Kayıp Rıhtım Arşiv Forum

Liman Kenti => Düşler Limanı => Gezginler Kamarası => Konuyu başlatan: Victoria - 25 Eylül 2010, 20:26:56

Başlık: Victoria'nın Renksiz Dünyası
Gönderen: Victoria - 25 Eylül 2010, 20:26:56
                                       Hazır Dünya
(http://img180.imageshack.us/img180/2932/hazrdnya.jpg) (http://img180.imageshack.us/i/hazrdnya.jpg/)


Çarşılar, Alışveriş merkezleri her zaman kalabalıktır.
Belki de benim ve diğer insanların istekleri ve görmek istedikleri şeyler aynıdır. Bunu çoğu kez düşündüğüm halde olayın içinden bir türlü çıkamadım.

O rengarenk allı, pullu elbiseler, harika cupcakeler ve bunun gibi daha bir çok şey her zaman beni büyülemiştir.
Artık istediğim her şey elimin altında olunca hayat kolaylaşıyor.

Hiç bitmiyor isteklerim. Her defasında bir yenisi daha ekleniyor.
Uzunca bir liste oluşturuyorum alışverişe giderken.
O hazırladığım listenin sonu yok gibi.
Hiçbir şeyi araştırmadan internetten bulup kolaylıkla işin içinden sıyrılabiliyorum.

Eskiden babaannemin anlattığına göre insanlar kendi işlerini kendileri hallederlermiş.
Kıyafetlerini kendileri kumaş alıp dikerlermiş. Önemli bir işlerik olduğunda ya da bilmedikleri şeyler olduğunda halk kütüphanelerine gitmek zorundaymışlar.

Babaannem bunları bana anlatırken utançtan yüzüne bakamadım. Evet resmen kendimden utandım.

Her zaman beni  okula annem uyandırır. Kahvaltımı yiyeceğim yemekleri annem hazırlar, okulda öğretmen ödev verdiğinde internet benim için bulur ve yazıcıdan çıkarır, bir sorunum olduğunda psikolog benim için o sorunu çözmeye çalışır, kilo aldığımda diyetisyen yardımcı olur ve en önemlisi bir yere gitmek istediğimde babam beni istediğim yere bırakır. Odamı toplamaktan bile acizim.

Hiçbir zaman hiçbir şeyi elde etmek için uğraşmadım. Her şey önüme hazır bir şekilde sunulmuş durumda.
Bunu babaanneme söyleseydim, heral de oracıkta yüreğine inerdi. Ve bana aynen şu sözleri söylerdi.
‘‘Tüü yazık yazık benim torunum Bağdat tembeli olup çıkmış karşıma. Ben şimdi  komşulara ne derim? Bir duyan olsa valla arkamdan ‘‘Bak görüyor musun? Ayşe’nin torunu ne kadar tembel bir kız.’’der. Sem beni el’e karşı rezil mi etcen. Düzelene kadar gözüm görmesin seni!

Aynen böyle derdi. Yüzümün kızardığını görmesin diye başımı eğdim.
O anlatmaya devam etti. Bense anlatıklarının çoğunu duymadım.

O gün anladım ki hepimiz hazır istiyoruz her şeyi. Dünya ise bambaşka bir yer olmuş. Artık dünyanın adı  dünya değil.

‘‘Hazır dünya.’’

Aklıma estikçe sizlerle yaşadığım kısa olayları vb şeyleri paylaşacağım. :)

Başlık: Ynt: Hazır Dünya
Gönderen: Ashitaka - 25 Eylül 2010, 21:23:43
Yazı çok güzel :) Bahsettiğin sorun da çağımızın en yaygın hastalığı zaten. Şimdi pek sorun olmasa da, gelecekte insanlığın durumu pek içaçıcı gözükmüyor :(
Başlık: Ynt: Hazır Dünya
Gönderen: Elijah - 25 Eylül 2010, 21:41:46
 Biz buna teknoloji diyoruz, insanların daha az çaba sarfetmesi ve daha az yorulması için yapılan şeyler. Eskiden iki saat örgü öreceğine ver 20 lira, al gel. Ya da kütüphaneye kadar yürüyüp kitap alacağına iki klayve tuşuna ve fareyi sağa sola oynatmanla anında buluyorsun bilgileri. Tabi şimdi daha mı iyi oldu daha mı kötü oldu tartışılır, ama iyi yere ayak basmışsın. Kafa yormak gerek bu konuya.

 İnsanların rahat yaşama devrindeyiz, ya da çaba sarfetmeme devri. Tabi bizden 40 yıl sonrakiler bize acıyarak bakar o ayrı.
Başlık: Ynt: Hazır Dünya
Gönderen: xsux - 26 Eylül 2010, 12:52:19
seni baanneme söyliycemm ;D
Başlık: Ynt: Hazır Dünya
Gönderen: Wanderer - 26 Eylül 2010, 13:08:28
Halk arasında tembel diye anılır bu tarif ettiğin kişiler. Ve halkın tamamından biraz azı dahildir bu gruba, bunu dillendirmen hoş olmuş.

Babaanneni sevdim şahsen =)

Başlık: Persona
Gönderen: Victoria - 27 Eylül 2010, 18:41:00
Persona
(http://img835.imageshack.us/img835/9969/492ojoz1.jpg) (http://img835.imageshack.us/i/492ojoz1.jpg/)

Persona; antik çağda Yunanlı ve Romalı aktörlerin bir karakteri canlandırmak için taktıkları maskedir. Çünkü rollerine böyle hayat verirlerdi.

Ortaçağdan itibaren bu maskeler kalktı ve canlandırdıkları karakter gibi hissedip varsaymak, yani onları oynamak ön plana çıktı. Maske yine oradaydı, ama artık görünmez yollardan giyiliyordu.

Düşündükçe benim de personalarım olduğunu fark ettim.
Hem de binlerce personam var.
Sadece benim değil hepimizin personaları olduğunu anladım.

Personanın bir çok farklı anlamı vardır. Kimisi çok farklı anlamlar çıkartır personadan.
Thesaurus sözlüğünde varoluş, içgüdü, rol, maske vb. Anlamlar karşılık geliyor personaya.

Hepimiz birer oyuncuyuz.
Shakespeare çok ünlü bir sözü var.
‘‘Dünya kocaman bir sahne  ve biz, hepimiz onun oyuncularıyız.’’
Çok doğru bir söz.

Ben yeni girdiğim bir ortamda her zaman evde olduğumdan çok farklı davranırım.
Size birkaç örnek vereyim kendimden.

Babaannemin yanında uslu komşu kızı gibi davranırım. Ona giderken kılık kıyafetim bile değişir. Üstüme kışsa boğazlı yeşil yün kazak, altta diz boyu lacivert etek, saçlar iki yandan örülü  aynı komşu kızı yada örnek öğrenci gibi. Onun yanına kot pantolon tşört gitsem beni eve almaz.

