Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Laki Mannelig

Sayfa: [1] 2
1
Dipsiz Konak / Ynt: Robert'ın İsyanı Forum Frp
« : 04 Temmuz 2015, 23:43:07 »
Teşekkürler sayın editörüm. Biz de öyle olmasını umuyor ve üzerinde çalışıyoruz. :)

2
Dipsiz Konak / Ynt: Robert'ın İsyanı Forum Frp
« : 04 Temmuz 2015, 17:14:30 »
Merhabalar, baktığınız için teşekkürler. Birtakım düzenlemeler yapıyoruz forumda, üç gündür  geceleri de dahil olmak üzere çalışıyoruz forum için. Ama yeni katılan arkadaşlarla elbette elimizden geldiğince ilgileniyoruz. Sorularınız ya da önerilerinizi varsa bu başlık altında, özel mesaj olarak yahut forumdaki hesabım olan "Laki Mann" a mesaj atarak bildirebilirsiniz

3
Dipsiz Konak / Robert'ın İsyanı Forum Frp
« : 04 Temmuz 2015, 02:16:26 »
 Merhaba arkadaşlar, ben Laki. Bir buçuk ay gibi bir süre sınavlarımdan ötürü yoktum ve dönüşümün şerefine size bir hediye getirdim. Donanımlı ve deneyimli bir kadronun önderliğinde bir araya gelmiş ve kurulmuş bir Taht Oyunları-Robert'ın İsyanı forum frpsi. Buyurun, kendiniz bakın inceleyin. Soru ve önerilerinizi bekliyorum.

http:/thenorthremembers.web44.net/robertsrebellion/index.php

4
Merhabalar. Forumda yeni olduğumdan hâliyle sizi de yeni görüyorum ve hikâyenizin başlığında "distopya" geçtiği için okumak istedim. Belirtmeliyim ki başta sade ve tek düze gittiğini düşünsem de sonradan etkisine kapılıp zevkle okudum. Şu kısım beni etkileyen bölümlerden biri misal:

"Onlardan bize kalan, yalnızca kırıntılar oldu. Bebeklerin cinsel hastalıklarla doğmalarının normal kabul edilişi oldu. Son televizyonu, son modemi ateşe verdiğimizde elimizde kalan tüketilmiş bir gezegen oldu. Son sigarayı söndürdüğümüzde, son alkol şişesini kırdığımızda, dünyamız sonuna kadar sıkılmış bir tüp olan Dünya oldu.

Bize kalan artıklardı. Kazanın dibindeki zehirli, yanık, yağlı kısım. Bizler arta kalanlardık."

  Daha sonrasında insan evrimin ileriki evresinde, hikâyenin geçtiği zamana göre "günümüzde" geldiği nokta oldukça trajik. Gittikçe zayıflamış ve en ufak darbe ve etkide hayatlarını kaybeden insanların betimlemesini başarılı buldum. Uzuvların kopup yere düşmesi, öksürürken iç organların istifra edilmesi... Bunlar "sentetik bir distopya"bin gerçek anlamıyla kanlı betimlemeleri. Umarım kitabı okuduktan sonra genel olarak yorumunu sunarım. Paylaşım için teşekkürler. :)

5
Sinema / Ynt: State Zero: Post-Apokaliptik Bir Kısa Film
« : 12 Mayıs 2015, 18:29:44 »
Spoiler: Göster
 Aydınlandım şimdi! Hayatta kalmış insanların kurduğu olası bir topluluğa/hükümete mesaj göndermek niyetiyle künyesini bıraktığını çıkarmıştım ama aslında ilk mutasyona uğrayan insan olduğunu sayenizde öğrendim.

6
Sinema / Ynt: State Zero: Post-Apokaliptik Bir Kısa Film
« : 12 Mayıs 2015, 14:47:31 »
  Post-apokaliptik kelimesini görünce hemen konuya tıkladım. Eve geldiğimde yemek yerken bir şeyler izlemeyi seven biriyimdir. Apokaliptik  dünya senaryolu kitapları, bilhassa filmleri de severim. Hâliyle forumda gezinirken bu başlığa uğramam büyük bir şans oldu  benim için. Teşekkürler.

