Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - KoyuBeyaz

Sayfa: [1] 2 3 4
1
Duyurular / Kötülük Kendine BookCon'da Yer Buluyor!
« : 28 Mart 2015, 19:56:03 »

BookCon bu sene New York City’de, 30-31 Mayıs tarihleri arasında düzenlenecek ve pek çok yazara, kitaba ve türe ev sahipliği yapacak kocaman bir etkinlik. Bu yıl bizim de ilgimizi oldukça çeken ilginç bir panel yer alacak: Bilimkurgu ve Fantastik’te Kötülük!

Sauron’un Darth Vader ve Voldemort’la buluşacağı bu panelle ilgili ayrıntılara haberimizin devamından ulaşabilirsiniz.

Haberi Yazan: Tarık "KoyuBeyaz" Kaplan

2
Televizyon / The X-Files
« : 24 Mart 2015, 21:05:29 »
The X-Files Sahiden De Geri Dönüyor!

Tüyler ürpertici, merakta bırakan, gizemli atmosferiyle geceleri uykumuzu kaçıran ama bir o kadar da sevdiğimiz paranormal-polisiye dizi The X-Files televizyona geri dönüyor!

6 bölüme dağılmış 6 farklı hikayede Mulder ve ortağı Scully’nin yepyeni gizemlerin peşinde koşmalarını izleyip “inanmak isteyeceğiz.”

-

Haberin devamını okumak için tıklayınız.

Haber: Tarık "KoyuBeyaz" Kaplan

3
Dipsiz Konak / Melekler ve Şeytanlar - Demonrise
« : 07 Eylül 2013, 19:33:47 »
Bir gün tüm melekler gökyüzünden düşerse, şeytanlara ne olur?

Tıpkı Angelfall oyununda olduğu gibi muhtemelen 1 veya 2 seans sürecek bir oyunla karşınızdayız. Senaryo önceki ile aynı, yani: Güçlerini kaybetmiş olan meleklerin yeryüzünde gezdiği bir dünyada şeytanların hangi role büründüklerini göreceksiniz, hatta bizzat o şeytanları oynayacaksınız. 7 büyük günahtan birini temsil edecek olan karakterleriniz insan vücutlarında olacak, güç sistemi ile diğer oyunda olduğu gibi karakterinize uygun davranıp çevrenizi etkiledikçe artmak üzerine kurulu olacak. Karakter seçerken 7 büyün günahtan birini seçeceksiniz fakat Luxuria hariç. Bunun sebebi de onu önceki oyunda zaten görmüş olmamız.

Melekler ve Şeytanlar konusunda oynamak istediğini söyleyen ve acemi grubuna dahil kişilerin önceliği olacak, önceki oyunda oynayanlar bu oyunda başka kimse olmadığı takdirde oynayamayacak. Oyun muhtemelen bu Pazartesi veya Salı günü oynanacak, gene uygun olduğunuz vakti yazarsanız iyi olur. Oyuncu sayısı geçen seferki gibi 3 kişi ile sınırlı.

İyi eğlenceler.

4
FRP Arşivleri / Melekler ve Şeytanlar - Angelfall
« : 03 Eylül 2013, 15:51:51 »
Bir gün tüm melekler gökyüzünden düşerse ne olur?

Angelfall Melekler ve Şeytanlar oyununda oynamak istediğini söyleyen ve benim gurubumda yer alan kişilerin oynayabileceği ilk oyun. Oynamak isteyenler buraya da yazarlarsa daha kolay olur. Senaryo ve ayrıntılar oyun günü anlatılacak ve oyun FRP Odası üzerinden oynanacak ama şu kadarını şimdiden söyleyebilirim: Güçlerini kaybetmiş olan meleklerin yeryüzünde gezdiği bir dünyada bu anomalinin kaynağını arayacaksınız. Oyun muhtemelen 1 seansta bitecek. Oyuncuların kendilerine 7 melekten birini seçmeleri gerekiyor. Unutmayın: Önemli olan seçtiğiniz karakterin özelliğini iyi yansıtabilmeniz.

Oyun içinde güçleriniz de zar sistemiyle birlikte karakterinizi yansıtmanıza da bakacak.

Şöyle ki:

Fortitudo karakteri cesareti ile ön plana çıkar. Bu karakteri oynayan kişi cesur kararlar aldıkça daha da güçlü olacaktır, aynı şekilde korkuya kapıldığında her zamankinden güçsüz duruma düşecektir. Bunlar oyunda rol yapmayı ön plana çıkarırken güç sistemini de basite indirgeyecek.

Oyun 3 kişiye oynanacak. Dışarıda kalan kimse olmaması için aynı oyun ikinci kez farklı kişilerle oynanabilir ama zaten bunun dışında benzer senaryoya sahip bir oyun daha açılacak. Oyunun tarihi olarak ise 5 Eylül Perşembe'yi düşünüyorum, oyunculara da uyarsa tabi ki. Müsait olabilecek olan arkadaşlar yazarlarsa sevinirim.

Şimdiden herkese iyi eğlenceler.

5
Sinema / Skyfall - 007
« : 02 Kasım 2012, 22:23:36 »

Not: Bu kısa tanıtımın daldan dala atlayan yapısı filmle özdeşleşmesi içindir.

Son Bond filmi Skyfall bugün vizyona girdi.

Konu: MI6 ciddi bir saldırıya uğrar ve kurumun değerleri temelden sarsılır. M’e karşı sadakat testinden geçen ajan James Bond kişisel bedelleri ağır olsa da, tehdidi bulup her ne pahasına olursa olsun yok etmelidir. Zira MI6’yı ciddi riske sürükleyen isim Silva adında gözü kara, gizemli bir adamdır...

Sinema tarihinin en uzun soluklu aksiyon film serisi olan gizli ajan 007 James Bond'un nefes kesen macerası bu sefer Türkiye, Çin ve İngiltere ekseninde geçiyor.

Serinin 23. filmi olan Skyfall'da 2000'li yılların son Bond'u olarak Daniel Craig'i izlerken ünlü aktöre M rolünde seyircinin alıştığı üzere Judi Dench, Silva rolünde Javier Bardem, hukümet görevlisi Mallory olarak Ralph Fiennes, seksi Bond kadınları olarak ajan Eve rolünde Naomie Harris ve Severine rolünde Bérénice Marlohe eşlik ediyor.

Yönetmen koltuğunda Sam Mendes'in oturduğu filmin Türkiye dışındaki diğer çekim mekanları arasındaysa Şangay, Londra ve İskoçya’nın kuzey bölgeleri yer alıyor.

IMDB Puanı: 8.3
Yönetmen: Sam Mendes

Kişisel Görüş: Filme büyük bir merakla gittim. Daniel Craig'i Bond rolüne yakıştıran azınlıktan olduğumu baştan belirteyim ve bana göre bu filmde de rolünün hakkını verdiğini söyleyeyim. 007'den beklenecek bir soğukkanlılığa ve duruşa sahip olmakla birlikte bu filmde biraz daha yaşlanmış halini görüyoruz. Hafif salmış kendini, zaafları çıkmış ön plana. Belki de önceki filmlere kıyasla bu kez Bond kızlarıyla daha az teması olmasının da nedeni budur, bilemedim. Ha benim canıma minnet, o ayrı.

Filme gelirsek... Klişeydi diyebilirim. Konusu, pek çok sahnesi ve sonu oldukça sıradandı. Aksiyon sahnelerinde beklenen etkiyi vermiş olmasına karşın Craig'in baş rolünde olduğu diğer filmlere nazaran biraz daha sakin olduğu da söylenebilir. Yönetmenin elinde çok da sağlam bir senaryo yok ama işlenişin daha iyi olmasını beklerdim doğrusu. Genel bir kopukluk, bir sonunu tahmin edebilme durumu vardı maalesef. Bunun dışında klasik bir Bond filmiydi ki bu da güzel bir film olduğu anlamına geliyor zaten tek başına.

Yalnız filmin bir noktasında öyle bir saygı duruşu yaptılar ki şapkam olsa çıkarırdım. Bond severlerin çok hoşlanacağı bir sahneydi, spoiler olmasın diye söylemeyeyim ama eğer takip ediyorsanız orada genişçe sırıtacağınıza eminim. Film de o saygıya uygun olsa daha hoş olurdu tabi. Ne yapalım artık...

Ha bir de öğrendik ki film yapımcılarının gözünde biz asla çağ atlayamayacağız. Filmin ilk sahneleri İstanbul'da geçiyor ama ne İstanbul...

Filmi izlemeyecek olsanız bile şu müziği dinlemeden geçmeyin. Adele yapmış, iyi ki de yapmış. Sanırım en iyi Bond filmi müziği bu.

Adele- Skyfall

6
Kurgu İskelesi / Uyanıklar
« : 06 Ekim 2012, 15:06:25 »
Spoiler: Göster
Daha çok betimleme denemesi olarak yazılmış bir yazı. Bölümler arası tam bir bütünlük olmayabilir, devam edeceğimden de çok emin değilim ama edersem buraya da koyacağım gibi görünüyor.

1

Çaydanlıktaki canavar dışarı çıkmak için tıslıyor.

Saat sabahın bilmem kaçı. Gün batımını geç de olsa gerçekleştirmek isteyen göz kapaklarım ufukta kucaklaşmaya hazır. Kavuşamayanların kederinden doğan iki mor hale de bu buluşmayı daha dramatik hale getirmek için gözlerimin altındaki yerlerini almış durumda. Kavuşmaları an meselesi, zira artçılar giderek güçleniyor ve her bir göz kırpış öncekinden biraz daha uzun sürüyor. Bense direniyorum onların bir araya gelmesine.

Şekersiz, tatsız ve bir lav topağı gibi alev saçan acı kahvem imdadıma yetişiyor ve sevenler bir kez daha ayırılıyor. Uyanık kalmak zorundayım. En azından bir süre daha. Bir süre daha...

Kaynayan sıvıyı yudumluyorum. Tek bir yaprağı dahi kıpırdatmayan sinir bozucu durgunluk yüzünden tere batmış durumdayım. Küçük dairemin mütevazı oturma odasındaki en sevdiğim koltuğa çöküyorum. Minderler alev alev; yanıyorum. Elim gayriihtiyari kumandaya uzanıyor ama olması gereken yerde değil. Bir kez daha saklambaç oynamak için koca siyah ekrandan sırıtıyor bana. Kırmızı düğmesi göremediğim bir yerden göz kırpıyor eminim ki. ‘Beni bul ve arzuların gerçek olsun’ diyor yeri sağlam olanlara özgü bir arsızlıkla. Milyonlarca ünlüyle dolu o ışıltılı ekrana giden yol ondan geçiyor. Boş vakitlerin korkulu rüyası, verimli olma hayallerinin en büyük düşmanı, aptalların krallarını ve kraliçelerini barındıran sonsuz siyah saray: Televizyon! Ondan nefret ediyorum ama işime yarıyor. Dikkatimi dağıtacak bir şeye ihtiyacım olduğunda geceler boyu beni zihnimin oyunlarından o koruyor.

Acı kahvemin boğazımda bıraktığı tat yüzümü ekşitmeme sebep oluyor. Televizyona boş veriyor, kumandayı saklandığı yerde kalmaya mahkûm ediyorum. Siyah ekranda bir çift hüzünlü göz süzüyor beni. Alındı galiba. Elektronik eşyalar epey alıngan oluyor.
Esniyorum. Uyku, bu bunaltıcı sıcak gibi üzerime çökerek beni terletiyor. Bu kadar zaman dayandım, biraz daha dayanabilmeliyim. Uyumamalıyım. Gözlerimi açık tutmak için kahvemin kalanını boğazımdan olduğu gibi döküyorum. Sıcak. Acı. İğrenç.

Peki neden kaçıyorum gecelerin bu bilindik aktivitesinden? Uykunun ne gibi bir zararı olabilir insana? Dinlemeye karşı mı bu savaşım, yoksa günümün üçte birini alan zamanı mı kazanmak istiyorum geri? Hiçbiri değil aslında. Tek bir amacım var göz uykuya direnmekte, o da kendi hayal gücümden mümkün olduğunca uzağa atmak demiri. Kısaca sizin rüya diye tabir ettiğiniz hayali imgelerden korkuyorum ben. Korkuyorum çünkü onlar olması gerektiği gibi oynamıyorlar oyunlarını bana. Korkuyorum çünkü sadece rüya olduklarından emin değilim. Korkuyorum, çünkü her gece bir başka dünyaya açıyorum gözlerimi. Biri var zihnimde benden bağımsız, benden güçlü ve benden zalim olan. Onun kucağına düşmekten korkuyorum.

Onu yenmek için yapabileceğim her şeyi yaptım ama bir kez daha sonun yaklaştığını hissediyorum. Neler denemedim ki? Huzurumu kaçıran ilaçlar aldım; huzuru geri veren yogalar yaptım; beş dakikada bir öten alarmlar kurdum; kilerimi kahveyle, yastığımı taşla doldurdum; buzdolabımdan sütü, hayatımdan sükûneti çıkardım; çarşafımı en tüylü battaniyemle değiştirdim; ışıklar kapanmasın diye elektrik düğmelerini bantladım... Geçici yöntemlerimle uzun süreli uykuları başarıyla çıkardım gecelerimden. Ama artık dayanabileceğimden emin değilim. Bu kez uyku beni gerçekten istiyor. Kollarını iki yana açmış siyah bir siluet halinde görebiliyorum onu. Evet, bana sesleniyor. Gerçek âşıkların büyülü sözcüklerini bir ninni melodisiyle fısıldıyor kulağıma. Dünyam yavaş yavaş kararıyor ve tüm endişelerim karanlığın içinde erimeye başlıyor. Kahvemin acı tadı kalıyor boğazımda. Kokular karışıyor, renkler siliniyor ve sesler saygıyla susuyor. Vücudum hafifliyor, kurallar esniyor, dünya genişliyor ve ben, kayboluyorum.

7
Kurgu İskelesi / Hikayeler İndeksi
« : 28 Ağustos 2012, 16:01:59 »
Hikayeler İndeksi bundan sonra aylık olarak güncellenecektir. Son güncelleme tarihini son mesajın en altındaki İstatistikler bölümünde bulabilirsiniz. Yazdığınız yeni öyküleri burada göremezseniz üzülmeyin, bir sonraki güncellemede listedeki yerini alacaktır. Listede gördüğünüz yanlışları ve eksikleri bana özel mesaj yoluyla bildirmeniz rica edilir. İyi okumalar!