Okulda kurallara uyan örnek öğrenci.

Eve misafir geldiğinde kibar hanımefendi. Ya da başka bir deyişle Polyana.

Daha bir çok maske.
Ne kadar kendimize  itiraf  edemesekte hepimiz  birer profesyonel oyuncularız.
Başlık: Ynt: Persona
Gönderen: grikunduz - 28 Eylül 2010, 11:59:26
İlk yazdığın yazı babaannemin bana dediği bir lafı hatırlattı. Sesinde sızlanma ile ''Oğluuum artık bütün marketler tembel arvat pazarına döndü.'' demişti.
Başlık: Ynt: Persona
Gönderen: Victoria - 01 Ekim 2010, 16:18:32
Korku
(http://img295.imageshack.us/img295/4570/tumblrkvfvh9jiug1qzvpwk.jpg) (http://img295.imageshack.us/i/tumblrkvfvh9jiug1qzvpwk.jpg/)

Küçükken karanlıktan korkardım.

Annem her defasında korkulacak hiçbir şeyin olmadığını söylerdi.
Annemle babamı da bıktırmıştım. Geceleyin babamla annemin odasına girip ortalarında yatıyordum.

Karanlık benim için bir çok şey ifade ediyordu.
Hayaletler, babaannemin gece korkup uyumam için anlattığı öcü hikayesi.
Neymiş gece yatmayan çocukları kaçırıp(Özelikle küçük kızları) mağarasına götürüyormuş.

Karanlık boşluk demekti benim için. Hiç sonu olmayan koca bir boşluk.

Akşam olup yatma vaktim geldiğinde bin bir türlü bahane bulup yatmamaya çalışıyordum.

Her defasında neden korkuyorsun diye soruyordu annem.
Verecek bir cevabım yoktu. Çünkü neden korktuğumu bilmiyordum.

Babamınsa farklı bir görüşü vardı.
Korkularımın üstüne gitmeliydim. Ve onlarla savaşmalıydım.

Bu yüzden bir gün denemeye karar verdim. Babamın dediğini yaptım.
Gece olunca odama girip kapıyı kapattım. Ve ışığı söndürdüm.
Yatağıma oturup beklemeye başladım.
Bir canavar çıkarsa savaşacaktım.

Saniyeler, dakikalar geçtikçe kendimi garip hissetmeye başladım.
Hiç ses yoktu.
Bu çok rahatsız ediciydi.

Kendimi derin bir boşlukta gibi hissettim.
Odamdaki eşyaların hepsi silinmişti sanki.
Duvarlar da yoktu.

Hızla yataktan kalkıp, kapıyı bulup açtım sonra da ışığı.
Ve çok utanç verici ama o günden sonra ışığı kapatsam bile çalışma masamda ki ayaklı lambamı açık bırakırım.

Şimdi düşündükçe anladım ki karanlıktan değil korkunun kendisinden korkuyorum.

Korku garip bir şey elle tutulamayan ama bir o kadar da gerçekçi bir kavram.

(Umarım kardeşim yazdığım bu yazıyı görmez. Yoksa sonsuza kadar benle dalga geçer.)




Başlık: Ynt: Persona
Gönderen: Victoria - 08 Kasım 2010, 16:53:20
Zaman

(http://img580.imageshack.us/img580/6729/saatim.png) (http://img580.imageshack.us/i/saatim.png/)

Geçmiş diye bir şey yoktur.
Sadece yaşadığımız bugün var. Çünkü tek gerçek zaman şimdidir. Geçmiş ve gelecek sadece bilinçli zihnimizde vardır. Bilinçaltımız ise sadece şimdiyi bilir. Bizde etki yaratan geçmiş bir anıya saplandığımızda onun duygusunu yaşamamamızın nedeni de biliçaltımızın olayı şimdide yaşadığımızı sanmasıdır.

Her zaman geçmişe dönüp keşke diyenlerden olmayı hiç istemedim.
Ama şimdi şuan bu yazıyı yazarken bile dün'e saplanıp kaldığımın farkındayım.
Neden geçmişte ki kötü anıları hiç unutmayız da, mutlu olduğumuz anları hemen unuturuz?
Belki de balık hafızalıyızdır. Ama en ilginci zamanı fark etmememiz.

Zaman çok çabuk geçiyor. Bu yazıyı yazmaya başladığımdan beri beş dakika kırk  saniye geçti. Bırakın beş dakikayı, istesem bile  geçen o kırk saniyeyi geri alamam.

Yaşarken hiç ölmeyecekmişiz gibi yaşarız.
Bir bakmışız ki ölüm kapıya dayanmış bizi çağırıyor...

Yaşlılar en çok ölümden korkar.
Neden?
Çünkü bir ayağı çukurdadır. Yani zaman dolmak üzeredir.
Bende de  bir yaşlanma korkusu oluştu.
Bunları yazarken odamda ki saatin sesini duyuyorum.
Tik, tak, tik, tak…

 Zaman çok çabuk geçiyor, hayatın değerini bilin.
Bu yazıyı okurken, kaç dakika geçti?
Kaç saniye?



.
Başlık: Ynt: Persona
Gönderen: Berre - 08 Kasım 2010, 20:46:52
Düne dönüp keşke demek. Sanırım hayatım boyu bunu hiç yapmadım çünkü ben zaten hep  geçmiş de yaşarım.

Nedense geleceği düşünmek için hiç fırsat vermedim kendime. Ölüm kopkoyu bir sis gibi sarmış tüm geleceği. Ki galiba kolayıma da geliyor geçmiş de yaşamak. Sonuçta geçmiş de ölmem mümkün değil diye düşünüyorum. Tabi buna inanıyor muyum, işte bu sorgulanır.

Güzel bir noktaya değinmişsin Victoria. Aslında anı yaşamak konusu biraz demode olmuş gibi geliyor insana. Herkesin ağzında sakız olmuş bir mesele, ben dahil. Ama farklı farklı bakış açıları konuyu zenginleştiriyor diye düşünüyorum. Örneğin ben anı yaşamaktan hiç hoşlanmam. Geçmişe duyduğum özlem ve geleceğe karşı takındığım telaş anı yaşamaktan soğuttu beni. Kafamı kuma gömsem gizlenir miyim acaba :)
Başlık: Ynt: Persona
Gönderen: Gedwesverdar - 09 Kasım 2010, 17:08:29
Ne geçmişimde haz alıyorum ne de şuandan. Gelecek ise asla istemediğim şeylerden biri. Kısacası ölmek en güzeli...
Başlık: Ynt: Victoria'nın Pembe Dünyası
Gönderen: Victoria - 18 Kasım 2010, 16:47:18
Uzun zamandır aradığım başlığı buldum bugün.
Şimdi diyeceksiniz ki bundan banane.
Evet sizene.
Önemli olan benim beğenmem demi?
Persona, Aşk, Hazır dünya vb. Ruh halime göre yazdığım konuların başlıklarını koyuyordum uzun zamandır yazı köşeme. Ama hiç biri gerçekten istediğim başlık değildi. Beni yansıtmıyordu.
Ama artık bulduğuma göre ve daha fazla saçmalamadan kısa kesmek istiyorum.
Kuşlar ötüyor bugün,
Güneş tüm güzelliğiyle parlıyor,
Takın pembiş gözlüklerinizi,
Mutlu olun bugün,
Kıyamadığınız değerli porselen çay takımlarınızı çıkarın dolaptan;
En yakınınızla için çayınızı,
Çünkü ne olursa olsun hayat güzel, güzellikleri görmeyi bilirseniz. :)
Başlık: Ynt: Victoria'nın Pembe Dünyası
Gönderen: Victoria - 04 Aralık 2010, 17:45:27
Yüzleşme

