Kayıp Rıhtım Arşiv Forum

Kurgu Güncesi => Kurgu İskelesi => Konuyu başlatan: Mu - 22 Şubat 2011, 16:18:50

Başlık: Müdür Bey
Gönderen: Mu - 22 Şubat 2011, 16:18:50
“ Afedersiniz, ben ölmek istiyordum. “
“ Ah evet. Buradan dümdüz ilerleyip sağa dönün. Orada size yardımcı olacaklardır. “
“ Teşekkürler, “ uzun beyaz entariler içindeki adama başıyla kibarca bir hareket yapıp gösterdiği tarafa doğru yürümeye başladı.

Bembeyaz koridor boyunca ilerledi. Bir tür rüyada olduğunu biliyordu. Ama garip bir şekilde rüya aynı zamanda ona sahiciymiş gibi geliyordu.

Buraya nasıl geldiği hakkında pek bir fikri yoktu. Dünya’dayken son hatırladığı bir arabanın içinde ölmeyi bekliyor olduğuydu. Uzun zamandır planlıyordu intihar etmeyi ama bir türlü harekete geçemiyordu. İçinde küçük bir parçası hep erteliyordu mutlak sonu. Belki yaşamı düzelir, belki anlam kazanır, belki sabah gözlerini mutlulukla açabilmesi için bir nedeni olur diye umutla beklemişti.

Ancak tam tersine yaşamı gün geçtikçe katlanılmaz bir hal almaya başlamıştı. Herşeyi vardı. Ailesi varlıklıydı, bir dolu akrabası vardı.Yakışıklı olmasa da pek de tipsiz sayılmazdı. Dışarıdan bakıldığında şanslı doğmuş bir velet bile denebilirdi. Ama içi bambaşkaydı; alev alevdi. Kurduğu binalar çoktan çatlayıp yıkılmaya başlamıştı. Artık dayanamıyordu bu anlamsız koşuşturmaya, sahte maskelere, kibarlık seremonilerine. Hayatta bir anlam göremiyordu. Nedenlerini kaybettiğinden beri ne kadar geçmişti aradan? Uzun, çok uzun bir zamandır depresyondaydı. İçine kapanıktı. Arkadaşlarına açılmaya hep korkmuştu. Yargılanmaktan korkmuştu. Hepsi de yarattıkları illüzyonlara öylesine dalmıştı ki... Bunca zamandır yüreğinin isten kapkara olmuş odalarını saklayabilmek, hep içine atabilmek belki de hayattaki en büyük başarısıydı.

Çok yalnızdı. Arkadaşları formalite icabı onun dostlarıydı. Derslerde tanışmıştı onlarla. Zorunlu arkadaşlık yani. İhtiyaçtan doğan uçucu tipler. Gerçek dostu yoktu. Onu yargılamadan dinleyecek, ne yaparsa yapsın sevecek kimsesi yoktu.

Uzun beyaz koridorda yürümeye devam etti. Cebindeki son parayla bir hortum aldığını hatırlıyordu. Ailesi okula rahat gidip gelebilsin diye bir de araba almıştı ona.

Kendi kendine gülümsedi. Gerçekten şanslı bir çocuktu.

Uzun zamandır planlıyordu intiharını. Kimi zaman evden derse gidiyorum diye çıkıp arabayla turlamıştı gri betondan şehri. Issız bir yer bulabilmek için oluk oluk benzin yakmıştı. Sonunda kenar köylerin birinde bir çeşme kenarı bulmuştu. İlk gördüğü zaman anlamıştı. Burasıydı. Issız, kervan geçmez...

“ Alo? Anne akşam arkadaşın evinde kalacağım. Hıhı tamam. Merak etme param var. Tamam hoşçakal. “

Son yalanı buydu. Son sözleri. O gün akşama kadar çarşılarda gezip tozduğunu hatırlıyordu. Öleceğini bilen insanlar son günlerinde ne yapar, nasıl hisseder diye merak ederdi hep. Eh pek de ilginç değilmiş diye düşündü. Bir internet kafeye oturup saatlerce oyun oynamıştı. Oradan çıkıp kocaman bir hamburgeri mideye indirmiş sonra da elleri ceplerinde boş boş dolanıp durmuştu.

