6
« : 31 Temmuz 2014, 19:57:14 »
Birkaç yıl önce sahile gömülmüş bir şişede üç dört sayfalık bir hikaye buldum. Korkunç bir olaydan bahsediyordu. Bir hafta boyunca rüyalarıma girecek kadar beni etkilemişti. Ancak sonunda hasta bir zihninin saçmalıklarıdır diyerek sayfaları yaktım ve uğursuz öyküden tamamen kurtulduğumu düşündüm. Fakat bu kitabı elime aldığımda tekrar o uğursuz hikaye zihnime dolandı. O sayfalardaki korkunun bütün ayrıntıları beynimi yeniden ele geçirdi, yine o kabuslarla uyanmaya başladım. Sanırım bu kabustan kurtulmanın tek yolu hikayeyi anlatmak.
Dexter o gün verandada dinlenirken onu uyandıran çığlığı duyduğunda çiftliğin yakınlarında tek bir yerleşim olmadığı için bunun Charles’tan geldiğini biliyordu. Gelen çığlıkla yerinden doğruldu, ses Charles’ın koyunları otlattığı yerden, yakındaki yamaçtan gelmişti. Yerinden hızla doğrulup koşarak yamaca ilerledi. Yamacın kenarına vardığında ne koyunları ne Charles’ı görebildi. Yamaç boyu ilerleyerek etrafına bakınırken onu gördü. Daha önce yüzlerce kez buradan geçmişti, burada böyle bir oyuğun olmadığına yemin edebilirdi. O uğursuz iki üç metre çapındaki oyuk, yamacın içlerine doğru karararak ilerliyordu. Oyuğa seslendi, “Charles orada mısın?” sesi yankılanmadan oyuğun içinde kayboldu. Kararsız bir şekilde oyuğun girişinde bir yanıt bekledi. Tekrar bağırdı. Bu defa Charles’dan geldiğine emin olduğu ancak daha önce duymadığı kadar umutsuzluk ve korku dolu bir fısıltı yükseldi oyuktan “Yardım et!”… “Yalvarırım yardım et!” Dexter bu yakarış karşısında ürperdi. Ne yapacağını bilemez bir halde oyuğun başında duraksadı. Bütün içgüdüleri bu uğursuz oyuktan ilelebet uzak durmasını haykırırken, Charles içeride ondan yardım istiyordu. Bu korkunun bedenini daha fazla ele geçirmesine fırsat vermeden koşarak eve dönüp fenerini ve tüfeğini aldı. Feneri yakıp oyuğun içerisinde ilerlemeye başladı.
Taze kazılmış gibi duran çamurdan duvarlara tutuna tutuna ilerlemeye başladı. Arada tekrar tekrar Charles’a sesleniyordu ancak tek tük cevap alabiliyordu ve her seferinde Charles’ın sesi daha da kısılıyor, sanki oyuğun içerisinde bir şey onu an ve an daha çok boğuyordu. Oyuğun içerisinde girişten gelen ışığı tamamen kaybedecek kadar ilerlediğinde bu fısıltılar onu paniğe sürüklemeye başlamıştı. Ne yapıyordu. Bu uğursuz oyuğun sonunda her ne varsa, Charles’a bu işkenceyi yapabiliyorsa onu nasıl alt edebilirdi. Bu bir anda ortaya çıkan lanetli oyuğun sonundaki tehlikeyi alt etmeyi başarabilir miydi? Tüfeğine daha sıkı sarıldı adımlarını hızlandırdı. Artık oyuğun çamur duvarları garip yeşil bir sıvıyla kaplanmıştı. Dexter bunun ne olduğunu merak edip elini sürmesiyle, sıvıdan kurtulmaya çalışması bir oldu. Bu sıvı her ne ise iğrenç kokuyor ve sanki derisinin içine nüfuz etmeye çalışıyordu. Duvarlardan uzak durarak, tavandan damlayan sıvılara dokunmamaya çalışarak devam etti. Charles’ın giderek çaresizleşen sesini duymak onu tedirgin etse de, Charles’ın hala hayatta olduğunu bilmek içini rahatlatıyordu. İlerlerken yerde debelenen koyunu fark etti. Yanına gelip feneri tuttuğunda koyunun gövdesinin açıldığını iç organlarına kadar bulaşmış yeşil sıvının onu krize soktuğunu anladı. Dehşete kapılmıştı. Gördüğü şeyin şokuyla duvarlardan daha da çekinerek ilerledi. Derken bir anda yeşil sıvının olduğu duvarlar sona erdi. Kendisini basık bir koridorun ortasında buldu. Burası oyuğun özensizce kazılmış duvarlarına benzemiyordu. Duvarlar ve tavan düz, zemin pürüzsüzdü. Hatta duvarlara çeşitli resimler işlenmişti. Dexter ilerlerken duvarlardaki resimleri incelemeye başladı.
