"Düşler Gölü"
"Belini bükme!"
Doğruldum ve elimdekini düz tuttum. Gözlerim bağlıydı.
"Sana nereden geleceklerini hisset. Gözler yalan söyler."
Kılıcımı sıkıca kavradım. Etraftan hiçbir ses gelmiyordu. Odaklandım. Bir ayağımı geriye kaydırdım. Bekledim sessizce.
"Ve sabırlı ol Kıryağız."
Beklemeye devam ettim. En önemli kuralım buydu; sabır benim kilit noktamdı.
Ve geldiler.
Yaklaşan gölgeleri hissettim. Gözlerim bir bandanayla bağlı olduğundan onları göremem imkansızdı. Ancak onların gölge benzeri hayaletler olduğunu tahmin ettim. Bu hiç şüphesiz, Wotan'ın bana gönderdiği birtakım hayallerdi.
Bana yaklaştığını hissettiğim bir tanesine kılıcımı savurdum. Savaş naraları atıyordum.
"Yaahh!"
Kılıcım, bir başka kılıca çarparmışçasına bir ses çıkardı. Hemen geri hamle yaptım. Savunmaya geçtim.
Sonra o saldırdı aniden. Ancak gücü hiç bitmiyor gibiydi.
"Dikkatli ol Karoğlu!"
Dikkatli oldum. Bana doğru gelen fısıltılar çıkaran yaratığın hamlesini karşıladım kılıcımla. İki elimle tuttum kılıcımı, bana saldıran gölgeye alttan savurdum, kendi etrafımda dönerek. Bunlar bana beş senedir öğretilen hamlelerdi.
Kılıcımın bir sisi kestiğini hissettim. Sis yarılınca, fısıltılar da bitti ve gölgenin varlığını artık hissedemez oldum.
Rahatlamıştım. Kılıcımı indirdim. Bandanamı çözmek için elim arkaya gitti.
"Bu da ne?!"
Başımın arkasına giden elimi bir şey tuttu ve yere düşürdü beni. Kılıcım da düşmüştü.
"Asla dikkatsiz olmayacaksın."
Yine yenilmiştim. Bana bahşedilen güçleri kullanmadan birini yenmem gerekiyordu. Bir kere bile başaramamıştım daha. Ya sabırsızdım, ya güçsüz ya da dikkatsiz. Mecburen gücümü kullandım.
Rünleri okudum:
"Jäk-Nörr!" (okunuş: Yak Nör)"
Rünleri okuduğum gibi zihnim açıldı ve kanım soğudu. Düşüncelerim berraklaştı ve kalp atışlarım düzene girdi. Ve bana bahşedilmiş olanı kullandım.
Kaldırdım elimi göğe.
Çağırdım doğanın ruhlarını kendime.
Onlar Ayaznefesli'ye kulak verir, sadece.
Koşulsuz sunarlar ona buzu ve soğuğu,
Düşmanını yensin diye."Jäk-Nörr", bana Wotan'ın öğrettiği kadim, arkaik rünlerden biriydi. Bana bu rünlerin irfanına ulaşabilmek için tek gözünü ve kim olduğunu feda ettiğini söylemişti. Bu sayede hem büyük bir güce, hem de geçmişin tüm bilgisine kavuşmuştu. Belki de biraz da geleceğin. "Kuzey Buzu" demekti, Jäk-Nörr.
Bir nefeslik sürede yerden kalktım, etrafımda oluşan fırtınanın etkisiyle. Fırtınanın etkisiyle yumruğumu gölgeye savurdum, kılıcım elimden düşmüştü. Yumruğum, buzla kaplı bir gülleye dönüşerek sisi dağıttı.
Hemen yerden kılıcımı aldım. Gardımı alarak bekledim.
Wotan'ın yaşlı ve pürüzlü sesi geldi:
"Daha öğrenecek çok şeyin var. Ancak şimdiye dek iyi yol kat ettin Karoğlu. Yafern yaşasaydı seninle gurur duyardı."
Bandanamı çözdüm. Beni himayesine alan, kim olduğunu bilmediğim (kendisinin de bilmediği) , yaşlı Wotan karşımda bağdaş kurmuş oturuyordu.
"Her seferinde aynı hatayı yapıyorum..."
"Hata yapmak, asla bir sorun olmamıştır. Aksine hata öğretir. Ve sen Kıryağız, öğreniyorsun. Kuzey topraklarında yaşının küçüklüğüne rağmen, karşında duracak az savaşçı var."
"Daha hiçbiriyle dövüşmedim. Üç senedir burada gizli gizli yaşıyorum."