Hikayelerin durumlarını yanlarındaki simgenin renginden kontrol edebilirsiniz.

= Yarım kalmış uzun soluklu öyküler.
= Devam eden uzun soluklu öyküler.
= Sona ermiş uzun soluklu öyküler.
= Sona ermiş tek bölümlük öyküler.


Önemli Not: Bir mesajda atılabilecek maksimum karakter sayısı sınırına ulaştığından dolayı indeks birden fazla parçaya bölünmüştür.


Hikayeler İndeksi 1. Kısım [A-H]

13. Havari
Sakal Hırsızı


Acmert
Askeri Koğuşun Birinde Geceler
Beyin ve Gölge
Egreta ve Krallık
Elf ve Sultan
Fısıltılı Ormandan Sonra (Buz ve Ateşin Şarkısı)
General
Gizlinin Tek Şahidi
Hastadan Hisse
İki Kurşun
İnsanın Dönüşü
Kanserin Karanlık Tarafı
Katil Fotokopi Makinesinin İnsanları
Mavi Suların Lanet Makineleri
Müdür Yardımcısı
Orta Çağa Dönüş Savaşı
Tanrı'nın George'a Hediyesi
Tapınağın Haini
Tarih'in Kuralları
Taş Duvarlar
Taşralı Çocuk
Yalanlar Tanrısı


ada sahilleri
Beyaz Diş
Hayri Beni Öldürdü
Katunya Otobüsü


Air Ties
Dört Kadimler


àjéan
Başlıksız


Akrin
Genç Büyücünün Zamanı
Morthus Efsanesi
Önceki Hayatım
Peri Kızını Kaçırmak
Şato
Umutlar Sirki


Akuma_Blade
ARC-ZERO


Alorka Greenleaf
Yüzüklerin Efendisi-Yüzük’ün Hikâyesi
Kommageneli Hizmetkarın Günlüğü


alper
Kutsal Şehir


Althar
Althar'ın Akıncıları: Altıngöl ve Ejderha
2012: Ölülerin İntikamı
Kavalcı Horag'ın Şarkısı
Kızıl kıyamet
Kovan Savaşları
Soğukyuva
Yaşam Hasatlayan Smir
Yeşilgözlü Şeytan'ın Gecesi


altınbukle
Düşüş


Amras Ringeril
12:18
Bungalow Bill Ne Öldürdü?
Büyücü Düellosu Sirlet ve Herfim
Diş Perisi
Emarion
Fare
Gökyüzü O Kadar Yakındı ki!
Meleksizler
Oyuncaklar Ülkesi
Öksüzler
Uzak
Üç Damla
Yumurta


amrod13
Mavi Ateş


Ancient
Hikaye I - Torhurm Asilleri
Hikaye II - Yeraltı Krallığı


andreyfyodorovich
Açlık
Betül
Bir Dahakine
Capgras Sendromu
Cennete On Saniye
Durak
DL-23
Güven
Güvenlik
İdrak Eşiği
Kardeşimle Akşam Yemeği
Kaydet
Oğluma Mektup
Oyun
Sanki
Son Nesil
Sürgün
Tercih


Ansgard
Yalnız Topraklar


antikor
Çok Başlı İfrit


antoninartaud
DEVLET 5


Ar-Feiniel
Cücenin Laneti


Arcadicus
Perdenin Ardındaki
Bilgi Yarışması
İnek Bekçisi
Komşum Benim
Kurtuluş Gemisi
Troll Avcılar


ArHa
Azradn


Arlinon
Hatalı Kaos
Rıhtımillon
Varlığa Dair


Armino
Karanlığın Elleri


Artyom
Denizci Gnome


Arrnek
Hayalperest Kovboy
Hayat Kadar Kısa Hikayeler Serisi


Ashitaka
İblislerin Efendisi
Zombie Invaders


Atacan
Evrim Yanılgısı
Renklerin Laneti
Tanışma


Axium
Eski Otel
Toraman ve Fuat'ın Serüvenleri


azizhayri
Bahtsız Toraman'ın Aşkı
Cadı Bostanı
Diyet
Eşek Arısı
Göçebe
Hiçkimse - Yeni Görev Daveti
Hiçkimse - Sonsuzluk Gözesi
Kısa Kara ve Islak Bir Öykü
Kara Nene Kuru Nene
Karanlık Sevgi
Karıncalar
Kırmızı
Korkunç Deney
Kull
Kuyu
Randevu
Space İnternet Cafe
Şakacı Alex  
Tepedeki Konak
Vagon
Yatır


Baal Adramelech
Aesten Efsaneleri 1 - Ellear'ın Kılıcı
Aesten Efsaneleri 2 - Alev Mızrağı
Aesten Efsaneleri 3 - Av
Arau Disiplinleri
Beyaz (City of Shades)
Diş (City of Shades)
Duman (City of Shades)
Gölge (City of Shades)
Illadanes'in Üç Kardeşi (Kayıp Evren)
Kadın
Kan (City of Shades)
Kapı (City of Shades)
Karanlık (City of Shades)
Karanlıkta Kısa Hikayeler
Kral (City of Shades)
Noir
Pandorica
Perde
Renksiz
Sehual Şehri


Barad-Dûr
Tînmur: Ceyn Efsanesi


Bardes
Kusursuz Bir Gece
Denek


Bars Elsa
Ab-ı Memat
Ayna
Canavarlar, Cinler, Ruhlar Kimlerdir Ve Ne Yaparlar?
Düşsavar
Elder'in Raporu
Gölgedekiler
Kadim Ölüm
Kharon'un Rüşveti
Kot Pantolon
Mayın Tarlaları
Ölü Aşk
Psiedia
Turmalin'in Çizmeleri
Yağmur İşçisi


beerold
Işık Kenti
Koleksiyoncu
Zaman Tutsağı


bells_lestrange
Harry Potter ve Son Ruhun Nesnesi


Berke
Yüzüklerin Efendisi 4
BerkeB
Anise-î Alarga
Unicorn


berre
Aniden
Tan,Kan,Can


Beyaz Gölge
Sanal Gerçeklik


bilgeliginalti
Öykünmeler


bingbung
Bornaffrum
Cennete Giderken
Chevalier
Gomor
Kısa Düşler Mitolojisi - Aegeus
Masalcı


Black Helen
Aurora Borealis
Cehennemdeki Donmuş Nehir
Denizden Gelen Sesler
Karanlık Masallar
Kassandra
Ölümden Kaçmak
Son On


Blond
11 Yıldızın Öyküsü (Seri)


BoiA
Yok Olan Dünya: Karmaşa İçerisindeki Savaş
X-Men: Magneto'nun İntikamı


Boleyn Kızı
Rüya ve Televizyon
Zombies Wicked Little Things


Borealis113
Geçmişin Son Kalıntıları


boromir
kadhadh: dünyanın sonuna yolduluk


BoZCiN
Karavul - Başlangıç
Umutsuz Yolculuklar Dizisi
Yerez Söylenceleri


brave_prens_1988
Harry Potter - Kitap 8


brisingr
Esaret Bekçisi
Fareler Diyarı
Lanet
Işınlayıcılar Tarihi


BsBROWN
Kutsal Çehre Fyodor'u Seçti


Buzmavisi
Anatolya Efsaneleri | Gümüş Roya ve Nemrut'un Kılıcı
Anatolya Günlükleri 1 - Veis'in Arayışı
Anatolya Günlükleri 2 - Ak Ana'nın Doğuşu
Ay Kadın'ın Öyküsü
Günah Yiyen


Calypso
Sonsuza Kadar


Camelot
Mixta


Canina
Bir Vampir Hikayesi
Bulunmamış
Güç
Syran - Andon


cankutpotter
Harry Potter ve Büyülü Kale


Captain of Iron Hills
Atalanté


Castiello
Bir Damla Kan...


cemaziyel
Gemileri Yakmak
İsyan
Kudret Nişanı


Ceren Oktay
Bir Kasaba Laneti
Kehanet
Lanetli Yaratığın Aşkı


Chiyo
Hayaletin Şarkısı
Ölüm Öpücüğü
Tuhaf Bir Hikaye
Yüzde İki Buçukluk Karbon


çikolatayazar
9 Mühür


Cobain
Bodrum Katı
Ejder Kanı - Ruhların Yolculuğu
Kış Meleği


CursedFeanor
Europa


Daarlan Gardan
As Tral Düş Esi
Bir Maymunun Son Sözleri
Drow Kraliçesinin Hazinesi
Dünyanın Gördüğü En Tatlı Kusurlar
Ecel'in Askerleri
Göklerin Şimşek Resitalii
Gvendolyn Öyküleri
Hezeyan
İnandığın Masallar Kadar Büyüksün
İnsanlar ve Kaldırımlar - Avareler ve Yollar
Kaza Bazen Sıyrıktır
Korku Tüneli
Minik Meleklerin Kanatları
Nefretin Renkleri
Pengon Efsanesi
Ruhun Gözleri
Sakalından Evren Yaratan Adam
Silahlar Var Olduğu Sürece
Üç Dünya
Volseyus Elfleri


Darkness
Kara Mustafa Potter Paşa


Dark SAGA
Fantastik Bir Roman Yazma Girişimi
Kara Destan
Minnas


DarLy OpuS
Aykırı Düşüncelerin Taşı
Bin Atlı Bin Sefer Gelse
Deja Vu, Minotorun Boynuzu
Hayal Kıran
Korku Tınısında Dans
Köpük Şöhret
Kuklacının Son Oyunu
Lahon'un Kan Günlükleri
Latemsould Sirki
Ruhsuz Bedenler Ülkesi
Sinek Onlu


darrel standing
Eşik
Siyah Martı


Deadman107
Zaman Gezgini


Death0rWictory
Boyutlar Arası


Death Symbol
Bir Büyücü, Bir Cadı
Craf
Deadrillion Günlükleri
Lyner


deanna
Alec ile Levi


dekadans
Gölge Savaşları: Son Ejderha


Denaro Forbin
Karanlığın Elleri
Korkuluktan Korkar Korkuluklar
Kılıçkardeşleri - Asa'nın Sahibi


Demigod
Bir deneme


Demirgözyaşı
Cehennem Şarkısı


Derufin
Ejderkan
Solmuş Diyarlar
Üç Elmas


devrimk
Kahraman Aslan Bey


drathan
Ölülerin Devrimi - Şehrin Öyküleri


duhan
19
Casino Real
Çipsizler
Çukur
Kaderin Elleri
Kan Döngüsü
Kan ve Tuz
Karanlıktan Gelenler
Kıyamet Döngüsü
Kimsenin Ölmediği Gün
Mohammed Salah Efsanesi
Mutsuz Son
Öteki
Sandık
"ŞEY" ile Görüşme
unit 731
Vampir Günlükleri
Yazgı Savaşı / Karanlığın Doğuşu
Yirmi Gün Sonra
Yürüyenler


dumaninoglu
Büyücü Savaşları
Duman'ın Oğlu
Dumrul
Fantastik Şehrin Serüveni


Dúrgonath
Akıbet.
bahçede
Çöküş.
Kabuk Adam
Kapı Alarmı.
Kelimeler.
Onun Gibi İnsanlar.
Rëat.
The City


Dwaxer
AV
Bedevi
Isırgan Aşk
Karanlık Çukur
Kıyametin Dördüncü Boyutu
Kuantum Çarpması
Nuh'un Gemisi
Perilerin Hazinesi
Ruh Alevi
Ruhsal
Sir Nigel'ın İntikamı
Tholl Vadok
Voldemort'un Laneti


Ectoras
Kara Kule ve Üç Silahşör


edi
Kara Büyü


Eisrie Noctem Orissa
Sonun Başlangıcı - Kendi Dünyasındna Uzakta


Ejderfelaketi
Arşimet'in Anısına
Elf Destanı
Ejderhanın İzinde
Karanlık Sokaklarda
Ozan Angoktan Seçmeler
Zafer Nârası


Elcin
Örümcek Evi


Eldarion
Henüz İsimsiz Olan Öykü
Ne Yazık!


Elerki
Altın Tren - 524160
Ateş Toprakları
Belirsiz'in Eğlencesi
Bilinen'in Şafağı
Bir Ofsayt Şarkısı
Çitler
Gece
Harika
Ölüm Kapısı - Yeni Nesil (?)
P'ka Korvid
Salon
Üzüm Tanesi
Yazmalıyım...
Zimm ile Kara-Kuru Çocuk


Elijah
Yıldırım Yürek


EntelBarzo
Project Zha


Emmy
Mavi Yaşam


emuk
Şizofreni


EntelBarzo
Project Zha


ersin96
Ele Geçirilmişler
Hikayemin Giriş Kısmı
Işığın ve Karanlığın Savaşı


Etmeseh
Çöküşün Tohumları: İblislerle Savaş
Yeni Bir Hikaye


Evis
Bağ'ın Özü
Boşluk
Döngü
Gün Ağrısı
İstasyon İnsanları
Kayıp Eşya Dükkanı
Köyün Delisi
Manzara
Misafir Odası
Oda Numarası: Bilmiyorum
Oda Numarası: Çıkış
Parka
Saklı Ruh


Falas
Fantastik Edebiyat Akımı Üzerine


Fırtınakıran
Amaterasu: Beyaz Kurdun Kaderi
Çamaşır Yıkayan Şövalye
Düşen Kaplanın Islığı
Olay Yeri Vızıltıları
Ölümsüz Hatıralar Salonu
Rüzgarlar ve Korlar
Sakat Rahibe-Unutulmuş Diyarlar
Sürgünler ve Söylentiler (Kayıp Evren)


Fiddler
Bir Köprünün Ortasında Buluşuyoruz


filhafza
Sürgün Sürtüğün Maceraları


Fizban
Ateşin İmtihanı


forrest
LORD GRANDUS


Galaxie
Dunganga
Hôpital de l'Hotel-Dieu
Şifa Bahçesi


Gãlãdhrim
Yaratılış (B01)


Gedwesverdar
King of Loneliness


Genya Arikado
Elemental Sign


GM
Kanın Çocuklar Serisi - Kan Oyunu


Godex
Kaçış
Geldiği Gibi Gitmeyen
Sis Notları
Tanrısız Adam
Zamansız


Göçebe
AOA: Kadim Tomarlar


grafikatür
Beraberce
Sürgün


grikunduz
Aslolan
Çift Bıçak Zaroc
Eski Adam ve Kelebek
Hanım ve Bey
Hırs (Eski Kılıcın İmtihanı)
İstila
Kılıcın İmtihanı
Serin Sümük Hanı
Şenlik Gecesi
Toy Olan


Gilderoy
Angiméran
Eoldynn
Mücadele
Soluksuz Rüyalar


Hatunkız
Aslan Duvarları
Parlak Sis Efsanesi: Batı Kapısı Savaşı Ve Gizli Diyarın Gizi
Yaratılış Öyküsü Sihrinme

hell
Bırak Kurşunlar Uçuşsun


Heraclus
Güç


Herr Manneling
Astelian
Francis
Kan Kokusu
Kulleritova -Çeviri
Ölüm-lü-süz
Richard
Sör Mannelig Destanı
Søren Destanı
Ütopya
Vampire
Ve İşte


Heyban
Alkarısı
Doğumu ve Ölümü Belli Olmayan


HighLord
Milyarların Savaşı


Hikayeci
Ka


Himfëa
Hanedan Savaşları
Yüzüklerin Himfëası


Hirador
Son Günlerim


Huor Eärfalas
Prens Nargath & Rhine Dağında Kötülük Uyanıyor


Hurin
Gül'e Hasret

.
.
.

