Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - okg

Sayfa: [1]
1
Kurgu İskelesi / Ynt: Edmond
« : 23 Mayıs 2014, 22:42:51 »
Okuyup, yorum yaptığın için teşekkür ederim duhan.  Adamımızın kendi isteğiyle sessiz kalma sebebi, bir gün lazım olur da konuşamam diye. Konuşmaya devam ederse sesinin tümden gideceğine inanıyor ve ölürken bir şey diyememekten korkuyor. Kendi başına gelecek bir şeyi söyleyemeden, onu kimse anlamadan ölmek istemiyor. Senin verdiğin örnekle somutlaştırırsak, eğer parasını harcamaya başlarsa, bir gün araba almak isteyince cebinde yeterli parayı bulamamaktan korkuyor.

2
Kurgu İskelesi / Edmond
« : 23 Mayıs 2014, 15:46:41 »
        
               Doğduğumda her şey normalmiş aslında. Çığlıklarım ameliyathaneyi doldurmuş. Annem hep öyle anlatırdı. Hastalığımın adını koymak için dolaştığımız doktorlardan biri, belki de sebebin doğumda olduğunu söyleyince, ister istemez bu bağırışlarıma bağlıyorduk durumu ailecek. Şimdi düşününce çok salakça geliyor. İlk konuştuğumda iki buçuk yaşındaymışım. “Bab-ba, bab-ba” ilk kelimelerim olmuş ama birkaç tekrardan sonra sesim viyaklamaya dönüşüp, tümden kesilmiş. Ağzım oynuyormuş fakat hiç sesim çıkmıyormuş. Bizimkiler panik olmuş ve hemen doktora götürmüşler beni.  Tabi o zamanlar bu hastalığı bilmek mümkün değildi. Teşhis koyulması birkaç ay sürmüş. Edmond Sendromu deniyor hastalığıma. Dünya üzerinde 7 kişide varmış sadece. Ses tellerini tutan ve konuştukça ses tellerinin ses çıkarma özelliğini kaybettiren bir hastalık. Eğer konuşmaya devam edersem, bir gün sesimin tümden gidebileceği bir hastalık. Doktor, ailemi sadece acil durumlarda konuşmam gerektiğine ikna etmiş. İlk seferde sesim bir hafta sonra geri gelmiş, iniltiler çıkartmaya başladığımda fark etmişler.
            
              Tahmin edebileceğiniz gibi çocukluğum iğrençti, belki de biraz komikti. Konuşmamam için seks oyunlarında kullanılan ağzı kapatmaya yarayan kırmızı toplardan kullanmak zorunda kalmıştım. İnsan içine çıkartılmıyordum haliyle. Bir sonraki konuşmam dört yaşındayken, annem tarafından bilinçli bir şekilde yaptırıldı. Kadıncağız, yavrusunun sesini duyamamaya dayanamayıp –eh biraz da bencillik- bana “Anne” dedirtmiş. Babam bir güzel kızmış haliyle ama olan yine bana olmuş. Sonuç; üç haftalık bir sessizlik... Annem sessizliğim yüzünden her gün ağlamıştı. Bu bize ders olur sandık ama olmadı tabi. Ara ara konuşup sesimi kaybettim.

             Hayatımdaki en büyük hayal kırıklığı oyuncu olamamaktı. Keşke sessiz filmler döneminde yaşasaymışım. O zaman sorun olmazdı belki. Durumum böyle olunca konuşmadan yapabileceğim bir iş aradım ve site tasarımcısı oldum. İnsanlar bana ne istediklerini söylüyordu, ben de yerine getiriyordum. Eşimle de işim sayesinde tanıştım. İnternet sitesinin tasarımını yaptığım bir şirkette çalışıyordu. Doğuştan sağır olan annesi için işaret dili öğrenmişti. Bu sayede anlaşmaya başladık. Evlenme teklif ederken kullandığım üç kelime bana beş aya, evlenirken “Evet” demem ise bir yıla patlamıştı. Durumum giderek kötüleşiyordu fakat oğlum doğduğunda kendimi tutamayıp ağzımdan “Oğlum” kelimesi dökülünce iki yıl sessizliğe gömüldüm. Kızım doğduğunda hala sessizdim. Sanırım beni bunun için hiç affetmedi. Ona tüm hayatı boyunca tek bir kelime bile söylemedim ve onun için susmayı hiç göze alamadım. Yıllar geçtikçe ailem benden uzaklaşmaya başladı zaten. Ailesine onları sevdiğini söylemeyen -hele ki böyle bir imkânı varsa- bir koca veya bir babayı ne kadar sevebilirsiniz ki? Oğlunuz evlenirken, kızınız üniversiteyi bitirirken, karınızın annesi öldüğünde bir teselli sözcüğü çıkartmamak onları önemsemediğim anlamına mı geliyordu sanki? Biraz bencil olduğum doğru ama korkuyordum. Sesimin tümden gitmesinden, bir daha hiç konuşamamaktan ve ölürken sessiz kalmaktan korkuyordum.

