Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Axium

Sayfa: [1]
1
Kurgu İskelesi / Toraman ve Fuat'ın Serüvenleri
« : 22 Ağustos 2014, 17:58:47 »
Bölüm 1

Türklerin adını tarihe altın harflerle yazdıracağı gün gelip çatmıştı. Dünya için küçük, Türk milleti için büyük bir adım atılacaktı bugün. Fuat ve Toraman isimli iki arkadaş, uzaya gönderilen ilk Türk olmanın gururunu yaşayacaktı. Bütün haberler, gazeteler, dergiler onlardan bahsediyordu. Sosyal medyada onlara destek amaçlı capsler yapılıyor, sayfalar açılıyordu.

Uzaya çıkma işi ilk olarak geçen hafta konuşulmuştu medyada. NASA uzaya çıkmak isteyen Türkler için bir proje başlatacağını duyurmuştu. İki gün sonra İstanbul'a gelen yetkililer, uzun kuyruklar oluşturan uzay meraklılarından kan örnekleri aldı. Bizim bu iki elemanda kan örneği vermeye gidenler arasındaydı. Ama onların amacı farklıydı biraz. Onlar uzaya çıkmak için değil, boylarını uzatmak için sıraya girmişti. Fuat ilkokul mezunuydu ve okuma bilmiyordu-yazma biliyor o ayrı. Bir sabah yapmadığı bir şeyi yapmış, gazete satın almıştı. Açtığı ilk sayfada koca harflerle "UZAYA UZANMAK İSTER MİSİN TÜRKİYE" yazıyordu. Bizim Fuat bu yazıyı; "BOYUNU UZATMAK İSTER MİSİN TÜRKİYE" diye okuyunca...

Toraman ve Fuat 1.60 boyunda, birbirine benzeyen iki arkadaştı. Çocukluktan beri birbirlerini kolluyor, sorunlarını hallediyorlardı. Bu sorunlardan halledemedikleri tek şey, boy idi. Boylarını uzatmak için türlü şeyler yapmışlardı. İlaç kullanmış, birbirlerinin ayaklarını halata bağlayıp çekiştirmiş, topuklu ayakkabı giymişlerdi. Yaptıkları onca şey, boylarını uzatamamıştı. İşte bizim Fuat, haberi böyle okuyunca-tahmin edersiniz ki-bu iki bücür eleman süper hız koşarak, uzaya çıkmak isteyenlerin sırasına bilmeden karıştı. Kısa bir süre sonra da kabul edildikleri haberi ellerine ulaştı. Ancak bizim iki bücür, boy uzatmak için kabul edildiklerini sanıyorlardı. NASA'yı da, boy uzatma ve uzun boyluları destekleme kurumu.


Dünyada iki dakikaları kalmıştı artık. İki dakika sonra uzay mekiğine binecek ve Mars'a doğru yola çıkacaklardı. Fuat bu iki dakikayı annesiyle hasret gidererek geçiriyordu, Toraman ise babasıyla. Fuat'ın annesi ördüğü kazağı oğlunun üstüne giydirmeye çalışıyordu.

"Sana örüvedim oğlum, oralarda üşütürsün, zatürre olursun sona."

"Orası sıcak anne, sıcak. Güneşe yakınmış, öyle diyorlar. Kilotla gezcez biz orda, ne kazağı allahını seversen ya."

Toraman'ın babası ise oğluyla beraber tavla oynuyordu.

"Zar atmasını bilecen oğlum, zar atmasını. Öyle şans işi değil bunlar."

Megafondan saniyeler sayılıyordu. Vakit gelmişti. Fuat ve Toraman uzay astronotlarına giydirilen kıyafetleri giyindi. Uzaya çıkıyorlardı artık. İstemeyerek yapıyorlardı bunu. Ailelerine son kez sarıldılar ve uzay mekiğine doğru ilerlediler. Binlerce insan onları seyrediyor, fotoğraf çekiyordu. Uzay mekiğinin içi bir yatak, buzdolabı ve televizyondan oluşuyordu. Ama sürücü direksiyonu yoktu. Nasıl yolculuk yapacaktı bu mekik?

