gün' Fragmanı Yayınlandı!
Gönderen: - 14 Ocak 2010, 00:15:02
Anlıyorum =) Teşekkür ederim okuduğun için ve güzel yorumun için
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - '9. Bölüm: Yeni ve Güzel Bir Gün' Fragmanı Yayınlandı!
Gönderen: pleasant^^ - 16 Ocak 2010, 13:45:14
İlk bölümü,uzun süre bilgisayarda tutup  :P ,okudum.

Ellerine sağlık,harika süper falan olmuş. :D Zaten hikayelerini okumaya bayılıyorum,yalnız buna başlamam biraz uzun sürdü,affet küsme bana. :P

Anladığım kadarıyla karakterlerin dünyayı korumak gibi bir görevleri var,diğerlerini bu göreve Anıl sokmuş olmalı.
Yalnız görevlerini net olarak anlamadım,kıyameti falan engelliyorlar herhalde.Neyse artık öteki bölüme geçeyim.

Bir de bence Kerem ölmedi ki, :P
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - '9. Bölüm: Yeni ve Güzel Bir Gün' Fragmanı Yayınlandı!
Gönderen: - 16 Ocak 2010, 13:58:45
Teori için teşekkürler. Beklediğim yorumlar gelmeye devam ediyor =)

Eskiden beri beni takip edenlerin hikayemi okuması her zaman değişik ve güzel bir his yaratıyor =)

Teorilerinle ilgili daha ayrıntılı bilgileri sonraki bölümlerde alacaksın. Hiç merak etme =)

9. Bölümün beklendiğinin de farkındayım ama sınavlar sınavlar sınavlar =)
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - Cildin İkinci Yarısı Hakkında Gelişmeler!
Gönderen: - 30 Ocak 2010, 18:16:29
Hikayenin, bir süredir devam etmiyormuş gibi göründüğünün farkındayım. Sekizinci bölümü yayınlamamın üzerinden neredeyse üç hafta geçmiş.

Öncelikle bunun nedenini açıklayayım; sınavlarım bittikten sonra ailemin yanına döndüm ve benim de beklemediğim bir şekilde internete olan erişimim inanılmaz biçimde sınırlandı. Bilgisayar bile bulamaz hale geldim ki hikayeyi yazabileyim. Zaten daha önce de bunun olabileceğini düşünerek cilt arasında bir mola vereceğimi belirtmiştim.

Hikaye en geç şubatın üçüncü haftasında geri dönecek -uzun bir süre olduğunun farkındayım ama beklediğinize değeceğini düşünüyorum. Umarım beklemekten sıkılıp hikayeden umudunuzu kesmezsiniz.

Şimdi, cildin ikinci yarısı için hazırladığım fragman için buyrun (Dikkat: Fragman 9. Bölüm için değil 1. ciltte kalan bölümlerin tümünü kapsayan bir fragmandır.):

~Geradon Yazıtları~
Cilt 1: Kayıp Savaşçı

Şimdiye Kadar Olanlar

"Bunu onun için yapalım."

Buzdağının Görünen Kısmıydı
"Bize ancak Oğuz yardım edebilir."

Bundan Sonra İse
"Unutma, Anıl. Sana borçluyum."

Asıl Macera Başlıyor
"Aynalar Diyarı mı? O da ne?"

Sevdiğiniz Tüm Karakterler
"Ne yani bütün bunları yaparsak, dünya kurtulacak mı?"

Merak Ettiğiniz Tüm Sorular
"Kâhinin soyundan gelen sensin!"

Şubatta Geri Dönüyor
"Elimde olsa onu öldürürdüm."

Artık Bölümler Daha Uzun
"Ya sana her şeyin cevabını bildiğimi söyleseydim?"

Olaylar Daha Karmaşık
"Senden sadece tek bir şey istemiştim."

Ve Her Şey Çok Daha Heyecanlı

"Bütün bunlar ne zaman bitecek?"

Geradon Yazıtları
Çok Yakında
Buralarda Bir Yerlerde
Devam Edecek

Not: Sabrınız için teşekkürler =)
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - 9. Bölüm Yayınlandı!
Gönderen: - 11 Şubat 2010, 18:04:58
Beklemediğim biçimde yeniden artan internet erişimimle birlikte, yazdığım yeni bölümü söylediğimden daha erken yayınlıyorum.

Bu zamana kadar hikayeyi sabırla bekleyen herkese çok teşekkür ediyorum.

9. Bölüm için tıklayınız. (http://www.geradon.info/?page_id=48)

Bu bölüm on sayfaya yaklaşan uzunluğuyla şimdiye kadar yazdığım en uzun bölüm. Eğer okunmada bir problem yaşanmazsa bu uzunlukta devam edecek.

