Kayıp Rıhtım Arşiv Forum

Liman Kenti => Düşler Limanı => Gezginler Kamarası => Konuyu başlatan: Amras Ringeril - 08 Temmuz 2010, 22:52:50

Başlık: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
Gönderen: Amras Ringeril - 08 Temmuz 2010, 22:52:50
                                                                                                                            6  Temmuz 2010

Kadın hızla elbisesini üzerine geçirdi. Bu iki çatlağın kısa filmi için soyunmak pek akıllıca değildi ama değersiz hayatında yapacak fazla bir işi yoktu. Tek özelliği güzel, alımlı vücuduydu. Balık etliydi ve kısa boyluydu, güzel bir gülümsemesi vardı. Bazıları tarafından beğenilen bir oyunculuk yeteneğine de sahipti aslında. Onun hayatından memnun olup olmaması diğerinin umrunda değildi. Bunu bilmezlerdi. Onların gördüğü her istediğine sahip olabilecek bir güzellik abidesiydi. İnsanlara karşı yaptığı onca oyunculuğun ötesinde sadece kendisine karşı dürüst olabiliyordu. Bütün bu insanların yalanları arasında o da gerçeği yansıtmamak adına yeteneğini kullanırdı. Tıpkı diğer herkes gibi.

Şu iki sanatçı adam, tüm havalarına rağmen, seteki en sapık heriflerdi. Sapık demek de doğru olmaz aslında. Eski bir kelime “badak” onlar için daha uygundu. İkisi de kadından hoşlanıyordu. Bütün bu çıplak sahneleri onu görebilmek adına uydurmuşlardı. Hatta kadına göre tüm filmin amacı buydu. Ölü bir öküzün ya da ortadan yarılan bir gözün hiçbir anlamı yoktu. Yine de filmin olay yaratacağını biliyordu.

Onun için önemli değildi. Hayatı yakında son bulacaktı zaten. Zavallı. Öleceğini bilmek dünyanın en kötü hissi olabilir. Ya da yapmak istediklerinizi yapmak için bir fırsat. Öleceğini bilip de ölmemek ise kesinlikle düş kırıklığıdır. Değerlendirdiğiniz vakit saçmalamalarla dolu gelir. O, bu vaktini göğüslerini göstererek değerlendirmişti. Yine de yaşayacak biraz zamanı vardı. Elbette bu hiçbir şeyi değiştirmez. Herkes öleceğini bilir. İnsanlar ölümü düşünerek yaşasaydı, medeniyet gösterecek bir şey kalmazdı.

Kadın, ince bıyıklı adamın dudağına bir öpücük kondurdu. Bir yandan da usulca eline dokundu. Sonra yavaşça, dikkat çekici şekilde kalçalarını savurarak seti terk etti.
Başlık: Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
Gönderen: Dúrgonath - 09 Temmuz 2010, 00:01:17
Deneysel ve alıştırma tadında olmuş, ama içimden bir ses "Bu sana bir şeyler anlatmaya çalışıyor!" diyor. Yine de, o kadar yorgunum ki, devam etmesi olasılığına tutunacağım. Hafif bir "Veronika Ölmek İstiyor" tadı, hatta tüm kitabın eleştirisi sosunu aldım.
Başlık: Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
Gönderen: Amras Ringeril - 09 Temmuz 2010, 01:15:25
                                                                                                7 Temmuz 2010

Gece cırcır böceklerinin sesleriyle doluydu. Arada kulakları tırmalayan birkaç motor sesi duyuluyordu ancak onun dışında insandan arınmış bir yer hissi veriyordu. Sandalyelerini ikinci kat yüksekliğindeki damlarından sıra sıra ağaçların olduğu tarlaya çevirmiş çay içiyorlardı. İki tane köpek ağaçların arasında hantal hantal yürüyordu.

"Köpekleri yılan ısırmaz mı?" diye sordu genç adam. İhtiyar güldü.

"Yılan kendisine saldırmayanı ısırmaz. İnsan bile o kadar değildir. Acıkınca fare yer, köstebek yer." Çayından höpürdeterek bir yudum aldı. Çok çalışmışlardı. Bugünlerde tarla işi değersizdi. Gelen para gideni anca karşılıyordu, yerel üreticilere şans bırakmıyorlardı. Çevresi hep artık bırakması gerektiğini söylemişti.

Yaşlı adamın tek tutunduğu yer tarlasıydı. Tam altmış senedir bu tarlanın içindeydi. Başlarda geliri için, bildiği iş olduğu için yapıyordu. Ara ara bakımını yapar, ürününü alır satardı. Dışarıda ek işler yaptığı da olurdu. Bütün yaptıkları ona köy içinde ufak bir şöhret getirmişti. Gerçi herkes birbirini tanırdı ama ihtiyar, çok saygı duyulan birisiydi. Yine de her zaman hayatında bir şeyler eksik olmuştu.

Tüm ailesi tarla işleri içinde yetişmişti. Doğal olarak onun da başka bir iş yapması mümkün değildi. Hem ne yapabilirdi ki? Köylü adamdı o. Alırlar mı büyük işlere?

"Neyse ne. Yine de burası iyi ki var." diye düşünüyordu artık. Kulakları az duyuyordu. Beli de bükülmeye başlamıştı. Diğer insanlarla doğru düzgün anlaşamıyordu. Söylediklerine gülümseyip kafa sallıyor, kendisinden yardım isteyenlere koşuyordu. Ama hayata tutunmasını sağlayan şey bu bahçeydi. Senelerce fizik gücü isteyen uğraşlar sayesinde sağlıklı kalmış, tüm arkadaşlarının cenazelerinde diğerleri eğilerek dururken o dik biçimde saf tutabilmişti. Ama artık yoruluyordu.

"Bak." dedi. "Bunlar hep sana kalacak. İnsan için doğa varsa, doğa için de insan var. Unutma."

Çayının dibini yudumladı.

"Hadi bir çay daha kat bakalım."
Başlık: Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
Gönderen: Amras Ringeril - 26 Temmuz 2010, 04:46:29
                                                                                                
25 Temmuz 2010

Sosyal evrim açısından epey geri kalmışız. Açıkçası doğal seçilimde neden yok olmadığımızı düşünmeden edemiyorum. Evrim teorisine şüpheyle yaklaşmaya başladım bu yüzden. Yine de bir diğer açıdan düşününce belki de bir çeşit kanıttır bu. Eski primat türlerindeki kabile reislerinin (cCc Charlie Reis cCc) diğerlerinin kafalarına elindeki kemikle vurarak "nerede ulan kaliteli et nerde, napıcam ben çürümüş fare etini" diye bağırdığına eminim. Tabi farklı bir dil kullanıyor olmalı. Her neyse, konuyu saptırmadan yazı yazmayı başarabileceğimi sanmıyordum olmadı da.

Eve gelen arkadaşlarımdan rahatsız olup (neden bilmiyorum?) o gün evde dahi olmayan kız kardeşimin eve birilerini aldığını söyleyerek bizi tehdit eden komşulardan tiksiniyorum. Tehdit mekanizması ev sahibine şikayet etmekle renklenecek. Bu insanları hayal ediyorum da ellerinde bir naylon torba olmalı, bildiğimiz bakkal poşeti. Ekmek alırken vermişler, içinde ekmek kırıntıları var. Ona kuruyemişçiden aldıkları bütün her şeyi karıştırmış koltuklarında Aşk-ı memnu izliyorlar, hem de yüksek sesle. Karı koca oluyorlar genelde ve bir kulakları da merdivenden gelen seslerde olmalı. Birini mi duydular?

Hemen somurtan suratlarla delikten bakarlar ve tekrar otururlar. İyice somurturlar çünkü kendileri genç yaşta evlenmiş artık tek eğlenceleri akraba ortamında mangalı yakmak için yarışa girişmek. El öpenleri çok olmak.

Aslında evet bu noktada onları rahatsız ettiğimden eminim. Muhtemelen çok küçük yaştan beri aynı karının ya da herifin suratını görüyorlar. Daha bir elli sene gidecek böyle. Kendilerinden yirmi yaş küçük insanları kıskanır olmuşlar. Tam bir primat aktivitesi dostlar!

Sokakta "karı karı karı" diye radarları açık turlayan heriflerin geleceği bunlar. Saatte seksen kilometreyle şehir içinde murat 131'lerini kanırtırken yoldan geçen güzel bir kızı görüp yüz metre öteden geriye dönebiliyorlar. Hele bir de gece olmasın. O kadının sokağa çıkmaya hakkı var mı dostlar? Gece gece uzun sarı saçlarıyla pembe ceketiyle gölgelerden de yürüse bu uzun otlar arasında yırtıcıları fark etmek için dizayn edilmiş hislere karşı koyamaz çünkü. Evrimleşmişler ama yırtıcıdan korunmak için değil.

Anlatmak istediğim birkaç şey daha vardı ama gece gece konuyu toparlamak gerçekten çok zor oluyor. Dağılıyor ve alakasız şeyler anlatmaya başlıyorsunuz. Primat kabilelerinde bir şeyleri ifade etmek için baya bir biriktirmek gerekiyor. Sonra zaten salla gitsin abi raad ol bizim sülalemiz raad moduna bürünüyorsunuz.

Sanırım bunlar hep mutasyonun sonucu.
Başlık: Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
Gönderen: Amras Ringeril - 18 Ağustos 2010, 01:08:36
Kusmak üzereyim.

Bir yerlere bir şeyler söylemem gerekiyor. Ancak bazı şeylerden çekiniyorum, tıpkı gülen adamın dediği gibi; samimiyet ve kazanç sağlamaya çalışma sınırını çizememek gibi. Şu aralar en büyük korkularımdan birisi bu. İnsanlar birçok başka demagoji şekliyle kazanç sağlamaya çalışıyor. Yazılarında, filmlerinde, tv ekranlarında, meydanlarda, etc. En önemli silahları fakir edebiyatı diye yerilen şey. (bkz. garip gureba) (bkz. rte) Ezik edebiyatı diye yerilen başka bir şey de var. Ama hala bu ülkenin çoğunun kanında "delikanlılık" var. Bu yüzden pek rağbet görmüyor. Tabi internet alemi ya da yazar çevresi hariç.