Liste bir alt mesajda devam etmektedir.

8

Alıntı yapılan: Arka Kapak
Amerika’da yıllarca ‘sakıncalı’ bulunarak sansürlü ve değiştirilmiş versiyonuyla okura sunulan Yaban Diyarlardaki Yabancı, Türkçe’ye tam metin olarak kazandırıldı.1962 Hugo Ödülü’nü alan Yaban Diyarlardaki Yabancı, Mars’tan Gelen Adam Valentine Smith’in insanlara groklamayı, su paylaşmayı ve Sevgiyi öğretmesinin öyküsü…60 kuşağını da yaratan bu kült eser, insanlığı toplumsal değerleri yeniden yargılamaya zorluyor.
İşte size, bugüne kadar yazılmış en popüler bilimkurgu romanla tanışma fırsatı!

Künye bilgilerine ulaşmak için tıklayın.

Stranger in a Strange Land 1960 yılında yazıldığında yaklaşık olarak 220.000 kelimeden oluşuyordu. Ne var ki kitabın içeriği döneme göre fazlasıyla sıra dışı olduğundan kitabın yayıncıları kendilerini riske atmak istemediler ve yazardan kitabı kısaltmasını istediler. Heinlein kitabın neredeyse 4'te birini atıp da 160.000 sayfaya indirdiğinde bile yayınlanmasından önce editörün istediği bazı değişikliklerden geçmesi gerekmişti. Ve kitabın ilk baskısı 1961 yılında işte bu kısaltılmış, sansürlenmiş versiyonda basıldı. Tam 28 yıl boyunca da bu şekilde çıkmaya devam etti.

Bu bilgiler kitabın başında bulunan ve kitabı sansürsüz olarak çıkarttıran, yazarın eşi Virginia Heinlein'in ön sözünden alınmıştır.

İnceleme tarzı bir yorumdan ziyade temel noktalara değinip geçmek bu tarz bir kitap için en uygun yol olacak gibi geliyor. 752 sayfalık bir romanın içinde Heinlein dinden siyasete, cinsellikten ırkçılığa, hukuk kanunlarından şehir yaşantısına kadar o kadar çok noktaya değinmiş ki bunların hepsini küçük ölçekli de olsa bir kez daha toparlayabilmek kitabın 10'da biri uzunlukta bir yazı çıkaracaktır ortaya. Böyle bir riske giremeyeceğim için bir kaç noktaya değinip geçeceğim.

Kitabın içeriğinden ziyade o içeriğin bize nasıl ulaştığı çeviri kitaplarda çok önemli bir unsur. Bu yüzden Türkçe çeviri hakkında kısa bir yorum yapıp Artemis çok iyi bir iş çıkarmış diyebilirim. Çevirisi ve editörlüğü oldukça başarılı, ayrıca sayfa diplerindeki notlar normalde görmenin pek kolay olmadığı pek çok noktada (neredeyse her 3-4 sayfada bir böyle bir nokta mutlaka var) bizleri aydınlatıyor. Kapak resmi her ne kadar olabildiğince itici olsa da (bana göre tabi) kitabın baş karakteri olan Valentine Michael Smith'i anımsatmıyor da değil. Ya da kitabı her kapatışınızda gözünüze sokulduğu için öyle algılıyorsunuz, emin olamadım. Ama sonuç olarak çevirisi oldukça güzel, açık, sansürsüz ve rahatça anlaşılacak şekilde yapılmış. Bu bakımdan Artemis'i tebrik ettim. (Eskiden ne de güzel yapıyorlarmış.)

Kabuğu atıp içeriğe baktığımız zamansa söyleyebileceğim üç şey var. Birincisi: Kitap inanılmaz dolu. Öyle ki yukarıda da bahsettiğim gibi neredeyse her 3-4 sayfada bir sayfanın altına bir dip not düşülmesi gerekiyor her şeyin açıkça anlaşılabilmesi için. Baş karakterler de bu dolulukla doğru orantılı olarak oldukça bilgili, üst düzey insanlar olunca, her bir sayfa daha önce adını bile duymadığınız ünlü insanlardan alıntılarla, hukuktan tıbba kadar pek çok terimden dünya tarihine ve hatta sanat eleştirmenliğine kadar devasa bir bilgi yelpazesine ev sahipliği yapmış oluyor.

İkinci nokta: Kitap içerdiği bilgilerin yoğunluğundan dolayı inanılmaz şekilde ağır ilerliyor. Her bir konunun üzerine tek tek değinildiğini söyleyebilirim, bu da bazı yerlerde bir romandan ziyade bir makaleler derlemesi okuyormuşsunuz izlenimi yaratıyor. Gene aynı doğrultuda kitabın genel olarak çok sıkıcı olduğunu da söyleyebilirim ki bu tamamıyla kişisel görüşüm olup, pek çok insanın bana katılmayabileceğini belirtmek isterim. Ama kitabın akıp giden türden olmadığı konusunda sanırım herkes benimle hem fikir olacaktır.

Üçüncü nokta ise sayfalar ilerledikçe kitabın neden sansürlendiğini rahatça anlayabiliyor oluşumuz. Bırakın 1960'ları, Yaban Diyarlardaki Yabancı'nın içeriği günümüz için bile pek çok kesim tarafından aşırı bulunabilir ve eminim ki bulunur da. Hatta şöyle de bir düşüncem var, T.C. Kültür Bakanlığı'ndan bir tane üst düzey çalışan bu kitabı okusa, Ray Bradbury'nin ünlü distopyası gerçekliğe bir nebze daha yaklaşırdı; zira kitap tüm kütüphanelerden, kitapevlerinden ve sahafladan toplatılıp yakılırdı herhalde. (Tamam, biraz abartıyor olabilirim ama ciddi ciddi yasaklanabileceğini düşünüyorum. Tabi o bakanlığın böyle bir kitabın varlığından haberdar olup olmadığından şüpheliyim.)

Kitabı sansürleten şeyin ne olduğunu anlamak okuyan bir insan için çok zor değil. Kitabın temelinde yatan düşünce insanın Tanrı, Tanrı'nın insan olduğu düşüncesi. Hatta pek çok karakterin ismi de bu doğrultuda göndermelerle oluşturulmuş. (En basitinden Michael ismi hepimize tanıdık geliyordur) Bu düşünce her bir sayfada kendisini hissettiriyor, kurguyu tamamen üzerine kurdurtuyor, başlangıcından finaline kadar kendini her kelimede gösteriyor. Ama sorun bu değil. Sorun bunu pek çok kesim için oldukça ''çıplak'' bir şekilde yapması ve çıplak derken kelimenin iki anlamını da kast ediyorum. Bununla ilgili örnek veremeyeceğim, üzerine de fazla konuşmaya hakkım olduğunu düşünmüyorum zaten ama okumak isterseniz kendinizi hazırlayın derim.

Konusuna gelince... Valentine Michael Smith Mars'ta büyümüş bir insandır. Marslılar tarafından yetiştirilip, Dünya üzerindeki insan yaşamının getirdiği etkilerin hiçbirine maruz kalmadan büyüdükten sonra, Champion isimli bir uzay gemisi ile dünyaya getirilir ve olaylar gelişmeye başlar. İnsanlığın saf halini yansıtan Michael Smith ön yargılardan, kazanılmış alışkanlıklardan, kelimelerin mecazi anlamlarından ve hatta ayakkabı bağlama yeteneğinden dahi yoksundur ve tüm bunların yanında dünya üzerinde yaşayabilmeyi öğrenmesi gerekmektedir. Bu süreç içinde ise başına gelmeyen kalmayacak ve kendisini diğer insanların arasına sokabilecek seviyeye gelene dek pek çok şey yaşayacaktır. Konuyu spoiler vermeden özetlemenin başka bir yolu var mı emin değilim, o yüzden bunu da kısa geçiyorum.

Sonuçta Bilim Kurgu eserleri içinde oldukça önemli bir yere sahip olan Yaban Diyarlardaki Yabancı oldukça dolu ama aynı oranda da tepki çekme potansiyeli olan çıplak bir kitap. Tanıtımda neredeyse hiçbir şeye açıkça değinmememin, insanların görüşlerine göre çok farklı tepkiler verebilecekleri bir eserden bahsediyor olma bahanesine dayandığını hatırlatıyorum. Gerçekten alıp okumadan neden sansürlendiğini anlamak zor. Eğer alıp okuyacaksanız da kendinizi hazırlayın.

Kişisel görüş: Ben beğenmedim.

9

Alıntı yapılan: Arka Kapak
… Yabancı yaratık konuşurken, Kennedy, Şef Gunther’in onları daha yakından tanımasını niçin istemediğini daha iyi anlıyordu. Onlar, ilkel vahsiler olmaktan çok uzaktılar.
Belki de dünyalılarınkinden çok daha eski bir kültürleri vardı. Gezegenlerinin açık genişliği, onların teknolojik gelişmelerini olanaksız kılmıştı. Ama bu eksikliklerini giderme yollarını bulmuşlardı. Onlar, beklemeyi ve yenilgiyi kabullenmeyi bilen yaratıklardı. Gökyüzünün çok çok dışından gelip, kendilerini tehdit eden istilacılar karşısında bile umutlarını yitirmeyen bir yaradılışa sahiptiler.
Künye bilgileri için tıklayın.

Dünyalı İstilacılar bulunması zor bir kitap. BASKAN Bilim-Kurgu Dizisi'nin diğer kitaplarında da olduğu gibi ya bir yakınınızda/tanıdığınızda görmeli ve nazikçe el koymalı, ya da sahaflarda şansınız yaver gitmeli şu zamanda bulup da okuyabilmek için. Olur da talih yüzünüze güler ve kitabı okuma şansına sahip olursanız zaten nadir bulunan nesnelerin neden daha kıymetli olduğunu da anlayacaksınızdır.

Kitabın adı olayı özetliyor aslında bir nevi. Silverberg'ün kurgusu en genel tanımı ile dünya dışındaki bir gezegende bulunan yaşam formunu, insanların açgözlülük ile orayı ele geçirmeye çalışmasını ve bu 'istila'nın, insanların tepkisini çekmeden, iyi bir kılıf ve aldatmaca ardından yapılmasını sağlamakla görevli bir 'pazarlamacıyı' konu alıyor. Ana konu ilk bakışta biraz klişe gibi görünebilir ama aslında oldukça farklı bir bakış açısı getirmiş Silverberg uzaylı-insan ilişkilerine. En basitinden uzaylıların insanları değil, insanların uzaylıları domine ettiğini ne kadar sık görebiliriz ki?

Kurgu ile ilgili çok fazla konuşmak istemiyorum aslında. Bunun bir nedeni kitabın genel olarak okuyucuya süpriz yapmak gibi bir amaç taşımaması, dolayısıyla da pek çok sahneyi kolayca tahmin edebiliyor olmamı; ben de anlatırsam bayağı yavan olur bir daha okuyan için herhalde. :P Fakat bu tahmin edilebilir sahneler/olaylar kitabın akıcılığına ya da zevkine dokunmuyor çünkü az önce de dediğim gibi böyle bir amaç zaten yok. Bu kitap bilim-kurgusal özelliklerinin yanında insanın açgözlülüğüne, basının ve güç sahibi kişilerin toplulukları nasıl yönetip yönlendirdiğine, güçlünün güçsüz karşısındaki acımasızlığına ve insanın uzaya bile çıksa insan olarak kalacağına dair pek çok şey anlatıyor.

Robert Silverberg'ün İçeriden Ölmek isimli kitabını okuduktan sonra da şunu belirtmek istiyorum ki iki kitabın üslubu arasındaki fark öyle dikkat çekiyor ki dönüp yazar adını iki kez kontrol etmek gerekiyor. Aynı adamın elinden çıkmış iki eserin bu denli farklı yazılabilmesi gerçekten şaşırttı ve büyük saygı uyandırdı Silverberg'e karşı.

Üzerinde konuşacak pek çok şeyi olan kısa ama dolu bir roman bu. Fazla ayrıntıya girmeyi doğru bulmuyorum, kitabın tanımını da tam olarak yapabildiğim söylenemez aslında ama eğer okuma şansınız olursa alacağınız tadı da baltalamak istemiyorum. Ama şu eleştiriyi de bitirmeden yapmam gerek yoksa içimde kalır: Kitabın kısalığı 'hoş değildi'. Özellikle arka kapağa doğru yaklaştıkça pek çok sahnenin hızlıca geçilmiş olduğunu görerek üzüldüm, keşke birazcık daha uzun olsaydı da o kısımlar da (çoğunlukla kurgusal yöne kayan aksiyon sahneleri denebilir) kendini daha rahat gösterseymiş. Gerçi bu çabuk geçişlerin yazarın bilinçli tercihi olduğunu da düşünmek gerek ama bende yarattığı izlenim bu şekilde oldu.

Sonuç olarak Dünyalı İstilacılar eğer bilim kurgu seviyorsanız alıp okumak isteyeceğiniz bir kitaptır diyebiliriz. Yalın bir anlatım ile uzaylı-dünyalı ilişkilerine özgün bir bakış açısı getirip ardına pek çok mesaj da koyarak yıpranmış kapaklar ardında bizi selamlamış Silverberg. Edinebilirseniz mutlaka bir şans verin derim.

