
gördüğüm en fantastik rüya sanırım yarısı The Walking Dead ve çoğu oyuncunun bilebileceği DayZ oyunuyla geçen bir gün sonucu çıktı ortaya.
Bir kasabada yaşıyordum. Kuzeyinde ufak ufak dağlar bulunduran, güneyinde ise asfalt yolların oluşturduğu tipik bir Amerika kasabasıydı. Bilmediğim bir salgın yüzünden ortalık bomboş olmuştu. Yanımda birkaç tanıdığım da vardı (kim olduklarını inanın hala hatırlayamıyorum

) ve onlar da durumdan en az benim kadar hoşnutsuzlardı.
Bizim kasabamızın ortasındansa aynı Hell On Wheels dizisindeki gibi bir ray hattı geçiyordu. Tek kurtuluş yolumuz da buydu, treni uygun zamanda bulmak ve en azından bir süreliğine rahatça yaşayabileceğimiz bir mekan olan hükümetin sosyal tesislerine gitmekti.
Belki yıllardır kapalı olan garajımızda ise arka ve ön camları kuş pislikleriyle kaplı, fren sistemi altüst olmuş Ford marka bir araba yatıyordu. Sonrasında ise yanımdakilerle birlikte bu arabayla gürültü de çıkarsak uygun vakitte trene yetişip bir an önce yeryüzü cehennemine dönüş bu kasabadan kurtulmaya karar verdik.
İlerleyen günlerde evin basık çatı katından elimle bir dürbünle tren yolunu gözledim. Bir gün öğle saatlerine doğru treni görmüştüm. O gün tanıdıklarım henüz mahalledeki hastalıklıları avlayıp eve gelmişlerdi ve iç çamaşırlarına kadar kan sıçramış bir şekilde öylece evin holünde uzanıyorlardı. Onlara seslendim ve onları tatlı uykularından uyandırmaya çalıştım. Bir tanesi güçlükle kalkabilmişti ve bilekleri balta sallamaktan tutmaz olmuştu. Gözü kan çanağına dönmüş halde ellerine, sonra da başını çevirip yatakta uzanan diğer kişiye baktı. Ona kızgınca bağırdı. O da sayısız kişi öldürdükten sonra ağzından salyalar akıta akıta ikimize bakıyordu. Yanımdaki kişi de bana endişeli gözlerle bakıyordu çünkü arabayı ehliyeti bile olmayan ben kullanacaktım.
Zamanımız kısıtlıydı, trenin ne zaman kalkacağını kimse bilmiyordu ama çok durmayacakları kesindi. Yanımdaki adam baygın olanı sırtına yükledi ve doğruca arabaya koşturduk. Bana hızlı ve telaşlı bir şekilde ne yapacağımı söylüyordu fakat benim anladığım sadece tekdüze uğultulardı. Arabayı her nasılsa çalıştırdım, yanımdaki adam rahatlamış bir şekilde bana bakıyordu. Bir an acemice pedallara baktım, sonra gözlerimi kaçırıp gazı kökledim.
Bir sokak geçip kasaba meydanından tren istasyonuna gittik. Trenin kapısı açıktı ve adeta bizi bekliyordu. Trende yolculuk kısmını ise zerre anımsamıyorum.
Trenin bizi götürdüğü yerse beyaz ve devasa çadırlara benziyordu. Hepsi bu kadar, kalktığım zaman rüyadan aklımda kalanları not etmiştim.