              Kalbime giren ağrıyla yolun ortasında kıpırdayamaz hale geldiğimde, ölüm geldi diye düşündüm. Çevremde insanlar yürümeye devam ediyordu fakat hayat benim için yavaşlamış ve durma noktasına gelmişti. Belki de bitecekti… Önümde duran bir genç bana “İyi misiniz?” diye sordu. İyi miydim? Cevap vermek istiyordum ama sesimin çıkmamasından korkuyordum. Sesim çıksa bile önemsiz bir şey miydi bu ağrı? Boşu boşuna sesimden mi olacaktım? Genç adam beni sarsmaya başlamıştı ve ben hala cevap verememiştim. Hareket edemiyordum ki işaret dili ile cevap verebileyim. Dudaklarım kımıldıyordu, hissediyordum ama konuşmak benim için o kadar yabancıydı ki! 10 yıldır tek kelime etmemiştim.  Kalbimin ağrısını sol kolumda hissetmeye başladığımda ancak cesaretimi toplayabildim. Evet, bu sefer gerçekten ölüyordum. Yere yığılmadan önce “Kalbim, ölüyorum” diyebildim sadece. Başımda bir kalabalık toplanırken tanıdık yüzler aradım. Karımı, oğlumu, kızımı, babamı ve annemi… Kimse yoktu. Hatta yıllar boyu beni muayene eden doktorları aradı gözlerim. Hala anlamadıysanız şu an ölmek üzereyim ve hayatım gözlerimin önünden geçiyor. Zihnimde düşünceler çalkalanmaya başladı “Şu an hissettiğim tek şey pişmanlık. Ailemi kaybetmemeliydim. Onlara bakarak ölmeyi o kadar çok isterdim ki. Ölmeden onlara sizi seviyorum diyebilmeyi… Konuşma kabiliyetim vardı ama yetersizdi. İnsanlara hissettiklerimi asla söyleyemedim. Sadece ağzından çıkacak kelimeleri değil, zihnindeki kelimeleri de alınmış kırık bir bedendim ben. Şimdiyse ölüyorum. Yalnız bir şekilde, bir yolun ortasında…” Birden fark ettim ki bir ses geliyordu kulağıma. Düşüncelerimi okuyordu. Hayır, bir dakika! Bu bendim, konuşabiliyordum! Son sözlerim ise “Konuşabiliyorum! Hassiktir…” oldu.

                                                                                                            OKG

3
Kurgu İskelesi / Maça Ası
« : 25 Ekim 2012, 01:56:18 »
Maça Ası


            Rüyalarımla oynandığını, ilk defa 27 yaşımda fark ettim. Birileri, rüyalarıma imgeler yerleştiriyordu ve bunlar, benim hayatımı etkiliyordu. İlk fark ettiğim olay küçük bir şey değildi aslında ama yine de insanın inanası gelmiyordu. Şehirlerarası otobüse binecektim fakat bir gün önce gördüğüm rüyada, uçakla gidiyordum ve etkilenip uçak bileti almıştım. Otobüs kaza yaptı ve benim olmam gereken yerde oturan adam öldü. Olay beni çok derinden etkiledi ve rüyalarıma daha bir dikkatle yaklaşmaya başladım. Bir sonraki olayda alacağım arabanın rengini değişik görüp, o rengini aldım. Büyük, küçük bir sürü, kararımı değiştirecek imgeler görüyordum rüyalarıma dikkat ettikçe. Beni asıl delirme noktasına getiren olaysa; günler, aylar ve yıllar boyunca aynı kadını rüyamda görmekti.  Bunun yarattığı etki çok büyük oldu. 2 yıldır devam ettiğim ve evlenmeyi düşündüğüm sevgilimle ilişkime son verdim. İşte ondan sonra yavaş yavaş aklımı kaybetmeye başladım. Takıntı haline gelmişti bende o kız. Defalarca rüyama girmişti. O kadar çok girmeseydi bile; o siyah kıvırcık saçlarını, bembeyaz tenini, açık kahverengi gözlerini nasıl unutabilirdim ki!               