Çarşının tam göbeğinde bir rock bar vardı. Şehirde bu tarz yerler pek bulunmazdı. Büyük bir nimetti. Tarzı olan bir mekandı. Hep orada takılmak, oranın müdavimi olmak isterdi ama yalnız olduğu için kapıdan girmeye cesaret edemezdi. Tek başına oturup birasını yudumlamayı istemezdi. Eğer içinde bir özlem kalacaksa o da buydu işte.

Sarhoşluk ve kahkaha içinde zamanı burada unutmayı istemişti hep. Olmayan dostlarıyla oturduğunu hayal etmişti. Hayali bayan dostlarıyla dev bira bardakları arasından bakışmayı hayal etmişti. Yakaladığı tek bir bakışla deliler gibi sevinip benden hoşlanıyor diye kendini kandırmayı hayal etmişti. Kadınların şen kahkahası, erkek dostlarının müstehcen fıkraları ile kendini kaybetmeyi hayal etmişti. Yoldan geçip giden zavallılara nasıl umursamaz olduğunu bakışlarıyla göstermeyi, mutluluğunu gözlerine sokmayı istemişti.

Hiçbiri olmamıştı. Yine aynı yerdeydi. Karşı kaldırımda ifadesiz bir yüzle barın kapısına bakıyordu. Yine yalnızdı. Her zamanki gibi dönüp gitmişti. Üzgün değildi. Sadece küçük bir burukluk vardı içinde. Hep orada olan bir şeye ulaşamamanın verdiği bir huzursuzluk.

Zaman hızlı geçmişti. Akşam olmuştu. İşten çıkanlar evlerine dönüyor, çiftler günün stresini atmak için sağa sola bakınıp oturacak güzel bir mekan arıyordu.

Bulduğu ıssız çeşmeye kadar sessizce sürmüştü arabasını. Arabasını çeşmenin kenarına çekip uzun uzun bakmıştı karanlığa. Yavaş hareketlerle inip önce yüzünü yıkamıştı. Kalın hortumun ucunu eline alıp egzosa yerleştirdiğini hatırlıyordu. Diğer ucunu ise arka cama sıkıştırmıştı.

Şoför koltuğuna oturup kontağı çevirmişti. Dizel motorun tanıdık sesi kulaklarına dolarken koltuğunu yatırıp müzik çalarını kulağına takmıştı. Uzun uzun araştırmıştı internetten bu işi. Son uykusuna dalmadan önce yaklaşık yarım saati vardı. Bu da altı şarkı ederdi. Ölürken dinlediği son altı şarkı. Garip bir şekilde korku hissetmiyordu. Tam tersine hafif bir heyecan sarmıştı içini.

Burnuna egzosun tanıdık kokusunun dolduğunu hatırlıyordu. İlk nefesinde zorlansa da yavaş yavaş ağır dumana alışmaya başlamıştı. Vücudu giderek uyuşuyor, gözleri asla uyanamayacağı bir uykuya doğru kapanıyordu. Uyumak gibi demişlerdi bu yönteme. Acısız, huzurlu...

Dinlediği son şarkı kulağında bangır bangır çalıyordu.

No one but me can save myself, but it's too late
Now I can't think, think why I should even try
Yesterday seems as though it never existed
Death greets me warm, now I will just say goodbye,
Goodbye


Sonra gözünü açtığında kendini bu uzun beyaz koridorda bulmuştu. Nasıl olduğunu bilmiyordu ama bir şekilde henüz ölmediğini hissediyordu. Bu işi bir an önce çözse iyi olacaktı. Ne kadar zor bir şeydi insanın bedeninden ayrılması böyle?

Pencerelerden sızan soğuk, beyaz ışık sade koridorun her bir köşesini aydınlatıyor beyaz mermer duvarları daha da soğuk gösteriyordu.

Havada tanıdık bir koku vardı. Dünya’dayken bildiği bir koku. Toz ve küf kokusu burnunu doldurdu. Burası aynı devlet dairelerinin eski koridorları gibi kokuyordu.

Karşısındaki dönemeçten sağa yöneldi. Koridor hiç değişmeden devam ediyordu. Duvarlarda ne bir tablo ne de bir yazı vardı. Bembeyaz mermer duvarları sıra sıra dizilmiş büyük ahşap pencerelerden başka hiçbir şey süslemiyordu.
İleriden insan sesleri geliyordu. Doğru yol üzerinde olmalıydı. Adımlarını hızlandırdı.