  Kısa film de olsa spoiler vermek istemiyorum. :D Bu yüzden umarım daha izlememiş olan arkadaşlar bu yorumu okumaz, okuyorlarsa da devam etmesinler.

  
Spoiler: Göster
Görevli ekibin donanımları gerçekten de Crysis'ten çıkmış gibi. Ama film bana daha çok Ben Efsane'yi anımsattı. Gerek mutantlar, gerekse son sahne. Son sahne, Ben Efsaneyim'in alternatif son sahnesiyle benzeşiyor bayağı. Ben pek umut görememiştim adam için lâkin şanslıymış, bu seferlik kurtardı.  Eğer uzun metrajlı filme dönüştürülür se başlangıç böyle olmalı kanımca. Hatta en sona kalmış olan adam, künyesini ona bırakmış olan mutantı düşünüp dursun arkadaşlarını kaybetmenin hezeyanıyla ufak çapta bir depresyona girmişken. Bir keşif gezisinde yahut aynı bölgeye yapılmış başka bir seferde başı çeksin ve bu sefer tuzağa düşmeyip de kıstırsınlar yaratıkların başını. Gerisi ise panzehir/tedavi için yapılan deneyler, insanlık adına dirilen umutlar vesaire... Geri-dönüş (flashback) teknikleriyle film boyunca aydınlatılan kurgu ve arka plan ögeleriyle zenginleştirilirse kendi adıma konuşuyorum: Oldukça başarılı bir film olacaktır. Zaten görsel efektler de şahane.

7
Tartışma Platformu / Ynt: Yazmayı Unutmak?
« : 12 Mayıs 2015, 02:15:25 »
Amras Ringeril'in sorusuna bana yöneltilmemiş olsa da kendimce vermek isterim. Yazmak bir beceridir. Beceriyi kazanmak için saatlerce ama saatlerce çabalamak, odaklanmak ve bu uğraşı sürekli kılmak gerekir. Örneğin el becerisi gereken işleri ilk başta her insan yapamaz. Yapmak isteyenler ise basitten başlar, saatlerce çalışır ve bir adım ilerler. Çalışmasını sürdürür, odaklanır ve bir adım daha ilerler. Bu süreci devamlı kıldığı takdirde belli bir zaman sonra artık o beceriyi  kazanmıştır bile. Gelelim işin yetenek kısmına. Yazmak bir beceridir. Ama neyi yazacaksın? Bu soru önemli. Makale, mektup, anı, gezi yazısı gibi çoğunlukla edebî değeri yüksek olmayan ürünleri verirken beceridir aslolan. Oysa hikâye, roman, şiir, tiyatro, eleştiri gibi türlerde ise duyuş, düşünüş ve kavrayışa ihtiyaç vardır. Bir şairin, bir hikayecinin, senaryo yazarının, kısaca sanatçının çevreye bakışı ve izlenimlerini değerlendirişi ile ''sıradan'' tabir edilen insanın bunu yapışı apayrıdır. İşte yetenek bu duygusal zeka, duyuş/düşünüş ve ele alma farklılığında kendini belli eder. Tasarlama kısmında yetenek önemlidir. Oysa bir insan ne kadar duygusal zekaya sahip, yetenekli biri olursa olsun yazımını geliştiremez, özgünlüğü yakalayamazsa ortaya koyduğu ve insanlığa sunduğu yapıtlar ne kadar değerli olabilir ki?  Özgünlüğü yakalamak ve yazımını geliştirmek; düşlerini ve fikirlerini en etkili şekilde, istediğin biçimde ifade edene kadar deneme-yanılma yoluyla yazıp silmekten ibarettir.