İlk resimde bir kasaba dolusu insan kent meydanı gibi bir yerde toplanmıştı. İnsanların yüzlerinde bir mutluluk ifadesi vardı. Sonraki resimde tüm insanlar, meydanın ortasında belirmiş tahta şaşkınlıkla bakıyordu. Bir sonraki resimde Tahtta oturan bir karartı vardı, ancak diğer insanların aksine bunun ne elleri ne yüzü ne de kıyafeti çizilmişti. Saf bir karanlık siluetten ibaretti. Bir sonraki resimde silüet ayağa kalkıyordu, insanların yüzündeki ifade endişeli bir hal almıştı. Ve son resimde silüet belirsiz kollarını havaya kaldırmıştı, insanlar dehşet içinde ortalıkta kaçışıyorlardı. Hepsi sanki o an delirmiş gibiydi. Resimdeki garipliklere dikkat kesilmişken ayağına bir şey takıldı. Ayağına takılan şeye baktığında bir adım geri attı. Bir koyun iskeleti baştan sona o yeşil sıvıya bulanmış halde yerde yatıyordu. Charles’ın bu yeşil sıvıya dokunmamış olmasını umduğu sırada tekrar sesini duydu “Yardım et!”
Düz koridorda koşmaya başladı. Birkaç dakika içinde ilerdeki zayıf ışığı fark etti. Koşarak ışığa ilerledi. Koridorun sonundaki bir şamdandaki üç mumla aydınlatılmıştı. Odaya girer girmez köşedeki masanın arkasında ifadesiz bir şekilde bekleyen Charles’ı gördü. Charles kafasını kaldırıp boş gözlerle ona baktı ve yine mırıldandı. “Yardım et!” Dexter’ın konuşmasını beklemeden kafasını diğer yana çevirdi. O sırada Dexter Charles’ın ensesindeki yeşil sıvıyı gördü. Panikle “Sıvıdan kurtul” diye bağırdı. Ancak Charles kayıtsızca odanın diğer köşesine bakmayı sürdürdü. Dexter o an dönüp odanın köşesine bakmayı akıl ettiğinde o korkunç, insanın içinde anlamsız bir boşluk duygusu yaratan şeyi gördü. Tahtının üstünde oturan tamamlanmamış biçimsiz bir heykeli andıran mat bir karanlıktan oluşan silüeti. Silüetin varlığı ona bakanı sanki büyülüyor, ruha inanılmaz bir azap veriyordu. Mat siyahın derinliğinde bakışları kayboluyordu. Aceleyle Charles’ı alıp buradan çıkmayı kafasına koymuşken Dexter koluna damlayan yeşil sıvıyla irkildi. Sıvıyı temizlemek için hareket etmek istiyor ancak bedeni kaskatı bir şekilde onun sözünü dinlemiyordu. Silüetin karşısında hareketsiz bir şekilde dehşetle beklerken karanlık silüetin içinden küçük küçük parçalar kopmaya başlamıştı. Bu parçalar yavaş yavaş ona yaklaşırken bir çeşit örümceği andıran karınlarının altında yeşil sıvı taşıyan yaratıklar olduklarını anladı. Bu küçük örümceğimsi yaratıklar birer birer siluetten kopup ona doğru yaklaşıyorlardı. O ise hareket edemiyor. Kaçmak istiyor kıpırdayamıyor, avazı çıktığı kadar bağırmak istiyor ağzını açamıyordu. Küçük örümcekler yaklaşıp bacağından tırmandılar, tüylü bacaklarını bedeninde ritmik bir şekilde gezdiriyorlar, kollarına, bacaklarına dağılıyorlardı. Onlarca belki yüzlerce küçük tüylü bacak bedenini işgal ederken zihni korkuyla doluyordu. Charles ise artık anlamsız bakışlarını sonlandırmış, önündeki kitabı açıp Arapçaya benzer satırları okumaya koyulmuştu. Bu uğursuz duayı andıran şey bir ritüelin başlangıcıydı.