"Her şeyin bir bedeli vardır."
"Peki ya annem ve babam? Onların bedelini kim ödeyecek?"
Sinirlenmiştim. Wotan başını kaldırdı. Kara kukuletasının altından tek gözü gözüktü, parlarken.
"Zamanı gelince oğlum, bunun bedelini yapanlar ödeyecek."
"Onları bulacağım." dedim kesin bir tavırla. İntikam ateşi içimde yanıp duruyordu. Ne zaman onlar aklıma gelse suratım geriliyor, bahşedilmiş gücüme sahip çıkmakta zorlanıyordum.
"Wotan..."
"Söyle Karoğlu."
"Her sinirlendiğimde, fırtınalara ve kara sahip çıkmakta zorlanıyorum."
Yaşlı Wotan asasına dayanarak kalktı.
"Wotan sana bahşedileni öğretmek için burada. Merak etme genç kuzeyli. Senin Ayaznefesli olduğun su götürmez bir gerçek. Farklı dünyalarda gezdim. Başka dünyalarda. Seni bulmak için."
"Başka dünyalar mı?"
"Yaşam ağacının dallarıyla tuttuğu dünyalar. Ulukayın'ın dalları sayısız dünyayı gökte tutuyor. Atım Sleipnir'le koştum dallardan başka dallara. Öyle ki, geldiğim bir dünyada insanlar taş kuleler içinde yaşıyor, vızıldayan ve metalden yapılmış, dört tekerli arabaların içinde yolculuk ediyordu. Bir başkasında elfler birbiriyle savaşıyordu ve tek bir canlı bırakmıyorlardı dünyalarında."
"Ulukayın'ı nasıl buldun Bilge Wotan?"
"Düşüncemin derinliklerinde, yüreğimin saklı bir köşesine dal sarkıtmış bir ağacı araştırdım."
"Peki ya nasıl başka dünyaları gördün?"
"Beni onlara taşıyan, kutlu Sleipnir'di."
Wotan'la konuştuğum her an ufkum daha da açılıyordu, her seferinde daha da bilgili oluyordum. Bu benim her daim yaptığım bir şeydi: Sorgulamak.
"Peki..."
Wotan asasına dayandı.
"O insanların arabaları, atsız nasıl ilerliyordu ki?"
Sakalını sıvazlayan yaşlı ve bilge adam cevapladı:
"Bu o insanların sahip olduğu bir irfan. Onlar da senin gibiler, korkak değiller. Büyü olmadan hayatlarını idame ettirmesini öğrendiler."
Sorum kalmayınca sustum. Beş senedir yaşlı adamdan eğitim gördüğüm bu mağara zindanı artık bana küçük geliyordu. Keşfetmek ve dolaşmak istiyordum. Ancak Wotan her seferinde bana bunun tehlikeli olduğunu söylüyordu. Babamı öldürenler tarafından bulunma tehlikem olduğu için. Beni koruyan ve sahip çıkan bu adamın sözlerine kulak verdiğimde kazançlı çıktığımdan, bu tembihine de uymuştum.
On yedi yaşında bir gençtim. Yıllardır eğitim gördüğümden kaslarım gelişmişti, kılıcı iyi kullanıyordum. Ayrıca Wotan bana tüm tarihimi öğretmişti neredeyse. Tabii ki bu satırları yazarken tarihimizi anlatmayacağım teker teker. Ben bir tarihçi değilim. Ayrıca siz bu satırları okuyan Karoğulları ve Karkızları, devamında öğreneceksiniz tüm bunları. Her şey bittiğinde, benim her şeyimi bileceksiniz.
"Gel Karoğlu. Bugün özel bir gün."
"Neden özel bir gün, yaşlı ve bilge olan?"
Annemden yadigar destanlar ve masallardan konuşmayı bilirdim. Ve pek tabii Wotan'ın bana öğrettiği adap kuralları vardı. Kendi ülkemin insanlarını hiç görmemiş olmama rağmen, onlardan biri gibi yetişmiştim.
"Bugün, senin için zaman geldi. Yazgını öğrenmenin."
"Yazgım mı?"
"Ayaznefesli bu dünyaya boşuna gelmedi. Atalarının dikilitaşları, boşuna senin gelişini haber vermedi, yüzyıllar evvelinden. Sen şüphesiz, bu dünya üzerindeki insanlar arasında en amaçlı olanısın."
"Niye ben yaşlı Wotan?"
"Çünkü Karoğlu, ancak sen tüm bu acıyı kaldırabilirdin. Gel benimle."
Takip ettim tek gözlü yaşlıyı.