Koridor giderek genişleyip büyük bir salona açıldı. İçerisi ana baba günüydü. İnsanlar öbek öbek dizilmiş birbirleriyle sohbet ediyor, gülüşmeler ve kahkahalar havayı dolduruyordu. Her tarafa cömertce döşenmiş beyaz mermer, pencerelerden sızan soğuk ışıkla birlikte insanın gözlerini kamaştırıyordu. Salonda bekleşen insanların hepsi aynı renk giyinmişti. Beyaz renkli tek parça entariler göz kamaştırıcı manzaraya bakmayı daha da zorlaştırıyordu.

Önündeki ışıltıdan dolayı gözlerini kısıp salonu inceledi. Burası da tıpkı geçtiği koridorlar gibiydi. Soğuk ve süssüz. İki büyük ahşap kapıdan başka hiçbir şey yoktu. Koyu renkli ahşap kapılar salonun ışıltısıyla büyük bir tezat oluştururcasına karşılıklı iki duvarda yükseliyordu. İnsanlar kapılardan birinin önünde uzun bir kuyruk oluşturmuş içeri girmek için sabırsızca bekleşirken gülüşme ve kahkahalar birbirine karışıyordu.

Kalabalığın arasından kendine yol açarak kapılara doğru yöneldi. Tam o sırada bir el omzundan tutup onu durdurdu.
“ Lütfen sıranıza geçiniz. Biliyoruz Dünya’ya doğmak için sabırsızlanıyorsunuz ama rica ederim siz de herkes gibi sıranızı bekleyiniz. “
“ Ne...? “ diye şaşkınca kekeledi. Bembeyaz entariler içindeki kel adamın tatlı sesinden iki kelimeyi yakalamıştı. “ Dünya’ya doğmak mı? “

Adam şaşırmış gibi kaşlarını kaldırdı. “ Evet biz hepimiz bir beden sahibi olmak için bekliyoruz. Siz ne için gelmiştiniz? “
“ Ben ölmek istiyorum. “

Kel adamın gözleri fal taşı gibi açıldı. “ Ölmek mi? “ dedi şaşkınlıkla.
“ Evet intihar etmiştim. Ama henüz tam olarak ölmedim “ ellerine bakarak ekledi “ yani öyle olduğunu hissediyorum. Bu işi bitirmek için buraya geldim. “

Bir an tüm bu insanların ne kadar saf olduklarını geçirdi aklından. Hepsi kapının önünde dizilmiş doğmak için sıralarını bekliyordu. Dünya’da bunca merak ve isteği hak edecek ne vardı ki?

“ Ama neden ölmek istiyorsunuz? “ diye sordu adam şaşkınlık içinde. “ Yani orası eğlenceli değil mi? “
“ Eğlenceli mi? “ tüm bu salondakiler gerçekten saf olmalı diye düşündü. “ Size böyle mi söylendi? Eğlenceli? “

Konuşmalarına kulak misafiri olmuş birkaç kişi daha yanlarına yaklaşıp dinlemeye başladı.
“ Dünya dediğiniz yer tam bir işkence! “ Kel adama dönüp sordu. “ Senin adın ne? “
“ Ben huzurum. “
“ Hıh! Huzurmuş. Dünya’da borcunu ödemen için kapına dayandıklarında görürsün huzuru, “ yanında durmakta olan başka bir adama dönerek “ Senin adın ne? “
“ Ben bağışlamayım, “ dedi adam usulca.
“ Bağışlama mı? Dünya’da canını o kadar çok acıtacak insanlar olacak ki kısa sürede bağışlamayı unutacaksın, “ bir diğerine dönerek “ Ya sen kimsin? “
“ Ben keyifim. “
“ Peh! Dünya’da omzuna yüklenen sorumluluklar altında ezilirken tek düşünebildiğin ay sonunu getirebilmek olacak. Keyifmiş! “
Şimdi etrafında küçük bir kalabalık vardı. Herkes meraklı bakışlarla kendisini dinliyor, kimse konuşmuyordu.
“ Bize oranın güzel olduğunu söylemişlerdi. “
“ Eh, belli ki herşeyi anlatmamışlar. Bana bir bakın. Kim olduğumu dahi bilmiyorum. Ne olduğumu çoktan unuttum! Ve siz böyle bir yere gitmek istiyorsunuz. “   

Kel adam şaşkınlıktan konuşamıyor gibiydi. Kendini toparlamak için kısa bir an durdu. Elini kaldırıp ona salondaki diğer kapıyı işaret etti. “ Ölmek istiyordun. Ölüm İşleri Müdürlüğü orası. “ diyebildi.     

