1
Kurgu İskelesi / Bırak Kurşunlar Uçuşsun
« : 11 Nisan 2014, 13:33:19 »
Arkadaşlar merhaba, kendi çapımda bir öyküde ben karaladım. Yorumlarsanız sevinirim. Teşekkürler.
Sürekli okuyarak ne yapmaya çalıştığımı sormayın artık. Bana verilen sürenin sonuna gelmeye çalışıyorum hepsi bu. Bunun nasıl olacağı konusunda çok düşündüm ve yapılması gerekenin, kesin bir sonuç vermesi gerektiğini anladım. Ayrıca son bir şans eski bir dosttur benim için. Her şeye son bir şans vermişimdir ve bunu şansa tanımamak vefasızlık olurdu. Şans onu delice sevdiğim ve bu yüzden sevilmediğim en ütopik aşkımdı. Ve burada, bu köprüden ayaklarımı uçuruma doğru sallandırdığım son anlarımda da ondan vazgeçemedim. Bir orospuya âşık olmak kadar zor ve bir o kadar güzel.
Atlamayı seçmedim, aslında manzara güzel. Sivri kayalıklar iştahla bekleyen leş yiyiciler gibi bakıyorlar belki ama bunu ölümün getirdiği akıl perdelenmesi olarak kabul ediyorum. Atlamamak için kendimi zor tutuyorum. Atlamıyorum. Şu anda tam burada, meşhur kader çizgisinin sonlanacağının farkına varan evrenden ya da tanrıdan beklentim veya olması gereken; beni şaşırtması, bana reddedemeyeceğim bir teklifle gelmesi olur ama onların umurunda olmadığımı ve benimle ilgilenmek istemediklerini anlayalı da uzun zaman geçmiş. Tanrı için değersiz olanların şeytan için de önemli olmadığını birebir tecrübe ettim. Ben, tarafsız bırakılmıştım. İki tarafın da istemeyeceği kişi olmayı başarmıştım.
Altı patlara dört mermi koydum. Altı patlar, şansa son bir şans vermemi sağlayacak olandı. İki kurşun, bir boşluk; iki kurşun, bir boşluk. Olasılığa her zaman inanırım. Ölmeme ihtimalim yüzde elli. Topuzu çevirdim. Kendime bir el ateş ettim. Ölmemiştim. Silahı göğe çevirdim ve Tanrıya bir el ateş ettim. Tam alnından vuruldu ve düşmeye başladı. Yeri nişanladım ve şeytana bir el ateş ettim. Artık kafası yoktu. Tanrı gülümseyerek önümden aşağıya doğru süzülüyordu, biraz sert bir süzülüş. Adam hala karizmatik diye geçirdim içimden. Şeytanın üzerine düştü. Sonunda galip gelmeyi başarmıştı.
Üç mermi boşluğunda iki mermi, en çok ölmeyi hak edeni es geçip milyonların kalbini delmişti. Olmaz denen şeyler hep sonda olur. Tüm matem tutan insanlar bulunduğum alana feryat figan koşa koşa geliyorlar. Mahşerden kasıt buymuş demek. Ayağa kalkıp, küçük insanlardan oluşan denizlerin karşılaşmasını izledim. Kırmızı olan hiddetle çağlıyordu. “Tanrı sadece şanslıydı, güçlü olduğu için üstte değil” diye uğuldadı. Mavi olan ise sükunetle fısıldadı. Güç sakindir çünkü. “Tek kelamımız ile öfkenizde boğulursunuz. Ama kaybettik. Sizlere değil O'na kaybettik” diyerek bana döndü. Diğerleri de dönüp bana bakmaya başladılar.
“Tanrı olmayı isterken bunu kastetmemiştim.” dedim. Tanrının ve Şeytanın sahip olduğu tüm güç tarafından ortak düşman kabul edilmek gururumu okşadı ama kastettiğim bu değildi. Denizler birbirine karışmaya başladı. Bin yıllık düşmanlıklar benim için bitirildi. Dünyaya kardeşliği getirdim. Daha ilk anlarımda bu kadar başarı, tanrıyı da şeytanı da kıskandırmıştır eminim. Diğer tarafta karşılaştığımızda gözlerinden anlarım nasılsa.
Bütün insanlara seslendim, “Sakin olmazsanız hepinizi öldürmek zorunda kalacağım ve bunu istemiyorum. Açıkçası… Yalnızlıktan pek hoşlanmam da.” Kızgınlıkları somut bir hal aldı. Eğer yanımda olabilseydi birkaçı, kanımı içip, etimi kemireceklerdi. Başımı biraz belaya sokmuş olabilirim diye düşündüm.
Son derece sakin bir öfke ile yayılan ses kulaklarıma geldi. “Sen, sen kıyameti getiren oldun. Kehaneti gerçekleştirdin. Sana düşen kısmını. Şimdi ise sıra bizde. Senin sonun, gerçek hayatın başlangıcı olacak. Bu yüzden onurunla savaş ya da bir korkak gibi kaç ama sonuç aynı kalacak. Bugün senin günün, her ne kadar son günün olsa da.”
Anladım ki teskin etmek işe yaramayacak. Bana reddedemeyeceğim teklifi yapan kimse, eminim gerçekten eğlenmiştir. Ama hala iki kurşunum var. Topuzu tekrar çevirdim. Namluyu şah damarıma dayadım. Artık şah damarımdan daha yakın olan şey altı patların ağzıydı. Tetiğe dokundum 2’de 0. Hala hayattayım. “Bu gün benim günüm olacak bu doğru ama son günüm değil” dedim içimden.