8
Liman Kütüphanesi / Ynt: Beğendiğiniz Alıntılar
« : 12 Mayıs 2015, 01:00:45 »
''Aemon, Tarendrelle'i aştı,'' dedi Moirane, ''köprüleri arkasından yıktı. Ve tüm ülkesine, halkın kaçması için haber yolladı, çünkü Trollac sürüsünün yanındaki güçlerin, onları ırmağın karşısına geçirecek bir yol bulacağını biliyordu. Haber yayılırken Trolloclar geçmeye başladılar ve Manetheren askerleri, halklarının kaçması için gereken saatleri kanları ile ödemek için, yeniden savaşmaya girişti. Manetheren şehrinde, Eldrene halkının en derin ormanlara, dağların en yükseklerine kaçmalarını organize etti.
''Ama bazıları kaçmadı. İlk önce damla damla, sonra nehir, sonra seller gibi, bazı erkekler güvenliğe değil, ülkeleri için savaşan orduya katılmaya gitti. Yayları ile çobanlar, yabaları ile çiftçiler, baltaları ile oduncular. Kadınlar da, bulabildikleri silahları omuzladılar ve erkekleri ile yan yana yürüdüler. Kimse, o yolculuğu asla dönmeyeceklerini bilmeden yapmadı. Ama bu onların ülkesiydi. Babalarının ülkesi olmuştu ve çocuklarının ülkesi olacaktı ve bunun bedelini ödemeye gittiler. Kanla ıslanmadan tek bir karış toprak verilmedi...''


-Zaman Çarkı- Dünyanın Gözü'nden.

9
Kurgu İskelesi / Faldekarth'ın Hikâyesi
« : 12 Mayıs 2015, 00:36:10 »
    Zamanında, kurgusal dünyamız olan Rinnundo için yazdığım Şer Süvarileri Birliği'nin kuzey topraklarındaki kolunun başı olan ve önceleri sakin ve unutulmuş bir köydeki küçük kütüphanenin sorumluluğunu üstlenmiş bir gençken deliren ve kara büyüye başvurarak ruhunu bir orkun bedenine hapseden Faldekarth'ın hikâyesini yazmaya karar verdim. Uzun zamandır kurguluyordum ve artık yazdıkça, bölüm bölüm burada yayınlamaya karar verdim.

(Önsöz - Başlangıç Mahiyetinde)


 Faldekarth gibi hissettiğim zamanlar... Onun kadar hevesle çıkmıştım yola ama onun gibi sapıttım. Onun kadar istekli atılmıştım hayata ama başlangıcım hatalarla doluydu. Ne yaptıysam bir ömür telafi edemedim. Ne olduysam hep düzeltmeye çalışırken daha da çarpıttığım için oldum. Nihâyetinde daha ''Günlerin Sonu'' gelmeden, ben, bu hâle geldim.
 
  Hakikâti buldum sanmıştım bir kütüphane köşesinde sayfaları bakir ve zamanı geçip solmuş kitaplarının içinde. Oysa bulduğum şeytandı. Bulduğum bir tanrıydı. Unutulmuş ve artık iman edilmeyen bir tanrı. Kendini yok etmek isteyen bir tanrı -oysa bilirsiniz ki tanrılar ölmezler, ölmedikleri gibi yok olup gitmezler. En azından kurgulananlar böyledirler. Lâkin o ölmek istiyordu, bilincini sonsuza kadar kaybetmenin ölmekle eş değer olduğunu öğrenmişti okuduğu bir kitapta. O da bir insana musallat olacak ve rızası olup olmamasına aldırmayarak ruhuna karışacaktı. Bir müddet sonra kudretini salacak ve kontrolü ona bağışlayacaktı. Haset ve kin doluydu içi. Kıskançlığından alev rengine bürümüştü çehresi. Unutulmayı kaldıramıyordu artık yüreği. Tanrılığından sıyrılmıştı, kutsallığından soyunmuştu. Ne şanslı, ne mutlu ona ki Faldekarth uğramıştı o gün kütüphaneye. Ve Faldekarth'ın ince, uzun parmakları büyük bir şehvetle bakir sayfalarının üzerinde gezinirken intikamcı tanrı elini uzatmış ve bir parmağını kavramıştı. Faldekarth'ın nutku tutulmuştu ama göz açıp kapayıncaya kadar ilahî bir sırra vakıf olduğunu hissetmişti.