Fuat hemencecik attı kendisini yatağın üstüne. Toraman da buzdolabını karıştırmaya başladı. O sırada mekiğin kapağı kapanmıştı. 10...9...8...7...6...5...

Fuat yataktan kalktı, fatiha suresini okumaya başladı. Uzay mekiğinde birkaç tıngırtı oldu, bi sallantı, bi motor sesi derken...

"Abi ışıkları ne kapattın ya?"

Mekiğin içi karanlığa gömüldü. Bütün ışıklar söndü. Şimdi hiç ses yoktu.

"Işıkları ben kapatmadım," dedi Toraman. "Ne oluyo la?"

Fuat hemen paniğe kapıldı. Kulağını mekiğin kapısına dayadı. Hiç ses yoktu. Karanlığın içinde iki baykuş gibi birbirlerine bakıyorlardı.

Sonunda Toraman sessizliği bozdu. "Oğlum ya, bu avrupalı çok zeki. Teknolojik adam bunlar. Mekiğin sessiz olanını yapmışlar. Görüyor müsün, hiç tıkırtı yok. Maşallah!"

"Abi ya ışıklar?" diye sordu Fuat.

Hazırcevap Toraman;

"Oğlum, bu Avrupalı çok saf. Işıkları söndürdüler ki, biz korkalım, kaçalım. Sonra neymiş efendim Türkler korkak. Yok ya! Gram korkmadım, duy bizi avrupalı."

Bir süre sonra yanık kokusunu andıran bir koku yayıldı odanın içine.

"Sen mi osurdun, Fuat?"

Fuat Toraman'a dönerek;

"Abi elin Avrupalısının teknolojik bir aracında, terbiyesiz olmiyak. Sonra rezil oluruz. Baştan al."

Toraman baştan aldı.

"Sen mi yellendirdin Fuat?"
"Abi elin avrupalısı yellendirmenin ne olduğu nereden bilecek? Baştan al ya."

Toraman yine baştan aldı.

"Sen mi kuru fasulye yedin Fuat?"
"Annem ısrar etti abi, kusura bakma. Sende kusura bakma avrupalı. Ya sahi, bunlar bizi duyuyor değil mi?"


Absürt bir öykü ile karşınızdayım. Böyle saçma şeyler yazmayı seviyorum, daha önce de yazmıştım bilenler bilir. Şimdi çok daha komik ve saçma bir öyküyle karşınızdayım. Yorumları bekliyorum okuyanlardan. ;D

2
Tartışma Platformu / Bilgisayar başında yazmak
« : 06 Temmuz 2014, 17:56:26 »
Geçen gün ilk kez aldım elime kağıt kalem, öykü yazayım dedim. Yok. Yazamıyorum arkadaş. Sonra bilgisayara geçtim, açtım yazı programını başladım tıkır tıkır yazmaya. Benim sorum şöyle; Bilgisayar başında yazabiliyor iken, kağıt kalem ile niye yazamıyor olabilirim? İleride sorun yaratır mı bu durum?

3
Kurgu İskelesi / Ynt: Eski Otel - Yeni Bölüm
« : 21 Haziran 2014, 21:03:33 »
Yorum yaptığınız ve hatalarımı söylediğiniz için teşekkür ederim. Beğenilirse devam ederim derken, aslında benim yazmakta olduğum başka bir öykü var. Hala devam ediyorum. Eğer bu beğenilmezse, onu yayınlayacağım.

Diyalogların yapmacık olması benden kaynaklı. Can sıkıntısından yazıyorum bu öyküyü.