Yani anlamıyorum, bir herif kiraladığı yatta düzenlediği doğum günü partisini anlatınca, yurtdışında yaptığı seyahatleri saatlerce övünce neden biz buna zengin edebiyatı demiyoruz? Neden birisinin sahip olmadığı bir şeye duyduğu özlemi anlatması fakir edebiyatıdır bizim gözümüzde? Bu da bir çeşit sohbet mevzusu değil mi? Hatta sobalı ev meselesi bile ne kadar abartıldı. Sobalı evle ilgili anılarını anlatanlar ve onları fakir edebiyatı yapmakla suçlayan zenginler.

Neyse, mevzuyu yine dağıttım ve yazım gücüm gittikçe düşüyor. Bundan hiç hoşlanmıyorum. Söylemek istediklerimi söyleyemeyeceğim sanırım. Önemli değil. Bir kısa film ekliyorum buraya. Gerçekten Fazlası Değil. Beni az çok tanıyanlar bu filmi izlediğinde kendimle ilgili (ya da genel olarak) söylemek istediğim şeyi anlarlar sanıyorum. Tabi izlerlerse. Hmm, ya da umurlarında olursa.

Yazarak ifade etmenin daha tatlı olacağını düşünmüştüm, ama bu zayıflığın sebebini hala çözemedim. Yazamıyorum.

http://vimeo.com/12410892
Başlık: Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
Gönderen: Amras Ringeril - 14 Ekim 2010, 02:28:10
"Panta Rhei"
Herakleitos

İnsanların doğduklarından beri sahip oldukları, doğru belledikleri yargıların yanlış olduğunu anlamaları çok kolay bir şey değildir. Daha doğru ifadeyle, anladıktan sonra bulundukları psikolojik durum çok sağlıklı değildir. Bugünlerde benzer şeyleri yaşıyorum. Doğumdan gelen sıkı sıkıya bağlandığım değer yargılarım olduğunu söyleyemem. Varsa da bir çoğu daha küçük yaşlarda esnemiş. Bu yargının sonradan edinilen bilgiler üzerinde de kabul gördüğünden eminim.

Hayatta gereksiz gördüğümüz ve "bu devirde.." diye başlayarak kurduğumuz cümlelerin tüm özneleri aslında oldukça normal ve gerekliymiş. Yalnızlık diye başladığımız şey ise bir odada tek başına oturup metal müzik dinlemek değilmiş. Bu hayatta asla yalnız görünmemek, asla düşünmemek, ve bütün bunların yanında saygıdeğer biri olabilmek de mümkünmüş.

Her şey değişiyor mu, yoksa her şey aynı kalıyor biz mi değişiyoruz? Zaman akıyorsa biz de onunla birlikte yeni yerlere gidiyoruz. Gittiğimiz yerler tamamen farklı, her şeyiyle size aykırı. Ancak öğreniyorsunuz. Algılarınızda varolan bir dünyanın siz algılarınızı değiştirdiğiniz zaman nasıl değiştiğini görüyorsunuz. Yalnızca günü geçirmek için yaşayanlara küfrederken, şu gün bitsin de yarın ne olacağını görelim diyerek yatağa uzanan birine dönüşmek öfkelendiriyor insanı kendine. Toplum uyum sağlamanızın bir yolunu buluyor.

Ama bir de bakıyorsunuz ki tüm hayatınızı adadığınız şeyler geride kaldığında bile ilerleyebiliyorsunuz. En kötüsü kendinizi tanımlayabildiğiniz tek şeyi, sahip olduğunuz tek gücü kaybetmeniz. Geri dönmek her zaman mümkün. Su tersine akmaz, ama dönüşebilir.
Başlık: Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
Gönderen: Amras Ringeril - 06 Ocak 2011, 01:09:02
Daha güzel bir dünyaya uyanıyorum. Kendim güzelleştirdiğim ve pürüzlerden arındırdığım bir dünya bu. Her bir pürüzü çok ince uğraşlar sonucu yok ettim. Evet, biraz pislik kaldı ama onlar da elbet temizlenir.

Aşama 1:

"Yemeğe çıkmak ister misin?" diyor bana. Kafamda ihtimalleri tartıyorum. Seçenek ekranı geliyor. Accept Mission.

"Olur" diyorum sakince.

Çıkıyoruz, yemek yiyeceğimiz yerin yakınındaki bir kırtasiyeye uğramak istediğimi söylüyorum. Trade With Merchant.

Yemek yiyoruz. Arkam televizsyona dönük, o karşımda oturuyor. İkinci sınıf bir aile lokantası. Pislik kol geziyor, marulların arasında gezinen böcekler ev alma komşu al anlayışına uymuşlar. Her zamankinden, sakız gibi çiğnenen tavuk sote ve önce dilinle yumuşatman gereken pirinç tanelerine sahip "az pilav". Yemeği bitirip arkama yaslanıyorum. Close Tab.

Televizyon izliyor, bir yandan köftesini yiyor. İlginç inişli çıkışlı bir müzik ve bir o yana bir bu yana koşturan köpekler. Bir yandan gülüyor, ağzındaki yemek parçaları görünüyor. Bir kısmı sıçrıyor.

Çıkıyoruz. "Portakal suyu alalım" diyorum. Use Manipulation. Kabul ediyor. Kısa yoldan gitmek bahanesiyle ara yola giriyoruz. Eski bir binanın içinden geçiyoruz. Kimse yok. Öne geçiyor. Cebimden kırtasiyeden aldığım şeyi çıkarıyorum. Equip Weapon: Maket Bıçağı. Yavaşça yaklaşıyorum arkasından. Use Skill: Backstabbing küçük bir çığlık atıp tepiniyor. Ama bir elimle vurduğum tahtaların gürültüsünden duyulmuyor. Sapladığım bıçağı yana doğru çekiyorum ve kanın uzak tarafa boşalışını seyrediyorum.

İlk aşama tamam. Accept Reward: Taze Sıkılmış Portakal Suyu.
Başlık: Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
Gönderen: Arlinon - 06 Ocak 2011, 01:58:23
Adam yazıyor beyler. Böyle şeylere ağırlık ver aslında hlan iyice ilerletirsin baba şeyler çıkar ortaya. :elf

Sonrekilere edit: WAAOSHFOHASSAF GECEMI YEDIN ;D ;D Yaşantı ürünü olan eserler nasıl da belirginleşiyor değil mi hahaha. ;D
Başlık: Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
Gönderen: Amras Ringeril - 06 Ocak 2011, 02:13:12
Aşama 2: Gecenin Trollerine Karşı Savaş

Kabuslarımla bir arada sevgiyle yatıyorum. Terlemişim, duvara yaslanmış ayaklarım soğuk bir yer arıyor. Yorganın altından çıkmadan serinlemeyi başarmaya çalışıyor. Çünkü dışarısı canavarların yuvası. Heyhat, her şey sana karşı harekete geçiyor.

"Oh my god! Lebron James from six yards! ohohoho!" aniden sıçrıyorum. Danger Senses. Ne kabuslarımdan, ne poltergeistlerimden, ne de o canavarlardan korumak için atıldığım kızların şeytana dönüşmesinden bu kadar korkuyorum. Siyahlar. Yedi metreye ulaşan boylarıyla, altın zincirlerle bağlanmış eğlence köleleri. Çok korkuyorum dostlar! Bağırıyorlar, birbirlerine göğüslerini çarpıştırıyorlar, zıplıyorlar. Zengin gençler de yamuk ağızla "kobe varken lebronu anmak gerçekten komik" diyorlar.

Aman Tanrım! Saat 4! Karşımdaki tvde siyahlar koşturuyor. Yarı troll oda arkadaşım orgazmlardan orgazmlara koşuyor.

"Napıyorsun oğlum bu saatte ya?"

"Televizyon izliyorum abi."

Televizyon sesi yankılanıyor kulağımda. Televizyon. Uzaktan görmek anlamına gelen latince bir tamlamadan türemiş. Read: Old Scrolls

Sakince iniyorum ranzanın üst katındaki yatağımdan. İçinde bira şişelerinin yer ettiği dolabı açıyorum. Bir bira şişesinin içine sakladığım küçük şeyi çıkarıyorum. Craft: Ameliyat Neşteri

Yeşil arkadaşımın yanına gidip akan sümüklerine ve salyalarına basıp kaymamaya çalışarak ayağa kalkmasını söylüyorum. Pis bakıyor ve hırıldıyor. Her zaman yatağının yanında sakladığı odununu çıkarıp savuruyor. Defend.

Yatağının üzerine atlıyorum. Neşteri tam boğazına sokuyorum. Bağıramıyor. Üzerime siyah kanı sıçrıyor ve leş gibi kokusu siniyor. Elinden kumandayı düşürüyor. Loot Item: Uzaktan Kumanda

Televizyonun kapatma düğmesine basıyorum. Zıplayan devler hüzünlü bir şekilde yok oluyor. Üzerimi değiştiriyorum. Cesedi çamaşırhaneye götürüp bir makineye sokuyorum. Duş alıyorum ve yatağıma uzanıyorum. Rest Until Morning
Başlık: Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
Gönderen: Baal Adramelech - 06 Ocak 2011, 02:16:53
Ahahahahah! Süper olmuş!
Başlık: Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
Gönderen: Amras Ringeril - 06 Ocak 2011, 03:12:20
Aşama 3: Son Görev

Huzur bulmak istiyorum. Buz gibi havada sıcacık bir odaya girip o sıcaklığın kokusuyla yatağa yatıp sinmek istiyorum. Tüm o sessizliği yalnızca nefes alışverişlerim bozacak. Evet.. Hiç kimse yok. Ellerimin titremesi geçiyor. Niye cevap vermediğimi merak eden kişilerin beynime yolladıkları titreşimlerin etkisi geçti. Durum: Meşgul Masterplan'ım için güç toplamak istiyorum ve uykuya dalıyorum.