Teşekkür edip hızla salonun uzak ucunda duran ıssız kapıya doğru yürüdü. Diğer kapının aksine bu kapının önünde kimse yoktu. Salonun bu tarafı bomboştu. Diğerlerinin kahkahakarı kesilmişti. Meraklı bakışlarla onu inceliyorlar kendi aralarında fısıltıyla konuşuyorlardı.

Dev ahşap kapının önünde durdu. Derin bir nefes alıp hafifçe tıkladı. Kapı kendiliğinden bir gıcırtıyla açıldı. Kararlı adımlarla içeri girdi.

Salonun soğuk parlaklığından sonra girdiği küçük oda cennet gibi gelmişti ona. Odadaki tek pencerenin önüne kalınca bir perde çekilmişti. Perde soğuk ışığı kesiyor, odanın içini loş bir ışıkla aydınlatıyordu. Duvarlara sıra sıra raflar dizilmiş, kalın siyah kapaklı kitaplar ahşap rafları ağırlıkları altında eğiyordu. Küçük odanın ortasında duran çalışma masasının üstü tepeleme kağıt ve dosya doluydu. Yerler eski, yer yer yırtılmış koyu renk bir halı ile kaplıydı. Etrafta bir kargaşa hissi hakimdi. Yine de arkasındaki salonun tekdüzeliğine karşı burası bir cennetti. Masadaki dosyaların arasında bir kıpırtı farketti.

“ Ah, hoşgeldin. Şöyle geç lütfen. “ dedi kalın bir ses. Kağıtların arasından bir el masanın önündeki sandalyeyi işaret etti.

Usulca sandalyeye oturdu. Şimdi karşısındaki adamı görebiliyordu. Başta gülmemek için kendini zor tuttu. Adamı gördüğünde bir kez daha bir devlet dairesinde olduğuna dair ciddi bir şüpheye kapılmıştı. Önünde elli yaşlarında şişko bir adam duruyordu. Özenle taranmış saçları yer yer dökülmüş, başının tepesini açık bırakmıştı. Tombul yanakları ve kırışık alnı terle ıslanmıştı. Etli çenesi boynunu gözlerden gizliyordu. Giydiği mavi gömleğin düğmeleri göbeği yüzünden gerilmiş, gevşettiği kravatının ve gömlek yakasının arkasından beyaz atleti görülüyordu.
Adam konuşmasını bekler gibi ona baktı. Gözlerinde bir memurun bıkmışlığı ve aceleciliği vardı.

“ Evet buyrun? “
“ İyi günler. Ben intihar ettim ama sanırım tam olarak ölemedim. Neler olduğunu bilmiyorum. Kendimi bir anda burada buldum. “ dedi elini hızlıca sallayarak “ Beni size yönlendirdiler. “
“ Anlıyorum. “ adam başını eğip önündeki kağıtları karıştırmaya başladı. “ Hmm, bir bakalım... “ dedi önüne çektiği kalın bir dosyayı inceleyerek

“ Evet tahmin ettiğim gibi “ dedi elindeki bir kağıda göz gezdirerek. “ Bir karışıklık olmuş. Sizin intihar edeceğiniz beklenmiyordu. “
“ Nasıl yani? “
“ Burada yazana göre, “ dedi eliyle kağıdı işaret ederek. “ Sizin daha kırk altı yıl ömrünüz var. “
Şişko adam cebinden bir peçete çıkarıp terini sildi. “ Evet sanırım sorununuz halloldu. Şimdi lütfen işime dönmeliyim. “
“ Hayır bir saniye lütfen, “ dedi saldalyesinde doğrularak Hala anlamıyordu. “ Ne demek istiyorsunuz? Henüz ölemez miyim? “
“ Üzgünüm. “ dedi şişman memur ellerini açarak. “ Prosedür böyle. “

Adamın arkasında bir şey farketmişti. Gördüğü şeyden emin olabilmek için hafifçe öne doğru eğildi. Evet yanlış görmüyordu. Şişko adamın arkasında bir çift kanat vardı!

