Kayıp Rıhtım Arşiv Forum

Liman Kenti => Düşler Limanı => Gezginler Kamarası => Konuyu başlatan: magicalbronze - 19 Haziran 2010, 12:26:28

Başlık: Köşeden Yazılar
Gönderen: magicalbronze - 19 Haziran 2010, 12:26:28
Baktık olacak gibi değil, bazı şeylere değinilmeden geçilemiyor. Bir çok ortam var o bazı husuları dile getirecek. Lakin olmuyor işte, zaman meselesi hayatımızın en önemli ve en değerli anlarını silip sürürüyor umursamazca...

Köşeden girdik de bakalım diğer taraftan dönebilecek miyiz..? Burada ne bir şiir yazacağım ne de hikaye. Ne öğüt vereceğim okuyanlara ne de akıl. Sadece bazılarımızın gözden kaçırdığı gerçekleri kendimce yorumlamaya çalışacağım. Blog açmakla, sözlüklerde yazmakla olmayacak bu iş. Bu iş, zor bir iş değil aslında. Bu iş keyif işi. O kadar işin arasından bu kelimeleri yazmak bile hayatından silinen zaman içerisinde değersiz bir mana kazanıyor.

***

Günler nihayete erdikçe, teknoloji bir adım daha ilerliyor. Bu teknoloji ilerledikçe de ortaya iki adet sonuç çıkıyor. İki adet düşünce biçimi. Bunlardan birisi insanların aptallaştığı, rahata ve teknolojiye kollarını açarak kendi kendilerinin sonunu getirişi. Diğeri ise bu yargının tam zıttı. Peki hangisi doğru. Tam olarak bu diyebilir miyiz? Yoksa televizyonlarda özellikle siyaset tartışmalarında sıklıkla rastladığımız ikilem politikaları gibi bir cevap mı vermeliyiz..?

Şu anda gerçek olan ne? Gerçek olan sevdiğiniz veya hayatınız boyunca etkisi altında kalacağınız bir filmin, Imdb sitesi tarafından düşük bir oy almasıyla birlikte fikirlerinizin değişmesi mi? Yoksa forumlarda tanımadığınız insanlar tarafından kötülenmesi mi? Tam zıttını da söyleyelim. Filmden zerre bir şey anlamadınız, yorumlara bakıyorsunuz hani izleyenler yapımın mükemmelliğinden dolayı ölmüş bitmiş. Siz bu yorumlara göre tekrar izliyor, tekrar zerre kadar tat almıyorsunuz. Şimdi bir kez daha soralım, gerçek olan ne?

Örnekleri çoğaltmak sorun değil. Biraz araştırma ile istemediğiniz kadar sonuca ulaşabilirsiniz. Özellikle global bir konudan bahsediyorsanız, bir de yabancı diliniz yeterliyse... Tamamdır artık. Sizden iyisi yok! İki kelimeyi de yan yana getirdin mi of of, alemin bilmem ne kadar saygın insanlarından biri oldun demektir. Bu mudur gerçek?

Yazmaktan korkmayın, birileri sizin çok sevdiğiniz filme veya kitaba laf edecek diye düşünmeyin. Kendiniz olun. Hayatı özet geçeyim demeyin, sonra pişman olmakla özetin de özetini geçtiğinizi fark edemezsiniz nitekim. Her şeye rağmen bir şarkı bile tüm hayatınızı mutlulukla devam ettirebilmeniz için yeterli bir gereçtir...

***

Şimdi yukarıda ne yazdıysam unutun, yoksa başta yazmış olduğum kendi cümlelerim ile çelişeceğim. Ya da çelişecek miyim? "Kesinlikle şu gerçek!" diye kim ortaya atılabilir. Benim sözlerimi, benim vurgulamak - yansıtmak istediklerimi kim tam olarak dile getirebilir. Şimdi son kez soruyorum: Gerçek olan ne?
Başlık: Ynt: Köşeden Yazılar
Gönderen: Arlinon - 19 Haziran 2010, 12:59:51
Teknolojinin insanları temel olarak pek değiştirdiğine inanıyorum, hatta beraberinde aydınlanma denilen olayı ortaya çıkarmış ki bu iyi. Yaşama yöntemleri, biçimleri ve tatları değişir en fazla ki pek de önemli sayılmazlar bence.

Akıllı adamın biri her şeyin göreceliliğinden bahsetmişti. Bu söze hemen herkes rastlar ama hakettiği ilgi ve önemi gösteren nadiren çıkar. Basit görünebilir ama daha ilerisi yoktur.

İnsanların bilinciyle yorumladığı kültürsel tasarımları ve ürünleri tamamen kendi ilkel yaşamsal faaliyetlerine hizmet eder. Ya de bir eser hakkında söyleyecekleri sadece geçmişlerinin zikredilmesidir. Sonuç olarak da bu gerçektir demeyi sağlayacak bir mihenkin varolması bile imkansızlaşacaktır. Gerçek olan bireysel arzulardır.
Başlık: Ynt: Köşeden Yazılar
Gönderen: Ireth~ - 19 Haziran 2010, 13:01:22
 Hani ilkokulda öğretirler somut, soyut kavramlar diye.. Verilen örneklerse hep aynıdır. Şimdi burada da tekrar etmeyeceğim. Ama işin çok daha derin kısımları vardır ki bunlar çoğu zaman gözümüzden kaçar.
Bu dünyada milyarlarca insan var oldu ve olacak da..