10
Alıntı
Venüs artı X, kadın ile erkek arasındaki gerilimin artık varolmadığı bir uygarlığı görkemli bir şekilde yaratıyor.
Ledom: Şiddetin anlamsız ve olanaksız olduğu; cinsiyetin tümüyle geçmişin karanlık sayfalarına gömüldüğü geleceğe ait bir dünya. Charlie Johns, Ledom’u ve buranın insanlarını keşfettikçe, kendisinin değerli bulduğu ilkelerin bu yeni dünyada değersiz olduğunu fark eder.

Sarsıcı, heyecan verici ve ileri görüşlü bu muhteşem roman, cinsiyet üzerine şimdiye kadar yazılmış en olağandışı ve öngörülü bilimkurgu sayılmaktadır.

Künye bilgileri için burayı tıklayın.

11
Düşler Limanı / İkinci Yüz
« : 20 Ocak 2012, 00:42:13 »
''Ne olduğunu biliyorum.''

''Söyle.''

''Vampir!''

''Korkuyor musun?''

''Hayır.''

''Siktir lan oradan!'' diye bağırarak dizüstü bilgisayarın ekranını sert bir biçimde kapattı Kerim. Sınıfındakilerin sürekli konuştuğunu duyduğu filmi merak etmiş ve hazır işi de yokken izlemeyi düşünmüştü ama daha ilk dakikadan yüzü ekşimiş ve yarım saat dahi dayanamadan sadece filmi değil bilgisayarı da kapatmak zorunda kalmıştı. Sinirle ayağa kalkıp oturma odasının penceresini açtı, içine bir bıkkınlık çökmüş, içerideki hava onu boğmuştu sanki. Hiç izlememiş olmayı dilediyse de daha fazla ilerlemediği için kendisini kârda saymayı tercih etti. Kafasını camdan çıkarıp sakin mahallenin sessizliğine şükrederek sokağı izledi bir süre. Öğrenci evlerinin çoğunlukta olduğu mahalle genellikle ölü gibi dururdu; akşamları iki tane sokak lambası sokağın başıyla sonunu aydınlatır, kalan kısmının sokaktan geçenler için korkutucu bir atmosfere bürünmesine sebep olurdu. Kerim'in tek başına kaldığı 2+1 daire de sokağın tam ortasında bulunuyor, oturma odasının camından baktığında iki ucu da rahatça görebiliyordu. Kimi geceler sıkılıp pencerenin kenarına oturur, kolu dışarıda kalacak şekilde sokağı izleyerek sigara içerdi. Düşünmek için güzel bir noktaydı burası, ilham vericiydi. Sessiz, kendine ait bir yer.

Soğuk rüzgarın yüzüne vurmasıyla birlikte akşam havasından derin bir nefes çekip kafasını yeniden içeri çekti Kerim. Az önce şahit olduğu saçmalığın yarattığı can sıkıntısını üzerinden atmak için bir sigaraya ihtiyacı vardı. Ders notları, silgi artıkları, boş bardaklar ve kalemlerle kaplı masasının bir köşesinde ezik büzük duran sigara paketine uzanıp eline aldı. Rahatsız edici hafiflik bir an için yüreğinin sıkışmasına sebep olduysa da son bir sigara dalının kalmış olduğunu görerek sırıttı. Pijamasının cebinde duran çakmağı eline alıp sigarayı da ağzına götürdü ama yakmadı; odayı daha da boğucu hale getirmek istemiyordu. Ağır adımlarla ilerleyerek önce ışıkları söndürdü ve perdeyi sonuna kadar çekip sırtını pencerenin yan tarafına yasladı. Sigarasını yakıp da nefesi içine çektiğinde midesinin bulandığını hissetti. Açtı.

Kafasını pervaza dayayarak dışarıyı seyretmeye koyuldu Kerim. Canı sıkılıyordu, her zamanki gibi. Bu şehre geldiğinden beri pek çok şey sıkıyordu canını. Derslerin yoğunluğu, günlerin monotonluğu, sınıf arkadaşlarının aptallıkları... Ama en çok da hayatının sıradanlığı sıkıyordu canını. Üniversite hayatının kimsenin dilinden düşmeyen partilerden, arkadaşlıklardan, sıkı dostluklardan, eğlenceli vakitlerden ibaret olduğuna hiçbir zaman inanmamıştı zaten, ama bu kadar monoton olmak da fazla geliyordu artık. Yalnız ya da ezik bir adam değildi aslında, her zaman bir arkadaş çevresi, güvenebileceği dostları olmuştu. Tabi bu güvenin sonu nereye varırdı hiç bilmiyordu. Her şey o kadar yalandı ki.

'Yalnızsın Kerim.' diye düşündü. Gülümsedi. Yalnızdı, geldiğinden beri kızlara hiç o gözle bakmamıştı ve bundan memnundu. Etrafında çok fazla 'aşk hikayesi' görmüştü ve samimiyetine zerre kadar inandığı tek bir sevgi bağı yoktu. Belki bir tane, o da oldukça samimi olduğu iki arkadaşı arasındaydı zaten. Ama bunun dışında gördükleri, şahit oldukları ve hatta olması gerekenden çok daha yakından gördükleri onu pek çok şeyden soğutmaya yetmiş ve artmıştı bile. Arkadaşlarının bu eve geldiği o yılbaşı partisini hiç unutmuyordu mesela. O günden beri bir daha evinde iki sevgilinin gece kalmasına hiç izin vermemiş, dahası salondaki çekyatta da bir kez bile uyumamıştı. Şimdi bile gözü oraya kaydığında o gece duydukları aklına geliyor, soğuk rüzgarla hiçbir alakası olmayan bir ürperti vücudunu sarıyordu.

'Olay sadece sevgililerde değil.' diye düşündü sigarasından yeni bir nefes çekerken. Her şey böyleydi. Her şey yapmacıktı. Her şey popüler olduğu için yapılıyor ve seviliyor, herkes yaptığı için popüler kalmaya devam ediyordu. Söz gelimi bugün ciddi anlamda merak ederek açıp izlemeyi düşündüğü filmin sadece yarım saati bile olayın aslını anlamasına yetmişti. Övgüyle bahsedilen, üzerinde konuşulan, tartışılan, sevinç çığlıkları ve heyecanlı fısıldaşmalara sebep olan neredeyse tüm eserler birer çöpten ibaretti artık. Müzik, film, kitap, dergi, moda, hiç fark etmiyordu. Sadece ünlü olan, reklamı çok yapılan virtindeydi artık, herkes bunu giyiyor, diğerlerinin ne kadar iyi zevklere sahip olduğunu söyleyerek yapmacık gülüşlerini sergiliyordu. Gerçek düşüncelerini söylemekten bile aciz haldeydi tanıdığı çoğu kişi.

Buna da tanık olmuştu Kerim. Metal dinlemekten hoşlandığını bildiği sınıftan bir çocuğun muhabbet ortamında normalde belki de hiç dinlemediği şarkıcıları övdüğünü, sadece ortamdaki kızları güldürebilmek için bilgisizce, savsakça espriler yaparak kendisini şaklaban durumuna düşürdüğünü görmüştü. Yemekte boş masa kalmadığı için yanına oturup da muhabbet etmeye başladığı kızın okumakta olduğu fantastik kitabı sakladığına şahit olmuş, arkasından atıp tuttuğu komedyenin şovuna 'arkadaş zoruyla' gittikten sonra onu öve öve bitiremeyen kişilerin muhabbetlerini dinlemişti. İnanmıyordu artık sözlerdeki samimiyete, inanması yanlış geliyordu. Bir kaç kişiye yaranmak adına ne palavralar, ne yalanlar söyleniyordu her gün. Bıkkınca iç çekti Kerim. İçinde yaşadığı zamandan nefret ediyordu.

Sigaranın izmaritini 3. kattan boş sokağa fırlatıp içeri girdi ve içeriyi daha da soğutmasın diye camı sıkıca kapattı. Midesi artık iyice isyan ederek büzüşmüştü ve gurulduyordu. Yüzünü buruşturdu, buzdolabında yiyecek bir şey kalıp kalmadığından emin değildi Kerim. Öğrenci evinde kalmak ve dahası yalnız kalmak yanında avantajlar da getiriyor olsa da çoğunlukla zor bir işti, bir kere ev arkadaşınız olmadığında her şeyi siz yapmak zorundaydınız. Yemek yapar, bulaşıkları yıkar, kirlilerinizi yıkar, ütüler, etrafı dağıtır ve toplar, tüm bu süre içinde bir de kendisine vakit ayırmaya çalışırdı. Çoğunlukla meşgul olmak hoşuna gidiyor, vaktini boşa harcadığını hissetmesini engelliyor olsa da bazen çok sıkıcı olduğu da kesindi. Tıpkı buzdolabının karşısında bomboş bir halde durduğu bunun gibi durumlarda. Bir parça ekmekle kavanozun dibindeki nutella açlığını bastırabileceğinden emin olamayarak boş dolabın kapağını kapatıp yandaki kiler dolabını açtı Kerim. Bir karasinek, kenara ağ yapmış küçük bir örümcek ve yarım paket spagetti karşıladı bu kez de onu. Sıkıntıyla iç çekerek uzandı makarnaya. Nedense her zaman elindeki en iyi seçenek bu oluyordu.

Bir tencerenin içini su doldurup ocağın üzerine koydu ve daha hızlı kaynaması için ağzını kapattı. Su kaynayana kadar oyalanacak bir şeye ihtiyacı olduğunu düşünerek yeniden oturma odasına yöneldi. Işıkları açtı ve odanın bir köşesindeki eğik raflı kitaplığına şöyle bir göz gezdirdi. 40 kadar kitabı olmasına karşın hepsini bitirmişti, boş vakitlerinde sürekli okumayı seviyordu ama bir yerden sonra kitap dayanmamaya başlamıştı. Tüm masrafların yanında bir de kitaba para ayıramıyor, sınav dönemlerinde başını ders notlarından kaldıramayacak halde olsa bile bir kitabın tamamını ya da yarısını okumuşluğu oluyordu. Kendisi de yazmaya merak salıp bir kaç şey denemişti hatta ama düz yazıda hiç de etkili olmadığını görmüştü. Gene de şiir konusunda bir yeteneği olduğunu söylüyordu samimi arkadaşları. Sadece bir kez, boşluğuna gelmiş ve yazdığı şiirlerden bir tanesini bir arkadaşına göstermişti. Arkadaşı önce şaşırmış, sonra gülmüş, sonra şaşkın bakışlar eşliğinde 'Sen mi yazdın bunu?' gibi garip bir soru sormuştu. Bıkkın bir şekilde kafasını sallayınca 'Oha!' diye bir nida atmış, kendisine gülmekle takdir etmek arasında kaldığını açıkça belli eden mimikler sunmuştu Kerim'e. Büyük ihtimalle salakça ya da fazla romantik bulmuş ama bunu doğrudan söylemek istememiş 'Güzel olmuş ya, yazmaya devam et sen.' diyerek aradan sıyrılmıştı sonra. O gün bugündür arada bir şiir yazıp yazmadığını ona sorar, yeni örnekleri görmek isterdi; Kerim biliyordu ki yazdığı şey onun hoşuna gitmiş ama bunu itiraf etmekten çekinmişti.

'Bir de bu var işte.' dedi Kerim kendi kendine. Neden insanlar yaptıkları şeyden utanıyorlardı ki? Bir şeyden hoşlanıyorlarsa çevresindekilerin ona gülüp gülmeyecekleri neden umurlarında oluyordu? Alaya alınma korkusu bir toplumu nasıl yaratıcılıktan uzaklaştıracak kadar güçlü bir hale gelebiliyordu? Şiir yazmanın 'geyce' olarak tanımlandığına şahit olmuşluğu, romantik olmanın eziklikle bağdaşlaştırıldığı, sokak kavgalarının en büyük eğlence sayıldığı bir lise ortamından kopup gelse bile bunlar Kerim'e her daim anlamsız gelmişti. Romantizm konusunda çok da katılmıyor değildi aslında, bu günlerde elinde gülle serenat yapan erkek tanımı romantizm ile özdeşleştiği için onların yumuşaklık olarak tabir ettiği şeyin ne olduğunu iyi biliyordu. Ama bir kavram gey damgası yediğinde bunu her kademesinde yiyordu işte. Söz gelimi kız arkadaşına çiçek alan kaç erkek sokakta  göğsü önde, başı dik bir şekilde yürüyebiliyordu artık? Gerçekten karşısındakini sevdiğini göstermek bu denli aşağılanırken insanların birbirlerini sadece yatağa atmak için çabalaması çok doğal değil miydi? Üstelik bu büyük bir başarı öyküsü haline geliyordu, şevkle anlatılıyor, insanlar tek gecelik aşk hikayelerini ilgiyle dinleyerek 'hayvanlık' olarak görülmesi gereken bu eylemi takdir ediyorlardı. Her şeyden sonra 'sevdiğinden' ayrılıp aşk acısı çekmek niyeydi öyleyse? Kendi düştükleri duruma başkaları düştüğünde bu bir eğlenceyken başlarına geldiğinde felaket niteliği kazanıyordu birden bire. Bu nasıl bir ikiyüzlülüktü?

Kanepesine oturmuş suyun kaynamasını beklerken telefonu çalarak düşüncelerinden sıyırdı Kerim'i. Olduğu yerde irkildi, ne olduğunu anlaması bir kaç saniyesini aldı ve bu sürede odanın ortasındaki sehpanın üzerinde bulunan telefon titreyerek çalmaya devam etti. En sonunda oflayarak kalktı ayağa, telefonu eline alıp arayana baktı ve tanımadığı bir numara olduğunu görerek cevapladı çağrıyı.

''Efendim.''

''Alo, Kerim. Naber abi? Nasıl gidiyor?''

''İyi. Sen kimsin?''

''Selçuk ya ben, tarih sınıfından hani. Beraber alıyoruz, konuşmuştuk bi' ara falan.''

Selçuk. İsim Kerim'e yabancı gelmese de yüzünü hatırlamıyordu çocuğun, belki bir kaç kez grup halindeki sohbetlerde görmüş, nadiren muhabbet etmiş olabilirdi, emin olamıyordu gene de. Bir saniye için sesi çıkarmaya, isimle uyuşan bir yüz anımsamaya çalıştı ama nafile, telefonun öbür ucundaki ses bir cevap beklerken çok da vakti olmuyordu. Bu yüzden hatırlamış gibi davranmanın en iyisi olacağına karar vererek sesinin bu şekilde çıkmasını sağladı.

''Haa, iyidir Selçuk, sağol, sen nasılsın? Çıkaramadım başta ya kusura bakma.''

''Önemli değil, olur öyle. Abi benim sana işim düştü be.''