(http://img87.imageshack.us/img87/5523/tumblrla73tu2swz1qcwbte.jpg) (http://img87.imageshack.us/i/tumblrla73tu2swz1qcwbte.jpg/)


‘‘Sorgulanmamış hayat yaşamaya değmez.’’
Sokrates

Yıllarca  hep kendim olmaya çalıştım.
Hayatta herkes size kim olacağınızı söyler. Aileniz, yakınlarınız, sevdikleriniz yani kısaca her şey bize, kim olmamız gerektiğini öğretir.
Böyle olunca ‘‘daha az biz, daha çok başkaları oluruz.

Bende o kurbanlardan biriyim.
Küçüklüğümden beri ailemde ki herkes bana ne yapmam gerektiğini söyler.
‘‘Gizem, yatağını topla, daha kibar konuş, büyüklerine karşı saygılı ol…’’
Böyle olunca insan başka kişileri kendine örnek alıp birebir kopyalamaya başlıyor. Çok küçükken abimiz, ya da ablamız gibi olmaya çalışırız.
Neden mi çünkü sevgiye, sevilmeye muhtaç hissederiz kendimizi. Ailemiz , arkadaşlarımız bizi onaylasın takdir etsin isteriz.

Bense Marilyn Monroe taklit etmeye başladım. O kusursuz bir kadındı.
Tam anlamıyla mükemmelliğin simgesiydi.
Açık sarı kısa saçları, iri  yosun yeşili renginde ki gözleri ve her zaman üzerine severek giydiği pembe dar elbisesiyle adeta bir kraliçe gibiydi.
Şimdi diyeceksiniz ki  nereden çıktı Marilyn takıntın?
Her şey arkadaşımın beni Marilyn benzetmesiyle başladı. Sonradan bir iki filmini de izleyince gerçekten bana benzediğini düşündüm.(Something’s  Got  To Give, Love Nest)
Sırf ona daha çok benzemek için saçlarımı kestirdim.
Onun gibi davranmaya başladım.  Sanki bir filmin içindeydim. Başrolünü bedenim oynuyor. Ama ruhum bir izleyici. Filmin sonuna yaklaştığımda , sıkılmıştım. Bu ben değildim.
Açıkçası tam bir aptal sarışın olmuştum.

Size bir örnek daha vereyim;

Yüzyıllar önce, ülkenin birinde herkesin kendisine akıl danıştığı Hillel adındaki bilge kişi ölüm döşeğindedir. Başucunda bekleyen öğrencileriyle müritleri Hillel’e ölümden korkup korkmadığını sorarlar.

‘‘Evet’’ diye cevap verir bilge Hillel. ‘‘Yaratıcımla karşılaşmaktan korkuyorum.’’

‘‘Neden?’’ diye sorar öğrencileri. ‘‘Sen ki öyle örnek bir hayatın oldu. Bizlere İsa gibi yol gösterici oldun. Cehaletin bataklığından çektin çıkardın.
Bize Süleyman gibi adil davrandın.
Kimsenin hakkının yenmesine izin vermedin.’’

Hillel, güçlükle başını kaldırarak yanıt verir:

‘‘Yaratıcımla karşılaştığımda bana, İsa oldun mu, Süleyman oldun mu diye sormayacak. Sorusu şu olacak: Hillel oldun mu?’’

Ne olursa olsun her zaman kendimiz olmalıyız. Hayat sonuçta bir tiyatro, ve bizlerse bir şekilde o sahnenin oyuncularıyız.
Özgür olmaktan korkmayın. Kendiniz olmaktan korkup yarattığınız sahte imajın arkasına saklanırsanız hiçbir zaman özgür olamazsınız.
Ben esaretimden kurtuldum ve çokta  mutluyum. Başkalarının ne düşündüğü beni hiç ilgilendirmiyor. Sonuçta  herkes kendinden sorumlu.

Özgürlük kendin olman demek
Ne kadar ürkütücü!
Özgürlüğün korkusuyla bağlanırsın her şeye
Herhangi bir şeye
Paraya, erke, işe, eşe
Tutulursun bir çılgın gidiş-gelişe
Tutkun, seçtiğin tutukluğun
Peki isyanın niye?
Güneş Davenport
Kendin Olmak şiirinden
 
Başlık: Ynt: Victoria'nın Pembe Dünyası
Gönderen: Victoria - 24 Aralık 2010, 18:47:57
Kitap

(http://img12.imageshack.us/img12/3823/2324653919ee2d6177c7.jpg) (http://img12.imageshack.us/i/2324653919ee2d6177c7.jpg/)


Fikirlerimi bir makale halinde toplamalıyım.
O kadar çok yazmak istediğim şey var ki…

Odanın içinde deliler gibi dolaşıp duruyordum. Birden anladım ki istediğim konu ve fikirlerim bir makalenin çevresine sığmıyor. Taşmış durumda.
Benim gibi zeki biri ölümle ilgili ancak bir kitap yazabilir.

Kararımı verdim. Kitap yazacaktım. İyice heyecanlandım. Odanın içinde deli danalar gibi dolaşmaya devam ettim.  Adımlarım sert ve karalıydı. Gösterecektim herkese, ne kadar yetenekli olduğumu.

İlk kitabımın ismini düşündüm ve buldum.
‘‘Sonsuz’’  olacaktı, ilk kitabımın ismi.
Vakit kaybetmeden masama oturdum. Masanın altında duran karton kutudan bir top kağıt çıkardım. Artık hazırdım.
Kağıt’a büyük harflerle kitabımın ilk ismini yazdım. Yine büyük harflerle birinci sayfaya da ‘‘Giriş’’, onun altına da birinci bölüm yazdım.
Fikirlerimdeki yenilik dikkatten kaçmamalıydı. Dergilerde hakkımda çıkacak yazıları görür gibi oldum birden.  Çok satanlar, 1. Sırada olacaktı benim romanım…

‘‘Budalalar görsünler bakalım. Benim kim olduğumu anlasınlar.  Hadi Gizem göster kendini, biraz gayret.’’
Elime tükenmez kalemi alıp yazmaya başladım.
Odam karanlıktı, yağmur yağacaktı galiba. Işığı yakmak istedim. Ama sonra vazgeçtim. Işıkta çalışamadığımı fark etmiştim.
Nasıl bütün büyük insanların kendilerine has özelikleri varsa, bu da benim özelliğimdi. Bol ışıkta katiyen çalışamazdım. Değerli fikirlerim kaybolup giderdi. Loş ille de loş.