Çaykovski kendi ağzıyla mırıldanıyor kuğu gölünü. Dünyanın etrafında süzülüyorum. Ellerim kan içinde, sakince yalayarak temizliyorum onları. Güneşin hiçbir engele takılmadan gelen ışığı üzerime vuruyor. Gözlerim kamaşıyor. Çaykovski susuyor, zerduşt buyurmaya başlıyor. Güneşin önü yavaşça kapanıyor. Siyah büyük bir kütle bana bakıp sırıtıyor.

"Selamın aleyküm gardaşşş!!" Kapı çarpılıyor ve suratındaki iğrenç sırıtışla onu görüyorum. İşte bölüm sonu canavarı. Sertçe ışığı açıp bağıra bağıra italyanca bir şarkı söylemeye başlıyor. Ellerim titriyor ve görüşümün kaydığını hissediyorum.

Bir çıt sesi duyuyorum ve televizyon açılıyor. Bir kadın bağıra bağıra şarkı söylüyor. "Ben niye Konya'da doğdum arkadaş ya!" diye bir yakınma duyuyorum. Sırıtan, ağzından kan akan nosferatu bilgisayarının başına geçiyor. "Bi face'e bakam" diyor. Islık çalıyor, gözlerimi kapatıp uzaklaşmaya çalışıyorum. Yastığımı başımın üzerine koyuyorum ve onu görüyorum: Kurumuş bir sümük parçası. Nosferatu kahkaha atıyor. Frenzy

Yataktan hızla kalkıyorum. Yorganlar, yastıklar, kitaplar, anahtarlar, telefonlar hepsi ağır çekimde etrafa saçılıyor. Zihnimin yüksek kaliteli kamerasına saygı duyuyorum. Gözlerim nosferatunun elindeki çakmağa takılıyor. Tütsü yakıyor. Büyü güçlerini kazanmak ve minionlarını çağırmak için. Surprise Attack

Tütsüye saldırıyorum ama kaçıyor. Biri Golem, diğeri Kurtadam iki minionu beliriyor. İkisinin de elinde tütsüler var. Kutsal kitapları olan "Herkese 2 Dakikada Evet Dedirtin"e el basıyorlar. "İsrail'in Şifrelerini" uygulamak için sıraya geçiyorlar. Karşılarında tek başımayım. Sandalyeyi tutup ranzaya vuruyorum. Parçalanıyor. Craft: Two Handed Falchion

Uzun bir kavgaya giriyoruz. Kulaklarımda Beethoven'ın dokuzuncu senfonisi dostlar. Bir ona vuruyorum bir ötekine. Meğer dokuzuncu senfoniyi Konyalı Nosferatu ağzıyla çalıyormuş. Check Fatality. Sonunda minionları yok ediyorum. Bütün gücümle televizyonu tutup, haberleri sunan çirkin kadını nosferatunun kafasına geçiriyorum.

Evet dostlar. Zaferimi kazanıyorum. Onu bağladım. Diline çiviler saplıyorum ve şimdi ıslık çalıp şarkı söylemesi için zorluyorum. Kulaklarının derisini soyuyorum, kulaklık takıp son ses Cradle of Filth dinletiyorum. Yaktığım tütsüleri burun deliklerine tek tek sokuyorum. Gözlerini yuvalarından çıkarıyorum ve dışarıdan söylediği kızarmış pilicin içine koyup yediriyorum. Kan kaybından ölene dek her tarafını kesiyorum. Vücudundaki her deliğe iğneler sokuyorum ve elektrik veriyorum. Üzerine Davud Yıldızı çizip israilin oyunlarını Mahmut Tuncer eşliğinde tek tek oynuyorum.

Finish Him Use Weapon: Dagger

Ve sonunda sessizliğe kavuşuyorum. Uzanıyorum ve huzurlu bir uykuya dalıyorum.

85 xp gained. Level Up

[*]Bu da son olsun. Öfkemi çıkardım biraz. Güzel oldu. Teşekkürler yorumlar için ^^[/*]
Başlık: Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
Gönderen: johnconstantine - 06 Ocak 2011, 11:00:56
O.H.A.
Saygı!
Başlık: Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
Gönderen: KoyuBeyaz - 06 Ocak 2011, 16:18:40
Yurtta kalmanın yan etkileri? :P

Orjinal olmuş, ellerine sağlık.
Başlık: Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
Gönderen: Amras Ringeril - 06 Ocak 2011, 18:27:09
Aynen öyle. Öğrencilere yurt hayatı deneyimlenmeli derler ya. Düşünen varsa çıkarsın aklından.

Teşekkürler.
Başlık: Bir Derece
Gönderen: Amras Ringeril - 28 Şubat 2011, 18:58:57
Hava 1 derece.

İstanbul Beşiktaş'ta bir cadde.

Hava 1 derece ve ince bir yağmur denizden gelen rüzgarla tüm gülen suratları somurtmaya itiyor. Tüm somurtan suratları parçalamaya çabalıyor.

Yaşlı bir kadın sırtını duvara dayamış. Muhtemelen bir alışveriş merkezinin arkasında bulduğu kırık tabureye oturmuş. Önüne yine aynı alışveriş merkezinin çöplüğünden aldığı açılmış koliyi sermiş. Üzerinde yaklaşık on paket peçete, farklı farklı markalar. Ancak hepsinin tek bir ismi var; selpak.

Kadın başını önüne eğmiş. Yerçekimi, onun zihnindeki yüklere ayrım yapmaksızın etki ediyormuş gibi. Kıyamet kopmadıkça o baş yerden kalkmayacakmış. İki elini bacaklarının arasına almış, sıkı sıkı tutuyor. Başörtüsüne sarılmış. Buruşuk yüzü ifadesiz.

Hava 1 derece. Yağmur öfkeli, rüzgar hüzünlü. İstanbul Beşiktaş'ta bir cadde.

Sarı saçları beline kadar uzanan, kırmızı örgü şapkasıyla uyum sağlayan bir kadın. Topuklu ayakkabılarını vura vura yürüyor. Üzerinde az önce çıktığı alışveriş merkezinden alınmış bir mont var. Çantasını sıkı sıkı tutuyor. Soğuktan burnu akıyor, ancak yapabildiği tek şey işaret parmağıyla burnunu geriye itmek.

Bir anda donuyor kadın.

Hava 1 derece. Gökyüzü karanlık, ışıklar sakin. Doğa öfkeli. İstanbul Beşiktaş'ta bir cadde.

İki kadın karşılıklı duruyorlar. Diğerinden en az otuz yaş fazlası olan kırık taburesinde kaldırımlara bakıyor. Yüzü ifadesiz. Diğerinden en az otuz kilo daha sağlıklı olanı 1 derece havada terliyor. 1 derece havada sıcaktan titriyor. Ürperiyor.

Yaşlı olan ifadesiz sesiyle konuşuyor.

"Selpak istiyon mu ablacım?"

Sarışın bir adım geriliyor. Dudakları titriyor. Gözleri doluyor ve söyleyecek hiçbir kelime bulamıyor. Kekeleyerek evet demeye çalışıyor ama ne başını kaldırmak için hamle yapan, ne ellerini bacaklarının arasından çıkarıp soğuk dünyayla selamlaşan kadın ifadesizce oturuyor. Anlamıyor.

Hava 1 derece. Türkiye'nin en büyük şehri İstanbul'da iki kadın. Karşılıklı titriyorlar.

Gözlerimi deviriyorum. Üşüdüm. Bir an önce yorganımın altına girip sevdiği kızdan karşılık alamamış öfkeli kişilerin diğerleriyle atışmalarını okumak istiyorum. Bir an önce şuradan kurtulmak istiyorum.

Hava 1 derece. Dünya öfkeli, tanrı pişman. İnsanlar şükrediyor.
Başlık: Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
Gönderen: Amras Ringeril - 02 Nisan 2011, 02:50:55
Yalnızca orada oturup onu izlediğinde aklında pek bir şey yoktu. Ne kadar güzel olduğunu düşünüyordu yalnızca. Aslında düşünüyor da denemezdi, bu kız onu mest ediyordu resmen. Öylece izleyip dururdu. Kimsecikler de yoktu kantinde zaten. O da usulca yemeğini yiyordu. Küçük küçük parçalar alıyor, kurbanını bölük pörçük etmekten keyif duyuyordu. O önündeki zavallı tavuğun kıpırdayacak dermanı kalmamıştı. Bu sevimli, gece evine gidip şarkı söyleyen bebek videoları paylaşmayı hayal eden kızın perdelerinin altında bir kaplanın vahşeti yatıyordu.

Ya da o kadar uzağa gitmeye gerek yok. Sıradan bir insandı diyelim.

O tarz insanları sevmek pek mümkün değildi onun için. Çünkü hayata dair yaşadığı aptalca çelişkilerden birini doğuruyorlardı bu dünyaya.

Tüm kızlardan nefret ederdi.

Çünkü onların aptal olmalarının hiçbir önemi yoktu. Ya da klasiklerin taslaklarındaki bir mürekkep lekesinden daha kara cahiller olmalarının. Tüm dünyayı İsrail'in yönettiğine dair teorilere bıyık altından gülerek katılıp, zekalarını ortaya koymalarının da bir önemi yoktu. Bunu düşünürken, bazılarının ilk anlamıyla gerçekten bıyık altından güldüğünü fark etti. Ama bunun bile önemi yoktu.

Eğer hayatın bir puanlama sistemi olacaksa. Kızlarla kendisi arasında milyarlarca insan olmalıydı.

