Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Kardit

Sayfa: [1]
1
Tanrının Unutulan Çocukları - Craig Silvey

Nereden başlasam bilemiyorum. Bu kitap gerçekten benim için bir dönüm noktası oldu. Kitabı okurken o kadar bağdaşmışım ki sonunda gerçekten etkilendim. Derinden sarsıldım. Konusunun ne olduğundan bahsetmeyeceğim, kitap hayatımı öyle etkiledi ki sadece ben okusaymışım diyorum. Karakterler okurken sanki masanın üzerinde kısa film oynuyor gibiler. Oldukça sıradan insanların oldukça sıradan zamanlarda olağanüstü durumlarını anlatan bir kitap. Tekrarlıyorum, kitabın sonu gerçekten harika. Mutlaka okunmalı diyorum. Ünlü yazarların kitap hakkındaki yorumlarını sizlerle paylaşmak isterim.

"Cesaret, korkuya direnmek ve ona galip gelmektir" sloganından yola çıkan bu roman ile çocukluğun saf duygularına sımsıkı sarılan kahramanlar kimseyi hayal kırıklığına uğratmayacak!

"Ustalıkla işlenmiş, okunmasının üzerinden yıllar geçse de hatırlanacak bir roman. Bülbülü Öldürmek romanına selam eden Silvey, dokunaklı bir dille sıradan yüzlerin ardına gizlenmiş birbirinden ilginç sırları keşfediyor."
Marie Claire UK

"Bu romanda ırkçılık, adaletsizlik, arkadaşlık ve ilk aşkın duyarlılığı bir arada sunuluyor; tıpkı dünyada iyi ve kötünün birlikte yer alması gibi."
Sydney Writers' Festival

"İki çocuk kahramanının gözünden esprili, dramatik, gizemli ve biraz da gerilimli ilerleyen bu roman, okuyucuları saklı kalmış bir yaşamın kapısını aralamaya çağırıyor."
Readings

"Bu romanda mutlu gibi görünen aileler, toplumun dışladığı ötekiler, önyargılar, dokunaklı yaşam hikâyeleri, başka dünyalara duyulan özlemler ve masum yıllar var... Ve tüm bunlar içimizdeki öldürmediğimiz çocuğun seslenişleri."
Daily Mail

"Mükemmel bir yetişkinliğe geçiş romanı... Her yaştan insanı etkileyecek kadar büyüleyici."
Markus Zusak


2
Kurgu İskelesi / Siyah Gül / Bölüm 2 - Gece'ye Gülümse
« : 29 Haziran 2014, 17:17:05 »
Bölüm 2 - Gece'ye Gülümse

     Friella onu aynı çayırda buldu. Burayı sevmişti anlaşılan. Ama onun gibi biri, bizzat Karanlık'ın Hükümdarı tarafından seçilmiş bir varis için bir çayır… Çok sıradandı. Yanlış bir seçim mi yapmıştı acaba? O kız bir hata mıydı? Bunu öğrenecekti. Friella sırtını dikleştirdi, meclis bugün toplanmayacaktı. Ah, harika! Kız buraya geleli sadece on üç gece olmuştu ve henüz sadece Ruin, Alamir ve Friella ile ilgili kısa bilgileri biliyordu. Ona her şeyi açıklamak zor olacaktı. Hele de önceki seçimleri gibi güçlü fakat budalaysa her şey iyice karışacaktı.  Saçlarını savurup kızın yanına gitti. Kız onu görünce sırıtarak el salladı. Hala saf mıydı, merak ediyordu Friella. Muhtemelen öyleydi çünkü karşısındakinin onu Karanlık'a kabul eden sevecen Friella değil de hükümdarı olan Yasemin Kraliçe olduğunu fark edememişti.

          “Ayağa kalk,” diye emretti Friella güçlü sesiyle. Artık arkadaş havasını çoktan geçmişlerdi. Şu an onun karşısında güçlü ve mağrur bir kraliçe duruyordu. Kız önce irkildi ama bir şey söylemeden ayağa kalktı. Temkinli gözlerle Friella’yı süzüyordu.

     Güzel, diye düşündü, değişikliklerden şüphe etmeyi öğrenmiş.

          “Eğitimine hemen şimdi başlıyoruz.”