            Böylece rüyalarıma etki eden ‘şey’i aramaya başladım. Araştırma yaptıkça öğrendim. Öğrendikçe hırslandım. Hırslandıkça delirdim… 5 yıl süren araştırmalarım boyunca yavaş yavaş olayları kavramaya başlamıştım. Bulmaya çalıştığım şeye ‘Rüyagezer’ deniyordu. Minik insanlardı bunlar. Minik derken gerçekten miniklerdi. Avucunuzdan biraz daha küçüklerdi. İnsanların rüyalarına imgeler sokup, onların kaderlerini değiştiriyorlardı. Bazı insanlar bunların iyi olduğunu, bazılarıysa kötü olduğunu savunuyordu. Benim için fark etmiyordu. Ben sadece rüyalarımdaki kadını bulmak istiyordum. Araştırmalarım beni, Rüyagezer’lerin kişisel eşyası olduğu teorisine yöneltti. Bunlar sayesinde kendilerinin geldiğini anlıyordun. Bir kitapta : ‘ Eğer size hâkim olmasın istiyorsanız, eşyasına ve ona hâkim olun. ‘ diyordu. Böylelikle, Rüyagezer'in kişisel eşyasını ele geçirebilmek için rüyalarımı incelemeye başladım ve en sonunda rüyalarımın ortak noktasını kavradım. O kadar zordu ki eşyalarını bulmak! Ama becerdim. Onun kişisel eşyası, bir iskambil kâğıdıydı. Bir ‘Maça ası’. Yerde, masanın üstünde, kitaplıkta, duvarda, bir insanın elinde, dolapta, yatakta… Her yerde olabiliyordu. Hayatımı mahveden o iğrenç kartı, rüyalarım değiştikçe bulmak daha da zorlaşıyordu.

           Onu ele geçirdiğimde; 35 yaşıma gelmiş, müstakbel eşimden ayrılmış, deliliğin sınırlarında gezinmeye başlamıştım. Yine rüyamı dikkatle incelerken onu görmüştüm. Kitaplığın üstünde duruyordu. Yine rüyamdaki kızı görüyordum. Onun tam arkasında duruyordu. Ona doğru gittim ve sol elimi uzatıp kartı tuttum. Tuttuğum anda uyandım. Yatakta yarı oturur vaziyette, sol elim ileriye doğru uzanmış olarak uyandım. Elimde maça asını tutuyordum. Başarmıştım! Rüyanın ve başarının etkisinden kurtulunca karta tutunmuş olan minik insanı fark ettim. Bu bir Rüyagezer’di. Okuduğum kitaplardaki çizimlere çok benziyordu. Elleriyle sıkıca karta yapışmış, havada asılı kalmıştı. Ayakları çırpınıyordu. Minik vızıltılar çıkartıyordu. Kalbim deli gibi çarpıyordu. Dikkatle dinleyince bir şeyler dediğini duydum. O kadar hızlı konuşuyordu ki! ‘Bırak onu… Benim… Ver… Pişman… ‘. Bu sahneyi durdurmam gerekiyordu. Minik adamı sağ elimle kavradım ve kafası dışarıda kalacak şekilde avucumda hapsettim. Elimin içinde debelendiğini hissedebiliyordum. Elimi, iyice yüzüme yaklaştırdım ve bu minik adamı inceledim. Küçük boyutlardaki bir insana benziyordu. Parmak çocuk hikâyesindeki gibi... Hala konuşuyordu: ‘Kartımı bana geri ver. O benim. Bana ver onu. Benim o.’. Onu salladım bir iki kere, sussun diye. Biraz sesi kesildi. Konuşmaya başladım: ‘ Senden bir iyilik istiyorum. Eğer onu yerine getirirsen kartını sana vereceğim.’ Tekrar debelenmeye ve kurtulmaya çalışmaya başladı. ‘Eğer durmazsan kartını yırtarım!’. Evet, bu onu durdurdu. Daha önce öğrendiğim doğruymuş: 'Rüyagezer’lerin nesnesini yok edersen onlarda yok olur.‘ Sakin ve ciddi bir şekilde konuşmaya başladım:

     "Rüyalarımda gösterip durduğun kızı istiyorum. Onu bana âşık et. Ona beni buldur."

       Kısa bir sessizlik oldu. Ardından gelen cevap ise beni hiç mutlu etmedi. ‘Olmaz. Yapamam. Kurallara aykırı. Hayır, olmaz.’ Onu korkutmak için elimden fırlattım, yatağa düştü. Diğer elimle de kartı tuttum ve yırtmaya başladım. Rüyagezer kıvranmaya başladı.

    - Hayır! Yapma!
    - Dediğimi yap o zaman.
    - Hayır. Olmaz!

        Yırtmaya devam ettim. Yatağın üzerinde çırpınıyordu acı içinde.

   - Tamam dur. Yeter ki dur! Yapacağım.
   - Kızı bana getir. Ara ara bana gösterdiğin pastaneye getir. Onu bul ve beni sevdir ona.
   - Kartım olmadan yapamam.
   - Yalan söylüyorsun kart sizin imzanız gibi bir şey sadece.

         Kartı çok az daha yırttım.

   - Tamam!! Tamam! Dur! Yapacağım.

         O günden tam 12 gün sonra yanıma geldi ve işin tamam olduğunu söyledi. "Beynine kazıdım seni. Vuruldu sana." dedi. Sonunda aşkımı bulabilecektim. Yarın pastaneye gelecekmiş.

          Ertesi gün pastaneye gittim ve oturdum. 5 gibi geleceğini söylemişti. İş çıkışı. Ben yine de saat 4’te gittim. Sabırsızlanıyordum, kalbim durabilirdi. Dayanamıyordum. Yıllardır zihnime işkence eden görüntü birazdan kanlı canlı karşımda olacaktı. Nihayet amacıma ulaşacaktım. O, benim olacaktı. Saat 5’i geçmişti. Umudum her geçen dakikayla kırılıyordu. Fakat saat 5’i 7 geçe kapıdan girdi. Kapıdan girince beni gördü, kafasını çevirdi. Sonra tekrar bana baktı. Dikkatle. Şaşkın gözüküyordu. Oturacak masa aramaya başladı ama gözleri bana sürekli kaçamak bakışlar atıyordu. Ben, ona bakmamaya çalışıyordum fakat göz ucuyla yaptığı her şeyin farkındaydım. Bir masaya oturdu ama gözleri hala beni süzüyordu. En sonunda ayaklanıp yanıma geldi.

      - Ben… Ne desem ki? Rüyalarım… Rüya… Çok aptalca aslında. Söylemem lazım yine de. Ben sizi hep rüyalarımda görüyorum. Daha önce karşılaştığımızı hiç sanmıyorum ama sizi rüyalarımda o kadar çok gördüm ki! O kadar netti ki her şey! Sanki sizi tanıyor gibiyim. Çok saçma gerçekten yine de bilemiyorum. Siz, siz çok farklısınız. Rüyalarım...

          Evet. Rüyagezer işini yapmıştı. Kız benden etkilenmişti. Bana çarpılmıştı. Benden 5-6 yaş genç gözüküyordu fakat kime ne! Yanıma oturdu. Konuşmaya başladık. Onunla konuşmak, o kadar mükemmeldi ki! Rüyalarımdan daha iyi, daha güzel, daha canlı. Onun sesini duymak, uğraştığım onca senenin stresini aldı götürdü. Rüyalarında benimle defalarca tanıştığından bahsetti. Ben ona bir şey söylemedim tabii. Anlatılmaması gereken birçok konunun yolunu tıkamış oldum böylece. Konuşmaya devam ettik.