Ama sonuç değişmiyordu.

O lanet kız yine her sohbette kendisinden üstün olacaktı.

O lanet kıza her zaman tapacaktı. Onun güzelliğine her zaman hayran olacaktı.

Bu yüzden tüm kızlardan nefret ederdi ama hayatın lanet çelişkilerine küfretmekten başka yapabileceği hiçbir şey yoktu.
Başlık: Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
Gönderen: Amras Ringeril - 12 Mayıs 2011, 06:17:08
Hani pek de öyle tanımadığınız insanlar vardır. Az biraz tanırsınız böyle, uzaktan. Arada sırada kalabalık ortamlarda konuşmuşluğunuz vardır. Arkadaşınızın arkadaşıdır. Arkadaşınızın arkadaşının arkadaşıdır. Bir şekilde ortamda bulunduğu için görüşürsünüz. Ama yaptığı şeyleri falan görürsünüz. Seversiniz, saygı duyarsınız.

Hayatı yaşamaya değer kılan şeylerden biri de o insanlardır. İsimleri nedir bilmem. Kiminiz için Tuna, kiminiz için Erman, Selin, Eda kiminiz için de Özgür belki. Bu iğrençliklerle dolu dünyada onların da olduğunu ve onların da bu iğrençliklerin farkında olduklarını bilmek huzur verir insana.

Belki de onlar her zaman uzak kalmalılar, tanınmamalılar. Yakınınızda olmamalılar. Hayal kırıklıkları yaşamamalısınız.

Başlık: Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
Gönderen: Baal Adramelech - 02 Haziran 2011, 03:39:17
Polymonolog.
Başlık: Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
Gönderen: Amras Ringeril - 10 Temmuz 2011, 02:50:12
Duyulmak istenenlerin yönlendirmesinde soruldu sorular.
"Nasılsın?" değildi veya "Nasıl hissediyorsun?"a yaklaşmadı bile harfler.
Hep orada hep aynı sayıda "İyi misin?" yüz buldu kendine.
Evet ve hayırın iteklemesi dost oldu. Doğru cevap "eh" idi. Eh demek alışkanlıktı ve uzaklara bakıp eh dendiğinde "nasıl uzaklar iyi mi" oldu soru.

"İyi misin dediler bir kere bile gerçekten nasılsın demeden. Ben iyi bir adam olamadım." - Emrah Serbes

[*]Behzat Ç'den galiba bilmiyorum az önceki eğlenceli livestream yayınında buyurdu o cümleyi. [/*]
Başlık: Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
Gönderen: Amras Ringeril - 20 Ağustos 2011, 01:02:23
İnternet hizmet sektörünün bir parçasıdır.

İnternet siteleri de hizmet etmekle yükümlüdürler. Hiçbir internet sitesi devlet değildir. İsyan, demokrasi, monarşi, hakim, hükümdar, yönetici gibi kavramlar anlamsızdır.

Burada var olan şey moderatör ve editördür. Yetkililer düzenlemekle yükümlüdürler, hüküm veya emir verme hakları sınırlıdır (hatta yoktur ancak kendi komüniteleri içinde söz sahibi olabilirler).

Onların görevi, internetten hizmet almaya çalışan insanlara yeterli ve gerekli ortamı sağlamaktır. Bu ortam sağlanamadıkça, onların görevleri artar. Ancak insanlar bir şeyler söyleyebilmeye başladıklarında, yöneticilerin hükmü ve yetkisi azalmaya başlar. Tekrar bir erişilemezlik (teknik aksaklık vs) söz konusu olduğunda interneti düzenleyenler devreye girerler. Kullanıcıların daha iyi hizmet alması için çalışmak zorundadırlar. Ancak bu onlara kesinlikle başka güçler vermez.

Tıpkı bir mağaza yetkilisi gibi. Mağaza yetkilisi beğenmediği müşteriyi kovma hakkına sahip değildir. Huzursuzluk çıkaran müşteriyi dışarıya alabilir ancak bu hakka kesinlikle sahip değildir. Müşteri geri geldiğinde aynı hizmeti ona sunmakla yükümlüdür.

Müşteri de bunun bilincinde olup, mağaza yetkilisine saldırganca davranmamalıdır. Bu, medeni dünya adına yapılacak yanlış bir harekettir. Çünkü karşı tarafın elinde olmayan bir eşitsizliği kendi çıkarına kullanmış olur. Sonucunda her ne kadar güçlü bir karaktere sahip olsa da moderatör, editör ya da yöneticinin zayıf anına denk gelmesine ve kendisini kötü göstermesine sebep olur.

Medeni dünya adına, iki taraf da diğeri karşısında güçsüz olduğunun farkında olmalı ve ona göre davranmalıdır.

Öyle işte.
Başlık: Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
Gönderen: DarLy OpuS - 19 Ekim 2011, 01:46:12
Bir an önce yorganımın altına girip sevdiği kızdan karşılık alamamış öfkeli kişilerin diğerleriyle atışmalarını okumak istiyorum. Bir an önce şuradan kurtulmak istiyorum.
Başlık: Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
Gönderen: Amras Ringeril - 20 Ekim 2011, 00:41:39
Spoiler: Göster
sen beni öpersen belki de ben fransız olurum
şehre inerim bir sinema yağmura çalar
otomobil icad olunur, zarifoğlu ölür
dünyadaki tüm zenciler kırk yaşından büyüktür.

-senegalliler dahil değil

sen beni öpersen belki de bulvarlar iltihablanır
çağdaş coğrafyalarda üretir cesetlerini siyaset bilimi
o vakit bir sufiyi darplarla gebertebilirsin
hayat bir yanıyla güzeldir canım, sen de güzelsin

-yoksa seni rahatsız mı ettim?

sen beni öpersen belki de aşkımız pratik karşılık bulur
ne ikna edici bir intihar girişimidir şimdi göz göze gelmek
elbette ata binmek gibidir seni sevmek sevgilim
elbette gayet rasyoneldir attan atlamak

-freud diye bir şey yoktur.

sen beni öpersen belki de ben gangsterleşirim
belki de şair olurum seni de aldırırım yanıma
bilesin; göğsümde hangi yöne açmış tek gülsün
yani ya bu eller öpülür, ya sen öldürülürsün.

-haydi iç de çay koyayım.

Ah Muhsin Ünlü


Benim de söyleyeceklerim var.-dı.

Başlık: Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
Gönderen: Amras Ringeril - 21 Mart 2012, 23:40:57
"...Hayat.

Her sabah buradan tirene biniyor ve nerede olduğunu bilmediğim okuluna gidiyordu. Hayat, hanımefendi bacaklarının ilgimi çekmeye başladığı ilk günlerden bu yana, güzel olarak andığım her şeyi kendisinde toplamış bir sanat eseri. Mutluluğu plastikleştirmiş bir sanatçının başyapıtıydı. Her açıdan, asla daha büyük bir güzellikle karşılaşabileceğimi sanmıyordum. Her şeyi benim için yapsın istiyordum.

Benim için giyinsin, benim için soyunsun, benim için yürüsün. Benim için nefes alsın ve benim için ağlasın... Hayır, vazgeçtim benim için ağlamasın. Ben 'olduğum için' ağlamasın. Bana Hayat'ı yaşatsın. Bir gece istasyonunun ayışığında parlasın benimle. Rüzgarlar gibi üflesin kulağıma aşkını.

Bir vadide, buz gibi sulardan tuttuğum balıkları temizlesin. Yeşilliği paylaşalım, güneşi ve yıldızları paylaşalım. Tirenleri ve rayları ve bankları ve gece lambalarını. Bıyıklı bekçi amcaları, göbekli kondüktörleri ve torba taşıyan teyzeleri paylaşalım. Sarı güvenlik çizgisini, o çizgiye gölge yapan bulutları ve çatıyı paylaşalım. Gündüz yağmurlarını, hayalet avcılarını ve pasta dilimlerini.

Bir satranç tahtasının sakinliğini yaşatsın bana. İyi bir oyuncunun veziri ve şahı olalım birlikte ve biz olduğumuz için yenmesin piyonlar. Biz olduğumuz için kaymasın yıldızlar. Biz olduğumuz için dilenmesin deliler. Biz olduğumuz için bağırmasın çocuklar ve nankör olmasın artık kediler. Geceler bazen beyaz olsun bazen de mavi. Van Gogh da üzülmesin artık.

Heyhat, her şey bu kadar umut verici bir güzelliğe sahip olacakken, Hayat ile aramda kocaman bir "hayat" var. Bir ölünün bile ölümü bekleyebileceğini bilmezdim şimdiye kadar."

Başlık: Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
Gönderen: Amras Ringeril - 20 Mayıs 2012, 00:23:01
Pastanın üzerinde yetmiş iki muz vardı. Bunlara üflerken düşündüğüm tek şey, bir pastanın nasıl bu kadar büyük olabildiğiydi. Bir pastanın neden bu kadar büyüdüğünü düşünürken aklıma gelen ikinci tek şey ise o muzların neden oraya geldiğiydi. Ve babam bu kadar güzel pasta yapmayı öğrenemeden neden ölmüştü ve ben babamın öldüğü yaşı neden bu kadar geçmiştim? Tam elli sene neden geçmişti, tam yarım asır neden geçmişti? Acaba Meuersault beklemeye nasıl katlanmıştı?

"Dede, o muzu bırak da mumlara üfle artık."

Refleksif bir gülümseme yayıldı dudaklarım boyunca. Kasların refleksif çalıştığını öğrendiğimde, yabanileşmenin hiç de suçlululuk duygusu yaratmadığını fark etmiştim. Beyin de bir kas yığınıydı.