 Peki bunların sadece bir tane ortak özelliğini söyleyebilir miyiz ? Hepsinde bulunan tek bir şey. Yok mu ? Tabii ki yok. Milyarlarca insanın ne göz rengi ortak, ne ten rengi, ne boyu ne kilosu ... Zaten organların bile ortak olarak bulunduğunu söyleyemezken nasıl renklerinden ya da şekillerinden bahsedebilir ki ?

 Ee ne alaka peki benim bu anlattıklarım ? Demek istediğim şu ki; her insan birbirinden farklıyken ortaya tek bir gerçek koymak imkansızdır. Bunun arayışına girmek de adamı çileden çıkarır. Bırakalım insanlar istedikleri gibi yaşasın. Eğer teknolojinin onlara zarar verdiğini düşünenler varsa kullanmasın, teknolojiyle mutlu olanlar daha çok kullansın. Bırakalım bir film hakkındaki düşünceleri başkalarının yorumlarıyla değişenler böyle yapmaya devam etsin. Düzeltilecek o kadar çok şey var ki dünyada.. Sıra henüz ortaya kesin kurallar ve gerçekler atmaya gelmedi. Ha, gelse fena olmaz. Eğer o insanları değiştirmeye kalkarsak isyan ederler. Bu da zaten rayından çıkmış bir tren misali yörüngesinde dönmeye devam eden Dünya'mızı, yörüngeden bile çıkarır.
 
 Sonuç itibariyle hoş bir yazı olmuş Hakan abi. En azından bir yazma amacın var. Ellerine sağlık ;D
Başlık: Ynt: Köşeden Yazılar
Gönderen: magicalbronze - 19 Haziran 2010, 13:07:22
Gerçek olan bireysel arzulardır.

Diğer bir deyişle; ego tatmini. Doğrudur.
Başlık: Ynt: Köşeden Yazılar
Gönderen: Arlinon - 19 Haziran 2010, 13:12:42
Diğer bir deyişle; ego tatmini. Doğrudur.

Aslında tam değil, ego daha yüzeyde. ;D
Başlık: Ynt: Köşeden Yazılar
Gönderen: Amras Ringeril - 19 Haziran 2010, 18:09:26
Ego tatmininden daha içeride, izafiliğin kaynağı kişisel arzular. Kişisel arzuların kaynağı, insanın mekanik yapısı. Mekanik bir yapı içinde, gerçeklik nasıl bu kadar izafi olmuş, tartışılır.
Başlık: Ynt: Köşeden Yazılar
Gönderen: Arlinon - 19 Haziran 2010, 20:46:49
Mekanik yapıların bile birşeylere bağlı, bağıl, göreceli olduğu durumlar, zamanlar rast gelebiliyor.

Fikirler çok organik bir durum zaten. Sündür babam sündür.

En azından biz insanların yürütebileceği her fikrin, kavrama sınırlarımızdaki her şeyin, yazabileceğimiz her şeyin bir göreliliği illaki çıkıyor.

Hakikatleri kavramamızın en alt sınırlarına yerleştirebiliriz, ancak o zaman belki göreceli değildir denebilir. Sol elimde beş parmağım var, bunu söylediğimde kavrayışımın düz mantığıyla bir hakikate ulaşabiliyorum. Bu da bir bakış açısı ama algımızın doğrultusunda bir mantık. Bağlı olduğu şey mantık. Mantığın da dibini kazabiliriz tabi bağlı olduğu şey için.

Madesel şeylere hakikat ilan etmek kısmen daha kolay ama düşünsel şeylerin bağlı olduğu şeyler çok fazla, o yüzden göreceliliği de fazla.
Başlık: Köşeden Yazılar | Ya da...
Gönderen: magicalbronze - 18 Temmuz 2010, 20:20:39
Dün eve giderken yakın bir akrabamızın babalarının ölümünün haberini aldım. Daha doğrusu anne tarafından akraba olduğundan, bizim "dayı" diye seslendiğimiz adamın babasıydı ölen. Tanımıyordum, belki de hiç görmemiştim. Köyden buraya dört gün önce fenalaştığı için getirilmiş lakin çabalar sonu vermemiş ve dün hayata gözlerini yummuş...

Diğer olay ise hemen ölü bulunan evin çok yakınında farklı bir ailenin düğün yapmasıydı. Çalgıcılar, halaya tutuşanlar, neşeli çocuk sesleri ve o hepimizin bildiği düğün havası...

Ne kadar garip değil mi? Ya da ne kadar normal değil mi? Bir yanda yıllar boyu kendisini yetiştiren, kendisini büyütüp bugünlere getiren, her şeyden önce bu hayatta olan, gülebilen, konuşabilen, yürüyebilen birisinin artık hiç olmamışcasına -sadece anılar ile varolması. Ölmesi.. Diğer yandan heyecan dolu iki gencin, birbirlerini sevmesi sonucu bunu sonsuzluğa taşıdıklarının belgesi olan evlilik. Düğün...

Burada bir çok şey yapıyoruz. Yazıyoruz, çiziyoruz, laf atıyoruz, tartışıyoruz, eğleniyoruz. Bir iki gün girmiyoruz bazen. Sonra koşa koşa geliyoruz pc başına, acaba forumda neler oldu, yazmış olduğum konulara ne gibi cevaplar geldi, maillerimde neler var ve tabii zamane net ortamında olmazsa olmaz facebook mucizesinde kimler neler paylaştı?..