         İstediği frambuazlı pastası geldikten sonra her şey o kadar hızlı gelişti ki! Aldığı ilk lokmada bir anda değişti. Gözlerinde bir şeyler uyandı sanki. Anlık olarak fark edebildim sadece. Daha sonra, elindeki bıçakla üstüme atıldı ve bıçağı boynuma sapladı. Aldığım darbeyle yere yuvarlandım. Ölüyordum. Bunu hissettim. Ellerimle engel olmak için yaraya bastırdım ama kesik derindi. Kulağıma gelen sesler duyduğum son sözler oldu:

     - Kız… Frambuaz… Cinayet işleyecek… Zihnine…  Bir Rüyagezer’e oyun oynamaya asla kalkma!
   
       
OKG

4
Kurgu İskelesi / Ynt: Ceza
« : 18 Ekim 2012, 23:42:32 »
Sonundaki tepkiyi bir türlü tam veremiyorum yahu, ne yaparsam yapayım olmuyor. Belki bir gün onu yazabilecek kıvama gelirim. Teşekkür ederim :)

5
Kurgu İskelesi / Ynt: Ceza
« : 18 Ekim 2012, 19:04:05 »

Okunurluğu etkilemiyor elbette fakat diyaloglarda genellikle tırnak işareti kullanıldığından ve konuşma çizgisine pek alışık olmadığımızdan dolayı bu yöndeki fikrimi söyledim ben. Gerçi bu öyküde karşılıklı diyalog biraz azdı, düzenleme yapmana gerek yok. Bundan sonraki öykülerinde kullanırsın.

bir sonraki yazılarımda dikkat edeceğim, teşekkür ederim :)

Bence bir son bir taraf için mutlu bir taraf içinse mutsuz olmalıdır. iyi kötü olarak değil de bu şekilde ayrılmalıdır. fakat bu hikayede herkes mutsuz kötüde -cani kardeş- iyi de- zavallı anne- herkes için mutsuz son. :) Bana farklı gelen de bu oldu.
Bakalım belki bir sonraki hikayemdeki mutlu-mutsuz kavramı sizi tatmin eder. bir şeyden eminim, en sonunda mutlu olan taraf ben oluyorum :)

6
Kurgu İskelesi / Ynt: Ceza
« : 18 Ekim 2012, 17:57:10 »
Çok teşekkür ederim Ejderfelaketi ve Scyther :) Beğenmenize çok sevindim. Biraz karamsar yazarım ben genelde. O yüzden hikayelerimde çok mutlu son aramayın :)

7
Kurgu İskelesi / Ynt: Ceza
« : 18 Ekim 2012, 16:21:21 »

Örn:
-Çık dışarı
'Çık dışarı' dedi bağırarak gözlerinden alev püskürtürken.


Tabi içeriği etkiler ama benim yazımda sizin örneğinizdeki gibi cümleler yok sanki. Genelde işkencecimiz konuşuyor, kurbanımız kendi iç sesiyle karşılık veriyor. Sizce düzeltmem gereken bir şey mi bu yazımda?

8
Kurgu İskelesi / Ynt: Ceza
« : 18 Ekim 2012, 15:11:10 »
Cevap için teşekkür ederim Denaro Forbin. Beğenmene sevindim fakat bir şey takıldı kafama. Ben tırnak işareti yerine, konuşma çizgisi kullanıyorum genelde. Bu okunurluğunu etkiliyor mu?

9
Kurgu İskelesi / Ynt: Ceza
« : 17 Ekim 2012, 23:56:00 »
    Ben bu yazımı sizlerle paylaşmak, sizlerden yorum almak ve hatalarımı düzeltmek için paylaştım. O yüzden öncelikle yazımı okuduğunuz ve cevap yazdığınız için çok teşekkür ederim. Hoşbulduk, siteye yeni katıldım ve bayıldım.
    Hayır, ilk yazım değil ama çok fazla yazdığımı da söyleyemeyeceğim :) Bir kere daha noktalama kontrolü yapacağım, ne kadar yaparsam yapayım gözden kaçıyor mutlaka :) Hikayede kıza bir yandan çöz diye bağırırken kızını çözmeye doğru gidiyor zaten ama hikayenin bir türlü oturtamadığım yeri orası zaten ben de çok memnun değilim sonuçtan. 'naptın?' içinde konuşmalarda kayan kelimelerden olduğu için öyle yazdım, bilerek yani. Genel olarak beğenmenize çok sevindim.