Örümcekler vücudunda dolanıp dolanıp uygun bir yer arıyorlardı. Sonunda uygun gördükleri yerde acı veren küçük iğnelerini bedenine saplayıp o yeşil sıvıyı damarlarına enjekte ediyorlardı. Sonra hızlı hızlı vücüdunda o sıvıyı takip edip başka bir noktadan yine iğnelerini batırıp sıvıyı emiyorlardı. Aynı anda onlarca küçük iğne bedenini delik deşik ediyor. İşlerini bitiren örümcekler aldıkları sıvılarla tekrar silüete yönelip karanlığında kayboluyorlardı. Silüete eklenen her örümcekle bu mat heykelin şekli değişiyor, yavaş yavaş kolları belirginleşiyor, vücudu netleşiyordu. Charles’ın duraksamadan devam ettiği dua giderek şiddetleniyor, örümcekler giderek hızlanıyordu. En sonunda bedeninden ayrılan son örümcek de silüete ulaştığında silüetin yüz hatları da belirginleşmişti. İnce uzun bir surat, donuk ve rahatsız edici bakışlarıyla artık nefes alıyordu. silüet yerinden doğrulduktan sonra dexter'ın yanına geldi, elini dexter'ın omzuna koydu ve dexter'ı yanına alıp yükselmeye başladı. dexter bir anda ışık hızıyla yanından geçen şeylerin ayırdına varamadan titreyerek kendini yaratığın merhametine bırakmıştı. kısa bir süre devam eden yolculuktan sonra silüet ile bir meydanda asılı durdular. dexter bu meydanı hatırlıyordu, duvarlardaki resimlerde anlatılan meydandaydılar. ancak şimdi o sakin meydan bir savaş alanına dönmüştü. meydanın ortasındaki papaz çeşitli kitapları yığmış yakmaya çalışıyordu. bağırarak ateşe koşan genç elindeki kitabı parçalayarak ateşe attı. insanlar feryatlar içinde ellerindeki kitapların sayfalarını yırtıyor, korkuyla kuytu köşelere sığınıyorlardı. dexter o sırada havada süzülen bir kitap sayfasındaki ismi gördü, h.p. lovecraft... silüet'in yüzünde korkunç bir gülümseme vardı. dexter'a döndü, soğuk bir sesle teşekkür etti. dexter o sesle karşılaştığında bilincini kaybetmişti.
Dexter kendine geldiğinde taht boştu. Charles masanın arkasında baygın yatıyordu. Dexter ürkek bir halde çevresine bakındı. Sonra yavaş yavaş masaya yaklaştı. Charles’ın okuduğu kitaba göz ucuyla baktı. Arap alfabesiyle yazılmış gibiydi. Uğursuz kitabı hemen kapattı. Kapağında şu yazıyordu “necronomicon”
Hala baygın olan Charles’ı sırtladı. Bu uğursuz yerden bir an önce çıkmak istiyordu. Olabildiğince hızlı bir şekilde arkasına bakmadan koridoru ve oyuğu geçti. Tekrar gün ışığına çıkınca hemen bu oyuğu kapatmayı kafasına koymuştu. İçerideki şey her neyse, bütün uğursuzluğuyla gün yüzüne çıkmadan burada kalmalıydı. Başka insanlar bu korkuyla yüzleşmemeliydi. Ancak soluk soluğa oyuğun girişinde çimlere uzandığında yerdeki büyük ayak izlerini fark etti, oyuktan çıkıp uzaklara doğru ilerleyen ayak izlerini.
Dexter ve Charles bu olayı her hatırladıklarında büyük bir dehşete kapılıyorlardı. O yüzden ne kendi aralarında ne de başka bir kimseyle bir daha bu konuyu konuşmadılar. Her gece tekrar tekrar o anları yaşadıkları uzun kabuslar gördüler. Sonunda Dexter dayanamayıp bu mesajı yazmaya karar vermişti. En azından bu olanları birisine anlatma zorunluluğu hissetmişti. Çünkü o uğursuz yaratık dışarıda bir yerdeydi ve bu korkuyla yaşamak büyük bir ızdırap veriyordu. Olayları anlattığı kağıtları bir şişeye koyup denize fırlattı ve işte ben, talihsiz ben bu şişeyi buldum. Eğer bu kitabı okumasaydım, gülüp geçerdim. Ama bu gerçekti. Dexter ve Charles o yaratığı uyandırmıştı ve o yüz yıldır dünyaya korku salmaya devam ediyordu.