          “Başlayalım. Ben hazırım.” Kızın sesi güçlü, omuzları dik, duruşu sağlamdı. Korkmamıştı. Gereklerini yerine getirecekti.

          “Eğitimin sekiz aşamadan meydana gelecek. İlk altı aşama Karanlık’a hükmetmen için sahip olman gereken özelliklerin zihnine kazınmasıyla ilgili olacak.”

          “Eğitimin altı aşamalı olduğunu söylemiştin.”

          “Seni fazladan eğiteceğim. Daha dayanıklı daha güçlü olmanı istiyorum.” Friella bile neden böyle bir karar verdiğini bilmiyordu. Kraliçe olmak için gereken altı şartı yerine getirebileceğinden bile emin değilken neden fazladan iki eğitim daha eklemişti? Karar vermişti ama bir kere ve kendi öğretilerinden, eğitimlerinden bildiği, zihnine kazınanlardan biri de bir kraliçenin asla yolundan dönmeyeceğiydi. Bu yüzden Karanlık da bir kraliyet ailesi yoktu, kraliçe olacak kişi bunu hak ederek başa geçmek zorundaydı. İyi biliyordu Friella, kendinden önceki kraliçenin anlattığı kadarıyla o eğitimleri tamamlayana kadar sayısız kız ölmüştü bu eğitimlerde. Peki öyleyse, neden fazladan eğitim koyuyordu Friella?

          “Pekâlâ. Anlaşılan dün her şeyi kabul ediyorum derken biraz aceleci davranmışım.”

          “Pes mi edeceksin?” Friella bunu o kadar alaycı bir şekilde sormuştu ki kızın kaşları çatıldı.

          “Ben korkak değilim,” dedi kız sert bir sesle. “Başlayalım!”

     Friella küçümsemeyle kızı süzdü. “Cesursun küçük kız,” dedi. “Ama yeterince cesur musun acaba?”

          “Senin tatmin olacağından çok daha cesurum! Sakın beni küçümseme.”

          “Hah! Bakalım ne kadar dayanabileceksin!” Friella çayırın sonuna doğru yürümeye başlarken soğuk bir rüzgarın saçlarını savurduğunu ve kalbine dokunduğunu hissetti. O henüz bilmiyordu ancak sadece onun kalbine dokunan bu soğuk rüzgarın içinde taşıdığı buz parçaları aslında korkunun ilk işaretleriydi... Uçurumdan Karanlık'a bakarken aslında çayırın oldukça iyi bir eğitim yeri olduğunu düşündü. Saray, Gül Bahçeleri ve Çağlayan’ı eksiksiz görebildiği yegâne yer bu çayırın sonundaki uçurumdu.  “Buraya geleli on üç gece geçirdin. Neler fark ettin?”

          “Burada Güneş doğmuyor,” dedi kız yavaşça. “Günlerin akışı Beyaz Ay ve Kara Ay’ın hareketlerine göre belirliyorsunuz.”

          “Başka?”

          “Saray şu ilerideki akarsu, ters taraftaki güllerin tam ortasında kalıyor,” kız bahsettiği yerleri işaret etmeye başladı. "Ama şehir göremeyeceğim kadar uzakta, karanlıkta. İnsanlardan neden bu kadar ayrı?" diye sordu kız kaşlarını çatarak. Bu onu rahatsız etmişti. Halk olmazsa bir krallığın ne anlamı kalırdı ki?

          “Oralar sıradan akarsu ve zavallı güllerden oluşan bölgeler değil,” diye tısladı kadın, sorduğu soruyu görmezden gelerek. Friella insanların gereksiz olduğunu düşünüyordu çünkü. Bakılması gereken bir yükümlülük... Gücünün kaynağı onlar değildi. Onlar sadece Karanlık'a sığınmış bir avuç evsizdi.

          “Benim için sıradan,” dedi kız omuz silkerek. Sonuçta kimse ona buraların özelliğini anlatmamıştı. Nereden bilebilirdi ki? Hepsinden önemlisi Friella'nın neden sorusuna cevap vermediğini öğrenmek istiyordu
ama ısrar etmedi. Nasıl olsa kısa bir süre sonra gizli kalan her şey ortaya çıkardı.