“ Siz! “ dedi nefesini tutarak. Tam o sırada çalışma odasının bir köşesinde rafların arasında asılı duran küçük bir saat usulca çaldı.

Adamın yüzü ifadesizdi ama gözlerinden bezginlik okunuyordu. Mesaisinin bitip eve gitmeyi dört gözle bekleyen bir memurun gözleriydi bunlar.
“ Siz bir meleksiniz. “

Adam sanki bu anı defalarca yaşamış gibi tekdüze bir sesle cevap verdi. “ Evet ben bir meleğim. Şimdi lütfen sorununuz hallolduğuna göre Dünya’ya inip işe koyulmalıyım. “

Büyük deri koltuğundan zorlukla kalkıp koca göbeğiyle birkaç dosyayı devirerek kapıya doğru yöneldi. Arkasında sallanan, adamın cüssesi altında küçücük gözüken kanatları komik bir tezatlık oluşturuyordu.

Meleğin yolunu kesmeye cesaret edip karşısına dikildi.

“ Beni öldürmeden hiçbir yere gidemezsiniz, “ sesini yükseltmişti. Öbür dünyada bile işlerin bir devlet dairesinin özeniyle yürüyor olduğuna inanamıyordu.

Adam yorgunlukla başını eğdi. Omuzları çökmüştü. Hafifçe iç çekti.
“ Lütfen bana biraz hak verin. Dünya’da her saniye kaç kişinin öldüğünü biliyor musunuz? Hepsine nasıl yetişmem beklenebilir ki? Belli ki sizi gözden kaçırmışım. “ karşısındaki adamın şaşkın ifadesine bakıp ekledi “ Evet benim hatam. Sizi uygun şekilde öldürmediğim için üzgünüm. Ama bu devirde işler hiç olmadığı kadar yoğun. Durmadan çocuk yapıp duruyorsunuz. Bir kişinin tüm bu karmaşaya yetişmesi nasıl beklenebilir ki? Artık emekli olmak istiyorum. “ son cümlesini yukarı bakarak sanki birilerinin onu duymasını bekliyormuş gibi yüksek sesle söylemişti.

Bir kaç saniye küçük odada kimse konuşmadı. Şişko meleğin karşısında durmuş söylediklerini anlamaya çalışıyordu.
“ Siz Azrail misiniz yoksa? “
Adam başını hafifçe salladı. “ Evet Dünya’da böyle tanınıyorum. “

Melek onu kenara çekerek kapıya doğru yürümeye başladı. Attığı her adımda göbeği sallanıyordu. Kapı eşiğinde durup arkaya baktı.
“ Hadi ama bu kadar şaşkın olma. Daha çok uzun bir ömrün var. Ama yok ben illa yaşamak istemiyorum dersen bir daha intihar et. Aynı hatayı iki kere yapmam. “ diyerek yüksek bir pof sesiyle bir anda ortadan yok oldu.

Meleğin yok olmasının ardından arkalarında bembeyaz kanatları olan iki kişi odaya girdi. İki adam da sertçe koluna girip onu sürüklemeye başladı.
“ Durun! Ne yapıyorsunuz? “
“ Müdür Bey’den emir aldık. Buraya ait değilsin. “

İtiraz dolu çırpınmalarına aldırmadan onu tutup yaka paça küçük odadan salona sürüklediler. Birisi onu sıkı sıkı tutarken diğeri de pencerelerden birini açtı. Yüzüne esen soğuk rüzgarı hissedebiliyordu.
“ Hayır! Durun! “

Salondaki insanların sessiz bakışları altında iki melek onu tuttukları gibi kaldırıp pencereden aşağıya attılar.
Deliler gibi çırpınıp çığlık atarak beyaz boşluğa doğru düşerken yavaş yavaş bilincini kaybetti.




* * *



Gözlerini açtığında bir arabanın içinde oturuyordu. Kulaklarında bildik bir şarkının ezgisi vardı.

No one but me can save myself, but it's too late
Now I can't think, think why I should even try


Nefes alamıyordu. Arabanın içi yoğun egzos dumanıyla kaplanmıştı. Aniden herşey, başından geçen tüm olaylar gözlerinin önünden geçti. Hatırlıyordu.

Hızla kapıdan fırlayıp çeşmenin taşan suları yüzünden çamur içinde kalmış toprağa uzanıp temiz havayı uzun uzun içine çekti.