4
Kurgu İskelesi / Ynt: Eski Otel - Yeni Bölüm
« : 21 Haziran 2014, 15:42:00 »
Yorum yaptığın için teşekkür ediyorum.

5
Kurgu İskelesi / Ynt: Eski Otel - Yeni Bölüm
« : 19 Haziran 2014, 11:35:03 »
Otel satın aldık deyince, bizimkiler nispet olsun diye tanıdık tanımadık kim varsa aramış. Beni ve ağabeyimi öve öve bitirememişler. Neymiş efendim, biz saraylarda yaşayacakmışız, denizin altında evimiz olacakmış da, uzayıp gidiyor. Hal böyle olunca taliplerimiz de artma oldu. Evde kalan ne kadar bekar kadın varsa bize talip oldu- yetmiş yaşındaki birinin, bana talip olması gurur vericiydi.

Bizim adımıza kurbanlar kesildi, dualar edildi. Biz de yaşananları sessiz sedasız izledik. Bizim otel kırık dökükmüş, içinde de zararsız hayaletçikler yaşıyormuş desek bitti her şey. Diri diri gömerler bizi. Ne yapalım sustuk biz de.

Ama en kötüsü daha başımıza gelmemişti. Otel aldığımızı duyan mahalleli, başka başka hayallere kapılmış; toplamışlar sülaleyi, atlamışlar arabaya, buraya geliyorlarmış. Kim bilir ne düşündüler de öyle geliyorlar. Altından şelaleler akan otel mi, deniz manzaralı otel mi, sahilleri karı kız kaynayan otel mi hayal ettiler bilemeyeceğim.

Madem misafir gelecek, hazırlık yapmadan olmaz tabii. Otelin içindeki bütün çöpleri, halıları, tahtaları, çorapları, sigara ve bira şişelerini attık. Ağabeyim sağ olsun yardımcı oldu. Odaların tozunu aldı. Ama az kalsın boğuluyordu-yardımına ben yetiştim.

Otelin korkuluklarını da tamir edebildiğimiz kadarıyla bıraktık. En sonunda şöyle bir baktığımda; içi boş bir otel kalmıştı geriye. Bir oteli, otel yapan şeyler yoktu biz de. Mesela yatak. "Yatak yoksa, otelde kalmanın manası ne?" diye güzel bir soru sordu ağabeyim. "Bu millet nerede yatacak?"

Ben de çok zekiyim ya, aklıma bir fikir geldi. "Gidelim mobilya mağazasına hemen, yatak, yorgan, halı ne varsa alalım gelelim," dedim.

Ağabeyim kaşlarını kaldırdı, şaşkın şaşkın bana baktı.

"Lıkır, senin kafan yerinde mi? Nasıl gideceğiz şimdi oraya? Hadi gittik, o kadar şeyi alacak para var mı biz de?"

"Abi, ne yapayım ya? Kafam durdu."

"Durmasın, Lıkır. Dikkat et, durmasın. Çünkü o zaman saçmalıyorsun."

"Tamam, durmaz."

O anlarda felaket çanları çalmaya başladı. Öten kornalar, çalan davullar zurnalar eşliğinde bir yığın araba girdi otelin bahçesine. Bütün mahalleli toplanmış, yanlarında çalgıcı da getirmişti. Belki on, belki on beş araba. Başka zaman olsa iyi. Ama şimdi, ben ve ağabeyimi boğazlamak için yeterli.

Terlemiştim. Öyle ki terden ellerim ve kollarım kaşınıyordu. Ağabeyimle misafirlerin yanına koştuk ve bavulları indirmelerine yardım ettik. Bavulları öyle doldurmuşlardı ki, neredeyse patlayacaktı. Belki evi de içine sığdırmaya çalışmışlardır diye düşünmeden edemedim.

Yüzümüze bakıp bakıp kocaman sırıtıyorlardı. Kimse oteli görmemiş miydi yoksa? Kollarını sıvayan yoktu. En sonunda beklediğim soru gecikmeli olarak geldi. Küçük çocuklardan biri sormuştu.

"Otel şu çöplüğün ardındadır?"