  Faldekarth diyorum size dostlarım, içinde kindâr bir tanrı taşıyan Faldekarth... Bunun cerenemesini çeken, sorumluluğunu omuzlarına yükleyen bedbâht bir adam. Hayatım boyunca hikâyesini anlatmak istediğim, kim olduğunu bilmeden, daha tanımadan kendimi 'ona' benzettiğim bir kahraman. İçimde yaşayan türlü karakterden en ağır basanı Faldekarth. Sadece Rinnundo için var olmuştu, bu amaçla 'düş çocuğu' olarak doğmuştu dimağımda -hiç de sancısını çekmemiştim oysa-. Demek değilmiş. Beynimin kıvrımlarına serpilen bir tutam rahmet yahut akıtılan bir damla zehir. Yüksek sesle okunmuş, iyi niyetli efsun; ya da mırıldanılmış bir lanet. Zamanı geldiğinde belli olacak.

 
''For too many years
I've been lost.
I'm so lonely, dead lonely...
Please show me the way home''
*



___________________________________________
* (Germ- So Lonely, Dead Lonely)
Resim: Knight by İlker Serdar Yıldız

10
Belki bir yararı olmayacak konuyu açan arkadaş için yazdığımın ama olsun, belki hâlâ mitolojiye nereden başlayacağını bilemeyen dostlarımız vardır bir yerlerde ve yolları bu başlığa düşer. Onlar için:

Elimde iki donanımlı kaynak var. Biri ansiklopedi niteliğinde. ALFA Yayınları'ndan ''Büyük Dünya Mitoloji Ansiklopedisi''. Arthur Cotterell ve Rachel Storm hazırlamış. 9. sınıfta almıştım, günümüze nispeten daha da meraklıydım mitolojiye o sıralar. 65 liraya almıştım da şu an ne kadardır bilemiyorum. Kuşe kağıda basılmış ve renkli, çok sayıda illüstrasyonlarla süslenmiş alfabetik dizinli ağır bir kitap. Ayrıyeten NTV'nin ''Başvuru Kitapları'' dizisinde yer alan ''Mitoloji'' adlı kitap var. Küçük bir kitap ilk baştakine kıyasla boyut olarak ama bu da kaliteli kağıda basılmış ve bu kitapta da çok sayıda renkli illüstrasyon var. Yalnız alfabetik dizine sahip değil. Yaratılış temasından başlıyor tanrı/tanrıçalar ve önemli mitlerle devam ediyor. Bana soracak olursanız isminin hakkını verecek türden bir başvuru kitabı.

11
Tartışma Platformu / Ynt: İsim karmaşası...
« : 11 Mayıs 2015, 22:25:01 »
  Öncelikle belirtmek isterim ki ilk iki sayfadaki yorumların tamamını okudum ve bazı çıkarımlar yapıp birkaç da yeni bilgi edindim. En basitinden, detaylara önem veren biri olarak ''hurin'' kullanıcı adlı arkadaşımızın ilk sayfada yaptığı yorumundan edindiğim bilgi: Zilvinas isminin Hollanda vatandaşları tarafından kullanılan sıradan bir isim olduğu. :D Kim bilir, belki Zilvinas ismini biraz değiştirip kendi hikâyelerimde, yahut Esvollar ile kurguladığımız dünyamızın mitlerinin birinde kullanırım.