Önce yazdığım sonsuz kelimesinin yanına virgül koydum. Ama sonra aklıma Ezgi geldi. Benim yazar olamayacağımı düşünüyor. Onu öldürmeyi çok isterdim.

Sonsuz ile başlayan cümleye devam etmek istedim. Ama olmadı. Kalemimin ucuna küçük bir kağıt parçasının takıldığını fark etmiştim.
‘‘Bu şekilde bir uçla katiyen yazamam’’ diye söylendim.
Yeni bir tükenmez kalem alıp tekrar yazmaya devam edecektim ki, çok küçük  yazdığımı fark ettim. Küçük yazılara tahammül edemezdim. Okurken zorlanırdım çünkü.

Yeni bir kağıt’a tekrar Giriş yazdım.
‘‘Ölüm ve yaşam bir arda düşünülmesi zor olan…’’ Eserimin ilk satırı bu oldu. Ama devam edemedim. Terslikler üst üste geliyor, eserimi yazmama engel oluyordu. Bu defa da saati görmüştüm. Akşam olmuştu. Birazdan annem yemeğe çağıracaktı. Hep beraber yemek masasına oturmak bizim evde artık rutinleşmiş bir işti.
Üzüldüm. Şimdi tüm fikirlerimi yazamadan bırakmak. Yalnızca bir yemek için. Yemek yedikten sonra niyetim tekrar kaldığım yerden devam etmekti.

Yemekten sonra ev birden bire sessizleşti. Herkes kendi dünyasına çekilmişti.
Canım sıkılmıştı. Odamda duran eski radyoyu açtım. Şansıma en sevdiğim gruplardan birisi olan The Pretty Reckless’in, ‘‘Make me wanna die’’ adlı parçası çıktı.
Tamda yazmak istediğim konuyla bağlantılıydı sözleri.
Çok yorulmuştum bugün. Yatağıma uzandım. Farkında olmadan şarkıya eşlik etmeye başladım. Tabi sözlerini birbirine karıştırarak söylüyordum.
‘‘You make me wanna die
l’ll never be good enough
But everything looks better when the sun goes down
I had everything, opportunities for eternity
And I could belong to the night...’’

Eserim dedim birden bire hatırlayıp. Yattığım yerden kalkmak istedim. Arkasından hemen hatırladım. Kendimde en beğendiğim taraflardan birisi de gerçekleri görmem değil miydi? Zindelik fikirlerin iyi ifade edilebilmesi için her zaman lazımdır. Bu yorgunlukla yazacağım kısımlar istediğim şekilde olmayacaktı. Giriş gibi önemli bir kısım dinç kafayla yazılmalıdır.
Biraz uyumanın maddi gerçeklere ve eşyanın tabiatına uygun geleceğini anlamakta gecikmedim. Tabiatı eşya bunu emrediyordu.
Ben her zaman gerçekçi bir insanım. Radyoyu kapattım.
‘‘Anne!’’ diye bağırdım. ‘‘ben biraz uyuyacağım.’’
Annem; ‘‘Ne gidiyor musun, anlamadım.’’ Diye mutfaktan bağırdı.
Bir şeyi de düzgün anlasa diye içimden söylendim.
‘‘Hayır, hayır, uyuyacağım biraz.’’

Sonra…

Spoiler: Göster
Sonra nemi oldu? Hiç birşey.
Yazmak istediğim hiç birşeyi yazamadım. Çünkü sürekli erteleyip durdum. Yarın yazarım, cumartesi kesin yazıcam...
Kendimi çok zeki sanan egosu yüksek bir insan olan ben anladım ki insan bir çok şeyi aklında uzun süre tutamaz. Unutur.
Başlık: Ynt: Victoria'nın Pembe Dünyası
Gönderen: Victoria - 03 Ocak 2011, 14:48:55
Yalnızlık

Her zaman yalnız kalmaktan insanlar tarafından dışlanmaktan korkarım.
Çünkü çocukken tam bir asosyaldim.

Ailem benim için endişeleniyordu. Normal bir çocuk asosyal olamaz. Başından çok kötü şeyler geçerse o zaman olur. Ama benim hiç bir sorunum yoktu. Ailem tarafından çok seviliyordum. Evimiz huzurluydu yani.
Gerçek arkadaşlar yerine hayali kendi dünyamda yarattığım arkadaşlarım vardı. Bir tane değildi hayali arkadaşım. Birden fazlaydı. Ama hiç biri birbirine benzemezdi. Hepsinin ayrı bir karakteristik özelliği vardı.

Bu yüzden haftada bir kere kendi tabirimle deli doktoruna giderdim. Bay kasıntıydı doktorum.
Küçük bir oda düşünün. Duvarları sarı renk olan. duvar kenarında kocaman bir masa hemen yanında iki sandalye, duvarlar kitaplarla kaplı. Pencere desen küçücük bir şey. ( Bodrum katında olan kilipsli küçük pencerelerden.)
Oraya gitmek o odanın içine girip bay kasıntıyı dinlemek, fiziksel işkenceden daha beterdi benim için.

Bay kasıntı; şişko, göbekli,keltoş herifin tekiydi. Büyük rahat, pofuduk sandalyesine rahatçana yerleşir ve beni konuşturmaya çalışır, saçma sorular sorardı.
-Okul nasıl gidiyor, arkadaşlarınla konuşmaya başladın mı?
-Evet. ( yalan söylüyorum ki, biran önce eve gidiyim.)
-Sana dediğim yöntemleri uyguladın mı? Uygularsan çok daha mutlu olucaksın.
-....
Ne demek istediğini anlamıyordum. Ben zaten mutluydum. Yeni arkadaşlara ihtiyacım yoktu benim.

Aradan yıllar geçti. Üç okul değiştirdim. İlkokul, ortaokul bitti. Hiç arkadaşım yoktu.
Liseye başladığım zaman kendimi çok yalnız hissettim. Her ergen genç kız gibi popüler olmak sevilmek istiyordum. Bir gruba girmeliydim. Ortada kalamazdım.
Lisede bildiğiniz üzere somut olan üç grup tür insan vardı.
İnekler, ezikler(asosyal olan insanlar için kullanılan iğrenç bir kelime.) ve popülerler.
Ben kesinlikle bir daha asosyal bir insan olmak istemiyordum.
Ama inek bir insanda olamazdım. Derslerim hiç bir zaman çok iyi olmadı.
Tek bir seçenek kalıyordu geriye, popüler olmak.
Ama öyle kolay değildi popüler olmak. Onlar hiç bir zaman inekler ve eziklerle konuşmazlar.