Yetmiş iki mumu dört seferde söndürebilecek nefese kadar ne zaman düşmüştüm? Doğduğumda sonum belliydi ancak yetmiş iki senedir muzlar her toplandığında, makus talihe yaklşamamı umursamadan bir kez daha kutlamıştık. Nefret dalga geçen gülümsemeye; sevgi, saygıya;  aşk tapınmaya dönüşürken pasta da büyümüştü haliyle.

"Nice senelere dede!"
"Doğum günün kutlu olsun baba!"
"Bizi de gömersin sen!"
"Nice mutlu yıllara!"

Her türlü mutlu kutlama ifadesi gülümseyen dudaklardan döküldü.

Hiç kimse "Geçmiş olsun" demedi.
Başlık: Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
Gönderen: Amras Ringeril - 01 Temmuz 2012, 21:09:15
"Bu işler böyle." dedi Abuzer. "Şu lamba da çalışıyordu, iki gün önce bozulmuş, noldu bilmem." eliyle başının üzerindeki, boşluğa elektrik vermeye çalışan kabloyu gösterdi. Bir yandan da çakmağın ışığıyla sigarasını arıyordu. Gece, cırcır böceklerine ayıp etmiş, seslerini guguk kuşlarının arkasına saklamıştı. Ay, hiç olmadığı kadar cesurdu. Çıktığı yolculukta sanki artık bir şeyleri başarmıştı, söylemek istediklerini bağıra çağıra dile getiriyordu. Çevresindeki tüm yıldızlardan daha büyüktü elbette, yalnızca farkında değilmiş gibi kendini geri plana atmıştı. Şimdiyse Sıra bende! diyen bir Cüneyt'in cüretkarlığıyla çağrısını yayıyordu.

Üç katlı bir binaydı tüm varlıkları. Üç katlı bir bina ve sıcaktan radyatöre dönmüş dam betonu. El yapımı kilimler üstüne yatmış üç kişi, Abuzer'in elinden kaçak çay içiyorlardı. Yıldızlar aydınlatmıyordu damı ve boş sözler düşmanlıktan değil, bir babaya özlemdendi. Misafirperverdi Abuzer'in babası. Bundan tam yirmi sene evvel, yine bu damda kimler yattı ve Abuzer kimlerden utandı da bir hava almaya çıkamadı? Tüm bu anılar, pamuk şeker satmaktan pamuklaşmış kalbiyle Abuzer'in derinliklerindeydi.

"Sen İstanbulluydun de mi? Silivri'yi bilir misin? Orda ablamlar var onlara gidiyoruz biz de gelirsek misafirin oluruz."

"Tabi abi, buyur gel, ne demek."

"Çay koyayım mı ya? Sen hiç içmiyorsun bak ayıp oluyor."

Koy abi, koy. Çay veren adamdan zarar gelmez. Çay veren adam unutulmaz.
Başlık: Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
Gönderen: Amras Ringeril - 19 Eylül 2012, 04:20:52
Beşiktaş sokakları yağmurlu. Hava karanlık, saat gecenin üstü 1. Ruh hali 0’ın altı mutsuzluk. Kulaklıklar takılı, şarkılar düşmanca. Bir anda bir albüm bitiyor. Başka bir dosyaya geçiyor mp3.

İlginç, bu parçayı bilmiyorum. Biraz dinliyorum, tanıdık bir ses Fransa’dan bahsediyor. Yüzüme bir gülümseme yayılıyor. Ekrana bakıyorum, CAMPAIGN klasörü. Anlıyorum. Geçen gün, aktarım yapmak için Age of’u mp3’e atmıştım. Unutmuşum, onun stream klasörüne geçmiş. Sesleri çalıyor. Tüm yolculuk boyunca age of sesleri dinliyor, gülüyorum.

Bu oyunu seviyorum.

http://www.youtube.com/watch?v=JCMcMJW2I1E
Başlık: Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
Gönderen: Amras Ringeril - 22 Ekim 2012, 05:56:56
Arada sırada çıkan ufak denemelerim için ayrı başlık açacağımı sanıyorsam daha çok beklerim.

Çok ara verdik

ah muhsin ünlü’yle ilişkimize çok ara verdik.
bu sırada o bir film çekti
belki bir de şiyir yazmıştır sesli okumadan.
bu sırada ben bir film çekemedim ve
çok fazla karar yazdım bağıra çağıra   -raktan.

ama bence
yanlış bir şey daha vardı bu ilişkide.

ah muhsin ünlü bunu düşünse iki dakika sürerdi
ben düşününce iki yıl sürüyor.
ah muhsin ünlü kendisini görse
kesin konuşur-du
ben kendimi görsem
kesin- konuşmazdım
ah muhsin ünlü bir gece uyanıp bir şeyler yazsa
ellerine sağlık olurdu
ben yazınca ondan bahsediyorum.
Başlık: Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
Gönderen: Amras Ringeril - 25 Ekim 2012, 19:44:56
Çocukluğuma iniyorum ben düzenli olarak. Dipli bir kuyu. Dip sosu, karanlık. Ban ban ye. Bir çocuk, bol bol toz var. Akşam ezanları, atılan toplar, dokuz katlı. Belediyeler, elma ağaçları. Dünyayı ele geçirme planları var, düğün pilavları. Babalar var, bir sürü baba. Sonra onların bıyıkları, en taranmayanından.

Battaniyeler var, yastıklardan kaleler. Ranzadan uzay gemisi yapan bir hayalci. Daha yedi yaşında nereye kaçacağını bilemeyip uzaylar yaratan bir çocuk var. Mürettebat var. Kahramanlık taslamak, koltuğun altından kurtarılan kalemler. Buzdolabına saklanan kumandalar. Başarısız kumandanlar, isyan eden mürettebat var. Bir kız var, kardeşi var, annesi çarşaflı, babası imam. Bir hafta, sonra yine düğünler.

Zaman makinesi, bitmeyen hayaller, yapılamayan terapiler. Güçsüz bilekler, bir anda pisleşen hayaller. Erkek adamlar, güçlü karakterler, kız gibiler. Bir anda kemiksiz diller. Hak etmeler. Haklar. Hakkılar. İki tane Hakkı var, birine Hakkı Onur diyoruz.

Güzel şeyler, kısa sürmeler.

“Bazen insanların beni sevdiğini düşünürüm.
Ama ben en çok anneanneme sarıldım. Gerçeklerle aram iyi değil.”
Başlık: Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
Gönderen: Amras Ringeril - 06 Kasım 2012, 17:58:12
sokrates karısını seviyorduysa, ben-de

ne zaman hasır bir sepet görsem
içine seni koyuveriyorum.
sonra ege kıyısında bir yunan kasabası oluyorum.
mermer duvarlarım, ihtiyar topraklarım
şayirlerim ve saygıdeğer atinalılarım var-savaşta.

kar damlar dalların dizlerinden

yolda başımıza bir şey gelir
belki vuruluruz
terörist sanırlar korku saçıyorsunuz derler
sevmiyorsunuz, sevinmiyorsunuz
tüm kahırlar olsun ki siz sizsiniz derler
yüzünüzden düşen bin tane derler.
askerler asker olur vururlar
çeker acımaz vururlar
kurşunlar kurşun kelimesini sevmezler
nasıl keklik kelimesini sevmiyorsak
ve nasıl mutu olumsuzuyorsak
askerler öyle beyaz giyerler
görünmezler çünkü kar yağar
niye niye niye diye beyaz giyerler
korunaklidir beyaz giyerler
karadenizdir yeşil giyerler
ateş dağlar göz olur
orman dağlar pus olur
ve dereler yataktır, yataklar kurur!

belki başımıza bir şey gelir biz kururuz
yol kurur biz kurtuluruz
gel ki başımız bir şeydir birine düşer
düşümüz iki kere iki dört! - ısrar etme

bak!

kar yağar kar olur
yağmur yağar yağmur olur
kurşun yağar, ok yağar, ateş yağar şölen olur.

tiren yağar sen olur
ray yağar ben olur.
Başlık: Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
Gönderen: Fiddler - 09 Kasım 2012, 22:47:41
Başkalarından değil kendinden beklemeliymişsin yeni şeyleri meğersek.. Özellikle ilkini çok sevdim. Kalemine sağlık..
Başlık: Mutsama
Gönderen: Amras Ringeril - 27 Kasım 2012, 03:00:20
mutsama

I.

bak yine mutayazıyoruz.
bir pencerenin pervazsız olmaması gibi
uzaklardan bir şey gelmeden anlamımız olmuyor.
uzun koridorlara serilen kilimler gibiyiz tek başımıza kayıyoruz.
birlikte olsak mutayazıyoruz izmarit düşüyor birimiz yanıyor eksik kalıyoruz
yine yalnızlaşıyor mutsuyor uzun uzun bakıyoruz yollarına gözetleme kuleleri.

II.

zamanlar vardı ukâlâca, zamanlar vardı mutasahip
zamanlar vardı üzgün, zamanlar vardı suçlu, zamanlar vardı suçsuz, zamanlar vardı aptalca
sen bulutlar kadar beyaz zamanlar olacaktın. sen bulutlar kadar yukarda maviyecektin.
sen bulutlar kadar yukarda ulaşılamayacak uçaklar içinden geçemeyecektin
sen uçaklar içinden geçemeyen yukarıların mutunda olacaktın
bakaratlar anmayacaktın ömrün tekrarları boyunca bakmayacaktın
sen bakarat olacaktın.
sen susacaktın sen ses etmeyecektin sen sen olacaktın senden başka sen olma çabaları.
zamanlar olacaktı saygılar ve sevgilerle biten mektuplar dolusu zamanlar.
zamanlar zarflarda kocaman zamanlarla. sana sevgiler ve saygılar.