 Bu sayfada yapılmış yorumları da okumadan önce  daha tazeyken fikirlerimi yazıya dökmek istiyorum. Hikâyelerde hatta manzumelerde isim koymak iki ayrı başlık altında incelenmeli fikrimce. Birincisi gerçek hayatta karşılaşacağımız türden, fantastik ögeler içermeyen hikâyelerde kullanılacak olan adlar; ikincisi ise düşsel ögelerin ağırlıkta olduğu kurmaca metinlerde kullanılacak türden adlar. Ben, Kayıp Rıhtım'ın ana teması saydığım (''olan'' demiyorum zirâ yanlış bir saptama yapmak istemem) ''fantastik yazınlar'' ile ilgili olan ikinci türden adlar ile ilgili düşüncelerimi yazacağım.


 2014'ün şubat ayının başlarında, Esvollar'a bir akşam ''Haydi, seninle birlikte bir krallık kuralım!'' diyerek başladığımız Rinnundo maceramızda, kuzeyde yer alan ve buz elflerinin krallığı olan Er-Sgotoh'un (ki eklemek isterim eski Türk-Moğol mitlerinde bir kahramanın adıdır Er-Sogotoh, biz sadece ilk o'yu atarak bunu olduğu gibi aldık ve kendi dünyamızda kullandık) kralı olmuştum hikâyede. Bir isim bulmam gerekiyordu yeterî kadar fantastik. Vikings izlediğimiz, kendimizi ''Northborn'' saydığımız zamanlar olduğundan ''Kuzey temasına'' uygun olacak şekilde, Kuzey dillerinden biri olan İsveççe'de ''Yasa/kanun'' anlamına gelen ''Laki'' adını aldım. Hem sizlere kullanıcı adımın anlamını da açıklamış oldum bu başlık altında. :) Er-Sgotoh'u inşa ederken Kuzey dillerinden, bilhassa Fince ve İsveççe'den  alıntılar yaptık. Bir suikastçi loncasının adını Fince'de ''Suikastçi'' anlamına gelen ''Salamurhaaja'' koyduk örneğin. Ve daha birçok örnek...

  Peki, başka hikâyelerimde nasıl bir yol izliyorum, kendim oluşturduğum bir isim var -ki beni en çok etkileyen de odur. 4 Mayıs 2015 tarihli bir yazımda bu etkiyi şöyle dile getirmişim:

''...Faldekarth diyorum size dostlarım, içinde kindâr bir tanrı taşıyan Faldekarth... Bunun cerenemesini çeken, sorumluluğunu omuzlarına yükleyen bedbâht bir adam. Hayatım boyunca hikâyesini anlatmak istediğim, kim olduğunu bilmeden, daha tanımadan kendimi 'ona' benzettiğim bir kahraman. İçimde yaşayan türlü karakterden en ağır basanı Faldekarth. Sadece Rinnundo için var olmuştu, bu amaçla 'düş çocuğu' olarak doğmuştu dimağımda -hiç de sancısını çekmemiştim oysa-. Demek değilmiş.'' Faldekarth ismini olutştrurken elbette çağrışımlardan da yararlandım ama kulağıma hoş geldiği için seçtim.

 Yazıma devam edecek ve fantastik eserlerde Türkçe isim kullanımına yönelik düşüncelerimi sıralayacaktım ama az önce önizleme yaptım da yorumların ortalamasına göre uzun bir yazı olmuş. Burada sonlandırayım ve okuyacak olan arkadaşları da sıkmamış olayım. Devamını uygun bir zamanımda ya da ilham gelince getiririm. :) İyi akşamlar...

_______________________
Düzenleme: İmla

12
Üzülerek ve utanarak itiraf etmem gerekir ki Fahrenheit 451'i ne kadar ilgi çekici bir konusu olsa ve distopyalar arasında kült eser olarak anılsa da okumadım hâlâ. Lâkin yazma sırlarını paylaşan başarılı, adından söz ettirmiş yazarların bu tür kitapları ilgimi çekiyor. Önümde yabanıllar gibi umutsuzca ve bir o kadar cesurca saldıracağım bir Duvar gibi duran sınavı bir atlatayım da... Eminim ilk kitapçı ziyaretimde  gözlerim raflarda ''Yazın Sanatı''nı arıyor olacaktır. Konu için teşekkürler.