Onlarla konuşabilmek için giyim tarzımı değiştirdim. Annemle yaptığım en büyük kavga bu oldu.
Her zaman kıyafetlerimi annem alırdı. Benim beğenmeye hakkım yoktu.
Sonrasında onlarla konuşabilmek için yüzüme maske taktım. Onlar gibi davranmaya başladım. Kendimden güçsüz olanları ezmeye, çalışkan öğrencilerlere baskı uygulayıp tehtit ettim. Bana kopya vermeleri için.
Sonrasında yaptıklarım beni aralarına almaya yetmedi. Daha büyük şeyler yapmaya başladım.
Okul kavgalarına karıştım.( kızlarla olan kavgalara yani.)
Beni hemen aralarına aldılar. Çünkü artık onlardan biri olmuştum.
Çok konuşuyordum. Susarsam insanların beni bırakıp gitmesinden korkuyordum. Gittikçe gevezeleştim. Herkesin dert ortağı oldum Güzin abla gibi aşk meşk işlerinde herkese yardım ediyordum.
Sonra insanlar bana güvenmeye başladılar. Sırlarını sadece bana söylüyorlardı. Ama her gizli bir sırlarını söyledikçe, benim kölem olmaya başladılar. Onları çok güzel bir şekilde kullandım. Seslerini çıkarmadılar çünkü onlarda beni kullanıyorlardı.
Her tarafım insanlarla çevriliydi. Hiç yalnız kalmıyordum. İlk başlarda çok mutluydum bu durumdan. Ama gittikçe korkunçlaşmaya başladı bu durum.

Yıpranmıştım. Yalnız kalmak kafamı dinlemek istiyordum. Bu maskeyi çıkarmak eski ben olmak istiyordum. Ama rahat vermiyorlardı. Geceleri bile onların seslerini duyuyordum, beynimin içinde yankılanıyordu.
Yavaş yavaş suskunlaştım. İçimden konuşmak gelmiyor çünkü.
Ben susunca uzaklaştı hepsi benden. Ama hiç pişman değilim, yalnızlık bu dünyada ki en güzel şey.

Şimdi beni yalnız bırakın. Yorum yapmanıza hiç gerek yok. Okuyun yeter. Yalnız kalın bir süre. Sakın korkmayın yalnız kalmaktan çünkü yalnız kalmak dünyada ki en güzel şey. Sessizlik ve huzur.
Tıpkı ölüm gibi...

Spoiler: Göster
Yazım hatalarım olabilir, dikkatsizce yazdım çünkü.

Başlık: Ynt: Victoria'nın Pembe Dünyası
Gönderen: grikunduz - 05 Ocak 2011, 17:37:57
Büyük cesaret duygularını bu şekilde buraya dökebilmek değerlendirmeyecem buna hakkım yok sadece cesaretinizden dolayı sizi tebrik etmek istedm
Başlık: Ynt: Victoria'nın Pembe Dünyası
Gönderen: Victoria - 16 Ocak 2011, 13:43:39
Dünya gerçekten iyice iğrenç bir yer haline geldi.
''Bıktım artık! Yeter defolup gidin başımdan! Sizi iğrenç mahluklar.''
Bunları söylemeyi çok istiyorum. Ama her defasında dilimin ucuna geldiği halde söyleyemiyorum. Yutuyorum.
Gerçekten küfretmeyi çok isterdim. Ama bazı insanlara küfür etmek bile yetmiyor.
Hayvan desen, hayvan bile ondan daha akıllıdır.
Gerçekten bu aralar kişilik bozukluğu yaşıyorum. Bir iyi olup birden kötüleşe biliyorum.
Nedeni benden mi? kaynaklanıyor diye çok sordum kendime.
Çok bunaldım...
 Hiç yapmadığım bir şey yapıp küfrettim ilk kez. Bunu hak ediyordu o kişi...
Aman ne büyük marifet.
Beyniyle ''şeyi'' yerdeyiştirmiş, ciğeri beş para etmez insanlar bu küfrettiklerim.
Hayır anlamıyorum. Bir insanın poposunu ellemekten taciz etmekten ne zevk alır insan!
Görmez olsaydım o iğrenç kişiyi. Bunu yaparken suratına yayılan o iğrenç gülümsemeyi...
 





Başlık: Ynt: Victoria'nın Pembe Dünyası
Gönderen: Victoria - 13 Şubat 2011, 21:30:05
Sıkıldım.

Yapamıyorum bu işi ben. Duygularımı ve düşüncelerimi aktaramıyorum yazıya. Ama her şeyi yapamaz insan. Çok kasttım kendimi. Olmuyor işte.
Ancak hikaye yazabiliyorum...
Pembe dünyam yıkıldı. Kapkaranlık oldu hapishanemin içi. Sana sesleniyorum küçük peri nereye saklandın?
 
''İlham perisi neredesin?  Hangi deliğe saklandın yine.'' Odamın içine doğru bağırdım. Sesim kısılana kadar haykırdım. Duvarlara çarpıp yankılandı çığlıklarım. Odanın içinde ki koca kara deliği kaplayıp tıkadı.
 
Kapının zili çaldığında yukarıdaki huysuz, buruşuk suratlı komşumuzun geldiğini anladım. Ancak onun gibi  bir deli zile hiç durmadan basabilirdi.  
''Beklemekten sıkıldım, hangi cehennemdeysen çık ortaya artık!'' sesimi duyan çatlak komşu bu sefer kapıyı yumruklamaya başladı. Bir yandanda bağırıyordu. ''Lanet velet, kes sesini!'' Ona aldırmadan güldüm.
Tamam peki gidiyorum.
Masamın üstünde duran pembe çerçeveli gözlüğü alıp hızla kapıya doğru koştum. Kapıyı açtığımda, buruşuk surat üzerime düştü düşecek bir vaziyetteydi. Kapıyla bir olmuştu demek ki.
''Al, sana bir hediyem var buruşuk surat.'' Şaşırmış bir şekilde yüzüme baktı. Şimdi pörtlek gözlü bir japon balığına benziyordu.
Gözlüğü eline tutuşturdum. ''Sana şans getirsin. Benim pek işime yaramadı.'' Daha ne olduğunu anlıyamadan o şaşkın şaşkın bakan suratına kapıyı kapattım.
Yüzümdeki yapay maske düşmüştü. Yenisi almam gerek.
Ama hiç endişelenmedim. Sokakta bir çok insanın maskesi var. Yarın onlardan birinin maskesini düşürcem. Sonra düşen maskeyi yüzüme takıcam.
Tiyatroya gitmem gerek, geç kalırsam oyuna yetişemem...
Başlık: Ynt: Victoria'nın Pembe Dünyası
Gönderen: Victoria - 22 Şubat 2011, 20:34:17
İlham perisi