Başlık: Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
Gönderen: Fiddler - 27 Kasım 2012, 15:00:08
Kendini mi buluyorsun, bambaşka şeyler mi buluyorsun bilmiyorum; ama çok güzel şeyler buluyorsun. Benim okurken gittikçe daha çok keyif aldığım şiirler çıkayazıyor. Mutsama'yı (iki bölümünü de) epey beğendim. Birkaç kez okudum. Güzel oldu sesli okuması. Fikirlerin dert görmesin.
Başlık: Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
Gönderen: Amras Ringeril - 27 Kasım 2012, 15:33:38
Ne olduğunu ben de çok anlamış değilim, içimden bunlar çıkayazıyor. Teşekkür ediyorum sana.
Başlık: Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
Gönderen: TerreneWorld - 27 Kasım 2012, 16:38:13
Metinler bir trajedi eserinden fırlayıp günümüze sıçramış gibi. Her cümlenin üzerinde düşünmek ve tekrar tekrar okumak gerekiyor, her biri anlatmadığı şeyi anlatıyor.Duvara yansıyan titrek gölge gibi çok gizemli ve bunları aklım almıyor!
Başlık: Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
Gönderen: Amras Ringeril - 28 Kasım 2012, 00:09:18
Metinler bir trajedi eserinden fırlayıp günümüze sıçramış gibi. Her cümlenin üzerinde düşünmek ve tekrar tekrar okumak gerekiyor, her biri anlatmadığı şeyi anlatıyor.Duvara yansıyan titrek gölge gibi çok gizemli ve bunları aklım almıyor!

Teşekkür ederim bu çok güzel bir yorum. Beğenilerinizin devam etmesi dileğiyle.
Başlık: Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
Gönderen: Amras Ringeril - 02 Aralık 2012, 00:33:24
2012 adlı güzel sayı biterken, eskilerden iki karalama;

bunaltılı düşlerden uyandıran bir gece

ben bir gece istasyona gitmeyen tren olmak isterim
bu gece istasyona gitmemek isterim
ben bütün geceler treni bekleyen istasyonum

ben bütün akşamlar ender gelişen osasuna ataklarına
oynadım
bir sayısından mütevellit akşam
rakip yarı sahada kamp kuran taraftan olmak isterim

ben sadece bir kez akşamüstü yağmurunun altında
buğulu camlardan izlenen o trafik lambası olmak isterim
kırmızı yanacağım ve kimse geçemeyecek
her akşamüstünü onu izleyerek geçirmemiş olan
yalnızca yağmurlu bir akşamüstü
damlalar bana düşmüyormuşçasına tüm
arabaların park lambaları kırmızıma boyansın isterim

bir kez pencereden sızan güneş ışıkları altında
ne son ne de ilk kez
uyunan öğle uykusu olmak isterim
çünkü bütün öğleler, acele yenen anlamsız kuru fasulye tatsızlığında

ben yalnızca bir cuma sabahı olmak isterim
bir geceyi cuma sabahı olarak bitirmek
  ve
bir kez olsun pazartesi olmamak
bir kez olsun pazartesi olmadan
kalkmak.
kalmak.



zenon'un günlük hayatı

sanki saatte doksan derece ateşle
çakılmayacakmışçasına yere
ve kızgın bir elçabukluğundan fırlamış
alevsiz bir ok olarak saplanmayacakmışçasına hedefe,
zenon, tepelerin artları hâlâ varken doğan güneşe
saygıyla eğilirmiş.
Başlık: Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
Gönderen: Amras Ringeril - 16 Ocak 2013, 19:20:26
http://www.youtube.com/watch?v=pyensj2URjA

Şarkılar kişisel gelişiyorlar.

Bazı şarkıları karşıma alıp konuşmak istiyorum. Bazı şarkılara şarkı bile demek istemiyorum. Hakaretmiş gibi geliyor. Şark-î durumlardan uzak duruyorum. Onları Can Karatek’e verip ellerinden tutup pamuklu şekerleri bile aldırmak istiyorum. Ne var yani pamuklu şekerlerin yapışkanlıklarını da sevmiyorsam ama bisiklete de binmek istiyorsam. Senin ellerinden de tutmak istiyorsam yüzüne de dokunmak istiyorsam, şarkıları facebooktan ekleyemiyorum. Şarkılarla hatıra fotoğrafı çektiremiyorum. Onları Erasmus’a yollayıp çılgınca eğlendiklerini göremiyorum. Ah Muhsin Ünlü’yü de seviyorum, seni de. Hümeyni’yi sevmiyorsam bu aşkımı da kesintiye uğratmaz.

Bazı şarkıları sevgilim yapmak istiyorum. Şarkıların dudakları oluyor, tüm odamı dudakaltı yapıyor. Pencereyi açıp oksijeni biraz içeri dolduruyorum. Sonra biraz Didem Madak okuyup Pokemonlardan bahis açıyorum. Yine aklımdan çıkardığıma üzülemiyorum. Vakit geçmiyor, ay bulutların arkasından çıkıyorsa da bunu göremiyorsam yokluğundandır. Bazı şarkıları yapay gecelerime gerçek yorgunluklarımla dikiyorum. Meyvelerinden yine senler yaratıyorum. Suyunu sıkıyorum. Suyunu çıkarıyorum. İçip içmemekten emin olamıyorum. Bir albüm bitene kadar bu suyu da kana kana içemiyorum. Seviyorum kelimesinin ağırlığı oluyor. Seviyorum ağırlık’tan sınava giriyorum karşıma sorular çıkıyor. Emrah Serbes’ten bir cümle oluyor; “Eşitlik fikrine en çok âşıkken inanırız.”

Bir şarkı başlayıp bitene kadar seni tanımam için yeterli süre geçiyor. Ben eşitleniyorum ve bir restoranda yine gangsterleşiyorum. Notalardan da bahsetmek istiyorum Beckett’ten de ama ikisini de tanımıyorum. Bu noktada sevdiğim sesler bile yardımcı olmuyor. Telefonlardan edebiyat yapmak istiyorum; ama çok klişeleşmekten de korkuyorum. Sinemaların yağmura çalabileceği gerçeği yapay geceme soğuklar işliyor. Duşlar beni bekliyor. Köpükler istiyor ve uzun zamandır leğen göremiyorum. Kar yağmıyor artık, güneş çıkıyor seviniyorum. Mutsuz olduğuma mutsuz oluyorum. Mutluluktan bir cümle duyuyor yine mutsuz oluyorum. Biz eşitiz diyorum. Yalnızız. Birlikteyiz. Yalnızız. Yalnızlıktan artık bahsetmeyi hak etmiyorum. Bazı şeyleri hiç hak etmediğimi düşünüyorum. Sonra geçiyor. Parlak zekâlar bana selâm ediyor. Birilerine haksızlık ediyorum. Başkalarının mutluluğuna da seviniyorum. Elele tutuşan anneanne ve dedeler benim yerime de tutuşuyorlar; ama ben başka ellerle de tutuşabilirim.

Anlatmama izin ver. Bazı şarkılara şekillerini de ben veriyorum ve çok konuştuğuma bakma-yın- ben hiçbir şey bilmiyorum. Gecelerin karanlıklarından ve gökyüzünün edebiyat demek olduğundan başka söyleyecek söz bulamıyorum. On iki yaşımdan sonrasını hatırlamıyorum. Seninle henüz tanışmamış olduğum için yazdıklarıma giremeyecek olmandan korkuyorum. Yorgunum. Uykusuzum. Sıradanım. Her yorgunluğumu mutsuzluk sanıyorum. Eşitliğimizi, özgürlüğümüzü de düşünüyorum. Ben sadece basit şeylerden söz etmiyorum. Tarlalardaki fareler de var içimde, kocaya kaçmış komşular da. Büyüler yapılmış akrabalardan söz etmeyi de seviyorum, siyasi sorunlara değindiğim de oluyor. Bunlar hep Amerika’nın da oyunu olabilir, İsrail’in de Nintendo’nun da. Belki de Tezer Özlü’nün ya da Shakespeare’in. Ben Oğuz Atay’ı tercih ediyorum. Henüz oyun yazmamış arkadaşlarımın da ellerini öpmek istiyorum, sevebileceğim şarkılar dinlemeyi de. Rüyalar görmenin içinde gezmek istiyorum Orçun Can'a bir dakika duruyorum. Eşitliğimizi tekrar düşünüyorum. Onur Selamet geliyor aklıma Düzbeyaz Bey kaybediyor ben düşüyorum.

Reşit olmamızın üstünden birlikte bir ya da üç ya da iki sene geçesi oluyor ve ben ilk kez eşit olduğumu hissediyorum ve aklıma yine Barış Bıçakçı geliyor.

“Aşk eşitler arasında yaşanır.”

Seni konuşmuyorum, zaman geçmiyor. Şarkılar dinliyorum, zaman geçiyor. Gözlerinin içinde yaşadığı elmalar benim yorganımın altından bile sıcak olmalı. Tüm isteklerimi bir kenar süsü olarak boyayabilirim doğmamış fanzinlere. Sezaryanla zamanı yerinden çıkarabilir, Sezar olup tüm anlamsızlıklara darbe düzenleyebilirim. Sonra o an gelir. O an gelir. Darağacından bile bahsettiğim yaşlara gelirim. Üzülürüm, bisikletim yanmıştır. Çağrışımlarım damarlarımdan fırlamıştır. Sen sandığım her ses gökkuşaklarının tınılarıdır. Henüz sesini bile ben yaratıyorum. Cehaletime biri şapka çıkarır. Şarkılar bütün bunları bana çok önceden söylemiştir.
Başlık: Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
Gönderen: Amras Ringeril - 08 Şubat 2013, 20:40:55
http://www.youtube.com/watch?v=8RakmpZaAMU

Gökyüzü dediğin mavi olur. İçinde birkaç parça beyaz bulut olur. Kırtasiyeden aldığın resim defterine çizersin. Dağ dediğin kahverengidir. Güneş dediğin sarı, nehir dediğin mavidir. Çocuk dediğin top oynar. İki üç tane falandır. Ev dediğin iki katlı olur, bacası tüter. Bodrumu var mı bilmem. O kat sayılmaz zaten. Sen hava atabilirsin “bodrumu da var oğlum üç katlı,” diyebilirsin. Çevresinde çitleri olabilir. Ağaç dediğin çamdır. Yeşil olur. Tamam çam olmayabilir. Bulutların yeşil halidir. Gökyüzünden inip yine kahverengi gövdesinin üstüne yerleşir.