13
Genel Kültür / Ynt: Pi sayısı ve önemi
« : 11 Mayıs 2015, 21:40:22 »
Pi sayısı ile ilgili bir izletiye rastlamıştım zamanında. Kısa ve öz, bir o kadar da ilgi çekici. Yıllardır kendimi ''sözel ağırlıklı birey'' olarak tanımlasam ve tanıtsam da içimde hâlâ koruduğum matematik aşkını alevlendirmişti. Buyrun, sizinle de paylaşmak isterim:

https://www.youtube.com/watch?v=rud8m0JO56g

''Pi sayısı. Bir dairenin çevresinin çapına bölümüne denir.'' *Burada pi sayısının virgülden sonraki 10 basamaklık  hâlini gösterir.*  ''Ve bu yalnızca başlangıcı. Sürüp gidiyor. Sonsuza tek. Hiç tekrar olmaksızın. Bunun anlamı, bu ondalık dizilerin arasında her bir sayı var. Doğum tarihiniz, dolap kilitlerinizin şifre kombinasyonları, sosyal güvenlik numaranız. Hepsi bunun içinde bir yerlerde. Ve bu ondalıkları harfe dönüştürürseniz, var olmuş tüm sözcükleri elde edersiniz.'' Bu sadece bir alıntı dediğim izletiden. Edebiyatla ilgilenen ve şairlik-yazarlık hevesinde olan ben için içinde Dante'nin İlahi Komedya'sı, T.S. Eliot'ın şiirleri,  Nietzsche'nin Deccal'ının yazılı olduğu ''Pi sayısı'' gerçekten merak uyandırıcı ve büyüleyici.

14
Fani yüreğini ateşler içinde bırakan ihtirası ve hırsıyla çok şey bildiğini düşünen ve kendisine haddinden fazla değer biçen bir insan olmak isterdim ırk tercihimde. Herhalde gerçekten elf de olsam bu soruya insan derdim. :D Ve bir Dûnedâin olmaak isterdim. Yüce ülküleri olan ve bir nevî sürgünde olan kolcular...

15
Ütopya/Distopya / Ynt: 1984 - George Orwell
« : 10 Mayıs 2015, 02:13:18 »
İlk gençlik dönemimden beri -ki hâlâ gençliğin baharında olduğumu düşünürsek üç-dört yıl öncesine tekabül ediyor- distopyalara meraklı biri olarak 1984'ün bende yeri apayrı. Ondan önce okuduğum distopik bir eser varsa da reddediyorum, zira anlayarak ve sindirerek okuduğum ilk kara-ütopik kitap benim nazarımda 1984'dür. 10. sınıfta psikoloji dersinde ders kitabının bir sayfasında konuyla âlâkadar bir alıntı olarak verilen 1984'ü merak etmiş ve birkaç gün ya da hafta sonra da alıp okumuştum. Doğrusu mest olmuştum. Korku filmlerinden hem gerçek anlamda korkan hem de bundan haz alan biri olarak böyle dünya tasvirleri sunan kitaplardan da benzer bir tat alıyorum. 1984 bana bu tadı veren ilk kitap daha önce de belirttiğim gibi. Winston'ın başkaldır(amay)an bir insan profili çizmesi, eylemlerinde ve düşüncelerinde haklı olduğunu bilmek isteme gayreti kendimde bir şeyler bulmama yardımcı oldu. Kitaptan en çok da şu dizeler kaldı aklımda ve hâlâ daha tekrar ederim:

Güzelim kestane ağacının altında
Ben seni sattım, sen beni havada
Onlar orada yatar, bizler burada
Güzelim kestane ağacının altında!

Sayfa: [1] 2