10
Kurgu İskelesi / Ceza
« : 17 Ekim 2012, 23:23:02 »
Ceza

           Uyandığımda kafam zonkluyordu. Uyandığımı sanıyordum. Gözlerim kapalıydı. Açmayı denedim. Sonra fark ettim ki açıklardı zaten. Birileri gözlerimi bağlamıştı. Ağzımda da bant vardı. Bandın ağzımda bıraktığı iğrenç tadı almaya başlamıştım. Ellerim sandalyenin kollarına bağlanmıştı, bacaklarım ileriye doğru uzatılmış bir taburenin üstüne konmuştu ve bağlanmıştı. Neredeyse kıpırdayamıyordum. Konuşmaya çalıştım ama boğuk bir inlemeden başka hiç ses çıkmadı. İşte o zaman o tanıdık sesi duydum:
        
           - Ah! Demek uyandın. Sonunda. Sana cezanı vermek için sabırsızlanmaya başlamıştım. Sonunda başlayabiliriz.
        
             Yoo, yoo! Bu doğru olamaz! Hayır! Kendimce çığlıklar atmaya başladım ama sesim çıkmıyordu işte. Yapma bunu. Hayır. Bana bunu nasıl yapabilirsin! Lütfen! Lütfen… Düşüncelerim o konuşunca durdu.
    
            - Çok çırpınmazsan ikimiz için de kolay olur. Ağzını ve gözlerini kapadım ki seni görmek ve sesini duymak zorunda kalmayayım diye. Annem hep derdi ki: ‘Eğer iyi bir kız olmazsan kötülükler seni bulur.’ İşte şimdi bu kötülükler seni buldu. Bunları ben gerçekleştireceğim. Annem hep: ‘Erkeklerden uzak dur!’ derdi. Ben hep sözüne uydum. Annem her şeyi doğru bilir. Annem hep: ‘Eğer tırnaklarına oje sürersen o tırnaklarını sökerim!’ derdi. Peki, bu tırnaklarında gördüğüm renkli şeyler ne Elif? Bana oje gibi geldiler. Bak sen şu işe! Hadi bakalım. Şimdi ne yapalım sence? Bence annemin dediğini yapalım.

             Lütfen. Şaka yapıyor olmalısın. Hayır. Hayır hayır! Dur. Bunu yapma. İnanamıyorum, nasıl olur! Parmaklarımı kaçırmaya yumruk yapmaya çalıştım ama o kadar sıkı bağlamıştı ki elimi yumruk yapamıyordum. Nasıl bu kadar psikopat olabilir ki! Elime değen eliyle sıçradım. Parmağını elimin üzerinde gezdiriyordu. Dayanamadım. Bacaklarımda bir sıcaklık hissettim. Altıma yapmıştım. Gözlerim doldu. Niye? Niye! En sonunda yakaladı işaret parmağımı.

             - Seni kirli şey. Gerçekten çok eğleneceğiz. Hadi bakalım. Birinci parmak.
            
             Sakın sakın sakın… Bu olmamalı. Lütfen. Uyan, uyan belki bir rüyadır! Uyan. Parmağımın ucunda hissettiğim şey beni gerçekliğe geri getirdi. Tırnağımı tuttu. Hayır! Aman tanrım aman tanrım! Parmağım… Acı... Elimden tüm vücuduma yayılarak ilerleyen dayanılmaz acı. Olamaz. Daha bunun acısı geçmedi, nasıl bir delilik seninki! Daha sonra orta parmağımdan da yayılmaya başladı o acı. Çığlık atıyorum ama banttan duyulmuyor. Nasıl yapıyorsun bana bunu. Nasıl! Hayır, hayır yüzük parmağı şimdi de. Olamaz.  Dur, dur! Lütfen dur! Serçe parmak… Boğuk seslerle kendimi ifade etmeye çalışıyordum ama hiçbir yararı olmuyordu. Acı sürekli geliyordu, hiç bitmiyordu. Şimdi ise diğer el… En azından hızlı yapıyordu. Parmaklarımdaki kanı hissediyorum. Bunlar neden benim başıma geliyor? Neden?
          