Hayat çok kısa cidden, insan büyüdükçe -yaşını aldıkça çok daha iyi anlıyor bunu. Zamanında size bir ömür gibi süren günler artık dakikaymış gibi geliyor. "Ohoo daha çok var.." dediğiniz zaman dilimi göz açıp kapayıncaya kadar yaklaşıyor. Bakın u2 bile geliyor, ne kaldı şunun şurasında? Oysa ki bundan bir buçuk yıl kadar önce, konser tarihi belli olduğu sıralarda bir çok kişi başta kullandığımız cümleyi kurmamış mıydı? Bakın sınavlar bitti, okul bitti karneler dağıtıldı. Belki çoğu kişi mezun oldu, okul hayatının sonuna gelmiş oldu. Bir çok kişi de bir yıl sonra gireceği sınavlar için hazırlanmaya ve heyecanlanmaya başlamış oldu. Ki bu arkadaşlara da katılmamak elde değil, özellikle şimdiden çalışmaya başlamış ve istemiş olduğu bölüme girebilmek için hırsla çalışanlara. Çünkü yine bu zaman öyle bir gelip geçecek ki, benim bu yazımın üzerinden on bir ay gibi bir zaman dilimi geçmiş ve 2011'in sınavları da bitmiş olacak.

Peki nereye mi geliyoruz? Aslında geldiğimiz yer basit. Baştan beri bahsettiğimiz zaman kavramı. Çok çabuk geçiyor. "Onu da yaparım, şunu da yaparım, buna da vakit ayırırım," dediğiniz birçok cümle uzayın zaman-mekan diliminde kayıplara karışıyor. Yarın ölmeyeceğimiz garantisini kimse veremiyor bizlere.

Söylenen cümlelerin bir daha kaybolmamasını sağlayan bu yazı icadının bulunuşunun ardından kaç bin yıl geçti? O aradan geçen zaman diliminde kaç bin kişi öldü? Peki o ölenlerden insan hatası olanlarının sayısı kaç milyon kişiydi?

Ya da durun şöyle yapalım: Neden insanlar öleceklerini bile bile, hayata tutunmaya, bir şeyler yapmaya, çabalamaya devam ediyorlar? Küçücük belki de dünyaya farklı açıdan baktığınızda oldukça saçma bulacağınız küçücük parmağa takılan bir şey için -o şeyin değeri için günlerce bedenlerini yoruyorlar? Bu arada, para denen meretin bulunduğu zamandan bu yana kaç yıl geçmişti?

Hayat, sorularla, ölümlerle, düğünlerle, paralarla, savaşlarla, şimdiki zamanda internetle ve de aslında en önemlisi olan yaşama sevinci ile devam ediyor. Evet, zaman geçiyor. Hatta siz bu yazıyı açtığınızdan itibaren yaklaşık olarak beş dakikalık (vur saniyeye, etti mi üç yüz?) zaman dilimi geçti bile.

Sanırım en iyisi sorgulamak. Ya da düşünmemek. Ya da...

Ya da gülüp geçmek..
Başlık: Ynt: Köşeden Yazılar
Gönderen: magicalbronze - 11 Ağustos 2010, 18:55:30
Dün akşam izleyeceğim dizilerin devam bölümleri tükenmiş, yapacağım işler bitmiş ve televizyonda bakacak bir şey kalmamışken ne yapsam diye düşündüm. Sonra neredeyse altı yıldır annemin tozlarını alması haricinde dokunulmamış kütüphane geldi aklıma. Öyle benim ilgi alanım olan kitaplar da değil hani: ben ve kardeşlerimin eski okul kitapları-defterleri, pek tabii çocukluğumuzun masal kitapları, bir sürü test kitap ve kitapçıkları. Ve tabii ki ansiklopediler...

En son adam gibi ne zaman bakmıştım bunlara? Aklıma ilk gelen Orta 2'ye gittiğim sırada, ikinci dönem tarih dersinden hocamın bana verdiği dönem ödevleri içindi. Bu olayı hatırlama sebebim ise, dahaaaa merkez kütüphanesine kadar gidip aradığım bilgiyi bulamamak ve sonra -sen işe bak ki- bilgilerin benim kütüphanemde bulunan ansiklopedilerden çıkması...

Pek tabii o zamanlar daha çok abim ilgilenirdi, bende arada bir sırf resimler için alıp okurdum, şimdi yukarıda Allah var.

Neyse efendim, ansiklopedileri görünce, hele de o loş florosan ışığının altında içimi bir titreme aldı. Heyecan titreyişi ama. Bu kadar mı uzaklaşmıştım bunlardan? İnternetin o sınırsız bilgi kapasitesi bu kadar mı gözlerimi kör etmişti?..

Hemen en büyüklerinden bir tanesini aldım elime, rastgele bir sayfa açtım. Almış olduğum ansiklopedinin güzel özelliklerinden biri de, bahsettiği tanımlarla benzer olanlarına aynı sözlüklerdeki gibi bkz. vermesiydi. "Evde uzun yıllardır bir ekşi sözlük yatıyormuş da haberim yokmuş." diye geçirdim içimden, sessiz bir gülümeseme ile. Ve bıraktım kendimi yatağa, kelimelerin o eşsiz güzelliğine daldım.