Tek gözü bilgelik saçardı,
Asası rünlerle kaplıydı.
Çok şey bilirdi, kimsenin bilmediği.
Neden bilirdi, bilinmezdi.
Benim bildiklerimse,
Onun yanında hiçbir şeydi.***
"Buraya daha önce gelmiştik..." dedim ona. Geldiğimiz yer o göldü. Beni kurtarırken üstünden geçtiğimiz göl. Sleipnir'in huysuzca kişnediği göl.
Saçlarım omzuma geliyordu. Babam Yafern'in saçları gibi sarıydı, gözlerimde mavinin griye çalan bir tonuydu. Üzerimde deriden ve posttan yapılmış bir kıyafet vardı. Sıcak tutuyordu. Normalinden daha sıcak. Çünkü bu kıyafeti sığındığım dağın içinde bulmuştum. Belki benden önce başka bir kuzeylinindi,bilemem. Ama çok kaliteli olduğu belliydi.
"Evet gelmiştik. Ancak burası o zamanlar donmuştu. Burası Düşler Gölü'dür. Bu göl kutsaldır."
"Kutsal..."
"Senin ataların tarafından kutsanmıştır. Ay Hanımları'nın bu gölde yıkandığını anlatırlar. Ve bu göle tılsım bıraktıklarını."
"Ne çeşit bir tılsım?"
"Bir çeşit öngörü."
"Tüm bunlar... Gerçekse benim ne işime yarayacak?"
"Bunu şimdi göreceksin Karoğlu."
Wotan göle yürüdü. Nefes kesici bir güzellikteydi bu göl. Çok büyüktü. Durgundu, üstünde gökyüzünün yanısıması vardı. Etrafta tek karla kaplanmamış olan şey göldü.
Ben de onunla yürüdüm. Gölün kenarına geldiğimizde Yaşlı Wotan konuştu:
"Bu dünya yaşlı. Bir zamanlar gençti. Genç olduğu zamanlar, insanlık da gençti. İşte o zamanlar gözlerimi bu göle attım. Dipsiz ve derindi. Ve bana pek çok şeyi gösterdi."
"Neleri?"
"Geçmişi. Yaratılışı. Ve senin gelişini."
"Beni mi? Beni bu kadar önemli kılan ne? Evet, okuduğum rünlerle kar fırtınası çağırıyor ve buza hükmediyorum. Ancak bu yine de beni yaratılışla aynı değerde yapmaz. Aynı cümlede geçmemizi gerektirmez."
"Bunun sebebini gözlerini göle bıraktığında göreceksin. Şimdi ona bak Karoğlu. Düşler Gölü'nün dibine bak."
Baktım Düşler Gölü'nün gümüşi suyuna,
Bıraktım gözlerimi onun derinliklerine.
Görmeliydim geçmişi ve geleceği.
Öğrenmeliydim bana gerekeni.
Ancak böyle kavrayacaktım,
Bana bahşedileni.***
Wotan'ın demesiyle Düşler Gölü'ne baktım. İlk önce zihnim bulanır gibi oldu. Sonra gözümün önündeki berrak suya odaklanmaya çalıştım. Ben odaklanmaya çalıştıkça o kaçar gibi oldu. Bir adım daha attım göle doğru. Sonra bir adım daha. Gümüş renkli su beni kendine çekiyordu sanki. Elim suya dokunmaya gittiğinde, Düşler Gölü'ne düşüverdim.
Suyun içinde hareket edemiyordum. Yüzeye çıkmaya çabaladım. Baloncuklar çıkıyordu ağzımdan:
"Wotan!"
Nefesim bitmek üzereydi. Öleceğimi düşündüm.
Tam sırada gölün dibinde bir ışık gördüm. Işık giderek büyüdü. Büyüdü ve bana yaklaştı. Gözlerime ulaştığında,
Her şeyi gördüm.
Dikkatle dinleyin beni. Zira anlatacaklarım... Bir hayli ilginçtir:
"Sen, Yafern oğlu Kıryağız mısın?"
"Evet!"
"Sana düşlerimi göstermemi mi istiyorsun?"
"Evet."
"Kendi ölümünü görecek olsan bile mi?"
Düşündüm. Nefes alabiliyor gibiydim.
"Evet."
"O halde hazırlan göreceklerine."
Ve aniden imgeler gözlerimin önüne serildi. Gözlerim tamamen kapandı. İstemsizce hareket ediyordum. Aklıma bir çeşit görüntüler gidip geliyordu. Sonunda berraklaştılar ve bir hikayeye dönüştüler.