            - Ah! Gerçekten çok üzgünüm çığlıklarını duyamadığım için ama komşularımızı da düşünmek lazım değil mi? Bizi şikâyet etsinler istemeyiz. Annem hep: ‘Komşularınızı asla rahatsız etmeyin.’ der. Onları uzakta tutmak lazım zaten. Polisi ararlarsa eğlencemiz yarım kalır değil mi? Neyse sıkıldım konuşmaktan. Bence devam edelim. Annem hep: ’Bacaklarını kırarım, eğer bir erkekle gezersen.’ Derdi. Peki ya sen? Sen naptın? O piçle gezdin. Evet, bence sıra cezanda.

           Beni takip etmiş. Bir sapık gibi. İğrenç şey! Beni takip etmiş! Bunca zamandır sürekli ensemdeymiş… Düşüncelerim yeni bir acı dalgasıyla kesildi. Bacağım! Sert bir şeyle bacaklarıma vuruyordu.

      - Neler neler var tamirci amcanın kırmızı kutusunda.
        Çekiç, çivi, testere, tornavida
        Alalım elimize çekici, çakalım çiviyi duvara
        Tak, tak, tak, tak, tak...
        
          Bu tekerleme hiç bu kadar korkunç gelmemişti kulağıma. Bacaklarıma vururken bir yandan bu tekerlemeyi söylüyordu. Neden! Çığlıklarım dinmiyor ama onun vuruşları da dinmiyordu. Her ‘tak’ değişiyle birlikte çekici bacağıma indiriyordu. Kırılan kemiklerimi hissedebiliyordum. Çatırtılar kulağımda yankılanıyordu. Derimi ezip geçen ve kemiğimi bulan o çekiç darbeleri... Nihayet durduğunda bacaklarımı hissedemiyordum neredeyse.

          - Çok zevkli! Çok zevkli! Yaşasın! Tekerleme ile çok güzel oldu. Çok eğlenceli oldu. Hadi bakalım şimdi sırada ne varmış? Hah evet! Annem hep derdi ki: ’ Başkalarına şehvetli bakışlar atarsan gözlerini oyarım!’ Ben hep yolda ayaklarıma bakarak yürürüm. Peki sen?
            .
          Hayır! Gözlerim olmasın! Lütfen! Sandalyeyi devirmeye çalıştım ama bacaklarım kırılmış, tırnaklarım sökülmüş ve bağlı bir halde şu lanet sandalyede oturuyordum. Gücüm kalmamıştı. İrkildim aniden, yüzünü tam karşımda hissettim. Sonra geri çekildi. Sonra geri geldi fakat bu sefer yüzü değildi gelen. Çok ani olmuştu. Hayal meyal örtüyü yırtan bir şiş gördüm. Daha sonra ise hiçbir şey göremedim. Gözümü kapatan bağın karanlığı yine görebildiğim bir şeydi fakat şimdi her şey zifiri karanlık oldu. Acı tarifsizdi. Tırnaklarımın sökülmesi, bacaklarımın kırılması hiçbir şeymiş. Kafamı geri kaçırmayı denemem başarısız olmuştu. Bir eliyle kafamı tutuyordu. Zaten her şeyin kontrolü ondaydı. Bana sadece çığlık atmak kalıyordu, onu bile doğru dürüst yapamıyordum. Acılar devam ettikçe iyice halsizleşiyordum. Çığlıklarım azalıyor, inlemelere dönüşüyordu. Sadece sol gözüme şiş soktu. Diğeri için gelmesini bekledim ama gelmedi.