Yorumlarınız için teşekkürler.
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - 10. Bölüm Fragmanı ve Bölüm İsimleri Eklendi!
Gönderen: - 14 Şubat 2010, 14:45:49
Çok güvendiğim 9. bölüme yorum alamamak beni üzse de görüntülenme sayısına bakarak hikayenin okunduğunu umuyorum. Bu yüzden devam:

~Geradon Yazıtları~
Cilt 1: Kayıp Savaşçı
Bölüm 10: Koruyucuların Yükselişi

Dünyanın En Güzel Duygusu Onları Sardığında

"Sonsuza dek yanında olacağım."

En Zor Görevi De Onları Bekliyordu
"Sizler yazıtlarda bahsedilen o koruyucularsınız."

Tılsımlar Bulunuyor ve Görev Başlıyor
"Dünyanın sonunun 2012′de geleceğini söyleyenler sadece Mayalar değildi."

Artık Geri Dönüş Yok
"Ne yani bütün bunları yaparsak dünya kurtulacak mı?"

Geçmişten Gelen Sorular
"Seni nereden tanıyorum ben?"

Ve Gelecekteki Zorluklar
"Tılsımları kullanmayı öğrenmeye başlasak iyi olacak."

Hepsi Yeni Bölümde
"Bu olayın altında başka bir şey var. Bulun şu adamın katilini!"

Yeni Bölüm, Çok Yakında
Buralarda Bir Yerlerde


XXX

Ayrıca, tatilde yaptığım çalışmalarla, 1. cildin kalan tüm bölümlerinin de ismi belirlenmiştir. Böylece ilk cildin bütün bölümleri şu şekilde sıralanır:

Bölüm 1: Gidenin Ardından

Bölüm 2: Bambaşka Bir Hayat

Bölüm 3: Yeniden Başlamak

Bölüm 4: Çocukluk Avuçlarından Kayarken

Bölüm 5: Tıpkı Eskiden Olduğu Gibi

Bölüm 6: Bir Zamanlar Antalya

Bölüm 7: Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak

Bölüm 8: Yazıtların Peşinde

Bölüm 9: Yeni ve Güzel Bir Gün

Bölüm 10: Koruyucuların Yükselişi

Bölüm 11: Kahinin Soyundan Gelen (Henüz Yayınlanmadı)

Bölüm 12: Aşk ve Sihir (Henüz Yayınlanmadı)

Bölüm 13: Kaybolan Masumiyet (Henüz Yayınlanmadı)

Bölüm 14: İlk Mücadele (Henüz Yayınlanmadı)

Bölüm 15: Kabusa Giden Yol (Henüz Yayınlanmadı)

Bölüm 16: Dostluk (Henüz Yayınlanmadı)

Bölüm 17: Aynalar Diyarı (Henüz Yayınlanmadı)

Bölüm 18: Gece Yarısı Teknesi (Henüz Yayınlanmadı)

Bölüm 19-20: Işığın Sihri (Henüz Yayınlanmadı)


Okuyan ve yorumlayan herkese teşekkürler...
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - '10. Bölüm: Koruyucuların Yükselişi' Yayınlandı!
Gönderen: - 01 Mayıs 2010, 12:48:30
İki buçuk ay önce çok fazla yorum almayan hikayemi durdurma kararı almıştım.

Tabi aradan geçen zamanda kafamdaki tasarı durmadı. Hikaye büyük değişimler geçirdi.

Ben de oturup yeni bir bölüm yazdım. Ne zaman devam edeceğimi bilmiyorum ama edeceğimi biliyorum.

10. Bölüm: Koruyucuların Yükselişi'ni okumak için tıklayınız (http://www.geradon.info/?page_id=53).

Okuyan ve yorumlayan herkese şimdiden teşekkürler.
Başlık: Ynt: Geradon Yazıtları - 11. Bölüm Fragmanı Yayınlandı!
Gönderen: - 05 Mayıs 2010, 10:43:38
Yazmaya başladığım ama ne zaman bitireceğimi bilmediğim yeni bölümün fragmanı aşağıdadır:

~Geradon Yazıtları~
Bölüm 11: Kahinin Soyundan Gelen

Beklenmedik Bir İhanet

"Bize bunu nasıl yaparsın?"

Peki Neden?
"Bize ancak Oğuz yardım edebilir."

Kerem'i Bulmak İçin
"Kahinin soyundan gelen sensin!"

Herkesin Fedakarlıktan Fazlasını
"Bunu onun için yapalım."

Yapması Gerekecek
"Hatırladığımdan çok daha güzelsin."

Ve İhanet Birilerini Mutlu Edecek
"Bir planım var."

Yeni Bölüm... Yakında...