Kerim bitkince gülümsedi. İşi düşmese neden akşamın bir saati arayacaktı ki onu zaten? 'Eee?' demek istemediği ve nazik olamayacak kadar sıkkın olduğu için beklemeyi tercih etti. Selçuk da zaten yaptığı şeyin farkında olacak ki çok bekletmeden konuya girdi.

''Ya sizin sınıfta şu kız var ya sarı saçlı böyle, uzunca biraz, renkli gözlü. Bizim arkadaşlardan bi tanesi onunla tanışmak istiyor ama... Utanıyor muymuş neymiş abi işte, anlarsın ya. Eğer sende numarası varsa verir misin diyecektim, bi' yardım edelim arkadaşa. Kaç gündür uyku girmedi gözüne ben şahidim yani.''

Kerim gözlerini yumarak baş parmağıyla işaret parmağını göz kapaklarının üzerine koydu ve bıkkınlıkla ovuşturdu. Şaşırmamıştı ama canı fena sıkılmıştı işte yeniden. Gamze'yi tanırdı, kendi halinde, eğlenceyi seven, hoş bir kızdı. Araları iyiydi, bolca muhabbet eder, bazı şeyler üzerinde tartışırlardı. Çoğu kez karşısındakine itiraz etmeden önce dinleyen bir kızdı, bu özelliği sayesinde de Kerim'in bir yere kadar saygısını kazanmıştı içten içe. Bazen sınıftan hiç kimsenin katılamayacağı tartışmalara girerler, sonunu getiremeden Gamze işi şakaya vurarak konuyu değiştirir ve aradan sıyrılırdı. Dinlenebilir ve dinleyebilir bir insan olmasına rağmen sabırsızlık ve lakayıtlık gibi iki sinir bozucu özelliği de baskındı kızın, buna rağmen Kerim için bir arkadaş sayılırdı ve Selçuk'un arkadaşının -ki buna inanmak da güçtü- amacı her neyse ona yardım ederek tanımadığı bir adama arkadaşının numarasını verecek değildi.

''Numarası yok onun bence maalesef.'' dedi sahte bir üzüntüyle.

''Yaa.'' Selçuk'un sesi hiç de inanmış gibi çıkmamıştı, hatta bunu belli etmek ister gibi bir süre de hiçbir şey dememişti.

''Öyle.'' dedi Kerim hiç uzatmadan.

''Hmm. Peki abi, sağ ol gene de. Görüşürüz sonra o zaman. Hadi iyi bak kendine.''

Telefon yüzüne kapandı. Gözlerini devirdi Kerim, cep telefonunu kanepeye fırlattı ve kendisi de yanına bıraktı vücudunu. Bir saniye sonra mutfaktan gelen tencere-kapak ikilisinin sesi ise yerinden fırlayarak mutfağa koşmasına sebep oldu. Su koyduğunu unutmuştu, kaynamaya başlayan su kapağı hareket ettirince hatırlamıştı ancak. Aceleyle kapağı kaldırdı, ocağa biraz su dökülmüştü ama ocak sönmemişti neyse ki. Yarım paketlik makarnanın ağzındaki lastiği çıkarıp tencereye boca etti, bunu yaptıktan bir an sonra ise eliyle alnına vurarak küfür etti kendisine. Makarnaları ikiye bölmesi gerekiyordu, tencere yeterince büyük olmadığı için bu haliyle uzun makarnaların bir kısmı suyun dışında kalıyordu. Lanetler ederek makarnaların suyun dışında kalan kısmını tutmaya ve elinin yakmamaya çalıştı. Hızlıca tanelerin çoğunu sudan çıkardı ve tencerenin üzerinde kırarak ikiye böldü, geriye kalan bir kaç tanesini ise elindeki çatalla gelişi güzel kırdı. Sonunda kendi başlarına pişebileceklerini düşündüğündeyse ellerini yıkayarak yeniden salona geçti. Makarna pişerken biraz televizyon izleyebilirdi, hem belki kendisine izleyecek güzel bir şey bulur ve televizyon karşısında yerdi yemeğini. Sıkıntısını geçirebileceği umuduyla bastı uzaktan kumandanın büyük kırmızı düğmesine.

Çakma polisiye dizisi, evlilik programı, ikinci sınıf korku filmi, politika, politika, 1,5 saatlik 'ana' haber bülteni, tartışma programı, Türkçe pop adı altında cırlayan bir kadın ve yanında dans eden çıplak erkeklerden oluşan bir klip, daha çok tartışma programı, sağlık programı, aşk dizisi, politika, haber bülteni, evlilik programı... Böylece sürüp gitti kanallar. Tek bir kanalda bile iki saniyeden daha fazla durmadı Kerim, başparmağı ileri tuşuna basmaktan ağrıyacaktı neredeyse. Kanalların tamamı bitti ve başa döndü, bir kez daha geçti üzerlerinden. Ne kadar boştu hepsi. Oyunculuk ya da senaryo namına hiçbir yenilik barındırmaya diziler, her gün benzer saçmalıkları tartışan ve hiçbir zaman sonuç alınmayacağını ya da birinin televizyonda karşısındakinin fikrini kabul etmeyeceğini bile bile izlenen tartışma programları, dede-nine olacak yaşa gelmiş insanların kendilerinden 20-30 yaş küçük 'hayat arkadaşları' aradığı evlilik programları, sadece vakit doldurmak adına türlü saçmalık tıkıştırılmış haber bültenleri... Her gün, her akşam, her saat aynı şeyler vardı televizyonda. Milyonlarca insan oturup bunların başında saatlerini harcıyordu üstelik, boşa geçen yüzlerce saate acımıyordu hiç kimse. Aynı sözleri, her yıl tamamiyle aynı şeyleri dinleyip izlemek nasıl zevkli olabiliyordu ki?

Popüler olan bir dizinin her kanalda bir kopyası çıkıyordu. Aşk hikayelerinin modası hiç geçmezdi mesela. Dram ağırlıklı diziler her daim var olurdu. Sonra silahlı olanlar çıkmıştı şimdi, polisiye adı altında geçiyor ama içinde polis dışında her türlü şeyi barındırıyordu. İçlerinde her türlü pislik bulunmasına rağmen hiç kimsenin gözüne çarpamayan gereksiz diziler. Göz kırpmadan adam vuruluyordu örneğin, küfür ediliyordu, insanlar birbirlerini aşağılıyor, bir 'patron'un etrafında toplanıp onun uşaklığını yapıyor, hizmet ediyordu. Mafyalığa özenen ama bunun bilincinde olmayan sokak çocuklarından korkar hale gelmemiş miydi insanlar artık? Evinin önündeki sokaktan geçen kişilerin neredeyse tamamı tinercilerden ya da serserilerden korkmuyor muydu? Bunların özendirildiği onlarca şovda sansürlenen şey sigaralardı! 'Şaka gibi ya.' diye düşündü Kerim. 'Sanki sansür koyunca kola içiyorlar sanıyoruz da.'

Televizyonu boş bakışlar eşliğinde zaplamaya devam ederken bu kez Kerim'i düşüncelerinden uyandıran şey kapı zili oldu. Kaşları çatıldı, ayaklarının ucunda duran telefonuna uzanıp saate baktı. 11'e geliyordu artık, bu saatte kim gelirdi ki? Kapı kapı gezen satıcılardan mıydı acaba? Eğer bu saatte böyle bir şey için insanları rahatsız ediyorsa Kerim neler sayacağını çok iyi biliyordu gerçi, zamanında az kalaylamamıştı bu adamlardan. Rahatsız etmek için ellerinden geleni yapmaları dışında bir kez yapıştılar mı kolay kolay da gitmiyorlardı üstelik, adamı tutup kapının önünden sökmen gerekiyordu adeta. Gene de bu olasılık çok muhtemel görünmemişti Kerim'e. Belki de arkadaşlarıydı, ona tatsız bir süpriz yapıp ellerinde -Kerim'in alkol kullanmadığını bile bile- biralarla gelecekler, geceyi orada geçirmek, kendi tabirleriyle parti yapmak isteyeceklerdi. Daha önce bunun olmuşluğu vardı ve ertesi gün hiç biri evi toplamakla uğraşmamıştı bile, bu yüzden saatin kaç olduğuna umursamadan herkesi kapının önünde bırakmayı düşünüyordu Kerim bu kez. Kapı bir kez daha çaldığında ayağa kalktı ve içinde biraz da korkuyla antreye geçip kapının kolunu kavradı.

Kapıyı açtığında karşısında bulduğu manzara kesinlikle görmeyi en son beklediği şeydi. Bir kız, siyah saçları omuzlarından dökülen, kafasında mavi bir beresi, üzerinde kalın montu ve altında dar kotu ile kalın giyinmiş olmasına rağmen kollarını birbirine üşümüş gibi dolamış bir kız kendisine bakıyordu. Kerim tanıyordu bu kızı, hem de çok uzun zamandır tanıyordu; en yakın arkadaşlarından bir tanesinin sevgilisi Merve'ydi bu. Bu saatte burada ne yaptığını sormak geldi Kerim'in içinden ama bunu dillendirmesini engelleyen şey bir hıçkırık olmuştu. Kızın kara gözleri kocaman açılmış ve yanakları ıslanmıştı. Belli belirsiz bir burun çekişle dudakları titreyerek baktı Kerim'e Merve. Görünüşe göre hüngür hüngür ağlamıştı.

Kerim bir an ne yapacağını bilemedi. Daha önce buna benzeyen hiçbir durumla karşılaşmamıştı, pek çok arkadaşını zor anlarda teselli etmişliği olmuştu tabi ama kapısına hüngür hüngür ağlayan bir kızın, daha da kötüsü samimi bir arkadaşının sevgilisi olan  ve kendisinin de arkadaşı sayılabilecek bir kızın gelmesi çok yeni bir şeydi. Kısa bir müddet sadece orada dikilip kıza şaşkın bir biçimde baktıysa da yeni bir hıçkırık gözlerini kırpıştırıp harekete geçmesine sebep oldu.

''Merve? Ne oldu? Gel buraya, içeri gir. Bu ne hal ya?''

Kızın iki küçük adım atıp eşiği geçtiğinde Kerim onu kolundan tutup yavaşça çekti içeri. Kapıyı kapattı, kız başını yere eğmiş burnunu çekiyor, tek kelime etmiyordu. Bir şeyleri sindirmeye çalışıyormuş gibi gelmişti Kerim'e ama aklında oluşan düşüncelere aldırmadan ona döndü.

''Neyin var? Merve? Neden ağlıyorsun?''

Merve dudakları titreyerek kafasını kaldırıp baktı Kerim'e. Yüzü acı çekiyormuş gibi bir hal aldı, sanki konuşmakta zorluk çekiyor gibi görünüyordu. Sonunda bir kaç hıçkırıktan sonra zar zor ''A-ali, terk etti beni!'' diyebildi ve bu sözle birlikte bu sefer daha şiddetle hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Kerim ne yapacağını bilemedi bir an, hareketlerine bakacak olan bir insan annesini ya da babasını kaybettiğini falan düşünürdü ki Kerim'in de aklına ilk gelen şey buna benzer bir felaketti. Halbuki aslında her şey sıradan bir ayrılık davasıymış gibi görünüyordu. Kızın sarsılan vücudunu gördüğünde yapması gerekeni anlayarak ona sarıldı, Merve de bunu beklermiş gibi kollarını doladı ona anında. Montu soğuktu, yüzünden akan bir kaç damla yaş da Kerim'in üzerindeki siyah kazağı ıslatıyordu ama umursamadı Kerim. Ne yapacağını bilemez bir halde öylece sarıldılar bir süre, kız çenesini omzuna dayamıştı ve hüngür hüngür ağlıyordu. Arkadaşıydı Merve sonuçta, ona destek olmalıydı; ama saat 11 de hangi akla hizmet gelmişti Kerim'in evine onu da anlamak kolay değildi gerçekten. Hiç mi kız arkadaşı yoktu yahu?

Aklındaki düşüncelere zıt bir şekilde şefkatli bir babanın sesiyle konuşmuştu ağzı açıldığında Kerim. Arkadaşlarına gerektiğinde destek olmayı asil bir görev olarak gördüğü zamanlar vardı, sebepler ne kadar saçma olursa olsun. Ve işin aslı daha önce hiç bir kız omzunda ağlamamıştı ve bu onu hazırlıksız yakalamıştı. Ağlayan kızlara yabancı olmasa da -lise tayfası ve aylık sevgilileri sağolsu- bu kadarı fazlaydı.

''Gel, şu montu bir çıkar, geç bir otur önce. Anlat her şeyi.''

Merve kafasını bilinçsizmiş gibi salladı hıçkırmaya devam ederken. 'Gerçekten sarsılmış görünüyor.' diye düşündü Kerim, Ali ile neredeyse 3 yıldır çıkıyorlardı şimdi düşününce. Birbirlerine epey bağlanmışlardı, özellikle de Merve oldukça duygusal bir kızdı. Bir gün ayrılacak olurlarsa böyle bir hale geleceğini tahmin edebilirdi Kerim ama kendi evine gelmesini kesinlikle tahmin etmemişti. Kızın üzerindeki montu, bereyi ve şapkayı alıp kapının yanındaki portmantoya astı ve selini sırtına atıp onu salona geçirdi. Kız itaatkarce, dalgın dalgın yürüdü yanında, salona geçtiklerinde de az önce Kerim'in yattığı kanepeye oturup boş bakışlarını halıya dikti. Kerim televizyonu kapatıp yanına oturduğunda kendisini biraz daha toparlamış gibi görünüyordu. Hala ağlıyor olsa da artık sarsılmıyor, hıçkırıklarını ve burun çekişlerini belli bir seviyede tutuyordu. Küçük burnu kızarmıştı Merve'nin. Göz bebekleri büyümüş, dudakları sanki daha da incelmiş, hüzün ona ayrı bir hava katmıştı. Kerim gözlerini kırpıştırdı ve ayağa fırlayıp montunun cebinde olduğunu hatırladığı selpağını almaya gitti. Kısa bir süre araması gerekse de geri geldiğinde Merve'nin artık gözlerinden yaş gelmediğini görerek içinden oh çekti. Selpağı anlayışlı bakışlar eşliğinde uzattı ona, kız içinden bir tane alırken başını kaldırıp bir an gözlerinin içine baktı ve gülümsedi hafifçe.

''Anlatmak ister misin?''