          “Orası,” dedi kadın uzaktaki akarsuyu işaret ederek. “Çağlayan. Orası bizim için en önemli mekândır. Karanlık oradan doğup büyür.” Tersi yöndeki gülleri işaret ederek, “Orası ise; insanlığın gerçekleridir. Gözyaşının bir parçasından oluşur güller. Kan ile büyür, acı ile olgunlaşır.” Friella’nın güçlü sesi etraftaki bütün seslerin silinmesine sebep olmuştu. Kanat çırpan bir kuşun sesinden tutun, rüzgârın sesine kadar... Genç kız ondaki gücü hissediyordu.

          “Her neyse,” dedi kız rahatsız bir tavırla. “Eğitme geçsek?”

          “Madem bu kadar çok istiyorsun, peki.” Friella kıza doğru döndü. Gözlerini kırpmadan ona bakıyordu.

          “İlk altı aşamadan sağ çıkmayı başarır ve gereken performansı sergilemiş olursan, gelecekte benim yerime geçeceksin. Şimdi söyle;" dedi güçlü sesi ve ifadesiz suratıyla. Bir kraliçenin mağrur silueti doldurmuştu yeri, göğü ve her şey sorunun ardındaki kapıda başlıyordu. "Bir insanı kraliçe yapacak özellik nedir?”

     Kız güç demeyi düşündü. Ama doğru cevap bu değildi. Neydi peki cevap? Güven? Sadakat? Hayır, hayır! Bunların hiçbiri değildi.

          “Onur,” dedi kız güçlü bir sesle. “Bir insan her şeyden önce onurlu olmalıdır. Güçlü olabilirsin ama onursuz biriysen beş para etmezsin.”

     Friella baştan aşağı kızı süzdü. Güç demesini beklemişti. Ya da belki sadakat… Aslında cevabı bulmasını bile beklemiyordu. Ama bulmuştu. Hem de duraksamadan. Bu kız diğerlerinden farklı olacaktı ve bunu bilinçsizce verdiği fazladan eğitim kararıyla bile biliyordu.

          “Madem öyle işte ilk dersin. Karanlık onurludur. Bu ders beynine kazınacak. Sana işkence edilecek. Eğer canlı çıkarsan, yani sınavı geçersen, güce ve özgürlüğüne bir adım daha yaklaşırsın.”

     Friella döndü ve kızı geride bırakarak uzaklaşmaya başladı. Çayırdan çıkar çıkmaz, hayat eski akışına dönmüştü. Genç kızın acı çığlıkları o an başlamıştı.

     Rüzgâr, kızın haykırışlarına eşlik edercesine şarkı söylüyordu. Friella gülümsedi. Buz gibi rüzgar tekrar saçlarını havalandırırken kendini sakinleştirdi. Bu kız doğru varis olamazdı. Tahtı terk etmek zorunda kalmasına imkân yoktu.

     Karanlık'ın acımasız kışını haber veren ilk kar Yasemin Kraliçe'nin son adımını attığı yere düştü ancak o an için kimse bunu fark etmedi.

3
Kurgu İskelesi / Siyah Gül (Bölüm 2 Yayında!)
« : 29 Haziran 2014, 13:33:54 »
Beyazın siyaha aşık olup koynuna girmesiydi evrenin ilk günahı. Ve gri doğdu hiç kimseye söylemeden, sessizliği kardeş edinerek... O'nun gördüğüyse, ne siyah ne beyaz ne de griydi. Hayatı kızıl, aynadaki yansıması grinin kendisiydi...


Bölüm 1 - Kaderin Kaçağı

     Islak çimenlere uzanmış yıldızları seyrediyordu. Hava ılık, gökyüzü açıktı.

          "Yıldızlar," diye mırıldandı. "Ne kadar da güzeller..." Gülümserken tek elini yakalamak ister gibi yıldızlara uzattı.

          “Senin için bu çok yeni bir şey, değil mi?” dedi geriden bir ses. Yaşlı, güçlü ve otorite sahibi bir kadın sesiydi. Siyah saçlı kız gülümseyerek doğruldu.

          "Evet, oldukça yeni bir şey… Burada ne işin var? Yapacak önemli işlerin var sanıyordum.”