          - Bu beni pek eğlendirmedi. Tek göz yeterli olur sanırım. Annem bundan da memnun kalır bence. Annem beni çok severdi hep. Onun gözüne girmek için bunu yapmama gerek yok aslında ama ben ona layık bir çocuk olduğumu göstereceğim. Annem hep: ‘Bir erkekle el ele tutuştuğunu görürsem parmaklarını kırarım’ der. Neler neler var tamirci amcanın kırmızı kutusunda…

           Yoo yoo yine başladı. Parmaklarımın kırıldığı yetmezmiş gibi bir de bu tekerleme. Korkunç! Bu acı hiç gitmeyecek mi? Hiç? Yine kırılan parmaklarımın çatırtısı… Yine acı…

           - Şimdiki şeyi çok seveceksin. Annemin zina hakkında ne demek istediğini duymak ister misin? Annem hep: ‘Eğer ki erkeklerle ilişkiye girersen orana şiş sokarım senin!’ demişti. Bunun için seni güzelce bir yatıralım.
          
            Bacaklarımı çözdü ve bir şeyin üstüne koydu. Daha sonra anladım ki, kendi omuzlarıydı. Bacaklarımla kafasına vurmaya çalıştım ama bacaklarımı kımıldatamıyordum. Başıma gelecek şeyi bilmek çok kötüydü. Ne zaman yapacak? Bu acı ne zaman bitecek? Bana niye bunu yapıyor? Niye! Gözlerime bir yaş dalgası daha hücum etti. Kalan tek gözümden yaş geliyordu. Öbüründen bir şeyler akıyordu ama kan olduğuna bahse girebilirdim. İlk acı dalgası daha vücuduma şiş değer değmez başladı. Sıcaktı çünkü.
      
           - Bak, seni ne kadar çok düşünüyorum. Daha kolay ilerleyebilsin diye iyice ısıttım şişi. Evet, nerde kalmıştık?
        
           Acı, beni en mahrem yerimden vurmuştu. Ne kadar sürdü tam bilemiyorum ama geri çıktı şiş. Ve onunla beraber bir kan seli... Artık ölmek istiyorum. Ölmeliyim. Çığlık atacak halim kalmamıştı. İnlemeler çıkabildiği kadar çıkıyordu ağzımdan. Vücudum tümden hissizleşmişti.                

            Yüzüme çarpan suyla uyandım. Bayılmışım. Kendime geldikçe acı da gelmeye başladı. Gözüm, parmaklarım, bacaklarım ağrımayan yerim yoktu. Nasıl bir duruma düştüm ben.

           - Niye uyudun ki? Çok mu sıkıldın? Hâlbuki çok eğleniyoruz! Bu kısım beni iğrendirdi. Bir diğerini ne kadar çabuk yaparsam bu anıyı unutabilirim sanırım.  Annem hep derdi ki: ’Bana yalan söylersen dilini koparırım!’ Niye anneme yalan söyledin Elif? Niye benim gibi iyi bir kız olamadın?

           - Merve! Elif! Elif! Kızım! Kızlarım! Napıyorsun Merve!
           - Anne! Demek geldin. Senin için kardeşime ceza veriyordum. Elif bir erkekle zina yaptı. Kendi gözlerimle gördüm. Onu senin için cezalandırdım. Senin için iyi bir kız olabilmek için yaptım.
           - Sen… Ne? Nasıl! Manyak! Hemen çöz kardeşini seni canavar. Nasıl yapabilirsin bunu kardeşine!
           - Ama anne…
           - Seni iğrenç şey. Çabuk çöz kardeşini! Elif, Elif iyi misin kızım? Çekil önümden.

           Bir tokat sesi geldi. Merve ufak bir çığlık attı. Daha sonra boğuşma sesleri geldi. Sonrasında bir ‘tak’ sesi geldi ve yere bir şey düştü.

           - Anne? Anne? Sana vurmak istememiştim? Anne? Uyansana anne! Anne! Öldü. Annem öldü. Annemi öldürdüm. Bunu nasıl yapabildim. Anne? Oh hayır! Nasıl yapabildim bunu! Çok kötü bir kız oldum çok kötü!

           Metalik bir ses duydum ve sonrasında boğulma gibi bir ses. Hayal edebildiğim tek şey kardeşimin boğazını kestiğiydi. Kardeşim ölmüştü. Annem ölmüştü. Ben… Ben ölecektim. Sandalyeye bağlı bir şekilde burada ölene kadar kalacaktım. Yine de bir rahatlama hissettim. En azından artık işkence yoktu…
 
 
OKG

Sayfa: [1]