Kız yüzündeki nemi sildikten sonra bir süre yere bakmaya devam etti. Ağladı ağlayacak bir ifade vardı yüzünde hala. Dudağını ısırdı, sertçe, bir süre böylece düşünürken yüzünün istemsizce ekşidiğini, her an yeniden ağlayabilirmiş gibi gerildiğini gördü Kerim. Ama en sonunda başını onaylar biçimde salladı. Kendisini toplamak çin biraz süre verdi ona Kerim. En sonunda da kız sesinin titremesini engellemeyi başarmış ve anlatmaya başlamıştı zaten.

Kerim dinledi. Dinlerdi o, her şeyi dinleyebilirdi. En saçma aşk hikayelerini, en uçuk düşünceleri, en paranoyak fikirleri dinleyebilirdi. Her türlü saçmalığa tahammül edebilirdi, eğer mecbursa. Dertleri dinlerdi, sevinçleri dinlerdi, heyecanlı hikayeleri, sevinçleri, üzüntüleri dinlerdi. Gerektiğinde konuşup karşısındakini teskin ederdi de. İyi bir dinleyiciydi, karşısındakinin sözü havaya gidiyormuş gibi hissettirmezdi. İyi bir arkadaş olmak için gerekli bir özellikti bu. Bugün Merve için de iyi bir arkadaş olması gerekiyordu, bu yüzden de dinledi. Ali'yle tartışmalarını, birbirlerine ettikleri hakaretleri, onu artık anlamadığını, son zamanlarda kendisinden çok uzaklaştığını ve sonunda onu aldattığını öğrendiğini, bunu ona söylediğindeyse inkar etmeyişini ve ayrılmak istediğini söyleyişini dinledi. Bunu dinlerken bir yandan da içi daralmıştı Kerim'in aslında, bunu belli etmese de. Hayır, olayın draması ya da Merve'nin anlaşılmaya muhtaç tavırları değildi onu asıl sıkan şey. Ali'nin onu aldatmayı düşündüğünü biliyor olmasıydı.

Ali yakın bir arkadaşı sayılırdı, bu yüzden pek çok şeyi anlatırdı ona. Sıkılmıştı Merve'den, söylemişti de bunu Kerim'e. Hatta ilk söylediği kişi de Kerimdi, çünkü iyi bir dinleyiciydi . İyi bir sırdaştı. Umursamadığı ya da umursamaz göründüğü için hiç kimseye sırlardan bahsetmez, ağzından laf kaçırmazdı, bu yüzden de tıpkı bu olayda olduğu gibi pek çok gizli şeyi öğrenen ilk kişilerden olurdu. Ali'ye bunun yanlış olduğunu, en azından önce Merve ile ayrılması gerektiğini söylemişti Kerim ama dinlememişti o. Günah da Kerim'den gitmişti o zaman. En azından şeytan geri getirene kadar...

''Ya, kusura bakma. Bilemedim kime gideceğimi, arkadaşlarıma falan gitmeyi düşündüm önce, Esralara gidecektim ama... Ne bileyim. Anlamazlardı beni. Sen tanıyorsun Ali'yi de beni de. Sanki sana anlatmak daha rahatlatır gibi geldi.''

Kerim anlayışla başını salladı ve gülümsedi Merve'ye. Nedense çok samimi görüyordu şu an onu.

''İyi yapmışsın, arkadaşlar ne içindir? Sıkma canını, atlatırsın. Ali seni hak etmemiş demektir, üzülme boşuna.'' Dostane bir şekilde omzunu sıvazladı kızın, ne var ki bunu yaptığından utanarak çekti elini sonra. Onu neşelendirmek için konuyu biraz dağıttı Kerim. Türlü şeylerle aklını karıştırmaya, konuyu değiştirmeye çalıştı ve başardı da, bir süre sonra çok daha iyi görünüyordu Merve. Kız kısa bir süreliğine Kerim'e anlaşılmaz ama korkutucu bir ifadeyle baktı bir ara. Kerim o bakışların altında kızardığını, içini alev bastığını hissetmişti. Kendi kendine 'Saçmalama!' diye bağırıyordu içinden, 'Yanlış falan anlamadı, hem o geldi buraya ve tatlı görünüyor olduğu hiçbir şeyi değiştirmez geri zekalı.' Onu düşüncelerinden ve Merve'nin içini delen bakışlarından kurtaran şey ise mutfaktan gelen su fokurtusu oldu. Saklayamadığı bir nida çıktı ağzından. ''Siktir.'' Ayağa fırladı, mutfağa koşarken bir yandan da kafasını çevirip bağırdı. ''Makarnayı unuttum.'' Merve'nin kıkırdadığını odadan çıkarken zar zor duydu.

Mutfağa girerken makarnanın lapa olmaması için dualar ediyordu Kerim. Ocağa ulaştığı anda ocağın altını kapattı, suyun içinde yüzen uzun hamur taneleri şişip kocaman olmuşlardı. Çatalını daldırıp birkaçını sardı ve lavaboya götürüp musluğun altına tutarak serinlettikten sonra ağzına attı. Oldukça iyi pişmişlerdi, üstelik dağılmamışlardı da. Memnun bir ifadeyle gülümsedi. Dolaptan biraz yaş ve salça aldı, makarnayı hızlıca süzdü ve yağı eritip salçayla karıştırarak tencerede hepsini karıştırdı. 5 dakika elinde iki tabak makarna ve iki çatal ile salona geri dönmüştü.

''Açsın di mi?''

Merve gülümsedi, Kerim'in kendisine uzattığı tabağı minnettarlıkla kabul edip kanepenin köşesine çekildi ve bağdaş kurup tabağı kucağına aldı. ''Teşekkür ederim Kerim.'' dedi gözlerinin içine bir kez daha onu korkutacak biçimde bakarak. Kerim yutkundu ve gülümseyerek kafa sallayıp kanepenin diğer ucuna geçti.

Yerken bir süre sohbet ettiler, bu esnada saat de 12'yi geçmişti artık. Merve ilk geldiği andakinin aksine artık çok daha rahat görünüyordu, hareketlerinde hala bir durgunluk, bir üzüntü hissedilebiliyor olsa da artık gülüyordu da. Kerim de rahatlamıştı bunun üzerine, daha çok konuştu, kafasını daha fazla dağıtmaya çalıştı kızın. Uzunca bir süre konuştular, sonunda Kerim'in sigara isteği hissedilir dereceye geldiğinde bir an duraksayıp cep telefonuna baktı. Saat 1e yaklaşıyordu. Görünüşe göre Merve bu gece burada kalacaktı.

''Gece gece kapına geldim Kerim ya.'' dedi Merve onun aklını okumuş gibi. Sesi utangaçca, mahcup çıkmıştı. ''Özür dilerim. Ben kalkayım en iyisi, bir taksi bulayım eve.''

''Bu saatte?'' Kerim bunun sadece nezaketen söylenmiş bir şey olduğunu bilmesine rağmen kızmamıştı. En azından bunu düşünüyordu kız. ''Saçmalama, misafirimsin bugün. Annenler falan endişelenmez di mi?'' Merve mahcup mahcup gülümsedi. ''Esralarda sanıyorlar beni. Teşekkür ederim, zahmet verdim sana da.'' Gülerek kalktı kanepeden Kerim. Sehpanın üzerindeki boş tabakları alıp mutfağa götürürken ''Ne zahmeti...'' gibisinden mırıldandıysa da kızın bakışlarını üzerinde hissediyor, geriliyordu. Mutfağa geçtiğinde de tabakları koyup derhal yıkamaya koyulması düşüncelerini toparlamak isteyişindendi.

Bir kere şu kesindi, Merve bu gece ondan destek almak için buraya gelmişti. Bu yüzden Ali konusunu açmamalı, şu an olduğu gibi gülmesini sağlamalıydı. Ali'nin yaptıklarından haberi olduğunu söylememiş, kendi düşündüğü dürüstlüğünü çiğnemişti Kerim aslında, ama bu şimdilik önemli değildi. Kendini daha iyi hissettiği bir zaman elbet söylenebilirdi bu. İkindi gerçek şuydu ki Merve çok da üzülmüş görünmüyor gibi gelmişti Kerim'e. Yani, ağlamıştı, bolca ağlamış, içini dökmüş, lanetler etmişti Ali'ye falan ama onun kadar duygusal bir insanın bu kadar çabuk sakinleşmesini de beklememişti Kerim. Bu kadar iyi bir teselli edici miydi yani? Sanmıyordu. Gene de paranoyaklaşmanın bir anlamı olmadığını düşünerek bunu da göz ardı etti. Üçüncü gerçek ise kendisine kesinlikle itiraf etmeye yanaşmadığı bir şeydi, o da Merve'nin çaresiz görünüşünün kesinlikle çekici olduğuydu. Aklında hiçbir zaman onun için haddinden fazla düşünce beslememiş olmasına rağmen kızarmış burnuyla, kocaman açılmış gözleriyle ve anlam veremediği o minnettar bakışlarıyla bir şekilde vücudunu ateş basmasına sebep oluyordu Kerim'in. Yüz yüze konuşurken sorun yoktu ama sessizlik hakim olduğunda sanki olaylar değişiyormuş gibiydi ve bu kesinlikle rahatsız ediciydi.

'Tek bir gece Kerim. Bir gece, ve yarın sabah yoluna gidecek. Sen de görevini yapmış bir arkadaş olarak kendinle gurur duyacak ve hayatına devam edeceksin.'

Derin bir nefes aldı ve duruladığı tabakları lavabonun yanındaki plastiğin üzerine koyup ellerini kuruladı. Sigaraya ihtiyacı vardı, sokağın ucundaki tekel hala açık olmalıydı bu saatte. Odasına geçip üzerini değiştirmeden önce Salona doğru seslendi. ''Sigara alıp geleceğim, istediğin bir şey var mı Merve?''

''Alkol fena olmazdı!''

Kerim yönünü değiştirip salona döndü ve kapının eşiğinden kafasını uzatıp kanepenin ucunda bağdaş kurmuş kıza baktı. ''Bence şu an alkol almasan daha iyi olur.'' dedi olabildiğince anlayışlı tutmaya çalıştığı bir ses tonuyla. Kız bir süre düşündükten sonra itaatkarca salladı kafasını. ''Haklısın sanırım. Hem evin de kokmasın, içmiyordun sen. Afedersin.'' Kerim gülümsedi, elini önemli değil dercesine salladı ve üzerini giyinmek üzere odasına geçti.

Tekele giderken de, sigarasını yakmış halde geri dönerken de aklında gecesinin ne hale geldiği döndü. Garip bir şekilde çok da şikayetçi olmadığını fark etmişti aslında. Dertli insanlar genellikle baş ağrıtırdı ama samimi olanlara yardım etmenin hazzı da bir başka oluyordu onun için. İnsanlar bazen iki yüzlü davranmadığında, gerçekten yardıma muhtaç olduklarında onların yanına durmak gerekiyordu. Merve bu desteğe muhtaçtı ve bunun için de Kerim'i seçmişti, hala anlayamadığı bir sebepten ötürü. Onun üzerine de bu güveni boşa çıkarmamak düştüğünden yaptığı şeyleri sorgulamamalı, aklına yanlış şeyler getirmemeliydi. İyi davran ki sana da iyi davransınlar hesabı.

Anahtarını daire kapısında çevirip eve girdi. Elindeki küçük tekel poşetinin hışırtısı ve kapının kapanma sesiyle Merve, geldiğini anlamış olmalıydı. Ayakkabılarını çıkarıp salona geçtiğinde kızı kanepenin ucunda gözlerini ovalarken buldu. Anlaşılan uyuyakalmıştı ama Kerim'in gelişiyle uykusu bölünmüştü. Mahcup oldu Kerim.

''Afedersin, uyandırdım mı?''

Kız elini boş ver dercesine salladı, gözlerini kırpıştırarak baktı Kerim'e. ''Ne aldın?'' Kerim bir tane çikolata çıkarıp fırlattı Merve'ye, kız beceriksizce ellerini kaldırdı ama son anda yakalamayı başardı paketi. Kocaman bir sırıtış oluştu yüzünde. ''En sevdiğim bu ya. Süpersin.'' Kerim de sırıttı ve yeniden odasına geçip pijamalarını giydi bir kez daha. Bu kez daha temiz bir tanesini giymişti elbette. Merve'nin de üzerine uyabilecek bir şey baktı, pantolonuyla yatması rahat olmazdı sonuçta. Boyları çok farklı olmasa da pijamaların beli konusunda sıkıntı yaşayacakları kesindi, bu yüzden lastikli ve daraltılabilir bir eşofman altı aldı eline Kerim. Elinde bir eşofman ve battaniye ile geldiğinde kız kanepenin köşesinde çikolatasını kemiriyordu.

''Biraz uzun gelecek ama idare edersin bugünlük.'' diyerek eşofman altını gösterdi Kerim. Kız hiç kafaya takmadan uzandı ve aldı, battaniyeyi de yanına aldı. ''Çok teşekkür ederim ya, çok zahmet verdim ben sana.''

''Takma. Ben çıkayım da üstünü değiştir, üzerine de bir şey vereyim mi diyeceğim ama uyacağını sanmıyorum.''

''Önemli değil, bu yeter. Teşekkürler.''

''Kerim.''

''Evet?''

Merve yüzünde anlaşılması güç bir ifadeyle elindeki eşofmanı kanepenin üzerine bıraktı ve üç uzun adımda Kerim'in dibinde bitti. Yüzünde tereddüt vardı. Kerim içinin yanmaya başladığını hissetti, aralarında sadece birkaç santim vardı ve bunun hayra alamet olmadığını düşünmesi için pek çok sebep vardı şu an. Ve neredeyse ilk defa hayatta bir şey tam düşündüğü gibi oldu. Merve hiç bir uyarı vermeden başını uzatıp Kerim'in dudaklarını buldu. Kısa, tereddütlü bir öpücük olsa da içinde pek çok şeyi de barındırıyordu bu. Teşekkür ediyordu, öyle olmalıydı. Ama ne garip bir yoldu teşekkür etmek için bu böyle? Kerim kendisini bir an onunla hayal etti, sadece o kısacık anda. Ali'ye asıl ihanet bu olmaz mıydı? Bütün düşündüğü şeyleri, etrafındaki yalanları, sıradanlığı, ikiyüzlülüğü bu kadar çabuk unutup onlardan biri haline gelebilir miydi? Daha önce hiç yanlış gözle bakmadığı bir kız tek bir gecede onu etkilemiş olabilir miydi?