Namluyu mor denize doğrulttum. Ve bırak kurşunlar uçuşsun diyerek tetiğe peş peşe dokundum.
Sürekli okuyarak ne yapmaya çalıştığımı sormayın artık. Bana verilen sürenin sonuna gelmeye çalışıyorum hepsi bu. Bunun nasıl olacağı konusunda çok düşündüm ve yapılması gerekenin, kesin bir sonuç vermesi gerektiğini anladım. Ayrıca son bir şans eski bir dosttur benim için. Her şeye son bir şans vermişimdir ve bunu şansa tanımamak vefasızlık olurdu. Şans onu delice sevdiğim ve bu yüzden sevilmediğim en ütopik aşkımdı. Ve burada, bu köprüden ayaklarımı uçuruma doğru sallandırdığım son anlarımda da ondan vazgeçemedim. Bir orospuya âşık olmak kadar zor ve bir o kadar güzel.
Atlamayı seçmedim, aslında manzara güzel. Sivri kayalıklar iştahla bekleyen leş yiyiciler gibi bakıyorlar belki ama bunu ölümün getirdiği akıl perdelenmesi olarak kabul ediyorum. Atlamamak için kendimi zor tutuyorum. Atlamıyorum. Şu anda tam burada, meşhur kader çizgisinin sonlanacağının farkına varan evrenden ya da tanrıdan beklentim veya olması gereken; beni şaşırtması, bana reddedemeyeceğim bir teklifle gelmesi olur ama onların umurunda olmadığımı ve benimle ilgilenmek istemediklerini anlayalı da uzun zaman geçmiş. Tanrı için değersiz olanların şeytan için de önemli olmadığını birebir tecrübe ettim. Ben, tarafsız bırakılmıştım. İki tarafın da istemeyeceği kişi olmayı başarmıştım.
Altı patlara dört mermi koydum. Altı patlar, şansa son bir şans vermemi sağlayacak olandı. İki kurşun, bir boşluk; iki kurşun, bir boşluk. Olasılığa her zaman inanırım. Ölmeme ihtimalim yüzde elli. Topuzu çevirdim. Kendime bir el ateş ettim. Ölmemiştim. Silahı göğe çevirdim ve Tanrıya bir el ateş ettim. Tam alnından vuruldu ve düşmeye başladı. Yeri nişanladım ve şeytana bir el ateş ettim. Artık kafası yoktu. Tanrı gülümseyerek önümden aşağıya doğru süzülüyordu, biraz sert bir süzülüş. Adam hala karizmatik diye geçirdim içimden. Şeytanın üzerine düştü. Sonunda galip gelmeyi başarmıştı.
Üç mermi boşluğunda iki mermi, en çok ölmeyi hak edeni es geçip milyonların kalbini delmişti. Olmaz denen şeyler hep sonda olur. Tüm matem tutan insanlar bulunduğum alana feryat figan koşa koşa geliyorlar. Mahşerden kasıt buymuş demek. Ayağa kalkıp, küçük insanlardan oluşan denizlerin karşılaşmasını izledim. Kırmızı olan hiddetle çağlıyordu. “Tanrı sadece şanslıydı, güçlü olduğu için üstte değil” diye uğuldadı. Mavi olan ise sükunetle fısıldadı. Güç sakindir çünkü. “Tek kelamımız ile öfkenizde boğulursunuz. Ama kaybettik. Sizlere değil O'na kaybettik” diyerek bana döndü. Diğerleri de dönüp bana bakmaya başladılar.
“Tanrı olmayı isterken bunu kastetmemiştim.” dedim. Tanrının ve Şeytanın sahip olduğu tüm güç tarafından ortak düşman kabul edilmek gururumu okşadı ama kastettiğim bu değildi. Denizler birbirine karışmaya başladı. Bin yıllık düşmanlıklar benim için bitirildi. Dünyaya kardeşliği getirdim. Daha ilk anlarımda bu kadar başarı, tanrıyı da şeytanı da kıskandırmıştır eminim. Diğer tarafta karşılaştığımızda gözlerinden anlarım nasılsa.
Bütün insanlara seslendim, “Sakin olmazsanız hepinizi öldürmek zorunda kalacağım ve bunu istemiyorum. Açıkçası… Yalnızlıktan pek hoşlanmam da.” Kızgınlıkları somut bir hal aldı. Eğer yanımda olabilseydi birkaçı, kanımı içip, etimi kemireceklerdi. Başımı biraz belaya sokmuş olabilirim diye düşündüm.
Son derece sakin bir öfke ile yayılan ses kulaklarıma geldi. “Sen, sen kıyameti getiren oldun. Kehaneti gerçekleştirdin. Sana düşen kısmını. Şimdi ise sıra bizde. Senin sonun, gerçek hayatın başlangıcı olacak. Bu yüzden onurunla savaş ya da bir korkak gibi kaç ama sonuç aynı kalacak. Bugün senin günün, her ne kadar son günün olsa da.”
Anladım ki teskin etmek işe yaramayacak. Bana reddedemeyeceğim teklifi yapan kimse, eminim gerçekten eğlenmiştir. Ama hala iki kurşunum var. Topuzu tekrar çevirdim. Namluyu şah damarıma dayadım. Artık şah damarımdan daha yakın olan şey altı patların ağzıydı. Tetiğe dokundum 2’de 0. Hala hayattayım. “Bu gün benim günüm olacak bu doğru ama son günüm değil” dedim içimden.
Namluyu mor denize doğrulttum. Ve bırak kurşunlar uçuşsun diyerek tetiğe peş peşe dokundum.