‘‘Yeteneğimi kaybediyorum. İstediğim gibi yazamıyorum bir türlü. Bana yardım et.’’
Sen görmüyorsun, sadece gördüğünü düşünüyorsun.’’
‘‘ Hayır görüyorum. Sen yardım etmiyorsun sadece bana…’’
‘‘Mesele yıpranmış çarşafın altında ki şeyi görmek. Tıpkı yastığın kılıfını çıkarıp içindeki kaz tüyünü görmek gibi.’’
‘‘ Hayır, görüyorum her şeyi ben. Ama yoruldum artık. Sadece maskeleri görmek istiyorum içindeki pisliği değil.’’
‘‘ İnkar etme, ikimizde asıl meselenin ne olduğunu biliyoruz.’’
‘‘Neymiş asıl mesele?’’
‘‘Maskelere takmış durumdasın. Her şeyin aslını görmeye o kadar takmış durumdasın ki, yazılarında bundan etkileniyor.’’
‘‘Kes sesini, saçmalıyorsun. İstemiyorum artık seni. Defol!’’
Aptal ilham perisin kovdum sonunda. Kaç saattir omzumda oturuyordu.
Bana yardımcı olmak yerine benle dalga geçiyor. Aptal peri. Senin o şeffaf kanatlarını koparıcam. Aynı sineğin kanatlarına benzeyen iğrenç gri kanatları var.

Galiba delirdim. Sürekli yazıyorum.
Çünkü yazım gücüm zayıflamış durumda. Bir haftada 12 hikaye yazdım.
Durduramıyorum kendimi. Ancak yazarken rahatlıyorum.

Bu süreç nasıl başladı bilmiyorum.
Evet biliyorum. Yalan söylemiyim şimdi. İlk sürekli konuşuyordum. Birilerine bir şeyler anlatmak güzeldi. Ama zamanla çok konuştuğum için kimse beni dinlememeye başladı. Sonra kuşa, kediye, böceğe derdimi anlatmaya başladım. Onlarda sıkıldı benden bir süre sonra. Sonunda da yazmaya başladım. Çok kötü ve düzensiz yazdığımı biliyorum.

Bir daha yazmayacaktım ama yazmak istedim.
Of çok sıkıldım.
Tilkinin dönüp dolaşacağı yer kürkçü dükkanıdır.
Başlık: Ynt: Victoria'nın Pembe Dünyası
Gönderen: Victoria - 20 Mart 2011, 16:38:19
Eve giden yol

(http://i1204.photobucket.com/albums/bb417/Gizem15/ThomasKinkadeWallpaper-11.jpg)

Yatağımın karşısındaki duvarda asılı olan bu Tabloya her baktığımda farklı anlamlar çıkarıyorum. Resim aynı ama benim ruh halime göre farklı şekillere bürünüyor.
Kimin hediye ettiğini hatırlamıyorum. Çokta umurumda değil açıkçası. Önemli olan şu anda burada odamda olması ve beni rahatlatması…

Amerikalı bir ressam olan Thomas kinkade’e ait odamdaki kopyası. En sevdiğim ressamlardan birisidir. Gerçi tek sevdiğim ressamdır. Diğer ressamlar gibi karmaşık resimleri yok. Düz ve anlaşılır.
Aslında pek anlam çıkartamazsınız baktıkça.

Her gün aynı tabloya bakıyorum. Mutlu olduğum zamanlar farklı, mutsuz olduğum zamanlar ise sıradan.
Bugün tekrar baktım.

Hava kapalı, yağmur yağıyor. Gökyüzünde uçan kargalar her zaman ki yiyecek arayışı içersindeler. Daireler çizip duruyorlar. Ama her zaman ait oldukları noktaya geri dönüyorlar… İnsanlar acele etmeden evlerine yürüyorlar. Baştan aşağı simsiyah giyinmiş olan anne ve pembe renk giyinmiş olan küçük kızı. Büyük bir zıtlığın temsilcisiler sanki.  Eve gidiyor olmalılar.Acele etmeden yavaş bir şekilde yürüyorlar… Yüzleri olsaydı eğer kesinlikle ikisi de gülümsüyor olurdu.

Bütün evlerin ışıkları açık. Sokağı aydınlatıyor. Böylelikle karanlıktan korunmuş oluyorlar. Sağ taraftaki büyük evin bahçesinde ki  köpek mutsuz. Bir şeye kızmış olmalı… Evin girişinde bulunan siyah kedi dışarıyı izliyor. Ona acıyorum. Her şeyin siyah beyaz olduğu renksiz bir dünya…

İlerdeki kilisenin ışıkları sokağa yansımış…
Eski bir araba, acaba kaç yılında alınmış? Belki de 1960 yılındalar.
Arkasından gelen motosiklet onu takip ediyor gibi.
Kırmızı araba demeyi seviyorum ona. Siyah renkte olduğunu unutarak…

Sağ taraftaki büyük evde yaşadığımı hayal etmeyi seviyorum. O köpek bana aitmiş ya da ev.

Bu tablo canlı gibi.  Ama ne yazık ki bana ait değil tablodakiler.

Ressama ait. Bu evleri o yarattı. İnsanları, kırmızı arabayı, köpeği ve kediyi. Onların tanrısı o.

Üzülmüyorum. Ama biraz kıskandığımı söyleyebilirim. Resim yapma yeteneğim yok. Bir tek çöp adam çizebilirim. 
Önemli değil. Benimde hayal gücüm var. Bardağın yarısını dolu görmek lazım…

Kötü anlattım her şeyi. İyi betimlemedim. O an yazmak istedim bu yazıyı.
Ama duygular birbirine geçti.

Neyse ne diyordum? Ah evet tablo. Bu tabloda ruh var, duygu var, müzik var. Adını değiştirdim. ‘Eve giden yol’ koydum. Keşke müzik olsaydı arka fonda. ‘Beethoven’nin Cavatina’ adlı sonatı iyi giderdi.

Karmaşa yok tabloda. Sessizlik var, huzur var…




Başlık: Ynt: Victoria'nın Pembe Dünyası
Gönderen: Victoria - 23 Nisan 2011, 21:16:37
Bugün en sevdiğim dizi olan Supernatural izlemek için girdiğim sitede yine çok fazla yorum vardı.Çoğu kişi ''çok güzel bir bölüm ya da  arka fondaki müzik harika'' diye  yorum yazmıştı. Çoğu imla kurallarına dikkat edilmeden yazılmıştı. Ama öyle bir yorum vardı ki hangi dil olduğunu hala anlayamadım.
Youm şuydu;
''haRiKA.
haRiKA..
haRiKA... söLicek başKa biRşey yOk.. ! kOnusu böLümü heRşeyiyLe haRika bir böLümDü heRzaMan oLdqu qiBi.. öZeLLiklerde s0Nuna bayıLdm.. yaPmak isTedkLeri seYi baÅ�araMadan bitCeqini düÅ�ünmüyoRdum zaTen böLümüN aMa buDa beqLedqim brSy deqiLdi süPeR baqLamışLar s0nuNu. ..