Merve'nin öpücüğü son bulup da gözlerini yeniden açtığında kızın yüzündeki kızarıklığı, yaptığının sonuçlarına katlanmaya hazır bir çocuğun sahip olduğu bakışları gördü. Kerim böyle şeylerde iyi değildi. Amacını anlamıyordu. Sadece ayrılık acısıyla mı yağmıştı her şeyi? Ona karşı bir şeyler mi hissediyordu? Böyle aptal bir günü mü seçmişti bunu itiraf etmek için? Yoksa Ali'den ayrılışını fırsat bilip de mi gelmişti hemen? Sadece bir teşekkür ediş şekli miydi bu yoksa?

''Özür dilerim.'' dedi Merve titrek sesiyle. ''Sadece sana ihtiyacım var.'' Kerim'in gözlerini kırpıştırmasına ve ne olduğunu anlayamayan bakışlarına zıt bir kararlılıkla elini boynuna attı ve bir kez daha başını çenesine koydu. ''En azından sadece bu gece. Beni yalnız bırakma. Lütfen.'' Kızın fısıldayışı Kerim'in deli gibi atan kalbine ekstra bir hız kazandırmış, vücudunu alevlerin almasına sebep olmuştu. Ne yapacaktı? Bu doğru muydu? Onunla mı kalmalıydı? Onunla... Yatmalı mıydı?

Kerim bu işlerde iyi değildi. Hiçbir zaman olmamıştı. Ona göre insanlar ikiyüzlüydü, ona göre her şey saçma bir haldeydi bu devirde. Ona göre arkadaşlar birbirini sırtından vururdu, sevgililer aldatırdı, bitmeyeceğini düşündüğü tek aşkın üyeleri araya onu sokardı. Ona göre bu dünya yaşanacak bir yer değildi.

Kim bilir? Belki de ikiyüzlü olmanın vakti çoktan gelmişti.

12
Oyunlar / Call Of Duty - Modern Warfare 3
« : 15 Kasım 2011, 21:09:48 »
Uyarı: Yazı Modern Warfare 2'yi oynamamış olanlar için bol miktarda rahatsız edici içerik barındırmaktadır.

Ayrıca bu oyuna tarafsız bir bakış açısıyla yaklaşmadığımı şimdiden söyleyeyim. Olabildiğince adil olmaya çalıştım fakat bana göre hak ettiği değeri yansıtan bir inceleme olduğundan biraz ağır oldu. Yani, biraz...


Küçük Bir Umut

Call Of Duty: Modern Warfare 2 çıktığında gerek fragmanlarından, gerek önceki oyunun verdiği müthiş hazdan ve gerekse Call Of Duty Serisinin hala oynanabilir olduğuna inandığımızdan inanılmaz heyecanlanmıştık. Oyun da bir yere kadar beklentilerimizi oldukça iyi karşılamış ve hatta bazı yerlerde çok daha üzerine bile çıkmayı başarmıştı. Fakat özellikle özgürlüğü seven oyuncular için pek çok eksi yönü bulunduğu da bir gerçekti. İnfinity Ward ağzımızı sulandıran bir yapıma imza atmış, her oyunda olabilecek eksikleri ise giderememiş veya buna ihtiyaç duymamış; sonuçta biz oyunu eksikleriyle kabullenip seve seve oynamıştık.

Ne var ki İnfinity Ward'ın kemik kadrosu, CoD serisinin gerçek yaratıcıları olan Vince Zampella ve Jason West'in Activision ile anlaşamayıp yanlarına hatırı sayılır derecede çalışanı da alarak şirketten ayrılmaları, CoD'un bundan eskisi gibi olamayacağı konusunda oyuncuları korkutmuştu. Nitekim Black Box tarafından yapılan sonraki CoD oyunu Black Ops da bu korkuların ne kadar haklı olduğunu gözler önüne sermişti. Tüm bunlara rağmen, Modern Warfare 3 duyurulduğunda bir çok kişi hâlâ olaya iyimser yaklaşmayı tercih ediyordu.

Maalesef umdukları olmamış.

Modern Warfare 2,5

Öncelikle şunu söylememe gerekiyor; oyunda tamamen yeni olan neredeyse hiçbir şey yok. Grafikler MW2'nin neredeyse tıpatıp aynısı, müzikler kulağa önceki oyundan kopyala yapıştır yapılmış gibi geliyor, yapay zeka gelişmek bir yana daha da gerilemiş... Yeni silahlar veya ekler herhangi bir heyecan yaratacak seviyede dahi değil ve oynayış konusunda şu ana kadar oynadığım en zevksiz CoD oyunu olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. İnfinity Ward'ın yerini tutmaya çalışan SladgeHammer Games maalesef bi önceki oyuna yeni bir senaryo eklemekten ötesine gidememiş.

Hikayeden bahsetmek gerekirse; Modern Warfare 2'nin sonunda dünyanın karmakarışık bir halde olduğunu hatırlıyoruz. Ruslar Amerika'ya girmiş ve ortalığı darma duman etmişler, fakat her zaman olduğu gibi kahraman Amerikan askerleri düşmanı kendi topraklarından çıkartmayı geçici olarak da olsa başarmıştı. Bunda Cpt. Price ve Soap Mactavish'in payı da oldukça büyüktü elbette. Oyunun son sahnesinde ise devam oyununa göz kırpılmış, bizi neler olacağı konusunda merakta bırakan bir sahnede terk etmişti CoD.

Oyunun başında Soap ile Price'in başına gelenleri görüyoruz. Dünya hala berbat bir halde, Ruslar saldırılarını artırmakta, Makarov daha çok güç peşinde koşmakta ve New York işgal altında. Yeni karakterlerimizden Amerikan olanları -Sandman ve ekibi- düşmanı New York'tan çıkarmak için sinyal bozucu bir aygıtı devre dışı bırakmaya çağrıldığında macera da başlıyor. Daha doğrusu başladığını sanıyorsunuz.

New York'un yıkık halini ne kadar hayal edip oralarda koşturmayı istesem de maalesef oyunda buna neredeyse hiç izin verilmemiş. Yalnızca gitmek zorunda olduğunuz yere gidebiliyorsunuz ve bu sırada karşınıza çıkan askerleri vuruyor ve sinematikleri izliyorsunuz. Düşmanlar öldükçe yenileri geliyor ve gideceğiniz yere varıp doğru yerde F tuşuna basana kadar önünüze koyulan yolda ilerlemeniz gerekiyor. Oyunun özetini de böylece okumuş oldunuz.

New York kısmı iki bölüm sürüyor ve biri zaten şehrin içinde bile geçmiyor. Düşmanı savuşturuyoruz ve Amerika'daki savaştan kurtulup dünyanın diğer yerlerine atlıyoruz. İngiltere, Paris, Berlin ve bir çok Avrupa Ülkesinin başkentlerinde eş zamanlı gerçekleşen saldırılardan sonra, olaya bir de Rusların Avrupaya girip Makarov'un Rusya'nın başına geçmeye çalışması girince işler iyice karışıyor. Sonrası mı? 3. Dünya Savaşına hoş geldiniz.

Hikaye önceki oyunlardan pek farklı değil, ayrıca bir CoD klasiği olan beklenmeyen olaylar dizisi önceki oyunları oynamış olanlar için tamamen yok olmuş. Öyle ki oynadığınız bölümün sonunu yüzlerce metre öteden tahmin edebiliyor, karşınıza çıkacak düşmanın yapacağı hareketleri veya gerçekleşen olayların nasıl biteceğini rahatlıkla tahmin edebiliyorsunuz.Bu da heyecan faktörünü hatırı sayılır derecede eksiltiyor. Önceki oyunlara yapılan göndermeler ve olayların iç yüzünün gösterildiği flashbackler de olayı pek kurtaramıyor zannımca, fakat garip bir haz almadığınızı söylemek de yalan olur.

Hikaye ile ilgili söylemek istediğim bir diğer şey de oyuna olan etkisinin gereğinden fazla olduğu. Öyle ki singleplayer modu sadece sinematikler arasındaki koşuşturmaları oynamanıza izin veriyor. Bir sonraki sahneyi izlemek için adam vurmaktan başka yapabileceğiniz hiçbir şey yok. Yeni eklenen bazı araçlar, klasik aksiyon sahneleri, yeni yoldaşlar veya yeni tehditler de bu durumu hafifletmeyi başaramamış. Yapabileceğiniz tek şey size gösterilen yolda ateş ederek yürümek.

Merhumun da dediği gibi; Same shit, diffirent game...

Ben Bu Adamı Vurmamış Mıydım?

Yapay zeka konusunda bu kez ciddi anlamda çuvallamış olduklarını rahatlıkla söyleyebilirim. Öyle ki düşmanlar hâlâ siper alma kavramından bihaber tahta kutuların, bez tentelerin veya altı açık tezgahların arkasına saklanıyor, kafalarını da dışarıda bırakmayı hiç ihmal etmiyorlar. Hatta bazıları karşılarında asker görünce öyle şaşırıyor ki size doğru siper almak yerine kendi askerlerinden korunmaya çalışıyorlar! Size de eğilmiş hiçbir şey olmayan yerlere bakan adamların kafasına bir defa ateş etmek düşüyor. Aynı zamanda belli bir yerden gelen askerlerin tamamı aynı doğrultuda, aynı hızda koşuyor ve bir iki bölüm oynadıktan sonra doğru noktaya nişan alıp farenizin sol tuşuna basmak onlarca askeri yere sermek için yetiyor da artıyor bile.

Ateş etmek demişken, parmağınızı farenizin tuşundan hiç çekmeden bir taburu öldürebilmeniz bu oyunda mümkün. Öyle ki yeni silahlarınız neredeyse hiç sekmiyor!(özellikle de Amerikan askerlerini oynadığımız Delta Force bölümlerinde.) Bu oyunun gerçekçiliğinden büyük miktarda puan götürürken beklenin aksine eğlenceye de çelme takıyor; özellikle de benim gibi ayrıntılara takılan oyuncular için. Hadi ama, sadece imleci oynatarak herkesi öldürebilmenin nesi zevkli?

Önceki oyunlarda adeti olmayan bir şekilde düşmanın sürekli olarak gelme durumu da var elbette. Bazı yerlerde aynı yerlere siper alan aynı adamları sürekli vurmak oldukça can sıkıcı olabiliyor. Özellikle buna sürekli yanımızda durup bize komutlar yağdıran ve dibine kadar girmediği sürece hiç kimseyi vuramayan takım arkadaşlarımız da eklendiğinde iş iyice cıvıklaşıyor. Her düşmanın ilk önce size ateş etmeye başladığını da söylemiş miydim?

Tüm bunlara rağmen oyunun single player modunu bitirmek çok kolay. 6 yaşını geçmiş herhangi bir insan evladının oyunu kolay modda rahatça bitirebileceğini söyleyebilirim. Ben Veteran modunda yalnızca bir kaç kez ölerek rahatça bitirdim ki o ölümlerin bazıları gerçekten pek de hoş değildi. Ayrıca sinematiklerde ölmek insanı çok bozuyor, onu da bir ara parantez olarak ekleyeyim.

Oyunun iyi yönleri yok mu peki? Elbette var. Öncelikle dünyayı kurtarıyorsunuz, daha ne olsun? Sinematikler klasikleşmiş olsa da bazı yerlerde hala heyecanlandırıyor, hala ''Vay be!'' nidaları attırıyor. Kendinizi bir anda rambo gibi hissettiğiniz bölümler, dünyanın kaderiyle oynamanız, tek başınıza bir orduya bedel olmanız gibi oyuncuyu çekici ögeler bolca var oyunda. Bunun dışında farklı ülkelerde savaşabilmek, bazı epik sahnelere şahit olmak ve hikayenin devamını getirip 3lemeye bir nokta koymak oyunun eğlenceli yanları.

Müzik konusunda söyleyebileceğim çok fazla bir şey yok. Oldukça iyi ayarlanmış olmasına rağmen bazı sahnelerde duygusallık katmak için abartıldığına şahit oldum, aynı zamanda önceki oyunların soundtrackleriyle çok büyük benzerlikler içermesi de beni biraz rahatsız etti. Gene de genel olarak ortama uyan, heveslendirici ve aksiyon sahnelerini daha iyi hale getiren melodiler konusunda pek fazla şikayet edileceğini sanmıyorum. Ortam sesleri ve oyuncu seslendirmeleri de oldukça iyi ayarlanmış.

Gel abi, Gel Gel Gel!

Singleplayer modu bittiğinde hevesinizi alamadıysanız diye multiplayer ve Special Ops bölümleri çıkıyor karşınıza. Special Ops bölümünde bir yenilik yapılarak Survival modu eklenmiş. Bu modda farklı haritalarda sürekli olarak karşınıza gelen düşmanları öldürüyorsunuz. Düşman öldürdükçe puan kazanıyor ve kazandığınız puanlarla yeni silahlar, ekipmanlar ve destek alabiliyorsunuz. Bunları kullanarak daha çok adam öldürüyor ve daha çok puan kazanıyorsunuz. Sonunda ya bilgisayarınız kapanıyor ya da siz ölüyorsunuz. Bunun dışında MW2 den alışık olduğumuz görevler de var. Bir arkadaşınızla birlikte oynayabileceğiniz gibi tek başınıza da bunları yapabilirsiniz. Ben aynı şeyleri yeniden oynamaktan pek zevk almadım, o ayrı bir konu...

Multiplayer modu ile ilgili ise herhangi bir yorum yapamayacağım çünkü oynamak şansım olmadı. Gene de yeni eklenen özellikler olduğunu belirtelim; 'Kill Confirm' ve 'Juggernut' gibi... Peki nedir Kill confirm? Basitçe; öldürdüğünüz düşmanın künyesini almak üzere üzerinden geçmek ve onu öldürdüğünüzü kanıtlamak. Eğer öldürdüğünüz kişinin cesedine sizden önce başka bir düşman oyuncusu ulaşırsa o adamı öldürdüğünüzü inkar ediyor ve puanın sadece bir kısmını alabiliyorsunuz. Bana pek gerekli bir mod gibi gelmedi açıkçası, ayrıca ölen kişilerin üzerinde sarı sarı parlayarak dönen kocaman bir simge çıkması oyun içinde pek de hoş görünmüyor.