H.G.Wells'in Dünyaların Savaşı kitabını okumaya başlamışken, ansiklopedide geçen uzay tanımı ise oldukça ilgimi çekti. Çocukluktan beri gelen astronomi bilgisi sevdası ile aslında zaman zaman baktığım fakat pek tabii o yaşta anlamadığım tanımlardı. Artık alıcı bir gözle ve bir süre sonra şaşkınlıkla okumaya başladım. Neler neler vardı yahu, ki çok daha ilgi çekici bir dille, çok daha akılda kalıcı bir şekilde... Bilim Kurgu okuyormuşum gibi tat almadım değil desem yalan olur vallahi...

Böylece yaklaşık üç-üç buçuk saat boyunca ansiklopediler"im"le meşgul oldum. Özellikle bilgilendirici ve eğlendirici olsun diye, uzun uzun yıllar önce çıkmış olan Doğan Kardeş Ansiklopedisi ise beni benden aldı. O yüzlerce sayfa içerisine belirli aralıklarla serpiştirilmiş hem hikayeleri hem de destanları bir çırpıda okudum. Özellikle destanlar Orta Asya'ya dayandığından, o olağanüstülük durumu okumaya ayrı bir zevk kattı. Velhasıl kelam, annem gelip "Oğlum sahura kalkacağız, kaldır bir taraflarını uyumaya git, zıbar." demeseydi sanırım şafağı görecektim.

Anlatmak istediğim, öyle böyle genel olarak hepimizin evinde bir kaç adet de olsa ansiklopedi bulunduğu. Ciddi anlamda, tanımdan tanıma atlayarak geçen o saatler içerisinde özellikle kitap severler için ne hikmetler gizli, ne cevherler saklı benim söylemeye vaktim yetmez. Özellikle sessiz zamanlarda bu şekilde bir ansiklopediyi eline alıp inceleme fırsatınız varsa, kesinlikle daha da geciktirmeyin derim. Ne de olsa hayat bilinmezliklerle dolu, yarın o bilgileri o ansiklopedilerden alacağımız belli değil. Belliyken yapabilmek gibisi de yok.

Son olarak, bu ansiklopedileri hazırlayan insanlara imrendim doğrusu. Bilmeden de olsa bir çok kişinin duasını alıyorlar, bence cenneti garantilediler....
Başlık: Ynt: Köşeden Yazılar
Gönderen: magicalbronze - 30 Eylül 2010, 13:24:57
Bazen düşünüyorum, insanların çok ama çok merak ettikleri olayların üzerine gittikten sonra "Lanet olsun keşke yapmasaydım, ölürdüm sanki." demesini...

Bazen düşünmeye devam ediyorum, insanların artık şu "keşke" sözcüğünün "keşkeler keşkeyle keşkeleşmiyor." tarzındaki cümleler ile daha da berbat ettiğini...

Bazen düşünmeden edemiyorum, insanların kendilerini bir halt zannedip farklı olaylar konusunda herhangi bir halt etmeden yorum yapma cesaretini göstermelerini...

Aslına bakarsanız ben,
Ben olmaktan çıkıyor.
Ve düşünceler âleminde,
Beni ben yapan yargıların haricinde,
Kelimesiz boşluğun özgürlüğünde,
Benden bir parça...
Ama benliğimin ötesinde,
İnsanları düşünüyor.
Bana bakanları,
Baktığım insanları,
Hayatı,
Dünyeviyâtı,
Yani...
Yani benliğim,
Yine benliğimi düşünüyor...
Sonra,
Sonra bakıyorum ki,
Düşünmeye devam ediyor,
Bu benlik,
Cihân-ı fânî...


Spoiler: Göster
Dağılın.
Başlık: Ynt: Köşeden Yazılar
Gönderen: Fırtınakıran - 30 Eylül 2010, 13:34:18
Spoiler: Göster
Hakan nen var yavrum :P.


Şaka bir yana, kısa ama düşündürücü bir yazıydı. Şiirsel kısma kadar olan o yazdığın 3 cümleye tamamıyla katılıyorum. Bazen ben de bunları çok düşünüyorum. Ancak düşüncelerim sonuçsuz kalıyor, ne acı. Bir kılıf uyduramıyorum kafamdaki bu sorgulamanın nedenlerine.

Son kısma iliştirdiğin bu şiirsel sorgulama ise gerçekten güzeldi. Dizeler ardı ardına, yağan mermiler gibi gelirken can acıtan tek şey hızı değil, sözlerin oldu.

Ellerine sağlık :). dediğim gibi kısaydı ama iyi bir sorgulama olmuştu.

Not: şu gizle/gösterde yazdığın ise bence çok yerinde olmuş :)
Başlık: Ynt: Köşeden Yazılar
Gönderen: Malkavian - 30 Eylül 2010, 13:42:58
Anlayana...
Başlık: Ynt: Köşeden Yazılar
Gönderen: magicalbronze - 02 Kasım 2010, 13:11:48
"Lütfen toplu taşıma araçlarını kullanalım."

Hmm...

"Evet, evet! Lütfen herkes toplu taşıma araçlarını kullansın! Çevreyi korumamız lazım!"

Bak işte buna katılıyorum. Çevreyi kesinlikle korumamız lazım, değil mi?

"Oh evet, kesinlikle!"

Fakat söylemek istediğim bir şey var.

"Hayrola, nedir?"

İki gün önce, eve dönüş yolunda otobüs beklerken toplu taşıma araçlarına bayağı bir saydırdım.

"Aaa neden yaptın bunu, toplu taşıma aracına saydırılır mı?"

Evet efendim saydırılır.