TskLÖ©R diZip0rT... !''

Bu ne? Bu kadar mı özentilik olur. Hayır neden düzgün bir türkçeyle yazmak yerine bu kadar bozuk(Türkçe demek istemiyorum  :hemk) bir şekilde yazıyor. Hem bunu ben yazmaya kalksam yirmi dakikada zor yazarım. Bayağı bir uğraşmış arkadaş..  Çok uğraşmış olmalı türkçenin nasıl içine ederim diye.  Tebrik ediyorum başardın. Hadi alkışlayalım...

Başlık: Ynt: Victoria'nın Pembe Dünyası
Gönderen: Victoria - 02 Mayıs 2011, 16:19:43
''Çok fazla aptal insan var.'' Diye düşündü. Sonra etrafını inceledi. Kısa, uzun ağaçlar, zengin ve fakir insanlar vardı çevresinde.
Tabi ya dedi. Denge. Dünyanın bir dengesi var. Aptal insanlar olmasaydı zeki insanlarda olmazdı...

Başlık: Ynt: Victoria'nın Pembe Dünyası
Gönderen: Victoria - 14 Mayıs 2011, 16:57:26
...

''Çok boş konuşuyorsun.'' Yansıma gerçekti.
 
''Neden bu kadar çok heyecanlısın ve öfkeli?''

''...''

Gülümsedi. ''Hadi inkar et, yalan söyledin de.''

''...''

''Üzülme bu kadar. Sende onlardan birisin. Hep böyle oluyor de mi?''

''...''

''Şu kokuşmuş eşyalara bak, onlarda ki gerçeği gör. Sende onlardan birisin. Aslında her zaman onlardan biri olucaksın.''

Etrafına baktı. Tüm bu kokuşmuş şeyler onundu. Onu yansıtıyordu.

Hepsi midesini bulandırdı birden. Tüm bu iğrenç pisliklerden kurtulmak istedi.

Büyük siyah bir poşet aldı eline. Gerçeği gördüğü zamanlar ki- bu 365 günde 1 kez gerçeği görürdü.

Tüm bu kokuşmuş şeyler; makyaj malzemeleri, fazla renkli kostümler,  kötü kokulu parfümler hepsini doldurdu bu siyah poşete. Yuttu hepsini kara bir delik gibi...
Başlık: Ynt: Victoria'nın Renksiz Dünyası
Gönderen: grikunduz - 28 Mayıs 2011, 22:53:50
Uzun bir aradan sonra iki gün üstüste yayınlayarak beni şaşırttın artık bıraktın diye düşünmeye başlamıştım. Güzellik yapma kaygın yok, sanatlı olsun kaygın da yok. Bunu zaten bir önceki yorumumda da belirtmiştim. Ve bu kısmını seviyorum. Ama asıl en güzel kısmı değiştirme düzeltme amacı da yok sözlerde. Dünyayı düzeltecem hepsinden iyi biliyorum tavrı yok sadece, günlük yazar gibi yazmak bir yetenek. Bence günlük yazarlığında başarılı olabilirsin kendinle ilgili konuları herkesi ilgilendirecek şekilde sunabiliyorsun. Tebrik ederim.
Başlık: Ynt: Victoria'nın Renksiz Dünyası
Gönderen: Jean Valjean - 29 Mayıs 2011, 00:15:01
Ne güzel pembeydi dünyan, ne oldu da renksizleşti?
Başlık: Ynt: Victoria'nın Renksiz Dünyası
Gönderen: Victoria - 29 Mayıs 2011, 01:19:13
Keçiler uzaklara kaçtı bugün. Bir daha yakalamayacağım. Özgürler artık.
Eskiden yılda sadece bir kez iplerini koparıp kaçıyorlardı. Sonra haftada bir kaçmaya başladılar. Onları yakalamak tahmin ettiğinizden bile zor. Özgür olmak istiyorlardı sürekli. E bende sürünün başında ki çoban olarak onları yakalayıp bağlamaktan bıkmıştım.
Neyse sorun yok artık özgürler.
 
Renkler birbirine karıştı. Anladımki sevdiğim şeyleri aslında sevmiyormuşum. İşte ergenliğin etkileri.
Anladımki hayallerim benim hayalim değil başkasına aitler. Anladımki uymak zorunda olduğum kurallara uymak zorunda değilim. Kendimi sırf onlardan biri gibi göstermek zorunda değilim. Anladımki artık hiç bir şey umurumda değil. Artık korkmuyorum. Sırf onlardan biri değilim diye beni dışlayacaklarsa dışlasınlar. Bir şey daha aslında pembe rengi ben sevmiyormuşum onu anladım. Annemin sevdiği renk pembe, benim değil.

Bizi büyüten insanlar, bizden kendimiz olmamızı beklemezler. Onların istedikleri kiśi olmamızı isterler. Annemin hayali benim hayalim olmuş onu anladım. Ama şimdi yüzümde ki maskeyi yırtıp çöpe atıyorum. Artık korkmuyorum.

Sevmeselerde olur beni. Toplumda yer edinmek istemediğimi fark ettim. Düne kadar onlardan biriydim. Bir birey değil, bir topluluk halindeydim.  Neden onlardan biriyim? Diye kendime çok sordum dün. Uzun uzun düşündüm. Ve nedenini buldum. İnsanlar beni sevsin, saygı duysun istiyordum. Bu yüzden onlardan biriydim. Defalarca maskemi çıkarmak istedim. Neden çıkaramadım peki? Çünkü cesaretim yoktu, ödleğin tekiydim. Birde kendimi sürekli kandırmam yok mu? Alışkanlık diyip duruyordum. Onlardan biri değilim, sadece maskenin ardında rahat ediyorum bıdı bıdı. Şimdi bu düşündüklerimi yazarken bile utanıyorum. Yalanıma inandırmışım kendimi resmen.

Düne kadar çok kolay öfkelenen, aşırı şımarık, aşırı heyecanlı bir ergendim. Tabi hala ergenim o ayrı. Ama şimdi onların olmamı istedikleri kişi değilim. Bir topluluk değilim. Bir bireyim. Kendi düşünceleri, hayalleri, kendine göre inancı olan bir birey.

Şimdiki hayalim sinekler. İnsanları rahatsız eden o sinir buzucu çirkin şeyler. Annemin istediği gibi bir öğretmen olmak istemiyorum. Ben o sinekleri yakalayan kişi olmak istiyorum. İnsanları rahatsız eden sinekleri öldüren bir birey! İşim bu olsun. Sinekleri öldürmek.
Başlık: Ynt: Victoria'nın Renksiz Dünyası
Gönderen: Madam Vio - 29 Mayıs 2011, 13:34:03
Böylesi daha iyi...