          “İşleri diğerlerine bıraktım. Senin yanına gelip ne yaptığına bakmak istedim.” Kahverengi saçları omuzlarına dökülen kadın yavaşça yuvarlak omuzlarını silkti. Çamur rengi gözleri tuhaf bir ışıltıyla parlıyordu.

          “Ne oldu?” diye sordu siyah saçlı genç kız.

          “Zaman doldu. Kararın nedir Hayalet Kan1Bu iyiye alamet değildi.

          “Yani, ya buraya sonsuza dek bağlı kalacağım, ya da beni kapıya koyacaksın, öyle mi?”

          “Hayır. Ya buraya sonsuza dek bağlı kalacaksın ya da boyutlar arasında sürüklenmeye mahkûm olacaksın.”

          “Benim ifade şeklim daha gerçekçiydi,” diye homurdandı siyah saçlı kız. Yaşlı kadın güldü.

          “Teknik olarak, evet,” ardından ciddileşerek; “kararın nedir?”

          “Geri dönmek istemiyorum. Burayı seviyorum.”

          “Yani?”

          “Varis olmayı ve bunun beraberinde gelecek olan her şeyi kabul ediyorum.”

     Kadın gülümsedi. “Doğru kararlar veriyorsun.”

          “Doğru kararlar vermemi sana borçluyum Friella.”

          “Biliyorum.” Friella ayağa kalktı. “Yarın burada eğitimine başlıyorum. Seni tahta çıkarana kadar bir sır olarak saklamak istiyorum, Karanlık Meleğim. Krallığa geçme sakın.” Friella, siyah saçlı kızın cevap vermesine fırsat bırakmadan dönüp güçlü ve mağrur bir şekilde yürümeye başladı.

          “Emredersin,” diye homurdandı kız arkasından. Emir almaktan hoşlanmıyordu. Tekrar çimenlere uzanıp gözlerini yıldızlara dikti.

     Artık her şey için çok geçti, geri dönemezdi. Tek istediği Işık’ın zalim saray kurallarından ve onun için önceden yazılmış saçma kaderden kaçmaktı. Şimdi ise Karanlık’ın yumuşak siyahlığında neredeyse kapana kısılmış gibi hissediyordu. Fakat Friella ona bir seçenek sunmuştu. Her şeyi unutup gidebilirdi ya da onu acı içinde dışarı atan Işık’a karşı dimdik durabilirdi.

     O korkak biri değildi. Kaderini bozup kaçarken korkmamıştı. Karanlık’a bağlanırken korkmamıştı. Şimdi yeni varis olarak eğitilmek zorundaydı ve bundan da korkmuyordu. Doğrulup oturdu şakaklarını ovuşturdu. Değişimi çoktan yaşamıştı ama yine de merak ediyordu. Karanlık’a ait olduğunu o zamandan beri biliyordu işte. Değişim onu heyecanlandırmış, aynı zamanda meraklandırmıştı. Ama artık beklemekten başka yapacak bir şeyi yoktu. Friella yarın onun yanına gelecekti. Çayırda kalmayı istiyordu. Burada kalıp yıldızları izlemek paha biçilemezdi.

     Işık’ın parlak mavi gökyüzünü hatırladı bir anda. Uçsuz bucaksız ve sonsuz bir mavi... Kendini bildi bileli o gökyüzü hiç değişmemişti. Sınırlar, diye düşündü. Sınırlar her zaman belirgindi ama bunu hiç fark etmemişti. Eskiden merak etmesine bile gerek yoktu. Çünkü her zaman birileri onun yerine yapmışlardı.

     Siyah saçlı kız omuzlarını silkti. Çim yatağı rahattı, toprak altında enerjiyle kaynıyordu. Derin bir nefes aldı. O sırada hafif, muzip bir esinti baş gösterdi. Adeta şarkı söylüyordu. Bir ölüm şarkısı… Hayır, hayır! Bir ölüm şarkısıydı evet ama burada ölen kişi sadece eski benliğiydi. Bu gece ölü bir prensesin beyaz elbisesinden sıyrılıp kızıl geceliğini giyen bir kraliçenin doğuşuydu.