Eğer bir toplu taşıma aracı sizi yarım saatten fazla bekletiyorsa, üstelik normal şartlarda taş çatlasa on beş dakika içerisinde orada olması gerekirken bekletiyorsa, saydırılır efendim.

Bal gibi de saydırılır.

Lafa gelince bizden iyisi yok. Lütfen herkes toplu taşıma aracını kullansın, lütfen herkes çevremizi korumamız, ozon tabakasının delinmemesi için yardımcı olsun. Lütfen herkes bik bik bik ve bik...

Bazen, yarım saatlik bekleyişler içerisinde bulunduğum vakit, beklediğim durağın sorumlu kişisi ile muhabbet ederim. Laf döner dolaşır ve bu otobüslerin kendi kafasına göre geliş saatleri üzerinde durur.

Adam da haklı olarak burada sadece çalışan olduğunu ve herkesin bazı düzenlemeleri kendilerine göre haftada bir değiştirdiğini bizimde bakmakta olduğumuzu söyler. Bende kafa sallamaktan başka bir şey yapmam.

Şikayet edeyim.

Ama çözüm mü ki bu?

Devleti devlete şikayet etmek gibi oluyor bu...

Tek başına nereye kadar gidebilir ya da ne kadar dayanabilirsin. Sen, "Kardeşim! Şu saatte burada olması gereken kim varsa olmuyor gelende durmadan geçip gidiyor." diyorsun ama dediğine de bin pişman oluyorsun. Artık sistem oralarda nasıl çalışıyorsa, telefonun diğer ucundaki kişi "Nerede oluyor o olay?", "Kardeş, o kaçan otobüsteki adam neye benziyordu?", "Peki plakayı alabildin mi?" ve hatta "Yanında başka kimse var mı?" gibisinden saçma sapan sorular geliyor. Araçların arkasına, şikayet için gerekli olan telefonları aramanız hiç bir halta yaramıyor yani.

Tek başına olmuyor, o zaman toplu bir yol bulalım.

Tabii... Zaten her şey için çok zaman vardı, bir de bunun için zaman ayıralım uğraşalım, şikayetçi olanları bulalım, şikayet etmekten çekinenleri ikna etmeye çalışalım ve daha bir sürü şey... sevgili Candan Erçetin'in dediği gibi.

"Madem şikayet ediyorsun o zaman neden uğraşmıyorsun? E uğraşmayacaksın peki neden şikayet ediyorsun?"

Valla çok haklıyım. Kendi kendime kendi sorumun cevabını vermiş oldum.

Aslında çok fazla yazmaya gerek yok. Sadece iki kelime ile özetleyebilirim yazıyı:

Burası Türkiye.

Sevgiler,
Saygılar.
Başlık: Ynt: Köşeden Yazılar
Gönderen: Wanderer - 02 Kasım 2010, 17:42:04
Son yazıya sonuna kadar katılıyorum. Harbiden ilginç, garip, enterasan, bozuk, kafası(ları)na bir sistem... (Halk Otobüslerinden bahsediyorum.) Saydırın efendim, bir kere de benim için saydırın.
Başlık: Ynt: Köşeden Yazılar
Gönderen: magicalbronze - 24 Aralık 2010, 09:47:46
Sabah işe geldiğimde, uzun süredir yapmadığım bir şeyi yapıp, havanın güzel olmasından da yararlanarak balkona çıkıyorum. Şöyle birkaç dakika yaslanıyorum korkuluklara, izlemeye başlıyorum yoldan gelip geçenleri.

Birbirleriyle konuşan ve hızlı hızlı yürüyüp okula geç kalmamaya çalışan öğrenciler mi dersiniz, işe geç kalmış ama güzelliğinden de ödün vermeyip badi badi yürüyen bir kadından mı dem vurursunuz, dükkanlarını yeni yeni açan ve daha tam olarak uyanamamış esnaftan mı bahsedersiniz... Herkes bir arada, yeni bir güne, yaşama devam ediyorlar.

Çoğu kişi işe gidiyor, ama mutsuz. İsteksiz. Kafasına göre bir iş bulamadığını düşünüyorlar belli ki. Bazıları takmış kulaklıklarını, benim de çoğu zaman yaptığım gibi. Acaba radyo mu dinliyorlar? Eğer öyleyse onlarla aynı kanalı mı dinliyoruz? Frekanslar aynıysa ortak bir noktamız olmuyor mu o kişiyle? Düşünceler böyle devam ederken buğulaşıyor. Netleşmesi ve çözüme ulaşması gerekirken iyice sislerin arasına karışıyor. Sonra pes ediyor, bırakıyorum onları.

Ben, benliğimle uğraşırken aşağıdan bir kız beni farkediyor. Bir süre bakıyor bana. Acaba yakışıklı mı buldu beni? "Beğenmese neden baksın, değil mi?" düşüncesi oluşuyor bu sefer tüm netliğiyle beynimde. Fakat gerçek bu mu? Belki de şu anda benim yerimde balkondan bakmak isteyen bir rol istiyordur da, beni görünce dalıp gitmiştir. Belli mi olur? Düşünceleri okuyamıyoruz neticede. Ya da belki "Dünyada ne insanlar var, boş vakti bol, şu genç gibi..." diyordur kendi kendine. Ben çözümlemeye çalışırken, o tekrar önüne bakıp yürümeye devam ediyor. Bir süre sonra gözden kayboluyor. Merak ediyorum, acaba hatırlayacak mı beni? İstemsiz ve gereksiz bir hüzne kapılıyorum nedense...