Spoiler: Göster
Pembeden kurtulmana ayrıca sevindim. Hoşgeldin renksiz dünya. Ya da siyah. Farketmez.
Başlık: Ynt: Victoria'nın Renksiz Dünyası
Gönderen: Victoria - 30 Mayıs 2011, 00:44:56
1. Gün: Kobay garip tavırlar sergiliyor...

Uykusuzluk sorunu başladı.
Başlık: Ynt: Victoria'nın Renksiz Dünyası
Gönderen: Victoria - 03 Temmuz 2011, 22:38:15
Uyuyan

Uyuyor Lady, ah sürüp giden
Uykusu dilerim derin de olsun,
Gök onu kendi kutsallığında tutsun.
Yeni bir kutsallık için değişti bu oda.
Yeni bir keder için değişti bu yatak
Tanrıdan dilerim,
Açılmayan gözlerle yatsın ebediyyen
Solgun örtülü hayaletler yanından geçerken.

Edgar Allan Poe

Benim için anlamlı olan şiirinden en sevdiğim bölüm.
Başlık: Ynt: Victoria'nın Renksiz Dünyası
Gönderen: Victoria - 17 Temmuz 2011, 23:12:15
Başlığın bir adı yok. Boşuna bakınmayın.

Ama benim bir tane başlığım var. Ben ona başlık demeyi sevmiyorum. Saçma - baş, başlık, saç!- Kukulata daha uygun.
Şirin babanın kukuletası tıpkı kendisi gibi şirin kırmızı bir renk. 

Başım yine ağrıyor. Ağrılar gün geçtikçe artıyor gibi. Ya da ben - of şu ya da yapıştı kaldı- uğruşacak bir şey bulamadığımdan çok taktım.
 
Hastalıkhastası insanlardan çok korkuyorum. Onlara benzemektense ölmeyi tercih ederim diyeceğim ama o kadar cesaretli değilim.

O tür insanları uzakta aramaya gerek yok. Etrafınıza baktığınızda üç kişiden biri hastalık hastası zaten.

Bende öyle birini tanıyorum. Yan komşumuz Zeliha teyze.
Kendisi bütün gün televizyon izler, yemek pişirir, kilo vermeye çalışır ama bir yandan da diğer komşulara börek tarifi vermekten geri kalmaz. Hergün Doktorları izler. O program çok feci bir şey.

Bende baş ağrım yüzünden bir izleyeyim belki bir çözüm bir kurtuluş yolu bulurum diye izledim. ( Çok fazla bir kullandığım için özür dilerim.)

Program bittiğinde dişim ağrıyor, ayaklarım sizlıyor ve başım daha kötü zonkluyordu. O kadar çok kendimi dinlemiştim ki birden bire bir çok hastalık yarattım. Ve olayı çözdüm bu psikolojik bir şeymiş meğerse o tür programları izledikçe kafanda kendi kendine bir çok hastalık uyduruyorsun. Bunu Zeiha teyzeyede söylemem lazım. İzlemesin o lanet şeyi.

Başım hala ağrıyor. Zeliha teyzeyede geçenlerde baş ağrımdan bahsetmiştim.
Gözleri dehşetle büyümüştü. Gözlüklerinin camından kendi yansımamı görmüştüm ve bende korkmuştum.
Bana kesinlikle doktora gitmemi söylemişti. Ve bir sürü soru sordu. Çoğuna evet dedim.
Ona göre migrenmişim -miş- mişim.

Benide kendine benzetti.  Çok yakında birlikte oturup doktoları izleyeceğiz, birbirimize börek tarifi verip, aşk-ı memnunun tekrar eski bölümlerini izleyeceğiz. Çok eğlenceli!

Başım ağrıyor. Sanki binlerce iğne batıyor. Şimşekler çakıyor. Ve ben başımın daha çok ağrımasını istiyormuşum gibi bunları yazıyorum. Ekranın ışığı çok parlak, yazılar bulanık.

Sineğin kanatlarını çırpışını bile duyabiliyorum sanki. vız vız vızzz... Hani sinekler iığa gelir derler ya tam bir palavra. Işık kapalı ama odam sinek dolu. Onlar küçük çirkin vampirler.

Başım- korkmayın bu sefer ağrıyor demiycem- neyse çok fazla yazım hatası ve saçmalık var bu yazıda.







 


 
 
Başlık: Ynt: Victoria'nın Renksiz Dünyası
Gönderen: Victoria - 20 Temmuz 2011, 00:36:35
Gri kanatlarını yolmak istiyorum. Sesini duymak istemiyorum. Tüm camları açtığım halde neden gitmiyorsun?

Şuan kurbağa olmayı çok isterdim. O zaman korkup kaçardın.
Başlık: Ynt: Victoria'nın Renksiz Dünyası
Gönderen: Victoria - 20 Temmuz 2011, 12:35:45
Bu aralar sıcaklardan sivrisinek saldırılarından olsa gerek  forumda ki bir kaç kişi çok sinirli.
Havada küfürler uçuşuyor, laf sokmalar falan filan. Ne bu yahu.

Tamam benimde bir çok sorunum var. Örnek:
Baş ağrısı, sivrisinek saldırıları, sıcaklar, düzgün yazamama, sürekli saçmalama vb.

En iyisi bir pencereleri açın, sivrisinek öldürün, köpeğiniz varsa onunla ilgilenin.... Bir müddet bilgisayar başına geçilmemeli. Şimdi bana söylemesi kolay diyeceksiniz. Bende size bir tavsiye vereyim. Bilgisayarın tüm kaplolarını kesin, ana ekranıda dolaba koyun.(camdan aşağıda fırlatabilirsiniz seçim sizin.) Sonra yeni  bir hobi edinin ki aklınıza bilgisayar gelmesin.( çak pis bir bağımlılık bu yav. :P) Bol bol kitap okuyun, kendinizi geliştirin. Foruma geri döndükten sonra daha bilgili ve foruma faydalı bir üye olursunuz. Bu dediklerimi bugünden sonra ben uyguluyacağım sizde uygulayın bence. Eğer dediklerim sıkıcı geliyorsa  tüm ergenler olarak parka gidip oynayalım. Doğaya karışalım. En azından forumda ki bir çok insan biz gidince rahatlar. Onlarında hakkı kafa dağıtmak.
Niye foruma rahatlamak için girmiş insanların sinirlerini bozalım ki?

Bu dediklerimi yaptıktan sonra farkı görüceksiniz. Tabi bende görücem.  :P

Buda  size hediyem olsun. http://www.youtube.com/watch?v=2QsLEBzQIos&feature=player_embedded


 
 
Başlık: Ynt: Victoria'nın Renksiz Dünyası
Gönderen: Victoria - 26 Temmuz 2011, 00:00:13
vızz, vızz, vızz.
Uyuşuk, baş belası hedefini belirlemişti. Açtı. Huysuzdu. Tüylü küçük gözleri vardı.
Bu sarkıda  ona hediyem olsun. Ben  kazandım!
http://www.youtube.com/watch?v=qeaO0ZidQgc