Juggernut ise Single player modunda da deneyimleyebileceğiniz şekilde oldukça sağlam bir zırh oluyor. Bu zırhın içindeyken RPGlere bile dayanabilecek kadar sağlam duruyorsunuz fakat hareketleriniz oldukça yavaşlıyor. Öldürülmeniz çok zor olsa da, bir kez öldüğünüzde zırhı da kaybediyorsunuz. Zırhı almak için ne mi yapmalısınız? MW2'de olduğu gibi Kill Streaklerinizi düzenlemeli ve ölmeden önce yeterli sayıda kişi vurmalısınız. Multiplayer'dan daha fazla bahsetmek istemiyorum fakat şunu da ekleyeyim son olarak; dedicated sunucu seçeneğinin yeniden açılmış olması insanları oldukça heyecanlandırmış olsa da, ben bunu sadece popülerliğin düşmemesi için yapılmış bir durum kurtarma operasyonu olarak yorumladım. Nerede o eski COD 4 sabahları, aaaaah ah!

Genel olarak konuşmak gerekirse; COD MW3 isminin hakkını veren bir oyun değil. Geliştirilmemiş grafikler, öncekilerin aynısı oyun modları, sadece hikaye üzerine kurulmuş zevksiz singleplayer, berbat yapay zeka ve tüm bunlara rağmen havalarda uçan oyun puanları oyunun kötü yönlerini oluştururken; eski oyunlara yapılan göndermeler, üçüncü dünya savaşının içinde bulunabilmek, dünyayı kurtarma hissi, multiplayer modundaki küçük yenilikler ve Price'in hatırı oyunun artılarını oluşturuyor.

Belki de COD'un artık bitme vakti gelmiştir, kim bilir?

13
FRP Genel / Portal FRP Çevirileri
« : 14 Ekim 2011, 00:17:29 »

Portalda yayınlanmak üzere çeşitli FRP sistemlerinin kural kitaplarını çevirecek gönüllü kişiler arıyoruz. Portaldaki FRP bölümünü yenilerken içindeki materyalleri de güncellemeyi ve arttırmayı düşünüyoruz ve bu konuda yardımınızı istiyoruz.

Çevirmenlik için gönüllü kişilerin ciddi anlamda İngilizce biliyor olması gerekiyor. Ayrıca çevrilecek materyalleri biz vereceğiz. Yardım etmek isteyen arkadaşlar özel mesaj yoluyla bana veya Baal Adramelech'e ulaşabilirler.

14
Düşler Limanı / Soyut
« : 08 Eylül 2011, 23:47:04 »
Merhaba.

Geçen Salı günü, teyzem öldü. Öldüğünde yanındaydım, aslında bakarsanız onu canlı gören ve onun canlıyken gördüğü son kişi bendim. Kızının doğum gününde, sıradan bir trafik kazasında, sıradan bir şekilde ezilerek öldü. Eminim yaşasaydı ölümünün daha gösterişli olmasını isterdi. Olmadı ama. Karşıdan karşıya geçiyordu, elinde küçük, peluş bir penguen ile. Hediye oldukça hoştu aslında bakarsanız, kızı -benim kuzenim- Yasemin'in seveceği türden, sıra dışı ve sevimli bir şeydi; üzerine annesinin kanı sıçramış olmasaydı eminim ki çok severdi.

Sıradan bir sarhoş, sıradan bir arabayla, sıradan bir sokakta çarptı teyzeme. Hafiften yağmur yağıyordu ki sanırım bu olayı daha dramatik hale getiren bir etkendi- ya da daha ölümcül, zira araba çarpmadan önce yaklaşık 10 metre boyunca kaymıştı, nasıl bir hızla gelmişse adam artık. Yolun karşısından, aşırı heyecanlı ana haber bülteni sunucularının tabiriyle; saniye saniye izledim her şeyi. Teyzemin ayağı ıslak zeminde kayıp hafifçe tökezledi, dengesini sağlamak için kollarını pervane gibi birkaç kez çevirdi ve gülerek dengesini geri sağladı. Yüzündeki o gülüş daha solmadan beline yediği kaporta darbesi ile hafifçe sallandı, bir saniye sonra ise 5 metre ötede, yerde yatıyordu.

Yarı koşar, yarı yürür halde yanına gittim, aslına bakarsanız o an ben de şaşırmıştım nasıl bu kadar sakin olabildiğime. Teyzem oraya vardığımda hâlâ yaşıyor ve hâlâ gülüyordu. Elindeki pengueni bana uzattı, ''annene selam söyle'' dedi, ve bacağımdan tutarak beni bir adım kendisine doğru çekti. Sırtıma çarpan dikiz aynasından anladığım kadarıyla ölmeden önce kendisine çarpan adamın beni de ezmesini engelledi. Bundan hâlâ tam olarak emin değilim, fakat hatırladığım sonraki şey, elimde yarısı kırmızıya boyanmış peluş bir penguenle hastanede uyandığımdı. Anlaşılan o son darbe ve içinde bulunduğum durumdan dolayı bayılmıştım.

Teyzem için üzülüyor olmam gerekirdi, fakat benim hissettiğim tek şey, hmm, burada hangi kelimeleri kullanmam gerektiğinden tam emin değilim. Aslına bakarsanız bir şey hissetmiyordum, daha ziyade biraz açtım sanırım. ''Yiyecek bir şey var mı?'' diye sorduğumda endişeli gözlerle bana bakan annemin neden şaşırdığını da anlamak zor değil. Gene de bir şey çaktırmadılar, tanık olduğum şeyden dolayı şokta olduğumu düşündüler sanırım. Değildim...

Ertesi gün hastaneden çıkana kadar yaptığım tek şey kapının dışında ağlayan kişilerin kim olduğunu tahmin etmeye çalışmaktı. Her gelen dışarıda gözyaşı dökme faslını bitirdikten sonra içeriye de girdiği için tahminlerimin doğru olup olmadığını kısa sürede görebiliyordum. Doğru bildiğimde muzaffer bir edayla gülümsüyordum içeri yeni gelenlere. Şaşırıyorlardı, fakat bozuntuya vermiyordu hiçbiri. Onlar da gülümsüyordu bana, tebrik edercesine.

Teyzemin cenazesinde en öndeydim. Elimde üzerine hâlâ onun kanı olan peluş pengueni tutarak, içinde olduğu tahta kafesin omuzlar üzerinde yeşil bir arabaya bindirildiğini gördüm. Daha önce ağladığını hiç görmediğim insanların hıçkıra hıçkıra ağladığını gördüm. Yüzünü hiç asmayan eniştemin suratı bir karış halde sigara içtiğini gördüm. Abimin kenarda oturmuş cep telefonuyla uğraştığını, telefonundan yere su damladığını gördüm.

Sonunda annemin elinden kurtulmayı başardığımda etrafı siyah giysili kadınlar tarafından çevrilmiş olan Yasemin'in yanına seyirttim. Elimdeki peluş oyuncağı paylaşalım istedim, nasılsa onun olması gerekiyordu bu penguenin. Yanına gittiğimde, babasının elini tutuyor, kıpkırmızı gözlerle yere bakıyordu. Omzunu dürttüm, gözlerini bana dikti bu sefer. Pengueni uzattım, kaşları havaya kalktı görünce. Boştaki eline aldı pengueni, önce oyuncağa, sonra bana baktı saf saf. Sırıttım. O da sırıttı, ama oyuncaktaki kanı görünce onun gülüşü silindi. Çığlık attı tiz sesiyle, herkes başına toplandı. Ses etmedim, oyuncağımı alıp annemin yanına gittim gene.

Bugün öğrendim ki, bende o günden beri bir farklılık varmış. Normal davranmıyormuşum, diğer çocuklar gibi tepki vermiyormuşum sanırım. Onlar gülerken ben öylece duruyor, onlar ağlarken ben gene öylece duruyormuşum. Her gün küçük sarı bir hap verdiler. Hap içmeyi bile bilmiyordum aslında, zorla öğrendim. Ama içmeyi bıraktım bir süre sonra, içmek istemedi canım. Dilimin altında sakladım hep, suyu yuttum, hapı tuttum ağzımda.

Bugün aynı kaza gene olsa, belki gene aynı tepkileri verirdim. Belki gene sırıtırdım hastanedekilere, gene ağlamazdım o cenazede. Ama bugün olsaydı aynı kaza, Yasemine vermezdim o pengueni. Kendime saklardım. Ne olduğumun, nasıl olduğumun bir hatırası olarak. Başucumdan ayırmazdım belki, beraber yatar, beraber dururduk öylece.

Merhaba. Ben artık bir çocuk değilim.

[*]Deneyseldir, bir şey kanıtlama çabasında değildir.[/*]

15
Dipsiz Konak / Kayıt Defteri
« : 15 Ağustos 2011, 02:11:07 »
*Bu konu forumda bugüne kadar oynanmış olan tüm rplerin sıralandığı bir listedir.
*Oynanmış olan fakat forumda başlığı açılmayan veya bahsedilmeyen oyunlar listeye dahil edilmemiştir.
*Listenin asıl amacı insanlara istenildiğinde bir şeyler yapılabildiğini hatırlatmaktır.
*Bir diğer amacı da bugüne kadar yapılan aktiviteyi arşivlemektir.
*Yeni oyunlar açıldıkça liste uzayacaktır.


~Hali hazırda devam eden oyunlar~


~Oynanıp bitirilmiş olan oyunlar~

Demir Yumruk       Oynatan:Fırtınakıran/KoyuBeyazBaşlangıç: 14 Ağustos 2011Yer: Forum
Demir Yumruk - AndromedaOynatan:FırtınakıranBaşlangıç: 07 Şubat 2012Yer: FRP Odası
Demir Yumruk - Kızıl TopraklarOynatan:KoyuBeyazBaşlangıç: 13 Ekim 2011Yer: FRP Odası
Dio hiliadesOynatan:DúrgonathBaşlangıç: 9 Haziran 2011Yer: FRP Odası
Büyülü KasabaOynatan:MalkavianBaşlangıç: 17 Mart 2011Yer: Mumble(sesli)
Miras Döngüsü FRPOynatan:DerufinBaşlangıç: 23 Eylül 2011Yer: MSN
Anlık FRPOynatan:RaisorBaşlangıç: 18 Nisan 2011Yer: FRP Odası
Anlık FRPOynatan:RaisorBaşlangıç: 17 Nisan 2011Yer: FRP Odası
Anlık FRPOynatan:KoyuBeyazBaşlangıç: 14 Nisan 2011Yer: FRP Odası
YıkımOynatan:KoyuBeyazBaşlangıç: 17 Şubat 2011Yer: FRP Odası
S.W.A.T RPOynatan:KoyuBeyazBaşlangıç: 9 Ocak 2011Yer: FRP Odası
Yanmış KasabaOynatan:CaninaBaşlangıç: 5 Ağustos 2010Yer: MSN
stalinHitlerNostradamus Lost!Oynatan:CaninaBaşlangıç: 5 Mayıs 2009Yer: MSN


~Yarım bırakılmış oyunlar~

Eskilerin EfendisiOynatan:NovaystBaşlangıç: 10 Kasım 2015Yer: Forum
NES 7.0 - Yeni Dünya       Oynatan:LordmutiBaşlangıç: Temmuz 2015Yer: Forum
Tomb Of The Dragon       Oynatan:LightBladeBaşlangıç: - Yer: Forum
NES 6.0 Yeni Bir Umut       Oynatan:LordmutiBaşlangıç: 7 Haziran 2014Yer: Forum
MvŞ - CaritasOynatan:MalkavianBaşlangıç: 28 Eylül 2012Yer: FRP Odası
PurgatorioOynatan:Madam VioBaşlangıç: 15 Haziran 2012Yer: Forum
Demir Yumruk - SekizOynatan:KoyuBeyazBaşlangıç: 13 Mayıs 2012Yer: FRP Odası
Vampire HuntOynatan:MalkavianBaşlangıç: 27 Mart 2012Yer: Forum
PazuzuOynatan:FiddlerBaşlangıç: 10 Mart 2012Yer: Forum
World Of Darkness - MortalOynatan:Laughing MadcapBaşlangıç: 12 Ekim 2011Yer: Forum
CoS - Geist the Sin EatersOynatan:Baal AdramelechBaşlangıç: 7 Ekim 2011Yer: Forum
Chaos DescendOynatan:FırtınakıranBaşlangıç: 16 Eylül 2011Yer: Mumble (sesli)
Orta Dünya FRPOynatan:Derufin/EruthelionBaşlangıç: 14 Ekim 2011Yer: Forum
Bitmeyen Hikayeler (NES)Oynatan:LordmutiBaşlangıç: 1 Ekim 2011Yer: Forum
Unutulmuş Diyarlar FRPOynatan:YasteronBaşlangıç: 30 Ağustos 2011Yer: FRP Odası
KaranlıkOynatan:CaninaBaşlangıç: 11 Temmuz 2011Yer: MSN
VtM Vampire HuntOynatan:MalkavianBaşlangıç: 29 Haziran 2011Yer: MSN
CthulhuNESOynatan:Baal AdramelechBaşlangıç: 5 Mayıs 2011Yer: Mumble(sesli)
Savaş GünlükleriOynatan:RaisorBaşlangıç: 16 Nisan 2011Yer: MSN
Yıkım Enkazlarda YaşamakOynatan:KoyuBeyazBaşlangıç: 16 Mart 2011Yer: Forum
Slender ThingsOynatan:Baal SarrusBaşlangıç: 14 Şubat 2011Yer: Mumble(sesli)
Ejderha Mızrağı FRPOynatan:CaninaBaşlangıç: 20 Aralık 2010Yer: Forum
Fallout Welcome to DenverOynatan:Baal AdramelechBaşlangıç: 31 Ekim 2010Yer: Forum
Duel ArenaOynatan:KoyuBeyazBaşlangıç: 6 Eylül 2010Yer: Forum
GreatNESOynatan:Baal AdramelechBaşlangıç: 17 Mayıs 2010Yer: Forum
Unutulmuş Diyarlar KışOynatan:Baal AdramelechBaşlangıç: 16 Mart 2010Yer: Forum
RuelOynatan:CaninaBaşlangıç: 26 Temmuz 2009Yer: Forum
CoS - Vampire the RequiemOynatan:Baal AdramelechBaşlangıç: 24 Aralık 2009Yer: Forum
Serüven AşkıOynatan:DwaxerBaşlangıç: 25 Temmuz 2009Yer: Forum
Beşgen OdaOynatan:ArlinonBaşlangıç: 8 Mart 2009Yer: Forum

İstatistikler
Alıntı
Toplam oyun sayısı: 44
Biten oyun sayısı: 14
Yarım kalan oyun sayısı: 30
Devam eden oyun sayısı: 0

Sayfa: [1] 2 3 4