Sonra telefon çalıyor ve içeri gidiyorum. Balkon sefam burada sona ediyor.
Başlık: Ynt: Köşeden Yazılar
Gönderen: magicalbronze - 21 Ocak 2011, 10:44:52
Lütfen fantastik serilerdeki siyasal ve politik olayları birbirine karıştırmayalım.

Evet efendim, buradan da yazıyorum. Lütfen bazı konularda bilinçli olalım!

Bu kadar galeyana gelmemin sebebi; artık aniden gelen bir sinir mi dersiniz, can sıkıntısı mı dersiniz yoksa başka bir şey mi dersiniz bilmiyorum ama olay basit: Ka-rış-tır-ma-ya-lım!

Televizyonunu ilk defa açan izleyicilerimiz için belirtelim. Her türlü fantastik seride, hele de siyasal bir mevzu varsa, mevzuubahsi geçen siyasal olayı illa ki gerçek bir olay ile bağdaşlaştırmak bizim şu dünya milletine öz bir yapı. Bakınız dikkatinizi çekerim. Bizim halkımız demedim, tüm dünya halkından bahsediyorum. Bir-iki fantastik seri okuyup da buna "Bak bu adam var ya[*]yazardan bahsediyor[/*], ne çakaldır ha... Şuradaki kitabında ona giydiriyor, buradaki metinde ötekine atıfta bulunuyor, berisinden gelen son romanında da dünyanın halihazırdaki genel yapılanmasından bahsediyor." gibi bir cümle kurabilmeyi kendilerinde nasıl hak görüyorlar anlayamıyorum.

Hoş, bunlar normal okuyuculardan daha çok, fazlaca kitap okuduğunu ve bunları benimsediğini iddia eden gazete ve dergi yazarlarından da duymak ayrı bir olumsuz duygu yaratıyor insanda. Tamam haklısın, o ay veyahut o hafta dergi için sana ayrılan köşeyi bir türlü doldurmalısın. Aynen benim şu anda sizlere karşı ettiğim sitem ile köşemi doldurmam gibi... Fakat niye daha önemli kısımlardan girip de, kitaptaki masalsı anlatım ruhunu yakalayarak ona göre idame ettirmezsin yazılarını? Eğer sırf o gün yazacak bir şey bulamıyorsan ne diye, belki de senin için bir günlük ama sevenleri için yıllarca olumsuzluk teşkil edecek tümceleri art arda sıralarsın?

Bu olumsuzluğun en büyük sorunlarına, yine fantazyada en büyük başyapıtlardan biri olarak kabul edilen Tolkien, yaşamı boyunca maruz kalmıştır ki ölümünde bile kurtulamamıştır. Doğu kesimi Tolkien'i faşist bir ırkçı olarak tanımlayıp, yazdığı kitapların sırf kendilerini kötü gösterdiği için bu kadar ünlü olup tüm dünyaya mâl olduğunu söylerken, batı kesiminden de sesler yükselmiyor değil. İçten içe bir çok eğitimcinin, hele de profesör unvanı alan ve 60'ları çok iyi anımsayan kesimlerin, Tolkien'in yazıtlarının kendilerine ve çalışmalarına vurulmuş büyük bir darbe ve edebiyatın çöküşü olarak nitelendiriyorlar...

Yine geçtiğimiz 2009 yılında kaybettiğimiz David Eddings'in kitapları için de bu dediklerim geçerli bir rol oynuyor. Tolkien'in yazıtlarından etkilenmeden tamamen kendi kurgusunu ve dünyasını akıcı ve sürükleyici bir biçimde oluşturmayı başarmış Eddings'in, kitaplarında bolca kullandığı siyasi ve politik konuşmaların birilerine açık açık gönderme olduğunu düşünenler tüm dünyaya birer misyoner gibi yayılmış durumda.

Zaten belli başlı popüler yazıtlar ve görsel mecra haricinde beli bükük olan ve üzerindeki kamburluktan kurtulmaya çalışan türü, iyiden iyiye hamal olarak kullanmaya devam etmek istiyorlar anlayacağınız.

Bunun dışında belki de bilim kurgu türüyle kardeş sayıldığı ve bir dönem çok fazla iç içe geçtiği için de bundan nasibini almış olabilir diye düşünüyorum. Haksız mıyım dersiniz? Özellikle bilim kurgunun post modern bir oluşumdan siperpunk akımına geçtiği yıllarda, bu türe gelen olumsuzluklar ve iyiden iyiye popüler hale gelmesini sağlayan etmenler ile, fantazyanın geri planda ve ona bağdaş bir şekilde yürümesini zorunlu kılmıştır neredeyse. Ki Yüzüklerin Efendisi gelmeseydi bu böyle de devam edebilirdi. Hoş zaten bahsettiğimiz bu çok okunan ver herkeslerce bilinen başyapıtın da benzer nitelikte gerçek dünyaya yaptığı göndermeler ile aynı şekilde popülerlik kazandığını da daha önce söylemiştim. Yani dediğim kesimlere göre, aslında bu serinin öyle ahım şahım bir gideri yok. O kadar sıfırdan bir dünya, hiç var olmamış ırklar, yeni diller falan yaratmak boş yani. Zaten bunları konuşmaya bile gerek yok, değil mi?!