          “Işığın prensesi Leydi Elena’nın kanlı gözyaşlarının arasından doğan Kızıl Kraliçe,” diye mırıldandı. “Onun ölümü, benim yeniden doğuşum olacak. Elveda seçeneksiz yaşantım, elveda güneşli gökyüzü, elveda ışık saçan gülümsemeler.” Siyah saçlı kız tüyler ürpertici bir şekilde gülümsedi. Hayat artık onu kontrol etmeyecekti. Bundan sonra kaderi o kontrol edecekti.

1: Hayalet Kan onun resmi adı. Daha önce kullanan hiç olmamıştı.

4
Kurgu İskelesi / Ynt: Cesteni Bey
« : 28 Haziran 2014, 22:00:01 »
Not: Merhabalar. Bu hikayeyi, halk kütüphanesinden aldığım bir kitapta okumuştum. Kendimce tasvirledim. Eski türk mitolojik hikayeleri adı altındaydı. Konuşma cümlelerini de kitaptan aldım. Eski hikayeleri seviyorum. Onlara kendimce yorum katarak yazmayı da seviyorum. Okuduğunuz için teşekkür ederim.

5
Kurgu İskelesi / Cesteni Bey
« : 28 Haziran 2014, 21:58:28 »
     Hava kararalı yaklaşık 2 saat oluyordu. Cesteni Bey, hanımının hazırladığı yemeği yedikten sonra mahalleyi dolaşmak için dışarı çıkmıştı. Evin önünde mahallede yaşayan komşuların çocukları oyun oynuyordu. Oyun oynayan çocuklara cebinden çıkardığı misketi verdi, ve bir tanesinin yanağından makas aldı. Sokağın başına doğru yavaşça yürümeye başladı. Sokağın hemen başına geldiğiniz vakit sizi bir dört yol ağzı karşılıyordu. Cesteni Bey bu dört yol ağzına gelerek bu yolların arasından sayısız denecek kadar çokca cinleri gördü. Bu cinler insan etini yiyip kanını içiyor, pek kuvvetli sesleriyle bağırıyorlardı. Bazılarının ellerinde bayrak vardı. Ateş gibi kızıl ve örgülü saçlarını omuzlarına bırakıyorlar, kapkara büyük dağlara benzeyen vücutlarını kaldırıp zehirli yılan gövdeleriyle sürünüp yürüyorlardı.

     Cesteni Bey bunları görünce yüreği ağzına geldi, bir kaplan gibi hiç korkup çekinmeden bu cinlerin arasına daldı. Cinler Cesteni Bey'i gördüler ve etrafını sardılar. Aralarından en büyüğü ve en irisi öne atıldı.

          "Kimsin sen? Hangi akılla kendini bizim aramıza attın? Sen de mi ölüme susadın? Bizim üstlü altlı dağ gibi dişlerimize lokma olmaya mı geldin?"
dedi. Cesteni Bey bu sözü işittiği halde suratında ki o kızgın tavrı bozmadan cinin gözlerine bakarak:

          "Çabuk söyleyin bana, benim şehrimdeki insanları nasıl olduruyorsunuz. Sizlere bu şehre girme iznini kim verdi? Benim şu keskin kılıcıma bakın, bununla gövdelerinizi keserek parça parça edip bırakırım. Şehrimizde milletin başına gelen bunca felaket haberi dururken hala dayanılacak değildir."

     Cesteni Bey'in bu sözünü duyduktan sonra, cinler öfkelenip karma karışık oldular. Öd koparıp kendilerince bir türkü söyleyerek yumruklarını sıktılar. Kol kola girerek, dirseklerini tutuyor, ateş renkli kızıl saçlarını arkalarına
salıverip alev gibi bayraklarıyla, gürz ve tokmakları ellerinde, Cesteni Bey'i mızraklayıp, vurmaya çalışıyorlardı.

     Birbirlerine bağırarak söyleştiler:

          "Daha ne bekliyorsunuz? Çabuk bunu mizraklayip keselim, vücudunu parçalayip öteki dünyaya gönderelim."

Bunun üzerine Cesteni Bey var kuvvetiyle atlayarak (Urumki) adli cini tepesindeki saçlarından yukarı çekip tuttu. Kılıcını yukarı kaldırıp , başını kesmek üzere vurdu. Böylece cinler Cesteni Bey'in gücünü, kuvvetini ve şansını görerek korkarak kaçtılar.

Sayfa: [1]