Belki de ölmek için biraz daha bekleyebilirdi.





SON
Başlık: Ynt: Müdür Bey
Gönderen: grikunduz - 22 Şubat 2011, 16:32:47
:D Gerçekten hoş ve insanın suratında hafif bir gülümseme hafif de bir anlayış ifadesi ile okuyabileceği bir öykü olmuş. Tebrik ediyorum bence son zamanlarda yazdığınız en güzel öykünüzdü. :)
Başlık: Ynt: Müdür Bey
Gönderen: Wanderer - 22 Şubat 2011, 17:15:49
Ellerinize sağlık, saçları tepeden açılmış şişman bir ölüm meleği kimin aklına gelebilirdi ki? =) Harikaydı gerçekten...
Başlık: Ynt: Müdür Bey
Gönderen: magicalbronze - 22 Şubat 2011, 17:39:58
Ölümle ilgili çok hoş bir öykü olmuş, tebrik ederim. Akıcı ve sürükeyici tarzınız ile uzun gözüken yazı bir anda bitiveriyor.  Ayrıca diğer tarafı tasvir edişiniz ve farklı bir yönden bakışınız da ayrıca güzellik katmış hikayeye.

Severek okudum, küçük detaylarıyla birlikte şukela olmuş. Ellerinize sağlık.
Başlık: Ynt: Müdür Bey
Gönderen: Raisor - 22 Şubat 2011, 18:29:10
olağan-dışı olmuş. Son günlerde yazdığınız hikayeler arasında 'sonu en güzel biten' hikayeydi. Doğrusu beğendim :)
Başlık: Ynt: Müdür Bey
Gönderen: Madam Vio - 22 Şubat 2011, 18:35:42
Az önce Hakan abimiz okudu hikayeyi radyo aracılığıyla; onun ağzına, senin de ellerine sağlık...

Gerçekten hoş bir hikaye ve güzel bir bakış açısıyla kaleme alınmış. Biraz noktalama işaretlerinin eksikliğini hissettim ama dil akıcı olduğu için takip etmek de kolay oldu... Kurgu İskelesi'ndeki yazılarının devamını bekliyorum!

Tebrikler!
Başlık: Ynt: Müdür Bey
Gönderen: DarLy OpuS - 22 Şubat 2011, 18:38:12
Öteki Taraf'ın atmosferini ve işlenişini beğendim; intihar etme yöntemi de epey ilginç idi. Bazı klavye ve noktalama hataları var ama bu görmezden gelinebilir. Öykünüzü genel olarak başarılı buldum, elinize sağlık.
Başlık: Ynt: Müdür Bey
Gönderen: Mu - 22 Şubat 2011, 22:38:50
Hepinize zamanınız ve yorumunuz için tek tek teşekkür ederim. İyi, kötü okuduğum her yorum beni nasıl mutlu ediyor anlatamam. Beğenmenize çok sevindim.
Başlık: Ynt: Müdür Bey
Gönderen: Bars Elsa - 23 Şubat 2011, 14:12:42
Az önce Hakan abimiz okudu hikayeyi radyo aracılığıyla; onun ağzına, senin de ellerine sağlık...

Gerçekten hoş bir hikaye ve güzel bir bakış açısıyla kaleme alınmış. Biraz noktalama işaretlerinin eksikliğini hissettim ama dil akıcı olduğu için takip etmek de kolay oldu... Kurgu İskelesi'ndeki yazılarının devamını bekliyorum!

Tebrikler!

Umarım, o bandı kaydetmişsinizdir :)
Öyküyü bir de dinlemek isterim doğrusu :)
Başlık: Ynt: Müdür Bey
Gönderen: Kanashii Uchiha - 31 Ocak 2012, 03:00:30
Çok güzel bir hikayeydi. Diyaloglara ve çevrenin kısacık düzenli tasvirine beğenerek odaklandım.
Ara ara ufak tefek eksiklikler bulunsa da, Azrail'in şekerliği karşısında hiç biri kalıcı değildi; hikayenin gidişatını anında amorte ederek beni kendine bağladı. Sempatik anlatım tarzı çok sevimliydi. -Azrail'in minik kanatları ve göbeği favorim oldu. -hele o sürekli çoğalıyorsunuz diyerek serzenişi (= -
Elinize sağlık . ^^