Benzer şekilde Feist'in Gediksavaşları dünyası için de, bahsettiğim diğer seriler kadar olmasa da müşabih tanımlamalar kullanılmıştır. Hoş, adam o kadar çok yazdı ve o kadar fazlaca asıl dünyadan kopup ayrımlı kurgular yarattı ki, bu bahsetmiş olduğum siyasi ve politik yazılar yüzünden adamı kimse eleştiremez oldu. Neden mi? Çünkü adamın bu kadar kitabı takoz dediğimiz sayfa sayısına ulaşacak tarzda nasıl yazdığı yavaş yavaş anlaşılmaya başlanıldı: Para. Diğer bir adıyla Money. Her ne kadar bu konuda kendisine şahsım adına kızıyor olsam da, yarattığı dünyanın sağlam ve okunabilir olduğunu da söylemeden edemeyeceğim.

Yetmişler ve akabininde seksenlere doğru gelinildiğinde feminist bir düşüncenin dünyaya yayılmasını sağlayan ve belki de eleştirilerin odak noktasını oluşturan bir diğer isim Le Guin oldu. Hem fantastik hem bilim kurgu, hem de bu türlere karıştırdığı ütopik ve distopik hava ile kendi adını tüm dünyaya duyurmayı başarabilmiş kadın yazarlardan Le Guin'de de bir devrimcilik ruhu yok değil hani. Evet çok güzel fantastik eserler vermesinin yanında, daha da güzel verebildiği kurgusal ama dünyevi meseleler de vardı kitaplarında. Belki de bu yüzden eleştirilerin dozu onun için de fazla oldu. Fakat kendisi bunun bilincinde olarak devam etti yoluna, "Ben fantastik yazıyorum sadece, bilim kurgu ile yoğuruluyorum, başka da bir amacım yok!" diye bir açıklamada da bulunmadı hiçbir zaman. Fakat kendisine getirilen eleştiri ve tepkilerin, onunla birlikte tüm türe olan bakış açısını biraz da olsa olumsuz yönde değiştirdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Ve fakat sonunda, bir-iki seride, gerçekten atıfta bulunma ve reel dünyanın işlerine karışma durumu varsa da ne olacak ki? Bunu yazarın kendi ağzından duymadan, fantastik bir düşünce ile benliğimizde yer edinmesini sağlayıp, iki gün sonra gerçekten böyle bir şey söylediğine dair bas bas bağırma hakkını kendimizde nasıl bulabiliyoruz?

Anlayacağınız bazı kesimlerin silkinip kendine gelmesi ve hayatlarına magazin yazarlığı dalında devam etmesi gerekiyor. Bırakın Tolkien faşist, Eddings ırkçı, Le Guin'se devrimci kalsın. Yeter ki bizlere kalsın. Çekin elinizi ve gidin sahici bulduğunuz siyasetiniz ve farkında bile olmadığınız düşmanlıklarınızla kavrulun.

Özetle; adamı hasta etmeyin.
Başlık: Ynt: Köşeden Yazılar
Gönderen: Amras Ringeril - 21 Ocak 2011, 15:17:17
Ben bunu genel anlamda olumsuz bulmuyorum. İşin felsefesine giriyor biraz ve hoş durabiliyor. Tabi Tolkien'e atılan ırkçı iftiralar gibi olmadığı sürece.

Ha bir de siberpunk 1980lerin sonunda doğdu, Yüzüklerin Efendisi 1950'lerde. Yüzüklerin Efendisi değil, siberpunk bilim kurgu fantazyadan ayırdı demek daha doğru kaçar o vakit.
Başlık: Ynt: Köşeden Yazılar
Gönderen: magicalbronze - 18 Şubat 2012, 00:24:02
http://fizy.com/#s/1ajcqm

yazmak,
konuşmak,
içinden geldiği gibi hem de.
mutlu bir hâlde,
için içine sığmaz şekilde.

bir şarkı dinlersin,
yalnız gününde.
bir ezgi çalınır kulağına,
tek başına oturduğun vakitte.
kulaklarına gelen sesler,
kaldırır sanki gözlerinin önündeki perdeyi.

o ses, o müzik, o ahenk...
kalbindeki tıkanıklığı açarcasına,
zihnini berraklaştırırcasına,
gelir, yer eder gönlünde.

delice hem de.
çünkü diyor ya ezgiler,
aşk güzel ediyor,
her şeyi.
Başlık: Ynt: Köşeden Yazılar
Gönderen: BerkeB - 15 Ekim 2012, 11:32:35
Sabah işe geldiğimde, uzun süredir yapmadığım bir şeyi yapıp, havanın güzel olmasından da yararlanarak balkona çıkıyorum. Şöyle birkaç dakika yaslanıyorum korkuluklara, izlemeye başlıyorum yoldan gelip geçenleri.

Birbirleriyle konuşan ve hızlı hızlı yürüyüp okula geç kalmamaya çalışan öğrenciler mi dersiniz, işe geç kalmış ama güzelliğinden de ödün vermeyip badi badi yürüyen bir kadından mı dem vurursunuz, dükkanlarını yeni yeni açan ve daha tam olarak uyanamamış esnaftan mı bahsedersiniz... Herkes bir arada, yeni bir güne, yaşama devam ediyorlar.