Bu işler böyle. Göz dediğin büyük olur. Sana bakar, sana bakmayan gözü neyleyesin. Yunus dediğin Emre’dir. Emre dediğin biraz gariptir. Göz dediğin sana bakar. El dediğin elinin içinde olur. Ten dediğin temizdir, okşanır. Okşamak dediğin sapıkçadır. Kullanınca utanırsın. Utanç dediğin kırmızı olur. Pembe falan değil, pembe burjuvadır. Burjuva kötüdür. Sevmek dediğin sana olur, sen dediğin bana. Şair dediğin klişedir. Yazar dediğin kasıntı. Kasıntı dediğin mutsuz. Göz dediğin sana bakıyorsa anca onla mutlu olur. Kendini bilen anca onla mutlu olur. El dediğin elinin içindeyse yürümeye devam edersin. Fırtına dediğin anca o zaman çekilebilir. Yağmur dediğin üstüne üstüne yağar. Rüzgar dediğin arkadan vurur, karşına almazsın. İteler seni, dünya bile seni karşına aldığın sana bakan gözlere iteler. Yüz dediğin birbirine yaklaşır. Dünya dediğin döner. Döndüğü için yerinde dursan ona yaklaşırsın. Tersten de olsa, zaman da uzasa, günler de uzun olsa, her şeyi çok çabuk da yaşasak, arkadaşlar da silinse hafızalardan, hayatını da bir kenara çıkarıp atsan, ıhlamurlar adaçayları da içsen el dediğin elinin içindedir.

Göz dediğin halkalı olur. Hiç alışık olmadığın şeylere başlarsın. Değer verirsin, ihtiyaç duyarsın çünkü göz dediğin sana bakar. Gökyüzü dediğin mavidir, bisiklet dediğin güzeldir. Dünya bir bisiklet tekeridir, pedalları çevirdiğin sürece döner. Bir kere öğrenirsin binmeyi asla unutmazsın. Dönüp dönüp tekrar binersin. Özlersin dünyanın o güzel dönüşünü. Yeri gelir sakince döner, yeri gelir yaşamadığın tüm yorgunlukları tek seferde hazmetmek için hızlıca. Bütün öfkenle asılırsın pedallara, tüm öfkeni bir yokuşu çıkıp bitirine kadar atarsın. Yokuş dediğinin tepesinde o seni bekler bisikletiyle. Bir süre bakışırsınız. Sonra yolunuz yine yokuşlardan aşağıya olur.

Ellerini bırakırsın. El dediğin gidonu tutmaz. Dünyaya mı tutunduğunu sanıyorsun? Hayır, başka ellere tutunuyorsun. Onlar yoksa gidonlar yok. Gidonlar yoksa, pedallar yok. Çaba sarf etmeler yok. Çaba sarf edilmiyorsa dünyanın dönüşü yok. Dünya da durur. Dünya da durur. Göz dediğin başka yere bakıyorsa, el dediğin başka terliyorsa, saç dediğin bir başka okşanıyorsa, okşayan da utanmıyorsa, kelimeler de ardı ardına klişelerce sıralanıyorsa, sen de kendi kendini kudurturken ayakların pedalları çevireyim derken boşa çıkıyorsa, dünya da durur.

Mezarlıkların önünden geçemezsin, camilerin önünden geçemezsin. Bakkalların önünden sakız alma hayali kurmadan geçmeyi de mi düşündün? Her şeyi hak ettiğini mi sanıyorsun? El dediğin seni tutar da sen buna şaşırmaz mısın? Dünya duruyor ya, dursun dünya. Zaman yavaşça akıyor. Hiçbir şey durmaz. Hiçbir şey sona ermez. Zenon haksız mı sanıyorsun? Zenon bütün ömrünü bunları düşünerek yaşamış. Sen kısacık ömründe ona karşı çıkabileceğini mi sanıyorsun? Hİçbir şey sona ermez. Dünya da durmaz. Sadece daha yavaş döner. Zaman dediğin geçmez. Vakit dediğin nakitle uzaktan akraba. Vakit özlemdir. Az sevgili atalarımız buna kafiyeli bir kelime bulamadı diye böyleyiz. Yoksa hayatımız daha anlamlı olurdu.

Hayat dediğin, göz dediğin sana baktıkça el dediğin seni tuttukça garip değil. Çocuk dediğin böyle basittir canım. Duygu dediğin böyle sıradandır işte. Fark dediğin çekim eki almaz. İnsan dediğin aşağılanmaz. Herkes anlar. Herkes anlar. Saklambaç dediğin uzun süren bir oyun değil. Bu yüzden karanlıkta oynanır. Çünkü en kısa zamanda en yüksek verimde korkmak gerekir. En yüksek verimde kaybedeceğini düşünmen gerekir. Böylece sobelemek için daha büyük bir arzuyla koşturursun. Herkes anlar. Bu yüzden saklanamazsın. Bu yüzden saklambaç en fazla on iki yıl sürer. Mutsuzluğun göz dediğin sana bakıyorsa en fazla üç saniye sürer. Bir anın içinde tüm ömrünü yaşarsın. Yaş dediğin küçükse de söyleyecek sözün yok demek değildir. Kelimeleri yeni öğreniyorsun, bırak gitsinler. Sana anlayış gösterenler çıkacak.
Başlık: Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
Gönderen: Amras Ringeril - 19 Şubat 2013, 04:01:41
(http://i.imgur.com/cLNYpz0.png)

“Hatırladığım yerler var. Hepsinin kendine göre anısı var, sevgililer ve arkadaşlarla, kimisi ölü, kimisi yaşıyor. Hayatım boyunca, hatırladığım hepsini seviyorum.

Ama bu  arkadaşlar ve sevgililer içinden hiçbiri seninle yarışamaz. Aşkı yeni bir şeymiş gibi düşünüyorum ve anlamını yitiriyor tüm anılar.

İnsanlar ve şeyler geçmişte kalıyor. Unutmuyorum tabii hiçbirinin hiçbir etkisini. Onlar üzerine düşünmeyi de bırakacak değilim ve hayatım boyunca seni daha çok sevdim.”
*

Yirmi iki yaşındasın ve Hamburg’dasın. Birazdan öleceğini biliyorsun. Hatırladığın bazı şeyler var. Mesela iyi bir müzisyen olmadığını hatırlıyorsun. Müziğe de pek ilgin yok aslında. Sevdiğin arkadaşların var senin. Kandırıyorlar seni gidip bir bass gitar alıyorsun. Meğerse ‘bu en iyisi’ imiş. Tam 75 Pound’unu harcıyorsun. Oysa bu parayı kazanabilmek için yaptığın en iyi resimlerden birini satmıştın. Olsun, seni seviyorlar. Birlikte çalıyorsunuz. Aslında beceremiyorsun da, utanıyorsun. Paul diyor ki, ‘ya sen arkanı dönsene çalarken, görüyorlar sonra kötü çaldığını’ iyice utanıyorsun, konserlerde arkası dönük çıkan bir bassçı olarak tarihe geçiyorsun. Geçeceksin, o zamanlar çocuksun daha, 19 yaşındasın.

Bir gün Hamburg’a gidiyorsunuz. Birkaç aylık bir tur olacak. Korku dolu, kadın ve şiddet dolu. Siz 17,18,19 yaşlarında çocuklarsınız. Bu korkutucu gerçekle nasıl yüzleşeceksiniz? Bir barda John bir kavgaya tutuşuyor. Arkadaşını korumak için atlıyorsun, başına bir darbe alıyorsun. Beyin kanaması geçiriyorsun. Ölmüyorsun. Onun yerine aşık oluyorsun. Astrid. Oh! Astrid! Sana yaşamayı öğretiyor Astrid. Mutsuzluğuna anlam katıyor. Astrid hepinizin bir numaralı sevgilisi oluyor bir anda. Ama sen aşıksın, diğerleri gibi değilsin. Gökten yağacak notalara ellerini açıyor onlar, sen Astrid’e açıyorsun. O da seni seviyor. John uzaktan izliyor. Sen onun için elinden geleni yaptın; ama olmadı. Onların bir üyesi değilsin. Oh! Astrid! Sizin fotoğraflarınızı çekiyor. Bunlar öyle fotoğraflar, öyle fotoğraflar. Unutmak mümkün değil, sanki pozlanan gümüş tanecikleri değil de nöronlarınız. Hafızanıza işliyor ve bir gün öylece gidiyorsunuz. Geri döneceğinizi en düşüncesiziniz bile biliyor ve dönüyorsunuz. Orada kalıyorsun, Astrid’i bırakmıyorsun. Arkadaşlarından ayrılıyorsun. Öleceğini hissediyorsun.

Ambulanstasın. Astrid tüm gücü, kudreti ve varlığını hissettiren bitmek bilmeyen kokusuyla yanında. O koku seni hayata bağlıyor. Baygındın, kendine geliyorsun. Onun ellerini sıkı sıkı tutmaya çalışıyorsun. Ellerin sana isyan ediyor, düşüyor yere. Gözlerin doluyor, öldüğün için değil. Kendi ölümüne üzülemezsin, bu bencilce olur. Astrid’e son kez dokunamayan ellerin için ağlıyorsun. Kadın sana yukarıdan, tüm sakinleştiriciliğiyle bakıyor. O da biliyor öldüğünü, son kez seni fotoğraflıyor hafızasına. Bitiyorsunuz, yanan gümüş parçacıkları gibi, daha güzel bir şeyi oluşturmak için yok oluyorsunuz. Astrid! Oh Astrid! Sen, Stuart’ı son kez öpüyor.