Bir adam gördüm. Benim büyümüş halimdi. Kılıcıyla dört adamı kesti. Dönüp bana baktığında gözlerinin parladığını gördüm mavi bir şekilde. Aniden başka düşmanlar belirdi. Hepsine baktı Kıryağız. Sonunda uzun kılıcını büyük bir şiddetle yere saplayarak her yeri kar buz ve fırtınayla doldurdu. Herkes donmuştu.
Görüntü gitti. Yerine biri daha geldi.
Bir kadın gördüm. Gördüğüm en güzel kadındı. Karda yeşermiş kardelenleri okşuyordu. Ancak gökten bir kartal yaklaştı ona. Kartal onunla konuştu. Kulağına bir şeyler fısıldadı. Güzel kadın bunları duyunca hıçkırarak ağlamaya başladı.
Bu düş de gitti. Yerine başkası geldi.
İki insansı canlı gördüm. Tenleri kar kadar beyazdı. Gözleri kıpkırmızıydı. Ellerinde mızraklar vardı. Önlerinde bir kapı açıldı. İçeri giren ışıkla mızraklarını yere saplayıp ışığa doğru yürüdüler.
İmgelerin ardı ardısı kesilmiliyordu.
Köpüren dalgalar gördüm. Yıldırımlar çaktı. Karanlık denizin ortasında bir ejder yükseldi. Deniz kadar maviydi. Ejderha denizde ilerledi. Onun peşi sıra on yedi gemi geldi.
Başka yaratıklar gördüm, hayatta hiç görmediğim. Bazıları çürümüştü, bazıları yozlaşmıştı, bazıları da yürüyen cesetlerden farksızdı. Onları yöneten tek bir ruh vardı. İşte orada kendimi gördüm. Koştuğumu gördüm. Bir ceseti devirdim, sonra birini daha kılıcımla yardım. Aralarında onları biçerek koşarken, o ruhun varlığına ulaştığım an, savaş çığlığı atıp rün okudum.
Bir adam gördüm. Elinde bir asası vardı, ancak o çok gençti Wotan'dan. Bir şamana benziyordu kıyafeti ve boynundaki muskalar. Bir uçuruma düşmek üzereyken tuttum onu.
Sonunda bir yurt gördüm. Görkemli bir şehir. Buzla kaplı ve ölmüş. Kara mermer ve taştan yapılmış. İçine bir atın üstünde girdim. Beyaz bir attı.
Oturup gözlerimi kapadığımı gördüm. Kuzey ışıklarının dans ettiğini gördüm tepemde.
Kuzey yıldızını gördüm. Mavi ışıltısıyla parlıyordu.
Kuzey rüzgarı esip gürledi.
Gözlerimi açtığımda, mavi mavi parladıklarını gördüm.
Oturduğum yerden şimşek hızıyla kalktım ve arkamdaki karanlığa kılıcımı savurdum dönerek.
İşte burada düşler bitti.
***
"Karoğlu!"
Gölden çıkarken bitap haldeydim. Karlı toprağa boğazımdaki suyu çıkardım. Sonra da yere kapaklandım sırılsıklam.
Yaşlı Wotan'ın beni sarıp sarmaladığını gördüm cüppesiyle. Donarak ölmemem için. Ancak bilincimi kaybetmek üzereydim. Wotan, Sleipnir'in adını fısıldadı. Az sonra karaya çalan, boz renkli at koşarak geldi. İkimizi de Akdağ'ın altına geri götürdü.
Aradan yarım saat geçtiğinde, ateşin karşısında ısınıp kurumuştum. Wotan karşımda, tek gözüyle beni izliyordu.
"Yaşlı ve bilge Wotan... Bazı şeyler gördüm..."
"Gördüğün her şeyi ben de gördüm."
"Ben o muyum? Yani... Ayaznefesli."
"Düşler Gölü'nün kutsallığına ben bile karşı çıkamam. Güçlerim yetersiz kalır. Ve o, senin Ayaznefesli olduğunu açıkça bildirdi. Ve sana geleceği gösterdi. Bir tek bana ve Ayaznefesli'ye karşılıksız bilgi verir."
"Tüm olanlar, yaşanacak mı?"
"Yaşanacak, Karoğlu."
"Ne zaman?"
"Sen orada kendini hangi yaşında gördüysen o zaman."
"O halde bunlar benim kaderim."
"Göktanrı Yaerkon'un (yazıldığı gibi okunur), çizdiği yol bu. Yaerkon bir ve tektir. Yazgın kesindir."
"Gerekeni yapacağım. Ama önce..."
"Dinliyorum Karoğlu."
"Babamı ve annemi öldürenleri bulacağım."