Çöplük? Bizim oteli çöplük olarak görüyordu. Bu kadar insan oteli nerelerde arıyordu anlamadım. Gökte mi? Karşısınız da zaten.

Elimle çöplük dediği yeri gösterdim. "İşte, otel burası," dedim gülerek.

Çocuk babasını yanına koştu. "Babo, otel vardır ya." Babası sırtını döndü. "He?"

"Aha bu çöplüktür otel."

"Vıy!"

Babası başını çöplüğe çevirdi. Tabii diğer mahalleliler de otelin aslında hiçte hayal ettikleri gibi olmadığı gördü. Davullar zurnalar kesildi. Mahalleli üstümüze doğru gelmeye başladı.

"Otel nerdedir? Böyle otel mi olur?" diye bağırıyorlardı.

Bende biraz terbiyesizce konuştum. İstem dışı çıktı ağzımdan sözler. "Ulan sanki hayatınızda otel gördünüz!"

Keşke söylemeseydim böyle. Daha da dellendi bunlar. Bagajlardan silahlar çıkartılmaya başlandığını görür gibi olunca ağabeyim; "Bunlar aşiret. Kaç lan kaç!" diye bağırdı.

Ağabeyim saniyeler içinde tüydü. Tabii ben öylece donakaldım. Terden sırılsıklam olmuştum. Başım da dönüyordu. Gözlerim kayıyordu. Mahalleli de sarmıştı etrafımı, bana beddua ediyordu. Sözleri gök gürlemesi gibi geliyor, kulağımda çınlıyordu. Kızarmıştım. Kulaklarım alev almıştı. Bana bi` şeyler oluyordu. "Ahhh bayılıyor galiba," dedi biri. En son duyduğum şey bu oldu. Sonra gözlerim karardı.


Beğenilirse devamını yazarım.

6
Tartışma Platformu / Ynt: Mitoloji Hakkında
« : 18 Haziran 2014, 14:53:32 »
Önerinizi dikkate alacağım.

7
Tartışma Platformu / Mitoloji Hakkında
« : 17 Haziran 2014, 17:35:16 »
Uzun zaman sonra mitoloji ve efsanelere ilgim olduğunu fark ettim. Mitolojiye başlamak için hangi kitabı okumalıyım?



Düzenleme: Mümkünse  İlyada ve Odysseia Destanı gibi olayları anlatan kitaplar arıyorum.

8
Kurgu İskelesi / Ynt: Eski Otel
« : 16 Haziran 2014, 14:54:58 »
Teşekkür ettim beyler. İkinci bölümü yakında yazarım.

9
Kurgu İskelesi / Eski Otel - Yeni Bölüm
« : 15 Haziran 2014, 21:16:53 »
"Eski ve işe yaramaz oteli satın aldığın için mutlu musun, Lıkır?"

"Hem de nasıl."

Gerçekten tarif edemeyeceğim bir mutluluk yaşıyordum. Yaklaşık yüz elli yıllık tarihi olan oteli, sudan ucuz fiyatla satın almayı başarmıştım. Gururluydum. Sonunda doğru düzgün başarmıştım bir işi. Ama nedense ağabeyim Tıkır, benimle aynı fikirde değildi. Para kazanmak istiyordu. Bende istiyordum. Bana göre otel, ceplerimizi parayla dolduracaktı. Tamam. Biraz eski. Bakımsız ve ürpertici. Ehh tabii, şehrin dışında olması da var. Ama belki, eski günlerine döndürmeyi başarabilirsek para kazandıracak?

"Sadece eski olsa iyi," diye bağırdı ağabeyim. "İçerisi hayalet kaynıyormuş akşamları, adamı duymadın mı?"

"Saçma," dedim. "Hayalet diye bir şey yoktur."

Ağabeyim gözlerini kapattı, gülümsedi ve kafasını salladı.

"Görürüz. Dünyanın dört bi` tarafından insan gelmezse buraya, benim adım da Lıkır değil."