Çoğu kişi işe gidiyor, ama mutsuz. İsteksiz. Kafasına göre bir iş bulamadığını düşünüyorlar belli ki. Bazıları takmış kulaklıklarını, benim de çoğu zaman yaptığım gibi. Acaba radyo mu dinliyorlar? Eğer öyleyse onlarla aynı kanalı mı dinliyoruz? Frekanslar aynıysa ortak bir noktamız olmuyor mu o kişiyle? Düşünceler böyle devam ederken buğulaşıyor. Netleşmesi ve çözüme ulaşması gerekirken iyice sislerin arasına karışıyor. Sonra pes ediyor, bırakıyorum onları.

Ben, benliğimle uğraşırken aşağıdan bir kız beni farkediyor. Bir süre bakıyor bana. Acaba yakışıklı mı buldu beni? "Beğenmese neden baksın, değil mi?" düşüncesi oluşuyor bu sefer tüm netliğiyle beynimde. Fakat gerçek bu mu? Belki de şu anda benim yerimde balkondan bakmak isteyen bir rol istiyordur da, beni görünce dalıp gitmiştir. Belli mi olur? Düşünceleri okuyamıyoruz neticede. Ya da belki "Dünyada ne insanlar var, boş vakti bol, şu genç gibi..." diyordur kendi kendine. Ben çözümlemeye çalışırken, o tekrar önüne bakıp yürümeye devam ediyor. Bir süre sonra gözden kayboluyor. Merak ediyorum, acaba hatırlayacak mı beni? İstemsiz ve gereksiz bir hüzne kapılıyorum nedense...

Sonra telefon çalıyor ve içeri gidiyorum. Balkon sefam burada sona ediyor.
Kızın peşinden koşup tanışmalıydınız bence magical bey   :P
Başlık: Ynt: Köşeden Yazılar
Gönderen: magicalbronze - 18 Nisan 2013, 23:39:32
Dedesine bakmış, saf gözleriyle. Ve o saf gözlere sahip çocuk, dedesinin "İntihar kötü bir şeydir evlat, tek nasihatım bu düşünceyi aklından uzak tutman," deyişini işitmiş. Yıllar geçmiş ve bu cümle artık genç bir adam olan çocuğun aklına gelmiş. Sonra öğrenmiş, lisede ve üniversitede beraber okuduğu arkadaşının intihar ettiğini. Cenazesi kaldırılmış ve yılların verdiği yıpranmışlıkla o saf gözleri yitirmiş çocuk, arkadaşının cenazesine bile katılamamış. Geç kalmış. Böyle bir işe neden kalkıştığını öğrenememiş. Hayır... Aslında öğrenmek istememiş. Ne acı.

Ne acı ki dünya böyle bir yer. Biri yiter, ardından bakanlar olur. Biri gider, geriye ailesi ve dostlarının zihinlerindeki hatıralar kalır. Ve yine ne acı ki, günler akmaya, yaşam sürmeye devam eder. Sonra bir bakarsın, farklı arkadaşlarla hiç ummadığın bir ortamda neşen yerindedir, bir zamanlar olduğu gibi. Yine gülümsüyorsundur. Hatta kahkahalar sarmıştır ortamı.

Demişler ya işte, dünya böyle bir yer. Hayır. Aslında “hayat” böyle bir yer. Ve bizler, bu hayata tüm korkularımızla, öyküsel duygularımızla tutunmaya çalışan, dört elle sarılan canlılarız sadece. Bugün canlı, yarın değil. Kim bilir. Kim bilir...
Başlık: Ynt: Köşeden Yazılar
Gönderen: magicalbronze - 20 Nisan 2013, 22:52:28
Haydi Zeze, güneşi uyandıralım. Yeniden. Tekrar ve tekrar. Şafak vaktinin o sessizliğini çekelim içimize, güneşin uyandığını hissedelim tüm kalbimizle.

O hiçbir zaman büyümeyen, çocuk kalmış kalbimizle.

Haydi Zeze. Uyandıralım güneşi. Sonra, kalbimizde bir kurbağa ile şeker portakalının yanına gidelim. Orada kalbimize bir kuş konsun.

Ve nihayet, hep birlikte, sonsuza kadar sohbet edelim. Güneş hep uyanık kalsın.

Haydi Zeze...
Başlık: Ynt: Köşeden Yazılar
Gönderen: magicalbronze - 22 Eylül 2015, 01:28:07
Bazı geceler canım çok sıkılıyor. Yapacak çok iş, okuyacak onca kitap, düşleyecek sonsuz hayaller var. Fakat beyin bilgisayarın masaüstü ekranı gibi gözüküyor. Orada açacak, inceleyecek bir sürü program varken tutup tek yaptığım Sağ Tık/Yenile oluyor.

Ekran yenileniyor, ben basmaya, sağ tık yapıp sayfayı bir kez daha yenilemeye devam ediyorum. Zaman geçiyor ama değişen hiçbir şey olmuyor.

Hoparlörün cızırtısı beynimi bulandırıyor, kulaklık takıyorum. Ses daha da kötüleşiyor. Çıkarmıyorum yine de aparatı, bir şarkı açıyorum. Cızırtı kesiliyor, yerine geçmiş geliyor. Anılar saklandığı gölgelerden ışığa adım atıyor ve ben geçmişi düşlüyorum. Kötü yanları değil, hep iyi yanları. Sanki kötü olmamış gibi. Gölgede kalmayı yeğleyen garip zamanların kör ve sağır çocukları gibi...

Uykum geliyor. Ekran da, lambalar da kararıyor. Ve ben, gölgelere adım atıyorum. Şarkıların düşlediğini gözleri kapatarak yapma vakti. İyi geceler. Yarına çok iş var.