* http://www.youtube.com/watch?v=zI0Q8ytD44Y
Başlık: Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
Gönderen: Amras Ringeril - 03 Ekim 2013, 21:54:18
Sonra dedim başlamışken bu gözyaşı mevsimi, bir gün biterse diye, bir gün dedim biterse dedim, boş mu dedim. Anlamadım sonra ne dedim. Bir gün biterse boş mu geçmiş olacağım dedim. Güneşin bin pişman bir bitkin havada yirmi dördü eksik yedi işini yaptığı dönemlerde olmayan kıpırtılar gördüm. Asfalttan böyle buhar gibi bir şey çıkıyordu. Bu ne ulan dedim, bisikletimi bir durdurdum önce şöyle bir baktım. Gazozumdan bir yudum aldım -ki kendisi kırmızı ve beyazdır- güldüm.

Şortluydum, pek de utanırım. Bu mevsimde dedim, değil dedim. Buralarda olmaz. Bu beklenti mevsimidir. İşini cayır cayır yapan bir sarılık tepemizde parlıyorken ben kimim de uğraşayım ulennn dedim. El âlem tatil ayağına kaçmış gitmişken sen niye bekliyorsun, diye sordular. Cevabım yoktu. Tatili bir şeyi hak ettiğini düşünenler yapar dedim. Ben hak etmekte yokum kaç defa söyledim. Benim için bekleme mevsimidir. Gözyaşı mevsimi gelesi olduğu vakitlerde rüyamda falan nasıl goller atarım okul bahçesinde, nasıl çalımlarla geçerim herkes, of duvar pasları o sümüklü çocukla. ÜÇ KİŞİYİ GEÇERİM! Zil çalınca takarım yakamı.

Şimdiyse içimde kıpırtılar biriktiriyorum ben. Sağdan soldan kapıyorum kıpırtıları. Bunalıp kendini denizlere, göllere, havuzlara, hatta ve hatta utanmadan nehirlere at-a-mayan o gözleri bir garip çocukların kıpırtılarını tek tek topluyorum. O gözler ki hep nemden o hep nemden, nem olmasa yine sorun değil ama nem var ya nem.

O nem bu gözyaşı mevsiminde Ekim aylarının sonlarını da tez elden getiriveriyor. Ben bir ara kaba oluyorum gerçek bir erkek gibi gidip geliyorum, sonra bir ara yine ayağım tökezliyor Sağlık Ocağı’nın yanındaki merdivenleri tırmanırken. Ve bizim bir de hamamımız vardı ki yıktılar onu başımıza. Bize çocukluk travmaları yaşattı, sarkık memelerle biz nefes alamadık orada, mentol mü ne koydular ordaki buhara, sonra tepemize yıktılar gittiler. Neyse bunları tez elden geçelim.

Hah, geldi mi o ekim ayı sonları. Koy yavrum masanın üstüne, şu şapkamı da al yerden, beklenti mevsiminde takıyordum düşmüş oraya, toz olmasın. Hah, sağolasın. Size dünyanın en güzel kadınını nasıl çekersiniz anlatayım dinleyin, kırışıklıklarım tanık olsun akışkan yüzüme. Bakın bu elimde görmüş olduğunuz ay sonu var ya. Hah orada bir Cadılar Bayramı durur. Şeker ya da oyun!

Bulutların yapıldığı maddeden de yoğundur ki bacakları öylece hafif duruyor, bunları kaldırmak ne de zordur diyorum. Dünyadaki tüm gücü toplarsın sanki bileklerinde, kutular dolusu ıspanağı burnunu tutarak yedirmiştir sana annen; yine de kaldırmaya cesaret edemezsin. O öyle güçlü bir şeyi taşıyor ki, onu da öyle güçlü bir şey taşımalı. Bir de bakarsın giymiş ayaklarına cadılar bayramını. Yürüyor şekerli şekerli.

Öyle hayal edin, adımını atıyor ve bir çizgi roman sayfası en güzel yerinden başlıyor bu noktada.

Böyle konice ambalajlanmış şekerler fırlıyor ayakları her yere çarptığında. Şeker yaratan bir canavar gibi, elmacık kemikleri sürekli hareket halinde, her güldüğünde sıkışıyor, şişiyor, dudakları biraz düşüyor, tekrar gevşiyor. Tam bir buharlı makine gibi! Buhar yerine küçük kırmızı kalp tanecikleri fırlatıyor sadece. Sonra bu işlem o yanaklardan taa ayaklara kadar gidiyor, ayaklarına giydiği cadılar bayramından dünyanın isli ve sıkıcı ve gözyaşı mevsimini selamlayan o semâlarına yayılıyor.

Ah! Ne semâlar vardı seni sıkı sıkı saran. Hatırlıyor musun? Başının örtüsünü çekiştirdiğin o semâları. Yıldızlar kayardı altından, dilekler tutardın. Semâlar semâları getirir derlerdi de inanmazdık. Getirmiş de yaşamışsın işte, dileklerin gerçek olmuş, Cadılar Bayramı yürüyen bir tatlı makinesi avuçlarının içine yapışıyor. Eriyince o şeker böyle yapışır. Ondan. O da yapışıyor öyle, bırakamıyorsun, istemiyorsun zaten. Senin bir çok arzun olmuş ya. O hepsini bir şekilde toparlamış.

Uzay boşluklarında süzülememişsin sen biliyorsun. Geminin uydu alıcısını tamir edememişsin süzülerek. Ama artık onun gözlerinin derinliklerindeki dalgalar sana galaksilerin yıldız sarmalları gibi geliyor. Tanrı’nın Gözü diyorlardı buna bir ulusal havacılık ve sevimli cadılar dairesinde, onaylıyorsun. Tanrı’nın Gözü. Burada olmalı, bana bakıyor olmalı.

Ve biliyorum ben, siz de biliyorsunuz, Tanrı’nın Gözü size bakarsa, içinde yüzersiniz, havasız susuz, Cadılar Bayramı’nın hiç sahip olunamamış kültürel altyapısı çevrende yüzer, şekerleri kulaçlarsın, bastonlara tutunursun. Ona ulaşırsın, ulaşırsın. Tutarsın gözlerinin içinden.
Başlık: Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
Gönderen: Amras Ringeril - 12 Haziran 2015, 23:22:26
Ne rüzgar esiyor memlekette yahu. Yukarılara çıktıkça böyle mi esiyor yoksa derdi başka mı anlamadım. Biraz nikotin alacağız şunun şurasında bu işkence ne menem bir şey. Kapılar çarpıyor. Tak tuk tak tuk. İçeriden öksürük sesleri geliyor. Yaşlı bir adam yatağında dönüyor. Hepsini duyuyorum.

Hepsi senin yüzünden rüzgar bozuntusu.

Benimle kal.

Benimle kal gitme diyorum sana oralara buralara. Hava geçecek boşluk mu buldun kapıdan? Hemen fırlayıp çıkıyorsun. Neden başkalarında gözün var. Benimle kal.

Kapının önüne engeller koyuyorum sırf rüzgarı odama hapsetmek için. Deliriyor. İyice şiddetleniyor dışarıda. Koskaca Üsküdar'da tek derdin ben miyim? Neden kapımı kapattım diye iyice hızlanıyorsun.

İnsanın küçüklüğü bu kadar da yüzüne yüzüne vurulmaz ki. Kapatıyorum camı bacayı. Kal dışarıda.

**

Benden bir bardak su istedi. Suyu doldururken çeşmeden Gary Oak düştü. Uzun süre aç kaldıktan sonra ağır bir akşam yemeği yemiş. Üzerine bir rehavet çökmüş. Su içmek için çeşmeye ağzını dayamış çok emdiği için içine kaçmış. Bardağı bu haliyle ona verdim. Çay kaşığıyla biraz karıştırınca Gary suda çözünmüştü.
Başlık: Ynt: Ruhun Uzun Karanlık Çay Saati
Gönderen: Amras Ringeril - 09 Eylül 2016, 01:48:33
Küçük Parmaktan Sıkılanlar #1

Başını yastığa koyduğunda yatak başlığını kesmek istiyorsun. Kafanla. Dişlerini geçirip burnun kanayana kadar. Yumruk yumruğa bir kavgaya tutuşmakla bitmiyor sözler. Karşıdan karşıya geçiyorsun bir gün. Oradan bakıyorlar sana. Yolun karşısındaki börekçiye kıvrılmışlar. Aha işte buydu, şöyle şöyle dedi. Gülüyorlar. Sen onları görmüyorsun. Sonra bir gün dolmuşta… Selamlaşma el sıkışma bir gün bir şeyler içelim.

Sonra yine başka birileri başka bir yerde şöyle şöyle dedi gülüşmeler. Öyle dedin diye ne kazandın. Ne gerek vardı. Çarşafı yaksan nolur yakmasan nolur? Şu kafa kaşımaya lüzum var mı şimdi. Uyurken de düşünürmüş ya insan, dişlerini sık bol bol. Geceleri çok gıcırdarmış. Gündüzleri başka tondan gıcırdıyor. Yatarken başka tondan. Uyurken de işte olsun bir şeyler. Yoksa ne lüzumu var yaşıyorsun bilmemkaç yıl uyuyorsun bilmemkaç yıl. Hesaba kalksam şimdi… Anca hesap yaparsın. Hesap iyi oluyor ama. İnternete yazı yazmak gibi. Uçası var. Senin gibi kanatsız mı?

Belki vardır kanadın. Uçarsın sanıyordun yıllar yılı. Sadece hiç uçmaya gerek olmamış. Yatağa atlayarak denemeler yapıp da yanılınca işleyen demir ışıldar. Işıldamayınca n’olur. Satır alırsın vurursun küçük parmağa. Gerek yok.

Yetmedi değil mi? Kocakafa sığmaz küçük parmağa.