Ağabeyimi geride bırakıp otelin içine girdim. İçerisinin boyası tıpkı dışarısının ki gibi dökülmeye başlamıştı. Halılar parçalanmış, otelin ortasından üst katlara doğru kıvrılan merdivenin ahşap korkulukları aşağıya sarkmıştı. Otelin avizeleri de kırık döküktü. Otelin içi gibi odalarda soğuk ve ürperticiydi. Yapmamız gereken çok iş vardı anlaşılan. Ağabeyimin deyimiyle; oteli adam etmemiz zaman alacaktı.

Aslında içinde hayaletten çok, tinercilerin yaşayabileceği bir yerdi. Satın alırken, burada hayaletlerin olduğunu neden söylemişti adam anlamamıştım. Üstelik dalga geçer gibi kahkaha atmıştı. Korkunç bir kahkaha.

Otelin bahçesine göz gezdirmek için çıktığımda ağabeyim, yaşlı kadının biriyle konuşuyordu. Kadın altmışlı yaşlardaydı. Karga burnu dikkat çekiyordu. Mavi gözleri sönüktü. O gençlik ateşini çoktan söndürmüştü anlaşılan. Beyaz kıvırcık saçları, üstündeki koyu renk kazakla son derede uyumluydu.

"Ne konuşuyorsunuz bakim, fısıldaşarak?" dedim gülerek.

Ağabeyim son derece ciddi görünüyordu. " Bu kadın üst mahallede oturuyormuş. Bizi görünce hayırlı olsuna gelmiş. Ama söyledikleri pek hayırlı değil."

Kadın başını salladı.

"Evladım, bu otel hayaletlerin mekanı olmuş artık. Burası size para kazandırmaz. Diyelim ki içini ve dışını yeniden yarattınız. Ya söylentiler? Korkudan gelmez kimse otele. Bunu düşündünüz mü hiç?"

Evet, düşündün mü Lıkır? Cevabın hayır mı, düşüncesiz herif!

Yaşlı kadının söyledikleri tokat gibi gelmişti. Kulağımda çınlıyordu. Önyargıları nasıl kaldıracaktık? Burasını saraya dönüştürsek yine kimse gelmezdi. Ah hayaletler ah ah... Yaktınız beni. Sırf su toplumda yer edinme çabalarınız yüzünden hem de!

Bir anlığına düşüncesizce, hiç olmayacak hayallere kapıldığımı fark ettim. Ama sonra, şu gerçek kafama dank etti: Kadın dediğin dedikodu kılavuzudur. Yaşlı teyzeciğim, diğer mahalle kadınlarının söyledikleri, dilden dile doladıkları saçmalığı, gelmiş bize anlatıyordu. Bu mantıklıydı bence. Yalan mı yani?

"Teyzecim," dedim, omuz silkerek. "Beni kimse yolumdan alıkoyamaz. Hayaletler bile. Ben bu oteli satın aldım, sırf ucuz diye." İstemsizce güldüm." Yoksa almazdım yani. Para kazanacağız biz, hem de çok!"

Elimi ağabeyimin omzuna koydum.

"Ehh, ben sizi uyarmıştım," dedi başını öne eğerek kadın.

Sonra yavaşça otelin bahçesinden çıktı. Gözlerim kadının üzerindeydi. Çok yavaş hareket ediyordu; kaplumbağa gibi. Her şeyi görmüştüm. O yaşlı kadın... tanrım! Bir anda gözlerimizin önünde yok olmuştu. Bir anda...aslında hiç yokmuş gibi. Gitmişti. Gözlerim fal taşı gibi açılmış, ağzım açık kalmıştı. Ağabeyimle bakıştık. Yutkundum.

"Kadını gördün mü?" diye sordu ağabeyim. Sesi titrekti. "Bak, gördün mü? Sana ne demiştim."

Kesin ağabeyim hayalet rolü oynaması için tutmuştu kadını. Olayı şakaya vurdum.

"Sanırım az önce yaşlı bir hayalette konuşma şerefine eriştik."


Sayfa: [1]